REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Şua ifadesini içeren 67 kelime bulundu...

amme

  • Bir suâl cümlesi. Neden, nelerden, neyi?... meâlindedir.

ashab-ı eyke / ashâb-ı eyke

  • (Ashâb-ı Leyke) Şuayb'ın (A.S.) Allah tarafından kendilerine gönderildiği kavmin adı. Yerleri ağaçlı olduğundan bu isim verilmiştir.

beşir / beşîr

  • Müjdeleyici mânâsına Peygamber efendimizin isimlerinden.
  • Kabirde mü'minlere suâl soran melekler.

biçunuçira / bîçunuçirâ / بى چون و چرا

  • Sorgusuz sualsiz. (Farsça)
  • Tanrı. (Farsça)

denizli meyvesi

  • On Birinci Şuâ.

el-ayetü'l-kübra / el-âyetü'l-kübrâ

  • En büyük delil; Şuâlar'da yer alan Yedinci Şuâ.

el-hüccetü'z-zehra / el-hüccetü'z-zehrâ

  • Parlak ve güzel delil; On Beşinci Şuâ.

elhüccetü'z-zehra / elhüccetü'z-zehrâ

  • Ay gibi parlak mânâsında On Beşinci Şuâın adı.

es'ile / اَسْئِلَه

  • (Tekili: Sual) Sualler. Bir şey istemeler. Sorular.
  • Sualler, sorular.
  • Sualler.

es'ile-i sitte

  • Altı sual.

eshab-ı eyke / eshâb-ı eyke

  • Şuayb Peygamberin gönderildiği kavim.

eşi'a

  • (Tekili: Şuâ) Şualar. Aydınlıklar.
  • Şualar, ışınlar, bir kaynaktan çıkıp dağılan ince ışık hüzmeleri.

esile / esîle

  • Sorular, sualler.

eşratü's-saat / eşrâtü's-sâat

  • Kıyamet alâmetleri; kıyamet alâmetlerinin anlatıldığı ve yorumlandığı risale olan Beşinci Şua.

eyne

  • Nere? Nerede? Nereye? (mânasına sual için söylenir ve zarf-ı mekândır).
  • Zaman. An.
  • Yorgunluk (mânâsında da kullanılmıştır.)

eyyü

  • Sual sormak için "Hangi? Ne? Ne vakit?" mânalarına kullanılır.

fetva emini

  • Şeyhülislâm kapısındaki Fetvahane'nin başında bulunan zata verilen ünvandır. Şeyhülislâma sorulan şer'i meselelerin fetvalarını hazırlamak, istida ile vukubulan suallere cevap vermek ve şer'iyye mahkemelerinden verilen ilâmları tetkik etmek vazifeleriyle mükellefti. Maiyyetinde Fetvaemini muavini, İ

hedhed

  • Suâl etmek, sormak.
  • Ötmek.
  • Çocuk sallamak.

hıkmık etmek

  • Bir işten veyahut bir suale cevap vermekten kaçınmak için esassız bahaneler ileri sürmeye çalışmak. Tereddütlü davranmak. (Türkçe)

hüccetü'z-zehra

  • Parlak ve güzel delil; On Beşinci Şuâ.

huzme

  • Demet. Deste. Bir kucak şey.
  • Fiz: Bir ışık kaynağından çıkan sütun halindeki şua.

ihbar-ı aleviye

  • Hz. Ali'nin (r.a.) verdiği haber; On Sekizinci Lem'a, Sekizinci Şuâ, Yirmi Sekizinci Lem'a'nın Birinci Nüktesi.

irad / îrâd / ایراد

  • Getirme, söyleme. (Arapça)
  • Gelir, kazanç. (Arapça)
  • Suâl îrad edilmek: Soru yöneltmek. (Arapça)

iş'a'

  • Güneş, ışığını dağıtma. Şuâlanma.

işarat-ı kur'aniye şuaı / işârât-ı kur'âniye şuaı

  • Birinci Şua.

istifham

  • Sual sorup anlamak. Anlamak için sormak.
  • Edb: Cevap istemek için değil, daha çok dikkati çekmek, hisleri kuvvetlerdirmek maksadıyla soru şeklinde söylemek san'atıdır. Şefkat, sevgi, hayret, kin ve nefret gibi duyguların te'siri altında vuku bulur.

istifham-ı aninnefy

  • Nefyi olmayan sual sormak. Meselâ: Cenab-ı Hakk'ın ruhlara: Ben Rabbiniz değil miyim? diye sorması gibi. Buna istifham-ı takrirî de denir.

istifham-ı inkari / istifham-ı inkârî

  • Gr: Menfî cihetle sual sormak. (İnkâr ettiğini bildirir şekilde "Olmaz" diyen birisine karşı, "Olur mu? diye sormak gibi.)

istifhamat

  • (Tekili: İstifham) İstifhamlar, sualler, sormalar.

istihare

  • Tefe'ül. Sual sorup cevap istemek.
  • Hayırlı olmayı istemek.
  • Hayran olmak, şaşmak, taaccüb etmek.
  • Bir işin hayırlı olup olmıyacağı niyetiyle abdest alıp, dua edip rüya görmek üzere uykuya yatma.

istis'al

  • (Suâl. den) Soruşturma, tahkik etme, araştırma.

istizah

  • Belirsiz ve mübhem bir şey hakkında açık söylenmesini istemek. İzah istemek.
  • Gensoru. Bir mes'ele hakkında mebuslar tarafından başbakana veya bakanlardan birine açılan ve sonunda soruşturma yapılması istenilen sual.

kabr suali / kabr suâli

  • Ölü defn edildikten sonra kabre gelen Münker ve Nekîr adlı iki meleğin meyyite îmândan ve îtikâddan sordukları suâller.

keyfe

  • Arabçada sual cümlesinin başına gelir. "Nasıl? Nice?" mânalarınadır.

kunu'

  • Kanaat etme, kâfi bulma.
  • Suâl ve tezellül.

ma-i istifhamiyye / mâ-i istifhamiyye

  • Sual için kullanılan kelimenin başında gelir. (Mâhâzâ: Bu nedir? Mâindek: Yanındaki nedir?) suallerinde olduğu gibi.

melek-i sual / melek-i suâl

  • Suâl melekleri, Münker-Nekir.

meta

  • Ne vakit? Ne zaman? mânasında olup, mutlak ve mübhem vakit edatıdır. Bazan "Min" harfi-i cerri yerinde ve suâl için de kullanılır.

mübeşşir

  • Kabirde, mü'minlere suâl soran melek.
  • Müjdeleyici mânâsına Peygamber efendimizin isimlerinden.

mucib / mucîb

  • (Cevab. dan) İcabet eden, uyan. Kendisinden istenilen iş ve suali cevaplandıran.

mukaddeme-i haşriye

  • Haşrin mukaddemesi; Dokuzuncu Şuâ.

münker

  • Allah'ın (C.C.) râzı olmadığı şey.
  • İnkâr edilmiş olan.
  • Şeriatın kabâhat ve haram diye bildirdiği şey. Makbul ve müstehab olmayıp, günah ve kabahat olan.
  • Mezardaki suâl meleklerinden birisinin ismi. Diğerinin ise "Nekir" dir.
  • Kabirdeki sual meleklerinden biri.

münker ve nekir

  • Kabirde suâl soran melekler.

münkir

  • İnkâr eden, kabul etmeyen.
  • Mezarda sual soracak iki melekten biri. Münkir-Nekir.

müstantık

  • İstintak eden, soran.
  • Mahkemede ilk ifadeyi alan, ilk soruşturma tahkikatı açan hâkim.
  • Sorgu hâkimi.
  • Sual soran. Sorguya çeken.
  • Sual soran, sorgu hakimi.

müste'nife

  • Gr: Evvelki cümlelerle bağlı olmayıp ilerdeki veya mukadder olan suallere cevap teşkil eden cümle.

müstecvib

  • (Cevâb. dan) Cevap isteyen. İfâdesini alan, suâl sorup cevabını isteyen.

nakıl / nâkıl

  • Nakleden, birinden duyduğunu veya okuduğu şeyi bildiren. İctihâd derecesine varamayıp, sâdece müctehid (Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkarabilecek dereceye ulaşmış olan) âlimlerin verdikleri fetvâları (dînî suâllere verdikleri cevâb ları) nakleden âlim.

nazar değmesi

  • Göz değmesi, bâzı kimselerin gözlerinden çıkan zararlı şuâların, canlı ve cansız bir şeye bakıp beğendikleri zaman bozulmalarına sebeb olması.

nekir / nekîr

  • Bilinmemiş olan. Muayyen olmayan.
  • Mezarda iki sual meleğinden birisinin adı. (Diğerininki; münkerdir)
  • Kabirde suâl soran meleklerden biri.
  • Kabirdeki sual meleklerinden biri.

nezr

  • Suâlde ısrar etmek.
  • Az miktar, azlık.

pürsiş

  • Soruş, sorma, sual ediş. (Farsça)

redd-i cevab

  • Suâlin cevabını vermek.

şa'ra

  • (Çoğulu: Şüâr) Çok miktar ağaç.
  • Bir nevi zerdali.
  • Kuyruğunda dikeni olan bir cins sinek.

sail

  • (Sual. den) Dilenci.
  • Fakir.
  • Soran.
  • İsteyen.
  • Akan, seyelan eden.

şifa ayet-i kerimeleri / şifâ âyet-i kerîmeleri

  • Kur'ân-ı kerîmdeki altı şifâ âyeti. Tevbe sûresi on dördüncü âyetinin sonu, Yûnus sûresi elli yedinci âyetinin ortası, Nahl sûresi altmış dokuzuncu âyetinin orta kısmı, İsrâ sûresi seksen ikinci âyetinin baş tarafı, Şuarâ sûresinin sekseninci âyeti, Fussilet sûresi kırk dördüncü âyetinin ortası.

sualat / sualât

  • (Tekili: Suâl) Suâller, sorular. İstemeler, istekler.

şuayb

  • Ashab-ı Eyke ile Medyen ahâlisine gönderilen bir peygamberdir. Çok hakikatlı ve güzel sözlerle bu iki kavmi Hakka davet ettiği halde kendisini dinlemediler. Cenab-ı Hak Eykeliler üzerine şiddetli sıcaklık ve Medyen ahalisine de şiddetli sayha ile azab verdi ve onları mahveyledi. Şuayb Aleyhisselâm k

şuayb aleyhisselam / şuayb aleyhisselâm

  • Medyen ve Eyke ahâlisine gönderilen peygamber. İbrâhim aleyhisselâmın, dînini insanlara tebliğ etti. İbrâhim aleyhisselâmın veya Sâlih aleyhisselâmın neslinden olduğu rivâyet edilir. İsminin Arabça Şuayb, Süryânicede Yesrûb olduğu bildirilmiştir. Mûsâ aleyhisselâmın kayınpederidir.

şuayb-ı emn ü adalet

  • Hz. Şuayb'in (a.s.) adaleti ve güvenilirliliği.

tabir-i hakimane / tâbir-i hakîmâne

  • Hikmetli ifade; sorulan bir suale, soranın hâlini dikkate alarak cevap verme.

telkin / telkîn

  • Definden sonra meyyitin (vefât edenin) yüzüne karşı ayakta durarak okunan, kabir suâllerini ve cevaplarını bildiren sözler.

tesaül

  • Birbirine sual etme, soru sormak.

tese'ül

  • (Sual. den) Dilenme, dilencilik etme.

tevessü'

  • (Çoğulu: Tevessüât) Genişleme, yayılma. Vüs'at bulma.
  • Zahmetsiz herkese yer bulunma.

üslub-u hakim / üslub-u hakîm

  • Edebî san'atlardan biridir. Sorulan bir suale, soranın halini nazara alarak başka bir sual gibi telâkki edip, ona göre cevab vermek demektir. Meselâ : Bazı Ashab Resulüllah'a (A.S.M.) hilâlin ince başlayıp, kalınlaşarak bedr şekline gelip, sonra yine başladığı şekle dönmesinin sebebini sordular. Bun

yedinci şua

  • Şualar'da yer alan ve Ayet'ül-Kübra olarak da bilinen bölüm.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın