REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te önünde ifadesini içeren 102 kelime bulundu...

adalet / adâlet

  • Her işte hakkı gözetme ve orta yolu tutma. Haklıya hakkını verme. Haksızlıktan sakınma. Zulmün zıddı, kânun önünde eşitlik.

akademi heyeti muvacehesinde

  • Aydın, âlim ve bilginlerden oluşan ilmî kurul önünde, karşısında.

akve

  • Evin önündeki açıklık, meydanlık. Avlu.

ala ruusi'l-eşhad / alâ ruûsi'l-eşhad

  • Şahitlerin gözü önünde.

ala-mele'in nas / alâ-mele'in nas

  • Herkesin önünde. Halkın huzurunda.

ala-ruus-ileşhad / alâ-ruus-ileşhad

  • Aleme karşı. Herkesin gözü önünde. Halkın önünde.

alani / alânî

  • Açıkta, meydanda, herkesin gözü önünde.

alaniyeten / alâniyeten

  • Herkesin önünde, açıkça, alânen.

aleniyye

  • Açık, aleni, göz önünde.

aleniyyet

  • Göz önünde olma.

aleyhdar

  • Onun tersi yönünde, karşı.

anun / anûn

  • İsyankâr, kavgacı.
  • Davarların önünde yürüyen davar.

asla'

  • Başının tepesinde ve önünde kıl olmayan.
  • Küçük başlı.

bariz / bâriz

  • Açık, göz önünde, besbelli.

bevah

  • Aşikâr, meydanda, belli. Herkesin gözleri önünde.

bugra

  • Turna kuşu veya turna kuşu sürüsünün önünde uçan turna horozu. (Farsça)

cahi / cahî

  • (Cahiye) Aşikar, aleni, açık, meydanda ve herkesin gözleri önünde olan.

canibinde / cânibinde

  • Yönünde, tarafında.

ceşir

  • Büyük çuval.
  • Ev önünde davar yürüyecek yer.

cihetinde

  • Yönünde.

ciran

  • (Çoğulu: Cürün) Devenin boynunun önünde boğazlanacak yerinden boğazı çukuruna kadar olan yer.

dehri / dehrî

  • Zaman yönünden, çağları içine alan.

derpiş / derpîş / درپيش

  • Önde olan, göz önünde bulunan. (Farsça)
  • Göz önünde, en önde.
  • Göz önünde. (Farsça)
  • Derpîş edilmek: Göz önünde bulundurulmak. (Farsça)
  • Derpîş etmek: Göz önünde bulundurmak. (Farsça)

dikkat-i nazara alınsa

  • İnceden inceye düşünülse, göz önünde bulundurup bakılsa.

düello

  • İtl. Hakareti tamir için iki kişi arasında hususan Avrupa'da ve şâhitler önünde yapılan silâhlı çarpışma.
  • Hakareti tâmir maksadıyla iki kişi arasında ve şâhitler önünde yapılan silâhlı çarpışma.
  • Şahitler önünde iki kişinin silahlı çarpışması.

enzar-ı mahlukat önünde / enzâr-ı mahlûkat önünde

  • Bütün varlıkların gözleri önünde.

far

  • Otomobil, kamyon gibi nakil vasıtalarının önündeki kuvvetli lâmbalar. (Fransızca)

gaib

  • Göz önünde bulunmayan, hazırda olmayan. Kaybolmuş olan. Görünmeyen âlem.
  • Gr: Üçüncü şahıs, hazırda olmayan kimse.

gaybubet / gaybûbet / غَيْبُوبَتْ

  • Göz önünde olmayış, yokluk.
  • Göz önünde olmama, kaybolma.

gıyab / gıyâb

  • Görünmemek. Göz önünde olmamak.
  • Hazırda bulunmamak.
  • Bilinmeyen şeyler.
  • Arka. Arkasından.
  • Göz önünde bulunmama.

hakim-i müdakkik / hakîm-i müdakkik

  • Konuları gaye, fayda ve san'at yönünden dikkatli bir şekilde araştıran hikmetli kişi.

hasm-ı ca'li / hasm-ı ca'lî

  • Huk: Hakikatta hasım olmadığı halde, hasım imiş gibi hâkim önünde husumeti kabul eden kimse.

hatıra-i hakikat

  • Hakikate ulaşma yönünde yaşanmış bir hatıra.

hayz

  • Sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son dakikasından îtibâren tam temizlik (hiç kan gelmeden en az on beş gün) geçmiş olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre en az üç gün (ilk görülmesinden îtibâren yetmiş iki saat), en çok on gün devâm eden kan.

hazır / hâzır

  • Huzurda olan, göz önünde olan. Amade ve müheyya olan. Gaib olmayan.
  • Müstaid olan.
  • Her yerde hazır bulunan Allah.
  • Meydanda, göz önünde olan.

hazirin / hazirîn

  • (Tekili: Hâzır) Meydanda, gözönünde olanlar, huzurda bulunanlar.

hazırun / hazırûn / hâzırûn

  • Meydanda olanlar, gözönünde olanlar. Mevcut ve hazır olanlar.
  • Meydanda, gözönünde olanlar.
  • Hazır olanlar.

herkül burcu

  • Gökyüzünün kuzey yönünde Herkül ismi verilen bir yıldız kümesi.

hikmetçe

  • Hikmet yönünden; belli bir amaç ve hedefe yönelik olarak.

hilkatçe

  • Yaratılış yönünden.

hutta

  • Darp, vurmak.
  • Zor iş.
  • Başın önünde olan saç örgüsü.

huzur / حُضُورْ

  • Hürmete lâyık zâtın önünde hazır bulunma.

huzur-u mehakim / huzur-u mehâkim

  • Mahkemelerin önünde durma.

huzzar / huzzâr

  • (Tekili: Hâzır) Hazır olanlar, hazır bulunanlar, huzurda ve gözönünde olanlar.

igtirab

  • (Gurbet. den) Gurbete gitme.
  • (Güneş, Ay vb. seyyareler) batma.
  • Göz önünden kaybolma.

ilmen

  • İlim yönünden.

kabilesinden

  • Bir konunun sınırları içinde yer alması yönünden; türünden.

kaid

  • (A, uzun okunur) Süren. Sevkeden.
  • Koyunların önünden giden ve "Küsem" denilen koyun.
  • Yedeğine alıp çeken. Çavuş. Serasker, kumandan.
  • Sıradağ.
  • Geniş ark.

kaside-i bürde

  • Hazret-i Peygamber (A.S.M.) önünde meşhur Arab Şâiri Ka'b bin Züheyr'in okuduğu kasidenin adı olup, bu kasideyi Peygamber Aleyhissalâtü vesselâm beğenmiş, mükâfat ve iltifat eseri olarak da kendi hırkasını ona giydirdiğinden bu isimle meşhur olmuştur.

kayıd

  • (Çoğulu: Kıvâd-Kâde-Kavâyid) Çekici, çeken.
  • Çavuş.
  • Koyunların önünde yürüyen "kösem" dedikleri koyun.

kelamın kuyudat ve keyfiyatı / kelâmın kuyudat ve keyfiyatı

  • Kelâmın küllünü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla, bunların sarf ve nahiv yönünden hususiyetleri. Meselâ: Müzekkerlik - müenneslik, mârifelik - nekrelik, mübtedâ - haber, sıfat - mevsuf gibi.

kusas

  • Saçın önünde ve ardında nihayeti.

kuyud ve hey'at / kuyud ve hey'ât

  • Bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.

kuyudat / kuyûdât

  • Kayıtlar; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.

kuyudat-ı kelam / kuyûdât-ı kelâm

  • Sözün kayıtları; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.

lombar

  • ing. Harp gemisinin topun ağzı önündeki deliği.

main

  • Saf, akar su.
  • Göz önünde akan su.
  • Cennet şerbeti.
  • Zâhir, görünen.
  • Göz değmiş, nazar değmiş.

makamen

  • Makam yönünden.

manevi tevatür / mânevî tevatür

  • Yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan bir topluluğun bir hadis-i şerifi mânâ yönünden aktarması veya aktarılırken susmak suretiyle doğruluğunu tasdik etmesi.

mecrur / mecrûr

  • Çekilen, sürüklenen; gr. başına geldiği câr harfiyle önündeki fiilin mânâsı kendine bağlanan ve daima esreli okunan kelime.

mesnuniyet cihetiyle / mesnûniyet cihetiyle

  • Yaş yönünden; yaşın küçük olması bakımından.

mihrab

  • Camide imamın namaz kılarken cemaatin önünde durduğu yer.
  • Şiddetli harbeden cengâver. Bahadır.
  • Evin şerefli yüksek yeri, çardak.
  • Meclisin sadrı ve ekrem mevzii.
  • Mc: Harb âleti.
  • Orman.
  • Melikin hususi makamı.
  • Mc: Şeytan ve hevâ ile muhare

mu'cize-i maneviye-i kur'aniye / mu'cize-i mâneviye-i kur'âniye

  • Kur'ânın mânevî mu'cizesi, mânâ ve içerik yönünden mu'cize olma.

muhazat / muhâzât

  • Kadının aynı imâma uymuş olan erkeğin önünde veya hizâsında bulunması.

müsavat-ı hukuk

  • Hukuk önündeki eşitlik.

mütevatir-i bilmana / mütevâtir-i bilmâna

  • Mânevî tevatür; yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan bir topluluğun bir haberi, olayı veya hadis-i şerifi mânâ yönünden aktarması veya aktarılırken susmak sûretiyle doğruluğunu tasdik etmesi.

muvacehe-i seadet / muvâcehe-i seâdet

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek kabrinin bulunduğu Hücre-i Seâdetin (odanın) kıble tarafında ziyâret sırasında önünde durulan duvar.

muvacehesinde

  • Karşısında, önünde, çerçevesinde.

nahil

  • Hurma ağaçları, hurmalık.
  • Hurma ağacı.
  • Balmumundan yapılan ağaç, yapraklı dal ve yemiş taklidi işlere denir ki, sathı altın ve gümüş yapraklarla süslenerek, eskiden gelin giderken önünde alayla götürülür ve gelin odalarına süs olarak konurdu.

nazar-ı dikkate alınma

  • Göz önünde bulundurulma.

nazar-ı dikkate almak

  • Dikkate almak, göz önünde bulundurmak.

nazar-ı müşahede

  • Göz önünde, göze görünecek şekilde.

nazmşiken

  • Düzensiz; nazım yönünden uyumsuz, tertibi bozuk.

necaset / necâset

  • Aslı îtibâriyle veya sonradan meydana gelen bir sebeble pis olan şeyler. Namaza mâni olup olmama yönünden; hafif necâset ve kaba necâset, görülüp görülmeme yönünden; mer'î (görülen) ve gayr-i mer'î (görülmeyen) ve akıcı olup olmama yönünden; mâî (akı cı) ve câmid (katı) olmak üzere kısımlara ayrılır

negatif

  • Mat: Sıfırdan küçük, önünde eksi işareti bulunan sayı. Menfi. (Fransızca)
  • Gerçekteki karanlık ve aydınlık kısımları tersine gösteren fotoğraf camı veya filmi. ( Bak: Menfi) (Fransızca)

neseb

  • Soy, şecere. Çocuğu ana ve babaya bağlayan kan bağı. Ekseriya baba yönünden olan yakınlık için kullanılır. Babalar ve yukarıya doğru büyük babalar ile oğullar ve aşağıya doğru oğullar arasındaki alâkaya amûdî yakınlık; erkek kardeşler ile bunların oğ ulları ve amca oğulları arasındaki alâkaya ufkî y

nesebi / nesebî

  • Soy yönünden, neseble ilgili olarak.

perde-i izzet

  • İzzet ve büyüklüğün önündeki perde.

perde-i izzet ve azamet

  • İzzet ve büyüklüğün önündeki perde.

perde-i tasarrufat / perde-i tasarrufât

  • Varlıklar üzerindeki işlemlerin önündeki perde.

piş-i nazara getirmek

  • Göz önünde bulundurmak.

revak

  • (Rivak) Ev önündeki saçak.
  • Kemer. Kubbe. Çardak. Önü açık, üstü örtülü yer.

sahih kan / sahîh kan

  • Sekiz yaşını bitirip, dokuz yaşına bastıktan birkaç gün veya ay, yâhut seneler sonra, sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son dakikasından îtibâren tam temizlik (on beş gün) geçmiş olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre, en az üç gün (ye tmiş iki saat) devâm eden kan; hayız ve aybaşı ka

şahsiyet-i zahiri / şahsiyet-i zahirî

  • Görünürdeki, dışa yansıyan yönündeki şahsiyet, kişilik.

san'aten

  • San'at yönünden.

sanem

  • Kâfirlerin, önünde ibadet ettikleri heykel, put.
  • Mc: Çok güzel olan.
  • Putperestlerin İlâhı.
  • Kâfirlerin önünde ibadet ettikleri heykel, put, put severlerin ilâhı, çok güzel kadın.

secfan

  • Ev önünde olan perdenin iki kanadı.

seciyeten

  • Huy ve karakter yönünden.

sehve

  • Ev önünde yapılan sofa.
  • Gevşek yürüyüşlü deve.

şekl-i hazır / şekl-i hâzır

  • Göz önünde bulunan şekil.

şıkk

  • İkiye bölünmüş bir şeyin bir parçası.
  • Bir işin iki yönünden her biri.

şürta

  • (Çoğulu: Şurat-Şuratâ) Malı mülkü ile tanınan meşhur bir kimse.
  • Askerin önünde yürüyüp düşman ile evvel cenk eden taife. Öncü kuvvet.

taallün

  • Aleni, âşikâr, meydanda olma. Herkesin gözü önünde gibi bilinme.

talia

  • Casus.
  • Nişancı. Asker önünden giden tabur.
  • Rehber, kılavuz; kafilenin önünde giden.

tasvir etme

  • Birşeyi sözle veya yazıyla anlatma, göz önünde canlandırma.

tasviri / tasvîri

  • Tasarlanması, göz önünde canlandırılması, betimlenmesi.

teke

  • Keçilerin erkeği. Sürü önünden giden kösemen. (Farsça)
  • Bir cilt defter. (Farsça)
  • Tezek. (Farsça)

temsili / temsilî

  • Temsile dair ve müteallik. Bir şeyi göz önünde canlandıran.

tevatür-ü bilmana / tevatür-ü bilmânâ

  • Mânâ yönünden tevatür derecesinde olan.

ur

  • Önünde hendek olan istihkâm. Yüksek ve müstahkem yer, toprak tabya. Burç.

vazifeten

  • Vazife yönünden.

zere'

  • Başın önünde vâki olan beyazlık.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın