REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te ÖLÜM ifadesini içeren 441 kelime bulundu...

acal

  • (Tekili: Ecel) Eceller. Ölümler, vâdeler.

acbüzzeneb

  • Ölümden sonra dirilişin tohumu sayılan madde.

adn

  • Cennette bir bölüm.

ahd-i cedid / ahd-i cedîd

  • Hıristiyanların kutsal kitabı olan Kitâb-ı mukaddes'in ikinci bölümü.

ahiret / âhiret

  • İnsanın ölümü ile başlayan ebedî (sonsuz) hayat. Âhirete îmân, inanılması lâzım olan altı esastan beşincisidir.
  • Bu dünyadan sonra gideceğimiz ebedi âlem. Âhiret, kıyamet koptuktan sonra, bütün varlıkların ve insanların devamlı kalacakları yerdir. Orada ölüm yoktur, hayat sonsuzdur; dinin emirlerine bağlı olanlar için cennet; dine bağlı olmıyanlar için de cehennem vardır. Âhirete inanmayan insan müslüman olama

ahval-i şahsiye

  • Huk: Hakiki şahısların, hukuki varlıklariyle alâkalı olan hukuki durumlar. (Doğum, evlenme, boşanma, evlat edinme, ölüm hadiseleri gibi)

ahyaz

  • (Tekili: Hayiz) Odalar, bölmeler, bölümler.

ahzab / ahzâb

  • Hizipler, bölümler, partiler.

aksam / aksâm / اقسام

  • (Tekili: Kısım) Kısımlar. Bölümler. Parçalar.
  • Kısımlar, bölümler.
  • Kısımlar, bölümler. (Arapça)

aksam-ı saire / aksâm-ı sâire / اقسام سائره

  • Diğer kısımlar, öbür bölümler.

aksam-ı seb'a

  • Yedi kısım.
  • Gr: Kelimelerin (sahih, misâl, muzaaf, lefif, nakıs, mehmuz, ecvef) bölümleri.

aksam-ı selase

  • Üç kısım.
  • Gr: İsim, fiil, harf bölümleri.

alemin imkan-ı mevti / âlemin imkân-ı mevti

  • Dünyanın ölümünün mümkün olması, ihtimal dahilinde olması; kıyametin kopması.

almanak

  • Kitab biçiminde bir çeşit takvimdir. Senenin bölümlerinden başka bayram, yıldönümü gibi muayyen günleri gösterir; ayrıca astronomi, meteoroloji, istatistik bilgiler de verir. (Fransızca)

arasat / arasât

  • Ölümden sonraki dirilme yeri.

arazi-i mahlule / arâzi-i mahlule

  • Huk: Araziyi kullananın intikal sahibi mirasçı bırakmaksızın ölümüyle hükümete kalan arâzi-i emiriye.

asef

  • (Asf) Büyük kadeh.
  • Bir şeyi almak.
  • Yoldan çıkmak. Zulüm eylemek. Körü körüne gitmek.
  • Birisini istihdâm eylemek. Irgatlık etmek, tarlada işçilik etmek.
  • Ölüm. (Kamus'tan alınmıştır.)

asil

  • Esas. Yedek olmayan.
  • Köklü.
  • Edebli, soylu.
  • Fık: Muamelâtta kendi nâmına hareket eden.
  • Akşam vakti.
  • Ölüm, mevt.

asile

  • (Çoğulu: Asâil) Bir şeyin tamamı, bütünü.
  • Öğleden sonranın son kısmı, akşam üzeri.
  • Ölüm, mevt.

aşır

  • On âyetten oluşan bölüm.

aşir

  • Kur'ân-ı Kerimden on âyetten oluşan bir bölüm.

aşr

  • On. Bir cemâat içerisinde ve daha çok cemâatle kılınan namazlardan sonra Kur'ân-ı kerîmden sesli olarak okunan on âyet veya bu mikdara yakın bir bölüm.

ateme

  • Gecenin ilk üçte bir bölümü. Yatsı namazı vakti.
  • İşsizlik, tembellik, atalet, üşengeçlik.
  • Akşam vaktine kadar hayvanın memesinde bâki kalan süt.

ateş-i seyyal-i memat / ateş-i seyyâl-i memat

  • Ölümün akışkan (akıcı) ateşi.

avarız-ı semaviye

  • Delilik, küçüklük, bunaklık, ölüm gibi kesbî ve ihtiyarî olmaksızın insana ârız olan şeyler.

ayniyye / عينيه

  • Taşınabilir değerli eşya. (Arapça)
  • Göz hastalıkları bölümü. (Arapça)

azm-i ku'bere

  • Tıb: Kolumuzun ön tarafında bulunan önkol kemiği. (Önkol kemiğinin arkasında dirsek kemiği bulunur).

azrail / azrâil

  • Ölüm meleği. Dört büyük melekten biridir, ölenlerin ruhlarını almak görevi vardır. Diğer bir ismi de "melek-ül mevt: Ölüm meleği"dir. Yeryüzünde hayatın var olması, insanın yaratılışı tesadüfle açıklanamıyacağı gibi, ölüm de tesadüfle açıklanamaz. Hayatı yaratan ölümü de yaratmıştır. Hayat gibi ölüm
  • Ölüm meleği.
  • Dört büyük melekten biri. Rûhları almakla vazîfeli melek, melek'ül-mevt, ölüm meleği de denir.

ba'del mevt

  • (Ba'de-l mevt) Ölümden sonra.

ba'del-memat

  • Ölümden sonra.

ba'delmevt

  • Ölümden sonra.

ba's-ü ba'del mevt

  • Ölüm sonrası diriliş.

ba'sü ba'de'l-mevt

  • Ölümden sonra yeniden dirilme.

ba'sü ba'del-mevt

  • Ölümden sonra yeniden diriltilme.

ba'sü ba'delmevt

  • Ölümden sonra yeniden dirilme.

ba'süba'delmevt / بعث بعد الموت

  • Ölümden sonra diriliş. (Arapça)

ba'z

  • Bir şeyin bir bölümü,bir parçası, bazısı.

bab / bâb / باب

  • Bölüm, kısım.
  • Kapı.
  • Fasıl, bölüm.
  • Mine'l-bab ile'l-mihrab: Kapıdan mihraba dek, baştan sona kadar.
  • Kapı.
  • Kısım.
  • Mevzu.
  • Fasıl. Bölüm. Parça. Kitab.
  • Hususi madde.
  • Sığınacak yer.
  • İş.
  • Şekil.
  • Tövbe.
  • Kapı.
  • Bir kitâbın bölümlerinden her biri.
  • Bozuk bir yol olan Bâbîliğin kurucusu Ali Muhammed'in kendisine verdiği ad.
  • Kapı, bölüm.
  • Kapı. (Arapça)
  • Konu. (Arapça)
  • Bölüm. (Arapça)

babü's-sin / bâbü's-sin

  • Sözlük ve lügatlerde "sin" harfinin bulunduğu bölüm, Sin maddesi.

babur

  • (Zahirüddin Muhammed) Hindistan'da büyük Müslüman Türk devletinin kurucusu ve Timur'un beşinci göbekten torunudur. Fergana Emiri olan babası Ömer Şeyh'in ölümünden sonra tahta geçmiştir. (1494)

badelmemat / bâdelmemât

  • Ölümünden sonra.

badelmevt / bâdelmevt

  • Ölümden sonra.

baki / bâkî / باقى

  • Kalıcı, ölümsüz. (Arapça)
  • Artan, geri kalan. (Arapça)

bakileştirmek / bâkileştirmek

  • Ölümsüzleştirmek, devamlı hale getirmek.

behir

  • Nefesi sıkışıp çok soluyan kimse. Nefes darlığı olan.
  • Göğüsdarlığı hastalığı sebebiyle solumaktan yol yürüyemiyen kimse.

behre

  • Nasib, pay, hisse. (Farsça)
  • Tez tez solumak. (Farsça)
  • Vasat, orta. (Farsça)

bekà-i ervah / bekà-i ervâh

  • Ruhların devamlılığı, ölümsüzlüğü.

bekà-i ruh

  • Ruhun ölümsüzlüğü ve devamlılığı.

beka-yı ruh

  • Ruhun bâkiliği, ölümsüzlüğü.

beyan ilmi

  • Belâgat ilminin,hakikat, mecaz, kinaye, teşbih ve istiare gibi konularından bahseden bölümü.

beyt-i kıymettari / beyt-i kıymettârî

  • Değerli beyit; şiirde iki mısradan oluşan bölüm.

bim-i can / bim-i cân

  • Can korkusu, ölüm korkusu.

bint-ül meniyye

  • Ölüm, vefat, mevt.

biyoloji

  • yun. Canlı varlıkları inceliyen ilim. Hayvanları inceleyen bölümüne zooloji; bitkileri inceleyen bölümüne botanik denir. Biyoloji, incelediği konulara göre çeşitli isimler alır. Canlının dış yapısını inceleyen: Morfoloji; dokuları inceleyen; histoloji canlıların büyüyüp gelişmelerini: embriyoloji; h

bühr

  • Galip olmak.
  • Yürümekten nefesini tez tez verip solumak.

cankurtaran

  • t. Ölüm tehlikesinde olanları kurtarmak için kullanılan vasıta.
  • Hasta ve yaralıları hastahaneye taşıyan otomobil. Ambulans.

cellad / cellâd

  • Ölüm cezası verilenleri öldüren kişi.

cenab-ı hayy-i layemut / cenâb-ı hayy-i lâyemût

  • Gerçek hayat sahibi olan, her canlıya hayat veren ve zâtına ölüm arız olmayan Allah.

ceste ceste

  • Bölüm bölüm, yavaş yavaş.

cihangir

  • Dünyanın önemli bir bölümüne hükmeden, egemenliği altına alan.

cildiyye

  • Cilt hastalıkları bölümü.

coğrafya

  • Yeryüzünün şimdiki hâlini çeşitli cihetlerden inceleyen ilim. Bölümlerinden olan Fizikî Coğrafyada: Karalarla denizlerin durumları ve iklimleri;İktisadî Coğrafyada: Toprak mahsulleri, sanayi ve ticaret işleri;Siyasî Coğrafyada: Irk, dil, millet hususiyetleri ve devlet sınırları anlatılır.Bunlardan b

cüda'

  • Ölüm. Mevt.
  • Hayvana muzır olan otlak, çayır.

cüz

  • Bölüm, parça.

cüz-ü evvel

  • İlk bölüm.

cüz-ü i'caz / cüz-ü i'câz

  • Mu'cizeli cüz, bölüm.

cüz-ü tefsir

  • Tefsir bölümü.

cüz-ü vahid

  • Bir parça, bir bölüm.

cüzler

  • Parçalar, bölümler.

daire-i dahil

  • İç dâire, iç bölüm.

dema

  • Her zaman. Vaktâki. (Farsça)
  • Soluk. Nefes. Hastalık sebebiyle tez tez solumak. (Farsça)
  • Ürpermek. (Farsça)
  • Dem. An. (Farsça)

demar

  • Helâk, mahv, telef, ölüm, mevt. (Farsça)

dı'il / dı'îl

  • Ölüme yakın olan hasta deve.
  • Kurbağa yumurtası.

dibace

  • Bir kitapta yer alan önsöz bölümü.

dünya / dünyâ

  • Yer küresi.
  • Ölümden önce olan her şey.
  • Kalbi Allahü teâlâdan gâfil eden, O'nu unutturan her şey.
  • Allahü teâlânın haram (yasak) ettikleri ile Resûlullah efendimizin mekrûh dediği şeyler.

dünya-yı fani / dünya-yı fâni

  • Geçici ve ölümlü dünya.

dünya-yı faniye / dünya-yı fâniye

  • Geçici ve ölümlü dünya.

ebced hesabı

  • Ebced harf tertibinde görüldüğü gibi, Kur'ân-ı Kerim daha nâzil olmadan harflere rakam değeri verilerek tarih yazılır ve hâdiseler kaydedilirdi. Bundan böyle Arab, Fars ve Türk Ebediyatında hâdiselerin tarihleri Ebced hesâbı ile yazılırdı. Birçok muharebe, zafer, büyüklerin doğum ve ölümü, yüksek me

ebter

  • Kuyruğu kesik hayvan.
  • Sonunda oğlu ve kızı kalmayan insan.
  • Ölümünden sonra adı hatırlanıp anılacak hayrı ve ihsanı kalmayan kişi.
  • Eksik, tamamlanmamış.

ebvab / ebvâb / ابواب

  • Kapılar, bölümler.
  • Kapılar. (Arapça)
  • Bölümler, bâblar. (Arapça)

ebvab-ı müteaddide / ebvâb-ı müteaddide

  • Çeşitli bölümler, kapılar.

ecel

  • Her mahlukun ve canlının Allah tarafından takdir edilen ölüm vakti. Âhirete göç etmek.
  • İleride olacağı şüphesiz olan.
  • Allah'ın takdir ettiği ömür.
  • Ölüm vakti.
  • Belli vakit. Hayâtın sonu. Hayat sâhibinin, canlının ölümü için Allahü teâlânın takdir ve tâyin ettiği vakit.

ecel celladı / ecel cellâdı

  • Ölüm.

ecel-i alem / ecel-i âlem

  • Âlemin eceli, ölümü.

ecel-i fıtri / ecel-i fıtrî

  • Allah tarafından belirlenmiş ölüm anı.

ecel-i insan

  • İnsanın ölüm vakti.

ecel-i mev'ud

  • Mukadder olan ölüm. şüphesiz gelecek olan ölüm.

ecel-i müsemma / ecel-i müsemmâ

  • Muayyen bir zamana kadar, Allah'ın takdir ettiği ölüm. (Farsça)
  • Allah'ın takdir ettiği ölüm.

ecel-i na-gehan / ecel-i nâ-gehan

  • Ansızın gelen ecel. Birdenbire âni ölüm, vefat.

ecel-i şahsi / ecel-i şahsî

  • Kişinin ölüm vakti.

ecza / eczâ

  • Cüzler, bölümler, kısımlar.

ecza-i asliye / eczâ-i asliye

  • Asıl parçalar, bölümler.

ecza-i i'caz / eczâ-i i'câz

  • Mu'cize bölümler, kısımlar.

eczalar

  • Parçalar, bölümler.

ehl-i suffa

  • Medîne-i münevverede, akrabâları ve evleri bulunmayan, Peygamber efendimizin mescidinin suffa denilen ve üzeri hurma dallarıyla örtülü bölümünde kalan eshâb-ı kirâm.

el-mevtü hakkun

  • Ölüm haktır.

embriyoloji

  • yun. Biy: Canlıların başlangıçtan itibaren gelişmesini inceliyen biyoloji ilminin bir bölümü. İkiye ayrılır: 1- Ontogonez: Yumurtadan yavruların meydana gelişini inceler. 2 - Flogenez: Canlıların ilk yaratılışı ile bugünkü şekli arasında meydana gelen değişmeleri inceler. Dünyada başlangıçtan bugüne

emr-i hak

  • Hakk'ın emri, Allah'ın emri. Ölüm.

emr-i ilahi / emr-i ilahî

  • Allah'ın emri. Mc: Ölüm.

endişe-i mevt

  • Ölüm endişesi. Ölüm korkusu.
  • Ölüm endişesi.

engizisyon mahkemeleri

  • Fransa'da 16. ve 17. yüzyıllarda Hristiyan Katolik Mezhebine ait kiliselerden alâkayı kesen veya Papa'ya karşı gelenleri ağır işkence ve zor ölümlere mahkûm eden mahkemelere verilen isim.

enva-ı mevt / envâ-ı mevt

  • Ölüm çeşitleri.

erkan / erkân

  • Rükunlar, esaslar, direkler, üniteler, bölümler.

ervah-ı bakiye / ervâh-ı bâkiye / اَرْوَاحِ بَاقِيَه

  • Varlığı devamlı olan, ölümsüz ruhlar.
  • Ölümsüz ruhlar.

eshab-ı suffa / eshâb-ı suffa

  • Suffe ehli. Peygamber efendimizin Mekke'den hicretinden sonra, Medîne-i münevverede yaptırdığı câminin (Mescid-i Nebevî'nin) örtülü bölümünde ilim ve ibâdetle meşgul olan fakir ve kimsesiz müslümanlar.

esnan

  • (Tekili: Sinn) Dişler.
  • Yaşlar. İnsanın doğduğu andan ölümüne kadar uzvî sîretinde birbirini takibeden muhtelif zamanlar. (Yâni: Tufuliyet, Sabavet, Şebabet, Kühûlet ve Şeyhuhet denilen zamanlar.)

eştat

  • (Tekili: Şetit) Takımlar, fırkalar, bölümler. Esnaf, sınıflar. Çeşitler, cinsler, neviler.

eşya' / eşyâ'

  • (Tekili: Şia) Bölükler, bölümler, kısımlar, neviler, fırkalar, tabakalar, cinsler, çeşitler. Cemaatler, cemiyetler, topluluklar.
  • Yardımcılar.

evvel-i menazil

  • İlk konaklanan yerler; kitabın ilk bölümlerinde yer alan başlıklar.

fakülte

  • Meleke, üniversitenin bölümlerinden her biri.

fani / fânî / فانى

  • Geçici olan, ölümlü.
  • Geçici, ölümlü.
  • Ölümlü. (Arapça)
  • Yok olucu. (Arapça)
  • Geçici. (Arapça)

faniler / fâniler

  • Ölümlü insanlar.

fanilik / fânilik

  • Geçicilik, ölümlülük.

faniyyet

  • Fânilik, ölümlülük.

fasikül

  • Bir kitabın ayrı bir kapak içinde satılan bölümlerinden her biri. (Fransızca)

fasıl / فَصِلْ

  • Mevsim, bölüm.
  • Bölüm.

fasl / فصل

  • (Fasıl) İki şey arasındaki ek yeri. Mafsal.
  • Hak söz. Hak ile bâtılın arasını fark ve temyiz ile olan hüküm ve kaza. (Buna "Faysal" da denir) Halletmek. Ayrılma. Çözme.
  • Bölüm.
  • Mevsim.
  • Aynı makamda çalınan şarkı.
  • Çocuğu memeden kesmek.
  • Birini zem
  • Ayrıntı, ayırma, kesinti, bölüm.
  • Halletme, neticelendirme, kesip atma.
  • Bölüm, mevsim.
  • Mevsim. (Arapça)
  • Bölüm. (Arapça)
  • Çözümleme. (Arapça)

fasl-ı zaman

  • Zaman dilimi, bölümü.

felsefe

  • Madde, hayat, yaratılış, kâinât, ruh, ölüm, ölüm sonrası gibi konularda insan gücünün akla dayanarak ortaya koyduğu düşünce ve görüşlerin tamâmı. Beğendiği düşüncelerini hakîkat olarak anlatmak, yaldızlı, heyecan verici laflarla inandırmaya çalışmak. Tecrübeye, hesâba dayanmayan şahsî düşünceler.

fena / fenâ

  • Geçicilik, ölümlülük.

fenn-i bedii / fenn-i bedîi

  • Sözün güzel olması usûl ve kaidelerinden bahseden belâgat ilminin bir bölümü.

fenn-i beyan ve maani / fenn-i beyan ve maânî

  • Belâgatin iki bölümü olan beyan ve mânâ ilimleri.

fer'

  • Şube, bölüm, dal, kol.

feth-i meyyit

  • Ölüm sebebini anlamak için cesedin açılarak muâyene edilmesi, otopsi.

fevasıl / fevâsıl

  • Fasıllar, bölümler.
  • Fasıllar, bölümler.

fevt / فوت

  • Ölüm, mevt.
  • Kaybetme. Elden çıkarma. Kaçırma. Bir şeyin bir daha ele geçmiyecek şekilde elden çıkması.
  • Bir daha ele geçmemek üzere kaybetmek, elden çıkarma, kaçırma,
  • Ölüm.
  • Geçip gitme. (Arapça)
  • Ölüm. (Arapça)

fidye

  • Bir şeyin yerine geçmek üzere verilen bedel.
  • Çok yaşlı ve hasta olan kimsenin tutamadığı oruç, ölüm hastalığına yakalananın kılamadığı namaz, vefât etmiş kimsenin namaz ve oruç borçları için ve hacda, ihramlının hastalık özründen dolayı ihramın bâzı yasaklarını işlemesine karşılık vermesi ge

fıkarat / fıkarât / فقرات

  • (Tekili: Fıkra) Kıssalar, fıkralar, küçük hikâyeler.
  • Fasıllar, bölümler, kısımlar.
  • Cümleler, parağraflar.
  • Omurga kemiklerindeki boğumlar.
  • Paragraflar, nükteler, bölümler.
  • Fıkralar. (Arapça)
  • Bölümler. (Arapça)
  • Omurlar. (Arapça)

fıkra / فقره

  • Fıkra. (Arapça)
  • Bölüm. (Arapça)
  • Omur. (Arapça)

fıkra-i arabiye

  • Arapça bölüm.

fıkra-ı ra'na / fıkra-ı râ'na

  • Parlak bölüm, ifade.

forma

  • Bölüm, elbise.

füruat-ı şeriat

  • Dinin temel meselelerinden ayrılan dalları, alt bölümleri.

fusul / fusûl / فصول

  • Fasıllar, mevsimler.
  • Bölümler, kısımlar.
  • Fasıllar, bölümler. (Arapça)
  • Mevsimler. (Arapça)

gul

  • Boş ve virane yerlerde bulunan ve helâk edici olan bir cin tâifesi. İfrit, hortlak.
  • Ölüm.
  • Belâ.

hab-ı adem / hâb-ı adem

  • Ölüm uykusu.

hab-ı cavid / hâb-ı câvid

  • Ebedî uyku, ölüm.

habail-i mevt

  • Ölümün sebepleri.

haber / خَبَرْ

  • Cümle başındaki ismin ardından gelen ve onu tanımlayan bölüm.

habs-i münferid

  • Tek başına olan hapis. Hapishanede bir kişilik hücre.
  • Ehl-i dalâlet için olan ölüm ve kabir.

hadim-ül lezzat / hâdim-ül lezzat

  • Lezzetleri mahveden, yıkan. (Ölüm)

hakikat-i mevt

  • Ölüm gerçeği.

hakikat-ı mevtiye

  • Ölüm gerçeği.

hakikat-i muazzama-i mevtiye

  • Ölümün ardındaki çok büyük hakikat.

hal-i ihtizar / hâl-i ihtizar

  • Can çekişme, ölüm ânı.

halet-i nez' / hâlet-i nez'

  • Ölüm hâleti. Can verme zamanı. Sekerat vakti.

halet-i nezi'

  • Ölüm hali, sekarat-ı mevt.

halık-ı mevt ve hayat / hâlık-ı mevt ve hayat

  • Hayatı ve ölümü yaratan Allah.

hamra

  • (Müennes) Çok kırmızı, kızıl renk.
  • Şiddet ve meşakkatli geçen yıl.
  • Şiddetle olan ölüm.
  • Arap olmayan cinsten.
  • Yüzü kızarmış kadın.

hane

  • Ev, mesken, beyt. (Farsça)
  • Mat: Basamak, bölüm, göz. (Farsça)
  • Bazı kelimelerle birleştirilip mürekkep isim yapılan bir "ek" tir. "Hasta-hane, ecza-hane, yazı-hane, kıraat-hane" gibi. (Farsça)

haşir

  • Ölümden sonra dirilip toplanma.

haşr

  • Ölümden sonra dirilip toplanma.

haşrece

  • Ölüm anında can çekişmekte olan bir kimsenin çıkardığı hırıltı.

hatf

  • Ölüm. Ölmek. Vefat etmek.

hatve

  • Adım, bölüm.

havf ve reca

  • Korku ve ümid. (Hem yaşama ümidi, hem de ölüm korkusu. Yahut, affedilmesi ümidi veya cehenneme gitmek korkusu.)

havf-ı memat

  • Ölüm korkusu.

havf-ı mevt / خَوْفِ مَوْتْ

  • Ölüm korkusu.

hayat / hayât

  • Diri olmak, dirilik.
  • Allahü teâlâ hakkında bilmemiz vâcib olan sıfât-ı subûtiyye'den biri. Allahü teâlânın diri olması.
  • Bir insanın doğumundan ölümüne kadar geçen zaman.
  • Bir insanın ölümünden sonra başlayan ebedî (sonsuz) hayat.

hayat-ı bakiye / hayat-ı bâkiye

  • Ölümsüz hayat.

hayat-ı fani / hayât-ı fâni

  • Geçici, ölümlü hayat.

hayat-ı faniye / hayat-ı fâniye

  • Geçici ve ölümlü dünya hayatı.

hayat-memat

  • Ölüm-kalım.

hayat-memat meselesi

  • Ölüm-kalım meselesi.

hayy-ı layemut / hayy-ı lâyemut / hayy-ı lâyemût / حَيِّ لاَيَمُوتْ

  • Ölümün kendisi için söz konusu olmadığı daimî hayat sahibi Allah.
  • Ölümün kendisi için söz konusu olmadığı, daimî hayat sahibi Allah.
  • Ölümsüz olup dâimâ hayat sâhibi olan (Allah).

hazer ve ibaha / hazer ve ibâha

  • Yasaklar ve mübahlar. Fıkıh kitablarında dînen yasaklanan ve izin verilen şeyleri anlatan bölüm. Bâzı fıkıh kitaplarında bu bölüm kerâhiyye ve istihsân adıyla anılır.

hebl

  • Ölüm, mevt.
  • Taaccüb makamında kullanılır.

heder

  • Boşa gitme. Yok yere faydasız giden.
  • Ölüme giden.

helva-hane

  • İçinde helva pişirilen genişçe ve derinliği az tencere. (Farsça)
  • Tar: Saray için her türlü tatlı yiyeceklerin yapılmasına yarayan saray mutfağının bir bölümü. (Farsça)

hemde

  • Ölümle haşir arası.

hemi' / hemî'

  • Ölüm, mevt.

hımam

  • Ölüm, mevt.

hin-i sefer / hîn-i sefer

  • Yolculuk.
  • Ölüm zamanı. Sefer zamanı.

hizb / حِزْبْ

  • Bölüm, devamlı okunan yer.

hizb-i mahsus

  • Kur'ân'dan seçilen özel bölümlerin bir araya getirilmiş hâli.

hizb-i mahsus-u kur'ani / hizb-i mahsus-u kur'ânî

  • Kur'ân'dan seçilen özel bölümlerin bir araya getirilmiş hâli.

hizbü'l-ekber

  • Yirmi Dokuzuncu Lem'a olan Tefekkürnâme adlı eserde yer alan bir bölüm.

hubb-ı dünya / hubb-ı dünyâ

  • Dünyâ sevgisi. Ölümden sonra işe yaramayacak olan şeylere düşkün olmak. Dünyâ; haramlar, mekruhlar ve Allahü teâlâyı unutturan her şeydir.

huş

  • Akıl, fikir, zekâ, iyi ile kötüyü ayırma hissi. (Farsça)
  • Ruh, can. (Farsça)
  • Ölüm, (Farsça)
  • Zehir. (Farsça)

hüsn-ü hatime / hüsn-ü hâtime / حُسْنِ خَاتِمَه

  • Güzel son (îmânlı ölüm).

hutuf

  • (Tekili: Hatf) Ölümler, vefatlar.

hüve nüktesi

  • On Üçüncü Sözden bir bölüm.

iadeten / iâdeten

  • Eskiyi yerine getirerek; ölümden sonra çürüyüp dağılan bedeni tekrar inşa edip diriltmek şeklinde.

idad

  • Saymak. Sayı. Hesab etmek.
  • Ölüm vakti.
  • Fark. Vergi.
  • Bahşiş.
  • Küfüv. Denk, hemtâ.
  • Delilik emâresi.
  • Parmakla hesab etmek.

idam-ı ebedi / idâm-ı ebedî

  • Dirilmemek üzere yok oluş; âhiret inancı olmadığı için ölümü ebedî yokluğa gitmek olarak görme.

iddet

  • Kocasının ölümüyle dul kalan veya talak (boşama) ve fesh (nikâhın bozulması) sebebiyle evlilik bağı çözülen kadının yeniden evlenebilmesi için beklemesi gereken zaman.

iddet-i vefat

  • Fık: Ölüm neticesinde icab eden iddet. Kocası ölen kadın hür ise 130 gün, cariye ise 65 gün iddet bekler.

iftirakat-ı mevtiye

  • Ölümle gelen ayrılıklar.

ihtitam-ı bahaiye

  • Şâh-ı Nakşibend Hazretlerinin devamlı okuduğu virdin son bölümü.

ihtizar

  • (İhtidar) Huzura çıkmak. Hâzır olmak.
  • Can çekişmek. Hastanın ölüme hazır olması.

ihtizar hali / ihtizâr hâli

  • Ölüm sırasında can çekişme hâli.

ikrah-ı mülci / ikrah-ı mülcî / ikrâh-ı mülcî

  • Huk: Ölüm veya bir uzvun kesilmesi veya bunlara sebep olacak şiddetli döğme ile olan ikrah.
  • Mülcî ikrâh. Bir kimseyi ölümle veya bir uzvunu (organını) yok etmekle, şiddetli dövmekle veya bütün malını telef etmekle (zarar vermekle) korkutarak rızâsı dışında bir işi zorla yaptırmak.

ikrar-ı mariz

  • Ölüm ânında iken edilen ikrar. Vasiyetname.

ilahiyyat / ilâhiyyât

  • İnanılacak şeylerden bahseden kelâm ilminin; Allahü teâlânın varlığı, zâtı, sıfatları ve fiillerinden (işlerinden) bahseden bölümü.

ilm-i bedi'

  • İlm-i beyânın üç bölümünden üçüncü bölümüdür ki, bediiyat da denir. Muktezâ-yı hâle uygun bir kelâmın lâfız ve mânâ bakımından daha da güzelleştirilmesinin kaidelerinden bahseder. Bu kaidelere Edebî San'atlar da denir.Her şeyin güzellik cihetlerinden bilhassa Arabi terkiblerden bahseder, kelâmın güz

iltihas

  • Açlık veya susuzluktan dolayı soluma.

imkan-ı mevt / imkân-ı mevt / اِمْكَانِ مَوْتْ / اِمْڭَانِ مَوْتْ

  • Ölümün mümkün olması.
  • Ölümün mümkün olması.
  • Ölümün mümkün olması.

insan-ı fani / insan-ı fâni

  • Geçici, ölümlü insan.

inşiab / inşiâb

  • Bölümlenme.

irtihal / irtihâl / ارتحال

  • Göçme. (Arapça)
  • Ölüm. (Arapça)
  • İrtihâl etmek: Ölmek. (Arapça)

işraf

  • Yüksek bir yere çıkma. Yüksek bir yerden bakıp anlama.
  • (Hasta) ölüm döşeğinde olma.

istifham-ı inkari / istifham-ı inkârî

  • Olumsuzu pekiştiren soru şekli. "Hiç yapar mı?" ifadesindeki gibi.

istiktal

  • Ölümden korkmayarak kendini tehlikeye atma. Tehlikeli işlere yiğitçe atılma.

istishab

  • Fık: Mazide sabit olup bilâhare zâil olduğu bilinmeyen bir şeyin hâlâ devam ettiği sayılmasıdır. (Birisinin ölümüne dair kat'i haber olmasa sağ sayılması gibi.)

ka's

  • Ölüm, mevt.

kabr ziyareti / kabr ziyâreti

  • Ölümü ve âhireti hatırlayıp ibret almak, mezarlıkta medfûn (gömülü) olanlara duâ etmek ve Kur'ân-ı kerîm okumak ve velî olan ölülerin rûhlarından istifâde etmek maksadıyla bir kabre veya mezarlığa gitmek.

kadınlarla muhavere

  • Yirmi Dördüncü Lem'a'nın sonunda yer alan bir bölüm.

kafs

  • Zorla birşey almak.
  • Gadap, hiddet.
  • Mevt, ölüm.

kaide-i taksimü'l-a'mal / kaide-i taksimü'l-a'mâl

  • İşbölümü kuralı.

kainatın imkan-ı mevti / kâinatın imkân-ı mevti

  • Kâinatın ölümünün mümkün olması, ihtimal dahilinde olması; kıyametin kopması ihtimâli.

kalbgah / kalbgâh

  • Ordunun sağ ve sol kanadlarının ortası. Merkez bölümü. (Farsça)
  • Canevi. (Farsça)

kat'-ı hayat / kat'-ı hayât

  • Hayatın kesilmesi. Ölüm, mevt.

katil

  • (A, uzun okunur) Öldüren. İnsanın ölümüne sebep olan insan.

kavmi / kavmî

  • Kavme ait; olumsuz mânâda milliyetçilikle ilgili.

kavmiyetçilik

  • Irkçılık, olumsuz milliyetçilik.

kazıye

  • Ölüm.

kefenbeduş

  • (Kefenberduş) Kefeni sırtında. Ölümü göze almış. (Farsça)

kırkbayır

  • Geviş getiren hayvanların midelerinin bir bölümü.

kisfe

  • (Çoğulu: Kisef) Kısım, cüz, parça, bölüm.

kısım

  • Bölüm.

kısm / قسم

  • Bölüm.
  • Kısım, bölüm. (Arapça)

kısm-ı kalil / kısm-ı kalîl

  • Küçük bir bölüm.

kısmen

  • Bir bölümü.

kısmi / kısmî

  • Bir kısmı, bir parça, bir bölüm.

kıtaat

  • (Tekili: Kıt'a) Bölümler, cüzler, parçalar.
  • Büyük kara parçaları.
  • Askeri birlikler.
  • Ülkeler, memleketler.

kıyam

  • Ayakta durmak. Ayağa kalkmak.
  • Ayaklanmak. İsyan.
  • Ölümden sonra tekrar dirilmek.
  • Bir işe başlamak, devam etmek.
  • Satılan bir mal hakkında müşteri ile anlaşıp kararlaşma.
  • Canlanmak.
  • Kıyâmet günü (mânâsına da gelir).
  • Namazın iftitah tekbiri

kıyamet

  • Ölümden sonra dirilme, kıyamet günü.

kıyamet-i kübra / kıyamet-i kübrâ

  • Büyük kıyâmet, bütün varlığın bozulup dağılması, ölümü.

kıyamet-i nev'iye

  • Bir tür ve cinsin ölümü.

kıyamet-i suğra / kıyâmet-i suğrâ

  • Küçük kıyâmet, herkesin kendi ölümü.

kolordu

  • Ordunun bir bölümü.

kompartıman

  • Yolcu trenlerinde vagonların bölümlerle ayrılmış kısımlarından her biri. (Fransızca)

küçük sözler

  • Sözler kitabı içerisinden alınmış olan bazı bölümlerden oluşan kitapçık.

kurun

  • Zamanlar, devirler, büyük tarih bölümleri.

kutne

  • Geviş getiren hayvanların midelerinin bir bölümü. Şirden.

lasiyyemalar / lâsiyyemalar

  • Mesnevî-i Nuriye isimli eserde yer alan bir bölüm.

layemut / lâyemut / lâyemût / لایموت / لَايَمُوتْ

  • Ölümsüz.
  • Ölümsüz.
  • Ölümsüz.
  • Ölümsüz. (Arapça)
  • Ölümsüz.

layemutane / lâyemûtâne

  • Ölümsüzcesine.
  • Ölümsüz gibi.

lazeval / lâzevâl / لازوال

  • Yok olmaz, ölümsüz. (Arapça)

lizam

  • (Lezm) Lazım olmak. İcâbetmek. Lüzumluluk.
  • Ölüm.
  • Kıyamet günü hesabı.

ma-fi-l-bab

  • Kapı içinde. Bir kitabın içindeki bölümde (babda) olan şey.

maktel / مقتل

  • Öldürme yeri. (Arapça)
  • Ünlü birinin ölümü üzerine yazılan şiir. (Arapça)

manend-abad / manend-âbâd

  • Ölümle kıyamet arasında geçen zaman.

maraz-ı mevt

  • Ölüm hastalığı, insanı iş görmekten men eden ve başladığı târihten îtibâren en az bir yıl içinde ölüme götüren hastalık.

mead / meâd

  • Dönülecek yer; ölümden sonraki yaratılış, haşir.

mebahis-i erbaa / mebâhis-i erbaa

  • Dört bahis, bölüm.

mebde' ve mead / mebde' ve meâd

  • Başlangıç ve sonuç, dünyâ ve âhiret; mahlûkların (yaratılmışların) nereden ve nasıl vücûda geldiği, onları kimin yarattığı, yaratılış hikmetleri, sonunda ne olacakları ve ölümden sonraki hâlleri.

mebhas / مبحث

  • Bölüm.
  • Bölüm, fasıl. (Arapça)
  • Bilim. (Arapça)

mebus / مبعوث

  • Gönderilmiş. (Arapça)
  • Milletvekili. (Arapça)
  • Ölümden sonra dirilen. (Arapça)

medarlar

  • Yirmi Dokuzuncu Söz'de bulunan bölümler; haşir ile ilgili deliller.

mehr-i müeccel

  • Boşanma veya ölüm halinde, kız tarafına verilmesi nikâhta kararlaştırılmış olan para.

melek-ül-mevt

  • Ölüm meleği, Azrâil aleyhisselâm.

melekü'l-mevt

  • Ölüm meleği, Azrail.

melekülmevt

  • Ölüm meleği.

memat / memât / ممات / مَمَاتْ

  • Ölüm. Ahirete göç etmek.
  • Ölüm.
  • Ölüm.
  • Ölümler.
  • Ölüm.
  • Ölüm. (Arapça)
  • Ölüm.

men'a

  • Ölüm haberi. Vefat haberi.

men'at

  • Ölüm haberi.

menai / menaî

  • (Tekili: Men'â) Ölüm haberleri. Vefat haberleri. Kötü haberler.

menaya

  • (Tekili: Meniyye) Ölümler.
  • Maksatlar. Gâyeler.

mendeb

  • Tehlike. Ölüm.
  • Gürültü ve şamata ile ağlama.

menfi / menfî / منفى / منفي / مَنْف۪ي

  • Sürgün edilmiş, sürgün.
  • Bir şeyin tersini ileri süren.
  • Olumsuz.
  • Olumsuz, negatif.
  • Müsbetin zıddı. Müsbet olmayan.
  • Nefyedilmiş, sürgün edilmiş. Sürgün.
  • Bir şeyin olmayacak cihetini düşünen.
  • Hakikatın aksini iddia eden.
  • Gr: Başında nefiy edatı bulunan kelime veya cümle.
  • Nâkıs. Negatif, olumsuz.
  • Olumsuz, sürgün.
  • Olumsuz. (Arapça)
  • Hep olumsuz düşünen, her şeye olumsuz yaklaşan. (Arapça)
  • Sürgüne gönderilmiş. (Arapça)
  • Olumsuz.
  • Olumsuz.

menfi cereyan

  • Olumsuz, yıkıcı akım.

menfi hareket / menfî hareket

  • Yıkmak, yakmak, saptırmak, inkâr etmek vs. gibi olumsuz ve yıkıcı hareket, davranış.

menfi siyaset

  • Olumsuz siyaset; aşırı taraftarlık veya rakipleri yok etmek şeklinde uygulanan siyaset.

menfice / menfîce

  • Olumsuzca.

menfilik / menfîlik

  • Olumsuzluk, negatiflik.

menie

  • Ölüm, mevt.

meniyye

  • Ölüm, mevt.
  • Takdir olunmuş olan.

merg / مرگ

  • Ölüm, mevt. (Farsça)
  • Ölüm. (Farsça)

merga mergi / mergâ mergî

  • Hastalıktan dolayı umumi ölüm.

mersiye

  • Birisinin ölümü hakkında yazılan, teessürü anlatan manzume.
  • Birisinin ölümü hakkında yazılan, üzüntüyü dile getiren manzume, ağıt.
  • Ölüm şiiri.

mesih / mesîh

  • Olumlu mânâda isa aleyhisselâm için söylenen bir tabir.

meşihat dairesi / meşîhat dairesi

  • Osmanlı devletinde Diyanetin dinî ilimlerle ilgili bölümü, Şeyhülislâmlık.

mevkıf

  • Kısım, bölüm.
  • Durak, bölüm.

mevt / موت / مَوْتْ

  • Ölüm. Âhirete göç. Dünyadan gitmek.
  • Mevt, mü'minler için dünya vazifelerinden ve imtihanından bir paydostur.
  • Ölüm.
  • Ölüm.
  • Ölüm; rûhun bedenden ayrılması.
  • Ölüm.
  • Ölüm. (Arapça)
  • Ölüm.

mevt hengamı / mevt hengâmı

  • Ölüm anı.

mevt-alud / mevt-âlûd

  • Ölüm gibi. Ölümlü. Korkunç. Ölü gibi. (Farsça)
  • Ölümlü.

mevt-i ahmer

  • Kızıl ölüm. Kanlı ölüm. Öldürülmek.
  • Tas: Nefse karşı koymak.

mevt-i dünya / مَوْتِ دُنْيَا

  • Dünyanın ölümü.
  • Dünyanın ölümü.

mevt-i ebedi / mevt-i ebedî

  • Sonsuz bir ölüm.

mevt-i ebyaz

  • Ani ölüm.
  • Açlık.

mevt-i esved

  • Boğazı sıkılmak veya suya atılmak suretiyle husule gelen ölüm.

mevt-i hail / mevt-i hâil

  • Korkunç ölüm.

mevt-i zahiri / mevt-i zâhirî / مَوْتِ ظَاهِر۪ي

  • Görünürdeki ölüm.
  • Görünürdeki ölüm.

mevt-i zekat / mevt-i zekât

  • Zekâtın ölümü.

mevtai / mevtâî / موتائى

  • Ölümcül. (Arapça)

mevtalud / mevtâlûd

  • Ölümcül.
  • Ölümle karışık.

mevti / mevtî

  • Ölümle ilgili, mevte ait.

miraciye / mîrâciye

  • Mevlidin mîraçla ilgili bölümü.

misbahü'l-iman

  • İman lâmbası anlamında Asâ-yı Mûsâ'nın ikinci bölümüne verilen ad.

misket

  • Alaybozan tüfeği. Patlayan bombadan etrafa sıçrayarak tahribe, yaralanmaya ve ölüme vesile olan sert parça. Eskiden kullanılmış geniş çaplı bir silâh. (Fransızca)
  • Güzel kokulu meyve. (Elma, üzüm vs.) (Fransızca)

mu'id / mu'îd

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Mahlûkâtı (yaratılmışları) dünyâdaki hayatlarından sonra öldürüp, ölümden sonra onları tekrar dirilten, hayât veren.

mübevveb

  • Bab bab olmuş, bölümlere ayrılmış kitap.

mucibe-i cüz'iye / mûcibe-i cüz'iye

  • Olumlu tikel önerme.

mucibe-i külliye / mûcibe-i külliye

  • Olumlu tümel önerme.

mucid / mucîd

  • Hazır.
  • İyi edici olan.
  • Mevt. Ölüm.

müdebber

  • (Dübur. dan) Azat olması efendisinin ölümüne bağlı bulunan köle.
  • Düşünce ile hareket edilmiş.,
  • Âzâd olması yâni serbest bırakılıp, hürriyetine kavuşması, efendisinin vefâtına (ölümüne) bağlı kılınan köle. Böyle olan kadına müdebbere denir.

müdebbire

  • Azat olması, efendisinin ölümüne bağlı olan câriye.

muhtazar

  • Hazırlanmış.
  • Ölüme hazır.

muhyi / muhyî

  • Maddî mânevî hayat veren, dirilten, canlandıran, can ve ruh veren mânalarında olup, Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir. (Ehl-i dünya küfür ve dalâlet karanlığında mânen ölü gibi iken Resul-i Ekremin (A.S.M.) mübarek irşadları ve iman nurları ile dirilmelerine ve o mânevî ölümden kurtulmalarına binaen Peyga

mukaddemat-ı isna aşer / mukaddemat-ı isnâ aşer

  • Muhakemat isimli eserin ilk bölümünde yer alan ve on iki mukaddemenin bulunduğu "Birinci Makale" bölümü.

mülci ikrah / mülcî ikrâh

  • Ölümle veya bir uzvunu yok etmek, şiddetli vurma ve hapsetme gibi tehdidlerle bir kimseyi istemediği şeyi yapmaya zorlama.

mümit / mümît

  • Ölümü yaratan, ölümü veren, imâte eden. Helâk eden.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Ölümü yaratan, ruh bulunan cisimden rûhu alan, öldüren.
  • Ölümü yaratan, diriltip can verdiği varlıkları vakti gelince öldüren Allah.
  • Ölümü yaratıp öldüren Allah.

müneccemen

  • Bölüm bölüm, parça parça.

müntehabat

  • Seçilen ve belirlenen bölümler.

müsadere etmek

  • Suç karşılığı olarak, malın tamamına ya da bir bölümüne el konulması.

müsbet / مثبت / مُثْبَتْ

  • İsbât olunan. Delilli. Açık ve sabit olan.
  • Menfinin zıddı. Pozitif, olumlu.
  • Yazılıp kaydedilmiş. Tesbit edilmiş olan.
  • Olumlu, pozitif.
  • Tesbit edilmiş, adil gösterilmiş.
  • Olumlu, pozitif.
  • İsbat olunan, pozitif, olumlu.
  • Olumlu.
  • Olumlu, pozitif. (Arapça)
  • Olumlu, varlığa yönelik.

müsbet hareket

  • Yapmak, yol göstermek, yardım etmek gibi olumlu ve yapıcı hareket, davranış.

müsbet hizmet

  • Yol göstermek, yardım etmek gibi olumlu ve yapıcı hizmet.

müsbet milliyet

  • Olumlu, pozitif milliyet; başkasına düşmanlık beslemeyen milliyetçilik.

müsenna

  • Kat kat olan.
  • İkili. İki bölümden meydana gelmiş olan. İki kat olan, iki noktalı olan, iki defa nâzil olan Sure-i Fâtiha. Gr: İki şahsa veya iki şeye delâlet eden kelime.

müspet

  • Olumlu.

müspet cereyan

  • Olumlu, yapıcı ve yol gösterici cereyan, akım.

müspet mesail / müspet mesâil

  • Yararlı, olumlu meseleler; pozitif ilimler.

müşrif

  • Yükselen, çıkan.
  • Ölüme pek yakın bulunan.
  • Etrafa bakan, etrafı gören.
  • Vakıf malı koruyan kimse.

müstaktil

  • (Katl. dan) Ölüme karşı göğüs geren. İstiktal eden.

muvat

  • Ölüm, mevt.

müvat

  • Ölüm, mevt.

na / nâ / نا

  • Olumsuz yapan ön ek.
  • Olumsuzluk eki. (Farsça)

na'y

  • Ölüm haberi getirmek.

nahb

  • Yüksek sesle ağlama.
  • Önemli iş, mühim iş. Nezretmek, adamak.
  • Seri seyr.
  • Vakit, müddet. Ecel, ölüm, mevt.

nahnaha

  • Hırıltı ile soluma.
  • Öksürük.

naiye

  • Ölüm haberi götüren, kötü haber veren.

nay / nây

  • Ölüm haberini verme.
  • Ney, ölüm haberi.

nay-ı mevt / nây-ı mevt

  • Ölüm haberi.

necim necim

  • Bölüm bölüm, parça parça.

nefes

  • Soluk, üfürülen hava. Soluma, soluk verip alma.
  • Uzun söz.
  • Bolluk.
  • Hased etmek.
  • Edb: Bektaşi tekkelerinde okunan manzum söz.

nefh-i sur-u israfil / nefh-i sûr-u isrâfil

  • Ölümün ardından topyekun diriliş için Hz. İsrafil'in sûra üflemesi.

nefi / nefî

  • Giderici, yok eden, olumsuz yapan.

nefiy

  • Olumsuzluk, yok sayma, sürme, sürgün.

nefy

  • Sürgün etmek. Birisini kendi rızası olmadan, bir yerden başka bir yere nakletmek, sürmek.
  • Gr: Bir şeyin olmadığını ifade eden (olumsuzluk) edatı. Müsbetin zıddı, menfi olan. Bir şeyin yokluğunu veya olmadığını iddia.
  • Olumsuzluk; burada cümleye olumsuzluk mânâsını veren "mâ" edatı kastediliyor.

nefy edatı / nefy edâtı

  • Arabçada "Lâ", Farsçada "Nâ" gibi olumsuzluk bildiren edât.

nehiy / نهى

  • Olumsuzluk. (Arapça)
  • Yasaklama. (Arapça)

nehy / نهى

  • Olumsuzluk. (Arapça)
  • Yasaklama. (Arapça)
  • Nehy etmek: Yasaklamak. (Arapça)

neş'e-i uhra / neş'e-i uhrâ / نَشْئَۀِ اُخْرَا

  • Ölümden sonra mahşerde yeniden dirilmek. Buna "Neş'e-i sâniye" de denir.
  • Ölümden sonraki yeniden yaratılış.

nev-i azim / nev-i azîm

  • Büyük kısmı, bölümü.

neyt

  • Cenaze.
  • Ölüm.
  • Duâda tazarru etmek.
  • Tıb: Kalbin asılı olduğu damar.
  • Derinliği adam boyu miktarı olan kuyu.

nimmürde

  • Ölüm derecesinde olan. Ölüm hâlinde bulunan. (Farsça)

nübüvvet-i mutlakanın mebhasi

  • Mutlak peygamberlik; peygamberliğin insanlık için zorunluluğunu ispat eden bölüm.

ömr

  • Hayat, yaşama, yaşayış. İnsanın doğumundan ölümüne kadar geçen zaman.

paragraf

  • Yazı bölümü.
  • Yun. Düz yazıda bölümlerden herbiri.

pençe-i mevt

  • Ölüm pençesi.

perde

  • Kapı, pencere gibi yerlere asılan veya iki yeri birbirinden ayıran, görünmeğe mâni olan şey. (Farsça)
  • Mc: Irz, namus, iffet. (Farsça)
  • Bir müzik parçasını meydana getiren seslerden herbirinin kalınlık veya incelik derecesi. (Farsça)
  • Bir sahne eserinin büyük bölümlerinden her biri. (Farsça)
  • Ekran, (Farsça)

rabıta-i mevt / râbıta-i mevt

  • Ölümünü düşünüp dünyanın fani olduğunu mülâhaza edip nefsin desiselerinden kurtulmak.
  • Ölümü her an hatırlama ve hayatını buna göre şekillendirme.

rabıtaimevt / râbıtaimevt

  • Ölümü düşünmek.

rahis

  • Ucuz, yumuşak elbise.
  • Ansızın ölüm.

rahmet melekleri

  • Yeryüzünde dolaşan ve mü'minlerin ölümü ânında hâzır olan melekler. Bunlara Rûhâniyân da denir.

ramazaniye

  • Ramazan hediyesi olarak gelen Yirmi Dokuzuncu Mektup'ta yer alan Ramazan'a dair olan bölüm.

rayb-el menun

  • Zamanın hâdiseleri.
  • Ölüm.
  • Iztırab veren hâdiseler.

rek'at

  • Namazın bölümlerinden her biri; bir namazda kıyâm, rükû ve iki secdenin toplamı.

rekat / rekât

  • Namazda bir kıyam, bir rüku' ve iki secdeden oluşan bölüm.
  • Namazın bir bölümü.

rekub

  • Erkeğinin ölümünü bekleyen kadın.
  • Evlâdı durmayan avret.
  • Kalabalıktan suya yaklaşamıyan deve.

reşhalar

  • Mesnevî-i Nuriye isimli eserde yer alan bir bölüm.

rida-yı memat

  • Ölüm örtüsü.

saika

  • Yıldırım. Ölüm, mevt.
  • Nüzul ateşi.
  • Semadan gelen şiddetli ses.
  • Mühlik ve azab.
  • Bulutları sevke vazifeli melek.

salibe / sâlibe

  • Negatif, olumsuz.

salibe-i külliye / sâlibe-i külliye

  • Olumsuz tümel önerme "Allah hiçbir şeyin hâlıkı değildir." gibi.

sam

  • Ölüm, mevt.
  • Yer altındaki altın damarı.
  • Gök kuşağı.
  • Ateş.
  • Sersemlik hastalığı.
  • Hazret-i Nuh'un (A.S.) oğullarından birinin ismi.

sarf

  • Dilbilgisinin konusu kelimeler olan bölümü.

sarf nahiv

  • Dil bilgisi; dilin şekil ve cümle yapılarını inceleyen bölümleri.

şeb-i arus / şeb-i arûs / شب عروس

  • Düğün gecesi.
  • Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin ölüm gecesi.

sebeb-i zuhur-u iktidar-ı müsbet

  • Olumlu iş ve icraatı meydana çıkarma sebebi.

şecere-i bakiye / şecere-i bâkiye / شَجَرَۀِ بَاقِيَه

  • Ölümsüz ağaç.

sekel

  • Musibet, belâ.
  • Çocuğun ölümü.

sekerat / sekerât

  • Ölüm hâli, kendinden geçmeler, esrimeler.

sekerat-ı mevt

  • Ölüm sarhoşluğu, can çekişme anı.

sekerat-ül mevt

  • Ölüm halindeki kimsenin kendinden geçmesi, can çekişmesi hali.

sekerat-ül-mevt / sekerât-ül-mevt

  • Ölüm sarhoşluğu, can çekişmesi hâli.

şemme

  • En küçük miktar; bir defacık koklama; Mesnevî-i Nuriye'de yer alan bir bölüm.

ser / سر

  • Baş. (Farsça)
  • Başkan. (Farsça)
  • Uç. (Farsça)
  • Serden geçmek: Başından vazgeçmek, ölümü göze almak. (Farsça)

settare

  • Dışarıdan gelecek soğuk veya olumsuz şeylerden koruyacak şekilde yapılan küçük kulübe.

şeub

  • Ölüm, mevt.

seyyiat / seyyiât / سيئات

  • Günahlar. (Arapça)
  • Kötülükler. (Arapça)
  • Olumsuzluklar. (Arapça)

şiar

  • İz, belirti, işaret, nişan, ayırt edici iyi âdet.
  • Üstünlük veren işaret.
  • İnsanın gömleği.
  • Ölüm.
  • (Tekili: Şa'r) Kıllar.

şık

  • Bölüm.

silsile-i tefekkür

  • Tefekkür mânâları ve ifadeleri bulunan ve günlük olarak tekrarlanan bölümlerin zincirleme devam etmesi.

sınıf

  • Kısım, bölüm, tabaka.
  • Kısım, bölüm, tabaka.

siyah dutun bir meyvesi

  • On Yedinci Söz'ün İkinci Makamı'nda yer alan bir bölüm.

sofestai / sofestâî

  • Şüpheci; herşeyi, hattâ kendisini dahi inkâr eden, olumlu veya olumsuz hiçbir hükme varmayan daima şüphe içinde kalmayı esas alan bir felsefi zihniyet ve tutum sahibi, septik.
  • Olumlu veya olumsuz hiçbir hükme varmayan kuşkucu felsefeci.

sorgu dairesi

  • Mahkemeye çıkarılan sanıkların sorgulandıkları bölüm, makam.

şu'be

  • Bölük, bölüm.
  • Dal, budak.
  • İkinci derecedeki kollar. Kol.

şu'le

  • Mesnevî-i Nuriye isimli eserde yer alan bir bölüm.

suada'

  • Sıkıntıdan dolayı uzun uzadıya solumak.
  • Ev ortası.

şube / şûbe

  • Bölüm, kısım.
  • Bölüm, kısım.
  • Bölüm, kısım.

sure / sûre

  • Kur'an-ı Kerim'in 114 bölümünden her biri.
  • Derece.
  • Duracak yer. Menzilet.
  • Şeref ve şan.
  • Güzel inşa edilmiş bina. Sur.
  • Refi'.
  • Alâmet, nişan.
  • Kur'ân-ı kerîmin en az üç âyetten meydana gelen bölümlerinden her biri. Çokluk şekli süverdir. Kur'ân-ı kerîmde 114 sûre olup, bâzı sûrelerin birkaç ismi vardır. Bekara sûresinden Berâe sûresine kadar olan yedi sûreye es-Seb'ut-tıvâl (uzun sûreler), Fâtiha'ya ve âyetleri yüzden az olan sûrelere mesâ
  • Kur'ân'ın ayrıldığı 114 bölümden her biri.
  • Kurânın âyetlerden oluşan her bir bölümü.
  • Kur'ân-ı Kerim'in 114 bölümünden her biri.

şuubat

  • (Tekili: şu'be) Şubeler, kısımlar, bölümler.

süvaf

  • Fena, helâk, mahvolma.
  • Hayvanların ölümü.

tafn

  • Ölüm, mevt.
  • Haps.

tafs

  • Ölüm, mevt.

tahtie / tahtîe

  • Hatâya düşürme; "Benim yolum doğrudur, hatâ ihtimali var. Başkalarının yolu hatâdır, doğru olma ihtimali var." görüşünde olmak.

taksim / taksîm / تقسيم

  • Bölme. (Arapça)
  • Bölüm. (Arapça)
  • Bölü. (Arapça)
  • Taksîm edilmek: Bölünmek. (Arapça)
  • Taksîm etmek: Bölmek. (Arapça)

taksim-i a'mal / taksim-i a'mâl

  • İş bölümü.
  • İş bölümü, iş taksimi.

taksim-i akli / taksim-i aklî

  • Akıl ve fikir yoluyla bir konuyu bölümlere ayırmak.

taksim-i mesai

  • İş bölümü, mesailerin tanzimi, ayarlanması.

taksimat / تقسيمات

  • Bölümlendirme, bölme. (Arapça)

taksimü'l-a'mal / taksimü'l-a'mâl

  • İşbölümü.

taksimü'l-mesai / taksimü'l-mesâi

  • İşbölümü.

taksimülamal / taksimülâmâl

  • İş bölümü.

takvim / takvîm

  • Zamânı; sene, ay, hafta, gün ve saat gibi sâbit bölümlere ayıran, dînî-millî gün ve bayramları gösteren cetveller.

taun / tâun

  • Salgın ve ölümcül hastalık.

taun-u manevi / tâun-u mânevî

  • Mânevî vebâ, salgın ve ölümcül hastalık.

tefarık / tefârık

  • Parçalar, kısımlar, bölümler.

tefrika / تفرقه

  • Bölücülük. (Arapça)
  • Ayrılma. (Arapça)
  • Bölüm bölüm yayınlama. (Arapça)

telef

  • Zayi olma, ölüm.

telefat / telefât / تلفات

  • (Tekili: Telef) Ölüm sebebiyle olan kayıplar.
  • Can kaybı, ölümler. (Arapça)

telvihat-ı tis'a / telvihât-ı tis'a

  • Dokuz işaret; Yirmi Dokuzuncu Mektub'un Dokuzuncu Kısmında yer alan bölüm.

temhid / temhîd

  • Konunun hazırlık bölümü.

tenasüh

  • İslâmdan hariç olan batıl bir fırkaya göre, ruhun bir bedenden başka birinin bedenine intikâl eder diye olan batıl inanışları.
  • Miras sahibinin ölümü ile malının vârisine geçmesi.

tenzil / tenzîl

  • Kur'ân-ı Kerim (Kur'ân-ı Kerim 23 yılda bölüm bölüm indirildiği için "indirilen, parça parça indirilmiş" anlamına gelen Tenzîl ismi verilmiştir).

terk-i hayat

  • Ölme.
  • Ölüm, vefât.

teşa'ub

  • Kısım ve bölümlere ayrılma.

teşaub etme

  • Şubelere, bölümlere ayrılma.

tezekkür-i mevt

  • Ölümü hatırlamak. İnsanın kendini ölmüş, teneşir tahtası üzerinde yıkanmış, kefene sarılmış ve tabuta konulmuş ve mezâra gömülmüş olarak düşünmesi.

tezekkür-ü mevt

  • Ölümü hatırlama, ölümden ibret alma.

tezyinat-ı lafziyye / tezyinât-ı lafziyye

  • (Muhassınat-ı lafziyye de denir. İlm-i Bediin iki bölümünden ikinci bölümüdür. ) Kelâmın lafzında olan ve göze hitab eden edebî san'atlar. Cinas, seci' gibi.

üçüncü maksad

  • Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfında yer alan bölüm.

üful / üfûl / افول

  • Batış. (Arapça)
  • Ölüm. (Arapça)

umumi harpler / umumî harpler

  • Bütün dünyayı olumsuz olarak etkileyen savaşlar; Birinci ve İkinci Dünya Savaşları.

unsurculuk

  • Irkçılık; olumsuz ve zararlı biçimde kullanılan ırkçılık, milliyetçilik.

unsuru'l-belagat / unsuru'l-belâgat

  • Belâgat maddesi; belâgatin esaslarını ele alan bölüm.

vakt-i ecel

  • Ölüm vakti.

varta-i mevt

  • Ölüm tehlikesi.

varta-yı mevt

  • Ölüm tehlikesi.

vasiyet

  • Bir işi birisine havale etmek.
  • Emir.
  • Fık: Bir malı veya menfaatı, ölümden sonrası için bir şahsa veya bir hayır cihetine teberru yolu ile (yani, meccanen) temlik etmek.

vasıyyet

  • Bir işi birisine havale etmek, emir, bir malı veya menfaati ölümden sonrası için bir kişiye veya hayır cihetine teberru yolu ile temlik etmek.

vaveyla-yı mevt / vâveylâ-yı mevt / وَاوَيْلَايِ مَوْتْ

  • Ölüm çığlıkları.
  • Ölüm feryadı.

vefat / vefât / وفات

  • Ölüm. Ahirete göçme.
  • Ölüm.
  • Ölüm.
  • Ölüm. (Arapça)
  • Vefât etmek: Ölmek. (Arapça)

vefeyat / vefeyât / وفيات

  • Ölümler. (Arapça)

vefiyat / vefiyât

  • (Tekili: Vefat) Ölümler, vefatlar.
  • Vefatlar, ölümler.
  • Vefatlar, ölümler.

vekayi-i müsbete

  • Müsbet, olumlu olaylar.

vücud-u daimi / vücud-u daimî

  • Ölümsüz, devamlı vücut.

vücud-u fani / vücud-u fâni

  • Geçici, ölümlü varlık, beden.

ya'fur

  • (Çoğulu: Yaâfir) Tüyleri toprak renginde olan ceylân.
  • Ceylân yavrusu.
  • Gecenin beşte veya altıda bir bölümü.
  • Peygamberimizin merkebinin adı.

yakin / yakîn

  • Şek ve şüpheden uzak olan; kesin.
  • Sağlam, sarsılmayan, şüphe ve tereddüt bulunmayan îtikâd, îmân.
  • Ölüm.

yar-ı baki / yâr-ı bâkî / يَارِ بَاقِي

  • Ölümsüz dost.

yedinci şua

  • Şualar'da yer alan ve Ayet'ül-Kübra olarak da bilinen bölüm.

ze'm

  • Katı, şiddetli, şedid.
  • Hacet, ihtiyaç.
  • Mevt, ölüm.

zelzele-i sekerat

  • Ölüm anındaki sarsıntı.

zev'

  • Ölüm sebebiyle gelen sıkıntı, keder.

zeval-i hayat / zevâl-i hayat

  • Hayatın bitmesi, ölüm.

zevali / zevâlî

  • Geçip gidici, ölüme yakın.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın