REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te şiddet ifadesini içeren 550 kelime bulundu...

abey-seran

  • Fesliğen.
  • Şiddetli emir.
  • Şer ve mekruh nesne.
  • Bir dikenli ağaç.

admer

  • Arslan.
  • Şedit, şiddetli.
  • Belâ.
  • Çirkin yüzlü şişman kadın.

adüvv-ü şedid

  • Şiddetli düşman.

alabanda

  • İtl. Gemilerde dümeni tam sancağa veya iskeleye kırma, yahut geminin bir tarafındaki toplara ateş etme kumandası.
  • Mc:Şiddetle kınama ve azarlama.

alam-ı şedide / âlâm-ı şedide

  • Şiddetli elemler, acılar.

ales

  • Şiddetli kıtal.

alügde

  • Saldırıcı, şiddetle saldıran. (Farsça)

amas

  • şiddetli harp.
  • Zahmet, meşakkat.

amase

  • Şiddet.
  • Zulmet.

amazon

  • Milattan önce yaşamış İskitlerin kadın askerlerine verilen isim. Göğüslerini dağlatarak küçükten harbe alıştırılan bu İskit kadınlarının şiddetli muharebeler yaptıkları yazılıdır.
  • Güney Amerika'da büyük bir nehir adı.

amper

  • Elektrik akımında şiddet birimi. (Fransızca)

ampermetre

  • Elektrik akımının şiddetini ölçmeye yarayan âlet. (Fransızca)

aramram

  • (Aremrem) Asker çokluğu.
  • Şiddetli hâl ve iş.

arare

  • (Çoğulu: Arâr) İyi kokulu bir ot.
  • Şiddet
  • Kötü ahlâk.
  • Evin avlusu, ev içi.
  • Soğuk şiddetli olmak.

arza

  • Şiddet.
  • Kuvvet.

asabe

  • Kuvvet, şiddet.
  • Bir tek sinir.
  • Baba tarafından akraba olanlar.
  • Bir kimseye yardım ve takviye eden akrabası takımı.
  • Fık: Eshab-ı Feraiz, hisselerini aldıktan sonra geri kalanı, terekeyi alan kimse. (Babası ve evladı olmayan kimseye vâris olan.)

asar / asâr

  • Fakirlik.
  • Güçlük.
  • Şiddet.

asib

  • Dolmuş bağırsak.
  • Katı nesne, şedid.
  • Şiddetli sıcak, çok sıcaklık.
  • Talihsizlik.

asıf / âsıf

  • (Çoğulu: Asıfât) Şiddetli rüzgâr, sert fırtına.
  • Şiddetli rüzgar, fırtına.

asıfat

  • (Tekili: Asf) şiddetli rüzgârlar.

aşık / âşık

  • Şiddetli seven.

aşk

  • (Işk) Çok ziyâde sevgi. Şiddetli muhabbet. Sevdâ. Candan sevme.
  • İttibâ'. Alâka.
  • Şiddetli sevgi.
  • Şiddetli sevgi, candan sevme.

aşk-ı lahuti / aşk-ı lâhûtî

  • Cenab-ı Hakk'a olan sevgi ve muhabbet. Aşk-ı İlâhî, aşk-ı hakikî, aşk-ı mânevî gibi tâbirler Cenab-ı Vacib-ül Vücud'a dâir şiddetli muhabbet ve sevgiyi ifâde eder.

aşk-ı mecazi / aşk-ı mecazî

  • Fâni şeylere olan aşk. Nefis ve şehvet arzusuna dayanan aşk.
  • Tas: Kâmil bir zâtın Cenab-ı Hakk'a dâir şiddetli muhabbetinden evvel fani, dünyevî şeylere dair olan aşkı.

aşk-ı şedid / aşk-ı şedîd

  • Büyük aşk, şiddetli aşk.

askere

  • Şiddet.
  • Asker hazırlamak.

asuf

  • Hızlı ve çabuk yürüyen.
  • Çok şiddetli rüzgar.

asur / âsûr

  • (Çoğulu: Avâsir) Tuzak, ağ.
  • Şer.
  • Şiddet.

ateş

  • Odun vs. gibi maddelerin yanmasından hasıl olan hâl. Od, nâr. (Farsça)
  • Kızgınlık, hararet. (Farsça)
  • Hiddet, gazab, şiddet. (Farsça)
  • Hayvanın çevik, hareketli ve oynak olması. (Farsça)
  • Yangın. (Farsça)
  • Gözyaşı. (Farsça)
  • Hastalık. (Farsça)
  • Harb, savaş. (Farsça)

ateşin / ateşîn

  • Ateşli, canlı, ateşten. (Farsça)
  • Mc: Şiddetli, hiddetli. (Farsça)

atl

  • şerir. Sert tabiatlı. Yaramaz.
  • Şiddetle çekmek.

atrese

  • şiddetle ve zorla almak.
  • Gadap etmek.

ava' / âvâ'

  • Şiddet.
  • Kıtlık, kaht.

avam-perestane

  • Avam kimselere yakışır şekilde. (Farsça)
  • Şiddetli halk taraftarı olan birine yakışır sûrette. (Farsça)

azab / azâb

  • Dünyada işlenen suç ve kabahate karşılık olarak âhirette çekilecek ceza.
  • Eziyet. Büyük sıkıntı. Şiddetli elem.
  • Büyük sıkıntı, şiddetli elem.
  • Dünyada işlenen günahlara karşı ahirette çekilecek ceza.

azaze / azâze

  • Kuvvet.
  • Azamet, büyüklük.
  • Şiddet.
  • Azlık.
  • Gâlip olmak.

azimet / azîmet

  • Takvâ ile günahlardan şiddetle kaçınma.

aziz / azîz

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her zaman izzet ve şeref sâhibi. Gâlib, benzeri olmayan, büyük ve küçük her şeyin O'na şiddetle ihtiyâcı olan.
  • Kıymetli, şerefli, üstün.

azz

  • Şiddet.

azza'

  • Şiddet ve kıtlık yılı.

bagare

  • Şiddetle yağan yağmur.

bagda'

  • Şiddetli nefret, hiç sevmemek.

bagy

  • Azgınlık. Zulüm, İsyan.
  • İstemek, talep etmek.
  • Haddini tecâvüz etmek.
  • Yaranın şişmesi.
  • (Yağmur) şiddetle yağmak.

bagza

  • Şiddetli nefret, hiç sevmeme.

bais

  • Fakir.
  • Şiddet ve zahmete uğramış kimse.

barih

  • (Çoğulu: Bevârih) Samyeli adı verilen sıcak ve şiddetli bir çeşit rüzgâr.

barimetre

  • Gürültünün şiddetini ölçmeğe yarıyan âlet. (Fransızca)

barut

  • yun. Güherçile ile kükürt ve kömürden mürekkeb, alev alıcı bir maddedir ki, toz halinde olup, umumiyetle ateşli silahlarda ve taş kırmak gibi işlerde kullanılır.
  • Mc: Çabuk kızan, şiddet ve hiddete kapılan.

batiş

  • (Batş. dan) Sertlikle, şiddetle hareket eden. Güçlü.

batş

  • Şiddetle tutup kapma. Kuvvet. Şiddet.
  • Hastalık geçtikten sonraki zayıflık.

be's

  • Zarar, ziyan, azap, şiddet, fenalık.
  • Azab, şiddet. Korku.
  • Zarar, ziyan.
  • Zorluk, meşakkat, zahmet.
  • Fenalık. (Arapçada: "Savaşta şiddetli harekette bulunmak veya sıkıntı ve fakirlikten fenâ durumda olmak" mânâlarına gelir.)

bedii kıraet / bedîî kıraet

  • Mantıki kıraet şartlarına riâyet ettikten başka rikkat mevkiinde sesini indirmek, şiddet makamında yükseltmek -acemi aktör tavrı takınmaksızın- mevzuu ses ve işaretle canlandırmaktır.

behz

  • Benû Selim kavminden bir cemaatin adı.
  • İleri itme.
  • Şiddetle göğse vurma.

beis

  • (Be's) Zarar. Kuvvet ve şiddet. Zahmet. Zor. Fenâ. Bed.

bek'

  • Birbiri ardınca şiddetle vurmak.
  • Karşılayıp istikbâl etmek.

berah

  • Şiddet. Ezâ ve meşakkat.

berd-ül acuz / berd-ül acûz

  • Kocakarı soğuğu. (Rûmi şubatın 26'sında başlar ve 7 gün şiddetle devâm eder.)

berh

  • Şiddet, eziyet, meşakkat, zorluk, zahmet.

berk-i basar

  • Gözün şimşek çakması.
  • Birdenbire tepesinde çakan şimşekten mâruz olduğu dehşet ve şiddet hâlinden mecaz olarak, ansızın başına gelen mühlik hâdisenin şiddetli âlâm ve ıztırabıyla dehşet ve hayret içinde duyulan keskin intibahı ifade eder.

beter / بدتر

  • Daha kötü, beter, şiddetli. (Farsça)

bevarih

  • (Tekili: Bârih) Şiddetli sıcaklar ve şiddetli rüzgârlar ki, adına Samyeli denir.

bevj

  • Şiddetli kasırga, su çevrintisi, girdap. (Farsça)

bevk

  • Fenalık, düşmanlık, keder ve belâ meydana getirme.
  • Musibet, felâket.
  • İzinsiz ve habersiz olarak bir yere aniden çıkagelme.
  • Çalıp çırpma.
  • Yalan söz.
  • Boşboğaz (adam).
  • Şiddetli yağmur.

beyzat-ül harr

  • Şiddetli sıcaklık.

bezbeze

  • Şiddetle sarsma, depretme.
  • Sür'atli yürüme. Kaçma.

bıgza

  • Şiddetli nefret. Hiç sevmeyiş.

bolis çukuru

  • Kendini beğenenlerin, kibirlilerin, büyüklük taslayanların, Cehennem'de şiddetli azâba uğrayacakları yer.

bora

  • yun. Birdenbire çıkan fırtına. Pek şiddetli rüzgâr.

buak

  • Şiddetli sel.
  • Şiddetli ses, sadâ. Haykırış.
  • Birden bire, ansızın gelen yağmur.

büak

  • Yağmuru şiddetle yağan bulut.

buraha

  • Şiddet. Ezâ ve meşakkat.

büreha

  • Şiddetli azab. Sıkıntı.

cahim

  • Şiddetli ve kat kat birbiri üzerine yanan ateş. Çukur yerde yanan ateş.
  • Cehennem'in bir tabakası.

cahme

  • Nazar değdiren göz.
  • Kat kat ve şiddetli yanan ateş.

cahre

  • Şiddet ve kıtlık yılı.
  • Yemek.

çal

  • İsimlere önden eklenip, onun daima hareket edip oynamakta olduğuna işaret ve delâlet eder. Meselâ: Çal-at : Durduğu yerde de hareket eden at.
  • Bir şeyi şiddetle kapmaya delâlet eder. Meselâ: Çal-yaka: Yakasından kapmak, şiddetle yakalamak.

çala

  • İsimlerden önce kullanılarak, devam ve şiddetli ve pervasız kullanılmasını bildirir. Meselâ: Çalakalem: Çabuk ve gelişigüzel ve ilmi olmayan yazı yazmak.

cayiha

  • Şiddet.
  • Kıtlık.
  • Yemişe gelen âfet.

ceda'

  • Kıtlık ve şiddet senesi.

celadet

  • Yiğitlik. Bahadırlık. Kuvvet ve şiddetlilik. Muhkemlik. Salâbet, metânet.

celaleddin-i harzemşah

  • (Vefâtı M.: 1231) Mengü berdi (Allah verdi) ismi de verilir. Harzemşah soyunun 7nci ve son hükümdarıdır. Tarihte cesaret ve irfanı ile tanınmıştır. O zamanın deccalı olan Cengiz'in kahır ve şiddeti karşısında İrân ve Turân korku ve zillete düştüğünde Celâleddin, Cengiz'in ordularını müteaddit defala

cemre

  • (Çoğulu: Cimâr) Şiddetli karanlık.
  • Ateşli kömür parçası, kor.
  • İlkbaharda suya, yere, havaya düştüğü söylenen sıcaklık.
  • Hacıların Mina Vâdisinde şeytan taşlamaları.

cevi

  • Aşk galebesinden gelen şiddet ve hiddet, gam ve gussadan, müzahemeden gelen bir hastalık, maraz.
  • Kokmuş su.

dafef

  • Çoluk çocuğun fazla oluşu.
  • Şiddet.
  • Darlık.
  • Hâcet.
  • Acele etmek.

dağıt

  • Emin.
  • Nâzır, bakan.
  • Şiddet veren.
  • Üzüm toplamada kullanılan âlet.

dagr

  • şiddetle def'etmek.
  • Bir yere girmek.

dahm

  • Şiddetle def'etmek.
  • Cemaatın kuvvetli olması.

dalaa

  • Kuvvet.
  • Eğrilik.
  • Şiddet.

darabat-ı anife / darabât-ı anife

  • Şiddetli vuruşlar.

daric

  • Katı, şedid, şiddetli.

darm

  • Şiddetli açlık. Oburluk.
  • Ateşin yakması.

darra

  • Şiddet, mihnet. Belâ. Naks. Ziyan. Sıkıntı. Kötürümlük.

deharir

  • Zamânın şiddetleri.

deharis

  • Belâ. Şiddet.

dehkel

  • Zahmet, meşakkat.
  • şiddetli ve meşakkatli zaman.

derahis

  • Şiddetler.

derece-i şiddet

  • Şiddet derecesi, şiddetli bir derece.

dida'

  • Devenin şiddetle yelmesi ve sıçraması.
  • Ay sonu.

dirhevs

  • Katı, şiddetli nesne, şedid.

div-bad

  • Şiddetli rüzgâr, kasırga, fırtına. (Farsça)
  • Divanelik, delilik, cinnet. (Farsça)

dugta

  • Şiddet.
  • Meşakkat, zorluk.

duhan-ı mübin

  • Aşikâre duman. (Bu duhan hakkında iki tefsir rivayet olunmaktadır. Birisi: İbn-i Mesud Hazretlerinden mervi olduğuna göre; şiddetli açlık ve kaht seneleridir. Çünkü çok aç olan kimseye, gerek gözlerinin za'fından ve gerek çok kuraklık ve kahtlık senelerinde havanın fenalığından, semâ dumanlı görünür

dünya hırsı / dünyâ hırsı

  • Dünyâya lüzûmundan fazla meyletmek. Şiddetli mal, mülk arzusu, isteği.

easir

  • (Tekili: İ'sâr) Şiddetli fırtınalar, kasırgalar.

efza'

  • Şiddetli, katı, eşed.

el-buğzu fillah

  • Allah için buğzetmek. Bütün şiddet, adavet ve düşmanlık Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) rızası dairesindedir. İhlâsı kıracak, hissî hareketten sakınmaktır.

elendes

  • Şiddetli savaş eden kimse.

elim

  • (Elime) Acı veren, acıtan, ağrıtan. Çok şiddetli ağrı veren.

emel

  • Ricâ, ümid, şiddetli istek. Ummak.
  • Gaye.

enf

  • Burun. Koku ve teneffüse mahsus âzâ.
  • Bir şeyin ucu veya evveli veya en şiddetlisi.
  • Bir şeyin sivri yeri.
  • Bir şeyin en şerefli olan yeri.

eşed

  • En şiddetli, çok şiddetli.

eşedd

  • Daha şiddetli. Çok fazla şiddetli. Pek fazla şiddetli.
  • Pek şiddetli.

eşedd-i ihtiyaç / eşedd-i ihtiyâç / اَشَدِّ اِحْتِيَاجْ

  • Çok şiddetli ihtiyaç.
  • En şiddetli ihtiyaç.
  • En şiddetli ihtiyaç.

eşedd-i istibdadat

  • Baskının en şiddetlisi.

eşedd-i istibdat

  • Baskının en şiddetlisi.

eşedd-i mücazat / eşedd-i mücâzât

  • En şiddetli ceza.

eşedd-i zulm

  • Zulmün en şiddetlisi.

eşedd-i zulm-ü nemrudane

  • Nemrud'un yaptığı gibi şiddetli zulüm.

eşedd-i zulüm / اَشَدِّ ظُلُمْ

  • Zulmün en şiddetlisi.
  • Zulmün en şiddetlisi.
  • En şiddetli zulüm.

eşidda

  • Çok şiddetli sert olanlar. Pek şiddetli davrananlar.

eşvak / eşvâk

  • (Tekili: şevk) şiddetli arzular, istekler, neşveler.
  • Şiddetli arzular, istekler.

evca-i şedide

  • Şiddetli ağrılar.

eyid

  • Kuvvetli, şiddetli kimse.

ezme

  • Kıtlık, kaht.
  • Şiddet.
  • Darlık.
  • Bir kere yemek.

faka-i şedide / fâka-i şedide

  • Şiddetli ihtiyaç.

fakıra

  • Büyük musibet, zahmet, meşakkat. Dâhiye. Belleri kırıp parçalayan şiddet.

fakr u zaruret / fakr u zarûret / فَقْرُو ضَرُورَتْ

  • Şiddetli fakirlik.

fakr-ı şedid

  • Çok şiddetli yoksulluk, fakirlik.

faz'

  • Şiddet.
  • Miktarından tecâvüz etmek, ölçüsünü aşmak. Rezillik etmek.

feddad

  • şiddetli ses. Ekinci.
  • Çoban.

ferce

  • Gamdan ve tasadan kurtulmak.
  • Kurtuluş.
  • Şiddetten kurtulmak.
  • Yarık, şak.
  • Girecek yer, medhal.
  • Açıklık, ferahlık.

feveran / feverân

  • Maddi ve manevi kaynayıp fışkırmak.
  • Köpürmek.
  • Coşmak.
  • Kokunun etrafa yayılması.
  • Depreşmek.
  • Şiddet.

feyh

  • Sıcağın şiddetlenmesi.
  • Koku yayılmak.
  • Kazan kaynamak.
  • Yara kanamak.

feyyih

  • Şiddetli adam.

feza'

  • Korku. Havf.
  • Sığınma, dehalet.
  • Uykuda şiddetli korku ile uyanmak.

fırtına

  • Şiddetli rüzgâr, korkutucu dalgalanma.
  • Şiddetli rüzgârla denizin dalgalanıp karışması.
  • Rüzgârın çok şiddetli esmesi.

fua

  • Keler, kertenkele.
  • Her nesnenin evveli.
  • şiddetli koku. Güzel koku.

fürakıs

  • Galiz ve şiddetli nesne.

fürre

  • Katılık, şiddet.
  • Evvel.

fütun

  • İmtihan ve tecrübe etmek.
  • Birbiri ardınca mihnete ve şiddete düşmek.

gabye

  • Büyük taneli olan şiddetli yağan yağmur.

gamr

  • Derinlik, suyun derinliği. Çok su, büyük deniz.
  • Uzun, geniş libas.
  • Cehalet, gaflet.
  • Şiddet.

gamre

  • (Çoğulu: Gamerât) Tecrübesizlik, görgüsüzlük, anlayışsızlık.
  • İzdiham, kalabalık.
  • Fenalığa dalmak.
  • Şiddet.
  • Zahmet.

gams

  • Suyu şiddetli içmek.
  • Bir şeyi hakir görmek, birisine iftira etmek.
  • Nimete şükretmemek.
  • Göz yummak.

gamus

  • Şiddetli emir.
  • Süngü ile vurup, ucunu diğer taraftan çıkarmak.
  • Karnındaki yavrusu belli olmayan deve.

garam

  • Helâk. Mahv.
  • Aşk. Sevdâ. şiddetli arzu.
  • Hedef.
  • Aşk, sevda, şiddetli arzu.

gaysan

  • Gençlik şiddeti.

gayur / gayûr

  • Gayreti çok olan. Kötülük ve çirkinlikleri şiddetle reddeden.

gazm

  • Güçle ve şiddetle yemek.
  • Defetmek, kovmak.

gıbta

  • İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etme.

gıllim

  • Cimâı şiddetle arzu eden.

gımar

  • (Tekili: Gamr) Gaflet. Cehalet. Şiddetler. Çok su. Büyük denizler.
  • (Gımr) Çok susuzluk.
  • Kin tutma.

gözdağı

  • Mc: Birini istenilen yola getirmek için samimi olmayan şiddet gösterişleriyle korkutmak ve tehdit etmek. (Türkçe)

gurrende

  • Hiddetle bağıran, şiddetle gürliyen. (Farsça)

habt

  • Şiddetli vurmak. Önünü görmeyerek körcesine basıp yürümek.
  • Yanılmak, unutmak, hatâ etmek.
  • Fesada vermek.
  • Hiç umulmayan birisinden yardım istemek.
  • Cin çarpmak.
  • Şiddetli vurma, battal etme, unutma.

hacuc

  • Şiddetli esen rüzgâr.

hadd

  • Hudut. Çizgi. Sınır.
  • Cürüm.
  • Salahiyyet.
  • Şeriatça verilen ceza.
  • Derece. Son derece. Münteha.
  • İnsana ârız olan şiddet ve titizlik.
  • Def etme. Men etmek.
  • Keskin. Sivri.
  • Sert. Gergin.
  • Man: Üç tasavvurdan ibaret olan kıyas.

hadleka

  • Şiddetle bakmak.

hadreban

  • Feryadı şiddetli olan, çok fazla bağıran.

hafef

  • Fakirlik. Darlık.
  • Şiddet.

hafif ikrah / hafîf ikrâh

  • Şiddetli olmayan zorlama. Canın veya uzvun telefine yol açmayan, yalnız acı ve eleme sebeb olacak derecedeki dövme ve hapsetme gibi şeylerle yapılan zorlama.

hamit

  • Şiddetli, sağlam.
  • Üzerinde kıl olmıyan yağ tulumu.

hamm

  • Çok sıcaklık, şiddetli hararet.

hamra

  • (Müennes) Çok kırmızı, kızıl renk.
  • Şiddet ve meşakkatli geçen yıl.
  • Şiddetle olan ölüm.
  • Arap olmayan cinsten.
  • Yüzü kızarmış kadın.

hamt

  • Şiddetli ve zahmetli olmak.
  • Çürümek.
  • Mütegayyer olmak, değişmek.

hamz

  • Keskinlik, katılık, şiddet. Metinlik, sağlamlık.

hanadis

  • (Tekili: Hındıs) Musibetler.
  • Karanlık geceler.
  • Şiddetli hâller.

hanin

  • Fazla istekten dolayı inleyiş, şiddetli ağlayış. Sızlanmak.
  • Şevk ve arzu.

hararet-i hüzün

  • Hüznün şiddeti, çokluğu, acının büyüklüğü.

hareket-i şedide / hareket-i şedîde

  • Şiddetli hareket.

harr-ı şedid

  • Şiddetli hararet, fazla sıcaklık.

hasıb

  • Tipi. Ortalığı toza toprağa boğan şiddetli rüzgâr.

hasus

  • Katı, şedid, şiddetli.

havasıb

  • (Tekili: Hâsıb) Şiddetli rüzgârlar, fırtınalar.

haviye / hâviye

  • Cehennemin yedinci katı, en şiddetli yeri.

hayia

  • Şiddetli ses.

hayse-beyse

  • İleri gidip geri gelmek, bir halde durmak.
  • Karışıklık.
  • Şiddet ve darlık.

hazd

  • Ağaçtan diken koparmak.
  • Ağacın kabuğunu soymak.
  • Çok hızlı ve şiddetle yemek yemek.

hecme

  • Şiddet, sertlik.

hecmet-üş-şita / hecmet-üş-şitâ

  • Kışın şiddeti. Soğuğun sertliği.

hekheka

  • Az birşey verme.
  • şiddetli seyir.

hekk

  • şiddetli yağmur.
  • Kılıçla vurmak.

henie / henîe

  • Şiddetli emir.

her'

  • şiddet.
  • Etin iyi pişmesi.

her'a

  • Küçük bir canavar.
  • Erkeğiyle muhalata ettiğinde şevkinin şiddetinden hemen inzal eden kadın.

hereb

  • Kaçma, firar.
  • şiddetli üzüntü, keder.

hevaperest

  • Sadece gayr-ı meşru lezzet ve hevesinin peşinde. Cenab-ı Hakk'ı, dinin emirlerini unutmuş, nefsine şiddetle muhabbet eden. Nefsine tapınır derecede Haktan gafil. (Farsça)

heyecan / heyecân

  • Birden bire şiddetle hislenme. Ürperme.
  • Coşkunluk. Coşmak.
  • Coşkunluk, şiddetli hislenme.

hezk

  • şiddetli gök gürültüsü.
  • Uçurmak.
  • Yuvarlamak.

hıçkırık

  • t. Fazla yemekten ve asabi sebeplerden diyaframın kasılması ve akciğerlerdeki havanın şiddetli ve gürültülü bir şekilde dışarı atılması.
  • Boğaz tıkanacak surette ve derinden iç çekerek ağlama.

hilm

  • Doğuştan olan huy yumuşaklığı. Şiddete tahammül. Nefsini heyecandan korumak.
  • Vakar. Sükûn.

himaze

  • Katılık, şiddet.

hırs / حِرْصْ

  • Aç gözlülük. Tamahkârlık.
  • Kızgınlık.
  • Şiddetli istek, arzu.
  • Azgınlık.
  • Şiddetli istek ve arzu, açgözlülük.
  • Bir şeye aşırı düşkünlük, şiddetli istek.
  • Şiddetle, açgözlülükle isteme.

hişmet

  • Hürmet. Heybet ve utanmak, istihyâ. Bozulup kalmak.
  • Gadap ve şiddet. Hiddet.

hiss-i şedit

  • Şiddetli his, duygu.

hufare

  • Ahd.
  • Ücret.
  • Hayâ şiddeti.

hufuf

  • Maişet şiddeti, geçim zorluğu.
  • Darlık.

hülbe

  • Şiddet.

humaris

  • Sağlam, şiddetli, katı.

humeyya

  • Şiddet.

hümmeyat

  • (Tekili: Hümmâ) Hastalıktan dolayı vücutta meydana gelen şiddetli hararetler, ateşler.
  • Sıtmalar.
  • Nöbetli hastalıklar.

humve

  • şiddet.
  • Suret.

hurk

  • Akılsız, bilmezlik.
  • Dehşet, şiddet.

hurmet-i şedide

  • Şiddetli yasaklama.

huruf-u şedide

  • (Bak: şiddet)

ibtaş

  • Şiddetle tutma, kavrama.

ibtila-yi şedid / ibtilâ-yi şedid

  • Şiddetli tiryakilik.

ihtiras / ihtirâs

  • Aşırı istek sahibi olmak, hırs duymak, şiddetli arzu.
  • Şiddetli arzu, aşırı heves, istek, gözün ve gönlün doymaması.

ihtirasat

  • (Tekili: İhtiras) Şiddetli arzu ve istekler. İhtiraslar.

ihtirasat-ı dünyeviye / ihtirâsât-ı dünyeviye

  • Şiddetli arzu ve hırs ile dünyaya bağlılık.

ihtiyac-ı şedid / ihtiyac-ı şedîd

  • Çok şiddetli ihtiyaç.

ihtiyac-ı şedit

  • Şiddetli ihtiyaç.

ihtiyacat-ı şedide-i aşknüma / ihtiyâcât-ı şedîde-i aşknümâ

  • Aşk derecesindeki şiddetli ihtiyaçlar.

ikab

  • Şiddetli azab, eziyet, ceza.

ıkam

  • şiddetli harpler.
  • Yaramaz huylu.

ikrah-ı gayr-i mülci / ikrâh-ı gayr-i mülcî

  • Mülcî olmayan ikrâh. Bir kimseyi istemediği bir sözü veya işi yapmaya zorlarken tam şiddet kullanmama.

ikrah-ı mülci / ikrah-ı mülcî / ikrâh-ı mülcî

  • Huk: Ölüm veya bir uzvun kesilmesi veya bunlara sebep olacak şiddetli döğme ile olan ikrah.
  • Mülcî ikrâh. Bir kimseyi ölümle veya bir uzvunu (organını) yok etmekle, şiddetli dövmekle veya bütün malını telef etmekle (zarar vermekle) korkutarak rızâsı dışında bir işi zorla yaptırmak.

indifak

  • (Su) birdenbire ve şiddetle dökülme.

indifak-ı nehr

  • Nehrin şiddetle dökülmesi.

inşilal

  • Şiddetle dökülerek akma.
  • (Su) uçurumdan dökülerek şelâle meydana getirme.

intikam

  • Öc alma.
  • Allahü teâlânın; zâlim, inadcı ve kibirli (büyüklenen) kimseleri şiddetli bir azâb ile cezâlandırması.

ırzim

  • Sağlam, sert ve dayanıklı.
  • Şiddetli toplayıcı.

iş'al

  • Şulelendirmek. Yaymak, alevlendirmek. Tutuşturmak. Parlatmak. Şiddetlendirmek.

ışık tufanı

  • Şiddetli ışık, aydınlık.

ısr

  • Ahd. Sözleşme. Yemin.
  • Kulakta küpe deliği.
  • Şiddetli ahkâm ve teklifler.
  • Altındakini yerinde tutan ağırlık, bağ.

iştial

  • Tutuşma. Parlama. Alevlenme.
  • Mc: Şiddetlenme.

iştialat / iştialât

  • (Tekili: İştial) Parlamalar, alevlenmeler, yanmalar, tutuşmalar.
  • Mc: Şiddetlenmeler.

iştidad

  • (Şiddet. den) Şiddetlenme.
  • Sertleşme, katılaşma.
  • Büyüme. Artma, çoğalma, ziyâdeleşme.

ıstıdam

  • İki şeyin birbirine şiddetli çarpması.

istinşak

  • Abdest veyâ gusül esnâsında burun'a (üç defa) su çekmek.
  • Şiddetle koklamak, koklatmak.

istirvah

  • Rahatlama, istirahat etme.
  • Şiddetle koklama.

iştiyak / iştiyâk

  • Şiddetli istek.
  • Şiddetli arzu, istek.

iştiyakat / iştiyakât

  • Şiddetli istekler.

iştiyakaver / iştiyakâver

  • Çok şiddetle arzu edilen.

itab

  • Tekdir etmek. Şiddetle hitab etmek. Azarlamak. Terslemek. Paylamak. Rencide etmek. Darılmak.

ıtak

  • Hürriyet.
  • Kuvvet.
  • şiddet.

izmihrar

  • Surat asma.
  • (Yıldız) parıldama.
  • Kış mevsiminin şiddetli olması.

kaat

  • Gadap, hiddet, öfke.
  • Darlık.
  • Yaşlı koyun.
  • Davar memesi.
  • Bağırma ve çığlık şiddeti.

kadda'

  • Şiddetli.

kahif

  • Şiddetli yağmur.

kahit

  • Şiddetli kıtlık olan sene.

kahr

  • Zorlama. Cebir.
  • Ezme. Mahvetme.
  • Fazlaca üzüntü. Keder içine işleme.
  • Cenâb-ı Hakkın şiddetli ve azab verici vasıflarının tecellisi. (Kahr, lütfun zıddıdır.)

kalih / kâlih

  • Katı, şiddetli, şedid.

kamtarir / kamtarîr

  • Çatık suratlı, şiddetli, sert.

karia / kâria

  • (A, uzun okunur) Ansızın gelen belâ. Kıyâmet.
  • Belâ ve musibetten hıfz-ı İlâhiye dâir okunan dua ve âyetler.
  • Peygamberimiz'in (A.S.M.) düşman üzerine saldığı asker grubu.
  • Pek şiddetli rüzgâr.
  • Pek şiddetli rüzgâr,
  • Ansızın gelen büyük belâ.
  • Kıyamet.
  • Belâdan kurtulmak üzere okunan "el-Kariâtü" sûresi.

kars

  • Şiddetli soğuk.

kasa

  • Kabalık.
  • Şiddet.
  • Katılık.

kasam

  • Şiddetli sıcaklık.
  • Güzellik.

kasıf

  • Kasırga. Rastladığı şeyi kıran şiddetli rüzgâr.
  • Şiddetle seslenen. Çok gürleyen.

katr

  • Damlamak. Damlatmak. Damlayan şey.
  • Develeri katarlamak.
  • Birisini şiddet ve hiddetle yere çalmak.
  • Yağmur.

kavari'

  • (Tekili: Karia) İnsan öleceği zaman, halet-i nezi'de okunan âyet-i kerime.
  • Şiddetli esen rüzgârlar.
  • Ansızın Allah tarafından gönderilen belâ ve musibetler.

kavasıf

  • (Tekili: Kasıf) Şiddetli esen rüzgârlar. Fırtınalar.

kazab

  • Katılık, şiddet.

kebed

  • Ciğer ağrısı.
  • Kara ciğer.
  • Meşakkat. Şiddet. Mihnet.
  • Karnın şişmesi.

kedş

  • şiddetle sürmek.
  • Yırtmak.
  • Kazanmak.

kelb

  • (Çoğulu: Ekâlib-Eklüb-Kilâb) Köpek, it.
  • Meşhur bir yıldız.
  • İki adım arasına koyarak dikilen kayış.
  • Yolcuların, yük üstünde azıklarını astıkları demir çengel.
  • Şiddet.
  • Hırs.

kelef

  • Yüzdeki benek.
  • şiddetli sevgi.

kemal-i şiddet / kemâl-i şiddet

  • Çok şiddetli.

kemal-i zuhur / kemâl-i zuhur

  • Son derece açık olma; gözlerin görme sınırını aşacak şiddette açık ve meydanda olma.

kenz

  • Şiddet, zorluk, meşakkat.

kerahe

  • (Kerâhiye) Meşakkat, zahmet, şiddet.

kerih

  • İğrenç, tiksindirici.
  • Muharebe ve cenkte olan şiddet.
  • Pis, çirkin, fena şey.
  • Nefse kerahetlik vercek kabahat.

kerihet

  • Harpte şiddet.
  • Zahmetli ve meşakkatli olan.

kesb-i şiddet

  • Şiddet kazanma, şiddetlenme.

kıra'

  • Cimâ etmek.
  • Sağlam, muhkem.
  • Şiddetli.

kızm

  • Katı, şiddetli, şedit.

kuhme

  • Düşünmeden bir işe girişme.
  • Şiddet.
  • Kıtlık senesi.
  • Zor iş.

külbet

  • Sıkıntı, zorluk, ıztırab. Şiddet.
  • İki sahtiyan arasına konup dikilen kırmızı kayış.

kulunç

  • Özellikle omuzlarda olan şiddetli ağrı.
  • Tıb: Şiddetli bağırsak ağrısı. Omuzlarda ve vücutta bir ağrı.

kusur

  • Noksanlık. Eksiklik. Noksan ve âcizlik. İhmal. Tedbirsizlik.
  • Cem' olmalar.
  • Pahalanmak.
  • Eksilmek.
  • Şiddetli olan şeyin yavaşlayıp sâkin olması.
  • Bereketlenmek.
  • İmtina', âciz olmak.
  • Bir hesabın üstü. Artan kısım.
  • (Tekili: Kasr) Kası

küzaze

  • Soğuğun şiddetinden olan bir hastalık.

lahf

  • Şiddetli vuruş.

lahs

  • Darlık.
  • Şiddet.
  • Meşakkat, zahmet.

laklaka

  • Leylek sesi.
  • Hareketten ve ıztıraptan dolayı çıkan ses.
  • Şiddetli ses ve galebe ile çağrışmak.
  • Boş ve mânasız söz.

lats

  • Dövmek.
  • şiddetle basmak.

le'va

  • Şiddet.
  • Maişet darlığı, geçim zorluğu.

leded

  • Katı husumet, şiddetli düşmanlık.

ledüd

  • (Çoğulu: Elidde) Hastanın ağzına dökülen ilâç.
  • Çok husumet, şiddetli düşmanlık.

lehk

  • şiddet.
  • Meşakkat, zahmet.
  • Birbiri içine girmek.

lemm

  • Parça parça şeyleri toplamak, cem' etmek.
  • Islâh etmek.
  • Bulduğu şeyi, haram helâl demeyip yemek.
  • Şiddet ve meşakkat.
  • Az şey.
  • Konmak. Nâzil olmak.

lemme

  • (Çoğulu: Lemmât) şiddet. Meşakkat, zorluk.
  • Az şey.

let

  • Dayak, kötek. (Farsça)
  • Dövme, vurma. (Farsça)
  • şiddetle çarpma. (Farsça)

lezbe

  • (Çoğulu: Lezbât) Şiddet.
  • Kıtlık.

lezen

  • Şiddet.
  • Darlık.
  • Halkın kuyu veya ırmak kenarında kalabalık meydana getirmesi.

lezn

  • Darlık. Şiddet. Sıkıntı.

lümta

  • Şiddet. Mihnet.

ma'zuz

  • Katı, şiddetli, şedid.

maaz

  • Şiddetle gadap etmek, çok fazlasıyla hiddetlenmek.
  • Bir nesne güç gelmek, zor gelmek.

madgare

  • Mukabil iki tarafın şiddetli hücumları ile meydanda gelen savaş.

mahbuk

  • Katı, şiddetli, şedid.

maht

  • Şiddetli.

makt

  • Kin, hiddet. İğrençlik. Şiddetli buğz.

me'r

  • Katı, şiddetli, şedid.
  • Fesad.

mecazi aşk / mecazî aşk

  • Gerçek olmayan aşk; Allah'tan başka diğer varlıklara duyulan şiddetli sevgi.

mecnun / مَجْنُونْ

  • Deli, şiddetli aşkla kendinden geçmiş.

mekaza / mekâza

  • Şiddetli mümârese. Alışkanlık.

mekre

  • (Çoğulu: Mekârih) Şiddet.
  • Bıkkınlık.
  • Kerahet, iğrençlik.

mekruh

  • İğrenç, nahoş görülen şey.
  • Fık: Şeriatın haram etmediği, fakat zaruret olmadan yapılmasına izin vermediği, zanna dayanan delil ile işlenmesi caiz olmayan iş.
  • Mihnet. Şiddet.

mekruha

  • Keder, mihnet. şiddet.

melh

  • Kibirlenmek, gururlanmak.
  • şiddetli seyir.

melis / melîs

  • Bir şeyi şiddetle tutmak.

melk

  • Kudret, kuvvet. Şiddet.
  • Mübalağa.

merak

  • Bir şeyi öğrenmek istemek. Çok şiddetli arzu. Heves. Düşkünlük.
  • Dalgınlık. Kara sevdâ.
  • Kuruntu, telâş. İç sıkıntısı. İç darlığı.

meraset

  • Şiddet.

merzih

  • Şiddetli ses.

mevkum

  • Hüznü şiddetli olan.

meyl-i şedid

  • Şiddetli meyil, arzu.

mezaret

  • Kalbin şiddeti.

mezmere

  • Çok şiddetli hareket ettirmek.

mihrab

  • Camide imamın namaz kılarken cemaatin önünde durduğu yer.
  • Şiddetli harbeden cengâver. Bahadır.
  • Evin şerefli yüksek yeri, çardak.
  • Meclisin sadrı ve ekrem mevzii.
  • Mc: Harb âleti.
  • Orman.
  • Melikin hususi makamı.
  • Mc: Şeytan ve hevâ ile muhare

mihyac

  • Şiddetli.
  • Çok, ziyâde, fazla.

mikyas-ı zelazil

  • Yer sarsıntısının şiddet ve yönünü gösteren âletler.

milezz

  • Katı, şiddetli, şedid.

mü'sade

  • (İsad. dan ism-i mef'uldür) "Asadet-ül bab" denir ki; kapıyı kapadım, sımsıkı kilitledim demektir. Üzerlerine ateşin yakılıp fırın gibi kapısının kapanması ateşin şiddetini icab edeceğinden, Cehennemde azabların şiddet ve ebediyetinden kinayedir.

mu'zıl

  • (Çoğulu: Mu'zalât) şiddetli. Müşkil, zor.

muannif

  • Ta'nif eden. Şiddetle azarlayan.

müblis

  • Mahrum.
  • Hasreti şiddetli olan. Acele yapılması lüzumlu bulunan. Elzem.

müdkı'

  • Katı, şiddetli, şedid.

mugamere

  • (Ga, uzun okunur) Nefsini zorluğa ve şiddete zorlama.

muhnis

  • Yumuşak kimse; yâni şiddeti ve katılığı olmayan. Mülâyim.

mukabede

  • Şiddet ve zahmet vermek.

mukabele

  • Karşılık, karşılamak.
  • Mücadele.
  • Karşılaştırmak. Karşılıklı yapılan iş, karşılıklı yapılan okuma.
  • Camide Kur'ân-ı Kerimi okuyup halka dinletmek.
  • Yüz yüze olmak.
  • Düşmanın şerrinden kurtulmak ve onun şiddetini kaldırmak için onu yıldıracak tedbirde bulunm

mukasmel

  • Asâsı çok şiddetli olan.

mülci ikrah / mülcî ikrâh

  • Ölümle veya bir uzvunu yok etmek, şiddetli vurma ve hapsetme gibi tehdidlerle bir kimseyi istemediği şeyi yapmaya zorlama.

müntekim

  • İntikam alıcı. Zâlim ve mütekebbir (kibirli) cânîleri başkalarına ders olacak şekilde cezâlandıran, âsîleri ve taşkınlık yapanları şiddetli azâb ile azablandıran.

müşedded

  • Kuvvetlendirilmiş, şiddeti artırılmış.
  • Gr: İki defa yanyana okunan harf, şeddeli harf. Böyle harflere huruf-u müşeddede denir.
  • Şiddetlendirilmiş.

müşeddid

  • (Şiddet. den) Kuvvetlendiren, azdıran, şiddetlendiren, şiddetini artıran.

müştedd

  • (Şiddet. den) Şiddetlenen, azan. Şiddetlenmiş.
  • Kuvvetlenmiş, sağlamlaşmış.

mütecadil

  • (Cedl. den) Mücadele eden, uğraşan. Şiddetle çekişen.

müteşeddid

  • (Şiddet. den) Katılaşmış, pekleşmiş, sertleşmiş olan.
  • Şiddetlenen, hızlanan.

muzaaf aşk

  • Kat kat, şiddetli aşk.

muzaaf ihtiyaç

  • Kat kat, şiddetli ihtiyaç.

muzaaf iştiyak

  • Kat kat, şiddetli özlem.

muzaaf meyil

  • Kat kat, şiddetli eğilim.

müzmehhir

  • Gadabı şiddetli olan. Çok kızıp hiddetlenen.

nasb-ül ayn

  • Göz dikilmesi. Bir şeye hırsla ve şiddetli arzu ile bakmak, göz dikmek.

nası'

  • Her nesnenin hâlisi.
  • şiddetli beyaz olan.

natih

  • (Nâtıh) : (Çoğulu: Nevâtıh) Sana karşı gelen hayvan.
  • Şiddetli emir.

natş

  • Şiddet. Kuvvet.

nayibe

  • (Çoğulu: Nâibat-Nevâib) Musibet, belâ.
  • Zahmet, meşakkat.
  • Şiddet.

naziat

  • Hz. Azrâil'in (A.S.) avenesi olan bir taife melâike ki; şerli ve kötü ruhlu insanların canlarını şiddetle alırlar.
  • Nez'edenler. Çekip koparanlar.

ne'ş

  • Şiddetle ve kahirle almak. Zorla almak.

nec'e

  • Şiddetli nazar. Şiddetli bakış.

necr

  • Ağaç yonmak.
  • Şiddetli sevk.
  • Asıl.
  • Renk.
  • Halâs, kurtuluş.

nehit

  • İnlemek.
  • Şiddetle teneffüs etmek, nefes alıp vermek.

nekal / nekâl

  • Şiddetli azab. İşkence ve ukubet.
  • İbret.
  • Şiddetli azap.
  • Şiddetli azap.

nekam

  • (A, uzun okunur) Bir kimseyi kötü bir fiilinden dolayı şiddetle cezalandırmak. İntikam almak.

nekbe

  • (Çoğulu: Nekebât) şiddet, meşakkat.
  • Bir şeyin kesilmesiyle olan cerahat.

netk

  • Bir şeyi şiddetle çekmek ve cezbetmek.

nevatıh

  • Şiddetler.

neyt

  • İnlemek.
  • Şiddetle teneffüs etmek.

nikal

  • Şiddetli işkence.

nıkmet

  • Şiddetli ceza, intikam alma.

nikmet / نِقْمَتْ

  • Şiddetli ceza. Hoş olmayan muamelelerle olan mücâzat.
  • Şiddetli ceza, hoşlanmayan muamelelerle olan mücazat.
  • Şiddetli ceza.

nühud

  • (Nühuz) Kalkmak, kıyam etmek, yerinden yükselmek.
  • Şiddetle muharebe etmek.

pençe-i kahr

  • Kahır pencesi; haksız yere uygulanan şiddet.

ra'

  • Şiddetle sürmek.

ra'raa

  • Suyun şiddetle akması.
  • Depretmek. (Çocuk) büyümek.
  • Bitirmek.

racife

  • Şiddetle sarsan sarsıntı. Dünyayı yerinden oynatan vakıa. İlk nefha.

ramaz

  • Güneşin sıcaklığı şiddetle ve yakarak gelmek, şiddetli olmak, yakmak.
  • Kesinleştirmek.

recefan

  • Şiddetle sarsılma, sallanma.
  • Şiddetle gürüldeme. Şiddetli ıztırab, büyük acı.

recf

  • Şiddetle sarsmak veya sarsılmak.

recif

  • Şiddetli ıztırab.

recs

  • (Recse) şiddetli gök gürültüsü.
  • şiddetli ses.

remi

  • (Çoğulu: Ermiye) Yağmuru iri olan ve yere şiddetle inen bulut.

resa'

  • Şiddetli hırs.

reteb

  • Zahmet. Şiddet.
  • Şehadet parmağı ile orta parmak arası.

revban

  • (Çoğulu: Rübâ) Sütün yoğurt olması.
  • Sarhoşluk şiddetinden birbirine karışmış olan insanlar.

sa'ka-i şedide

  • Şiddetli baygınlık.

saak

  • Bir şiddet sebebi ile helâk olmak, ölmek, bayılmak.
  • Aklın gitmesi.

sababet

  • Şiddetli sevgi. Âşıklık.

sabbur

  • Katı, şiddetli, şedid.

sahh

  • şiddetinden kulaklar tutulan çığlık.
  • Sağlam bir şeyle vurmak.
  • Cemetmek, toplamak.

sahha

  • Kulakları sağır eden şiddetli bağırış ve çığlık.

sahl

  • Ses kısıklığı. Ses bozukluğu.
  • Boğazını boğup şiddetle çağırmak.

sahsalik

  • Katı, şiddetli, şedid.
  • Yaşlanmış, ihtiyar kadın.
  • Şiddetli ses.

saht / سخت

  • Çok. (Farsça)
  • Katı. (Farsça)
  • Şiddetli. (Farsça)
  • Güç. (Farsça)

saik-i şedid / sâik-i şedid

  • Şiddetli sevk edici gerekçe.

saıka

  • Şiddet sesi.

saika

  • Yıldırım. Ölüm, mevt.
  • Nüzul ateşi.
  • Semadan gelen şiddetli ses.
  • Mühlik ve azab.
  • Bulutları sevke vazifeli melek.

saika-vari

  • Yıldırım gibi. Şiddetli korkutarak. (Farsça)

sak

  • Bir şeyin aslı.
  • Topuktan baldıra doğru bacağın incik yeri.
  • Mc: Şiddet.

sakme

  • Şiddetle ve kakarak vurmak.

salahdem

  • Katı, şiddetli, şedid.

sald

  • Kaypak taş.
  • Taş gibi çok dayanıklı şey.
  • Dağa çıkmak.
  • Şiddetle ellerini yere vurmak.

salib

  • (Çoğulu: Sulub-Salbân) Haç.
  • Şiddetli, şedit.
  • Heybetli.

salk

  • Şiddetli ses.
  • Vurmak.
  • Hâmile kadının ağrısı tutup bağırması.

sam'ar

  • Katı şiddetli, şedid.

sanabir

  • Şiddet.

sandid

  • Bela.
  • Meşakkat, zahmet.
  • Şiddetli yağmur ve rüzgâr.

sarasır

  • (Tekili: Sarsar) şiddetli ve gürültülü rüzgârlar.

satvet

  • Ezici kuvvet. Hışım ve şiddetle kavrayıp almak. Birisinin üzerine şiddetle sıçramak ve hamle etmek.
  • Zorluluk.

savlet

  • Saldırma. Ani ve şiddetli atılış.

sayha

  • Şiddetli ses; korkunç gürültü.

şedaid / şedâid

  • (Şedâyid) Afât. Meşakkatli haller. Şiddetli musibetler.
  • Şiddetli durumlar, belâlar.
  • Şiddetliler, şiddetli belâlar.

şedde

  • Kur'an-ı Kerim okurken tek sessiz harfin iki defa okunmasına yarayan işaret.
  • Seğirtmek. Yürümekle şiddet göstermek. Bir şeyi kuvvetlendirmek, sağlamlaştırmak.

şedid / şedîd / شديد / شدید

  • Sert, sıkı, şiddetli.
  • Musibet, belâ.
  • Tecvidde: Rahve harflerinin zıddı olan, sükûn ile harf söylendiğinde sesin akmaması hali.
  • Şiddetli.
  • Şiddetli.
  • Şiddetli.
  • Şiddetli. (Arapça)

şedid-ül mihal

  • Şiddetli kuvvet. Ağır ve şiddetli azab.

şedidane / şedîdâne

  • Şiddetlice.
  • Şiddetli bir şekilde.

şedidü'l-ihtiyaç

  • Şiddetli ihtiyaç.

şedit

  • Şiddetli.

şefa'at-ı kübra / şefâ'at-ı kübrâ

  • Kıyâmette, o günün dayanılmaz dehşeti ve şiddetli sıkıntıları sebebiyle, insanların mürâcaatları üzerine Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), onların muhâkeme ve hesâblarının bir an evvel görülmesi için Allahü teâlâya yalvarması ve bu dileğinin kabûl olması. O gün herkes kendi başını

sefi'

  • Şiddetle tutup çekme.

sefik

  • (Çoğulu: Sefâsik) Katı, şiddetli, şedid.
  • Sık dokunmuş bez.

sehb

  • Çekmek.
  • şiddetle yemek ve içmek.

sekerat

  • Sarhoşluk.
  • Hayretler. şiddetler.
  • Mestlikler.

sekre

  • Sarhoşluk.
  • Şaşkınlık.
  • Şiddet.

şemirr

  • Katı, şiddetli, şedid.

şereh

  • Tamahkârlık, açgözlülük, şiddetli hırs.
  • İnsanın muhtâc olduğu şeylerin lüzûmundan fazlasını istemesi, şiddetli hırs, tamahkârlık, aç gözlülük.

serendi / serendî

  • Katı, şiddetli, şedid. (Müe: Serendât)

şerz

  • (Çoğulu: Şerâriz-Şevâriz) Şiddet.
  • Zorluk.
  • Kuvvet.
  • Kalabalık, galizlik. Kat'etmek, kesmek.

şesasa

  • şiddet.
  • Yaramazlık.
  • Sığır üstüne yük vurmak.
  • Kuru ve sert yer.
  • Acele.

şevk

  • Şiddetli istek.
  • Çok istek, şiddetli arzu.
  • Neş'e.
  • Bir şeyi bir yere şeye sağlamca bağlama.
  • Memnun. Şâduman.
  • Şiddetli arzu ve istek.

şevk u cezbe

  • Şiddetli arzu ve istek ve kendinden geçme.

şevk-i ebediyet

  • Sonsuzluğa şiddetli istek.

sevret

  • Kızgınlık, hiddet, öfke.
  • Hücum. Dövüş.
  • Hükümdarın şiddet veya kudreti.
  • Tezlik.

seyhec

  • (Seyhuc) : Katı, şiddetli şedid.

seyhek

  • Katı yel. Şiddetli rüzgâr.

seyl

  • Sel. şiddetle gelen şey.

seyl-i dalalet / seyl-i dalâlet

  • Gürültü ve şiddetle akan inançsızlık, sapkınlık seli.

şeza

  • Kokulu şeylerin şiddetle kokması.

şezat

  • Budak kırmak.
  • At sineği.
  • Bir gemi cinsi.
  • Tuz.
  • Kuvvet ve şiddet bakiyyesi.
  • Ağaç ismi.

şezf

  • Şiddet.
  • Darlık.

şezre

  • Bir kimseye yüz yüze bakmayıp şiddet ve öfke ile yandan bakış. Hasmâne bakış. Dargın bakışı gibi bakma. Göz değdirme.
  • İpi soluna bükme.
  • Tersine bükülmüş ip, urgan.
  • El değirmenini sola doğru çevirme.
  • Şiddet, suubet, zorluk.

şibdi'

  • (Çoğulu: Şebâdi) Akrep.
  • Dil, lisan.
  • Belâ.
  • Şiddet.

siccin

  • Sert, şiddetli olan şey.
  • Dâim olan.
  • Fâsık ve fâcirlerin amel defterlerinin konulduğu yer.
  • Cehennemde bir vâdi'nin adı. Fâcirlerin ruhunun gittiği yer.

şidad

  • (Tekili: Şedid) Sertler. Şiddetliler.

şiddet

  • Sertlik, katılık.
  • Ziyadelik.
  • Sıkılık.
  • Tecvidde: Harf sükun ile ve nefesin hepsi habs olarak sakin bir halde okunduğu zaman savtın asla akmamasına denir. Şiddet iki kısma ayrılır:Şedide-i mechure : Elif, bâ, cim, dal, tı harfleri.şedide-i mehmuse : Kaf ve tâ harfleri.<

şiddet-i alaka / şiddet-i alâka

  • Şiddetli ilgi ve alâka gösterme.

şiddet-i ateş

  • Ateşin şiddetliliği.

şiddet-i beyan

  • Açıklamanın şiddeti.

şiddet-i fakr

  • Fakirliğin şiddetli olması.

şiddet-i fakr ve istiğna

  • Şiddetli fakirlik ve tokgözlülük; çok fakir olmasına rağmen kimseden bir şey beklememe.

şiddet-i galeyan

  • Şiddetli coşkunluk, coşup taşma.

şiddet-i gazab

  • Azabın, cezanın şiddeti.

şiddet-i hacalet / şiddet-i hacâlet

  • Büyük utanç, şiddetli utangaçlık.

şiddet-i hararet

  • Şiddetli sıcaklık.

şiddet-i havf

  • Şiddetli korku.

şiddet-i hiddet

  • Şiddetli öfke, kızgınlık.

şiddet-i hırs

  • Aşırı hırs, şiddetli istek, arzu.

şiddet-i hücum

  • Şiddetli saldırı.

şiddet-i ihtiyac

  • Şiddetli ihtiyaç.

şiddet-i ihtiyaç

  • İhtiyacın şiddeti.

şiddet-i ihtiyacın sevki

  • Bazı şeylere duyulan şiddetli ihtiyacın yönlendirmesi.

şiddet-i iltihab

  • Şiddetli bir şekilde tutuşma.

şiddet-i inat

  • Şiddetli, aşırı inat.

şiddet-i istiğrak

  • Şiddetli şekilde Allah aşkıyla kendinden geçme, derine dalma.

şiddet-i kubh

  • Şiddetli çirkinlik.

şiddet-i lüzum

  • Şiddetli gereklilik, ihtiyaç.

şiddet-i mevani / şiddet-i mevâni

  • Mânilerin şiddeti, engellerin zorluğu.

şiddet-i nefret

  • Şiddetli nefret.

şiddet-i rabıta

  • Tam, şiddetli bağlılık.

şiddet-i rağbet

  • Şiddetli arzu, istek.

şiddet-i sevk

  • Şiddetli gönderme, yönlendirme.

şiddet-i şevk

  • Şiddetli bir istek ve arzu.

şiddet-i soğuk

  • Şiddetli soğuk.

şiddet-i takva / şiddet-i takvâ / شِدَّتِ تَقْوَا

  • Şiddetle günahlardan sakınma.

şiddet-i tazyik

  • Şiddetli bir sıkıştırma, baskı.
  • Tazyik ve baskının şiddeti.

şiddet-i teessür

  • Üzüntü ve ıztırabın şiddeti.

şiddet-i tehdit

  • Tehdidin şiddeti.

şiddet-i zaaf

  • Zayıflığın şiddeti.

şiddet-i zuhur

  • Açık seçik olma ve açığa çıkma derecesinin şiddeti ve kuvveti.

şiddet-i zulmet

  • Şiddetli karanlık.

şided

  • (Tekili: Şiddet) Şiddetler.

sıhtit

  • Katı, şiddetli, şedid.
  • Çok yükselen toz.
  • Katıksız kavut denilen kavrulmuş un.

sırr

  • Şiddetli ateş veya soğuk.

sırre

  • Soğuk rüzgâr. Şiddetli soğuk.
  • Şiddetli sayha, çığlık.

şısb

  • (Çoğulu: şesâyib) şiddet.
  • Nasip.

şü'bub

  • Birden yağan sağanaklı yağmur.
  • Hiddetli ve şiddetli olan.
  • Şiddetli güneş harareti.

şuayb

  • Ashab-ı Eyke ile Medyen ahâlisine gönderilen bir peygamberdir. Çok hakikatlı ve güzel sözlerle bu iki kavmi Hakka davet ettiği halde kendisini dinlemediler. Cenab-ı Hak Eykeliler üzerine şiddetli sıcaklık ve Medyen ahalisine de şiddetli sayha ile azab verdi ve onları mahveyledi. Şuayb Aleyhisselâm k

sühuk

  • Şiddetli rüzgâr. Katı yel.

sultan

  • Reis. İslâm Hükümdarı. Hâkimiyet sahibi. Padişah.
  • Allah. (C.C.)
  • Kuvvet, kudret ve hâkimiyet sâhibi.
  • Hükümdar âilesinden olan anne, kız gibi kadınlardan her biri.
  • Hüccet ve delil.
  • Kahr ve tegallüb mânasında masdardır. Her şeyin yavuz, şiddet ve satvetin

şüsub

  • Atın ince ve zayıf olması.
  • Şiddet.

ta'nif

  • Şiddetle azarlamak.
  • Darılmak.
  • Meşakkat vermek. Melâmet etmek.
  • Şiddetli azarlama.

ta'nifat / ta'nifât

  • (Tekili: Ta'nif) Şiddetle azarlamalar, darılmalar.

taarruz

  • Bir şey veya bir kimse üzerine şiddetle saldırma. Çatma. Düşmana hücum etme. Sataşma. İlişme.

taassub

  • Şiddetli taraftarlık.

taassub-u dini / taassub-u dinî

  • Dine şiddetle bağlılık, körükörüne bağlılık.

tahmic

  • Şiddetle bakmak.
  • Gözünü açıp yummak.

takaşşüf

  • Maişet şiddeti, geçim zorluğu.

tall

  • Çiğ, kırağı. İnce yağan yağmur, çisinti. Şebnem.
  • Helâk etmek, iptal.
  • Güzel, lâtif şey.
  • Şiddet.

tama'

  • Aç gözlülük, şiddetli arzu.

tanif / tânif

  • Şiddetle kınama.
  • Şiddetle azarlama.

tarasrus

  • Katı olmak, şiddetlilik.
  • Sağlam olmak.

tasarruh

  • Şiddetle çağırmak.

tehekküm

  • İstihza.
  • Tevbih. Şiddetle azarlama. Görünüşte ciddi, hakikatta alaydan ibaret olan eğlenme.
  • Edb: Tarizin tesirli olan kısmı.

temim

  • Katı, şiddetli, şedid.

tesadüm / tesâdüm

  • Vuruşma. Şiddetle çarpışma.
  • Müsademe, şiddetli çarpışma, savaşmak.

teşdid / teşdîd / تشدید

  • Şiddetlendirme, sağlamlaştırma, kuvvet verme.
  • Gr: Harfi iki defa okuma. Harfi şeddeli okumak.
  • Şiddetlendirme.
  • Şiddetlendirme.
  • Şiddetlendirme, sağlamlaştırma, kuvvet verme, güç verme.
  • Şiddetlendirme, arttırma, çoğaltma. (Arapça)
  • Teşdîd etmek: Şiddetlendirmek. (Arapça)

teşdid etmek

  • Şiddetlendirmek.

teşdit

  • Şiddetlendirme, artırma.

teşeddüd / تَشَدُّدْ

  • Sertleşme. Kuvvet ve dayanıklık kesbetme. Şiddetlenme. Çok şiddetli olma.
  • Keskinleşme.
  • Şiddetlenme.
  • Şiddetlenme.

teşeddüt

  • Şiddetlenme.
  • Şiddetlenme.

teskin

  • Rahatlandırma. Yatıştırma. Sükunet verme. Şiddet, hiddet ve ıztırabını izale etme.
  • Gr: Bir harfi sâkin okuma.

tevakkus

  • Şiddetle basmak.
  • Atın seyri.

tevbihat-ı şedide

  • Şiddetli tekdir ve azarlamalar.

tevekkuh

  • Şiddetli ve haşin olmak.

tiş / tîş

  • şiddet.
  • Hafiflik.

tufan / tûfân / طُوفَانْ

  • Çok şiddetli ve her tarafı kaplayan yağmur.
  • Nuh Peygamber (A.S.) zamanındaki büyük su baskını hâdisesi.
  • Şiddetli yağmur, büyük su baskını.
  • Çok şiddetli yağmur.

tufan-ı şedid

  • Şiddetli fırtına.

tünd / تند

  • Sert, şiddetli, haşin. (Farsça)
  • Hızlı. (Farsça)
  • Keskin. (Farsça)
  • Acı. (Farsça)
  • Şiddetli. (Farsça)

tündi / tündî

  • Sertlik, katılık. Hiddet ve şiddet. (Farsça)

übab

  • Şiddetli ve taşkın sel suyu.

udal

  • Katı, şiddetli.
  • Pek zor.
  • Ağır hastalık.

udlet

  • (Çoğulu: Uzul) Zahmet, meşakkat.
  • şiddet.

uffare

  • Her nesnenin evveli.
  • Katılık.
  • Şiddet.

ukam

  • Çok sert. Pek şiddetli.

unf / عنف

  • Sertlik, katılık, şiddet. (Arapça)

unfen / عنفا

  • Şiddetle, sertlikle. Zor kullanarak.
  • Sertçe, şiddet kullanarak, kabalıkla. (Arapça)

unfi / unfî

  • (Unfiyye) Sert, şiddetli, kaba.

uram

  • Eti soyulmuş kemik.
  • Çokluk.
  • Kötü ahlâk.
  • Şiddetli muhâlefet.
  • Çocuğun edepsizlik yapması.

urame

  • Hiddet.
  • şiddetli muhalefet.
  • Kötü ahlâk.
  • Edepsizlik etmek.

urb

  • Şiddetli akıcı çay.
  • Ferah, sevinç, neşat.

utun

  • Katı şey. Şiddetli.

uva

  • Şiddetli ses. Avaz, sayha.

uzafire

  • Katı. şiddetli, şedid.

uzriyy

  • Şiddetli muhabbet. Şiddetli sevgi.

va

  • "Vah, yazık" meâlinde olup hayf, hasret, esef gibi kelimelerle birlikte söylenir. (Buna Arabçada "edât-ı nüdbe" denir.)Türkçede bunun yerine; vâh, vây, eyvâh edatları kullanılır. Bunlar bâzan şiddet ve te'yid için tekrar edilir.

va's

  • (Çoğulu: Vuasâ) şiddet, mihnet.

vakıa' / vâkıa'

  • Vuku bulmuş, olmuş, var olan mevcud bir hâdise.
  • Olan olmuş.
  • Rüya, düş.
  • şiddetli hâdise.
  • Meşakkat, musibet.
  • Kıyamet.
  • Cenk, savaş.

vakz

  • Galebe etmek.
  • Şiddetle vurup ölmeye yakın etmek.

valice

  • İnsanı şiddetle tutan bir hastalık.

vebal / vebâl

  • Günah. Zarar. Ziyan. Şiddet. Ağırlık. Azab. Doğru olmayan bir hareketin manevî mes'uliyeti.
  • Günah, zarar, ziyan, şiddet, ağırlık, azap, doğru olmayan bir hareketin manevî sorumluluğu.
  • Şiddet, ağırlık, günah.

veleh

  • Kahr, gazab, şiddet, hışım. (Farsça)

vera / verâ

  • Günahtan şiddetle kaçınma hâli.

verentel

  • Şiddet, mihnet.

vesic

  • Şiddetli seyir. Hızlı gitme.
  • Hızlı yürüyen deve.

yavuz

  • şiddetli yanan.
  • A'lâ, fevkalâde.
  • Pek sert.

yekçeşm

  • Tek gözlü.
  • Âhir zamanda gelecek olan Deccal'ın bir ismi. "Sadece dünya hayatını şiddetle isteyip âhireti unutan ve inkâr eden" meâlinde mecazen söylenilmiştir.
  • Güneş.

yerku'

  • Şiddetli açlık.

za'za'

  • Bir şeyi parça parça etmek.
  • şiddetle esen yel.

za'zaa

  • Şiddetle hareket ettirmek, sarsmak.

za'zaa-i esnan / za'zaa-i esnân

  • Dişlerin şiddetle birbirine vurması.

zaar

  • Şiddetli korku.

zalf

  • Men'etmek. Nefsini bir işe rağbet ve teveccühten men etmek.
  • Mübah şey.
  • Bâtıl.
  • Şiddet.
  • Beyhude.

zalumiyet / zalûmiyet

  • Şiddetli zalimlik.

zarra' / zarrâ'

  • (Darrâ') Şiddet. Keder, mihnet, sıkıntı.

ze'c

  • şiddetle emme, yutma.
  • Doldurmak.

ze'm

  • Katı, şiddetli, şedid.
  • Hacet, ihtiyaç.
  • Mevt, ölüm.

ze'me

  • Şiddetli ses, çığlık.
  • İhtiyaç, hâcet.

zebn

  • Şiddetle def'etmek.
  • Devenin çifte vurması.

zebr

  • Kitab. Cüz. Kitap yaprağı.
  • Yazı yazma.
  • Söz. Yazı.
  • Akıl, zekâ.
  • Kuvvetli, sağlam, şiddetli adam.
  • Men'eylemek.

zecirkarane / zecirkârâne

  • Şiddetle sakındırarak, engelleyerek.

zecr-i kur'ani / zecr-i kur'ânî

  • Kur'ân'ın şiddetli azarlaması, sakındırması.

zefir

  • Çok şiddetli ses.
  • Hıçkırıkla nefes vermek. Göğüs geçirmek.
  • Ağlatmak.
  • İnlemek.
  • Ateş gürültüsü.
  • Eşek anırtısının evveli.
  • Belâ.

zemcere

  • (Çoğulu: Zemâcir) Şiddetle çağırmak.

zemheri

  • Karakış dönümünden (12 Aralıktan) 31 Ocağa kadar olan şiddetli soğuk devresi.

zemherir / zemherîr

  • Zemheri, şiddetli soğuk devresi.
  • 22 Aralık'tan 31 Ocak'a kadar olan şiddetli kış dönemi. Şiddetli ve yakıcı soğuk.

zentere

  • Darlık, şiddet.

zevh

  • Şiddetle yürümek.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın