REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Şis ifadesini içeren 675 kelime bulundu...

ab-gine

  • Billur. (Fransızca)
  • Ayna. (Fransızca)
  • Kılınç. (Fransızca)
  • Göz yaşı. (Fransızca)
  • Şişe, sürahi, kadeh. (Fransızca)

abam

  • Şişman kimse.

abdurrahman bin avf

  • Aşere-i mübeşşereden ve çok fedakar olan Sahabelerdendir. İlk müslüman olan sekiz kişiden birisidir. Bütün ihya-yı din için olan muharebelerde çok fedakârlıkta bulunmuş, birisinde yirmibir yerinden yaralanmıştı. Bir gazada oniki dişini birden kaybetmişti. Medine'ye ve Habeşistan'a hicret edenlerdend

ader

  • Yel inmekle hayası şişen kimse.

admer

  • Arslan.
  • Şedit, şiddetli.
  • Belâ.
  • Çirkin yüzlü şişman kadın.

ağraz-ı şahsi / ağrâz-ı şahsî

  • Kişisel kinler, garazlar.

ahben

  • Çok su içmekten karnın şişip zahmetli olması.

ahissa

  • (Tekili: Hasis) Cimriler, pintiler, tamahkârlar.

ahseb

  • Çok iyi hesab edilmiş, münâsib.
  • Çok fazla cimri, hasis.
  • Miskin.
  • Saçının rengi kırmızıya yakın.
  • Tüyünün rengi boz renk olan kızıl deve.

ahzeka

  • Bodur ve şişman adam.

akademi heyeti muvacehesinde

  • Aydın, âlim ve bilginlerden oluşan ilmî kurul önünde, karşısında.

aks-i nakiz / aks-i nakîz

  • Antitez, karşısav; biri diğerinin zıttı olan iki terimden, ikincisini oluşturan düşünce veya önerme.

akustik

  • Sese ait.Ses mevzuu. Kapalı yerde ses dağılma sistemi. (Fransızca)

akz

  • Atâ, bahşiş.

ala

  • Bahşişler. Lütuflar. Nimetler. İhsanlar.

ale-l-ıtlak

  • Umumiyetle. Mutlaka. Bir suretle kayıtlı olmayarak. Mingayri tahsis.

alih / âlih

  • Deve kuşunun dişisi.
  • Hafif mizaçlı.

alim / âlim

  • Bilen, ilim sâhibi.
  • Her şeyi bilen mânâsına Allahü teâlânın sıfatlarından biri.
  • Zamânın fen ve edebiyât bilgilerinde yetişmiş, Kur'ân-ı kerîmin ve yüzbinlerce hadîs-i şerîfin mânâsını ezberden bilen, İslâm'ın yirmi ana ilmi ve bunların kolları olan seksen ilminde mütehassıs (uzman),

allame / allâme

  • İslâmiyetin yirmi ana ilmi ve bunların kolları olan seksen ilminde mütehassıs ve evliyâlık derecelerinde yükselmiş, ayrıca lâzım olduğu kadar zamanın fen ve edebiyat ilimlerinde de yetişmiş zât. Âlim kelimesinin mübâlağalı ismi fâilidir.

amah

  • Şiş, kabarcık. (Farsça)

amas

  • İnsan vücudunda meydana gelen sis ve kabarcık. (Farsça)

ameysel

  • Arslan.
  • Şişman, büyük deve.
  • Kaftanını yere sürüyerek gezen tembel kimse.
  • Uzun kuyruklu geyik.
  • Enli nesne.
  • Kerim, şerif nesne.

amim-ül ihsan / amîm-ül ihsan

  • Bağışı, bahşişi, ihsanı bol ve umumi olan.

amme / âmme

  • Tülbent sargı.
  • Su içinde üstüne binip yüzülen şişirilmiş tulum.
  • Umumi. Herkese ait.

ampul

  • İçinde elektrik akımı yardımıyla ışık vermeye yarayan bir iletken bulunan, havası boşaltılmış olan cam şişe. (Fransızca)
  • İçinde sıvı ilâç bulunan, ağzı kızdırılarak kapatılmış küçük şişe. (Fransızca)

anarşizm

  • Anarşiyi istiyen tahribci bir nazariye. Anarşistlik. İnsanın insan tarafından idaresi esasına dayanan her türlü devlet, hukuk düzenlerinin adaletsiz, haksız ve zulüm olduğunu iddia eden ve devletsiz, kanunsuz, her insanın kendi başına buyruk yaşıyacağı bir düzensizlik istiyenlerin görüşü.

anis

  • Şişman ve iri deve.
  • İhtiyar bekâr.
  • İhtiyar kız.

ansiklopedi

  • yun. Bir sahadaki bilgileri veya bütün bilgileri sistemli veya alfabetik bir şekilde sıralayan eser.

apartman-ı ilahi / apartman-ı ilâhî

  • Allah'ın bir apartman gibi birbirini tamamlayıcı çeşitli sistemler tarzında yarattığı kâinat.

araste

  • Bezenmiş süslenmiş. (Farsça)
  • Çarşının bir esnafa mahsus kısmı. (Farsça)
  • Vaktiyle ordu çarşısı, ordugâhta kurulan seyyar çarşı. (Farsça)

arazi-i mevkufe / arâzi-i mevkufe

  • Vakfedilmiş yerler. Bir hayır işine devamlı surette tahsis edilmiş yerler.

arif / ârif

  • Bilen, tanıyan, ilim ve irfân sâhibi.
  • Allahü teâlânın rızâsını kazanmış, O'ndan başkasının sevgisini kalbinden çıkarmış, tasavvufta yetişip, kemâle ermiş velî zât. Ârif-i billah da denir.
  • Mütehassıs olduğu ilmi, zorlanmadan tatbik eden, kullanabilen kimse.

arif-i münevver / ârif-i münevver

  • Nurlanmış ve mesleğinin mütehassısı olmuş ve aklı ile beraber kalbi de nurlanmış âlim. Arif-i Billâh.

arsa

  • (Çoğulu: Arasât) Bina yapılacak boş arazi parçası. Üzerindeki binası yıkılmış veya yapıya tahsis olunmuş yer.

arz-ı tazimat / arz-ı tâzimât

  • Karşısındakine büyük bir hürmetle takınılan tavır ve hareket.

asab-ı dessasane / âsâb-ı dessasâne

  • Hile ve desisecilik damarları.

asb

  • Bağlamak.
  • Sağlam olarak dürmek.
  • İmâme, sarık.
  • Yemen'de yapılır bir nevi kumaş.
  • Firavun atı adı verilen bir deniz canavarının dişisi.
  • Kurumak.
  • Kızarmak.
  • Sarmaşık.
  • Sargı, bağ.
  • Mendil.

ashame

  • Peygamberimizin zamanında Müslümanlığı kabul eden Habeş Necaşisinin ismi.

aşı

  • Birşeyden alınıp diğer birşeye aktarılan madde.
  • Çeşitli tehlikeli hastalıkların önünü almak için aşılanan madde.
  • Yabani veya cinsi âdi bir ağaca, cinsine yakın diğer iyi bir ağaçtan vurulan kalem veya yaprak aşısı.

aslad / aslâd

  • Sert, katı ve düz. (Çakmak taşı hakkında). Ateşsiz.
  • Cimri, hasis, pinti.

ata / atâ / عطاء

  • Verme. Bağışlama. Bahşiş. Lütuf. İhsan.
  • Bağış, bahşiş, ihsan.
  • Bağış, ihsan, bahşiş. (Arapça)

ata-bahş

  • Bahşiş veren. (Farsça)

atabahş / atâbahş / عطا بخش

  • Bahşiş veren, ihsanda bulunan. (Arapça - Farsça)

ataya / atâyâ / عطایا

  • (Tekili: Atiyye) Bahşişler. İhsanlar. Lütuflar.
  • Bağışlar, ihsanlar, bahşişler. (Arapça)

atil

  • Para karşılığı tutulan yardımcı, asistan.

atiyyat

  • (Tekili: Atiyye) Hediyeler. İhsanlar.
  • Büyük bir kimsenin bahşişleri.

atiyye

  • Hediye. Bahşiş. Lütüf ve ihsan.
  • Hediyye, ihsan, bahşiş.

avaid

  • (Tekili: Âide) İratlar, gelirler. Aidat.
  • Tahsisât.

ayin / âyin

  • Merâsim. Usûl. Görenek. Dinî âdâb. Âdet, örf ve kanun.
  • Ziynet, süs.İslâm'da fıkıh lisânı âyin kelimesini kabul etmemiştir. Bazı vakıflar, filân câmide herhangi bir tarikat âyini icra için te'sis yapacakları zaman vaki olan müracaatlarında fetvahâne tarafından verilen müsaadelerde âyi

aysum

  • Filin dişisi.
  • Sırtlan.
  • Büyük deve.
  • Süsen çiçeği.

azur

  • (Azver) Açgözlü. Hırslı. Tamahkâr. Cimri. Hasis. (Farsça)

bab-ı cibril / bâb-ı cibrîl

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptırdığı mescidinin doğu tarafındaki kıbleye yakın olan kapısı. Bu kapıya, hazret-i Osman'ın evinin karşısında bulunması sebebiyle Bâb-ı Osmân; Resûlullah efendimiz hazret-i Osm an'ın evini ziyâret etmek üzere bu kapıdan girip

babzen

  • Ağaçtan veya demirden yapılmış olan kebap şişi. (Farsça)

bad-dar

  • Mağrur, kibirli. (Farsça)
  • Divane, deli. (Farsça)
  • İri vücut, şişman. (Farsça)
  • Hiç bir işle alâkası bulunmayan kişi. (Farsça)

badin

  • Şişman, bedeni büyük, iri vücutlu.

bagy

  • Azgınlık. Zulüm, İsyan.
  • İstemek, talep etmek.
  • Haddini tecâvüz etmek.
  • Yaranın şişmesi.
  • (Yağmur) şiddetle yağmak.

bahil / bahîl

  • Hasis. Cimri. Tamahkâr. Hayırlı işlere malını (varsa bile) harcamayan.

bahşiş / بخشش

  • Bağış. (Farsça)
  • Bahşiş. (Farsça)

bahşiş-i şairane / bahşiş-i şairâne

  • Şair tarafından şiir şeklinde sunulan bahşiş ve hediye.

balahani / bâlâhânî

  • Bir şeyi aşırı derecede yüksek gösterme, abartma, şişirme. (Farsça)

banu / bânû

  • Kadın, hatun, hanım. (Farsça)
  • Gelin. (Farsça)
  • Gülsuyu gibi şeylerin şişeleri. (Farsça)

barem

  • Devlet memurlarının aylıklarını tasnif ve tanzim eden, miktarlarını gösteren sistem veya cetvel. (Fransızca)

basur / bâsûr

  • (Çoğulu: Bevâsir) Tıb: Mayasıl. Kalın bağırsakta ve makadın etrafındaki siyah kan damarlarının şişmesi ve bazen iltihablanması sebebiyle, makadın içinde ve dışında meydana gelen memeler yüzünden makaddan kan ve cerahat gelmesi hastalığı.

batanet

  • Oburluk, çok yiyicilik.
  • Şişmanlık.

batarya

  • İtl. Elektrik elde etmek için hazırlanmış şişeler takımı.
  • Ask: Bir subayın emrine verilen belli sayıdaki ağır silâhlarla bunların hizmetinde bulunan insan, hayvan ve malzemenin hepsine birden verilen isim.

batin

  • Uzak yer.
  • Şişman.

bazile

  • Tıb: Göğüs veya karnın içinde husule gelen gaz veya su şişlerinin mahfazasını delmeye mahsus ve boru içinde mahfuz bir mil.

becer

  • Göbeğin çıkıp şişmesi.
  • Suyu içip kanmayan koyun.

becil

  • Büyük, itibarlı, muhterem, hatırı sayılan kimse.
  • Şişman.

bedda'

  • Gövdeli, şişman kadın.

behneke

  • Etli, büyük, şişman kadın.

belendah

  • Bodur, şişman kimse.

betin

  • Büyük karınlı. Şişman.
  • Irak, baid, uzak.

beydaha

  • İri ve şişmanca kadın.

beyincik

  • Art kafa çukurunda beyin kökünün üst arka kısmında bulunan merkezi sinir sisteminin bir organıdır. Mühim bir görevi, hareketlerimizin âhenk içinde olmasını sağlamaktır.

beyz

  • (Çoğulu: Büyuz) Yumurta.
  • Kuşun yumurtlaması.
  • Hayvanların bilhassa atın ayaklarında çıkan yumurta iriliğindeki şişler.

beyzah

  • İri yapılı, etine dolgun, şişmanca adam.

bezzazistan

  • Esnaf çarşısı. Bedestan. (Farsça)

bi-zer / bî-zer

  • Altınsız. (Farsça)
  • Cimri, hasis, pinti. (Farsça)

bid'atüzzaman

  • Zamanın bid'ası; zamanın yenilikçi acayip kişisi.

billiz

  • Kısa boylu adam.
  • Şişman kadın.

bizare

  • Desise, hile, tuzak. (Farsça)

blöf

  • ing. Karşısındakini yanıltmak veya yıldırmak için aslı olmayan şeyleri gerçekmiş gibi göstermek.

Bolşevizm

  • Rusça'da çoğunluk anlamına gelir.

    Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDIP) içindeki ayrılıkta Lenin ile aynı görüşü savunanlar kongre çoğunluğu sağlamışlar ve bu tarihten sonra Leninist görüşleri savunmanın diğer adı Bolşevizim olmuştur. Bu kelimenin Rusça'daki zıddı; Menşevik.

    Bu kongrede azınlıkta kalan grup ise Menşevikler olarak adlandırılmıştır. Marksist literatürde menşevik bir hakaret olarak kullanılır.

bolşevizm / بُولْشَوِيزِمْ

  • Çoğulcu düşünce sistemi

büdn

  • Yoğun gövdeli ve şişman olmak.

büh

  • Baykuşa benzer bir kuştur, ondan küçüktür. Dişisine büvâhâ derler; ahmak, akılsız kimseyi ona benzetirler.
  • Puhu.

bülega

  • (Tekili: Belig) Beliğ olanlar, Belâgat sâhipleri. Belâgat ilmi mütehassısları. Edebiyatçılar.

bülega'-i beşer

  • Belegat ilmi mütehassısları.

burzag

  • Şişmanca, etine dolgun delikanlı.
  • Delikanlılık çağındaki neşe.

ca'sus / ca'sûs

  • (Çoğulu: Ceâsis) Kötü huylu, kısa boylu.

cahşe

  • Eşek sıpasının dişisi.
  • Çobanın eline dolayıp eğerdiği ip.

caize

  • (Cevaz. dan) (Çoğulu: Cevaiz) Azık, yol yiyeceği.
  • Hediye, armağan, bahşiş.
  • Edb: Eskiden takdim olunan medhiyeli bir şiire veya bir san'at eserine karşılık olarak verilen para, hediye ve bahşişler.

çak

  • İyi, güzel, sıhhatli, şişman. (Farsça)

cale

  • Nehrin bir kenarından diğer kenarına geçebilmek için ağaçtan, sazdan veya şişirilmiş tulumlardan yapılan sal. (Farsça)

cam / câm / جام

  • Cam, şişe, bardak, sırça. (Farsça)
  • Kadeh. (Farsça)
  • Şişe. (Farsça)
  • Cam. (Farsça)

çarşı-yı alem / çarşı-yı âlem

  • Dünya çarşısı.

çarşı-yı ticaret

  • Ticaret çarşısı.

casus

  • (Çoğulu: Cevâsis) Hafiye. Gizli sırları haber veren. Kendi asıl şahsiyetini gizleyip, kendini iyi şahsiyet şeklinde göstererek ve gizli yollarla bir devletin askeri, siyasi ve mâli durumlarına dair haberleri başka bir devlet menfaatına olarak toplayıp bildiren kimse.

cel'ad

  • Yoğun gövdeli şişman, kaba kimse.

celaleddin-i harzemşah

  • (Vefâtı M.: 1231) Mengü berdi (Allah verdi) ismi de verilir. Harzemşah soyunun 7nci ve son hükümdarıdır. Tarihte cesaret ve irfanı ile tanınmıştır. O zamanın deccalı olan Cengiz'in kahır ve şiddeti karşısında İrân ve Turân korku ve zillete düştüğünde Celâleddin, Cengiz'in ordularını müteaddit defala

celenfea

  • Şişman karınlı büyük deve.

celu

  • Şakacı, lâtifeci kimse. (Farsça)
  • Kebap şişi. (Farsça)

cenadif

  • Şişman, kısa boylu kimse.

cesise

  • (Bak: CESİS)

cevaiz

  • (Tekili: Câize) Câizeler, verilen bahşişler, armağanlar.

cezh

  • Hediye, atâ, bahşiş vermek.

cihaz / cihâz / جهاز

  • Çeyiz. (Arapça)
  • Aygıt. (Arapça)
  • Sistem. (Arapça)

cimri

  • Hasis, varyemez, pinti. Elindeki mal veya parayı harcayamıyan ve türlü sıkıntılara katlanarak daha çok biriktirmeye çalışan kimse. Cimrilik, müsriflik (savurganlık) gibi İslâmda kötü huy olarak bilinir. Cömertlik ve tutumluluk ise övünülen ahlâkî vasıflardandır. Cömertlikte de ölçülü olmak tavsiye e (Farsça)

cu'şuş

  • (Çoğulu: Ceâşiş) Kötü huylu, kısa boylu.

cuhaf

  • Zarar ve ziyân edici, zarar verici nesne, muzır.
  • Çok yemekten şişip ishal olmak.
  • Ölmek, mevt.

cülazi / cülazî

  • Kocaman ve kuvvetli. İriyarı.
  • Hâdim, hademe, hizmetkâr.
  • Kilise veya manastır uşağı.
  • Papaz veya keşiş.

cülusiyye / cülûsiyye / جلوسيه

  • Taht'a çıkan hükümdarlar veya padişâhlar için yazılmış yazı veya söylenmiş şiir.
  • Hükümdarın tahta çıktığı ilk gün verdiği bahşiş.
  • Tahta çıkan hükümdarın dağıttığı bahşiş. (Arapça)
  • Tahta çıkan hükümdar için yazılan şiir. (Arapça)

cümle-i asabiye

  • Tıb: Sinir sistemi.

cürcani / cürcanî

  • (Abdülkahir) Hicri beşinci asrın ikinci yarısında yaşamış büyük âlimlerden ve Arapçanın dâhi mütehassıslarındandır. Dindarlığı ve takvası da çok ileri olduğu nakledilir... Asıl adı: Abdülkahir-el Cürcanî olan bu Zâtın ilk tahsilini memleketi Cürcan'da yaptığı biliniyor. Adı ve künyesi şu şekilde olu

cürfüş

  • Yanları etli olan şişman kimse.

dabrak

  • Şişman ve etli olmak.

dafended

  • Şişman, ahmak adam.

dagfasa

  • Semizlik, şişmanlık, besililik, etlilik.
  • Bol geniş nesne.

dagıyye

  • Azgın, başkaldıran, isyan eden, âsi, anarşist.

daire-i kehkeşan / dâire-i kehkeşan

  • Samanyolu galaksisinin dairesi.

dal

  • Semiz avrat. Şişman kadın.

damacana

  • Su veya başka sıvıları taşımaya mahsus dar ağızlı, şişkin gövdeli çoğu hasırla sarılı veya sepetli büyük şişe.

damzer

  • (Çoğulu: Damazir) Sütü az olan deve.
  • Sağlam ve sert yer.
  • Şişman kadın.

davkaa

  • Şişman ve ahmak olan kimse.

debub

  • Semizlik ve şişmanlığından dolayı yürüyemeyen deve.

dek

  • Desise, hile, dolandırıcılık. (Farsça)
  • Sâil, dilenci. (Farsça)
  • Dilencilik. (Farsça)
  • Sağlam, metin, muhkem. (Farsça)
  • Çatma, tokuşma. (Farsça)

demcele

  • (Çoğulu: Demâcil) Şişman kadın.
  • Huyu, hilkati güzel, iyi kadın.

derma'

  • Topuğu belli olmayan, şişman kadın.
  • Tavşan.
  • Kırmızı yapraklı bir acı ot.

ders-i amm

  • Bir medreseyi bitirdikten sonra, tâbi tutulan imtihan sonunda medrese talebelerine ders vermek salâhiyetini kazanan.
  • Asistan.
  • Herkese ders vermeğe salâhiyetli âlim.

desais / desâis

  • (Tekili: Desise) Vesveseler, desiseler. Gizli hileler.
  • Desiseler, hileler, oyunlar.

desais-i şeytaniye / desâis-i şeytaniye

  • Şeytanın desiseleri, hileleri.

desais-i şeytaniyye

  • Şeytanca desiseler, hileler.

desia

  • Atâ, bahşiş, hediye.
  • Huy, hulk, tabiat.

desise-i nefsiye

  • Nefsin desisesi, aldatması.

desise-i şeytaniye

  • Şeytanın hile ve desiseleri.

desisekarane / desisekârâne

  • Hilekârcasına. Desise ve hile edene yakışır surette. (Farsça)

dessas

  • Çok aldatıcı, çok desiseci.

destmüzd / دست مزد

  • Ücret, el emeği. (Farsça)
  • Bahşiş. (Farsça)

devletçilik

  • Halk işlerinin, hususan büyük sanayi ve ziraatin devlet vasıtası ile işletmesi usulü. Cemiyetin umuma âid olan işleri ve bu işler için lâzım gelen teşkilât, müessese ve sâirelerini devlet eliyle yapılmasını kabul eden idâre sistemi.
  • Halkın hususi teşebbüslerini veya büyük müesseseler

dı'liye

  • Deve kuşunun dişisi.

dinak

  • İri gövdeli, şişman kadın.

disam

  • Şişe ağzına konulan tıpa.
  • Yaraya bağlanan bez.
  • Kulak içine sokulan şey.
  • Yarık ve delik tıkamada kullanılan tıkaç.

doktrin

  • yun. Hatt-ı hareket. Hareket tarzı. Düstur, tarik. Re'y.
  • Fls: Bir sistem meydana getiren fikir ve kanaatlerin hepsi. Bir felsefe veya edebiyat okulunun fikirlerinin tümü.
  • Bir sistem meydana getiren fikirlerin hepsi, öğreti.

dud

  • Duman, sis. Tütün. (Farsça)
  • Elem, gam, keder, tasa. (Farsça)

ebced hesabı / ebced hesâbı

  • Her harfi bir rakamı gösteren arabî harflerle yazılı sekiz kelimeden meydana gelen bir hesab sistemi. Hâdiselerin zamânının tesbiti ve hatırda daha kolay kalması için rakamları harf olan târih düşürme sanatı.

ebes

  • Çok süt içmekten dolayı midede ve karında meydana gelen şiş.

ebhal

  • (Buhl. den) En hasis, çok cimri, daha tamahkâr.
  • Büyük gözlü.

ebled

  • Ebleh, ahmak, bön. Söylenilen şeylere aklı hemen taalluk etmeyen kimse.
  • Açık kaşlı.
  • Şişman gövdeli kişi.

ebs

  • Sütü çok içmekten dolayı karnı şişmek.

edhine

  • (Tekili: Duhân) Duhanlar, dumanlar, sisler.
  • Tütünler.

ef'al-i ihtiyariye ve içtimaiye / ef'âl-i ihtiyariye ve içtimaiye

  • Kişisel ve sosyal işler.

ehass

  • En hasis. En bayağı.

ehl-i hibre

  • Ehl-i vukuf. Bilirkişi. Meselenin künhüne vâkıf mütehassıs zât. (Farsça)

ehl-i hürriyet

  • Hürriyet yanlıları, Meşrutiyet sistemini savunanlar.

ehl-i ihtisas / ehl-i ihtisâs / اَهْلِ اِخْتِصَاصْ

  • Mütehassıslar, uzmanlar.

eimme-i erbaa

  • Dört imâm. Müslümanların en büyük ve yüksek âlimleri ve müctehidlerinden hak mezheb müessisleri olan ve ehl-i imâna rehberlik eden büyük imâmlar. İsimleri şöyle sıralanabilir: İmâm A'zam Ebu Hanife, İmâm-ı Şâfii, İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Ahmed ibn-i Hanbel. (R.A.)

eksem

  • Büyük karınlı, şişman adam.

ektem

  • Çok sır saklayan, esrar gizleyen kimse.
  • Büyük karınlı ve şişman olan adam.

elifba / elifbâ

  • Arap dilinin seslerini ve yazı sistemini gösteren harfler dizisi, Arap alfabesi.

emzer

  • Karnı büyük olan, şişman.

ervah-ı habise

  • Habis, kötü ruhlar. Allah'a isyan eden, itaati sevmeyen anarşist ruhlar.

esis

  • Titremek.
  • Küp veya desti saksısı ki, içinde reyhan ekerler.

eşkiya

  • Şakiler. Yol kesenler. Asiler. Allah'a veya kanunlara isyan edip kötülük yapanlar. Haydutlar, anarşistler, âsiler. Hak ve kanunlara baş kaldıranlar, Allahın emirlerine karşı gelenler.

evkaf / evkâf

  • (Tekili: Vakıf) Allah yoluna hizmet için verilip devamlı bırakılan şeyler. Sahibi tarafından şeriata uygun olarak bir hayır iş ve hasenata tahsis olunmuş mülk veya mallar.Osmanlı devletini asırlar boyu kuvvetli bir devlet olarak ayakta tutan kuruluşlardan biri de vakıftır. Osmanlı tarihini inceleyen
  • Vakıflar. Sâhibi tarafından İslâmiyet'e uygun olarak bir hayır işe tahsis edilmiş mülk veya mallar.

evram

  • (Tekili: Verem) Veremler, vücudda hasıl olan yumrular, şişler.

evreng

  • Taht, evrend. (Farsça)
  • Şan, şeref, nâm. (Farsça)
  • Zinet, süs. (Farsça)
  • Akıl, irfan. (Farsça)
  • Ağaç kurdu. (Farsça)
  • Hoş hâllilik, hâlin hoşluğu. (Farsça)
  • Hile, desise, hud'a, aldatma, oyun. (Farsça)
  • Yakışıklılık. (Farsça)

evs

  • Bahşiş vermek.
  • Kurt.

eyyam-ı şer'iye / eyyâm-ı şer'iye

  • Kur'ân'daki ölçülere uyan günler; gökyüzünde her cismin kendi etrafında dönmesiyle gün, bağlı olduğu sistem etrafında dönmesiyle de yine ona ait sene oluşur. Meselâ Sirius yıldızının bir günü ise bin senedir.

faide-i şahsiye

  • Kişisel fayda.

fakahet

  • Şeriat bilgisinde âlimlik. Fıkıh bilgisinde mütehassıslık. Anlayışlı olmak.

fakih / fakîh

  • Fıkıh âlimi. Dînin amelî (yapılacak işlerle ilgili) hükümlerinde mütehassıs âlim. Çoğulu fukahâdır.
  • Müctehid. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkca bildirilmemiş olan hükümleri, açık ve geniş olarak bildirilenlere benzeterek meydana çıkarabilen derin âlim. İctihâd derecesine

fatinü'l-asır

  • Yaşadığı asrın en keskin zekâya ve anlayışına sahip kişisi.

feha

  • Horultulu uyku.
  • Şişman kadın.
  • Ayaklarda olan gevşeklik.

fen yobazı

  • Fen bilgisinde mütehassıs (uzman) olmadığı hâlde, kendisini fen adamı ve müslüman olarak gösterip müslümanların dînini, îmânını bozmağa, İslâmiyet'i içerden yıkmağa çalışan kimse.

fend

  • Mekir, hile, desise, yalan, dolan. (Farsça)

feragat

  • Fedakarlık, özveri, kişisel hakkından vazgeçme.

ferdi / ferdî / فردی

  • Kişisel. (Arapça)

ferhud

  • Dağ keçisinin dişisi.

ferid-i asru'z-zaman / ferîd-i asru'z-zamân

  • Asrın ve zamanın biricik, benzersiz insanı, doğrudan Kur'ân'a dayanan büyük kişisi.

ferid-i devran / ferîd-i devrân

  • Bütün dönemlerin en seçkin kişisi.

fetak

  • Fıtık. Kasığı şişmiş olan kimse.

fevg

  • Şişman olmak.

fevga'

  • İri vücutlu, şişman kadın.

fevhed

  • Semiz oğlan, şişman çocuk.

fevzai / fevzaî

  • Anarşist. Hiç bir din ve nizam tanımayan.
  • Kargaşalık ve anarşi ile alâkalı.

fida

  • Dağıtmak.
  • Atâ etmek. Hediye veya bahşiş olarak vermek.
  • Bedel vermek.

fünun-u müterettibe

  • Düzenlenmiş, belli bir sisteme oturtulmuş fenler, ilimler.

fürhüd

  • Arslan eniği.
  • Yüzü güzel oğlan.
  • Kaba şiş.

furude

  • Alçaklık, âdilik, hasislik. (Farsça)
  • Kavrulmuş, yanmış. (Farsça)
  • Alçak, âdi, deni, hasis. (Farsça)

gamt

  • Çok yemekten dolayı midenin şişmesi.
  • Ağırlık olmak.

garibüzzaman

  • Zamanın garibi; zamanın şaşırtıcı, hayret verici kişisi.

gasase

  • (Gasis-Gususe) Davarın zayıf olması.
  • Sözün boş ve faydasız olması.
  • Yaradan irinin akması.

gayle

  • Şişman kadın.

gaym

  • Bulut.
  • Sisli bulut tabakası.
  • Pek susayıp hararetlenmek.

gerdena

  • Kuş veya kuzu çevirmesi. (Farsça)
  • Yürümeye yeni başlayan çocukları, yürümeye alıştırmak için yapılmış bir cins araba. (Farsça)
  • Kebap şişi. (Farsça)
  • Fırıldak, topaç. (Farsça)

geylani / geylanî

  • Seyyid Abdulkadir-i Geylanî, Gavs-ül A'zam, Gavs, Kutub gibi mecâzi nâm ile bilinen bu zât (Hi: 470-561) yılları arasında yaşamış ve Kadirî Tarikatının müessisidir. Müteaddid müridlerinden bir çoğu sonradan veli olarak meşhurdurlar. Derslerinin te'siriyle birçok Hristiyan ve Museviler Müslüman olmuş

giran-dud

  • Duman, sis. (Farsça)
  • Kara bulut. (Farsça)

giran-kise / giran-kîse

  • Cimri, hasis, pinti. (Farsça)

gırbil

  • Havuzun dibinde kalan balçıklı su.
  • Bardak ve şişenin dibinde olan tortu.

gudde

  • Tıb: Bez. Vücudun muhtelif yerlerinde, hususan boyunda bir nevi vücuda lazım su çıkaran depocuk. Şiş.

gürisneçeşm

  • Pinti, cimri, hasis. Aç gözlü. (Farsça)

gürizgah / gürizgâh

  • (Girizgâh) Kaçacak yer. (Farsça)
  • Edb: Bir bahisten diğer bahse, mukaddimeden maksada intikal için bir münasebet te'sis eden söz. Nedim'in:Bu şehr-i stanbul ki, bîmisl ü behadırBir sengine yekpâre Acem mülkü fedadırmatla'lı kasidesindeki:İstanbul'un evsafını mümkün mü beyan hiç Maksad hemen sa (Farsça)

güsiste-mehar

  • (Güsisteinan) Yuları kopmuş.
  • Mc: Kayıtsız, mes'uliyetsiz, başıboş.

habat

  • Vücuttaki bir yara iyileştikten veya vücuda bir sopa ile vurulduktan sonra bedende kalan iz.
  • Davarın çok yemekten dolayı karnının şişmesi.

habc

  • Devenin ot yemekten dolayı karnının şişmesi.
  • Vurmak.

habendat

  • Şişman kadın.

habeşe / حبشه

  • Habeşistan. (Arapça)
  • Habeş. (Arapça)

habn

  • Karnın şişmesi.

habt

  • Yanlış hareket.
  • Maktulün kanının heder olması.
  • Bozma, ibtâl etme, muteberliğini kaybettirme.
  • Bir bahis veya münazarada karşısındakinin hatasını isbat ile onu ilzam edip susturma.

hadir

  • (Çoğulu: Hadere) Şişen aza, yumrulanan organ.

hadis alimi / hadîs âlimi

  • Hadîs-i şerîf sahasında mütehassıs kimse.

hadr

  • Evmek, acele etmek.
  • Vücutta bir organın şişip yumrulaşması.
  • Men etmek, engel olmak.
  • Saçak bükmek.

hakba'

  • Yaban eşeğinin dişisi.

hakim / hakîm

  • Hikmetle muttasıf olan ve mevcudatın hakikatına vâkıf olan. Hikmet mütehasssı. İlm-i hikmette mütebahhir ve mütehassıs olan. İş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olan.
  • Tabib, doktor.

hammamiyye

  • Edb: Divan Edebiyatında giriş kısmı hamam eğlencesi tasvirine tahsis olunan kaside.

hams

  • Açlık.
  • Yaradaki şişin inmesi.

hamza

  • Abdulmuttalib'in oğlu olup, Resulüllah'ın (A.S.M.) amcasıdır. Önceleri, İslâm dinine karşı olanlarla beraberdi. Ebucehil'in İslâm düşmanlığını çok ileri götürmesi karşısında, imana girip Ebucehil ve din düşmanlarına karşı çıktı ve İslâm'a büyük hizmetleri oldu. Uhud Gazası'nda 57 yaşında iken şehid

hanfec

  • Şişman, etli kişi.

hararet-i garize / hararet-i garîze

  • Normal vücut ateşi, ısısı.

hararet-i gariziye

  • Fıtrî vücut ısısı.

hariciye / خارجيه

  • Dışişleri.
  • Dışa bağlı, dışarıya ilişkin. (Arapça)
  • Dışişleri bakanlığı. (Arapça)

hasais

  • (Tekili: Hasîse) Kötü huylar, fena tabiatlar.

haşaiş

  • (Tekili: Haşiş) Kuru otlar.

hasaset

  • Tamahkârlık. Cimrilik. Alçaklık. Hasislik.

hasise

  • (Bak: HASİS)

hasr / حصر

  • Sıkıştırma.
  • Etrafını çevirme, mahsus kılma, tahsis etme.
  • Tahsis etme, ayırma, vakfetme, adama. (Arapça)
  • Hasretmek: Adamak, ayırmak, tahsis etmek. (Arapça)

hasr-ı fikir

  • Bir şeye bütün fikrini vermek ve başka şeyle meşgul olmamak tarzı ve düsturu ile o şeyde veya meslekte mütehassıs ve muvaffak olmaya çalışmak. Bütün fikri çalışmayı bir şey üzerinde toplamak.

hasr-ı nazar

  • Sadece bir şeye bakıp dikkat etmek.
  • Yalnız bir mevzu veya meslek üzerinde çalışıp onda mütehassıs ve muvaffak olmaya çalışmak.

hassa

  • (Çoğulu: Havass) İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Te'sir. Menfaat.
  • Adet ve alâmet. Ekâbir, kavmin ileri geleni.

hatit / hatît

  • Hasis kimse.

havcele

  • Ağzı büyük, kendisi küçük şişe.

havz-ı kevser

  • Kıyâmet günü mahşerde veyâ Cennet'te Peygamber efendimize tahsîs edilmiş olan ve bir kere içenin bir daha susamayacağı havuz.

hayat-ı içtimaiye ve şahsiye

  • Sosyal ve kişisel hayat.

hayat-ı kudsiye-i islamiye / hayat-ı kudsiye-i islâmiye

  • İslâmiyetin tesis ettiği kutsal hayat.

hayat-ı şahsiye

  • Kişisel hayat.

hayat-ı şahsiye ve uhreviye

  • Kişisel hayat ve âhiret hayatı.

hayize

  • Aybaşısı olan kadın.

hayz

  • (Çoğulu: Hiyaz) Kadınlara mahsus aybaşı. Kadının âdet hâli. Böyle bir kadına hayize denir. (Kadını döl yatağı denen rahminden, bir hastalık veya çocuk doğurma sebebi olmaksızın, muayyen müddetlerde kan gelmesine o kadının "aybaşısı" denir. Buna ve kan geldiği müddete de hayız müddeti denir. İslâmiye

hazakat

  • İhtisas. Meharet peyda etmek. Üstad olmak. Bir san'atta, hususan tıbda gereği gibi öğrenip mâhir ve mütehassısı olmak.

hazb

  • Hayvanın memesi şişip emziğinin deliklerinin dar olması.
  • Ucuz olmak.

hazi / hazî

  • Kâhin, keşiş, papaz.

hazık / hâzık

  • Mehâretli, işinin ehli, mütehassıs.

hazık-ı mütedeyyin / hâzık-ı mütedeyyin

  • Dindar ve iyi mütehassıs. (Dindar ve iyi mütehassıs doktor için söylenir).

hazret-i kahhar / hazret-i kahhâr

  • Her şeyi hükmüne itaat ettirebilen bir hâkimiyet sahibi, düşmanlarını kahrederek zelil ve perişan eden ve kudretinin karşısında her şeyi âciz bırakan Allah.

hebra

  • Şişman kadın.

hecenna'

  • Uzun ve şişman gövdeli kimse.
  • Başı dazlak, yaşlı kimse.
  • Başı dazlak olan devekuşu.

helali / helalî

  • Bürüncük ve pamuk karışımından yapılan bir cins yeli bez.
  • Yaldızlı bakırdan vaya tahtadan mahfazası olan eski sistem saat.
  • Helâl ile alâkalı olan.

helyostat

  • Yansıyan güneş ışınlarını, belli bir doğrultuya yöneltmeğe ve bu doğrultuda tutmaya yarayan bir ayna ile bir ayar sisteminden meydana gelen tertibat.

hemeze

  • Vesvese. Şeytanın desisesi. Kuruntu.

herd

  • Deve kuşunun dişisi.
  • Yarmak.
  • Kat'etmek, kesmek.

heyzale

  • İnsan sesleri.
  • Cemaat, topluluk.
  • Çok asker.
  • Büyük deve.
  • Belinden aşağısı şişman olan kadın.

hiba

  • Bahşiş.
  • Kadına kocasından kalan hisse.
  • Vergi.

hıba'

  • Atâ, bahşiş, hediye.

hidafe

  • Etlilik, şişmanlık.

hıdeb

  • Şişman gövdeli kimse.

hıdemm

  • Bahşişi çok olan kimse.

hikmet-i hakiki / hikmet-i hakikî

  • Felsefenin karşısında Kur'ân'ın koyduğu gerçek hikmet.

hilkam

  • Arslan, esed.
  • İri yapılı, cüsseli, şişman.

hipotenüs

  • Mat: Bir dik üçgende dik açının karşısında bulunan kenar. (Diğer kenarların her birerlerinden büyük, toplamlarından küçüktür.) (Fransızca)

hisabi / hisabî

  • Hesabını iyi bilen.
  • Mc: Tamahkâr, cimri, hasis, eli sıkı.

hiza

  • Bir şeyin karşısı, mukabili. Bir doğru çizginin devamı ile hâsıl olan cihet, düzlük, sıra.
  • Devenin ve atın ayakları altında yere bastığı yerler.
  • Nalin.
  • Taraf.

hucee

  • Çok nikâh ve çok cima eden erkek.
  • Şişman ve ağır kimse.

hücumat-ı sitte / hücumât-ı sitte

  • Altı hücum anlamına gelen ve şeytanın desiselerine karşı yazılan bir eser; Yirmi Dokuzuncu Mektupta Altıncı Risale olan Altıncı Kısım.

hudur

  • Aşağı indirmek.
  • Bir yeri şişmek.

hukuk-u medeni / hukuk-u medenî

  • Umumi mânada: Temel hak ve hürriyetler ve medeni haklar. Avrupaî mânada ise: Lâik hukuk sistemi, medeni hukuk.

hukuk-u umumiye ve hususiye

  • Kişisel ve genel haklar.

hukukçu

  • Hukuk mütehassısı. Hukuku meslek edinen kimse. Avukat, müdde-i umumi "savcı" ve hâkim.

hunak

  • (Çoğulu: Havânik) Boğazda olan şiş.

hunzub

  • Şişman gövdeli, boş konuşan kadın.

hürriyet

  • 1908'de II.Meşrutiyet'in ilânı ile birlikte gerçekleşen yeni sistemin halk arasındaki adı.

hürriyet-i şahsiye

  • Şahsî hürriyet; kişisel özgürlük.

hutuvat-ı sitte

  • Altı adım. (Kur'an-ı Kerim'deki "Hutuvat-üş şeytan" tabirinden istifaze ile, şeytanların ve onların insî mümessilleri olan şerir insanların fitnekâr ve dalâlete sevkedici adımları, izleri ve desiseleri gibi mânalarla alâkalı olarak "bir mühim eser"e verilen isim) Şeytanın altı desisesi.

huzahız

  • Suyu ve ağacı çok olan yer.
  • Şişman kimse.

huzur-u irfanınıza baş koydum

  • "Üstün ilim ve zekâdan hâsıl olan olgun şahsiyetinizin önüne baş koydum" anlamında karşısındakine karşı bir saygı ve hürmet bildiren ifade.

huzur-u mehabetinde

  • Büyüklük ve ihtişamın karşısında.

huzzak / huzzâk

  • (Tekili: Hâzık) İşinin ehli olanlar, ustalar, mütehassıslar. Hazâkatli kimseler.

ibadetgah / ibadetgâh

  • Kanunlarla tanınmış bir dine, bir mezhebe ait ibadetlerin icrasına tahsis olunan yerler. Mabet, ibadethane. (Farsça)

iblağ / iblâğ

  • Yetiştirme, tahsis etme.

ibn-i hümam

  • (Hi: 788-861) Hanefî fukahasından meşhur bir zattır. Şer'î ilimlerde, edebiyatta mütehassıs idi.

ibzaz

  • Yağlanma, şişmanlama, semirme.

içtimai sistem / içtimâi sistem

  • Sosyal sistem, toplumsal düzen.

idad

  • Saymak. Sayı. Hesab etmek.
  • Ölüm vakti.
  • Fark. Vergi.
  • Bahşiş.
  • Küfüv. Denk, hemtâ.
  • Delilik emâresi.
  • Parmakla hesab etmek.

idcan

  • (İdcican) Gökyüzü yağmur bulutlarıyla örtülme.
  • Hava çok sisli ve dumanlı olma.

ideoloji

  • İnsanların düşünce ve hareketlerine muayyen bir istikamet vererek, siyasî veya ictimaî bir doktrin meydana getirmek isteyen fikir sistemi. (Fransızca)
  • Toplumu etkileyen fikir ve düşünce sistemi.
  • Fikir sistemi.

idiyye / îdiyye / عيدیه

  • Bayramlık, bayram bahşişi. (Arapça)

ıfas

  • Şişe ve divit ağzını kapatmakta kullanılan deri.

ihdad

  • (Gövdenin) derisi şişme.

ihdaf

  • Gelip çatmak. Karşısına dikilip durmak. Hedef olmak.

ihsan-didegan / ihsan-didegân

  • (Tekili: İhsandide) İyilik görmüş olanlar, bahşiş almış kimseler, minnettar bulunanlar.

ihsas

  • Aşağılık işler yapma.
  • Cimrilik, pintilik, hasislik.

ihtikan

  • Kan toplanması. Bir uzva kan birikmesi sebebi ile oranın şişip kabarması.
  • Şırınga kullanma.

ihtisasiyyun

  • İhtisas sâhibi kimseler, mütehassıslar.

ihtiyari / ihtiyârî / اختياری

  • Kişisel seçime bağlı, isteğe bağlı. (Arapça)

ikramiyye / ikrâmiyye / اكراميه

  • Bahşiş. (Arapça)
  • İkrâm olarak verilen para veya eşya. (Arapça)

ıktaat

  • (Tekili: Iktâ) Sahibi olmayan ve üzerinde imaret eseri olmıyan yerlerden olup, ulülemr tarafından istihkak sahibine imar ve inşa etmesi için tahsis olunan arazi.

ilhab

  • Tutuşturma, alevlendirme.
  • İltihaplandırma, şişirip kızartma.

ılkid

  • Şişman, kısa boylu, hakir ve hayrı az olan kadın.
  • Katı yoğurt.

ilzam eden

  • Delil getirerek karşısındakini susturan.

iman-ı hakiki / îmân-ı hakîkî

  • Kalbe yerleşen, şüphe ve tereddüd karşısında hiç sarsılmayan îmân.

imsak

  • Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme.
  • Oruca başlama zamanı.
  • Hapsetmek.
  • Şer'an müftirat denen şeylerden (orucu bozan şeylerden) nefsi hakikaten veya hükmen men' etmek.
  • Yemez içmez adamın hâli. Cimrilik, hasislik, pintilik.

imtiyaz

  • Diğerlerinden ayrılmak. Farklı olmak, benzerlerinden ayrılmak.
  • Resmi veya hususi izin.
  • Masraflı veya mes'uliyetli bir işin başkaları yapmamak üzere bir şahıs veya şirket yahut da bir hey'ete tahsis edilmesi.

in'am / in'âm / انعام

  • Nimet vermek. İhsan etmek.
  • Doğruya sevketmek, hidâyete ulaştırmak.
  • İyilik etmek, bahşiş vermek.
  • Tar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında yeniçerilerin aylıklarına yapılan zam.
  • Bağış, ihsan. (Arapça)
  • Bahşiş. (Arapça)

indi / indî / عندی

  • Kişisel, kişinin kendi kanısına dayanan. (Arapça)

infihani / infihanî

  • Şişman adam.

inhidar

  • İnişe inme.
  • Vurmakla derinin şişmesi.

inhitat

  • Aşağılanma, aşağı inme.
  • İhtiyarlama, yaşlıyığa yüz tutma.
  • Kuvvetten düşme.
  • Bir şişin inmesi.
  • Düşme, inme.

intibac

  • Hastalıktan dolayı vücutta hâsıl olan şişkinlik.

intibar

  • Kabarma, şişme.

intifaah-ı rie / intifaâh-ı rie

  • Akciğerin şişmesi.

intifah

  • Şişkinlik. Şişmek. Kabarmak.
  • Vücud organlarından birinin büyümesi.

intifah-ı batni / intifah-ı batnî

  • Karnın, gazların birikmesinden dolayı şişmesi.

intişar

  • Dağılmak. Yayılmak. Üremek.
  • Tıb: Yorgunluktan damar şişip kabarmak. Umumileşmek.

irtizah

  • Biraz bahşiş alma.
  • Özür dileme.

iskarlat

  • İtl. Eski devirlerde Venedik mensucatından, boyası has ve kumaşı dayanıklı bir nevi çuhanın adı idi ve şarkta pek makbuldü. Yeniçeri Ocağı ileri gelen ağalarına, sekbanbaşıya ve yeniçeri kâtibine her sene bu çuhadan verilir veya bedeli para olarak tahsis olunurdu. Bu paraya da "İskarlat bedeli" deni

ısmam

  • Şişenin ağzını tıkama.
  • Sağırlaştırma, duymaz hâle getirme.

isti'sa'

  • (İsyan. dan) İsyan etme. Anarşistlik ve zorbalık yapma.

isti'ta

  • (Atâ. dan) Bahşiş istemek. Atiyye istemek.

istibdad

  • Başlı başına olmak. Keyfî idare sistemi.
  • Zulüm ve tahakküm. İdaresi altındakilerin istemediği şeyleri yalnız kendi keyfine göre zorla ve zulümle yaptırmaya çalışmak. Kanun ve nizamlara bağlı olmayarak, çok defa da kanun namına kanunsuzluk yaparak, keyfi hükmünü icra ettirmek. Kimseyi

isticade

  • İhsan ve bahşiş isteme.

istikbalinde

  • Karşısında.

istikrar-ı manzume

  • Sistemin istikrarı, kararlılığı.

it'amiyye

  • Bazı vakıf müesseselerinde fakirlerin doyurulması için ayrılan tahsisat.

itilafçılar / itilâfçılar

  • Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devletinin karşısında yer alan düşman ülkeler.

kabakulak

  • Tıb: Daha ziyade tükrük bezlerini şişiren bulaşıcı ve ateşli bir hastalık.

kabına sığmamak

  • t. Sabırsızlık, acelecilik.
  • Şişmanlamak.

kaide-i şahsiye

  • Şahsî, kişisel kural.

kalantor

  • Zenginliğini göstermeye özenen kellifelli ve şişman adam.

kamt

  • Kuş, dişisine cima etmek.
  • Doğan çocuğu beze sarmak.

karure / karûre / قاروره

  • (Çoğulu: Kavârir) Göz bebeği. Gözün siyah kısmı.
  • Şişe.
  • İdrar şişesi, ördek. (Arapça)

kasaba

  • (Çoğulu: Kasabât) Akciğerdeki nefes borularından herbiri. Bronş.
  • Küçük şehir. Çarşısı olan büyük köy.
  • Ahalisi beş-on bin raddelerinde olan mâmure.

kasavise

  • (Tekili: Kıssis) Papazlar, ruhbânlar, keşişler.

kaşbe

  • Hasis kişi.
  • Maymunun dişisi.

kasd-ı tahsis

  • Bir şeyi bilerek ve isteyerek birine ait kılma, tahsis etme.

kasisa

  • (Çoğulu: Kasis) Devecilerin, azıklarını ve elbiselerini yüklettikleri deve.
  • Bir ot.

kasr

  • Kısa olmak. Kısa kesmek.
  • Birisini bir hususa, bir işe tahsis etmek.
  • Bir işte tembellik etmek.
  • Akşamlamak.
  • Hapseylemek.
  • Yekpâre taş.
  • Beyazlatmak.
  • Gevşetmek.
  • Noksanlaştırmak.
  • Kısa kesme, kısaltma, kısma.
  • Azaltma, kesme, eksiklik.
  • Köşk, saray,
  • Tahsis.
  • Kıraatte uzatmadan okumak.

kavarir

  • (Tekili: Karure) Gözbebekleri.
  • Şişeler.

kazan

  • Semiz şişman kimse.

kebed

  • Ciğer ağrısı.
  • Kara ciğer.
  • Meşakkat. Şiddet. Mihnet.
  • Karnın şişmesi.

kehkeş

  • Samanyolu galaksisi.

kemal-i intizam ve ıttırad / kemâl-i intizam ve ıttırad

  • Tam ve mükemmel bir düzen, sistem ve ahenk.

keramet-i kevniye

  • Maddî ve kişisel yapısının olağanüstü olması.

kerdem

  • Şişman ve kısa boylu olan adam.

keşiş

  • Papaz. Manastır rahibi. (Arabçası: Kıssis) (Farsça)

keşişan / keşişân

  • (Tekili: Keşiş) Papazlar, manastır rahibleri.

keşişane / keşişâne

  • Keşişe yakışır yolda. Papaza uygun şekil ve surette. (Farsça)

kevar

  • Meyve veya üzüm küfesi. (Farsça)
  • Bal arısı gömeci, petek. (Farsça)
  • Geceleri havada peyda olan bulut. Sis. (Farsça)

kibr / كبر

  • Büyüklük taslama, şişinme. (Arapça)

kınnine / kınnîne

  • Büyük şişe.
  • Şarap kabı.

kırba

  • (Çoğulu: Kıreb-Kırebat) Saka tulumu. Deriden su kabı.
  • Tıb: Çocuklarda karın şişmesi.
  • Süt tulumuna da kırba denir.
  • 13 bin dirhemlik veya 32 okıyyelik bir kab.

kışde

  • Yağın tortusu.
  • Maymunun dişisi.

kısmet

  • Nasîb. Allahü teâlânın ezelde (sonsuz öncelerde) herkes için dilediği şey.
  • Birkaç kimsenin bir şeydeki hisse-i şâyialarını (ayrılmamış hisselerini) kile, terâzî, arşın gibi bir ölçü âleti ile tâyin ve tahsis etme, belli etme, ayırma.
  • Bölmek ve ayırmak. Bahşetmek. Taksim etmek.
  • Fık: Hisse-i şâyiayı, yani, taksim olunmamış maldaki hisseleri sahiplerine tahsis etmektir.

kıssis / kıssîs

  • Keşiş. Papaz. Hristiyan din adamı.
  • Keşiş, papaz.
  • Keşiş.

kitab-ı ilzam ve iskat / kitab-ı ilzam ve iskât

  • Karşısındakini delillerle mağlup edip susturan kitap.

kızıl tehlike

  • Dinsizlik, anarşistlik ve komünistlik tehlikesi.

küdürr

  • Azâsı çok şişmiş olan yiğit.

kumkuma

  • (Çoğulu: Kamâkım) İçine mürekkep, zemzem gibi şeyler konulan yuvarlak testi.
  • Bakır şişe, bakır ibrik.

kumri / kumrî

  • (Çoğulu: Kamâri) Kumru. Dişisine "kumriye", erkeğine "sakhar" derler.

kündür

  • (Çoğulu: Kenadir) "Günlük" denilen nesne.
  • Şişman ve kısa boylu kimse.
  • Vahşi hımar, yabani eşek.
  • Büyük çuval.

küsiste

  • (Güsiste) Gevşek, uyuşuk, tembel. (Farsça)
  • Kopuk, kopmuş. (Farsça)

kutehdest / kûtehdest

  • Kısa elli. Elli kısa olan. (Farsça)
  • Mc: Hasis, cimri, tamahkâr, keremsiz. (Farsça)

kuvvet-i şahsiye

  • Kişisel kuvvet.

kuza'mel

  • Büyük şişman deve.

lafz-ı müfesser

  • Huk: Tahsis ve te'vile ihtimâl bırakmıyacak derecede açık olan sözdür ki, onunla amel vâcib olur.

lahamet

  • Semizlik, etlilik, şişmanlık.

lahim / lahîm

  • Semiz, etli, şişman.

laik

  • Dine istinad etmeyen. Ruhanî olmayan kimse. Dini olmayan şey. Dinî olmayan fikir, dinî olmayan müessese, sistem veya prensip. Devleti dinî esas ve hükümler ile idare etmeyen sistem. Temel esasların ve kanunların menşeini ve teşri'de (kanun yapmakta) hareket noktasını ve değer ölçüsünü dine isnad etm (Fransızca)

lekalik

  • Büyük, etli, şişman kadın.
  • Büyük deve.

lekleke

  • Yoğun gövdeli ve şişman olmak, etli olmak.

leys

  • (Çoğulu: Lüyus) Arslan.
  • Sinek avlayan örümcek.
  • Arasında yaş ot bitmiş olan kuru ot.
  • Birbirine girmiş ot.
  • Semiz ve şişman kimse.

li

  • Gr: Lâm harfinin esre ile okunuşu. Bir kelimenin başına geldiğinde, "için, dolayı, ötürü, yüzünden, sebebinden" gibi mânâlara gelir. Kendinden sonraki isimleri cerreder. Yerine göre muhtelif isimler alır. Lâm-üt-tahsis ve temellük gibi.

lüha

  • Gümüş.
  • Bahşiş, atâ, hediye.

lukme-şümar

  • Herkesin lokmasını sayan. (Farsça)
  • Mc: Pinti, hasis, cimri. (Farsça)

ma vudia leh / mâ vudia leh

  • Tayin ve tahsis olunduğu şey (Meselâ 10 TL.'yi bir kitap almaya ayırmak gibi.).

maddi felsefe / maddî felsefe

  • Aklı esas alıp herşeyi maddî ölçülere göre değerlendiren düşünce sistemi; materyalist felsefe.

mahn

  • Kuyudan su çıkarmak.
  • İmtihan etmek.
  • Bahşiş vermek.
  • Vurmak.

mahv ve sekir

  • Allah'ın varlığı karşısında kendini ve herşeyi yok sayma ve Onun karşısında mânevî sarhoşluk hâlinde olma.

makatı'

  • (Tekili: Ka, uzun okunur) Kesmeler. Kesişmeler. Kesişen yerler.
  • (Kat') Sözdeki veya nazımdaki durak yerleri. Heceler.

makine-yi hayat

  • Hayat makinesi; bir makine gibi büyük bir denge ve sistemle çalışan hayat.

manzumat-ı şümusiye / manzumât-ı şümusiye

  • Güneşlerin sistemleri.

manzume / manzûme / منظومه

  • Tertibli, ölçülü yazı, şiir. Vezinli ve kafiyeli olan söz.
  • Sıra, dizi. Sistem.
  • Şiir, sistem.
  • Dizilmiş. (Arapça)
  • Vezinli söz, şiir. (Arapça)
  • Sistem. (Arapça)

manzume-i kainat / manzume-i kâinat

  • Kâinat sistemi; son derece mükemmel bir denge ve düzen içinde işleyen kâinat.

manzume-i şemsiye

  • Güneş sistemi.
  • Güneş sistemi, güneş ve etrafında dönen seyyâreler topluluğu.

manzumeişemsiye / manzûmeişemsiye

  • Güneş sistemi.

maruz / mâruz

  • Uğrama, tesirinde ve karşısında olma.

maruz olma / mâruz olma

  • Uğrama, tesirinde ve karşısında olma.

matara

  • Askerlerin kullandığı üzeri aba ve çeşitli kumaşlarla kaplı madeni su şişesi veya yolculukta kullanılan deriden yapılmış su kabı.

mayıh

  • (Çoğulu: Mâha) Kova doldurmak için kuyu içine inen kişi.
  • Bahşiş veren, atâ eden.

me'le

  • (Çoğulu: Miâl) Hazırlanmak.
  • Şişman kadın, semiz avret.
  • Bahçe.

meann

  • Enli, geniş.
  • şişman gövdeli kimse.
  • Hatip.

mebşuş

  • (Çoğulu: Mebâşiş) Silinmiş. İzi eseri kalmamış.

medh

  • Büyük bahşiş.

medsus

  • Gömülerek saklanmış olan. Gizli bulunan.
  • İçine desise karışmış şey.

mehacim

  • (Tekili: Mihcem) Hacamat şişeleri.
  • Çekip emmeye yarayan âletler.

mehasin-i meşrutiyet / mehâsin-i meşrutiyet

  • Meşrutiyet sisteminin ortaya çıkardığı güzel neticeler.

melis / melîs

  • Şişman ve tenbel olan kişi.

memhus

  • Parlatılmış, cilâlanmış.
  • Etli, şişman, dolgun insan veya hayvan.

menfaat-i cüz'iye-i gururiye / menfaat-i cüz'iye-i gurûriye

  • Gurura dayanan küçük ve kişisel menfaat.

menfaat-i nefs

  • Kişisel çıkar.

menfaat-i şahsiye

  • Kişisel çıkar.

meniha

  • Hediye, armağan, bahşiş.

mennac

  • Çok bahşiş veren. İhsan eden.

meramir

  • Çok etli, şişman kişi.

mermat

  • Etli, şişman kadın.

mesik

  • Pinti, hasis, cimri.

meslek / مسلك

  • Yol. Usul. Gidiş.
  • San'at. Geçim için tutulan yol.
  • Sistem.
  • Mezheb. Mâneviyatta tutulan yol.
  • Yol, tarz. (Arapça)
  • Sistem. (Arapça)
  • Uğraşı, meslek. (Arapça)

mesrece

  • Gece kandili konulan şişe.

meşruti / meşrutî

  • Bir şahıs veya millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi.

meşrutiyet-i şer'iye

  • İslâma uygun olarak şartları ve kuralları belirlenen meşrutiyet sistemi.

meşrutiyyet

  • Bir hükümdarın başkanlığı altında millet meclisi ile idare edilen devlet sistemi.

mesture

  • Örtülü kadın. İslâmiyetin emrettiği şekilde örtülmesi farz olan yerlerini örtmüş olan kadın.
  • Gizli tutulan resmi işlerde harcanmak için hükümetin emrine verilen para. (Buna tahsisat-ı mesture de denir.)

metod

  • Bir neticeye ulaşmak için takib edilen fikir yolu. Usul. Kaide. Yol. Sistem. (Fransızca)

mevahib

  • Mevhibeler. İhsanlar, bahşişler.

mevhibe

  • Bahşiş, ihsan, bağış.

mevhubat

  • (Tekili: Mevhub) Bağışlar, ihsanlar, bahşişler.

mı'ta

  • (Çoğulu: Mıât-Mıâtâ) Bahşişi ve hediyesi çok olan kişi.

mibtan

  • Çok yemekten karnı şişen etli ve yağlı kişi.

mig

  • Duman, sis, duhân. (Farsça)
  • Kara bulut. (Farsça)

mignak

  • Dumanlı, sisli. Bulutlu. (Farsça)

mihcem

  • (Çoğulu: Mehâcim) Hacamat şişesi.
  • Çekip emmeğe mahsus âlet.

mil / ميل

  • Şiş. (Arapça)
  • Yol işareti. (Arapça)

milzab

  • (Çoğulu: Melâzib) Aşırı derecede cimri, pek hasis.

mina

  • Şişe, cam, billur.
  • Parlak saray.
  • Sırça. Kuyumcuların kullandıkları lâcivert renkli sırça.

minha

  • (Çoğulu: Minah-Menâyih) Atiyye, bahşiş.

minnet

  • İyilik karşısında kendini borçlu hissetmek.

minnet etmek

  • İyilik karşısında kendini borçlu hissetmek.

minnetdar

  • Şükran duyan, iyilik karşısında kendini borçlu hisseden.

minnetsiz

  • İyilik karşısında kendini borçlu hissetmeme.

minu

  • Şişe, sırça, cam.
  • Zümrüt.
  • Cennet, firdevs.

missik

  • Çok cimri. Hasis ve tamâhkâr.

muaheze

  • Azarlama. Çıkışma. Darılma. Alay eder tarzda karşısındakini küçümseme. Tenkid.

mücadele / mücâdele

  • Karşısındakinin câhilliğini veya haksızlığını ortaya koymak ve kendisinin akıl, fazîlet ve şeref bakımından üstün olduğunu isbât etmek için iki kişinin bir şey üzerinde tartışması.

mücazefe / mücâzefe

  • Söz ile karşısındakinin hakkını örtmek, aldatmak.
  • Fık: Tartıp ölçmeden göz kararı ile yapılan tahmini satış. Götürü almak. Toptan satmak.
  • Söz ile karşısındakinin hakkını örtme, aldatma.
  • Söz ile karşısındakinin hakkını örtme, aldatma.

müdhün

  • İçerisine güzel kokulu yağ, ıtır gibi şeyler konulan şişe, kap.

müesses / مُؤَسَّسْ

  • Tesis olunmuş, temeli atılmış, bina edilmiş.
  • Te'sîs edilen, kurulan.

müessis / مُؤَسِّسْ

  • Tesis edici, kurucu.
  • Kurucu, te'sis edici. Te'sis eden, kuran, temel atan.
  • Kanun ve usul gibi şeyleri vaz'edip temelleştiren.
  • Tesis eden, kuran.

müessisin / müessisîn

  • (Tekili: Müessis) (Esas. dan) Meydana getirenler, tesis edenler. Kurucular, kuranlar.

müfarakat-ı hususiye

  • Özel göç, kişisel ayrılıklar.

mugalata / mugâlata

  • (Galat. dan) Karşısındakini yanıltmak için söz söylemek. Doğruya benzer yanlış sözler. Safsata. Hatalı ve yanlış söz. Demagoji.
  • Man: Vehimlerden terekküb eden kıyastır.
  • Hatâlı ve yanlış söz, karşısındakini yanıltmak için söz söylemek veya bu sûretle söylenen söz.

mugril / mugrîl

  • Şişmiş maktul.

muhacir / muhâcir

  • İslâmiyet'in başlangıcında, sırf müslüman oldukları için Mekkeli müşriklerin zulüm ve işkencelerine mâruz kalıp, dinlerini, îmânlarını korumak için, evlerini, mallarını ve mülklerini bırakarak Resûlullah efendimizin izni ile önce Habeşistan'a, son ra Medîne-i münevvereye hicret eden Mekkeli

mühadat

  • Birbirine bahşiş ve hediye vermek.

muhaddir

  • Şişiren, kabartan.

muhaddis

  • Hadis ilminin bir çok usul ve füruunu bilen zât. Peygamber Efendimizin (A.S.M.) hâl ve sözlerini bize nakleden ve hadis ilminin mütehassısı.

muhallil

  • (Hall. den) Eriten. Analiz yapan, tahlil eden.
  • Fık: Üç talakla boşanan ve iddetini bitiren bir kadınla evlenen erkek. (Karıyı boşayan birinci kocaya: Muhallelün leh denir.)
  • Tıb: Şişlere, iltihablara yarıyan ilaç.

muhassas / مخصص

  • Birine âid kılınmış. Tahsis edilmiş. Has kılınmış. Ayrılmış. Tâyin edilmiş.
  • Tahsis edilmiş; özel olarak donatılmış.
  • Tahsis edilmiş, özgü. (Arapça)

muhassıs

  • Tahsis edici, ayırıcı, bir tarafa ait kılıcı.

muhassis

  • Tahsis eden. Has kılan. Hususileştiren.

muhatab ittihaz etmek

  • Karşısındakilerini dinleyen.
  • Dinleyici kabul edip, sözünü dinliyor bilmek.
  • Konuşmaya lâyık görmek.

mühatat

  • Birbirine atâ ve bahşiş etmek, hediye vermek.

muhazi / muhazî

  • (Hiza. dan) Birbirinin karşısında ve bir hizada bulunan. Paralel.

müjde-gan / müjde-gân

  • Müjdeye karşılık verilen bahşiş veya hediye. (Farsça)

mukabele-i bilmisil

  • Karşılaştığı aynı muameleyi sahibine iade etmek, o kimseye aynı muameleyi yapmak. Mukabil hareketi karşısındakine icra etmek.

mükabere / mükâbere

  • (Kibr. den) Kendi sözünün haksızlığını ve karşısındakinin doğruluğunu bildiği hâlde kabul etmemek ve nizâ çıkarmak, kavga etmek. Kendini büyük görmek.
  • Münakaşada ağız kalabalığı ile karşısındakini yenmeye çalışma, yanlışta direnme, büyüklenme.

mukabildir

  • Karşı karşıyadır, karşısındadır.

mükabir / mükâbir

  • Kendini büyük gören, karşısındakini küçümsüyerek, doğru sözünü kabul etmeyen. Haksız olduğu hâlde hak iddiasında bulunan.

mukalkale

  • Şişe. Sürahi.

mukataa

  • (Kat'. dan) Kesişmek.
  • Ülfeti terk eylemek.
  • Birbirinden kesmek ve kesişmek.
  • Muayyen bir kira karşılığında arazinin kesime verilmesi.
  • Ekilen toprak için verilen muayyen vergi.

mülahham

  • (Lâhm. dan) Etli, semiz, şişman.

mültehib

  • (Lehb. den) Alevlenmiş, tutuşmuş.
  • İltihablı, kızarmış, şişmiş.

munazzeme

  • Düzenli ve sistemli hale getirilmiş.

müntefih

  • (Nefh. den) Şişmiş, şişkin. Hava ile doldurulmuş, üfürülmüş.

mürettep

  • Düzenlenmiş, sıralanmış; belli bir düzen ve sistemle konulmuş.

müsmegıdd

  • Şişirici, şişiren.

müsmin

  • Semiz, şişman.

müsta'ti / müsta'tî

  • Bahşiş isteyen.

müstevhib

  • Bahşiş isteyen.

mütecessisane / mütecessisâne

  • Gizli şeyleri öğrenmeğe çalışarak. Merakla. Mütecessis bir tarzda. (Farsça)

mütecessisin / mütecessisîn

  • (Tekili: Mütecessis) Meraklılar. Tecessüs edenler. Gizli şeyleri öğrenmeğe çalışanlar.

mütekabil

  • Karşılıklı, bir diğerinin karşısında.

mütekatı

  • Kesişmiş, kesik kesik.

mütekatı'

  • Karşılıklı kesişen, birbirini kesen.

mütekavvim

  • Bozuk iken düzelen, eğri iken doğrulan.
  • İyi idâre edilen.
  • Sağlam, muhkem.
  • Müesses, te'sis edilmiş, kurulmuş.

mütekebbir / متكبر

  • Kendini beğenmiş, şişinen, büyüklenen. (Arapça)

mütenazır

  • (Nazar. dan) Tenazür eden, birbirinin karşısında bulunan. Simetrik olan.

müteneffih

  • Övünen.
  • Kabarmış, şişmiş.

müteverrim

  • (Çoğulu: Müteverrimin) (Verem. den) Kabarık, şiş. Şişiren.
  • Verem olmuş, veremli. Verem illetine giriftar olan.

mutlakıyyet-i idare

  • Bir kişinin arzu ve isteklerine bağlı olan idare sistemi.

müvacehe

  • Mânen yüz yüze bulunma, karşısında olma.

muvacehesinde

  • Karşısında, önünde, çerçevesinde.

müzzemmil

  • Tezmil eden, sarınan. Elbise içine sarınan.
  • Bazıları, "Yükü yüklenen" şeklinde mânalandırmışlardır.
  • Mc: Gizlemek. Zayıf davranmak, işe pek kıymet vermemek.
  • Büyük bir hâdise karşısında başını içeri çekmek, kaçınmak, rahata meyletmek.
  • Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) Ce

na-kes

  • Hasis olan. (Farsça)
  • Zelil, insaniyetsiz, alçak, deni. (Farsça)

na-kesan

  • (Tekili: Nâ-kes) Alçaklar, âdi insanlar, insaniyetsiz kimseler.
  • Cimriler, tamahkârlar, pintiler, hasis kişiler.

nabız-aşna / nabız-âşnâ

  • Nabızdan anlayan. Mizaç bilen. Karşısındakinin zayıf taraflarını bilen. (Farsça)

nafile

  • Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş.
  • Menfaatli olmayan. Ziyâdeden olan.
  • Torun.
  • Ganimet malı. Bahşiş. Atiyye.

nahham

  • Tamahkâr, cimri, hasis, pinti.
  • Boğazını temizlemek için fazlaca soluyup balgam çıkaran adam.

nar-ı hayat / nâr-ı hayat / نَارِ حَيَاتْ

  • Hayat ateşi (vücûd ısısı).

naşize

  • Kocasının hanesinden, izni olmaksızın çıkıp kendisini kocasından haksız yere men'eden kadın. Bu çıkış hakikaten olabileceği gibi, hükmen de olabilir.
  • Kabarmış, şişmiş.

natakte

  • Söyledin. (mânasına karşısındakine hitabdır)

nayil

  • Atâ, bahşiş, hediye.

neffac

  • Mütekebbir. Kendini beğenen. Mağrur.
  • Şişkin.

nefh

  • Üflemek, şişmek, üfürük.
  • Kaba kuşluk vaktine varmak.

nefha

  • Üfürmek. Üfürük.
  • Şişmek.
  • Kabarık olan.
  • Koku. Rüzgârın hafif esişi. Azıcık koku.

nekes

  • (Nâ-kes) Cimri, tamahkâr, hasis.

nemş

  • Hile, oyun, dalavere, desise. (Farsça)

nergis-dan / nergis-dân

  • Nergis saksısı. (Farsça)

nesais

  • (Tekili: Nesise) Fesatlık için yapılan fısıltılar.

neta

  • (Nütü') Yaranın şişmesi.
  • Yüksek olmak.

neval

  • Bahşiş. Kısmet, tâli', nasib.
  • Yiyecek içecek.
  • Bir tek porsiyon.

nevfel

  • Deniz, derya, bahr.
  • Atâsı çok olan kişi. Çok bahşiş dağıtan.

nevl

  • Yolcuların verdiği vapur parası. Gemi kirâsı.
  • Bahşiş, atiyye.

nevroz

  • Tıb: Sinir sistemi bozukluğu. Sinirlilik hastalığı. (Fransızca)

nevruz

  • Yeni gün. İlkbahar. Baharın ilk günü sayılan ve güneşin Hamel (Kuzu) burcuna girdiği 22 Marta rastlayan gün. Bu tarihte gece ve gündüz müsâvi olur. İranlıların yılbaşısıdır. (Farsça)

nezale

  • Sefillik.
  • Hasislik.

nıhle

  • (Çoğulu: Nihal) Millet.
  • Yol.
  • Diyânet.
  • Bahşiş, atâ.
  • Dâva.

nijm

  • Bazı kış sabahları inen koyu sis. (Farsça)

nizam

  • Düzen, sistem.

nizam-ı bedi / nizam-ı bedî

  • Eşsiz olan harika sistem, düzen.

nizamat / nizamât / nizâmât

  • Nizamlar, düzenler, sistemler.
  • Düzenler, kanunlar, sistemler.

nizamat-ı havaiye

  • Hava atmosfer sistemleri.

nokta-i istinad

  • Dayanma ve güvenme noktası. Kâinatta cereyan eden ve insana dehşet verip âciz bırakan hâdiseler karşısında insanın çok kuvvetli bir yere dayanmaya ve güvenmeye olan fıtri ihtiyacı.

nokta-i tekatu'

  • Kesişme noktası.

nüda

  • (Çoğulu: Endâ-Endiye) Yağmur.
  • Boğaz ıslatıcı nesne.
  • Çiy, rutubet.
  • Atâ, bahşiş.
  • Sesin uzaklara gitmesi.

paymüzd

  • Bahşiş, ayak teri. (Farsça)

pejm

  • Sis, duman. (Farsça)

pejuhende

  • Gizli şeyleri araştıran. Mütecessis. (Farsça)

pir

  • Yaşlı, ihtiyar. (Farsça)
  • Reis. (Farsça)
  • Bir tarikatın kurucusu. (Farsça)
  • Herhangi bir meslek ve san'atın başlatıcısı, te'sis edicisi. (Farsça)

pot kırmak

  • Farkında olmıyarak karşısındakine dokunacak söz söylemek.

pozitivizm

  • Fls: Hakikatın yalnız tecrübe ve müşahede ile vakıalara istinaden tam olarak bilineceği iddiasında olan felsefe sistemi. (Fransızca)

rabıta-i mevt

  • Ölümünü düşünüp dünyanın fani olduğunu mülâhaza edip nefsin desiselerinden kurtulmak.

rahib / râhib

  • Âbid. Allah'tan (C.C.) korkan.
  • Manastırda oturan nasrani âlimi veya papazı. Keşiş.
  • Aslan.
  • Manastırda oturan hıristiyan din adamı, keşiş.

rahiban

  • (Tekili: Râhib) Râhibler. Keşişler.

rebt

  • Şişmek.
  • Terbiye etmek.
  • Uyusun diye çocuğun yan taraflarına yab yab vurmak.

redah

  • (Çoğulu: Rudüh) Dolu büyük çanak.
  • Etli ve şişman kadın.

rehl

  • Sülpük olmak. Kendini salıvermek.
  • Acı çekmek, muztarib olmak.
  • Çok uyumaktan yüzü şişip uyuşuk olmak.

rehlet

  • Şişkinlik, şişme.

reis-ül küttab

  • Eskiden Hâriciye Nâzırı, Dışişleri Bakanı.

resa'

  • Tatlı sütü ekşi yoğurtla karıştırmak. (O yapılan yemeğe "resise" derler.)

rifd

  • (Çoğulu: Erfâd - Rufud) Atâ, hediye, bahşiş.
  • Yardım, muavenet.

rufud

  • (Tekili: Rifd) Bahşişler.

ruhud

  • Etli, besili, şişman, semiz. (Müe: Ruhude)

rüstem

  • Şark edebiyatında kuvvet ve cesaretin timsali olarak bilinen ve Zaloğlu Rüstem diye veya "Rüstem-i Sistanî" nâmiyle meşhur İran'lı bir kahramandır. (Farsça)

sadakte

  • "Doğru söyledin, sâdıksın" mânasına karşısındakine söylenilen söz.

safed

  • (Çoğulu: Esfâd) Esirlerin eline ve ayağına bağlanan bağ.
  • Atâ, bahşiş, hediye.

şahamet

  • Semizlik, yağlılık, şişmanlık.

şahid / şâhid

  • Şâhidlik eden, görüp bilen. Birinin başkasında hakkının bulunduğunu isbat için şehâdet (şâhidlik) ederim demek sûretiyle hâkimin huzûrunda ve hasmın karşısında haber veren.

şahim

  • Semiz, yağlı, şişman, besili.

şahsi / şahsî / شخصى

  • Kişisel.
  • Kişisel. (Arapça)

şahsi hayat / şahsî hayat

  • Kişisel hayat, ferdin hayatı, yaşamı.

şahsi nüfuz / şahsî nüfuz

  • Kişisel etki, tesir.

said bin zeyd

  • Hz. Ömer'in (R.A.) amcasının oğluydu. Aşere-i Mübeşşere'den ve Ashabın ileri gelenlerindendi. Vazifeli olarak Habeşistan'a hicret edenlerdendi. Şam'ın fethine ve bir çok mühim muharebelere iştirak etti. Hicri 51 yılında vefat etti.

sakre

  • Güneşin çok olan tesiri.
  • Çakır kuşunun dişisi.

samite-i meyyite

  • Ses çıkarmayan ölü.
  • Hareketsiz.
  • Haksızlıklar karşısında gayrete gelmeyen, ölü gibi sükût eden.

samm

  • Sağır olmak.
  • Şişenin ağzını tıkamak.
  • Katı, sağlam ve sert madde.
  • Vurmak.

şarlatan

  • Yalancı. Yüksekten atarak karşısındakini aldatan. Hayasız. (Fransızca)

sayasi

  • (Tekili: Sisâ) Dağın uçları.
  • Herhangi bir şeyin asılları.
  • Çulha tarakları.
  • Muhkem ve yüksek kaleler.

seaf

  • Devenin ağzında olan bir hastalıktır ve burnunun ve gözlerinin kılları dökülür. O devenin erkeğine esaf, dişisine nâfâ denir.
  • Tırnağın çevresinin kopup ayrılması.

seddad

  • Tıpa. Şişe tıpası.
  • Tampon.

şehadet / şehâdet

  • Birinin başkasında hakkı bulunduğunu bildirmek için, hâkim karşısında ve iki hasmın yanında, şehâdet ederim diyerek haber vermek.
  • Şehîdlik, şehîd olmak.

sehbel

  • Büyük, iri vücutlu, şişman deve.
  • Büyük ve geniş tuluk.
  • Büyük keler.

semavi kitab / semâvî kitab

  • Hak dinlerin kitapları. Semâvî kitapların bize bildirileni yüz dörttür. Bunlardan on suhuf Şist (Şit) aleyhisselâma otuz suhuf İdris aleyhisselâma, on suhuf İbrâhim aleyhisselâma indirildi. Mushaflar; Tevrât Mûsâ aleyhisselâma, Zebur kitabı Dâvûd aleyhisselâma, İncîl kitabı Îsâ aleyhisselâma ve Kur'

sempati

  • Cana yakınlık, sıcak kanlılık. (Fransızca)
  • Tıb: Her omurilik boyunca olan sağlı sollu yirmi üç boğumdan geçen iki paralel ağ şeklinde sinir sistemi. (Fransızca)

septisizm

  • Fls: Müsbet veya menfi hiçbir kat'i hükme varamıyan ve dâim şüphe içinde olmayı kabul eden sapık felsefe sistemi. Şüphecilik. (Fransızca)

şess

  • (Çoğulu: şisâs) Boya otu.

şevk ve cezbe

  • İlâhî hakikat ve tecellîler karşısında duyulan sevinç ve coşku.

seyb

  • (Çoğulu: Süyub) Su akmak.
  • Bahşiş, hediye, atâ.
  • Medfun mal, gömülü mal.

sıbhal

  • Şişman, büyük keler.
  • Deve.
  • Kırba.
  • Câriye.

sidad

  • Şişe tıpası. Yarık kapatacak şey.

sidn

  • Etli ve gövdeli şişman kimse.

sih / سيخ

  • Demir şiş. (Farsça)
  • Kebap şişi. (Farsça)
  • Şiş. (Farsça)

şihdare

  • Fahiş ve israfçı ve dedikoducu kimse.
  • Kısa boylu ve şişman kimse.

sıla

  • Kavuşmak, ulaşmak, vuslat.
  • Âşıkın mâşukuna kavuşması.
  • Doğduğu yeri, hısım akrabayı gidip görme.
  • Bahşiş, hediye.
  • Gr: Cümlenin içinde ism-i mensub bulunmasıyla, dahil olduğu cümlenin evvelce mâlum olması iktiza eder. İçinde bulunduğu cümleyi sonradan gelen cümle

sılat

  • (Tekili: Sıla) Sılalar.
  • Bahşişler, armağanlar, hediyeler.

sımad

  • Şişe tıpası.

sımam

  • Tıpa. Şişe tıpası.

simn

  • (Simâne) : Semizlik, yağlılık, besililik, şişmanlık.

sımsım

  • (Çoğulu: Semâsım) Şişman ve etli adam.

şirket ve kesret

  • Ortaklık ve çokluğa dayalı sistem; bir çok unsurun kurduğu ortaklık, şirket; yani bir işe birçok elin karışması.

şisa' / şisâ'

  • (Bak: ŞİS)

şişe / şîşe / شيشه

  • Şişe. (Farsça)

şişehane

  • Şişe yapılan yer.

şit (şis) aleyhisselam / şit (şîs) aleyhisselâm

  • Âdem aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamber. Âdem aleyhisselâmın oğludur. Babası vefât edince peygamber oldu. Kendisine elli suhuf kitâb verildi. Şit ismi İbrânice olup Arapça'da Allah'ın hibesi (hediyesi) mânâsındadır. Şit yerine Şîs de denilmiştir.

sosyalist / صُوسُيَالِستْ

  • Şahsî mülkiyeti kaldırıp her şeyi topluma mal eden sistemi savunan kişi.

sosyalizm

  • İktisadî teşebbüsleri ve teşekkülleri devlete vermek isteyen görüş. İştirakiyecilik. Güya, herkese müsavi mal verme esasını idare sisteminde yerleştirmeyi ve mal birliğini iddia eden ve insan fıtratına zıt olarak hürriyetleri daraltıcı ve din aleyhdarı bir sistem. Serserilere, zenginlerin mallarını (Fransızca)

su'ban

  • (Çoğulu: Saâbin) Büyük yılan. Ejderha.
  • Koz: Semanın kuzey yarım küresinde bulunan Tinnîn Burcu'nun çevirdiği büyük kavisin ortasında ve küçük ayı dörtgeninin tam karşısında bulunan en parlak yıldız. (Alpha Draco)

sübhanallah

  • Cenab-ı Hakk'ın mahlukatı ve eserleri karşısında duyulan hayret ve taaccübü ifade etmek için söylenir. Cenab-ı Hakkın zâtında, sıfâtında ve ef'alinde bütün kusurlardan münezzehiyetini ifade eder.

sübjektif

  • Objektif olmayan, kişisel, duygusal; eşyanın hakikatine değil de ferdin düşünce ve duygularına dayanan.

sücle

  • Karnın geniş ve büyük olması. Şişmanlık.

şuh

  • (Şıh) Bahil, cimri, hasis kimse.

süham

  • Yabanda biten ot.
  • Yaz ısısı.
  • Sıcak yel.
  • Tegayyür, değişme.
  • Ziyan, zarar.

sümne

  • Kadınların şişmanlamak için kullandıkları bir ilâç.

surahi

  • Su şişesi, sürahi.

sürmüle

  • Tilkinin dişisi.
  • Sırtlanın dişisi.
  • Bir erkek ismi.

şusy

  • Ölünün şişip el ve ayağının sertleşmesi.

tabakat-ı hükumet / tabakat-ı hükûmet

  • Yönetim katmanları, hiyerarşisi.

tabib-i müslim-i hazık / tabîb-i müslim-i hâzık

  • Mütehassıs (uzman) ve açıkça günâh işlemeyen müslüman doktor.

tahalhul

  • (Halhal. dan) Ayağa bilezik takma.
  • Bir cismin hacminin büyümesi, şişmesi.
  • Hava cereyanı olması.

tahkimat

  • Bir yeri düşmanın hücumuna karşı savunmak maksadıyla yapılmış düzenlemeler ve tesisler.

tahsis / تخصيص

  • Özgü kılma, ayırma. (Arapça)
  • Tahsis edilmek: Ayırılmak. (Arapça)
  • Tahsis etmek: Ayırmak. (Arapça)

tahsisat

  • Tahsis edilen şeyler; belli bir şey için ayrılan para, ödenek.

tahsisen

  • Tahsis suretiyle.
  • Hele, en çok.

takatu'

  • Kesilmek. Kesişmek.

talef

  • Fazl. Atâ, hediye, bahşiş, hibe.
  • Kanı heder olmak.

talim-i infiradi

  • Tek eğitimciye dayalı eğitim sistemi.

tango / طانْغُو

  • Züppe kadın giysisi.

tanh

  • Semiz olmak, besili ve şişman olmak.
  • Yemeğin hazmolmaması, sindirilmemesi.

tararet

  • Semizlik, besililik, şişmanlık.

tas'ir

  • Kibirlenmekten dolayı karşısındakinin yüzüne bakmayıp, yüzünü çevirmek.

tavme

  • Tosbağanın dişisi.

te'sis / te'sîs / تأسيس

  • Kurma. (Arapça)
  • Temel atma. (Arapça)
  • Kuruluş. (Arapça)
  • Te'sîs edilmek: Kurulmak. (Arapça)
  • Te'sîs etmek: Kurmak. (Arapça)

te'sisat

  • (Tekili: Te'sis) Te'sisler, kuruluşlar. Kurulup temelleştirilen şeyler.

tebazül

  • Birbirine bahşiş etmek.

tebhil

  • (Bahal ve Buhl. den) Bir kimse için "pinti, hasis" deme.

tecazüm

  • Kesişmek.

tecessüskar / tecessüskâr / تجسسكار

  • Meraklı, mütecessis. (Arapça - Farsça)

tedabür

  • Kesişmek.

tederrün

  • Bir organın, bir uzvun şişmesi.

tedessür

  • Elbise giyme. Elbiseye bürünme.
  • Erkek hayvanın dişisine binmesi.
  • Kişinin sıçrayıp atına binmesi.

tefahhur / تفخر

  • Şişinme, övünme. (Arapça)

tefsire

  • Hastaların bevlini koyacak şişe. Sidik kabı.

tekabül

  • Birbirine karşılık olma, bir ayna gibi karşısında olma.

tekattül

  • Birbirini kesme, kesişme.

tekatu / tekatû

  • Kesişme.
  • Kesişme.

tekatu' / tekâtu' / تقاطع

  • Kesişme.
  • Kesme. Kesişme.
  • Çatışma. İki çizginin bir noktada birbirini kesmesi.
  • Kesişme. (Arapça)

tenaffuh

  • Şişmek. " Uf, tüf, ah ve oh" demek.

tenasi

  • Birbirinin nâsıyesine yapışmak.
  • Birbiri karşısına düşmek.

tenavül

  • Bir şeyi alma.
  • Yemek yeme.
  • Bahşiş ve ihsanda bulunma.

teneffuh

  • (Nefh. den) Kabarma, şişme.
  • Urlanma.
  • Üflenerek şişme.

tenezzül

  • (Çoğulu: Tenezzülât) İnme, düşme. Aşağılama.
  • Gönül alçaklığı. Karşısındakinin seviyesine göre tevâzu ile konuşmak.
  • Yavaş yavaş inmek. Mekânını yukarıdan aşağıya nakletmek.
  • Hasis ve cimri olmak.
  • Asılsız olmak.

tenfih

  • (Çoğulu: Tenfihât) (Nefh. den) Üfleyip şişirme.
  • Çok üfleme.

tennure / tennûre / تنوره

  • Mevlevî dervişlerinin sema giysisi. (Arapça)

tensis

  • (Çoğulu: Tensisât) Tedkik ederek karar verme.

tenvil

  • Atâ, bahşiş, hediye.

teokratik

  • Teokrasi sistemi. (Fransızca)

terdid

  • Geri çevirmek, geriletmek.
  • Edb: Karşısındakini merakta bırakacak ve neticeyi sezdirmeyecek şekilde söz etmek.
  • İki ihtimâlle fikir anlatmak. Muhatabın beklemediği bir surette sözü bitirerek söze kuvvet vermek.

terk-i menafi-i şahsi / terk-i menafi-i şahsî

  • Kişisel çıkarları terk etme.

terk-i menafi-i şahsiye / terk-i menâfi-i şahsiye

  • Kişisel yararları terk etme.

tertipli

  • Organizeli, sistemli.

teşahhum

  • (Şahm. dan) Yağlanma, semirme, şişmanlama.

tesemmün

  • (Semen. den) şişmanlama, semirme.

tesfid

  • Kebap yapmak için eti şişe dizme.

tesis-i ahkam-ı risalet / tesis-i ahkâm-ı risalet

  • Peygamberlik makâmının hükümlerinin tesisi, uygulamaya konulması.

tesis-i islamiyet / tesis-i islâmiyet

  • İslamiyetin tesisi, kuruluşu.

teslim

  • Bir emâneti verme.
  • Kabul etme.
  • Doğru ve haklı bulma.
  • Selâmetle dua etme.
  • Karşısındakinin hükmü altına girme.
  • Kendini Allah'ın takdirine terketme, emri altına girme.
  • Belâ ve âfetten korunur olma.
  • Bir şeyi, yeni sâhibine verme.
  • Da

tetahhul

  • Tıb: Dalak şişmesi.

teverrüm / تورم

  • Şişme. (Arapça)
  • Verem olma. (Arapça)
  • Teverrüm etmek: Şişmek. (Arapça)

tevrim

  • Gazaba getirme, öfkelendirme.
  • Verem etme, verem edilme.
  • Bedenin azâsını şişirip kabartmak.

tıknaz

  • Kısa boylu ve şişman, toplu.

timar / timâr

  • Osmanlı Devleti'nin geçimlerine ve hizmetlerine âit masrafları karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara, muayyen bölgelerde kendi nâm ve hesaplarına tahsîl selâhiyeti ile birlikte tahsîs etmiş olduğu vergi kaynaklarına verilen isim. Dirlik.

Troçkizm / Troçkist

  • Troçkizm, Marksizm'in Troçki'nin bakış açısıyla yorumlanmasıdır. Aynı zamanda 1917 Ekim Devrimi'nden sonra ortaya çıkmış bir ayrımı ifade eder. Sovyetler Birliği'nde "sol muhalefet" olarak örgütlenmiş, Troçki'nin kurduğu 4. Enternasyonal'le başlayarak günümüze kadar gelmiştir. Troçkizm'in en önemli unsurları; özgürlüğü ortadan kaldıracak bir sistem olarak görülen "tek ülkede sosyalizmi" fikrinin reddi, dünya devrimi fikri, enternasyonalin gerekliliği, sürekli devrim ve Doğu Bloku ülkelerinin gerçek sosyalizm olmadığı fikirleridir.

    Kaynak: Wikipedia: https://tr.wikipedia.org/wiki/Troçkizm


tursus

  • (Çoğulu: Tarâsis) Kalkan denilen dikenli ot.

ukad

  • (Tekili: Ukde) Düğümler, bezler, şişlikler. Boyun, koltuk altı ve kasıkta bulunan guddeler.

ukne

  • (Çoğulu: Uknâ-Akân-Uknât) Karın büklümü. (Şişmanlık ve semizlikten olur.)

ükrume

  • Kerem, bahşiş, lütuf.

ulema / ulemâ

  • Âlimler, ilim sâhibleri; zamânın fen ve edebiyât bilgilerinde yetişmiş, Kur'ân-ı kerîmin ve binlerce hadîs-i şerîfin mânâsını ezberden bilen, İslâm'ın yirmi ana ilim ve kolları olan seksen ilimde mütehassıs (uzman), tasavvufun (evliyâlığın) en yüksek derecesine ulaşmış, yetişmiş ve yetiştirebilen, i

ulemaü's-su / ulemâü's-sû

  • Kötü âlimler; geçici menfaatlar veya baskılar karşısında hakikatları gizleyen ve gerçekleri çarpıtan âlimler.

üncur

  • Şişe kılıfı.

ürviyye

  • (Çoğulu: Ervâ-Erâvi) Dağ keçisinin dişisi.

uzima

  • Vücutta bir organın ateşsiz ve ağrısız olarak şişmesi.

vagd

  • Tamahkâr, cimri, hasis.
  • Alçak, bayağı, âdi.

vahdetü'l-mevcud

  • "Yaratıcı, kâinatı oluşturan varlıkların toplamıdır. Allah da kâinat da birdir. Tek olan ilâh kâinatın bütünüdür" şeklinde kâinat hesabına Allah'ı inkâr eden materyalist felsefî düşünce sistemi.

vahdetü'ş-şühud

  • İlâhi tecellilerin karşısında Allah'tan başka bir şeyin görülmemesi ve Allah'tan başka herşeyin unutkanlık perdesiyle örtülmesi.

vahid-i kıyasi / vâhid-i kıyasî

  • Bir şeyin miktarını ve sair hususiyetlerini ölçmek için kendi cinsinden değişmez olarak tayin edilen parça veya miktar. Meselâ: Uzunluğun "vâhid-i kıyasîsi" metredir. Hava tazyiklerinin ve sıcaklıklarınınki de derecedir.

vakt-i tefrih

  • Tıb: Çiçek hastalığı aşısının yapılmasından te'sirini gösterinceye kadar geçen zaman.

varaka

  • Tek yaprak hâlindeki kâğıt.
  • Nebât yaprağı. Maden yaprağı. Kitap yaprağı.
  • Hasis kimse.
  • Peygamberimize (A.S.M.) ilk vahyin geldiği sırada Hz. Hatice vâlidemizin (R.A.) hâdiseyi kendisine bildirdiği ve o zamanın meşhur bir âlimi olan Varaka İbn-i Nevfel'in adı.

vazı / vâzı

  • Bir tarif, sistem vs. koyan, yerleştiren.

vazife-i şahsiye

  • Şahsî vazife, kişisel görev.

veba-yı ağraz-ı şahsiye / vebâ-yı âğraz-ı şahsiye

  • Şahsî kinlerin vebası; kişisel kin mikrobu.

vech

  • (Vecih) Yüz, çehre, surat.
  • Tarz, üslub.
  • Her şeyin karşısına gelen ve karşısında olan. Satıh. Ön. Alın. Cephe.
  • Tarih.
  • Suret.
  • Sebeb.
  • Bir şeyin nefsi ve zatı.
  • Semt. Cihet.
  • Münasebet.

vech-i tahsis

  • Tahsis yönü, has kılma sebebi.

vef'a

  • Kav ettikleri bez parçası.
  • Şişe ağzını tıpamada kullanılan bez parçası.

vefk

  • Ebced ve cifir ilmi çerçevesinde, bir takım sırlara işaret eden uygunlukların bulunduğu tevafuk sistemini gösteren tılsımlı kare alan.

verem / ورم

  • (Çoğulu: Evrâm) şiş, yumru.
  • şişme.
  • Şişkinlik, şiş. (Arapça)
  • Verem, tüberküloz. (Arapça)

vesen

  • Put. Müşriklerin taptıkları suret. Karşısında ibadet edilen heykel.

vicdan-ı şahsiye

  • Kişisel vicdan.

ye'cüc ve me'cüc

  • Kur'ân-ı Kerimde bahsi geçen ve ortalığı fitne, fesat ve anarşiye boğacak olan kavimler, anarşist topluluk.

yoga

  • Bâtıl Hind felsefe sistemi. Bunlar tam bir dalgınlık ve hareketsizlik ile ve çile çekmekle gayelerine ulaşacaklarını sanarlar.

zabab

  • Rutubetli duman. Sis.

zanin

  • Cimri, bahil ve hasis olan.

zati / zâtî / ذاتى

  • Kişisel. (Arapça)

zaviye

  • Köşe.
  • Küçük tekke.
  • İki çizginin birleşmesi ile hasıl olan köşe, şekil.
  • Mat: Birbiriyle kesişen iki satıh veya iki çizginin birleştiği yerde meydana gelen açıklık. Açı. Açı ölçü birimi 360 eşit parçaya bölündüğü takdirde "derece", 400 eşit parçaya bölündüğü takdirde "g

zeccac

  • Şişeci. Camcı. Sırça işleri yapan.

zemzem

  • Kâbe-i muazzamanın Hacer-ül-esved köşesi karşısındaki kuyudan çıkan mübârek su.

zemzem kuyusu

  • Kâbe-i muazzamanın Hacer-i esved köşesi karşısında bulunan, mübârek suyun çıktığı kuyu.

zerdost

  • Cimri, hasis, tamahkâr. (Farsça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın