REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te şarkı ifadesini içeren 137 kelime bulundu...

agdef

  • Uzun ve sarkık kulaklı.

agiş

  • İlişik, sarkık. (Farsça)
  • Uzatılmış. (Farsça)

ağniye / اغنيه

  • Şarkılar. (Arapça)

ahtel

  • Sarkık kulaklı.

ahves

  • Karnı sarkık kişi. (Müe: Havsâ)

akleb

  • Sarkık dudaklı.

arz-ı rum

  • (Erzurum) Rum memleketi. Şimdiki Anadolu. Anadolunun şarkındaki bir vilâyet adı.

avengan / avengân

  • Asılı, sarkık. (Farsça)
  • Çengel. (Farsça)
  • Çivi. (Farsça)

bahr-i muhit-i hindi / bahr-i muhit-i hindî

  • (Bahr-i Muhit-i Şarkî) Hindistan Yarımadasının doğusunda kalan deniz.

beste

  • Bağlanmış, bitiştirilmiş, bağlı. (Farsça)
  • Kapalı. Tutucu. Donmuş. (Farsça)
  • Bir nevi ipek kumaş. (Farsça)
  • Gr: "Besten" fiilinin ism-i mef'ulüdür. Kelimelerin başına veya sonuna getirilerek mürekkeb kelimeler (Birleşik kelimeler) yapılır. (Farsça)
  • Müzikte: Şarkının makam ve âhengi. (Farsça)
  • Bağlanmış, şarkı ahengi.

büzare

  • Üst dudakta fazlalık olarak sarkık deri olması.

dest-diraz

  • El uzatan, zulmeden. (Farsça)
  • Sarkıntılık etme, el uzatma. (Farsça)

ebzer

  • Üst dudağında sarkık derisi olan.

egani

  • (Tekili: Ugniyye) Nağmeler, şarkılar, türküler, âhenkler.

ehder

  • Sarkık dudaklı.

elha

  • Malâyâni ve boş konuşan.
  • Dizlerinden biri diğerinden büyük olan deve.
  • Karnı sarkık olan. (Müennesi: Lahva)

elhan / elhân / الحان

  • Şarkılar, melodiler. (Arapça)

esale

  • Uzun yüzlü olmak. Sarkık olmak.

esvel

  • Karnı sarkık olan erkek. (Müe: Sevlâ)

ezlem

  • Boğazı altında sarkık uzun kılları olan keçi.

eznem

  • Kulakları ucunda sarkık uzun kılları olan keçi.

fasl

  • (Fasıl) İki şey arasındaki ek yeri. Mafsal.
  • Hak söz. Hak ile bâtılın arasını fark ve temyiz ile olan hüküm ve kaza. (Buna "Faysal" da denir) Halletmek. Ayrılma. Çözme.
  • Bölüm.
  • Mevsim.
  • Aynı makamda çalınan şarkı.
  • Çocuğu memeden kesmek.
  • Birini zem

ferek

  • Kulağın sarkık ve sülpük olması.

gadn

  • Sarkık ve sülpük olmak.

ganiye

  • Çok hoş, çok lâtif.
  • Kadın şarkıcı.
  • Zengin kadın veya kız.

gavani / gavanî

  • (Tekili: Ganiye) Zenginler.
  • Kadın şarkıcılar.

gazal

  • (Çoğulu: Gazale-Gazelân) Ceylân. Geyik, âhu. Geyik yavrusu.
  • Şarkıcı, mızıkacı.
  • Güzel göz.

gazf

  • Kulağın sarkık olması.
  • Kırmak.
  • Geceleyin karanlık olmak.

gına / gınâ

  • Zenginlik. Yeterlik.
  • Tok gözlülük.
  • Mülâki olmak. Bir kimseye dostluğunda devamlı olmak.
  • Bıkma, usanç.
  • Şarkı söylemek. Teganni etmek.
  • Şarkı, tegannî, müzik perdelerine uygun ses; çalgı ile birlikte şarkı, müzik. Tegannî de denir.
  • Zenginlik.

güfte / گفته

  • Şarkı sözü.
  • Söz. (Farsça)
  • Şarkı sözü. (Farsça)

hadi / hadî

  • Birinci.
  • Mazluma yardım eden.
  • Deveyi şarkı söyleyerek süren.

hadil / hâdil

  • (Hadl. den) Aşağıya sarkıtılmış.
  • Gözlerinde ve ağzında çıban olan deve yavrusu.

hanende / hânende / خواننده

  • Okuyan, şarkı söyleyen. (Farsça)
  • Şarkıcı.
  • Şarkıcı. (Farsça)
  • Okuyucu. (Farsça)

hanende-gan / hânende-gân

  • (Tekili: Hânende) Hânendeler, şarkı söyleyenler, şarkıcılar. (Farsça)

hanende-gi / hânende-gî

  • Şarkıcılık, hânendelik. (Farsça)

hatla'

  • Kulakları sarkık olan kadın. (Müz: Ahtal)

havsa'

  • Karnı sarkık olan kadın. (Müz: Ahves)

hazi / hazî

  • Sarkıklık.

hazv

  • Sarkık olmak.

hazva'

  • Sarkık kulaklı eşek.

hedel

  • Devenin dudağının sarkık olması.
  • Bir şeyi aşağı indirmek.

hedlak

  • Dudakları sarkık olan.

hey'et-i temsiliye

  • Temsil hey'eti.
  • Tar: Erzurum Kongresinde Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti ismini alan cemiyetin nizamnamesi iktizasınca seçilen şahıslardan teşekkül etmiş olan hey'et. (6 Ağustos 1919)

hezec

  • Gök gürültüsü.
  • Güzel sesle şarkı söylemek.

hina / hîna

  • Şarkı söyleme. (Farsça)

hina-ger / hinâ-ger

  • Şarkıcı, şarkı söyleyen. (Farsça)

hısreme

  • Üst dudağın derisinin sarkık olması.

hunya / hunyâ

  • Şarkı söyleme. (Farsça)

hunyager / hunyâger / خنياگر

  • Şarkı söyleyen, şarkıcı. (Farsça)
  • Şarkıcı. (Farsça)

idla'

  • Delil gösterme.
  • Kovayı suya sarkıtmak.

igrad

  • Yüksek ve güzel sesle şarkı söyleme.

ilahi / ilâhî / الهى

  • Tanrısal. (Arapça)
  • İlahî, dinî şarkı. (Arapça)

irfal

  • Elleri sallıyarak yürüme.
  • Eteği sarkıtma.

irha'

  • Gevşetme, aşağı salıverme ve sarkıtma. Koyverme, salıverme.
  • Dilmek, dilim dilim etmek.

kakül

  • (Kâgül) Alnın üzerine sarkıtılan kısa kesilmiş saç. (Farsça)

karamil

  • Örülüp ucu sarkıtılan saç bağı.

lah'

  • (Gövde) sülpük ve sarkık olmak.

laha

  • Boş ve faydasız sözler konuşmak.
  • Ekmeği ıslatıp yemek.
  • Gıda.
  • Aldatıp kandırmak.
  • Karnın sarkık ve sülpük olması.

latt

  • (Çoğulu: Litât) Gerdanlık.
  • Lâzım olmak.
  • İnkâr etmek.
  • Sarkıtmak.
  • Örtmek.

lehaa

  • Zayıflıktan dolayı âzâların sülpük ve sarkık olması.

lul

  • (Luli) Utanmaz, hayasız ve namussuz kadın. (Farsça)
  • Nâzik ve zarif. (Farsça)
  • Şarkı söyleyip oynayan fahişe kadın. (Farsça)

meşfer

  • (Çoğulu: Meşâfir) Sarkık hayvan dudağı.

müdla

  • Sarkıtılmış. İrsal olunmuş.

muganni / mugannî / مغنى

  • Şarkıcı. (Arapça)

muganniye / مغنيه

  • Şarkıcı kadın.
  • Bayan şarkıcı. (Arapça)

mugarrid

  • Pek güzel öten kuş.
  • Yüksek sesle nefse hoş gelen şarkılar söyliyen.

münhedil

  • Sarkmış, aşağı salıverilmiş. Sarkık.

münsedil

  • Salıverilmiş. Gevşetilip sarkıtılmış olan.

mürg-i tarab

  • Şarkı söyliyen. Hânende, okuyucu.
  • Güvercin.
  • Bülbül.

müşide

  • Çağıran. Yüksek sesle şarkı söyleyen.

müsterhi / müsterhî

  • (Reha. dan) Gevşek, sarkık, gevşemiş.

müsteşrik

  • Doğu memleketlerini, din, dil ve târihleri başta olmak üzere her yönden araştırıp tesbite çalışan batılı ilim adamı. Garplı bilgin, oryantalist, şarkiyâtçı.

mütecaviz / mütecâviz / متجاوز

  • (Cevâz. dan) Hücum eden, tecüvüz eden. Haddi aşan, geçen.
  • Sataşan, saldıran.
  • Sarkıntılık eden.
  • Çok, fazla.
  • Aşkın. (Arapça)
  • Saldırgan, tecavüzkâr. (Arapça)
  • Sarkıntılık eden, tecavüzcü. (Arapça)

mütecavizin / mütecavizîn

  • (Tekili: Mütecaviz) Tecavüz edenler, sarkıntılık eden kimseler, saldıranlar.

mütehezzic

  • (Çoğulu: Mütehezzicin) Makamla şarkı söyliyen. Terennüm eden.

mütehezzicane / mütehezzicâne

  • Makamla şarkı söylercesine. (Farsça)

mütehezzicin / mütehezzicîn

  • (Tekili: Mütehezzic) Makamla şarkı söyliyenler.

mütenaggım

  • Nağme eden, âvâzlanan, şarkı söyleyen.

müterennim

  • (Renim. den) Terennüm eden, güzel sesle şarkı söyleyen. Güzel güzel konuşan.
  • Şarkı söyleyen.

müterennimane / müterennimâne

  • Güzel sesle şarkı söyler gibi. (Farsça)

müterennimin / müterennimîn

  • (Tekili: Müterennim) Güzel sesle yavaş yavaş şarkı söyliyenler.

mutrib / مطرب

  • (Tarab. dan) Çalgıcı, çalgı çalan. Şarkıcı, şarkı söyliyen. Hânende.
  • Çalgıcı. (Arapça)
  • Şarkıcı. (Arapça)

nağme-han / nağme-hân

  • Türkü söyleyen, şarkı söyleyen. (Farsça)

nağme-hiz

  • Nağme uyandıran. Türkü, şarkı söyleyen. (Farsça)

nağme-keş

  • Türkü söyleyen, şarkı söyleyen. (Farsça)

nağme-perdaz

  • Türkü söyleyen, şarkı söyleyen. (Farsça)

nağme-sera

  • Türkü okuyan, şarkı söyleyen. (Farsça)

nağme-zen

  • Türkü söyleyen, şarkı söyleyen. (Farsça)

nakarat

  • (Tekili: Nakra) Durmadan tekrarlanan usandırıcı şeyler.
  • Edb: Şarkının belli yerlerinde tekrarlanan bestesi değişmeyen parça.

nevdel

  • Sarkık ve sülpük olmak.

nis'

  • (Çoğulu: Ensu') Gizlemek.
  • Gitmek.
  • Sarkık olmak.
  • Kuzey rüzgârı.

nitak-ı ka'be-i ulya / nitâk-ı ka'be-i ulyâ

  • Yüce Kâbe'nin örtüsü (Burada Kâbe örtüsü nutaka benzetilmiştir. Nutak ise, hanımların vücudun ortasına gelecek şekilde taktıkları ikiye bölünmüş bir elbise veya elbisenin bir parçasıdır ve yere kadar serbestçe sarkıtılır.).

perdesera / perdeserâ

  • Şarkı söyleyen, şarkıcı. (Farsça)
  • Saz çalan, çalgıcı. (Farsça)
  • Küçük çadır. (Farsça)

perdeseray / perdeserây

  • Küçük çadır. (Farsça)
  • Şarkı söyleyen, şarkıcı, hânende. Çalgıcı, saz çalan. (Farsça)

perdeşinas / perdeşinâs

  • Şarkı söyleyen, şarkıcı. (Farsça)

ra'sa'

  • Kulakları küpe gibi uzunca sarkık olan yahut ucunu kesmekten ilişik kalıp sallanıp duran kulakları asılı olan dişi koyun.

rebih

  • Organları sülpük ve sarkık olan iri insan.

recel

  • Saçın ne sarkık ve ne de çok kıvırcık olması.
  • İstedikçe emsin diye davarı yavrusuyla beraber otlağa salmak.

renf

  • (Davar) zayıflığından kulaklarını sarkıtmak.

şakul

  • (Çekül) Geo: Bir yerin umumi hattını tâyin için kullanılan âlete denir. Bir ağır cismi ip ile yüksekten sarkıtmakla bir duvarın ne derece yatık, eğri veya doğru olduğu anlaşılması gibi.

salahaddin-i eyyubi / salahaddin-i eyyubî

  • (Doğumu: Hi: 532, Mi: 1137) Ehl-i Salib zihniyetinin İslâm dünyasına açtığı Haçlı seferlerini maddeten durduran şarkın en kahraman kumandanlarından ve sultanlarından olan bu zât hakkında bir Avrupalı tarihçi: "İslâmın en saf kahramanı" diye bahseder.Düşmanın çokluğundan bahsederek geri dönmek isteye

sebata

  • Saçın kıvırcık olmayıp sarkık olması.

sebt

  • (Çoğulu: Esbât-Sübut-Esbüt) Rahat etmek.
  • Boyun vurmak.
  • Saç sarkıtmak. Bir çeşit deve yürüyüşü.
  • Cumartesi günü.
  • Şaşırmak, hayrette kalmak.
  • Çok zeki, dâhiye.
  • Başı tıraş etmek.

şefellec

  • Burun delikleri büyük, dudakları yumru kalın ve sarkık olan adam.
  • Ferci vasi avret.

şemşelik

  • Derisi ve âzâsı sarkık ve sülpük olan kadın.
  • Seri yürüyüşlü kadın.

sera

  • "Şarkı söyleyen" mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Nağme-serâ : Şarkı söyleyen, nağme söyleyen. (Farsça)

serayende

  • (Çoğulu: Serâyendegân) Şarkıcı, şarkı söyliyen.

sevla'

  • (Çoğulu: Süvül) Karnı sarkık kadın. (Müz: Esvel)

siper-i saika / siper-i sâika

  • Yıldırımdan korunmak için gemilerle, minarelere ve büyük binalara konan âlet. Paratoner.Gemilerde direklerin şapkalarına konulur ve üzerlerine, bir ucu denize kadar sarkıtılmış bakır tel bağlanır. Direkleriyle teknesi ağaç olmayan gemilerde tel yoktur. Telin gördüğü nakil hizmetini geminin demir kıs

sukuf

  • (Tekili: Sakf) Tavanlar, ev örtüleri.
  • Uzun ve sarkık şeyler.
  • Semavat.

sürud / sürûd / سرود

  • Terennüm. Şarkı, türkü. (Farsça)
  • Şarkı, melodi. (Farsça)

şütürleb

  • Deve dudaklı. Dudağı deve dudağı gibi sarkık olan kimse. (Farsça)

taganni / tagannî / تغنى

  • (Gınâ. dan) Muhtaç olmamak.
  • Kâfi bulmak.
  • Zengin olmak.
  • Şarkı söylemek. Bir ibareyi makamla okumak.
  • Bir şâirin birisini medih veya hicvetmesi.
  • Zenginlik. (Arapça)
  • Makamına göre şarkı söyleme. (Arapça)
  • Tagannî etmek: Şarkı söylemek. (Arapça)

tağannüm

  • Şarkı vs. söylemek.

tango

  • Şarkılı bir dans.

tecavüz / tecâvüz / تجاوز

  • Haddini aşma. Söz veya hareketle ileri gitme.
  • Aleyhine hareket etme.
  • Zorlama.
  • Geçme.
  • Sataşma, saldırma, sarkıntılık.
  • Haddini aşma, sınırı geçme. (Arapça)
  • Sarkıntılık etme. (Arapça)
  • Tecâvüz etmek: (Arapça)
  • Sınırı geçmek, başkasının haklarını hiçe saymak. (Arapça)
  • Irza geçmek. (Arapça)

tecavüzkar / tecavüzkâr / تجاوزكار

  • Sınırı geçen, saldırgan. (Arapça - Farsça)
  • Sarkıntılık eden. (Arapça - Farsça)

tecmir

  • Buhur etmek.
  • Taş atmak.
  • Hapsetmek.
  • Aşağı sarkıtmamak.
  • Kadının saçını toplayıp bağlaması.

tedliye

  • Sarkıtmak. Yukarıdan aşağıya bırakma.
  • Şaşırma, dehşete düşme.
  • Delil ve vesika hazırlama.
  • (Akıl) gitmek.
  • Ahmak etmek, salaklaştırmak.

teganni / tegannî

  • Şarkı söyleme, bir metni müzik eserini andırır biçimde okuma.
  • Şarkı söyleme.

teganni eden / tegannî eden

  • Şarkı söyleyen.

tehezzüc

  • Nağmeli ses çıkarma. Terâne-perdâzlık etme, makamla şarkı söyleme.

tehzic

  • (Çoğulu: Tehzicât) Makamla şarkı söyleme.

tenaggum

  • Şarkı söylemek.

tenevvüh

  • (Nevha. dan) Ölüye feryad ederek ağlamak.
  • Sarkıp sallanıp öteberi hareket etmek.

terane / terâne / ترانه / تَرَانَه

  • Edb: Rübâinin başka bir ismi.
  • Terennüm. Nağme, âhenk, makam.
  • Bir şiiri makam ile okuma, şarkı söyleme.
  • İran edebiyatına özgü rubai şekli. (Farsça)
  • Makam, ahenk. (Farsça)
  • Şarkı. (Farsça)
  • Şarkı söyleme, ötme.

teraneperdaz / teraneperdâz

  • Makamla şarkı söyliyen. (Farsça)

teranezen

  • Şarkı söyleyen. (Farsça)

terennüm / ترنم

  • Güzel güzel anlatma.
  • Yavaş ve güzel sesle şarkı söyleme.
  • Ötmek. Musikîleşmek.
  • Ötme, şarkı söyleme.
  • Güzel güzel anlatma, yavaş ve güzel sesle şarkı söylemek.
  • şarkı söyleme, şakıma. (Arapça)
  • Dile getirme. (Arapça)
  • Terennüm etmek: (Arapça)
  • Şarkı söylemek, şakımak. (Arapça)
  • Dile getirmek. (Arapça)

terennümat / terennümât

  • (Tekili: Terennüm) Terennümler. Güzel güzel anlatmalar.
  • Şarkı söylemeler. Ötmeler, musikîler.

terennümsaz / terennümsâz

  • Terennüm eden, şarkı söyleyen. (Farsça)

ugniye

  • Şarkılar, ilâhiler. Teganni edilen sözler.

velvele-i gına / velvele-i gınâ

  • Şarkı bağırtısı.

zekun

  • Sivri ve sarkık enekli.

zeleme

  • Keçinin boğazı altında sarkık olan kıllar. (Müz: Ezlem. Müe: Zelmâ)

zemzeme

  • Nağme, hoş ses. Uzun uzadıya gürleyerek seslenmek. Geniz ve boğaz ile ezgili ses çıkarmak. Yavaş yavaş geniz ve boğazdan ses çıkararak türkü veya şarkı söylemek.
  • Cemaat.

zemzeme-pira / zemzeme-pirâ

  • Şarkı söyleyen, terennüm eden. (Farsça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın