REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te ışka ifadesini içeren 156 kelime bulundu...

adat / âdât / عادات

  • Âdetler, alışkanlıklar.
  • Âdetler, alışkanlıklar. (Arapça)

adat-ı ecnebiye / âdât-ı ecnebiye

  • Yabancı âdetler, alışkanlıklar.

adet / âdet / عادت

  • Alışkanlık.
  • Görenek, alışkanlık.
  • Alışkanlık, âdet. (Arapça)

adet-i müstemirre / âdet-i müstemirre

  • Yerleşmiş alışkanlıklar ve gelenekler.

alak

  • Kan. Kızıl veya koyu ve uyuşuk kan.
  • Yapışkan veya ilişken nesne.
  • Hayvanat.
  • Bir işe mülâzemet eylemek.
  • Husumet-i lâzime veya muhabbet-i lâzime. Aşk ve muhabbet eylemek. Bir işe başlayıp o işe devamlı olmak.
  • Bir şeye ilişip tutulmak.
  • Yapışkan, ba

alaka

  • "Alak"dan yapışkan sıvı, embriyo.

aleka

  • (Çoğulu: Alekat) Yapışkan balçık, çamur.
  • Kan pıhtısı.
  • Uyuşmuş kan.
  • Sülük.

arig

  • Kırılma, gücenme. (Farsça)
  • Kıskançlık, kin, nefret, adavet, düşmanlık. (Farsça)

ateş-i seyyal-i memat / ateş-i seyyâl-i memat

  • Ölümün akışkan (akıcı) ateşi.

azam

  • (Çoğulu: Azamât) Kin, husûmet, adâvet, garaz, fena niyet.
  • Öfke, hiddet.
  • Kıskançlık.

bahr-i ebyaz

  • "Beyaz Deniz" İskandinavya Yarımadasının doğusunda Kanin Yarımadasına kadar olan deniz.

bahr-i muhit-i şimali / bahr-i muhit-i şimalî

  • İskandinavya Yarımadasının batısından İngiliz Adalarına kadar uzanan deniz.

büleğa-yı muanidin, hasidin / büleğâ-yı muânidîn, hâsidîn

  • İnatçı, kıskanç belâgatçiler.

butha

  • İyi huy, güzel haslet. Müsbet alışkanlık.

cadd

  • (Câdde) Ciddi, çalışkan, azimli.

çevik çalak

  • Hareketli, çalışkan.

ciriyya

  • Tabiat, mizac, fıtrat, yaradılış.
  • Huy, haslet.Adet, alışkanlık.

cürun / cürûn

  • Bezin eskimesi.
  • Yumuşak olmak.
  • Bir nesne aşınmak.
  • Alışkanlık, itiyat.

daravet

  • Adet, alışıklık, alışkanlık.

dinar / dînâr

  • Bir miskal (4.8 gram) ağırlığındaki altın para.

ehl-i adavet ve haset / ehl-i adâvet ve haset

  • Düşmanlık besleyenler ve kıskananlar.

fa'al / fa'âl / فعال

  • (Mübalâgalı ism-i fâil) Çok işleyen ve çalışan. Durmayıp işleyen. Çalışkan. Devamlı iş yapan.
  • Hareketli, çalışkan. (Arapça)

faal

  • Çalışkan, işleyen.

faalane / faalâne

  • Çalışkanca.

faaliyet

  • Çalışkanlık, çalışma.

fistan

  • Kadınların bellerinden aşağı giydikleri geniş ve uzun elbise. Ayrıca Arnavutlarla Rumların, dizlerine kadar giydikleri kırmalı elbiseye de bu ad verilir.
  • Direklerin güverte ıskaçalarını sudan muhafaza için üzerine kalın bırandadan çevrilen kılıf.

gavvas

  • Çok gayretli. Çalışkan.
  • Suya dalan.
  • İnci arayan dalgıç.

gayret / غيرت

  • Dikkatle ve sebatla çalışmak.
  • Kıskanmak, çekememek.
  • Hareketli ve temiz hislerle çalışmak.
  • Dine, imana, namus gibi kıymetlere tecavüz edenlere karşı müdafaa için harekete gelmek.
  • Çaba, çalışma arzusu, kıskanma duygusu.
  • Çaba. (Arapça)
  • Kıskançlık. (Arapça)

gayret-mend

  • Gayretli, çalışkan. (Farsça)

gayret-şiar

  • Gayretli. çalışkan. (Farsça)

gayretkeş / غيرتكش

  • Çalışkan, çabalayıcı.
  • Bir tarafı tutan, taraftar.
  • Kıskanç.
  • Gayretli. (Arapça - Farsça)
  • Kıskanç. (Arapça - Farsça)

gayur

  • Hamiyetli. Çok çalışkan. Dayanıklı. Çok gayretli.
  • Kıskanç. ("Gayyur" diye yazılması yanlıştır.)

gayuran

  • (Tekili: Gayur) Çalışkanlar, gayretkeşler, gayretliler.

gayurane

  • Gayretli olan kimseye yakışır şekilde, çalışkan kimseler gibi. (Farsça)

gayyur / gayyûr

  • Gayretli, çalışkan.
  • Gayretli, çalışkan.
  • Gayretli, çalışkan.

gurre

  • Parlaklık. Her şeyin başlangıcı. Bu cihetle, kameri ayların ilk günlerine gurre-i şehr denilmiştir. Köleye, cariyeye ve malların en güzidelerine, gurret-ül emval denir. Güzel parlak yüze, vech-i agarr; açık ve nurani alına, cebhe-i garra denir ki, aynı asıldan müştaktırlar.
  • Fık: İska

haddam

  • Muvaffakiyetli kişi.
  • İşlerinde başarılı ve becerikli kimse.
  • Çalışkan ve gayretli olan.
  • Hademe, hizmetçi.

handemu'tad

  • Devamlı gülmeye alışmış olan, her zaman gülme alışkanlığı olan. (Farsça)

haris-i gayur / hâris-i gayur

  • Çalışkan ve gayretli çiftçi.

hasadet / hasâdet / حسادت

  • Hasedcilik, kıskançlık. Çekememezlik.
  • Kıskançlık. (Arapça)

hased / حسد

  • Kıskançlık.
  • Kıskanmak, çekememek. Allahü teâlânın bir kimseye ihsân ettiği nîmetin, onun elinden çıkmasını istemek. Zararlı bir şeyin ondan ayrılmasını istemek, hased olmaz, gayret olur.
  • Haset, kıskançlık, çekememezlik.
  • Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak.
  • Haset, kıskançlık.
  • Kıskançlık. (Arapça)
  • Hased etmek: Kıskanmak. (Arapça)

hasede

  • (Tekili: Hâsid) Kıskananlar, hased edenler, çekememezlik edenler.

haset

  • Kıskançlık.

hasid / hâsid / حاسد

  • Hased eden, kıskanan.
  • Haset edilen, kıskanç.
  • Haset eden, kıskanan.
  • Kıskanç. (Arapça)

hasidane / hâsidane

  • Kıskanarak, kıskançlıkla. Hased edercesine. (Farsça)

hasud / hasûd / حسود

  • Çok kıskanç.
  • Kıskanan.
  • Kıskanç. (Arapça)

hasudane / hasûdâne / حسودانه

  • Kıskançlıkla, hasetçilikle, hasud olan kimseye benzer surette. (Farsça)
  • Hased ederek, kıskanarak.
  • Kıskanırcasına.
  • Kıskanarak, kıskançlıkla. (Arapça - Farsça)

hasudi / hasudî / hasûdî / حسودی

  • Kıskançlık, çekememezlik, hasetçilik.
  • Kıskançlık. (Arapça - Farsça)

hatra

  • Nehirlerde işleyen vapurların iskandil direği.

hayrhahlık

  • Başkasının iyiliğini istemek. Allahü teâlânın nîmetinin bir kimsenin elinde devamlı kalmasını veya onun böyle bir nîmete kavuşmasını dilemek. Hasedin, kıskançlık ve çekememezliğin zıddı.

helime / helîme

  • Buğday ve pirinç gibi bazı hububatın kaynamasıyla hâsıl olan koyu ve yapışkanlı su.

hilaf-ı adet / hilâf-ı âdet

  • Alışkanlık dışı, her zamanki âdetin tersine.

hussad

  • Hased edenler. Kıskananlar.

i'tiyad

  • (İtiyat) Alışkanlık. Huy. Âdet. Âdet edinmek.

içtimaat-ı ünsiyetkarane / içtimâât-ı ünsiyetkârâne

  • Toplu alışkanlıklar ve hoşlanılan kalabalıklar.

ikame / ikâme

  • Oturtmak. Mukim olmak. Yerleştirmek. İskân eylemek. Bulundurmak. Meydana koymak. Vücuda getirmek. Dâva açmak. Ayağa kaldırmak. Kıyam etmek.
  • Yerleştirmek, iskan etmek, vücuda getirmek.

ilzam

  • Muaraza veya muhakemede delil göstererek muhalifini susturmak, iskât etmek. Söz ve fikirde galibiyet. İltizam ettirmek. İsnad ve isbat etmek.

ince donanma

  • Tar: Hafif gemilerden meydana gelen donanma. Bunun yerine "Hafif Donanma" da denilir. Bunların en meşhurları: Uçurma, varna, beş çifteleri, karamürsel, aktarma, üstüaçık, çiftekayığı, brolik, celiyye, çamlıca, kütük, at kayığı, kancabaş, âyaska, işkampaviya, şahtur, çekelve, kırlangıç, firkate, kali

işgüzar

  • Becerikli, çalışkan. (Farsça)
  • Kendini göstermek için gerekmezken işe karışan. (Farsça)
  • Çalışkan.

ıska

  • (Bak: İska)

işkampaviya

  • İtl. Harp gemilerinden asker naklinde kullanılan en büyük filika. İşkampaviya'lar sandal büyüklüğünde, yalnız ondan daha geniş ve yüksekti. Karaya asker sevkiyatında, gemiye erzak ve levâzım alınmasında kullanıldığı gibi eskiden donanmaya su alınacağı zaman su ile doldurulur, diğer bir filika yedeği

iskan / iskân / اسكان

  • Yerleştirme. (Arapça)
  • Yerleştirilme. (Arapça)
  • İskân edilmek: Yerleştirilmek. (Arapça)
  • İskân etmek: Yerleştirmek. (Arapça)

iskarlat

  • İtl. Eski devirlerde Venedik mensucatından, boyası has ve kumaşı dayanıklı bir nevi çuhanın adı idi ve şarkta pek makbuldü. Yeniçeri Ocağı ileri gelen ağalarına, sekbanbaşıya ve yeniçeri kâtibine her sene bu çuhadan verilir veya bedeli para olarak tahsis olunurdu. Bu paraya da "İskarlat bedeli" deni

iskat / iskât / اسكات

  • (Bak: Iskat)
  • Susturma. (Arapça)
  • İskât etmek: Susturmak. (Arapça)

ıslah-ı nefs / ıslâh-ı nefs

  • Kötü huyları, fenâ alışkanlıkları ve yaramaz işleri bırakıp, iyi huyları, güzel işleri, kulluğa yakışan tâat ve ibâdetleri yapma.

istar

  • Yüzletme, astar çekme.
  • (Çoğulu: Esâtir) Altıbuçuk dirhem ağırlığında (19.5 gr.) bir ölçü.
  • Dört tane.
  • Dört veya dört buçuk miskal.

itiyad / îtiyad / itiyâd / اعتياد

  • Alışkanlık.
  • Alışkanlık.
  • Alışkanlık. (Arapça)
  • İtiyâd kesb etmek: Alışkanlık kazanmak. (Arapça)

itiyat

  • Alışkanlık.

iva'

  • Barındırma, kondurma. Yerleştirme, oturtma, iskân ettirme.

izzet-i islamiye / izzet-i islâmiye

  • İslâmi izzet. Müslüman olanın her hususta daha şerefli, daha çalışkan, daha izzetli olması hâleti. Diğer dinlerdekilerden ve dinsizlerden izzetli ve şerefli olmaları hâleti.

kalb selameti / kalb selâmeti

  • Kalbin kibir, riyâ, kıskançlık, kin ve düşmanlık gibi kötü düşüncelerden kurtulup, iyi ahlâk ile ahlâklanması.

kecnazar

  • Kıskanç, hasetci. (Farsça)
  • Eğri bakışlı. (Farsça)

kelbiyyun

  • Kalenderane yaşamayı alışkanlık haline getiren meşhur Diyojenin de içinde bulunduğu bir fırka. Bunlara Kelbiye tâifesi veya Melâmiyyun da denir.

kesb-i muarefe

  • Tanımak, alışkanlık kazanmak.

kırat-ı urfi / kırât-ı urfî

  • Kullanılması âdet olan ve hükûmetin kabûl ettiği miskâl ve dirhemden küçük bir ağırlık birimi.

lasıb

  • (Çoğulu: Levâsıb) Yapışkan.
  • Dar ve derin kuyu.

lasık

  • Yapışık, yapışmış olan. Yapışıcı, yapışkan.

lazık / lâzık

  • Yapışkan, yapışıcı. Yapışmış olan.

lazuk

  • Yapışkan nesne.
  • Yapışkan balçık.

lesin

  • Ülfet, alışkanlık.

lüabi / lüabî

  • Tükrük ve salya ile alâkalı.
  • Salya gibi yapışkan.

lübna

  • Bal gibi yapışkanlı sütü olan bir ağaç.

lüzucet

  • Yapışkanlık. Yapışan, uzayan şeyin hali.

lüzuci / lüzucî

  • Yapışkan.
  • Kopmadan uzayan.

mahsud / mahsûd / مَحْسُودْ

  • Kendine hased edilen. Kıskanılan kimse.
  • Kendisine hased edilen, kıskanılan.
  • Kendisine hased edilen, kıskanılan.
  • Kıskanılan.
  • Hased edilen, kıskanılan.

maraz-ı kalbi / maraz-ı kalbî

  • Kalb hastalığı, bozuk îtikâd; kibir, hased (kıskançlık), kin ve riyâ (gösteriş) gibi kalb hastalıkları. Kalbin Allahü teâlâdan başka şeylere tutulması.

masik

  • Yapışkan.
  • Zapteden, istilâ eden, tutan.

me'lufat / me'lûfât

  • Alışkanlıklar.

mekaza / mekâza

  • Şiddetli mümârese. Alışkanlık.

meleke

  • Alışkanlık, yetenek, maharet, iktidar.
  • Yerleşmiş huy, alışkanlık, tabiat.

meleke-i hassasiyet

  • Hassasiyet melekesi; duyarlılık alışkanlığı, duyarlılık konusunda yatkınlık.

meleke-i marifet-i hukuk / meleke-i mârifet-i hukuk

  • Hukuk bilme alışkanlığı, pratiği.

meleke-i riayet-i hukuk

  • Hukuka uygun davranma alışkanlığı, pratiği.

meşaki

  • (Tekili: Mişkât) İçerisine lâmba, kandil gibi şeyler koymak üzere duvarda yapılan küçük hücreler, oyuklar.

mesakıb

  • (Tekili: Miskab) Delme âletleri, matkablar.

mesakıl

  • (Tekili: Mıskal) Cilâlayan veya parlatan âletler.

mesakil / mesakîl

  • (Tekili: Miskal) Miskaller, 1,43 dirhemlik ağırlık ölçüleri.

meskun / meskûn / مسكون

  • İskan edilen, içinde oturulan yer.
  • Yerleşilmiş, iskan edilmiş. (Arapça)

mezi

  • İlm-i Halde: Kadınla oynamak veya şehvetle yanına gelmek gibi hâllerde erkeğin tenasül cihazında zuhur eden yapışkan renksiz akıcı cisim. (Bu hâl abdesti bozar, gusül icab ettirmez)

minkaş

  • (Minkaşe) Cımbız, kıskaç.
  • Demir kalem.

miska

  • (Bak: MİSKAT)

muacciz

  • Sıkıcı. Bıktırıcı. Usandırıcı. Taciz edici. Rahatsız eden. Yapışkan. Sırnaşık.

muciddane / muciddâne

  • Büyük bir çalışkanlıkla. Gayret sahibi bir kimseye yakışır suret ve şekilde. (Farsça)

müfham

  • Susturulmuş, iskât edilmiş olan.

muhasede

  • (Hased. den) Birbirini çekememe, hased etme, kıskanma.

muhat

  • Burundan akan sümük.
  • Sümük gibi ve yapışkan cisim.

mülzem

  • Susturulmuş, ilzam ve iskât olunmuş, sükuta mecbur olmuş.
  • Lüzumlu görülmüş.

muskıt

  • (Çoğulu: Muskıtât) (Sukut. dan) Düşüren, ıskat eden.

muskıtat

  • (Tekili: Muskıt) (Sukut. dan) Düşürenler, ıskat edenler.

müstemleke

  • Başka bir devletin idaresi altında bulunan memleket. Hicret etmişlerle iskân edilmiş yerler. Sömürge.

müsteskal

  • (Sıklet. den) İstiskal edilen. Soğuk muamelede bulunulan. Kendisine kovarcasına muamele yapılan.

müsteski / müsteskî

  • (Saky. den) Karnı su toplamış, istiska olmuş.

müsteskıl

  • (Sıklet. den) İstiskal eden. Birine karşı kovarcasına muamelede bulunan.

müsteskılane / müsteskılâne

  • İstiskal eden kimseye yakışır şekilde. (Farsça)

mütehasid

  • Birbirini kıskanan, çekemiyen. Birbirine hased eden.

mütekamilin / mütekâmilîn

  • Tekâmül etmiş olanlar. Kâmil ve olgun kimseler. Allah'ın emrine uygun şekilde hareketi alışkanlık hâline getirmiş olanlar.

mütelezzic

  • Lüzucetli ve yapışkan olan.

necaset-i kalile

  • Katı şeylerden ise miskalden; sıvı ise el ayası sahasından geniş olan necaset, namaza mânidir. Bu miktardan fazlası necaset-i galizadır.

nisab

  • Zekât ölçüsü, ölçü miktarı.
  • Üzerine zekât verilmesi farz olan mal miktarı.
  • Asıl, esas. Sermaye mal. Derece, had.
  • Fık: Altının nisabı: 20 miskal; gümüşünki 200 dirhem (yani 600 gram); koyun ile keçinin 40 adet; sığır, manda 30; ve devenin nisabı da 5'dir.
  • Bir m

okiyye

  • (Veya hemzenin hazfı ile "Vekiyye") Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Yerlere ve muhitlere göre değişir. Dörtyüz dirhem ağırlık. Yedi miskal veya kırk dirhem ağırlık. Şer'an kırk dirhem kabul edilmiş. En tanınmışı dörtyüz dirhemdir.

örf-i nas / örf-i nâs

  • İnsanların âdet edindikleri, beğendikleri alışkanlık hâlleri, an'aneleri ve telâkkileri. (Farsça)

perde-i ülfet

  • Alışkanlık perdesi.

pişe

  • İş, kâr. Meşguliyet. (Farsça)
  • Alışkanlık, huy, âdet. (Farsça)
  • Meslek, san'at. (Farsça)
  • "Huy edinmiş, alışmış" anlamlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hasenât-pişe : İyi şeyleri âdet edinmiş olan. (Farsça)

reb'

  • Ev, arazi. Barınılan, iskân olunan yer.

rekabet

  • Kıskanmak.
  • Hıfzetmek.
  • Gözetmek.
  • Terakkub üzere olmak, başkalarından ileri geçmeğe çalışmak, benzerleriyle üstünlük yarışına çıkmak.
  • Kendi işini yürütmeğe çalışmak.

reşk / رشك

  • Kıskanma. Kıskanmayı uyandıran. Kıskanılmış. Hased ve gıpta veren.
  • Kıskançlık. (Farsça)

reşk-aver / reşk-âver

  • Hasede düşüren, kıskanmayı uyandıran. (Farsça)

reşk-endaz / reşk-endâz

  • İmrendirici, gıpta ettirici. Kıskandırıcı. (Farsça)

reşk-i alem / reşk-i âlem

  • Herkesi kıskandıracak kadar üstün durumda olan.

reşkaver / reşkâver / رشك آور

  • Kıskandırıcı. (Farsça)

reşkin

  • Kıskanç. Kıskanan. Hased eden. Hâsid. (Farsça)

rızkımecazi / rızkımecazî

  • Alışkanlık sebebiyle ihtiyaç hâline gelen anormal rızık.

rukye

  • Şifâ âyetleri ve duâlarını yazmak, okuyup hasta üzerine üflemek. Mıska.

şeytani pişe / şeytanî pîşe

  • Şeytana benzer, şeytanca iş, huy, alışkanlık.

seyyal / seyyâl / سيال

  • Akışkan. (Arapça)

su-i itiyat / sû-i itiyat

  • Kötü alışkanlık.

sükna / süknâ

  • İskan etme, oturma.

teamül / teâmül

  • İ'tiyâd, alışkanlık olarak yapılagelen şey.

telezzüc

  • (Lüzucet. den) Yapışkan olma.
  • Çekilip uzanmak.

temhid

  • (Mehd. den) Döşeme, yayma, düzeltme.
  • İskân etme.
  • Bir maddede özür, bahane beyan eylemek.
  • Özür sahibinin özrünü kabul ile tasdik eylemek.
  • Serd etme, izah etme, arz etme.
  • Mukaddeme yapma. Hazırlama.

terk-i adet / terk-i âdet

  • Alışkanlığı terk etme.

ülfet / الفت

  • Alışkanlık.
  • Alışma, alışkanlık. Birisiyle münasebette bulunmak. Ünsiyet. Ahbablık, dostluk. Huy etme. Görüşme, konuşma.
  • Alışma, alışkanlık.
  • Alışkanlık.

ülfet peyda etme

  • Alışkanlık kazanma.

uluf

  • (Tekili: Elf) Binler, bin sayıları.
  • Ülfet ve ünsiyete ziyade meyyal ve alışkan olan.

üns

  • Alışkanlık, alışma.
  • Arkadaş. Hemdem.

ünsiyet / انسيت

  • Alışkanlık, dostluk. Birlikte düşüp kalkmak. Ahbablık.
  • Dostluk, yakınlık, alışkanlık.
  • Alışkanlık, dostluk.
  • Alışkanlık.

ünsiyyet

  • Alışkanlık, sokulganlık, düşüp kalkma.

vedi / vedî

  • İdrârdan sonra çıkan, yapışkan, beyaz ve bulanık koyu sıvı.

verzişkar / verzişkâr

  • Çalışkan. (Farsça)

vesail-i pürseyyal / vesâil-i pürseyyal

  • Çok akışkan sebepler, vesileler.

yehmur

  • Çok sözlü, çok konuşan adam.
  • Çok çalışkan ve işe cür'etli olan kişi.
  • Yeri götüren balık.

yemin-i lağv / yemin-i lâğv

  • Alışkanlıkla veya dil sürçmesiyle veya sehven yapılan yemindir (ki; şer'an kefâret lâzım gelmez).

yengeç

  • Çok ayaklı ve yan yan yürüyen, başının iki tarafında iki kıskacı olan deniz veya durgun sularda yaşayan bir küçük hayvan. (Türkçe)

yordam

  • t. Edâ.
  • Alâyiş, tantana, debdebe.
  • Meleke, çalım, çeviklik, alışkanlık, yatkınlık. Çabukluk.

yusuf

  • Hz. Yakub'un (A.S.) oniki oğlundan en küçüğü idi. Babası kendisini çok severdi. Gördüğü bir rüyayı babası tabir ederek peygamber olacağını ve bütün kardeşlerinin kendisine itaat edeceklerini söyledi. Kardeşleri kendisini kıskandıkları için bir hile ile izini kaybetmek istediler ve bir kuyuya attılar

zebg

  • Yaramaz huy, kötü alışkanlık.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın