REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te Çüs ifadesini içeren 259 kelime bulundu...

acibe-i hilkat

  • Her zaman yaratılan şekilden farklı olarak yaratılmış olan. (Meselâ: Normalinden çok fazla büyük cüsseli veya üç ayaklı olmak gibi)

acür

  • Yoğunluk, semizlik, besililik.
  • Yoğun.
  • Her nesnenin hacmi ve cüssesi olmak.

adaletname-i şeriat / adaletnâme-i şeriat

  • Şeriatın adalet ölçüsü, belgesi.

adem

  • Yokluk, varlığın zıddı.
  • Tasavvufda sâlikin (tasavvuf yolcusunun) kendisini kaplayan mânevî hal sebebiyle kendinden geçmesi hâli.

adham

  • Yoğun, kaba.
  • İri cüsseli adam.

akça

  • (Akçe) Beyaz, oldukça beyaz.
  • Para.
  • Eskiden para ölçüsü olarak kullanılan küçük gümüş sikke.

akl-ı feal / akl-ı feâl

  • İşrâkiyye (Yeni Eflâtunculuk) felsefesinde ukûl-ı aşerenin (on akılın) sonuncusu olup, yaşadığımız âlemle alâkalı akla verilen ad. Öldürme ve yaratma işlerine bakan mertebe.

arc

  • Mekke ile Medine arasında bir mevzi.
  • Deve sürücüsü.

arşın

  • Bir uzunluk ölçüsü. (68 cm. uzunluk.) Bir kol boyu. Büyük bir adım genişliği. (Farsça)
  • Zirâ'. (Farsça)
  • 68 santimetrelik uzunluk ölçüsü.

aşiren / âşiren / عاشرا

  • Onuncusu.
  • Onuncusu. (Arapça)

ateş-gede

  • Mecûsilerin tapındıkları yer. Mecusi mabedi. (Farsça)

ateş-perest

  • Ateşe tapan. Mecusi, müşrik.

ateşperest

  • Ateşe tapan, mecûsî. Zerdüşt tarafından kurulan bâtıl dîne inanan.

ateşperestlik

  • Mecûsîlik, ateşe tapma.

azer

  • Ateş. (Farsça)
  • Şemsî senenin dokuzuncu ayı. Kasım. Her şemsî ayın dokuzuncu günü. (Farsça)
  • Mecusilere göre güneşe memur meleğin adı. (Farsça)
  • Hz. İbrahim'in (A.S.) babasının veya amcasının ismi. (Farsça)

azerperest

  • Ateşe tapan, mecûsi.

bab / bâb

  • Kapı.
  • Bir kitâbın bölümlerinden her biri.
  • Bozuk bir yol olan Bâbîliğin kurucusu Ali Muhammed'in kendisine verdiği ad.

babur

  • (Zahirüddin Muhammed) Hindistan'da büyük Müslüman Türk devletinin kurucusu ve Timur'un beşinci göbekten torunudur. Fergana Emiri olan babası Ömer Şeyh'in ölümünden sonra tahta geçmiştir. (1494)

bakteri

  • Basit, çekirdeksiz, bölünerek çoğalan tek hücreli canlılara verilen addır. Çeşitli şekilleri vardır: Kürevî (coccus), çubuk şeklinde (basil), virgül şeklinde (vibriyon), burmalı (spiril).Bakteriler ya tek tek, ya da birkaçı bir arada bulunmalarına göre de ayrı adları vardır. Havanın oksijeni ile yaş (Fransızca)

batıniyye / bâtıniyye

  • Mecûsîlikteki ve çeşitli bâtıl dinlerdeki inanışları İslâm dînindenmiş gibi göstermeye çalışan İranlı Meymûn bin Deysân el-Kaddah tarafından kurulan bozuk yol.

batman

  • İki ile sekiz kilo arasında değişen ağırlık ölçüsü.

bazgeşt / bâzgeşt

  • Nakşibendiyye yolunda on bir temel esastan biri. Sâlik'in (tasavvuf yolcusunun) Kelime-i tevîhdden sonra kalbinden; "İlâhî! Maksûdum Sensin. Matlûbum (maksadım) Senin rızândır."demesi.

berahime

  • Berehmenler. Bâtıl ve sapkın Hind ve Mecûsi dinindekilerin reisleri.
  • Berehmenler; bâtıl ve sapkın Hind ve Mecusî dinlerinin reisleri.

bi-kıyas / bî-kıyas

  • Kıyassız, ölçüsüz. (Farsça)

bicu / bicû

  • ( Custen : Aramak) mastarının emir köküne "bi" eklenerek yapılmıştır. Ara, bul mânasında emirdir.
  • (Custen: Aramak) mastarının emir köküne "bi" eklenerek yapılmıştır. Ara, bul meâlinde emirdir.

buda

  • Budizm'in kurucusu. Mîlâddan altı asır evvel yaşamış olup, asıl adı Guatama veya Gotama'dır.
  • Budizmin kurucusu.

cabir / câbir

  • Cebredici, zorla yaptıran.
  • Galib gelen.
  • Şefkatsiz, merhametsiz.
  • Tekebbür ve taazzüm eden.
  • Aziz ve kavi olan.
  • Tıb: Kırıkçı, çıkıkçı.
  • Cebir ilminin ilk kurucusu olan müslüman âlimi.

çeki

  • Odun gibi ağır cisimleri tartmada kullanılan 250 kiloluk ağırlık ölçüsü.

cemaet

  • Her nesnenin şahsı ve cüssesi.

cemiyetçi

  • Topluluk teşkil eden, dernek kurucusu.

cemmal

  • Deveci, deve süren, deve sürücüsü.

cemre

  • Hacıların şeytan taşlarken attıkları taşlar veya bu taşların atıldığı yer. Çoğulu cimâr ve cemerât'tır. Minâ'da birbirlerine birer ok atımı mesâfede bulunan üç taş yığını vardır. Bunlardan birincisine Cemre-i ûlâ (birinci cemre), ikincisine Cemre-i vustâ (orta cemre) ve üçüncüsüne Cemre-i Akabe adı

cenab-ı mevla / cenâb-ı mevlâ

  • Herşeyin efendisi, koruyucusu ve sahibi olan Allah.

cerib

  • İmparatorluk zamanında Arabistan ülkelerinde kullanılan takriben 216 litrelik bir hacim ölçüsü.
  • Dönüm.
  • Eni ve boyu 60 arşın olan arazi ölçüsü.

cihan-ban / cihan-bân

  • Cihanın bekçisi, dünyanın koruyucusu olan. Allah. Hükümdar. (Farsça)

cihan-penah

  • Cihanın koruyucusu olan.

cihanşümul / cihânşümûl

  • Dünya ölçüsünde.

cirm

  • Vücud, ten, cüsse, hacim, büyüklük.
  • Cansız cisim.
  • Yıldız.

cisr

  • (Çoğulu: Cüsûr-Ecsür) Köprü. Ağaçtan olan köprü.

cu

  • Custen fiilinin emir kökü. Gelecek misâlde olduğu gibi birleşik kelimeler yapılır. (Farsça)

cürm-ü meşhut

  • Suçüstü.

cürmümeşhud

  • Suçüstü.

cuş / cûş / جوش

  • Coşku. (Farsça)
  • Kaynama. (Farsça)
  • Cûş eylemek: Coşmak, coşup taşmak. (Farsça)

cüses

  • (Tekili: Cüsse) Cüsseler, gövdeler, bedenler, cisimler, kalıplar, cesetler.

cüseymat

  • (Tekili: Cüseym) Küçük cisimler, cisimcikler.

cuşire

  • (Bak: CUŞİR)

cüsse-dar / cüsse-dâr

  • İri yapılı, cüsseli kimse, irikıyım kişi. (Farsça)

cuyem

  • (Cüsten, aramak mastarından "arıyorum, ararım" mânasınadır.) (Farsça)

da'kese

  • Mecusiler oyunundan bir oyun. ("destibend" de derler.)

dahm

  • İri, büyük, kocaman, cüsseli, kalın.

dar-üs-selam / dâr-üs-selâm

  • Sekiz Cennet'ten üçüncüsü.

dara

  • Eski Fars hükümdarlarından dokuzuncusu Keykubat'ın bir ismi. (Farsça)
  • Hükümdar. (Farsça)
  • Cenab-ı Hakk'ın bir ismi. (Farsça)

din

  • (Dyne) Fiz: Bir gramlık bir kütlenin hızını, saniyede bir santimetre artıran kuvvet ölçüsü. (Fransızca)

direm

  • (Dirhem) Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Şimdiki üç gram ağırlık. Okka denen eski ağırlık ölçüsünün (1/400) kadarıdır. Şer'an, orta büyüklükte yetmiş tane arpa ağırlığı. (Farsça)
  • Eskiden kullanılan ve beş kuruş değerindeki gümüş para. Akça. (Farsça)

dirhem

  • Okkanın dörtyüzde biri olan eski ağırlık ölçüsü.
  • Gümüş para.
  • Üç gramlık ağırlık ölçüsü.

dönüm

  • 919 m2 lik eski bir arazi ölçüsü.

ebcel

  • Cüssesi büyük olan iri yapılı adam.
  • Atta ve devede bulunan bir damar. (İnsanda o damara, "ırk-ı ekhal" derler.)

ebedd

  • Gövdeli, iri cüsseli kimse. İki uyluğunun arası geniş ve etli olan kimse.

ebu türab / ebû türâb

  • Peygamber efendimizin amcasının oğlu, dâmâdı, Cennet'le müjdelenen on kişinin ve dört büyük halîfenin dördüncüsü, Allahü teâlânın arslanı hazret-i Ali'nin "Toprağın babası" mânâsına gelen lakabı.

endaze / endâze / اندازه

  • 60 cm.lik uzunluk ölçüsü. (Farsça)

enuşa

  • Mecusi mezhebi. (Farsça)
  • Sevinç, sürur, neş'e. (Farsça)
  • Adalet, âdillik, doğruluk, hakdan ayrılmamaklık. (Farsça)

erdeb

  • Bir ağırlık ölçüsüdür. Arab ülkelerinde kullanılır. Miktarı, İstanbul kilesiyle dokuz kileyi karşıladığı gibi, kullanıldığı mahalle göre de değişir.

etbautebe-i tabiin / etbautebe-i tâbiîn

  • Sahâbe ve Tâbiînden sonra Peygamber efendimizin övdüğü nesillerden üçüncüsü olan Tebe-i tâbiîni görenler.

fakih / fakîh / فقيه

  • Fıkıh ilmini bilen. İslâm hukukçusu.
  • Zeki, anlayışlı kimse.
  • İslam hukukçusu, fakih. (Arapça)

fatımiler / fâtımîler

  • Aslen mecûsî olan Meymûn el-Kaddah'ın neslinden gelen Ubeydullah bin Sa'îd'in etrâfında toplanan, kendilerinin hazret-i Fâtıma'nın neslinden geldiklerini iddiâ eden; Mısır, Kuzey Afrika, Filistin ve Sûriye'de 910-1171 seneleri arasında hüküm süren, Eshâb-ı kirâm düşmanlığını yaymaya çalışan hânedân

faz'

  • Şiddet.
  • Miktarından tecâvüz etmek, ölçüsünü aşmak. Rezillik etmek.

fersah

  • Uzunluk ölçüsü birimidir, iki çeşittir: Deniz fersahı: 5555 m. Kara fersahı: 4444 m.
  • İki şey arasındaki açıklık.
  • Sükun ve hareket arasındaki vakit.
  • Zaman. Saat.
  • Dâimî ve çok olup aslâ kesilmeyen şey.
  • Üç mil, beş kilometre veya dört saatlik mesafe, muhtelif mesafelere tekabül eden bir uzunluk ölçüsü.

feyfa-neverd

  • Çöl yolcusu. Çöllerde yol alıp ilerliyen. (Farsça)

feylemani / feylemanî

  • Cüssesi büyük olan.

fidam

  • (Feddâm) : Su kabının üzerine koydukları süzgeç.
  • Mecusilerin ağızlarını bağlamakta kullandıkları bez.

fitil

  • Eskiden ağırlık ölçüsü olarak kullanılan dirhemin kesirlerinden biri. Dirhemin dörtte birine: denk; dengin dörtte birine: Kırat; Kıratın dörtte birine: Fitil denilir.
  • Eski Fitilli tüfeklerin namlusundaki baruta ateş vermek için kullanılan kükürtlü ip veya kaytan parçası.
  • Topa

fıtra

  • Fitre; ihtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak nisab (dinde zenginlik ölçüsü) miktârı malı, parası olan her hür müslümanın Ramazan bayramının birinci günü sabahı fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktardaki buğday veya arpa yahut hurma veya kuru üzüm veya kıymetleri kadar altın v

gabari

  • Kara nakil vasıtalarındaki yükün yükseklik ölçüsü. (Fransızca)

gazreme

  • (Çoğulu: Gazarim) Ölçüsüz, tartısız bir şeyi satmak.

gebr

  • Ateşe tapan, mecusi. (Farsça)

hacm

  • (Hacim) Bir cismin kapladığı yer. Cirm. Cüsse.
  • Emmek. Massetmek.

hafiz-ı hakiki / hafîz-ı hakikî

  • Her şeyin gerçek koruyucusu olan ve her şeyi bütün özellikleriyle kaydedip muhafaza eden Allah.

hami-i saadet / hâmi-i saadet

  • Mutluluğun koruyucusu.

hamisiz / hâmisiz

  • Koruyucusuz.

hane-füruş

  • Ev komisyoncusu, ev tellâlı. (Farsça)

haris-i vatan / hâris-i vatan

  • Vatanın koruyucusu, vatanın bekçisi.

hatem-ül enbiya / hâtem-ül enbiya

  • Peygamberlerin en sonuncusu Hz. Muhammed (A.S.M.)

hatem-ül-enbiya / hâtem-ül-enbiyâ

  • Peygamberlerin sonuncusu Muhammed aleyhisselâm.

hatem-ür rüsül / hâtem-ür rüsül

  • Peygamberlerin sonuncusu, son resul, Hazret-i Muhammed (A.S.M.)

hatemü'l-enbiya / hâtemü'l-enbiyâ

  • Peygamberlerin sonuncusu: Hz. Muhammed (s.a.v.).
  • Peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (a.s.m.).

hatemülenbiya / hâtemülenbiyâ

  • Nebilerin sonuncusu olan Peygamberimiz.

hece vezni

  • Türklerin eskiden kullandıkları nazım âhengi ölçüsüdür ki, buna "parmak hesabı" da denir. Parmak hesabı, Türk edebiyatının başlangıcından XI. yy. a, yani Türklerin aruz veznini öğrenmelerine kadar Türk nazmının yegâne âhengi idi. Aruz vezni kabul edilmekle beraber, hece vezni terkedilmeyerek yine ha

helva sohbetleri

  • Eskiden kış mevsiminin başlıca eğlencelerinden biriydi. Bu eğlenceler, her sınıf halk arasında rağbetteydi. Devlet erkânı, vükelâ, zengin konak sahibleri ve orta halli halk kendi imkânları ölçüsünde helva sohbetleri düzenler, eş ve ahbabına ziyafetler verirdi. Vükelânın düzenlediği sohbetler tantana

heyl

  • Dökmek.
  • Bir şeyi ölçüsüz def'etmek.

hilkam

  • Arslan, esed.
  • İri yapılı, cüsseli, şişman.

hirbiz

  • (Çoğulu: Harâbize) Mecusilerin ateşinin hizmetkârı.

huld cenneti

  • Sekiz Cennet'in dördüncüsü.

hümanizm

  • Lât. Edb: İslâmiyete mugayir ve aykırı eski Yunan ve Lâtin edebiyatı ve felsefesi taraftarlığı hareketi.
  • Fls: İnsan menfaatını hayatta değer ölçüsü kabul eden ve dine tâbi olmayan, insana aşırı hâkimiyet tanımak isteyen ve maddeperest, dinsiz, imansız bir cereyan, bir fikir ve bâtıl

hüsn-ü ta'lil

  • Edb: Herhangi bir hâdisenin hakiki sebebini saklayarak, güzel ve hayalî bir sebep göstermeye hüsn-ü ta'lil denir. Bu gösterilen sebep hakiki olmamalı, fakat güzel olmalıdır.Bağ-ı âlemde yüzün menendi bir gül isteyüp.Cüst ü cu idüp gezer gülzarı bülbül şah şah. (Fatih Sultan Mehmed)Bülbülün, gül bahç

icma' / icmâ'

  • Edille-i şer'iyyenin (din bilgilerinin elde edildiği delîllerin, kaynakların) üçüncüsü. Bir asırda yaşayan müctehid denilen derin âlimlerin bir mes'elenin hükmünde birleşmeleri, ictihadlarının birbirine uygun olması.
  • Beş vakit namazın farz oluşu, zinânın haram oluşu gibi ictihâd lâzı

idrak-i basit / idrâk-i basît

  • Tasavvuf yolcusunun kendini müşâhedede (görmede) fâni (yok) olması.

ikindi namazı

  • İslâm'ın şartlarından biri olan beş vakit namazın üçüncüsü, öğle vakti ile akşam vakti arasında kılınan namaz.Gökten yere iner kamû (bütün) melekler, Meleklere müştâk olur (can atar) felekler, Kabûl olur anda bütün dilekler, İkindi namâzın kıldığın zaman.

ikraz / ikrâz

  • Borç verme, ödünç verme. Bir kimsenin nakid para, hacim ölçüsü ile alınıp satılan malını, daha sonra mislini (benzerini) almak üzere bir şahsa vermesi.

imam-ıa'zam ebu hanife / imâm-ıa'zam ebû hanîfe

  • Ehl-i sünnet ve'l-cemâatın ameldeki dört mezhebinden biri. Hanefî mezhebinin kurucusu.

islamiyet / islâmiyet

  • Semâvî dinlerin sonuncusu; Müslümanlık.

jean

  • Dev. Gayet büyük. Dev cüsseli.

kadiyanilik / kâdiyânîlik

  • On dokuzuncu yüzyılda, Hindistan'da Mirzâ Gulâm Ahmed tarafından kurulan bozuk yol. Kurucusunun doğum yeri olan Kâdiyan kasabasına nisbetle bu adla anılmaktadır. İsmine nisbetle, Ahmediyye de denilmektedir.

kal'a-dar / kal'a-dâr

  • Kale koruyucusu, kal'a muhafızı. Dizdar. (Farsça)

kantar

  • Ağırlık ölçüsü âleti.
  • Binikiyüz dinar, onikibin okiyye, yüz okiyye gibi hudutsuz bir vezindir.
  • Kırk okka.

kelan

  • İri, cüsseli, büyük. Heybetli. (Farsça)
  • Geniş, enli. (Farsça)
  • Baş. (Farsça)

keyl

  • Ölçme.
  • Kile. Hububat ölçüsü. Ölçek.

kile

  • 40 litrelik hububat ölçüsü. Eski bir ağırlık ölçüsü.
  • 40 litrelik tahıl ölçüsü.

kırat

  • Dirhemin onaltıda birini ifade eden eski bir ağırlık ölçüsü.

kışşebe

  • Dişi maymun eniği.
  • Cüssesi küçük olan kız.

kıstas

  • Mizan, ölçü. Büyük terazi. Kıyamet günündeki büyük terazi.
  • Mânevi değer ve kıymet ölçüsü.
  • En doğru tartan.
  • Taksit. Taksit ile ödenen şey.

kıyye / قِيَّه

  • Okka. Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Kıyye-i atika da denir. Şimdiki 1282 gram.
  • Okka; şimdiki 1282 grama denk gelen eski bir ağırlık ölçüsü.
  • 1282gr ağırlık ölçüsü.

kıyye-i aşari / kıyye-i âşâri

  • Kilo. Bin gram olan ağırlık ölçüsü.

komediyen

  • İki yüzlü, riyakârlık gösteren.
  • Komedi oynayan tiyatro oyuncusu. Maskara.

kontenjan

  • İlgililerin her birine düşen pay ölçüsü.

kufahir

  • Büyük ve iri cüsseli kimse.

kunais

  • (Çoğulu: Kanâıs) Büyük cüsseli, iri vücutlu kişi.

kunefhar

  • Büyük cüsseli, iri vücutlu.

küniş

  • Mecusi tapınağı. (Farsça)
  • Yahudi havrası. (Farsça)

küstic

  • (Çoğulu: Kesticât) Mecusiler kuşağı.

lagziş

  • Sürçme, kayma. (Farsça)
  • Kayış, sürçüş. (Farsça)

laht

  • İri cüsseli kimse.

laik

  • Dine istinad etmeyen. Ruhanî olmayan kimse. Dini olmayan şey. Dinî olmayan fikir, dinî olmayan müessese, sistem veya prensip. Devleti dinî esas ve hükümler ile idare etmeyen sistem. Temel esasların ve kanunların menşeini ve teşri'de (kanun yapmakta) hareket noktasını ve değer ölçüsünü dine isnad etm (Fransızca)

latim / latîm

  • Babası ve annesi olmayan kişi.
  • Yüzünün bir tarafı beyaz olan at.
  • Yarış atlarının dokuzuncusu.

ma'nevi kuvvet / ma'nevî kuvvet

  • Müdrike (anlayıcı) kuvvetlerinin üçüncüsü olup, insanların havâssına, seçilmişlerine mahsûs anlayıcı kuvvet.

maliki mezhebi / mâlikî mezhebi

  • Ehl-i sünnetin ameldeki dört hak mezhebinden biri. Kurucusu İmâm-ı Mâlik bin Enes'tir.

manzum

  • Ölçülü, mizanlı, tertibli.
  • Vezni ve kafiyesi olan söz. Edebi ölçüsü olan sözler. (Kaside ve şiirler gibi).
  • Dizilmiş, sıralanmış, düzenlenmiş.

mar-efsa

  • Yılan tutan, yılan efsuncusu. (Farsça)
  • Yılan sokmuş kimseyi tedâvi eden kişi. (Farsça)

me'va cenneti / me'vâ cenneti

  • Sekiz Cennet'ten üçüncüsü.

mecusi

  • Çok eskiden yaşamış, kulağı küçük olan birisinin adıdır. Ateşperestlik âyinine sebeb olduğundan "Ateşperestlere" bu isim verilmiştir.
  • Eski İran dini olan Mecusilikten olan kimse.

mecusiyan / mecusiyân

  • (Tekili: Mecusi) Mecusiler. Ateşe tapanlar.

mecusiyet

  • Mecusilik.

meczub / meczûb

  • Allahü teâlânın sevgisi ile kendinden geçmiş olan.
  • Cezbeye tutulmuş, çekilmiş tasavvuf yolcusu.

mel'em

  • Ölçüsünde cimrilik yapan.

merdekuş

  • Merzencüş otu.

merzuban

  • (Çoğulu: Merazibe) Mecusiler reisi.

mevbed

  • Mecusiler reisinin ulusu.

meydan-ı tayeran-ı ervah / meydan-ı tayeran-ı ervâh

  • Ruhların uçuştuğu meydan.

mezheb-i azami / mezheb-i âzamî

  • İmam-ı Âzamın kurucusu olduğu Hanefi Mezhebi.

mezil

  • Daralıp gönlündeki sırrı ifşâ eden, sıkıntıdan içindeki sırrı açıklayan.
  • Ayağı uyuşmuş.
  • Malını ve sırrını herkese gösterip açıklayan.
  • Küçük cüsseli, zayıf, hafif kimse.

mihrican günü / mihricân günü

  • Eylül ayının yirmi üçüncü gününe rastlayan mecûsî bayramı.

miktar-ı kamet

  • Boy ölçüsü.

mikyas

  • Kıyas edecek, ölçecek âlet. Ölçü âleti. Uzunluk ölçüsü. Ölçek.

mikyas-ı azamet

  • Büyüklük ölçüsü.

mikyas-ı ma'rifet / mikyâs-ı ma'rifet / مِقْيَاسِ مَعْرِفَتْ

  • Tanıma ölçüsü.

mikyas-ı marifet

  • Allah'ı tanıma ölçüsü.

mil

  • Bin dokuz yüz yirmi metre olan bir uzunluk ölçüsü.

mısdak

  • (Sıdk. dan) Bir şeyin doğru olduğunu isbata yarayan şey. Tasdik âleti.
  • Alâmet. Tavır. Tarz. Düstur.
  • Değer ölçüsü.

miskal

  • Yirmidört kıratlık (4,5 gr. kadar) bir ağırlık ölçüsü. (Bir kırat, beş normal arpa ağırlığında olup, bir dirhemin 1/14 üdür.)
  • Yaklaşık 4.5 grama denk olan bir ağırlık ölçüsü.
  • Yirmidört kıratlık bir ağırlık ölçüsü. (Ondört kırat bir şer'î dirhem karşılığıdır).

mısra'

  • Kapı kanadı.
  • Edb: Bir manzum yazının her bir satırı. Tam bir vezin ölçüsüne göre tanzim edilmiş söz.

mıt'an

  • (Çoğulu: Metâin) At sürücüsü.

mizan

  • Terazi, ölçü, tartı.
  • Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas.
  • Fık: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir.
  • Mat: Yapılan hesabın doğruluğunu anlamak için yapılan diğer bir hesap. Sağlama.

mizan-ı hacet / mizan-ı hâcet

  • İhtiyaç ölçüsü.

mizan-ı ilim

  • İlim ölçüsü.

mizan-ı kemal / mizan-ı kemâl

  • Mükemmellik ölçüsü.

mizan-ı nizam

  • Düzen ölçüsü, terazisi.

mizan-ı şeriat

  • Şeriat terazisi; Allah tarafından bildirilen hükümlerin teraizisi, ölçüsü.

mizansız / mîzansız

  • Ölçüsüz.

mizanü't-ta'dil

  • Dengeleme ölçüsü; adâlet terazisi.

mü'biz

  • (Çoğulu: Meâbize) Mecusiler danişmendi.

muabbir / معبر

  • Rüya yorumcusu. (Arapça)

muaviye / muâviye

  • Emevi Devletinin kurucusu olan bir sahabe.

mubid

  • Zerdüşt. Mecusi din adamı.
  • Tedbirli, akıllı adam.

müceddid-i kariban hatemi / müceddid-i kâriban hâtemi

  • Müceddid kervanının sonu, sonuncusu.

müessis-i devlet

  • Devlet kuran. Bir devletin kurucusu.

müfrit

  • (Fart. dan) İfrat eden. Haddini aşan.
  • Ölçüsüz ve taşkın hareket eden.
  • Mübalağalı.
  • İfrat eden, haddini aşan, ölçüsüz ve taşkınca hareket eden.

mug

  • (Çoğulu: Mugan) Mecusi. Ateşperest. Ateşe tapan. Zerdüşt dininde olan.

mug-beçegan / mug-beçegân

  • (Tekili: Mugbeçe) Mecusi çocukları. (Farsça)
  • Meyhâne çırakları. (Farsça)

mugan

  • (Tekili: Mug) Mecusiler, ateşe tapanlar. Zerdüştler. (Farsça)

mugane

  • Ateşe tapan mecusilerin âyini.

mugbeçe

  • (Çoğulu: Mugbeçegân) Meyhaneci çırağı. (Farsça)
  • Mecusi çocuğu. (Farsça)

muhtariyye / muhtâriyye

  • Şia fırkasının kollarından biri. Bu fırkaya Keysâniyye ve Bedâiyye de denir. Kurucusu Muhtâr bin Ebî Ubeyd es-Sakafî'dir.

müselli / müsellî

  • Yarış atlarının üçüncüsü.

müşerri / müşerrî

  • Şeriatın kurucusu.

müşerri'

  • Şeriat kanunu koyucusu; şeriat hükmünü vaz' eden, koyan.
  • Teşri' eden. Şeriatın kurucusu. Şeriat kanununu meydana getiren.

müstatir

  • Uçan, uçuşan.
  • Yangının veya sabahın intişarı gibi müstaid olan.

mütehaccim

  • Cüsseli, hacimli.

muvazene-i gayat

  • Gayelerin ölçüsü, dengesi.

muvazenesiz / muvâzenesiz

  • Dengesiz, ölçüsüz.

müzaraa

  • 75 - 90 cm. lik bir uzunluk ölçüsü olan zira' ile satma.

na-mevzun

  • Ahenksiz, ölçüsüz, vezinsiz, orantısız. (Farsça)
  • Edb: Vezni bozuk veya hiç olmayan manzume. (Farsça)

nahhat

  • Marangoz. Doğramacı. Ağaç oymacısı. Taş yontucusu.

navus

  • (Çoğulu: Nevâyis) Kâfirlerin ve Mecusilerin mevtalarını koydukları yer.

neccaş

  • Hayvan sürücüsü.

necmeddin-i kübra

  • (Mi: 540 - 618) İran Mutasavvıflarının en mühim şahsiyetlerindendir. Kübreviyye veya Zehebiyye ismi ile anılan tarikatın kurucusu sayılır. İsmi: Ahmed bin Ömer Eb-ul Cenab Necmeddin Kübra el-Hivakî el-Harzemî.Münazara ve mübaheseyi çok sevdiği ve her münazarada hasımlarını yendiği için kendisine "Et

nesir

  • Saçma, serpme.
  • Vezinsiz, ölçüsüz söz.

nevruz günü / nevrûz günü

  • Mecûsîlerin (ateşe tapanların) Martın yirmi birinde kutladıkları mecûsî bayramı.

nezzam-ı hakiki / nezzam-ı hakikî

  • Kâinatın ve bütün varlık âleminin gerçek düzenleyicisi ve düzen koyucusu olan Allah.

nisab / nisâb

  • Zekât ölçüsü, ölçü miktarı.
  • Üzerine zekât verilmesi farz olan mal miktarı.
  • Asıl, esas. Sermaye mal. Derece, had.
  • Fık: Altının nisabı: 20 miskal; gümüşünki 200 dirhem (yani 600 gram); koyun ile keçinin 40 adet; sığır, manda 30; ve devenin nisabı da 5'dir.
  • Bir m
  • Zekat ölçüsü.
  • Dinde zenginlik ölçüsü. İslâm dîninde, zenginlik ile fakirlik arasındaki maddî sınır.

nisbetsiz

  • Oransız, ölçüsüz.

nisbetsizlik

  • Ölçüsüzlük, oransızlık.

nizam-ı kaderi / nizam-ı kaderî

  • Kader ölçüsü.

okiyye

  • (Veya hemzenin hazfı ile "Vekiyye") Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Yerlere ve muhitlere göre değişir. Dörtyüz dirhem ağırlık. Yedi miskal veya kırk dirhem ağırlık. Şer'an kırk dirhem kabul edilmiş. En tanınmışı dörtyüz dirhemdir.

okka

  • Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Dörtyüz direm ağırlık. Okiyye. (Türkçe)
  • 1.283 grama karşılık gelen ağırlık ölçüsü.

orhan gazi

  • (Mi: 1288 - 1359) Osmanlı Devletinin kurucusu olan Babası Osman Gazi vefat edince (1326) Onun yerine tahta geçti. Onu yetiştiren, Hocası Şeyh Edebâli idi. Genç yaşta gazi akıncılar arasına karıştı, çok cesur ve atılgandı. Akıncı Gaziler onun oğlu Süleyman Paşa kumandasında Rumeli'ye geçtiler. Türbes

öşür

  • Tek yıllık ürün veren buğday gibi mallardan alınan onda bir ölçüsünde zekât.

para

  • Alış-veriş aracı olarak kullanılan, biriktirme ve tasarruf etmeye yarayan, çeşitli mâdenlerden veya kağıttan îmâl edilmiş değer ölçüsü. Belli ağırlıkta basılmış olan altın ve gümüş paralara sikke veya meskûkât, altın paralara dînâr, gümüş paralara dirhem denir.

pencise

  • Bk. pencüse.

pervaz / pervâz

  • Uçuş.

pir / pîr / پير

  • Yaşlı, ihtiyar. (Farsça)
  • Reis. (Farsça)
  • Bir tarikatın kurucusu. (Farsça)
  • Herhangi bir meslek ve san'atın başlatıcısı, te'sis edicisi. (Farsça)
  • Reis; herhangi bir meslek veya sanatın kurucusu, başlatıcısı.
  • Yaşlı. (Farsça)
  • Tarikat kurucusu. (Farsça)

rabian / râbian / رابعا

  • Dördüncüsü.
  • Dördüncüsü. (Arapça)

ramazan

  • Mübarek ayların en mühimmi ve mübarek üç ayların sonuncusu. Kur'an-ı Kerim'in nâzil olmağa başladığı oruç ayı. Arabî ve Kamerî olan takvime göre 9. ay. Oruç tutanın günahlarını yaktığı, mahveylediği için bu isim verildiği rivayet edilir.
  • Hicrî ayların dokuzuncusu ve mübarek üç ayların üçüncüsü.
  • Hicrî ayların dokuzuncusu, üç ayların sonuncusu ve farz olan orucun tutulduğu ay. Ramazan yanmak demektir, çünkü bu ayda oruç tutan ve tövbe edenlerin günahları yanar, yok olur.

ramazan-ı mübarek

  • Mübarek Ramazan ayı; hicrî ayların dokuzuncusu.

ratl

  • (Ratıl) Eskiden kullanılan sıvı ölçüsü olup bâzı yerlerde yüzotuz dirhem sayılmıştır. Bâzen oniki kıyyedir. Kıyye kırk dirhemdir.

rebi-ül ahir

  • (Rebi-i Sâni) Kamerî ayların dördüncüsü.

rebi-ül evvel

  • Arabî ayların üçüncüsü.

refref

  • Mânevî bir binek; Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Miraç mu'cizesi sırasında bindiği dört binekten sonuncusunun adı.

rehber-i millet

  • Milletin rehberi, öncüsü.

rekaket

  • Kekeleme, dil tutukluğu.
  • Sözün kusurlu oluşu. Belagattan mahrum olmak.
  • Zayıf ve ince olmak, yufka olmak.
  • El ile cismin hacmi ve cüssesini anlamak için yoklamak.
  • Gevşeklik, zayıflık, dermansızlık.

riba

  • Tartısı ve ölçüsü belli olan bir malı aynı cinsten daha fazla olan bir mal ile, bir karşılığı olmaksızın, peşin olarak veya veresiye değiştirmektir.
  • Faiz.
  • Muamelede meşru miktardan tecavüz.
  • Bir şeyin artması, çoğalması.
  • Verilen borç para veya mal karşılığında

ribe'n-nesie / ribe'n-nesîe

  • Gecikme ribâsı. Bir cinsten olan iki şeyin birini, diğeri karşılığında veresiye olarak satmak veya başka başka cinslerden olup; ağırlık, hacim veya uzunluk ölçüsüyle yâhut belirli ölçülerde olup, sayıyla alınıp satılan iki şeyi veresiye değişmek. Mik tarlar eşit olsa bile ribâ sayılır.

rıhlet / رحلت

  • Göçüş. (Arapça)
  • Ölme. (Arapça)

rıtl

  • 130 dirhem-i şer'îlik (436.8 gram) bir ağırlık ölçüsü birimi.

sabiiler / sâbiîler

  • Aya ve yıldızlara tapan kimseler. El-Cezîre (Cizre) ve Harran civârında yaşayan bu kimseler, yahûdîlik, hıristiyanlık ve mecûsîlik gibi çeşitli dinlerden bâzı inanışları alarak bir din meydana getirmişlerdir.

sadaka-i fıtır

  • İhtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak, nisâb yâni dinde zenginlik ölçüsü miktarında malı, parası bulunan her hür müslümanın, Ramazân bayramının birinci günü sabâhı, fakirlere vermekle yükümlü oldukları belli miktarlardaki buğday, arpa, hurma veya kuru üzüm yahut kıymetleri kadar altın v

şafii / şâfiî

  • İmâm-ı Şâfiî'nin meşhur adı, Şâfiî mezhebinin kurucusu.
  • Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Şâfiî mezhebinde olan kimse.

şahis

  • Büyük cüsseli, iri yapılı kimse.

salik / sâlik

  • Tasavvuf yolcusu.

salisen / sâlisen / ثالثا

  • Üçüncüsü.
  • Üçüncüsü, üçüncü olarak. (Arapça)

sarban

  • Deve sürücüsü. Deveci. (Farsça)

şari-i hakiki / şâri-i hakikî

  • Şeriatın kurucusu ve gerçek sahibi olan Allah (c.c.).

şazeli / şazelî

  • (Ebu Hasan Şazelî) Nureddin Ebu Hasan-ı Şazelî de denildiği gibi Ali bin Abdullah diye de anılmaktadır. Tunus'lu olup Şazeliye Tarikatı kurucusu olarak bilinir. Tasavvufî, ilmî bir çok eseri vardır. Tarikatının tekke ve zaviyesi yoktur. Hicri 654 yılında Mekke-i Mükerreme'ye giderken sahrada dâr-ı b

şebah

  • (Çoğulu: Eşbâh) Cüsse, cisim, ceset. Şahıs. Karaltı.

sedin

  • Semiz, besili, etli ve cüsseli kimse.

segil

  • Yaramaz huylu kimse.
  • Cüssesi küçük, ayakları ince olan kimse.

seha

  • Büyük cüsseli. Azim-ül cüsse.

sehab

  • (Çoğulu: Sehâib) Bulut.
  • Karanlık.
  • Bulut gibi uçuşan böcekler.

sekar

  • Cehennem'i meydana getiren tabakalardan üçüncüsü. Burada İncîl'i değiştirenler azâb görecektir.

sere

  • Başparmağın ucundan şehadet parmağının ucuna kadar germek suretiyle hâsıl olan uzunluk ölçüsü. Karıştan küçüktür ve dört sere bir arşın sayılırdı.

şevval

  • Arabi aylardan onuncusu. Ramazandan sonraya geldiği için ilk üç günü mübarek Ramazan bayramıdır.
  • Hicrî ayların onuncusu; Ramazan'dan sonraki ay.
  • Arabî ayların onuncusu.

şevval ayı / şevvâl ayı

  • Arabî ayların onuncusu, Ramazân-ı şerîften sonraki ay.

şevval-i şerif / şevvâl-i şerif

  • Hicrî aylardan onuncusu; Ramazan'dan sonraki ay.

şeyh

  • Bir tarîkatın kurucusu veya başı.

seyyah-ı alem / seyyah-ı âlem

  • Dünya yolcusu.

şinik

  • On litre su alabilen teneke kutu kadar olan mahsul ölçüsü. Yarım gaz tenekesi. (Isparta havalisine mahsus hububat ölçüsü)
  • Yaklaşık on litre su alabilen mahsul ölçüsü.

sofu

  • Sofi, tasavvuf yolcusu.

sultan süleyman han

  • (Hi: 900-974) Osmanlı Padişahlarının onuncusu, İslâm Halifelerinin yetmişbeşincisidir. Yavuz Sultan Selim Han'ın oğludur. Avrupa-vari bir kısım kanunlar yapılmasına vesile olduğundan Kanuni nâmı ile de tanınır. Padişahlık yılları Osmanlı Devletinin en haşmetli devri olup, Avrupa, Asya Osmanlıların e

sünusi / sünusî

  • (Seyyid Muhammed bin Ali) (Hi: 1206 - 1276) Şâzelî (Şazilî) Tarikatının sonradan teşekkül eden kollarından birisinin kurucusudur. Cezayir'in büyük velilerindendir. Memleketinin bir çok yerlerini ve Mekke-i Mükerreme'yi ziyaret etmiş; Mısır'da, Bingazi'de tederrüsle iştigal etmiştir. Bingazi'de zaviy

taht-ı belkıs

  • Belkıs'ın tahtı. (Çok eski mecusi Yemen padişahlarından Şerahil'in kızı Belkıs, başka kardeşi olmadığından babasının yerine Yemen'e hükümdar olmuş idi. Sonra Süleyman Aleyhisselâm ile evlendi. Onun mu'cizeleriyle imana geldi.) Bak: Hüdhüd, Süleyman (A.S.)

tasi'an / tâsi'an / تاسعا

  • Dokuzuncusu. (Arapça)

tasian / tâsian

  • Dokuzuncusu.

tavahi

  • Lâşe etrafında dolaşıp uçuşan akbaba kuşları.

tavr-ı akıl / طَوْرِ عَقِلْ

  • Akıl ölçüsü.

tavr-ı akl

  • Akıl ölçüsü, akıl sınırı.

tayaran

  • Uçma, uçuş.

tayeran

  • (Tayrân) Uçuş. Uçma.
  • Uçma, uçuş.

tecelli-i ef'al / tecellî-i ef'âl

  • Sâlikin, yâni tasavvuf yolcusunun, kulların fiillerini Allahü teâlânın fiilinin zılleri (görüntüleri) olarak görmesi ve bu fiillerin varlığının O'nun fiili ile olduğunu bilmesi. Âlem-i Emrin ilk adımında olan tecellîler.

temeccüs

  • Mecusi olmak.

tene

  • Gövde, beden, cüsse, vücut. (Farsça)
  • Örümcek ağı. (Farsça)

tetayür

  • (Tayeran. dan) Uçuşma. Uçuşup dağılma.

tımtım

  • Kalın etli, cüsseli adam.
  • Dilinde pelteklik olan, kekeme.

vahdeddin

  • (Aslı: Vahîdüddin, fakat Türkçede Vahdeddin şeklinde telâffuz edilir.) Osmanlı Padişahlarının sonuncusu ve otuzaltıncısının adıdır. (Mi: 1861-1926) Zeki, dirayetli ve dindardı. Osmanlılar ve İslâm âlemi için bir felâket işareti olan Sevr Muahedesini imzalamadı. Osmanlı ordusu olarak emrine bırakılan

vezn-i mahsus

  • Özgül ağırlık. Bir cismin bir santimetre küp hacmindeki parçasının ağırlığı.
  • Edb: Nazmın veya kelimenin belli kalıplarından her biri. Nazmın ahenk ölçüsü.

yavuz sultan selim

  • (Hi: 875-926) Osmanlı Padişahlarından dokuzuncusudur. Sultan Süleyman Han'ın babası, 2. Bayezid Han'ın oğludur.Azim ve sebat örneği olan ve memleket mes'elelerinde en küçük kusurları bile afvedemiyen Yavuz Selim, Çaldıran seferine çıkmıştı. Uzun müddet seferde olan askerleri bir gün padişahın çadırı

yezdan / yezdân

  • Cenab-ı Hak. (Farsça)
  • (Mecusilerce) : Hayırları yaratan hayır ilâhı dedikleri mevhum mâbud. (Farsça)
  • Mecusî dininde iyilik tanrısı olarak kabul edilen ilâh.
  • Allah (c.c.).
  • Mecûsilere göre hayırları yaratan hayır tanrısı.

yezidiler / yezîdîler

  • Hazret-i Ali'ye düşman olan ve şeytana tapan kimselerin mensûb olduğu bozuk fırka. İbâdiyye fırkasının kurucusu Abdullah bin İbâd'ın adamlarından Yezîd bin Enîse'ye uydukları için bu adı almışlardır. Emevî halîfelerinden Yezîd'in bunlarla hiçbir ilgi si yoktur.

zerdüşt

  • Ateşe tapan, mecusi.
  • İlk önce nur ve zulmet diye iki ilâha inanmayı uyduran adam.
  • Mecûsîliğin kurucusu.

zeydiyye fırkası

  • Hazret-i Ali'yi sevdiğini söyleyip, diğer Eshâb-ı kirâma düşmanlık besleyen, onlar hakkında kötü sözler söyleyen şîanın kollarından. On iki imâmın dördüncüsü olan Zeynelâbidîn'in oğlu Zeyd'e tâbi olan ve hazret-i Ali, Eshâbın en efdalidir (üstünüdür); bununla berâber Ebû Bekr, Ömer, Osman'ın (r.anhü

zeyn-ül abidin

  • (Zeynel âbidîn) Lügat mânası: İbadet edenlerin zineti.
  • (Hi: 38-94) Oniki İmamın dördüncüsü olan zât (R.A.). Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın torunu olan Hazret-i Hüseyin'in ortanca oğlu. Asıl adı: Ali'dir. Tâbiînin büyüklerindendir. Medine-i Münevvere'de vefat etmiştir. (Rahmetull

zıra'

  • Arşın, el kol uzunluğu, yaklaşık bir metrelik uzunluk ölçüsü.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın