REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te öle ifadesini içeren 232 kelime bulundu...

a'bad

  • Köleler.

a'bide

  • (Tekili: Abd) Köleler. Abid.

abd / عبد

  • Kul, köle.
  • Kul, köle, Allah'ın kulu. Mahluk, insan. Hizmetçi. (Hür'ün zıddı). "Abd kelimesi Allah'ın bazı isimleriyle birleştirilerek erkek isimleri meydana getirilir. Abdullah (Allah'ın kulu). Abdulbâki (Ebedi olan Allah'ın kulu) gibi. Bu isimleri taşıyan insanlar buna lâyık olmaya çalışmalıdırlar."
  • Kul.
  • Köle.
  • Kul, köle, mahlûk. Tasavvufta kâmil müslüman.
  • Kul. (Arapça)
  • Köle. (Arapça)

abd-i memluk

  • Kul, köle.

abdullah

  • Allah'ın kulu, kölesi.

abid / abîd / عبيد

  • İbadet eden. Zâhid. Çok ibadet eden.
  • Köle.
  • Kullar. Köleler.
  • Kullar. (Arapça)
  • Köleler. (Arapça)

abık

  • Sebebsiz olarak sahibi yanından kaçan köle.
  • Civa. (Hg)

ağıt

  • Mersiye. Ölen kimse için söylenen ve onu öven ve üzüntüyü anlatan şiir. Ölen için ağlama. (Müslümanlıkta ölenin arkasından aşırı ağlayıp dövünme iyi değildir.)

ahrar / ahrâr

  • (Tekili: Hür) Hürler. Esir veya köle olmayan kimseler.
  • Silsilesinde esir veya köle bulunmayanlar.
  • Hürriyetçiler.
  • Hürler, esir ve köle olmayanlar.

aknan

  • (Tekili: Kınn) Kullar, köleler.

ani

  • (Çoğulu: Anat-Unât) Mütevazi, alçak gönüllü.
  • Köle
  • Meşgul.
  • Iztırab çeken. Muztarib.
  • İşçi.
  • Müfettiş.
  • Tahsildar. (Müennesi: Aniye)

asabe

  • Baba tarafından akrabâ, hısım. Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde hisse (pay) takdîr edip bildirdiği vârislerden (Eshâb-ı ferâizden) sonra gelen ve belli bir payı olmayıp artan malı almaya hak kazanan, ölene erkek vâsıtasıyla bağlanan erkek akrabâ veya bâzı durumlarda bunlar gibi vâris olan kadınlar.

ashab

  • Hz. Peygamber'i mümin olarak gören ve o iman üzere ölen kimseler.

ashab-ı feraiz / ashâb-ı ferâiz

  • Mirascılar. Ölen kimsenin malında hissesi olan akrabâları.

asl-ı meyyit

  • Huk: Ölen kimsenin babası, babasının babası ve ilh...

atım / âtım

  • Ölen, mahvolan.

atk

  • Esiri serbest bırakmak. Köleyi âzat eylemek.

azad

  • Serbest. Hür. Kimseye bağlı olmayan. Kölelikten kurtulmuş olan. (Farsça)
  • Dünya alâkasından kesilmiş. (Farsça)
  • Serbest fikirli. (Farsça)

azad etmek / âzâd etmek

  • Serbest bırakmak, hürriyetine kavuşturmak, kölelikten kurtarmak.

azrail

  • Ölüm meleği. Dört büyük melekten biridir, ölenlerin ruhlarını almak görevi vardır. Diğer bir ismi de "melek-ül mevt: Ölüm meleği"dir. Yeryüzünde hayatın var olması, insanın yaratılışı tesadüfle açıklanamıyacağı gibi, ölüm de tesadüfle açıklanamaz. Hayatı yaratan ölümü de yaratmıştır. Hayat gibi ölüm

basübadelmevt

  • Ölemden sonra diriliş.

batalese

  • Ptolemeos soyundan gelen hükümdarlar.

beda'

  • Fikir, rey.
  • Çöle çıkmak.

bedel-i rakabe

  • Huk: Kölenin sahibi tarafından azad edilmesi için, şahsı yerine geçen kıymeti veya nefsi karşılığında vermeyi kabullendiği ıtk veya kitabet akçesi.

bende / بنده

  • Bağlı, esir, köle, hizmetçi, kul.
  • Bağlanmış olan. Köle. Esir. Hizmetçi. Hizmetkâr. Kul. (Farsça)
  • Kul. (Farsça)
  • Köle. (Farsça)

bende-hiride / bende-hirîde

  • Satın alınmış köle.

bende-i ferman / bende-i fermân

  • Emir kulu, ferman kölesi.

bende-i halka-beguş / bende-i halka-begûş

  • Kulağı halkalı olan köle, esir.
  • Mc: İtaatli, muti'.

bende-zade

  • Köle çocuğu. (Farsça)
  • Mc: Çocuğunu onun kölesi yerinde tutup mütevâzi muâmelede bulunan. (Farsça)

bendegan / bendegân / بندگان

  • Kullar. (Farsça)
  • Köleler. (Farsça)

bendegi / bendegî / بندگى

  • Kölelik. Hizmetçilik.
  • Ubudiyyet, kulluk.
  • Kulluk. (Farsça)
  • Kölelik. (Farsça)

bendenüvaz

  • Kölesini iltifatlandıran, adamını taltif eden. (Farsça)

bendeperver

  • Köle besleyici, adam besleyici. (Farsça)

bendezade / bendezâde / بنده زاده

  • Köle çocuğu. (Farsça)
  • Benim çocuğum. (Farsça)

bendide

  • Esir, köle. (Farsça)
  • Bağlı, bağlanmış. (Farsça)

benul-a'yan / benûl-a'yân

  • İslâm mîrâs hukûkunda; ölenin aynı ana ve babadan olan erkek ve kız kardeşlerinden her biri.

berde / برده

  • Köle. (Farsça)

berdegi

  • Esirlik, esaret, kölelik. (Farsça)

berzah

  • İki âlemin arası. Kabir. Dünya ile âhiret arası.
  • Perde.
  • Sıkıntılı yer.
  • İki yer arasındaki geçit.
  • Mani'a, engel,. Ölen insanların ruhları kıyamete kadar berzah âleminde bulunurlar. Berzah büyük ve mânevi bir âlemdir. Dindar olup cennetlik olanlar, berzah âlemin

bilal-i habeşi / bilal-i habeşî

  • Resûl-i Ekrem'in (A.S.M.) müezzini idi. Sesi çok güzeldi. Ezan okurken çokları ağlardı. Kölelikten Hz. Ebu Bekir-i Sıddîk (R.A.) satın alıp azâd etmişti. Her gazada hazır bulunmuştu. (Hi: 20) de dâr-ı bekaya göçtü. (R.A.)

bişar

  • Esir, kul, köle. Harpte teslim alınan kimse. (Farsça)
  • Altın, gümüş kakmalı işlemeler. (Farsça)
  • Takatsiz, dermansız, halsiz. (Farsça)

çaker / çâker

  • Kul, köle. (Farsça)

çakerane / çâkerâne

  • Kölecesine, köle gibi. (Farsça)

çakeri / çâkerî

  • Abd'e, köleye ait. (Farsça)
  • Kölelik. Kulluk, abdlik, esirlik, cariyelik. (Farsça)

canbeleb

  • Ölecek halde, canı dudakta.

cariye / câriye

  • Harbde esir alınıp İslâm memleketine getirilen kadın köle.

celib

  • Satmak için bir yerden toplanılan şeyler.
  • Esir, köle, cariye. Satılık esir.

çenber

  • Daire, def ve kalbur gibi şeylerin tahtadan olan dairesi. (Farsça)
  • Fıçı ve tekerlek gibi şeylere takviye edip, dağılmalarını önlemek için etrafını çevirecek tarzda geçirilen demir veya tahta halka. (Farsça)
  • Başa ve boyna bağlanan yemeni. (Farsça)
  • Esirlik, bağlılık, kölelik. (Farsça)
  • Geo: Bir düz (Farsça)

ceşn

  • Ziyafet, şölen. (Farsça)
  • Îd, bayram. (Farsça)

çeşn

  • (Çeşen) Bayram, îd. (Farsça)
  • Düğün. (Farsça)
  • Ziyafet, şölen. (Farsça)

delta

  • yun. Nehirlerin taşıdığı toprakların (alüvyonları) akarsuyun, denize veya göle döküldüğü yerde yığılmasıyla meydana gelen kısım.

deyn-i mütevassıt

  • Ticâret malı olmayan zekât hayvanları ile köle, ev, yiyecek, içecek gibi ihtiyâç maddelerinin satışları karşılığı ve binâların kirâ alacakları.

ebuk

  • Kaçmış köle.

ekol

  • (Ecole) Fikir üzerinde işleyen bir nevi mekteb. (Fransızca)
  • Bir üstadın talebeleri. Bir üstadın mesleği, tarzı. (Fransızca)

eme

  • (Çoğulu: İmâ-İmât) Câriye, kadın köle.

esaret

  • Esirlik. Kölelik. Kullara kendini teslim etmiş olmak. Başka milletten olanlara boyun eğmek.

eshab / eshâb

  • Mümin olarak Hz. Muhammed (s.a.v.)'i gören ve mümin olarak ölen müslümanlar. (Bak: ASHAB)

eshab-ı feraiz / eshâb-ı ferâiz

  • Ölen bir kimsenin mîrâsına (geriye bıraktığı mala) vâris (hak sâhibi) olan ve Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde hisselerini (paylarını) bildirdiği dördü erkek, sekizi kadın on iki kişi.

esir / esîr

  • Kul, köle. Harpte teslim alınan düşman. Teslim olan.
  • Köle. Savaşan iki taraftan birinin eline geçen karşı tarafa âit kimse.

esirane / esirâne

  • Esirce, kölece. (Farsça)

esiri / esirî

  • Esirlik, kölelik, kulluk.

esvar

  • (Tekili: Sur) Surlar, hisarlar, kaleler, kal'alar.
  • Ziyafetler, şölenler.

fariza / farîza

  • Borç, vazife. Allah'ın açık emri olup, yapılması şart olan vazife.
  • Fık: Ölen bir kimsenin mirasından mirasçılara düşen hisse, pay.

fasıl / fâsıl

  • Ayıran, bölen.

fasıla / fâsıla

  • Aralık, ara, bölme.
  • Ayıran, bölen, Kur'ân-ı Kerim âyetlerinin sonları.

fekk

  • Açmak. Ayırmak.
  • Kırmak.
  • Kaldırmak.
  • Kesmek.
  • El ve bilek, yerinden burkulup çıkmak.
  • Rehin verilen şeyi kurtarıp çıkarmak.
  • Köle azadetmek.
  • Pir-i fâni olmak.

fidye

  • Herhangi bir farzından birini yerine getirmeye gücü olmayan bir kimsenin Cenâb-ı Hak'tan özür dilemek kasdı ile, verdiği para veya sadaka.
  • Esir veya kölelikten kurtulmak için verilen para.
  • Fık: Fakirin sabahlı akşamlı bir günlük yiyeceği.

gılman / gılmân / غلمان

  • (Tekili: Gulâm) Bıyığı yeni bitmiş gençler.
  • Cennet'te hizmet gören delikanlılar.
  • Köleler, esirler.
  • Hizmet gören delikanlılar. Köleler, esirler.
  • Köle. (Arapça)
  • Genç, yeni yetme. (Arapça)

gılman ü cevari / gılman ü cevarî

  • Köleler ve cariyeler.

gılman-ı hassa

  • Tar: Padişahların hususi köleleri. Bunlara ilk zamanlarda "İç oğlanları", daha sonları da "İç ağaları" da denilirdi. Bunlar, "Enderun-u Hümayun" denilen ve sarayın Babussaade'den içeride bulunan kısmında hizmet ederler; derece ve hizmet itibariyle başka başka odalarda otururlardı. Bu odalar; Büyük v

gılme

  • (Tekili: Gulâm) Delikanlılar, gençler.
  • Esirler, köleler.

gulam / gulâm / غلام

  • Genç, delikanlı. Bıyığı henüz bitmemiş genç.
  • Esir, hizmetçi, köle.
  • Köle. (Arapça)
  • Genç. (Arapça)

gurre

  • Parlaklık. Her şeyin başlangıcı. Bu cihetle, kameri ayların ilk günlerine gurre-i şehr denilmiştir. Köleye, cariyeye ve malların en güzidelerine, gurret-ül emval denir. Güzel parlak yüze, vech-i agarr; açık ve nurani alına, cebhe-i garra denir ki, aynı asıldan müştaktırlar.
  • Fık: İska

hacetaş / hâcetaş

  • Eskiden bir efendinin müteaddit kölelerinden her biri. (Farsça)

haciz

  • Ayıran. Bölen.
  • Vücudun içindeki bazı uzuvları ayıran karın zarı gibi zarların adı.
  • Haczeden. Borcunu ödeyemeyenin diğer mallarına el koyan.
  • Tıb: Bâdemin içindeki bazı oyukları ayıran bölme zarlarına denir.

halkabeguş / halkabegûş / حلقه بگوش

  • Kulağı küpeli, kulağı halkalı. (Farsça)
  • Mc: Köle, esir. (Farsça)
  • Köle. (Arapça - Farsça)

hane-zad

  • Efendisinin evinde dünyaya gelmiş olan köle veya cariye çocuğu. (Farsça)

haşr-i emvat / haşr-i emvât

  • Ölenlerin dirilerek bir araya toplanmaları.

hayza

  • Tıb: Kolera denilen hastalık.

hazımlı

  • Mc: Tahammüllü, müsamahalı, tolerans sahibi.

hazkil aleyhisselam / hazkîl aleyhisselâm

  • İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden veya Allahü teâlânın velî kullarından biri. Yâkûb aleyhisselâmın oğullarından Lâvî'nin neslindendir. Mûsâ aleyhisselâmın vefâtından sonra gönderilen üçüncü peygamberdir. Allahü teâlâ, onun duâsı bereketiyle, ölen binlerce kişiyi diriltti.

hem-aver

  • Efendileri aynı olan köleler. (Farsça)
  • Arkadaş, refik. (Farsça)

heyne

  • Tıb: Kolera hastalığı.

heyza

  • Fazlaca kusma, istifra etme.
  • Tıb: Kolera hastalığı.

hidae

  • (Çoğulu: Hıdâ') Dölengeç kuşu.
  • Sarfetmek, harcamak.

hış'a

  • Doğum anında ölen annenin karnı yarılarak çıkarılan çocuk.

hizmet-i bendegane / hizmet-i bendegâne

  • Kölecesine hizmet etmek.

hür

  • Köle olmayan erkek.

hürr

  • Kimsenin baskısı, zorlaması olmadan meşru' dairede istediği gibi yaşayabilen.
  • Esir veya köle olmayan. Serbest.

i'bad

  • Kul etmek, köle yapmak.

i'tak

  • Esir, köle veya cariyeyi serbest bırakma.

ibak

  • Bir esirin, bir köle veya câriyenin sebepsiz olarak, sahibini bırakıp kaçması.

iddet

  • Bekleme süresi. İslâm hukukunda kocasından boşanan bir kadının 100 gün, kocası ölen bir kadının 130 gün bekleme müddeti. Bu müddet geçmeden başkasıyla evlenemez.
  • Kocası ölen kadının bekleme süresi.

iddet-i haml

  • Fık: Çocuk doğurmakla biten iddet. Kocası ölen veya boşanan gebe kadının, çocuğun doğmasını beklemesi demektir.

iddet-i vefat

  • Fık: Ölüm neticesinde icab eden iddet. Kocası ölen kadın hür ise 130 gün, cariye ise 65 gün iddet bekler.

iddifan

  • Kölenin, efendisinin yanından kaçması.

ifda'

  • Sahraya çıkmak, çöle çıkmak.

irkak

  • Köle edinme. Cariye veya köle satın alma.
  • İnciltme.

irs

  • Vefat eden kimsenin vâsi olup malını almak.
  • Ölen yakın akrabadan kalan mal, miras, mülk.
  • Bir şeyin artığı. Fâsıla nişanları.
  • Ölen kişinin mirasçılarına kalan mal veya para.
  • Veraset, soya çekim.

isar

  • Sargı, bağ.
  • Esirlik, kölelik.

ıskat

  • Düşürmek. Düşürülmek. Aşağı atmak. Hükümsüz bırakmak.
  • Silmek.
  • Ölünün azaptan kurtulması ümidi ile ölen kimse nâmına dağıtılan sadaka.

isti'bad

  • Köle edinmek, esir almak.

istirkak

  • (Rıkk. dan) Harbde düşman tarafından esir alma.
  • Köle edinme, bir kimseyi kendine köle olarak alma.

ıtak / ıtâk

  • Köle âzâd etmek, serbest bırakmak.

ıtk / عتق

  • Azad edilmek. Hürlük. Esir veya köle olanın serbest edilmesi. Azad olmak.
  • Kerem ve hüsn-ü cemâl. Asâlet ve necâbet. Şeref, şan ve kıdem. Kuvvet.
  • Âzâd etme, köle âzâd etme. (Arapça)

ıtk ala mal / ıtk alâ mal

  • Bir köle veya cariyenin kitabet suretiyle olmaksızın cins ve miktarı malum bir mal veya muayyen bir hizmet mukabilinde azad edilmesidir. Buna "Itk alâ cu'l" da denir.

ıtk-ı muallak

  • Bir şarta talik suretiyle vuku bulan ıtkdır. Bir kimsenin kölesine "şu işi yaparsan hürsün" demesi gibi ki, köle o işi yapınca azad olur.

ıtk-ı müneccez

  • Bir şarta muallak veya bir zamana muzaf olmaksızın derhal vuku bulan ıtkdır. Bir kimsenin memluküne hitaben "seni azad ettim." demesi gibi ki, onunla köle derhal hürriyetine kavuşur.

ıtk-ı müşterek

  • İki veya daha fazla kimsenin, mâlik oldukları bir köleyi azad etmeleridir.

ıtkname

  • Azad edilmiş olan köle veya cariyeye azad edildiklerini bildirmek üzere verilen vesika.

kablo

  • Telgraf, telefon hatlarında veya elektrik akımı iletmede kullanılan izole edilmiş tellerin bütünü. (Fransızca)

kabr

  • Ölen insanın defnedilmesi, gömülmesi için kazılan yer, mezar.

kabr azabı / kabr azâbı

  • Îmânsız ölenin ve günahkâr müslümanın kabre konulduktan sonra çektiği, nasıl olduğunu bilemediğimiz azâb, cezâ.

kahhar / kahhâr

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Düşmanlarından, cebbâr (kibirli, zorba, zâlim), inâdcı, nîmetlere nânkörlük edenleri öldürüp, onları zelîl (aşağı, hakîr) etmekle dünyâda kahreden, âhirette düşmanları olan kâfirlere ebedî; îmâ nlı ölen mü'minlere, af ve mağfiret etmezse (bağı

kalb-i bendeleri / kalb-i bendelerî

  • Size bağlı kalbim, sizin köleniz olan kalbim.

kanber

  • Hz. Ali'nin (R.A.) sâdık, vefakâr ve sevgili kölesinin adı.
  • Mc: Bir evin gediklisi.
  • Herşeye burnunu sokan, her düğün ve eğlencede bulunan bir adamdan kinâye olarak kullanılır.

kasım

  • (A, uzun okunur) Taksim eden, ayıran, bölen.

kasim / kasîm

  • Güzel kimse.
  • Taksim eden, bölen.

kasıtin / kasıtîn

  • (A, uzun okunur) Zulmeden ve haktan sapanlar.
  • Haklı olanlar.
  • Kısımlara bölenler.

kavari'

  • (Tekili: Karia) İnsan öleceği zaman, halet-i nezi'de okunan âyet-i kerime.
  • Şiddetli esen rüzgârlar.
  • Ansızın Allah tarafından gönderilen belâ ve musibetler.

kayd-i hayat

  • Yaşadığı sürece, ölene dek.

kayn

  • (Çoğulu: Kuyun) Demirci, haddad,
  • Kul, köle.

keffaret-i katl

  • Bir müslümanı veya bir zımmiyi amden değil de bir hata neticesi olarak öldüren bir müslümana lâzım gelen keffârettir ki; muktedir ise, bir mü'min köle âzad etmekten; buna muktedir değilse, iki ay muttasıl oruç tutmaktan ibârettir.

keffaret-i salat / keffâret-i salât

  • Kazâya kalmış namazları bulunan ve bunları îmâ ile dahi kılması mümkün iken kılmayıp ölen kimsenin kılmadığı namazlar için verilen keffâret.

keffaret-i savm

  • Ramazan-ı Şerifte özürü bulunmaksızın muayyen şartlar dâhilinde orucunu bozan bir mükellefin, müslim veya gayr-i müslim bir köle veya câriye azâd etmesinden; buna muktedir değilse, iki ay muttasıl oruç tutmasından; buna da muktedir değilse, altmış fakire yemek yedirmesinden ibârettir.

keffaret-i yemin

  • Yaptığı bir yemine sadık kalmayıp bozan bir müslümana lâzım gelen keffâret demektir ki: Muktedir ise, müslim veya gayr-i müslim bir köle veya câriye azad etmekten; muktedir değil ise, on fakiri akşamlı sabahlı doyurmaktan veya on fakire birer parça libas giydirmekten; bu üç şeyden birine muktedir ol

keffaret-i zıhar

  • Zıhar keffareti.Keffâret-i zıharın vâcib olmasının şartı kudrettir. Muktedir olan, köle azad eder; değilse iki ay oruç tutar, buna da gücü yetmezse altmış fakire yemek verir.

kenud

  • Çok küfran-ı nimet eden kimse. Çok levm ve küfreden cahud.
  • Birşey yetiştirilemiyen verimsiz arazi.
  • Kocasının hukukuna ve iyiliklerine küfran eden nankör kadın.
  • Yemeğini misafirden sakınarak yalnızca yiyen cimri.
  • Kölesini, uşağını çok döven kimse.

kınn

  • (Çoğulu: Aknân-Akınne) Köle.

kitabet / kitâbet

  • Kâtiblik, yazıcılık, yazı yazma ilmi.
  • Güzel yazı ve güzel ifâde için lâzım olan yazı yazma usûl ve kâideleri.
  • Kölenin belirli bir ücreti ödemek veya bildirilen şartları yerine getirmek karşılığında âzâd edileceğine (serbest bırakılacağına) dâir sâhibi ile yaptığı akid, sözleşme.

kul

  • De, söyle, bildir (meâlinde emirdir). Türkçede "Kul", emir dinleyen hizmetkâr, Allah'ın mahlûku, Allah'a itaat ve ibadet eden veya köle mânasındadır.
  • İbâdet eden, itâat eden, hizmet eden, canlı mahlûk (insan, melek ve cin).
  • Köle.

kurb-i derece

  • Ölen bir kimseye yakınlık derecesi.

kutr

  • Taraf. Canib.
  • Nahiye. Mahal. Arzın veya semânın bir ciheti.
  • Çap.
  • Bölük. Bölge.
  • Geo: Dairenin merkezinden geçip onu iki müsavi kısma bölen doğru parçası, çap.

laşe

  • Cife. Kokmuş et parçası.
  • Fık: Karada yaşayıp boğazlanmaksızın ölen veya şer-i şerife uygun olmayan şekilde kesilen kanlı hayvan ve bunların tabaklanmamış (dibagat edilmemiş) derileri.
  • Yenilmesi şer'an haram olan ölmüş hayvan.
  • Zayıf ve cılız hayvan.
  • Mc: Kıyıda

leş

  • Kendiliğinden ölen veya Besmelesiz kesilen veya kesilmeyip de başka sûretle öldürülen veya Ehl-i kitâb olmayan kâfir ve mürtedlerin kestikleri yenmesi haram hayvanlar. Ölmüş hayvan.

mahcur / mahcûr

  • Çocukluk, sefîhlik, delilik, kölelik, bunaklık vs. gibi çeşitli sebebler yüzünden malını tasarruf hakkından, kullanmaktan men edilen kimse.

mahlul

  • Çözülmüş, dağılmış. Hallolmuş, erimiş.
  • Murisi ölen sahipsiz mal. Mirasçısı bulunmayıp hükümete kalan miras.

medin / medîn

  • Borçlu.
  • Kul, köle, abd.

memalik / memalîk / memâlik / memâlîk / مَمَال۪يكْ

  • (Tekili: Memluk) Köleler. kullar.
  • Mülk hâline getirilen yerler ve köleler.
  • Köleler.

memluk / memlûk

  • Köle. Kul. Esir. Bende. Hizmetkâr.
  • Birinin malı olan.
  • Kul, köle.
  • Birinin malı olan.
  • Kul, köle.
  • Hür olmayan insan. İslâm hukûkunda harbde esir alınıp, İslâm memleketine getirilen kimse, köle.
  • Köle.

memlük

  • Köle.

memluk / memlûk / مملوک / مَمْلُوكْ

  • Köle. (Arapça)
  • Kul, köle.

memlukane / memlukâne

  • Köleye yakışır hâlde. Kölece. (Farsça)
  • Eskiden çok defa bir büyüğe sunulan yazılarda, kendinden bahsederken kullanılırdı. (Farsça)

memlukiyet / memlûkiyet

  • Kölelik, kulluk.

memlukiyyet

  • Esirlik. Hizmetkârlık. Kulluk. Kölelik.

merbu'

  • Köle, kul, memlük.

merbub

  • Köle, kul.

metruk

  • Terk olunmuş. Bırakılmış.
  • Boşanmış olmak.
  • Ölen bir kimsenin bıraktığı eşya.

mevali / mevalî

  • Efendiler.
  • Azad edilmiş köleler.
  • Azad edenler.
  • Mevleviyyet pâyesine ulaşmış sarıklı âlimler.
  • Dost ve komşular.
  • Yardımcılar.

mevla / mevlâ / مولى

  • Sahib. Rabb.
  • Efendi. Köleyi âzad eden.
  • Şanlı. Şerefli. Mâlik.
  • Mün'im-i Mutlak olan Cenab-ı Hak (C.C.).
  • Terbiye eden, mürebbi.
  • Yardımcı, muavenet eden.
  • Dost ve komşu.
  • Azâd olan.
  • Efendi, sahip.
  • Allah.
  • Kul, köle, azat eden.
  • Velî, veliyeti olan.
  • Şanlı, şerefli.
  • Yardımcı.
  • Mürebbi, terbiye eden.
  • Yardımcı ve koruyucu olan Allahü teâlâ.
  • Sevgili, sevilen.
  • Âzâd edilmemiş, serbest bırakılmamış köle ve câriyenin sâhibi, efendisi.
  • Âzâd edilmiş köle.
  • Kölesini âzâd etmiş olan kimse.
  • Tanrı. (Arapça)
  • Efendi. (Arapça)
  • Velî. (Arapça)
  • Köle azat eden. (Arapça)

meyte

  • Hayvan leşi, kendi kendine ölen hayvan.

milk-i yemin

  • Köle, cariye.
  • Köle, cariye.

miras

  • Ölen kimsenin yakınlarına kalan malı.
  • Ölen kimseden akrabalarına ve yakınlarına kalmış olan mal, mülk.

mu'tak

  • Serbest bırakılmış köle, câriye veya esir.

mu'tık

  • Köle azad eden. Esir veya köleyi serbest bırakan.

müdebber

  • (Dübur. dan) Azat olması efendisinin ölümüne bağlı bulunan köle.
  • Düşünce ile hareket edilmiş.,
  • Âzâd olması yâni serbest bırakılıp, hürriyetine kavuşması, efendisinin vefâtına (ölümüne) bağlı kılınan köle. Böyle olan kadına müdebbere denir.

mugayyebat-ı hamse / mugayyebât-ı hamse

  • Beş bilinmeyen. Bizce gaib olan beş şey:1- Kıyamet vakti, 2- Yağmurun ne zaman yağacağı, 3- Ana rahmindeki çocuğun mahiyeti ve ceninin isti'dadı ve mânevi simasının ne olduğu, 4- Yarın insan hayr ve şer olarak ne kazanacağını, 5- İnsanın nerede öleceğini Allah bildirmedikçe kimse bilemez. Bunlara me

muhallefat

  • (Tekili: Muhallefe) Ölen bir kimsenin bıraktığı şeyler. Metrukât.

muhallefe

  • Ölen bir adamın dul kalan karısı.

mukassim

  • (Kısm. dan) Ayıran, bölen, taksim eden.

mükateb / mükâteb

  • Efendisi ile anlaşıp belli bir ücret ödeyince hür olacak köle.

mükatebe / mükâtebe

  • Yazışma. Mektuplaşma. Birbirine yazma.
  • Fık: Azâd edilmesi, bazı şartlara -mal kazanmak veya bir müddet hizmet etmek gibi neticeye- bağlı olan köle veya câriye ve bu azad hususunda yapılan mukavele.
  • Yazışma, mektuplaşma, birbirine yazma, köle ile yapılan azatlık sözleşmesi.

mükatib / mükâtib

  • Mektup yazan. Mektuplaşan.
  • Fık: Köle veyâ câriyesinin azâd edilmesini bir kazanca veya bir müddete bağlayan efendi.

mukrif

  • Babası köle, anası hürre olan kimse.
  • Anası arabi, babası arabi olmayan deve.

mülk-i yemin / mülk-i yemîn

  • Bir kimsenin mülkü olan köle veya câriye.
  • Bir kimsenin emrindeki köleler ve câriyeler.

münessim

  • Hayat veren, ruh veren. Allah.
  • Lâyık olana maaş bağlıyan kimse.
  • Köle âzâd eden.

mürekkebat-ı mütedahile-i mütesaide / mürekkebât-ı mütedahile-i mütesaide

  • Atomların iç içe dizilmesiyle yükselip gelişerek meydana gelen moleküller, elementler, bileşikler.

mürtehil

  • Ölen.
  • (Rıhlet. den) Göç eden, irtihal eden. Dünyadan göçen, ölen.

müsamaha

  • Hoş görü, tolerans, görmemezlikten gelme, göz yumma.

müsta'bed

  • Köle haline getirilen, kul olan, kulluğu istenen.

müsta'bid

  • (Abd. dan) Kul veya köle edinen.
  • Kendine ibadet ettiren.

mutlık

  • Serbest bırakan. Boşayan. Salıveren. Köle veya esiri serbest bırakan, azad eden.

muvasat

  • Yardım, dostluk, muavenet, iyilik.
  • Ölen bir memurun ailesine maaş bağlama.

nasıf

  • Geo: Açıyı iki eşit parçaya bölen doğru. Açı ortayı.

nefha

  • Üfleme, üfürme. İsrâfil aleyhisselâmın, kıyâmetin kopup insanların öleceği ve tekrar diriltilecekleri zaman, nasıl olduğu bizce bilinmeyen sûra üflemesi.

neş'e-i şit-i hüviyet / neş'e-i şît-i hüviyet

  • Cenâb-ı Hakkın Hz. Adem'e, ölen oğlu Hâbil'e mukabil "Allah'ın vergisi, ihsanı" anlamına gelen Şit'i (a.s.) vermesi sevinci.

nesme

  • Fık: Satın alınan köle.

nüdbe

  • Ölen bir kimsenin iyilikleri, mehasini sayılarak ağlamak.

nuger

  • Köle, kul. (Farsça)

nugeri / nugerî

  • Kölelik, kulluk. (Farsça)

perestaran / perestarân

  • (Tekili: Perestar) Kullar, köleler. (Farsça)
  • Hizmetçiler. (Farsça)
  • Dalkavuklar, yaltakçılık yapanlar. (Farsça)
  • Tapanlar, tapıcılar. (Farsça)

radh

  • Az bir şey verme. Az verilen şey.
  • Fık: Cihada iştirak eden kadınlara, kölelere, çocuklara ve zimmilere ganimet malından verilen mal.

rahil

  • Göç eden, göçen, ölen, rıhlet eden.

rakabat

  • (Tekili: Rakabe) Boyunlar. Ense kökleri.
  • Köleler, câriyeler. Kullar.

rakabe

  • Ense kökü, boyun.
  • Kul, köle, câriye.

rakik / رقيق

  • (Rikkat. den) Yufka yürekli, ince merhamet ve şefkat sahibi olan.
  • Köle, câriye.
  • İnce. (Arapça)
  • Hassas. (Arapça)
  • Köle. (Arapça)

reddiye

  • Ferâiz yâni İslâm mîrâs hukûkunda, Eshâb-ı ferâiz adı verilen Kur'ân-ı kerîmde hisseleri bildirilen mîrâsçılar hisselerini aldıktan sonra terike (ölenin bıraktığı mal) artmış ise ve kalanı alacak kimse yoksa, artan terikenin yine aynı mirasçılar aras ında payları oranında taksim edilmesi. Bu sûretle

rikab

  • (Tekili: Rakabe) Boyunduruk altında olanlar. Kullar, köleler.
  • Boyun, ense kökü.

rıkk

  • (Çoğulu: Erkâ) Kul, abd.
  • Kulluk, esirlik, kölelik, ubudiyet.
  • Yufka nesne.
  • Kölelik.

rıkkıyyet

  • Kölelik, kulluk.

ruhaniyet / rûhaniyet

  • Ruh hâli, ölen insanın devam eden ruhî kuvveti.

şah ve geda / şah ve gedâ

  • Padişah ve köle.

sahih ced / sahîh ced

  • Ölenin babasının babası veya babasının babasının babası gibi derecesi yakın olsun uzak olsun aralarında kadın bulunmayan dede. Yâni araya kadın girmeyen büyük baba.

şefa'at / şefâ'at

  • Kıyâmet günü, Allahü teâlânın izni ile, başta Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem olmak üzere, diğer peygamberler, âlimler, şehîdler, sâlihler (iyi kimseler) ve küçük yaşta ölen müslüman çocuklar ve Allahü teâlânın izin verdiklerinin; gün ahkâr olan mü'minlerin günahlarının affedilip Ceh

şehid / şehîd

  • Şâhid olan.
  • Meşhude. Allah (C.C.) yolunda canını feda eden müslüman. Hak için hayatını feda ederek ölen. Allah'ın rızasına eren. (Naklinde ve gaslinde Rahmet melekleri hazır oldukları için yahut kıyamette ümem-i sâlife hakkında istişhad olunan zevattan olduğu için yahut vefat etmeyip
  • Din uğrunda savaşarak ölen müslüman.
  • Şahit olan, Allah için ölen.
  • Allah yolunda harb ederken, Allahü teâlânın ism-i şerîfini yüceltmeye (İslâmı yaymaya) çalışırken veya düşman saldırdığında vatan, din ve milletini, ırz ve nâmûsunu müdâfâ ederken ölen müslüman.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Bütün mahlûkâtın (yaratılmışları

şehid-i ahiret / şehîd-i âhiret

  • Bir kimsenin Allah için olan cihâdın hazırlığı esnâsında tâlimlerde veya zulüm ile öldürülmesi veya cihâdda ve eşkıyâ, âsî, yol kesici, gece hırsızla vuruşmada yaralanarak hemen ölmeyip bir namaz vakti çıkıncaya kadar yaşayan veya başka yere götürülü p, orada ölen. Âhiret şehîdi.

selman-ı farisi / selman-ı farisî

  • İran'ın İsfahan şehrinde doğmuş olan büyük bir sahâbe. Evvelce ateşperestti, sonra Hristiyan oldu. Daha sonra papazların nasihatiyle İslâmiyetin geleceğini anlamıştı ve arıyordu. Yeni Peygamber'e (A.S.M.) kavuşmak için Şam'dan Hicaz'a geldi ve orada kendisini köle yaptılar. Peygamber Aleyhissalâtü V

seri-üz zeval

  • Devamsız, çabuk giden.
  • Çabuk ölen.
  • Dünyanın hali.

şüheda / şühedâ

  • Şehîdler, vatan, din ve milletine hizmette ölenler.

ta'ziye

  • Ölen kimsenin yakınlarına sabır, ölene rahmet dileme.
  • Yeni ölen birisinin yakınlarının acısını paylaşır söz söylemek, teselli etmek. Baş sağlığı dilemek. "Allah sabr-ı cemil ihsan etsin" diye söylemek.

tahrir-i rakabe

  • Köle veya cariye azad etme.

talid

  • Bir kimsenin (köle, câriye, hayvan gibi) canlı eşyası.

tam şehid / tam şehîd

  • Allah yolunda canını fedâ eden; dînini, vatanını, bayrağını, nâmusunu müdâfaa ederken ölen, haksız yere öldürülen müslüman.

taziye / tâziye

  • Yakını ölen üzgün birini teselli etme.
  • Yakını ölen kimseye baş sağlığı dileme.

tebeddi

  • Sahraya çıkmak, çöle çıkmak.

techiz / techîz

  • Vefât edenin (ölenin) yıkanmasından kabre defnedilmesine kadar yapılması lâzım gelen şeyler.

tenasüh / tenâsüh

  • Ölen kimsenin rûhunun başka bir bedene geçtiğine dâir, bâtıl, asılsız bir inanış. Bilhassa, Hindûlar ve geçmiş milletler arasında yaygın idi.

terekat

  • (Tekili: Tereke) Ölen bir kimsenin bıraktığı şeyler, terekeler.

tereke / تركه

  • (Terike) Ölen bir kimsenin bıraktığı malların hepsi.
  • Ölen bir kimsenin bıraktığı mal varlığı.
  • Ölen kişinin bıraktıkları.
  • Ölen bir kimsenin mallarının hepsi.
  • Ölenin geride bıraktıkları. (Arapça)

terike

  • Ölenin geriye bıraktığı mal, mülk, eşyâ vs.

terkik

  • İnce ve nazikâne sesle anlatma, mânası kinaye yollu olma.
  • Tecvidde: Harfi ince okumak.
  • Bir kimseyi köle veya cariye etme.
  • Yumuşatma.
  • İnceltme.

tesellüb

  • Soyunma.
  • Kocası ölen kadının, zinetli elbisesini çıkarıp, matem elbisesini giymesi. (Bu iyi bir âdet değildir.)

teslib

  • Soyunmak.
  • Gammazlık.
  • Erkeği ölen kadının, keder esvâbı giymesi.

tilad

  • Köle, hayvan, mülk, mal gibi şeyler.
  • Kendi yanında eskiden beri mevcud olan ve yeni olmuş olan şey.

übeyd

  • (Abd. dan) Kölecik, kulcağız.

ubudiyyet

  • Kulluk, kölelik, bağlılık, aşırı mensupluk.
  • Bendelik, kulluk, kölelik. Kul olduğunu bilip Allah'a itaat etmek. Allah'a teslim olup, Kur'an ve Peygamber (A.S.M.) vasıtası ile verilen emirleri aynen icra ve tatbike çalışmak.

ümm-i veled

  • Efendisinden (sâhibinden) çocuğu olan câriye, köle kadın.

üsera

  • (Üsârâ) Esirler. Harbde teslim alınanlar.
  • Köleler.

uteka

  • (Tekili: Atik) Azatlılar. Azat olmuş köle veya cariyeler.

vazı-ı esaret / vâzı-ı esaret

  • Kölelik koyan, esaret getiren.

vefat eden

  • Ölen.

velid

  • Yeni doğmuş çocuk.
  • Köle, kul.

veraset

  • Miras sahibi olma. Ölen bir kimsenin mallarının Allah'ın (C.C.) emrine göre, şeriatça mirasçılara geçmesi.
  • İrsiyet. Varislik, mirasçılık. Mirasta hak sahibi olma.

vesile-i esaret / vesile-i esâret

  • Kölelik aracı, sebebi.

vildan / vildân / ولدان

  • (Tekili: Velid) Çocuklar.
  • Kullar. Köleler.
  • Bebekler. (Arapça)
  • Köleler. (Arapça)

yetim

  • Babası ölmüş olan çocuk.
  • Tek, eşsiz, yalnız. (Çocuk baliğ olduktan sonra yetimlik ondan kalkar. Anası ölene ise daha çok öksüz denir.)

zer-hırid

  • (Zer-hıride) Satın alınmış kimse, köle. (Farsça)

zerharid / zerharîd / زرخرید

  • Köle. (Farsça)

zerrat

  • (Tekili: Zerre) Zerreler. Pek ufak parçalar. Moleküller.

zerre / ذره

  • Atom, molekül.
  • En küçük parça, molekül. (Arapça)
  • Azıcık, birazcık. (Arapça)

zerre-i havai / zerre-i havâi

  • Hava molekülü.

zerre-i havaiye / zerre-i havâiye

  • Hava molekülü.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın