REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te çalısma ifadesini içeren 254 kelime bulundu...

abd

  • Kul, köle, Allah'ın kulu. Mahluk, insan. Hizmetçi. (Hür'ün zıddı). "Abd kelimesi Allah'ın bazı isimleriyle birleştirilerek erkek isimleri meydana getirilir. Abdullah (Allah'ın kulu). Abdulbâki (Ebedi olan Allah'ın kulu) gibi. Bu isimleri taşıyan insanlar buna lâyık olmaya çalışmalıdırlar."

acele

  • Çabuk, çabukluk. Bir işi çabuk yapmaya ve çabuk bitirmeye çalışma, ivedilik.

adalet-i ictimaiyye / adâlet-i ictimâiyye

  • Sosyal adâlet; Herkesin; çalışması, bilgi ve kâbiliyeti, gördüğü iş nisbetinde ve derecesinde hakkını alması; hiç kimsenin ezilip sömürülmemesi.

ahilik

  • Asırlar önce Anadolu'da gelişen bir halk ocağı. Sosyal bir kuruluş olan ahilik iş alanında adam yetiştirmek, çalışma sevgisini aşılamak, istihsali çoğaltmak gibi gayeleri vardı. Günlük hayatta ise teavün, yoksulları koruma gibi insani duyguları; ayrıca müzik, silah kullanma, binicilik kabiliyetlerin

ahiret alimi / âhiret âlimi

  • Dünyâlığa, mala, mevkiye kıymet vermeyen, ilim ile dünyâlık elde etmeye çalışmayan, âhireti dünyâya tercih eden, ilmiyle amel eden, işi sözüne uyan, ibâdet ve tâate teşvik eden, ilmi âhiretine faydalı olan tevâzu sâhibi âlim.

amel

  • İş. Çalışma. Bir emri veya vazifeyi yerine getirme.
  • Kâr, iş işleme.
  • Dini bir emri yerine getirme, tatbik etme. İtaat. İbâdet.
  • İş, çalışma, uygulama.

amelen

  • İş ve emek bakımından, çalışma olarak.

amelnüvis

  • Kasların çalışmasındaki değişiklikleri işaretleyen âlet. (Farsça)

asem

  • Kesbetmek. Kazanmak. çalışmak.
  • Dirsekten itibaren elin kuruyup çolak ve eğri olması.
  • Ayağın topuktan kuruyup eğilmesi ve aksak olması.

aşk-ı ihlas / aşk-ı ihlâs

  • Büyük bir samimiyet, çalışma, iş ve davranışlarda yalnızca Allah'ın rızasını gözetme gayret ve aşkı.

atletizm

  • yun. Çeviklik, atiklik, kuvvet gibi beden kabiliyetlerini inkişaf ettirmeğe yarayan ve koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve atma gibi, tek başına yapılan bedeni çalışmalar.

azimet

  • Takvâ ile amel etmek. Allah'ın emirlerini en mükemmel ve eksiksiz yapmağa çalışmak.
  • Kesin karar vermek.
  • Yola çıkmak, gitmek.

babil kulesi / bâbil kulesi

  • Tevrat'ın rivayetine göre Hz. Nuh'un (A.S.) oğulları tarafından gökyüzüne ulaşmak için yaptırılmış büyük bir kuledir. Rabbimiz bu kulede çalışmakta olanların dillerini değiştirmiş ve birbirlerini anlamaz hale getirmiştir. Bundan dolayı tamamlanamamış ve 72 dil burada meydana gelmiştir. (Buna "tebelb

behrek

  • Yaralardan çıkan iltihap. (Farsça)
  • Çok çalışmaktan dolayı el ve ayak derilerinin sertleşmesi, nasırlaşması. (Farsça)

besin

  • Zihayat varlıkların yaşama, gelişme ve çalışmaları için gerekli olan çeşitli gıda maddeleri. (Türkçe)

beyat

  • Geceleyin çalışma, geceyi işle geçirme.

bezl-i cehd

  • Gücü yettiği kadar çalışma.

bilfiil

  • Sırf kendisi. Kendi çalışması ile. Başkası karışmadan.

biyokimya

  • Canlıların kimya ile ilgili yapılarını, tepkilerini, belirtilerini inceleyen bilim dalıdır. 19. Asırda başlatılan bu çalışmalarla proteinler, vitaminler, hormonlar anlaşılır duruma gelindi.

boykot

  • (Boykotaj) Bir şahıs veya devlete karşı alış-verişi, münasebetleri kesmek. Bir ülkeyi, bir topluluğu veya bir şahsı zarara sokmak maksadıyla onunla her türlü ilgiyi kesme. (Fransızca)
  • Bir işten geçici olarak çekilme; işe, çalışmaya hep birlikte katılmama. (Fransızca)

burjuva

  • Orta halli olup, ne çok zengin ve ne de çok fakir olan halk. Eskiden Avrupa'da köylü ve asilzade olmayıp şehirde yaşayan halka denirdi. Kendi başına işi ve malı olan, ücretle çalışmayan, ferde bağlı iş hayatını güden sınıftan olan. (Fransızca)

cahid

  • Mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cihad eden. Mücâhid olan. Din düşmanı ile elinden geldiği kadar mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cenkeden, vuruşan. Mümkün olduğu kadar gayretle çalışan. Kur'an ve İman hakikatlarının neşrinde çalışmak suretiyle mücahede eden.

cehd / جهد

  • Fazla çalışma. Güç ve kuvvetini sarfetme. İnsanın nefsine hâkim olması.
  • Azim, gayret, fedakârlık.
  • Takat.
  • Çalışma, çabalama.
  • Çalışma, çabalama. (Arapça)
  • Cehd etmek: Çalışıp çabalamak. (Arapça)

celb-i nef'

  • Faydalı olanları yapma, yararlı olanı elde etmeye çalışma.

cesa

  • Bir kimsenin elinin, çalışmaktan dolayı iri ve katı olması.

cidd

  • Çalışmak. Ciddiyetle yapmak.

cihad / cihâd

  • (Cehd. den) Düşman ile muharebe. İlim ve imanla, sözle, fiile, mal ve canla bütün kuvvetini sarf etmek. Allah (C.C.) yolunda muharebe. Din için çalışmak. Erkân-ı imâniye ve esasât-ı diniyeyi muhafaza ve imânı takviye için cehd ve gayret etmek. Şeriat-ı Garrâ'nın ahkâmını muhafaza, Kelimetullah'ı i'l
  • Mücadele, din uğrunda çalışma.

daire-i sa'y / dâire-i sa'y

  • Çalışma alanı.

dar-ül mesai / dâr-ül mesai

  • Çalışma yeri. Mesai yeri. Atölye.

de'b

  • Bir işde devam ve iltizamla emek çekip çalışmak.
  • Adet, usul, tarz, kaide.
  • Şân.
  • Emir.
  • Kâr.
  • Tardeylemek.

demagoji

  • yun. Halkı kendi menfaati için okşama siyâseti. Halkın hoşuna gidecek sözlerle insanların sevgisini kazanarak kendi maksadını elde etmeğe çalışmak. Halk avcılığı. Cerbeze.

devr-i batıl / devr-i bâtıl

  • Man: Kısır devir. Bir hükmü ikinci bir hüküm ile, bunu da birincisi ile isbatlamaya çalışma yolu.

dua-yı fiili / duâ-yı fiilî

  • Fiil ile yapılan dua. Yâni: İstenilen şeyin sebeplerini yerine getirmeye çalışmak.

ecir-i müşterek / ecîr-i müşterek

  • Serbest işçi. Kirâlıyanından (işvereninden) başkasına çalışmaması şartı koşulmamış hamal, terzi, saatçi gibi işçi.

ecirlik

  • Ücretle çalışma, hizmetkârlık. (Türkçe)

ekonomi

  • yun. İktisad. Tutum. Geliri gideri hesaplıyarak lüzumsuz masrafı bırakıp artırmağa çalışmak. Ölçülü ve idâreli harcamak. İnsanların sınırsız olan ihtiyaçlarıyla bunları sağlamaya yarayacak sınırlı imkân ve vasıtalar arasında mümkün olan azami uygunluğu temin için (sağlamak için) yapılan çalışma ve f

fa'aliyet

  • İş görmek, çalışmak. Boş durmayış.

fa'aliyyet / fa'âliyyet / فعاليت

  • Hareketlilik, çalışma. (Arapça)

faaliyet

  • Çalışkanlık, çalışma.

faziletfuruşluk

  • Üstünlük taslama, üstünlüklerini satmaya çalışma.

felsefe

  • Madde, hayat, yaratılış, kâinât, ruh, ölüm, ölüm sonrası gibi konularda insan gücünün akla dayanarak ortaya koyduğu düşünce ve görüşlerin tamâmı. Beğendiği düşüncelerini hakîkat olarak anlatmak, yaldızlı, heyecan verici laflarla inandırmaya çalışmak. Tecrübeye, hesâba dayanmayan şahsî düşünceler.
  • Yunanca (Philosophos)dan Arapçalaşmış. Feylesofların mesleği.
  • İlm-i hikmet.
  • Maddeyi, hayatı ve bunların çeşitli tezâhürlerini, sebeblerini, ilk unsurları ve gaye cihetinden inceleyen fikri çalışma ve bu çalışmaların neticelerini toplayan ilim.
  • Herkesin hususi fikri. M

fikriyyat / fikriyyât / فكریات

  • Düşünce ile ilgili çalışmalar. (Arapça)

fir'avniyyet

  • Firavun gibi oluş, isyankârlık ile Allah'ı tanımayış. İnat ile Allah'a isyan edip halkı sapık yollara, dalâlete ve dinsizliğe sevke çalışmak.

fütüvvet

  • Cömertlik. Başkasını, kendisine tercih etmek. Başkalarının işlerini düzeltmeye çalışmak ve faydasına koşmak. Fütüvvetin başka değişik târifleri de yapılmıştır. Bunlardan bâzıları şöyledir: Kendi nefsinde başkasının üzerine bir meziyet, üstünlük görme mek. Hatâlarını îtirâf edenleri affetmek, hiç kim

gallat

  • (Tekili: Galle) Mahsuller, zahireler.
  • El emekleri, çalışmanın semereleri.
  • Ev kirası gelirleri.

ganimet

  • Harpte düşmandan alınan mal.
  • Çalışmaksızın ele geçen nimet.

gayret

  • Dikkatle ve sebatla çalışmak.
  • Kıskanmak, çekememek.
  • Hareketli ve temiz hislerle çalışmak.
  • Dine, imana, namus gibi kıymetlere tecavüz edenlere karşı müdafaa için harekete gelmek.
  • Çaba, çalışma arzusu, kıskanma duygusu.

gerdendade-i tevfik / gerdendâde-i tevfik

  • Gerekli çalışma ve vazifeleri yerine getirdikten sonra neticeye boyun eğme ve sonucu Allah'tan bekleme.

germiyyet

  • Sıcaklık, hararet. Ateşli ve hızlı çalışma.

guşiş

  • Çabalama, uğraşma, çalışma. (Farsça)

hal / hâl

  • Durum, vaziyet, tavır. Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin kalbine gelen sevinç, hüzün, darlık, genişlik, arzu ve korku gibi mânâlar. Bunlar kulun gayreti ve çalışması olmadan kalbe gelir. Bu yönden makam ile arasında fark vardır. Makam, tasavvuf yolun da bulunan kimsenin çalışmakla kazandığı mânevî d

halec

  • Çalışmaktan, yürümekten veya ibadetten kemiklerin ağrıması.

hamiyet-i diniye

  • Dinî hamiyet; dini korumak ve yüceltmek maksadıyla çalışma, dinden gelen yüce duygularla din uğruna fedakârlıkta bulunma.

hasr-ı fikir

  • Bir şeye bütün fikrini vermek ve başka şeyle meşgul olmamak tarzı ve düsturu ile o şeyde veya meslekte mütehassıs ve muvaffak olmaya çalışmak. Bütün fikri çalışmayı bir şey üzerinde toplamak.

hasr-ı hayat

  • Hayatını sadece bir şeye vermek, bütün çalışmalarını yalnız bir şeye yöneltmek.

hasr-ı iştigal

  • Bütün çalışmaları bir şeye hasretme.

hasr-ı nazar

  • Sadece bir şeye bakıp dikkat etmek.
  • Yalnız bir mevzu veya meslek üzerinde çalışıp onda mütehassıs ve muvaffak olmaya çalışmak.

hemk

  • Bir kimseyi bir işle meşgul etme. Birini bir işe daldırma.
  • İnat etmek.
  • Sa'y etmek, çalışmak.
  • Cür'et etmek.

hidemat-ı imaniye

  • İmâni hizmetler. (Kur'an-ı Kerim'i ve mânâsını öğrenmeğe vesile olmak; imâni şüphelerin giderilmesine çalışmak; İslâmiyetin, hak din olduğunu isbat etmek veya isbâta vesile olmak gibi.) Görülen hizmetler. Eşyanın ve mahlukatın lisan-ı hâl ile esmâ-i İlâhiyeye ait yaptıkları tesbih ve ibadetleri.

hıfzıssıhha

  • (Hıfz-üs sıhha) Sağlıklı yaşamak için doğrudan doğruya kişi ve içinde bulunan çevrenin sağlıkla alâkalı şartlarını tetkik edip inceleyen, gerekli tedbirleri olan ve bu çeşit çalışmalardan bahseden hekimlik kolu veya sağlık bilgisi.
  • Sıhhatini korumak. Sağlığını muhafaza etmek.

hıkmık etmek

  • Bir işten veyahut bir suale cevap vermekten kaçınmak için esassız bahaneler ileri sürmeye çalışmak. Tereddütlü davranmak. (Türkçe)

hizmet-i imaniye

  • İmana ait hizmet. İman ve Kur'an hakikatlarının mukni ve ilmi delillerle anlaşılmasına hizmet etmek; neşrinde, tebliğinde çalışmak.

hobi

  • ing. Her zamanki çalışmaların haricinde yer alan dinlendirici bir merak veya işlem. Severek yapılan iş, vakit geçirme yolu.

hodfuruş

  • Kendini beğenerek satmaya çalışmak.

hodfuruşluk

  • Kendini beğendirmeye çalışmak, övünmek.

hübaşe

  • (Çoğulu: Hübâşât) Kesbetmek, kazanmak, çalışmak.

i'la-yı kelimetullah

  • Allah kelâmının, İslâmiyetin ulviyetini ve hakikatlarının kıymetini bildirmek ve yaymak. Hakaik-ı Kur'âniye ve imâniyenin neşir ve tâmimine cehd ile çalışmak.

i'timad-ı nefs / i'timâd-ı nefs

  • Nefse güvenmek, bir iş için lâzım olan çalışmaları ve sebeplere yapışmayı bırakarak o işi başarırım diye kendine güvenmek.

icad ve teceddüd fikri

  • Yeni çalışmalar ve eserler vücuda getirme; yenilik arayışında olma düşüncesi.

ictihad / ictihâd / اجتهاد

  • Kudret ve kuvvetini tam kullanarak çalışmak. Gayret etmek. Çalışmak.
  • Anlayış.
  • Kanaat.
  • Fık: Şeriatın fer'î mes'elelerine âit hükümleri, İslâm müçtehidlerinin, usulüne uygun olarak, Kur'an ve Hadis-i Şeriflerden çıkarmaları ve bunun için tam gayret etmiş olmaları. Böyle
  • İnsan gücünün yettiği kadar zahmet çekerek, çalışma. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan işlerin hükümlerini açıkça bildirilenlere benzeterek meydana çıkarma.
  • Çalışma, çabalama. (Arapça)
  • Görüş. (Arapça)
  • Dinî kaynaklar ışığında görüş bildirme. (Arapça)

iftikal

  • Çok çalışma, bir işte çok fazla emek harcama, pek fazla gayret sarfetme.

ihrab

  • Kaçma zorunda bırakma.
  • Çalışma, azmetme, didinme.

ihtilal

  • (Çoğulu: İhtilalât) Ayaklanma, devlete isyan. Bozukluk, karışıklık.
  • Şerre çalışmak, düzensizlik.

ihtimamkarlık / ihtimamkârlık

  • Dikkatle çalışma, özenle iş görme.

ihya

  • Diriltmek. Yeniden hayata kavuşturmak. Canlandırmak. Şenlendirmek. Uyandırmak.
  • Gece de uyumayıp çalışmak veya ibâdetle vakit geçirmek.

ikbab

  • Yüzüstü düşme, kapanma.
  • Bir şeyin üstüne fazla düşme. Olması için aşırı derecede çalışma.

ikdam

  • Gayret ve sebat ile çalışmak. İlerlemeye gayret etmek. Devamlı çalışmak. İlerlemek.

ikdamat

  • (Tekili: İkdam) İlerlemeler. Sürekli çalışmalar.

iktida

  • Uymak, tâbi olmak. Birinin hareketini örnek alarak ona benzemeye çalışmak. İttiba etmek.

ilac

  • Derde devâ olan şey. Hastayı veya yaralıyı iyi etmek için içmek veya sürmek üzere verilen şey.
  • Devâ, mualece.
  • Mc: Tedbir, çare, tavsiye, derman.
  • Hastaya bakma, iyi olmasına çalışma.

ilm-i ledünn

  • Allahü teâlânın ihsânı olup, çalışmadan kavuşulan ilim.

ilm-i nücum

  • İlm-i Ahkâm-ı Nücum da denir. Yıldızların ahvalinden, hareketlerinden mâna çıkarmağa çalışmak ve araştırmak ilmidir.

ilm-i vehbi / ilm-i vehbî

  • Çalışmadan öğrenilen, Allahü teâlâ tarafından ihsân edilen ilim.

imece

  • Köyün umumi işlerinde veya köylünün kendi işlerinde köy halkının müştereken çalışması. Beraberce birçok kimsenin toplanıp elbirliğiyle bir kişinin işini halletmesi ve herkesin işinin sıra ile bitirilmesi.

imtisal / imtisâl

  • Misal edinme, benzemeye çalışma.

inaf

  • Bir kimseyi, bir şeyden vazgeçirmeğe çalışmak.

inhimal

  • İhmal etme, önem vermeme.
  • Mühlet alma.
  • Göz yaşı dökme.
  • Ciddi bir şekilde çalışma, uğraşma.

intisab / intisâb / انتساب

  • Bir yere mensup olma. (Arapça)
  • Bir yere bağlanma, bir yerde çalışmaya başlama. (Arapça)

irtivah

  • Nöbetle çalışma.

iskandil

  • ing. Denizin derinliğini ölçmeğe yarayan ve gemilerde kullanılan bir âlet.
  • Bir şeyin hakikatını anlamağa çalışma. Yoklama, deneme, tecrübe etme.

ıslahat / ıslâhât

  • İyi hâle, işe yarar hâle getirmek için yapılan çalışmalar, düzenlemeler.

işrak / işrâk

  • Sezgi; keşif ve ilham ile insanı Allah'a götüren yolları bulmaya çalışmak.

istibdad

  • Başlı başına olmak. Keyfî idare sistemi.
  • Zulüm ve tahakküm. İdaresi altındakilerin istemediği şeyleri yalnız kendi keyfine göre zorla ve zulümle yaptırmaya çalışmak. Kanun ve nizamlara bağlı olmayarak, çok defa da kanun namına kanunsuzluk yaparak, keyfi hükmünü icra ettirmek. Kimseyi

istibsas

  • Bir haberin doğru olup olmadığını anlamağa çalışma.

istidlal

  • (Dalâl. den) İman ve İslâmiyet yolundan çıkarmağa, dalâlete düşürmeğe çalışmak.

istifade

  • Faydalanmak. Faydalanmağa çalışmak.
  • Anlayıp öğrenmek.
  • Tahsil etmek.

istifham

  • Anlamaya çalışmak, soru sormak, soru.

iştigal

  • Bir iş işlemek. Uğraşmak. Çalışmak. Meşgul olmak.

iştigalat / iştigalât

  • (Tekili: İştigal) Meşguliyetler, çalışmalar, uğraşmalar.
  • Meşguliyetler, çalışmalar, uğraşmalar.

istihlas

  • (Hulus. dan) Bir şeyi elde etmeğe çalışma.
  • Kurtarma veya kurtarılma.

istiksa

  • Bir şeyi inceden inceye araştırma, künhüne varmaya çalışma.
  • Tıb: Bir dahili hastalığı iyi teşhis edebilmek için âlet kullanma.

istikşaf / istikşâf / استكشاف

  • (Çoğulu: İstikşâfât) (Keşf. den) Keşfetmeğe çalışma.
  • Ne olup bittiğini öğrenip anlamak için araştırma yapma.
  • Keşif çalışması yapma. (Arapça)

istiktam

  • Gizlemeğe çalışma. Saklamak için uğraşma.

istilhak

  • İlhâk olmağa, katışmağa çalışma.

istimzac

  • Uyuşmak. Beraber karışmak.
  • Birisinin mizacını, huyunu öğrenmeğe çalışmak.
  • Yoklamak. Fikrini, re'yini sormak.

istimzaç

  • Kaynaşmaya çalışma, uyum sağlamaya çalışma.

istinkas

  • Bir şeyin fiatını düşürmeye çalışma, ucuzlatmağa uğraşma.

istirzak

  • (Rızk. dan) Rızk ve nafaka elde etmek için çalışma.

istisar

  • Bir şeyden fazla miktarda alma, çoğaltmağa çalışma.

istıtla'

  • (Çoğulu: İstıtlâât) (Tulu'. dan) Anlamağa ve bilmeğe çalışma. Öğrenmeğe gayret etme.

istitmam

  • (Tamam. dan) Tamamlama, tamamlamağa çalışma. Tamamlamasını isteme. Bitirmek için uğraşma.

istizmar

  • (Zamir. den) Düşüncelerini öğrenme, fikrini yoklama. Maksad ve niyetini anlamağa çalışma.

izzet-i nefis

  • Zillete düşmiyerek şeref ve haysiyeti muhafazaya çalışmak. Vakar.

kampanya

  • Sıkı bir iş ve çalışma devresi.
  • Maksatlı uğraşma. Bir maksad için faaliyete geçme.

kanaat / kanâat

  • Yeme, içme ve barınacak yer husûsunda bileğin emeği, alın teri ile kazanılana râzı olmak, başkasının kazancına göz dikmemek. Kanâat, çalışmayıp, sâdece eline geçeni kullanmak, tembel oturup, başka bir şey aramamak değildir. Aksine hırslı hareketlerden kaçınıp, gönül huzûru ile yaşamaktır.

kedd

  • Emek. İş. Çalışma, uğraşma, çabalama.

kesb

  • Kazanç. Çalışmak. Sa'y ve amel ile kazanmak. Elde etmek. Edinmek. Kazanç yolu.
  • Fık: Bir insanın kendi kudret ve iktidarını bir işe sarfetmesi.

kesben

  • Çalışma ve kazanma olarak.

kesbi / kesbî

  • Çalışmakla kazanılan. Sonradan elde edilen. Doğuştan olmayan. Vehbî olmayan.

keth

  • Kesbetmek. Çalışmak, kazanmak. Amel ve sa'yetmek.

kisb

  • Çalışma, kazanma.

kisb-i insani / kisb-i insanî

  • İnsanın çalışması.

kisbsiz

  • Çalışmadan.

külfet

  • Zahmet. Sıkıntı. Yorgunluk. Zahmetli iş. Adetten ve lüzumundan çok yorularak çalışmakla iş yapmak.
  • Merâsim.

kulis faaliyeti

  • Toplantı yapılan yerlerde, toplantı haricinde çeşitli grupların yaptığı gizli çalışma.

kumar

  • Para vs. karşılığında oynanılan oyun. Meşru bir ihtiyacın karşılanması için bir çalışma sonucu olmadan piyango ve şans oyunları gibi haram yollarla kazanç elde etmektir. Dinimizde böyle oyunların her türlüsü haramdır.

kürsüb

  • Kesbetmek, kazanmak, çalışmak.
  • Sert ve sağlam ağaç.

kuşiş

  • Çalışma, çabalama, gayret sarfetme, uğraşma. (Farsça)

kütüphane-i mesai / kütüphane-i mesâi

  • Çalışma kütüphanesi, içinde çalışılan kütüphane.

laboratuvar

  • İlmî ve sınaî çalışma ve araştırmalar yapmak için çeşitli cihaz ve malzemelerin bulunduğu yer. (Fransızca)

leyl-i dimağ

  • Dimağın bozukluğu. Zihnin iyi çalışmaması.

lisan-ı fiil

  • Fiil dili, çalışma dili.

lojistik

  • Ask: Askerlik san'atının ve seferi orduların iaşe, muhabere ve sevkiyat şartları, hareket ve harb kabiliyeti bakımından en etkili durumda bulundurulması için lâzım gelen çalışmalara aid kısım.

ma'cez

  • Çalışmaktan ve maişetten âciz oldukları yer.

maddiyun ve tabiiyyun taunu / maddiyun ve tabiiyyun tâunu

  • Her şeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia etme ve her şeyi madde ile açıklamaya çalışma vebası.

maddiyunluk

  • Materyalizm; herşeyi madde ile açıklamaya çalışma.

maddiyyunluk

  • Maddecilik, materyalizm, herşeyi madde ile açıklamaya çalışma gayreti.

mecl

  • Elin kabarması.
  • Balta gibi bir nesne tutmaktan veya çalışmaktan dolayı elin kabarıp nasırlanması.

mekr

  • Bir kimseye, hiç beklemediği, ummadığı yerden hîle yapmak, tuzak kurmak sûretiyle zarar vermeye çalışmak.
  • İstidrâc yâni Allahü teâlânın bir kimseye bir müddete kadar devamlı olarak hakkında hayırlı olmayan nîmetler verip, onun da bunu Allahü teâlânın bir lütfu ve ihsânı, tuttuğu yolu

mes'a

  • (Çoğulu: Mesâi) "Sa'y: Çalışma" manasına mimli masdar.

meşagil

  • Meşguliyetler ve çalışmalar.

meşagil-i uhreviye

  • Ahirete ait çalışmalar. Din için yapılan çalışmalar.

mesai / mesâi / مساعى

  • Çalışma. Çalışmalar.
  • İş zamanı.
  • Çalışmalar.
  • Çalışma, gayret, çaba.
  • Çalışmalar, emekler.
  • Çalışma, çalışmalar. (Arapça)

mesai-i cemile

  • Güzel çalışmalar.

mesai-i diniye

  • Dinî çalışmalar.

mesai-i manevi / mesai-i mânevi

  • Mânevî çalışmalar.

mesai-yi şer'iye / mesâi-yi şer'iye

  • Şeriata uygun olan çalışma ve çabalar.

meyelan-ı sa'y / meyelân-ı sa'y

  • Çalışmaya içten yönelme, eğilim gösterme.

meyl-i sa'y

  • Çalışma eğilimi, isteği.

minnet

  • Yapılan bir iyiliği, verilen bir şeyi başa kakma. Minnetin bu kısmı İslâmiyet'te yasaklanmıştır.
  • Görülen iyiliğe karşı teşekkür etme.
  • Allahü teâlâya hamd ve senâ etmek, şükretmek.
  • Nîmete kendi eliyle, kendi çalışmasiyle kavuşmadığını, Allahü teâlânın lütfu ve ihsânı o

mirasyedi

  • Mirasa konan; çalışmadan hazıra konan ve hesapsızca harcayan.

misyonerlik

  • Propaganda yaparak belirli bir fikir ve inancı yayma işi. Dar anlamda, henüz hıristiyanlığı kabûl etmemiş ülkelerde veya hıristiyan ülkelerde çeşitli isimler altında hıristiyanlığı yayma ve hıristiyanlık propagandası yapma faâliyeti. Bu çalışmaları yürüten râhib, papaz ve din adamlarına misyoner, bu

mualecat

  • Tedâviler, ilâç kullanmalar.
  • Bir hususta çalışmalar.

mubataşa

  • İki kişi elleriyle birbirlerini kucaklamağa çalışma.

mücahede / mücâhede

  • (Çoğulu: Mücahedât) Cihad etme.
  • Din düşmanına karşı koyma. Çarpışma.
  • Uğraşma. Çalışma. Gayret gösterme.İslâmiyette mücahedenin ehemmiyeti hakkında Deylemî'den (R.A.) mervi Hadis-i Şerif meâli: "Allah bir kulu sevdiği vakitte onu Zât-ı Uluhiyetine hizmet etmek için seçer. Onu
  • Çalışma, mücâdele etme, uğraşma, cihâd etme.
  • Nefse zor gelen, nefsin istemediği şeyleri yapma.

müdahale

  • İşlere ve lüzumlu hallere, icabettiği için karışmak. Zararlı bir hal var ise, işe karışıp zararın def'ine çalışmak.
  • Araya girme. Sokulma.

müdavemet

  • Devamlılık. Bir işte devamlı çalışmak. Aralıksız bir işe devam etmek.

müddet-i mesai / müddet-i mesâi

  • Mesâi, çalışma süresi.

mugalebe

  • Üstün olmağa, galib gelmeyeğe çalışmak. Birisine galib gelmek.

muhakeme

  • Hüküm vermeye çalışma, yargılama.

muhassala-i mesai

  • Çalışmalardan elde edilen netice.

mükabere / mükâbere

  • Münakaşada ağız kalabalığı ile karşısındakini yenmeye çalışma, yanlışta direnme, büyüklenme.

müktesebat

  • Elde edilmiş olanlar. Kazanılmış olanlar. Çalışmak suretiyle kazanılmış olanlar.

murad / murâd

  • İstenilen; arzû edilen şey.
  • Tasavvuf yolunda bulunanlardan çalışmadan Allahü teâlânın yardım ve dilemesi ile yüksek makâmlara kavuşanlar. İctibâ (çekilenler, istenenler) yolunun sâlikleri, yolcuları.

muvazebet

  • Bir işle dâimâ uğraşma. Bir işe durmadan çalışma.

muzahrefiyet

  • Sahtecilik; süsleyip cilalamak sûretiyle aslı gibi, doğal gibi göstermeye çalışmak.

müzakere / müzâkere

  • Bir iş hakkında konuşmak, bir iş için önceden danışıp görüşmek.
  • Talebenin derse çalışması.
  • Bir konuyu anlamak için karşılıklı konuşma, ders çalışma.

müzaraa

  • Ziraat üzerine yapılan işler, ekincilikle ilgili olarak yapılan işler.
  • Toprağa, çalışmağa ve kazanca ortak olmak üzere kurulan şirket.

müzarea şirketi / müzârea şirketi

  • Zirâat ortaklığı. Harman yapılan ürünleri yetiştirmek için, tarla yâni toprak birinden, çalışma, işçilik diğerinden olmak ve mahsûlü sözleşilen nisbette (miktârda) aralarında paylaşmak üzere, kurulan şirket.

müzavele

  • Bir şeyin meydana gelmesi için çalışma.
  • Bir şeyi başka bir şeye yakınlaştırma.

nazar-ı mütalaa / nazar-ı mütalâa

  • Dikkatlice bakıp anlamaya çalışmak.

nefta

  • (Nifta) (Çoğulu: Nefat) Çalışmaktan dolayı elde çıkan kabarcık.

nehyi an-il münker

  • Allah'ın haram kıldığı şeyleri işlemekten men'etmek, haram işleri yaptırmamak ve buna çalışmak.

neşat

  • Sevin. Şen şâd ve hoşdil olmak. Sürur, keyf.
  • Bir iş işlemek. Çalışmak.

netice-i himmet

  • Ciddî bir gayret ve çalışmayla elde edilen netice, sonuç.

netice-i sa'y

  • Çalışmanın neticesi.

rekabet

  • Başkalarını geçmeye çalışmak, benzerleriyle üstünlük yarışına çıkmak.
  • Gözleme, gözetleme.
  • Kendi işini yürütmeye çalışma.
  • Benzerleriyle yarışa çıkma.
  • Kıskanmak.
  • Hıfzetmek.
  • Gözetmek.
  • Terakkub üzere olmak, başkalarından ileri geçmeğe çalışmak, benzerleriyle üstünlük yarışına çıkmak.
  • Kendi işini yürütmeğe çalışmak.

riyazet

  • Nefsi kırma, dünya lezzetlerinden uzaklaşmaya çalışma.

riyazet-i diniye

  • Dinî riyazet, az gıda almak suretiyle nefsi terbiyeye çalışma.

sa'i / sâ'î / ساعى

  • Çalışan, gayret eden. (Arapça)
  • Sâ'î olmak: Çalışmak, gayret etmek. (Arapça)

sa'y / سعى / سعي / سَعْيْ

  • Çalışma, Çalışıp çabalama. Gayret sarfetme. Bir maksadın meydana gelmesi için elden geleni yapma.
  • Hızlı yürüme.
  • Cür'et etme.
  • Ziyaret etme.
  • Gammazlık yapma.
  • Ist: Hac veya Umre'de Safâ ile Merve arasında usulüne göre yedi defa gelip gitmektir.
  • Çalışma.
  • Hac ve ömre ibâdeti için Mekke-i mükerremeye gelen kimsenin Mescid-i Haram (Kâbe ve avlusu) yakınındaki Safâ ve Merve tepeleri arasında usûlüne göre Safâ'dan başlayarak Merve'ye ve Merve'den Safâ'ya yedi kere gidip gelmesi. Sa'y, dört gidiş ve üç gelişten ibârettir.
  • Çalışmak, iş görm
  • Çalışma, gayret sarf etme. Hac veya umrede Safa ile Merve arasında usulüne uygun olarak yedi defa gelip gitmek.
  • Çalışma, çaba gösterme. (Arapça)
  • Çalışma.
  • Çalışma.

sa'y etme

  • Çalışma.

sa'y etmek

  • Çalışmak.

sa'y u gayret

  • Çalışma ve gayret.

sa'y ü gayret

  • Gayretle çalışma.

sa'y-i beliğ

  • Emek harcayarak gereği gibi çalışma.

sa'y-i dimaği / sa'y-i dimağî

  • Kafa çalışması, fikrî çalışma.

sa'y-i helal / sa'y-i helâl

  • Helâl çalışma.

sa'y-i insani / sa'y-i insânî

  • İnsanın çalışması.

sa'y-i maddi / sa'y-i maddî

  • Maddi çalışma.

saha-i faaliyet

  • Çalışma sahası.

saiy / سعى

  • Çalışma, çaba. (Arapça)

şantaj

  • Bir kimsenin suçunu veya yüz karasını meydana çıkarmak tehdidiyle menfaat sağlamaya çalışma. (Fransızca)

şarkiyat / şarkiyât

  • İslâm dünyasında araştırma yapma çalışması.

say / sây

  • Çalışma, emek.

sefine-i sa'y

  • Çalışma gemisi (çalışmak, gemiye benzetilmiş).

semere-i sa'y

  • Çalışma ve çabalamayla ortaya çıkan netice, meyve.

şevk-i sa'y

  • Çalışma şevki, isteği.

seyr-i şuunat / seyr-i şuunât

  • Kâinattaki hâdiseleri seyredip, görüp hakikatını anlamağa çalışmak.
  • Hâdiselerin bir halde kalmayıp akışı, değişmesi.

simya

  • Adi madenleri altın madenine çevirmek gayesini güden bir çalışma. Bu çalışma bir takım maddelerin bulunmasına sebep olduğu için kimya ilminin ilerlemesine hizmeti dokunmuştur.

şirket-i a'mal / şirket-i a'mâl

  • Çalışmayı sermaye olarak kabul eden şirket.

sistem

  • Bir bütün meydana getirecek şekilde, karşılıklı olarak birbirine bağlı unsurların hepsi. (Fransızca)
  • İlimde bir bütün meydana getirecek esasların hepsi. (Fransızca)
  • Bir nizâm dâiresinde çalışan takım. (Fransızca)
  • Proğramlı çalışmak. (Fransızca)
  • Manzume. (Fransızca)

siyaset

  • Memleket idare etme san'atı. Devlet idare tarzı.
  • Dünya ve âhirette necatlarına sebeb olacak bir yola, insanları irşad ile beşeriyetin salâhına çalışmak.
  • Diplomatlık. Politika.
  • Seyislik, at idare işleriyle uğraşma.

staj

  • Mesleki bilgisini artırmak maksadıyla başka birinin nezareti altında yapılan çalışma. (Fransızca)

ta'til

  • Çalışmağa ara vermek. Çalışmayı durdurmak. İzine başlamak.
  • Kesmek.
  • Muattal bırakmak.
  • Ziynetsiz etmek, süssüz yapmak.
  • Allah'ın sıfatlarını inkâr eden felsefecilerin mesleği.

taammül

  • Amel etme. Çalışma. Vazife yapma.
  • Amel etme, çalışma.

tabasbus

  • Yaltaklanmak. Kendini küçülterek riyakârlıkla kendini beğendirmeğe çalışmak.
  • Yaltaklanma, kendini küçülterek başkasına beğendirmeye çalışma.
  • Yaltaklanma, kendini küçülterek beğendirmeye çalışma.

tabasbusat

  • Dalkavukluklar, kendini küçülterek başkasına kendini beğendirmeye çalışmalar.

tadfir

  • Saç örmek.
  • Yürürken çok sallanmak.
  • Çok çalışmak.

tahsil

  • Hâsıl etmek.
  • İlim edinmek. İlim öğrenmek veya öğretmek için çalışmak.
  • Vergi toplamak.
  • Aşikâre eylemek.

takayyüd

  • Bağlanma. Bağlı olmak. Kayıtlı bulunmak.
  • Çalışmak. Çabalamak. Uğraşmak.
  • Dikkatli davranmak.

taklid

  • Takma, asma, kuşatma.
  • Benzetmeğe ve benzemeğe çalışmak. Benzerini yapmak. Birine benzemeğe çalışarak alay etmek. Sahte. Bir şeyin sahtesini yapmak.
  • Benzemeye çalışma, öykünme.

tasannu yapmak

  • Yapmacık harekette bulunmak, birşeyi zorla daha iyi göstermeye çalışmak.

tasannu'

  • Yapmacık hareket. Zorla bir şeyi daha iyi göstermeğe çalışmak. Suni hareket.

tatil

  • Çalışmama, çalışmaya ara verme.
  • Çalışmaya ara verme.
  • Çalışmaya ara vermek, izine başlamak, kesmek, Allah'ın sıfatlarını inkâr eden felsefecilerin mesleği.

tatil-i eşgal / tâtil-i eşgâl

  • Çalışmayı durdurma, görevini yapmama.

tebattun

  • Bir şeyin içini dışını iyice anlamak için çalışma.

teberrür

  • Allah rızasına çalışma.

tecahüd

  • Kuvvetini sarfedip uğraşmak. Çalışmak.

tecellüd

  • Tekellüfle celâdet göstermek. Kendini şecaatli ve cesâretli göstermeğe çalışmak.
  • Serkeşâne inad etmek.
  • Cesur görünmeye çalışma.

tecessüs

  • İnsanların gizli hallerini, ayb ve kusûrunu merâk edip, iç yüzünü araştırıp öğrenmeye çalışmak.

tedavi / tedâvi

  • İyileştirmeye çalışma.

tedvin

  • Bir araya toplayarak tertipleme.
  • Edb: Aynı mevzuya ait bahisleri, çalışmaları bir araya getirip kitap hâline getirme.

teerrüb

  • Ululanmak, büyülenmek.
  • Kendini zeki göstermeğe çalışmak.

teftiş

  • Kontrol etmek. İşlerin alâkalı vazifeliler tarafından ele alınıp iyi ve tamam yapılmasına çalışmak.
  • Sormak.
  • Ayırmak.

tegafül-ü ani's-sani / tegafül-ü ani's-sâni

  • Varlıkları mükemmel san'atlarla yaratan Allah'tan gaflet etmeye çalışma, Onu görmezlikten gelme.

tehzib-i ahlak / tehzib-i ahlâk

  • Temiz ahlâk sâhibi olmağa çalışmak. Ahlâkını düzeltmek.

tehzib-i ruh

  • Ruhunu yükseltmeğe, temizlemeğe çalışmak.

tekavvül

  • Kendisinde olmayanı söylemeğe çalışma. Yalan söyleme.

tekebbür etme

  • Büyüklenme, üstün görünmeye çalışma.

telkinat-ı musırrane

  • Israrla fikirlerini kabul ettirmeye çalışma.

temeddüh

  • Kendi kendini övmek. Kendini beğendirmeğe çalışmak. böbürlenmek.

temenni / temennî

  • Sebebe yapışmadan, gerekli çalışmayı yapmadan, Allahü teâlâdan bir şeyin olmasını dileme.

tenasi / tenâsi

  • Unutmaya çalışma.

tenavüb

  • Nöbetleşme. Nöbet ile çalışma. Münâvebe.

tencim

  • Yıldız ilmi ile uğraşmak. Yıldızların hareketlerinden mâna çıkarmağa çalışmak.

terbiye

  • Allah'ın emirlerine itaat ederek ruhen ve cismen yükselmeye ve yükseltmeye çalışmak. Kemale ermeğe, nizam ve emirleri dinlemeğe çalışmak. Allah rızası yolunda gitmeyi öğrenmek.

tesabür

  • Bir şeyi sürekli olarak yapmak. Bir şeye devam üzere çalışma.

teşebbüh

  • Benzemek, müşâbehet etmek. Zorla benzemeğe çalışmak.

teşrik-i mesai / teşrik-i mesaî / teşrik-i mesâi

  • Birlikte çalışmak. İşbirliği etmek. Bir işi beraber yapmak.
  • Birlikte çalışma, işbirliği yapma.

teşrikü'l-mesai / teşrikü'l-mesâi

  • Birlikte çalışma, işbirliği yapma.

tevehhül

  • (Vehle. den) Yanıltmağa çalışma.

tevessül

  • Bir şeyi vasıta yaparak yaklaşma, sarılma, çalışma.

tezyif etmek

  • Bir görüşü çürütmeye ve bozmaya çalışmak.

tıbb

  • Tabiblik, doktorluk.
  • Her şeyi gereği gibi bilmek.
  • Rıfk. Suhulet.
  • İrade.
  • Hastayı ilâçlarla tedaviye çalışmak.
  • Şan.
  • Şehvet.

ubudiyyet

  • Bendelik, kulluk, kölelik. Kul olduğunu bilip Allah'a itaat etmek. Allah'a teslim olup, Kur'an ve Peygamber (A.S.M.) vasıtası ile verilen emirleri aynen icra ve tatbike çalışmak.

va'z

  • Dinî mes'eleler üzerinde konuşup nasihat etmek. Kalbi yumuşatacak sözlerle insanı iyiliğe sevke çalışma.

vazife-perver

  • Çalışmayı seven.

vehbi / vehbî

  • Doğuştan. Allah vergisi. Çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın (C.C.) lütfu ile olan.
  • Doğuştan, Allah vergisi, çalışmakla kazanılmayıp Allah'ın lütfu ile olan.

verziş

  • İşletme. Çalışma. (Farsça)
  • Çalışmış. (Farsça)

vesile-i sa'y

  • Çalışma vesilesi.

yad-ı gird / yâd-ı gird

  • Hatırlamak; Nakşibendiyye yolundaki on temel esastan biri. Her an Allahü teâlâyı anıp hatırlamaya çalışmak.

yeltenmek

  • Bir şeye başlamağa niyet etmek. Teşebbüse kalkışmak. Özenmek. Taklide çalışmak. (Türkçe)

yevmiye

  • Gündelik. Bir günlük çalışmanın neticesi alınan ücret.
  • Günlük hadiseleri günü gününe kaydetmeğe yarıyan defter, gazete.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın