REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te âmil ifadesini içeren 155 kelime bulundu...

a'la-yı illiyyin / a'lâ-yı illiyyîn

  • Cennette en yüksek derece. Cenâb-ı Hakkın indinde en iyilerin ve kâmillerin derecesi.

ab-ı hayat / âb-ı hayât

  • Hayat suyu. Saf ve berrak su. İnce ve derin mânâlı söz. Tasavvufta mürşid-i kâmil denilen evliyâ zâtların, insanların mânen canlı, kalblerinin uyanık olmalarına vesîle olan mübârek sözleri, mânevî nazarları (bakışları) ve kıymetli kalblerinden fışkır an teveccüh. Bir şeyin kıymetini kuvvetli bir şek

abd

  • Kul, köle, mahlûk. Tasavvufta kâmil müslüman.

abist

  • Gebe, hâmile. (Farsça)

abisteni / abistenî

  • Hâmilelik, gebelik. (Farsça)

abkari / abkarî

  • Mutlaka kusuru olmayan. Kâmil.
  • Bir kavmin seyyid ve şerifi, efendisi. Beşer san'atı olmayan.
  • Çok güzellik.
  • Bir nevi döşek.

ahaveyn

  • İki kardeş.
  • İslam âlimlerinden olan Urfalı Vaiz Mahmud Kâmil efendinin babası Mustafa Kâmil Efendi ve amcası Urfalı Mehmed Efendi.

amele

  • (Tekili: Âmil) Âmiller. Amel edenler.
  • Irgat, işçi.

amile / âmile

  • (Çoğulu: Avâmil) (Amel. den) Bacak, ayak.

amme nevalühü

  • "Cenâb-ı Hakkın lütuf ve ihsanı herkese veya herşeye şâmildir." meâlinde.

asire

  • Üzerine bir yıl geçtiği hâlde hâmile olmayan dişi deve.

aşk-ı mecazi / aşk-ı mecazî

  • Fâni şeylere olan aşk. Nefis ve şehvet arzusuna dayanan aşk.
  • Tas: Kâmil bir zâtın Cenab-ı Hakk'a dâir şiddetli muhabbetinden evvel fani, dünyevî şeylere dair olan aşkı.

aşra'

  • Muharrem ayının onuncu günü.
  • On aylık vazife.
  • On aylık hâmile deve.

avamil / avâmil

  • (Tekili: Amil) Sebepler.
  • Ayaklar.
  • Valiler. Hâkimler.
  • Gr: Arabçada kelime sonlarının okunuşuna te'sir eden hususları öğreten ilim ve ona dâir kitab.
  • Birgivi Hazretlerinin "Nahiv" ilmine dâir olan kitabının ismi.
  • Âmiller, sebepler.
  • Arap nahvine ait ve bu isimdeki kitap.

ayasofya

  • İstanbul'daki bu ilk kilisenin açılış resmi Mi : 325 tarihinde yapılmıştır. 513 senesi Ocak ayının 13-14. gecesi bir yangın esnası bina kâmilen yanmış. O zaman İmparator Justinyanus yeniden yaptırmış. 573 de binanın resm-i küşâdı yapılmıştır.Osmanlılarca 29 Mayıs 1453'de İstanbul fethedilince Fatih

beçe-dar

  • Yavrusu olan, çocuğu olan. (Farsça)
  • Gebe, hâmile. (Farsça)

ber

  • Üzere, üzerine, yukarı mânasına (ve Arabçadaki "Alâ" yerine edat-ı isti'lâdır) (Farsça)
  • Göğüs, sine, bağır, sadır. (Farsça)
  • Fayda. (Farsça)
  • Hamil. (Farsça)
  • Hıfz. (Farsça)
  • Yan. (Farsça)
  • Taraf. (Farsça)
  • Nâkil. Götürücü. (Farsça)
  • Meyve. (Farsça)
  • Yaprak. Varak. (Farsça)
  • Meme. (Farsça)
  • Genç kadın. (Farsça)
  • E (Farsça)

beraat satışı / berâât satışı

  • Zekât toplayan âmillerin (memurların), köylüden alacakları zekât ve uşrun cins ve miktârını gösteren ve berâât adı verilen senedlerin satışı.

bid'

  • İlim, şecaat ve şerafette kâmil ve yegâne.
  • Yeni.

cevami' / cevâmi' / جوامع

  • Camiler. (Arapça)

cezl

  • Kalın odun. Tomruk.
  • Sağlam. Metin.
  • Güzel ve muhkem fikir.
  • Rekik olmayıp doğru ve dürüst olan söz veya kelime.
  • Kâmil, dirayet sahibi, akıllı ve olgun adam.

cum'a namazı / cum'â namazı

  • Cumâ günü öğle vaktinde câmilerde hutbeden sonra, cemâatle kılınan iki rek'atlik farz namaz.

cüz'iyyat

  • Cüz'î olan şeyler. Ufak tefek şeyler. Mânası düşünüldüğünde zihinde ortaklık kabul etmeyen şeyler. Mânası başka şeylere şâmil olmayanlar.

e

  • Gr: İstifham, sorgu edatı. (Ezehebe Nuri: Nuri gitti mi? derken Ezehebe'nin başındaki "E" harfi gibi)
  • Arapça kelimelerin sonuna "e" gelerek onları müennes yapmaya yarar. Âdil, Âdile... Emin, Emine... Kâmil, Kâmile... Nuri, Nuriye... gibi.

ehad

  • Bir. Tek. İnfiradla muttasıf sıfât-ı kâmileyi cami' olan.

ehl-i ma'rifet / اَهْلِ مَعْرِفَتْ

  • Allah'ı kamil bir imanla tanıyanlar.

ekmel

  • Mükemmel, en kâmil, eksiği olmayan, en mükemmel.

el-cüz'i / el-cüz'î

  • Man: Mânası, mefhumu başkalarına şâmil olmayan, yani tek mâlum ferde âid olan kelime.

elibba'

  • (Tekili: Lebib) Akıllılar, kâmiller, kemalât sahipleri, olgun kimseler.

enmele

  • (Çoğulu: Enâmil) Parmak ucu.

eramile

  • (Bak: ERAMİL)

ermel

  • (Çoğulu: Erâmil) Ayakları siyah olan koyun.
  • Kadını olmayan erkek.

ermele

  • (Çoğulu: Erâmil) Erkeği olmayan kadın.

eşmel

  • Daha şâmil. Çok şeyleri içine alan. Daha çok kaplamış.

faktör

  • Bir neticeyi meydana getiren unsurlardan her birisi. Amil. (Fransızca)

fasid kan / fâsid kan

  • Üç günden yâni yetmiş iki saatten -beş dakika bile az olsa- gelen kan, yeni başlayan (baliğa, ergen) olan için on günden çok sürüp, onuncu günden sonra gelen kan, yeni olmayanlarda (kadınlarda) âdetten çok olup on günü de aştığında âdetten sonraki gü nlerde gelen kan, hâmile ve âyise (ihtiyar) kadın

fasile / fasîle

  • (Çoğulu: Fesâil) Anababa, ebeveyn, âile.
  • Familya, bir cinsten olan bitkilerin hepsi.

feyl

  • Hamile kadının sütü.

fırka-i naciye-i kamile / fırka-i nâciye-i kâmile

  • Kurtuluşa eren kâmil cemaat, topluluk; Ehl-i Sünnet ve Cemaat.

gayl

  • Irmak, nehir.
  • Ağaç, şecer.
  • Cima etmek.
  • Kadının hâmile iken çocuğuna süt emzirmesi.

gebe

  • (Bak: Hâmile)

gurmul

  • (Çoğulu: Garâmil) Erkek eşek.
  • At zekeri.

habaleyat

  • (Tekili: Habâlâ) Hâmileler, gebeler.

habile

  • Gebe, hâmile, yüklü.

hak-perest

  • Doğruluktan ayrılmayan, doğruluğu ciddi ve samimi seven. Hakka iman eden ve hak üzere âmil olan. (Farsça)

hakim / hakîm

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Hikmet sâhibi, ilmi kâmil, işi güzel, uygun işler yaratıcı ve kullar arasında hükmedici.
  • Hikmet ehli. Din bilgilerini fen bilgileri ile isbât eden âlim.

hamil / hâmil / حامل

  • (Hâmile) Yüklü yüklenmiş.
  • Gebe.
  • Taşıyan, götüren.
  • Hâiz.
  • Mâlik, sahib.
  • Uhdesinde bir poliçe bulunan.
  • Taşıyan. (Arapça)
  • Hamile. (Arapça)
  • Sahip. (Arapça)
  • Hâmil olmak: Taşımak. (Arapça)

hamile / hâmile / حامله

  • Gebe, hamile. (Arapça)

hamilen

  • Hâmil olarak. Taşıyarak, götürerek.
  • Hâmil olduğu halde.

hanif

  • İslâmiyetten evvel Allah'ın birliğine inanan ve Hz. İbrahim'in (A.S.) dininden olanların vasfı.
  • İslâmiyete kuvvetle bağlı olan ve ilmiyle âmil olan kimse.
  • Eğri.
  • Eski kötü hallerinden vazgeçip hakka ve doğruluğa yönelen.

haramilik

  • Tar: Akıncı kumandanının iştirak etmediği ufak kuvvetler tarafından düşman memleketlerine yapılan akınlar. Bu akınlara yüz ve daha fazla akıncı iştirak ederdi. Akıncı kuvvetleri yüzden az olduğu takdirde "çete" ismini alırlardı. Büyük akınlarda olduğu gibi haramilik suretiyle yapılan akınlarda da al

harus

  • Sütü az olan kadın.
  • Evlenip hâmile olan kız.

hasif / hasîf

  • Aklı başında, kâmil ve olgun adam.

havass / havâss

  • (Tekili: Hâss - Hâssa) Hâslar. Hâssalar. Keyfiyetler. Hususlar.
  • Dindarlık ve doğruluğu ile, ilmiyle âmil olup mâneviyat mertebelerinde yükselmekle makbul ve muteber olan zatlar.
  • Zenginler sınıfı.
  • Kur'anî ve manevî sırlara ve hususlara vâkıf bulunan, ilim, ibadet, tâat

havi / hâvi

  • İhtiva eden, içine alan, şâmil, içeren.

hubla

  • Gebe, hâmile.

hukuk-u umumiyye

  • Cemiyetin bütün fertlerine şâmil olan haklar. (Mülkiyet hakkı, iştirak hakkı vs. gibi.)

hünkar mahfili / hünkâr mahfili

  • Eskiden camilerde padişahlar için yapılmış olan yerler. Bu mahfiller camilerin zemininden yüksek olarak yapılır ve caminin iç kısmını görmek için kafes konulurdu. Bunun haricinde kafesin birkaç yerinde 20-30 cm. en ve boyunda açılabilir küçük pencereler de bulunurdu.

ictihah

  • Kadının veya dişi hayvanların hâmile olması.

igyal

  • Hâmile kadının sütünü vermesi.

ihbal

  • Gebe koyma, hâmile yapma.
  • Çiçekler dökülüp meyve tutma.

ihtiva

  • İçinde bulundurmak, içine almak, hâvi olmak, şâmil olmak. Bir şeyi toplamak ve korumak.

iktibas

  • Bir söz veya yazıyı olduğu gibi veya kısaltarak almak. Birisinden ilmen istifade etmek. İstifade suretiyle almak, alınmak.
  • Söz arasında Kur'an-ı Kerimden veya Hadis-i Şeriftden veya başka makbul eserlerden bir cümlenin kâmilen veya kısmen az tasarruf ile veya tasarrufsuz alınması.

illiyyun

  • (Tekili: İlliyyîn) (Aliyyu) Cennetin en yüksek tabakası. Ahirete giden tam kâmil mü'minlerin yeri. Hafaza meleklerinin divanları ismidir ki, salihlerin amelleri oraya yükseltilir. Ahirette yüksek dereceye, dergâh-ı rızâya en yakın olan derecedir.

intisab / intisâb

  • Mensûb olma, bağlanma. Bir işe, bir mesleğe girme. Bir mürşîd-i kâmile (rehbere) bağlanma, talebe olma.

irade-i külliye

  • Külli irade. Allah'ın her şeye şâmil olan emri ve iradesi.

ışar

  • (Tekili: Aşerâ) On aylık hamile develer.

istibra / istibrâ

  • Temizlenme.
  • Erkeklerin küçük abdesti yaptıktan sonra yürüyerek, öksürerek veya sol tarafa yatarak, idrar yolunda damlalar bırakmaması. Kadınlar istibrâ yapmaz.
  • Nikâhla alınacak dul bir câriyenin hâmile olup olmadığını bilmek ve şüpheye yer vermemek için bir temizlik müddeti geçip tekr

istikmal

  • Bir şeyin olgunluğa, kemale erdirilmesi. İkmal etmek. Eksiksiz ve tam oluş, tam ve kâmil olmak.

iştimal

  • İçine almak, kaplamak. Çevirmek, ihata etmek. Şâmil olmak.

ittihad

  • Birleşmek. Birlik üzere âmil olmak. Birlik. Aynı fikirde olmak.

kadir alayı

  • Tar: Kadir gecesi padişahların saraydan çıkıp, civardaki camilerden birinde namaz kılmaları münâsebetiyle yapılan merâsim.

kamil-i ukala / kâmil-i ukalâ

  • Kemalde olan mükemmel akıl sâhibleri. Akılların kâmili.

kamilane / kâmilâne

  • Kâmilce.

kamilen / kâmilen

  • Noksansız, eksiksiz olarak. Tam olarak. Kâmil olarak. Bütünü ile. Tamamen.

kamilin / kâmilîn

  • Kâmiller.

kamilin-i ehl-i suffe / kâmilîn-i ehl-i suffe

  • Suffede bulunan fazilet sahibi kâmil sahabeler.

kamit

  • Bağlanmış.
  • Tam olgun, kâmil.

kayyum

  • (Kıyâm. dan) Camilerde iş gören kimse. Cami hademesi.

kaziye-i cüziyye

  • Man: Hükmü, mevzuun bazı efradına şamil olan kaziye. "Bazı şeyler serttir." gibi.

kaziye-i külliye

  • Man: Hüküm mevzuunun cemi efradına şâmil olan kaziyye. "İnsanların cümlesi nâtıktır" gibi.

kemal

  • Kâmillik, olgunluk. Olgunlaşma. Erginlik. Bütün güzel sıfatlarla muttasıf olmak. Fazilet.
  • Değer, baha.
  • Fazlalık.
  • Sıdk ile yapılan güzel iş.

kemal sıfatları / kemâl sıfatları

  • Allahü teâlânın zâtında ve işlerinde hiçbir kusûr, karışıklık, değişiklik ve noksanlık olmadığını gösteren hayât (diri olmak), ilim (bilmek), sem' (işitmek), basar (görmek), kudret (gücü yetmek), irâde (istemek), kelâm (söylemek) ve tekvîn (yaratmak) sıfatları. Bunlara Subûtî, Hakîkî ve Kâmil sıfatl

kemalat-perver / kemalât-perver

  • Kâmil ve olgun insan. Kemalât sahibi. (Farsça)

kihal

  • (Tekili: Kehl) Kemâlini bulmuş kimseler. Kâmil insanlar. Olgunluk çağında bulunanlar.

kırmil

  • (Çoğulu: Karâmil) Azgın devenin yavrusu.
  • İki hörgüçlü deve.

kişaf

  • Bir kaç yıl üstüne yük vurulmayan deve yavrusu.
  • Dişi deve hâmile iken erkek devenin ona cimâ etmesi.

külliyen

  • Kâmilen, tamamen. Cüz'î olmamak üzere. Büsbütün. Tamamıyla, toptan, kâffesi.

kümmel

  • (Tekili: Kâmil) Kâmiller. Olgunlar. İlmen, dinen ve mânen kâmil olan büyük zatlar. Büyük mâneviyat ve fazilet sahibi insanlar.

kümmelin / kümmelîn

  • (Tekili: Kâmil ve kümmel) Kâmiller.
  • Kâmiller; büyük mâneviyat ve fazilet sahibi olgun kimseler.

kürsi

  • Oturulacak yüksekçe yer. Câmilerde vâizin, medreselerde müderrisin oturduğu yer.
  • Taht, serir. Erike. Koltuk.
  • Kaide.
  • Merkez.
  • Vazife.
  • Saltanat, kudret ve mülk.
  • Başkent, hükümet merkezi.
  • Mânevi makam.
  • Arş'ın altına bir semâ tabakas

lakıh / lâkıh

  • (Çoğulu: Levâkıh) Ağaca su yürüten rüzgâr.
  • Yağmur yağdıran rüzgâr.
  • Karnında yavrusu olan hamile deve.

lef'

  • Örtmek, setr etmek.
  • şâmil olmak.

ma'mul

  • (Amel. den) Yapılmış, işlenmiş.
  • Gr: Avamil'in ikinci bâbı.

ma'nidar

  • Bir mânâyı mutazammın olan. (Farsça)
  • Nükteli, ince mânâlı. Bir mâna ifade eden. Bir mânayı şâmil olan. (Farsça bir ifade olup, mânâ; ma'ni diye okunmuştur.) (Farsça)

ma'rifet-i kamile / ma'rifet-i kâmile / مَعْرِفَتِ كَامِلَه

  • (Allahı) Kâmil bir imanla tanıma.

ma-i nafiyye / mâ-i nâfiyye

  • (Ben kâmil değilim) misâlinde olduğu gibi mânayı nefyeder.

maabid-i islamiye / maabid-i islâmiye

  • İslâm mâbetleri. Mescid ve câmiler.

mahafil

  • (Tekili: Mahfil) Mahfiller.
  • Toplantı yerleri. Oturulup görüşülecek yerler.
  • Büyük câmilerde eskiden hükümdarlara veya müezzinlere ayrılmış ve etrafı parmaklıklarla çevrilmiş olan yerler.

mahfel

  • Kapalı yer, camilerde yüksek yer.

mahfil

  • (Çoğulu: Mahâfil) Toplanılacak yer. Toplantı ve görüşme yeri.
  • Büyük câmilerde eskiden pâdişahlara veya müezzinlere ayrılmış olan etrâfı parmaklıklarla çevrilmiş yüksekçe yer.

mahız

  • (Çoğulu: Muhaz) Ağrısı tutmuş hâmile kadın.

mahya

  • Ramazanlarda, kandillerde veya bayramlarda çifte minâreli olan camilerde iki minare arasına gerilen ipe asılmak suretiyle ışıklarla yazılan yazı veya yapılan resim.
  • Dam çatısında iki eğik sathın birleştiği çizgi ve buradaki aralığı kapatmak için kullanılan uzunca, oluk biçiminde kire
  • Ramazan-ı şerîf ayında, geceleri çift minâre bulunan câmilerde iki minâre arasına gerilen ve halata (kalın ipe) asılarak kandillerle (lambalarla) yazılan yazı ve şekiller.

makasir

  • (Tekili: Maksure) Bir hânedeki en mahrem taraflar. Bir evin en mahrem tarafları.
  • Câmilerde etrâfı parmaklıklarla çevrili yüksek yer.

maksure

  • (Çoğulu: Makasir) Câmilerde etrafı parmaklıkla çevrilmiş biraz yüksekçe yer.
  • Camilere etrafı parmaklıklı yüksekçe yer.

melami / melâmî

  • Kınanmış, melamilik tarikatından olan.

menabir

  • (Tekili: Minber) Minberler. Camilerde hatiblerin hutbe okumalarına mahsus kürsüler.

mesacid / mesâcid

  • Mescidler, camiler.

metin / metîn

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kudretli, kâmil (kusursuz, noksansız) olan, hiçbir sûrette za'fiyet, âcizlik, güçsüzlük meydana gelmeyen.
  • Hadîs-i şerîfi rivâyet eden (nakleden) râvîlerin (zâtların) sıra ile isimleri demek olan sened kısmından sonra gelen hadî

mihmel

  • (Çoğulu: Mehâmil) Kılıç bağı.
  • Büyük mahfe.

mıklat

  • Evlâdı yaşamayan kadın.
  • Bir kez doğuran ve daha hâmile olmayan deve.

minare / minâre

  • Câmilerde, müezzinlerin çıkıp ezân okuduğu yüksek yer.

minber

  • Câmilerde hatiplerin hutbe okumaları için yapılmış merdivenli yüksek yer.

mübellig

  • Tebliğ eden. Bildiren. Duyuran.
  • Büyük câmilerde imamın dediklerini tekrar eden kimse.

müfessirin / müfessirîn

  • Kur'an-ı Kerim'in mânasını hakkıyla anlayıp tefsir edebilen, ilmi ile âmil, kâmil ve sâlih muhakkikler.

muhaddisin / muhaddisîn

  • Hadis ilmiyle uğraşan eskiden gelmiş büyük ve kâmil zâtlar. Peygamberimizin (A.S.M.) sözünü işiterek bildirenler.

mükebbire

  • Büyük camilerde müezzinlerin, son cemaat yerlerinde namaz kılan halka, imamın tekbirlerini tekrar etmek üzere bulundukları çıkıntılı balkonlara verilen addır.

mülakaha

  • Hâmile olmak.

müske

  • Müracaat olunacak hayır ve fayda.
  • Her şeyin artığı.
  • Akıl, kâmil zihin.
  • Kendine temessük olunacak şey.
  • Geçinecek kadar kuvvet ve gıda.

müsteva

  • Gr: Müzekker ile müennesi şâmil olan, içine alan.

mütekamilin / mütekâmilîn

  • Tekâmül etmiş olanlar. Kâmil ve olgun kimseler. Allah'ın emrine uygun şekilde hareketi alışkanlık hâline getirmiş olanlar.

müzca

  • Sürücü, süren.
  • Kâmil olmayan kişi. Olgunlaşmamış insan.

ney

  • Kamıştan yapılan damaksız düdük.
  • Kamış kalem.
  • Mc: Kâmil insan.
  • Farsçada : Yokluk.
  • Kamıştan yapılan içi boş bir çalgı âleti.
  • İnsan-ı kâmil, İslâm dîninde yetişen kâmil yüksek insan.

nuut

  • (Tekili: Na't) Vasıflar, keyfiyetler, umuma şâmil sıfatlar.
  • Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm hakkındaki medhiyeler.

pir / pîr

  • Yaşlı, ihtiyâr.
  • Mürşîd-i kâmil, tasavvuf yolunda rehber zât.

puhte

  • (Çoğulu: Puhtegân) Pişmiş, pişkin. Olgun, kâmil insan. (Farsça)

rafi'

  • Yükseltici. Hâmil. Sâhib. Kaldırıcı, kaldıran.
  • Esma-i İlâhiyedendir.

raşidin / raşidîn

  • Hakka erişmiş olanlar. Kâmil ve çok ileri olgun kimseler. Akıllılar.

rihve-i mehmuse harfleri

  • "Fe, ha, se, he, şın, hı, sad, sin" Bu harflerde sesin kemâli ile nefes birlikte akar. Rehavet ve hems sıfatı, zayıf sıfatlardır, bunun için rehavet sesin kâmilen akmasını, hems de nefesin kâmilen akmasını icabettirir.

rind

  • Kalender. Aldırışsız, dünya işlerini hoş gören. (Farsça)
  • Laübali meşreb feylesof. (Farsça)
  • Bâtını irfan ile müzeyyen olduğu halde zâhiri sâde görünen hakîm. Dış görünüşü laübali olduğu halde, aslında kâmil olan kimse. (Farsça)

ruşendil

  • Kalbi nurlanmış. Kâmil ve çok temiz dindar.

salk

  • Şiddetli ses.
  • Vurmak.
  • Hâmile kadının ağrısı tutup bağırması.

şamil / şâmil / شامل

  • Kapsayan. (Arapça)
  • Şâmil olmak: Kapsamak. (Arapça)

şamile

  • (Bak: ŞAMİL)

şevamil

  • (Tekili: Şâmile) Şâmil olanlar, içine alanlar, çevreliyenler.

şeyh

  • İhtiyâr.
  • Bir ilim dalında ihtisas etmiş olan.
  • Mürşîd-i kâmil; insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatan, dîni, İslâm'ı yayan ve onların mânen olgunlaşmalarını sağlayan rehber zât. Çoğul şekli meşâyıh ve şüyûhtur.

sıdk

  • Doğru söz. Hakikata muvâfık olan. Bir şeyin her hususu tam ve kâmil olması.
  • Ahdinde sâbit olmak.
  • Peygamberlere mahsus en mühim beş hasletten birisi.
  • Kalb temizliği.

sıfat terkibi

  • Sıfat tamlaması. Meselâ: "Kâmil insan" kelimeleri bir sıfat terkibidir. Burada Türkçe ifâdeye göre "kâmil insan" terkibinden birinci kelime sıfat (belirten), ikinci kelime ise mevsuf (belirtilen) dir. Farsça kâideye göre "insan-ı kâmil" diye söylenir.

süryani / süryanî

  • Eski Suriye halkından. Sâmilerin Aramî kolundan ve garb kısmından olan ve bunların dininden olan.

tahmel

  • (Çoğulu: Tahamil) Ahlâkı kötü kimse.

tahsil-i irfan / tahsîl-i irfan

  • Tasavvuf bilgilerini elde etme, öğrenme. Edeler dâimâ tahsîl-i irfân Olalar her biri, bir kâmil insan.
  • İlim ve tecrübe netîcesinde bilgi edinme.

telakkuh

  • Kendisini gebe, hâmile gösterme. Gebe kalabilme.

telmih

  • (Çoğulu: Telmihât) Lâyıkiyle ve kâmilen keşfedip nazara arzetmek.
  • Bir şeyi açıkça söylemeyip başka bir mâna ifade için söz arasında mânalı söylemek. İmâ ile söz arasında başka bir mânayı ifade etmek.
  • Edb: İbârede bahsi geçmeyen bir kıssaya, fıkraya, ata sözüne veya meşhur bir

teşmil

  • Şâmil kılmak. İhata eylemek. Kaplamak. İhrama bürünmek ve sür'atle yürümek.

teşmil eder

  • Şâmil kılar, onları da (zulmünün) içine alır.

tevbe bi'atı

  • Mürşid-i kâmil denilen velî bir zâtın, huzûrunda tövbe edip günâh işlememek üzere söz vermek.

tevhim

  • Bir nesneye gönül vermek.
  • Hâmile olmak ricâsını etmek.

ummal

  • (Tekili: Âmil) İdare âmirleri. Valiler. Tahsildarlar.

ürmule

  • (Çoğulu: Erâmil) Ergen delikanlı.

vasi' / vâsi'

  • (Vasia) Geniş, enli. Bol. Engin. Meydanlı.
  • Her ihtiyacı olana vergisi kâfi ve bol bol ihsan eden. İlmi cümle eşyayı muhit, rızkı bütün mahlukata şâmil ve rahmeti bütün şeyleri kaplamış olan Allah (C.C.)

velayet-i amm / velayet-i âmm

  • Huk: Umum mallara ve fertlere şâmil olan velayet. (Şeriat hâkimleri, kadılar ve valilerin velayetleri gibi)

vuz'

  • Kadının temizliğinin sonunda hayızdan evvel hâmile olması.

zabıta / zâbıta

  • Yurt içinde emniyet ve intizamı korumakla vazifeli devlet kuvveti, polis.
  • Fık: Bütün hususlara şâmil olmayıp yalnız bir hususa ve onun teferruatına şamil olan hususi kaideye denir. Kanun ve âdet, zabt ve idareye vesile olan bağ.

zamile

  • (Çoğulu: Zevâmil) Yük hayvanı.
  • Küçük yük.

zevamil

  • (Tekili: Zâmile) Küçük yükler.
  • Yük hayvanları.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın