Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
ziyade
ifadesini içeren
155
kelime bulundu...
a'la
Daha iyi. Pek iyi. En yüksek. Ziyâde ve mürtefi olan.
akanyıldız
Daha ziyade yaz geceleri gökyüzünde hızla geçip giden ışıklı iz, şahap.
akreb
En yakın. Daha yakın. Ziyade yakın.
aktivizm
Hakikatin, düşüncede kalmasından ziyade, hayat ve fiile intikalini ve bütün ilimlerin, cemiyetin gelişmesine hizmet etmesini isteyen ve böylece iradenin faaliyet ve tesirliliğini açıklayan felsefî bir meslek.
amik
Dibi çok aşağıda, derin.
Mc: İnceden inceye pek ziyade araştırma ve düşünceden sonra anlaşılabilen derin ve ince mes'ele.
arakk
Çok ince. En ince. Ziyâde rakik olan.
aristo
(Doğum : M.Ö. 384) Yunan filozoflarından olup Eflatun'un talebesidir. Mantık, ahlâk, siyaset, iktisad, felsefe kitapları vardır. Ruhun bakiliğine inanırdı. Tecrübeden ziyâde akla fazla kıymet verdiğinden çok yanılmıştır.
ashab-ı yemin / ashâb-ı yemin
Ahid ve yeminlerinde sebât edenler. Kendi kazançlarından ziyâde Cenab-ı Hakk'ın lütuf ve ikrâmına kavuşacakları ümid edilenler. Allah'a itâatleri ve amelleri iyi olup ahirette amel defterleri sağ taraftan verilecek olanlar. Sağcılar. Mukaddesatçılar. Kur'an ve İmân yolunda Allah (C.C.) için çalışanl
aşk
(Işk) Çok ziyâde sevgi. Şiddetli muhabbet. Sevdâ. Candan sevme.
İttibâ'. Alâka.
asl
Temel, esas, kök. Bidâyet. Mebde', dip, hakikat. Hâlis, sâfi. Haseb ve neseb. Soy sop. Zâten, en ziyâde.
atikıyyat
Eski eserler. Eski devirlerden kalma eserleri, - daha ziyade tarih ve san'at bakımından- tetkik eden ilim. Arkeoloji.
begayet
Son derece. Pek ziyâde.
(Farsça)
behmar
Çok, ziyade, fazla.
(Farsça)
berahihte
Daha ziyade silâh hakkında kullanılan bir tâbirdir. Çıkarılmış, çekilmiş mânâlarına gelir.
(Farsça)
bered
Daha ziyade fırtınalı havalarda yağan dolu.
besi / besî
Çokluk, fazlalık, ziyadelik.
(Farsça)
Birçok.
(Farsça)
besir
Ziyade, çok, birçok.
biş
Artık, ziyade. Bıldırcın otu denilen zehirli bir ot.
(Farsça)
bisyar
Ziyade, çok , fazla.
(Farsça)
bıtna
Malın, paranın ve servetin ziyadeliğinden doğan sürur, sevinç.
Mide dolgunluğu.
camiiyyet
Câmi'lik, toplayıcılık.
Çok şeylerle alâkalılık.
Pek ziyâde mânâları ve şeyleri hâvi olmak.
cem'iyyet
(Cemiyet) Topluluk, birlik. Hey'et.
Bir yere cem' olma.
Mânevi birlik teşkil eden cemaat.
Huk: Kazanç paylaşmaktan başka bir maksadla, ikiden ziyade şahsın ilim ve mâlumâtlarını ve faaliyetlerini devamlı bir şekilde birleştirmek suretiyle bir esas nizamnameye müstenid
çihil
Kırk (sayı).
(Farsça)
Mc: Çok, ziyade, fazla.
(Farsça)
cinas-ı nakıs / cinas-ı nâkıs
Edb: Cinaslı kelimelerin birinde veya birkaç harfin ziyade olması suretiyle yapılan cinas. (dem, âdem gibi.)
cinas-ı tamm
Edb: Lâfızda, harekelerde ve harflerde eksiklik ve ziyâdelik bulunmayan cinâs. Kır (kırmaktan emir), kır (çöl); yaz (yazmaktan emir), yaz (mevsim).
disar
(Çoğulu: Düsür) Üste giyilen kaftan, elbise.
Yatak çarşafı.
Arapçada elbise demek olduğu hâlde Osmanlıcada yalnız Farsça kaidesi ile yapılan sıfat terkiblerinde ziyadelik, çokluk, bolluk mânasında kullanılmıştır.
dücce
Fazla karanlık, ziyade zulmet.
ebda'
(Bedi'. den) En bedi. Ziyade bedi' ve güzel. Daha çok dikkati çeken.
ebdal
(Tekili: Bedil veya Bedel) Evliyâdan, ziyâde nuraniyyet kazanmış olanlar. Evliyâ zümresinden bir cemaat. Arapçada halkın lüzumlu işlerinin tasarrufuna memur bir cemaata denir.
ecla
Pek âşikâr, pek belli. Pek parlak, ziyade güzel.
Başında kıl bitmeyen kel.
ecma'
En toplu. Birikmiş. Ziyade birleşmiş.
efdal
(Tekili: Fazl) Ziyadeler, fazlalar, çoklar.
İhsanlar, ikramlar, iyilikler, meziyetler, hünerler.
efdaliyet
Faziletçe üstünlük. Fazileti, iyiliği ziyâde olmak.
efzun
Fazla, çok ziyade.
(Farsça)
efzuni / efzunî
Kesret, çokluk, fazlalık, ziyadelik.
(Farsça)
ehass
Daha hususi, daha yakın, daha hâlis. Hususi. Ziyade hâs. (Eamm'ın zıddıdır.)
ehl-i beyt
Ev ehli, evdeki çoluk çocuk. Daha ziyade Hz. Peygamberimizin (A.S.M.) evine mensub olanlar bu isimle anılırlar.
ehl-i dil
(Ehl-i kalb) Kalbi uyanık, basireti ziyade olan. Gönül ehli. Mâneviyata çok kıymet veren, kalben Cenab-ı Hakk'a çok yakınlık hissedip çok hikmetlerden anlayan zât.
ehl-i dünya / ehl-i dünyâ
Dünyaya haddinden ziyade kıymet veren, maddeci kimse.
ekseriya
(Ekseriyya) Pek çok zaman, en ziyade, sık sık, ekseriyet üzere, alel-ekser.
elzem
Daha lâzım. Çok lâzım. Ziyade mucib.
Küçük parmaklı.
enbuh
Ziyade, çok, kalabalık.
(Farsça)
Çokluk, ziyadelik, cemaat, izdiham.
(Farsça)
Meclis, kurultay.
(Farsça)
Kalın, yoğun.
(Farsça)
Duvarın yıkılıp dökülmesi.
(Farsça)
enma
(Nümuv. den) En çok, en ziyade bereketli ve büyümüş olmak.
erakk
Çok ince, ziyade rakik, ince ve yumuşak.
erfak
En ziyade yumuşak.
Arkadaş, refik olmaya en çok lâyık, elyak.
erka
Ziyade yükselen. Çok yükselen.
esbabperest
Allah'ı unutarak sebeblere haddinden ziyade değer veren. Her şeyi bir sebebe bağlayıp, Allah'ın fâil ve her şeyin hâkimi olduğunu inkâr eden veya ona kıymet vermek istemeyen.
evsak
En çok inanılan, ziyade sağlam. Daha çok vüsuk sahibi.
ezka
En temiz. En pâk. Ziyade dindar. Pâkize.
ezyed
Çok ziyade. Daha fazla. En ziyade.
fazl
Fazla, ziyade, artık, bâki.
Fazlalık, üstünlük.
fazla
Çok ziyâde, artık, artan.
İleri.
Gereksiz, lüzumsuz.
(Çoğulu: Fazalât) Kazurat, pislik.
ferah
Bol, geniş, vâsi'. Fazla, ziyade. Açık.
(Farsça)
fevkalme'mul
(Fevk-al me'mul) Ümidin fevkinde, Umulandan ziyade. Ümid edilmedik şekilde. Beklenmedik bir anda.
feza
(Efzâ) Artıran, ziyadeleştiren, çoğaltan (mânâlarına gelip, kelime sonlarına getirilerek birleşik kelime yapılır.) Meselâ: Can-feza : Can verici. Hayret-feza : Çok hayret verici. Ruh-feza : Ruh verici.
(Farsça)
fil
(Çoğulu: Efyal-Füyul) Daha ziyade Hindistan ve Asya gibi yerlerde bulunan iri vücudlu, hortumlu bir hayvan.
firavan
Bol, çok, ziyade, aşırı, fazla.
(Farsça)
füzud
Çoğaltan, ziyadeleştiren, artıran. Muhabbet-füzud : Muhabbet artıran, sevgi artıran.
(Farsça)
fuzulat
Ziyade olup işe yaramayan şeyler. Fazlalıklar.
füzuni / füzunî
Fazlalık, aşırılık, ziyadelik, çokluk.
(Farsça)
gafur-ur rahim
Kusurları örten, adâletle en ziyade merhamet eden Cenab-ı Hak (C.C.). Mü'minlerin kusurlarını affederek muhafaza eden.
gazir / gazîr
Bol, çok, kesretli, ziyade, fazla.
hadis-i munfasıl / hadîs-i munfasıl
Aradaki râvîlerden (nakledenlerden), birden ziyâdesi (fazlası) unutulmuş olan hadîs-i şerîfler.
hark-ı kebir
Büyük yangın.
Cihan Harbi. (daha ziyade ihrak olarak kullanılır)
heyhat
Teneffür ve tehassür ifâde eder; "sakın, savul, yazıklar olsun, uzak ol" mânalarına geldiği gibi, daha ziyade; Eyvah, yazık, ne yazık, ne kadar uzak... gibi mânalar için söylenir.
hişt
Eskiden kullanılan, kısa el mızrağına benzer bir savaş âleti. Daha ziyade Osmanlı ordularında bulunan bu silâh, özellikle hassa birliklerine verilirdi.
hostes
ing. Umumi taşıtlarda, daha ziyade uçaklarda yolcuları ağırlayan kız veya kadın.
ifrat
Haddinden geçmek. Pek ileri gitmek.
Takatinden ziyade iş vermek. (Tefrit'in zıddı)
ıkal
İkl, bağ, bend.
Daha ziyade Arabların başlarına koyup sardıkları bağ, agel.
imam-ı mübin / imâm-ı mübîn / اِمَامِ مُب۪ينْ
İlim ve emr-i İlâhînin bir nev'ine bir ünvandır ki, âlem-i şehadetten ziyade âlem-i gayba bakıyor. Yani, zaman-ı halden ziyade mazi ve müstakbele nazar eder. Yani, her şeyin vücud-u zahirîsinden ziyade aslına, nesline ve köklerine ve tohumlarına bakar.
Her şeyin vukūundan evvel ve sonra yazılı olduğu kader defteri; Allahın şimdiki zamandan ziyâde, geçmiş ve geleceğe bakan ilmi.
iştidad
(Şiddet. den) Şiddetlenme.
Sertleşme, katılaşma.
Büyüme. Artma, çoğalma, ziyâdeleşme.
istifzal
Artırma, çoğaltma, ziyadeleştirme.
istihkamat-ı muttasıla / istihkâmât-ı muttasıla
Bir birine bitişik ve bağlı olarak yapılmış olan sığınaklar olup, daha ziyade şehirlerin ve mühim mevkilerin etrafına yapılır.
istizade
(Ziyade. den) Arttırılmasını arzulama, çoğaltılmasını isteme.
izdiyad
Ziyadeleşmek. Çoğalmak. Artmak.
izzet
Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük.
Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve mu'teber olmak.
Bulunmaz derecede az olan şey.
kabakulak
Tıb: Daha ziyade tükrük bezlerini şişiren bulaşıcı ve ateşli bir hastalık.
kahhar / kahhâr
Ziyadesiyle kahreden, kahredici, yok edici, batırıcı.
Allah'ın isimlerinden biri.
kamuflaj
Gizlenme, örtme. Aldatma gayesiyle yapılan tertibat. Daha ziyade harp zamanlarında araçlar ile insanların, bulundukları mekâna göre kılığa girmeleri.
(Fransızca)
kaşer
Çok fazla kırmızılık. Ziyâde kızıllık.
kesret
Çokluk, bolluk, ziyadelik.
Kalabalık.
kevr
Devretmek, dönmek.
Sarık sarmak. Tülbend sarmak.
Bir yerde toplanmış olan develer.
Çokluk, bolluk, ziyadelik.
Mukül dedikleri darı cinsi.
kitab-ı mübin / kitâb-ı mübîn / كِتَابِ مُب۪ينْ
Kaderde olan her şeyin gerçekleşmesinde esas tutulan kānunların bütünü; Allahın geçmiş ve gelecekten ziyâde, şimdiki hâle bakan ilmi.
kruvazör
Daha ziyade toplarla mücehhez açık denizlerde emniyeti te'min etmek ve konvoyları korumakla vazifeli süratli harp gemisi.
(Fransızca)
külli / küllî
Külle mensub. Cüz'iyat ve ferdlerden meydana gelmiş olan. Umumi, bütün.
Çok, ziyade, fazla.
Man: İnsan dediğimiz zaman küll'ü ve küllîyi ifade etmiş oluyoruz. İnsanın eli, ayağı, kolu, gözü dersek cüz' ve cüz'îyi ifade etmiş oluruz. Dünya denilirse küll; dünyanın karaları, kı
külliye
(Külliyet) Bütünlük, umumilik, genellik.
Bolluk, çokluk, ziyadelik.
Tar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında Arap vilâyetlerinde bazı medreselere, üniversite karşılığı verilen ad.
lafz-ı muhtemel
Huk: İki veya daha ziyade mânâya hamli mümkün bulunan sözdür ki, hangi mânânın kast olunduğu mücerred rey ile değil; deliller ve karineler ile tayin olunur.
lasiyyema
Bâhusus. Hususan. Buna gelince. Herşeyden ziyade. Ençok.
lazım-ı gayr-ı müfarık / lâzım-ı gayr-ı müfarık
Ayrılması mümkün olmayan, terki câiz olmayan, ziyade gerekli, çok lüzumlu.
lev
Gr: (Şart edâtı) Dahâ ziyade, olsa bile (manâsına gelir.) "İnne" gibi mâzi mânâsını muzariye çevirmeyip aksine muzâriyi de mâziye çevirir. Temenni edâtı ve vasıl edâtı olur. Meselâ : Lev-câe Aliyyun leraeytühu: Ali gelse idi, elbette görürdüm.
maaziyadetin
Fazlasıyla, ziyadesiyle, çok miktarda, bol bol.
matemfeza / mâtemfezâ
Yası ve mâtemi ziyadeleştirip arttıran.
(Farsça)
mesakin / mesakîn
(Tekili: Miskin) Ziyadesiyle fakir olanlar. Miskinler. Uyuşuklar. Zavallı, fakir kimseler.
Oturanlar.
mesfur
Yazılmış, adı geçmiş. (Bu tabir, eskiden daha ziyade hakaret görmesi icabeden aşağılık kimseler hakkında kullanılırdı.)
meyelan
Bir tarafa eğilmiş olma. Ziyâde meyil gösterme. İltizam.
mezid / mezîd
Çoğalma. Ziyade etme.
mihyac
Şiddetli.
Çok, ziyâde, fazla.
mu'temed
Kendine güvenilen. İtimad edilen kimse. Kendinden emin olunan. Ziyadesiyle doğru ve müstakim olan.
muaşaka
Sevişme. Ziyadesiyle arz-ı muhabbet etme. Birbirini sevme. Karşılıklı aşk ve muhabbet.
muaviye
(Mi: 603 - 682) Sahabe-i Kiramdan olup Şam'da yirmi seneden ziyade valilik yaptı, sonra hilâfetini ilân etti. Yirmi sene de halifelik yaptı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtu Vesselâmın kayın biraderi ve vahiy kâtibi idi. Beni Ümeyye sülalesinden olan bu zattan itibaren İslâm Devletine, Emevi Devleti denm
muhtassan
Ençok, bilhassa. Daha ziyâde.
muhtesib
(Hisab. dan) Belediye işlerine bakan memur.
Kanundan ziyâde idâri ve örfi işler için karar veren. İhtisâb ağası.
müşdeb
Çok miktar. Ziyade.
müstezad
(Ziyade. den) Artmış, çoğalmış.
Edb: Aruz kalıplarından " Bahr-i recez" denilen vezin ile yazılmış manzume. (Mef'ulü mefâîlü mefâîlü faûlün) gibi. Veya (Mef'ûlü faûlün) veznine denk parça ilâvesi ile yapılır. Ziyadeli mısralı manzumelerdir.
mütesaid
Yükselen, yukarı çıkan.
Ziyade olan.
Zahmet veren.
muzaaf
İki kat. Bir şeyin iki misli.
Daha ziyade. Daha fazla.
müzad
Arttırılmış, çoğaltılmış, ziyade edilmiş.
müzayede
Artırma, ziyadeleştirme.
Devletçe veya bir müessesece satılığa çıkarılan bir malın veya arazinin arttırılmaya konulması. Müzayede; biri kapalı zarfla, diğeri açık arttırma ile olmak üzere iki türlü yapılır. Müzayedede konulan şey, en çok arttırma yapana ihâle edilir.
müzdad
Çoğaltılmış. Ziyâdeleştirilmiş.
nafile
Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş.
Menfaatli olmayan. Ziyâdeden olan.
Torun.
Ganimet malı. Bahşiş. Atiyye.
nakş-bendi / nakş-bendî
Kalbde zikir yoluyla, tefekkür ile İlâhî sevgiyi, uyanıklığı nakşa çalışan mânâsiyle, Şeyh Bahâüddin Nakş-bendî nâmındaki azîm bir velinin kurduğu ve en ziyade hafî zikre dayanan tarikata mensub olan. (Silsile-i Nakşî'nin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbanî (R.A.) Mektubat'ında demiş ki: "Ha
(Farsça)
nema / nemâ
Malın artması, çoğalması. Ziyâdeleşen mala nâmî denir.
nemadar / nemadâr
Çoğalan, ziyadeleşen. Artan, büyüyen.
(Farsça)
neşur
Ziyadesiyle neşreden. Fazla yayan. Dağıtan.
neyyif
Küsur. Ziyade. Artık. Fazla.
İhsan.
Yakın.
palide
Süzülmüş, durulmuş.
(Farsça)
Ziyade olmuş, büyümüş.
(Farsça)
paravan
İtl. Eskiden haremle selâmlığı ayıran ve şimdi de ilk bakışta görülmesi caiz olmıyan yerleri örten perdeler.
Daha ziyade kapıların dışına veya içine konan, katlanır, taşınır tenteneli perde.
Gizleme vasıtası.
rema
Bir yerde ikamet eylemek.
Ziyade olmak.
Riba, faiz.
Bir haberi zan ile anlayıp idrak etmek.
rey'
Arpa, buğday, tahıl.
Rücu', geri dönme, avdet.
Ziyade, çok.
reyean
Artma, çoğalma, ziyâdeleşme, bereketlenme.
Her şeyin evveli, tazelik zamanı.
reym
Alçak yer.
Kabir.
Derece.
Deveyi boğazlayıp taksim ettikten sonra kalan kemik.
Ziyâde çok, fazla.
rububiyet
Cenab-ı Hakk'ın her zaman her yerde her mahluka, muhtaç olduğu şeyleri vermesi, terbiye ve tedbir etmesi ve mâlikiyyeti ve besleyiciliği keyfiyyeti.
Artırmak. Ziyade kılmak.
rübye
(Çoğulu: Rubâ) Arz haşeratından bir cins.
Çok, ziyâde.
şadırvan
Etrafında bulunan bir çok musluklardan ve bir fıskiyeden su akan havuz tarzında kubbeli çeşme. Şadırvanlar daha ziyade cami avlularında halkın abdest almaları için yapılırdı.
sasaniler
İran'da ikibin yıl önce devlet kuran bir sülâledirler. İlk meşhur hükümdarları Erdeşir'dir. Devleti kuvvetlendirdi ve Doğu Anadolu'yu Romalılardan aldı. Ünlü pâdişahlarından ve âdil ismi ile tanınan Nuşirevan İslâmiyetten önce yaşamıştır. Altıyüz seneden ziyade devletleri devam eden Sâsâniler, İslâm
şer'-i enver
En nurlu kanun ve nizam. En ziyade saadete, selâmete, emniyete vesile olan şeriat.
şerhan
Çok tamahkâr, ziyade hırs sâhibi, açgözlü, haris.
şiddet
Sertlik, katılık.
Ziyadelik.
Sıkılık.
Tecvidde: Harf sükun ile ve nefesin hepsi habs olarak sakin bir halde okunduğu zaman savtın asla akmamasına denir. Şiddet iki kısma ayrılır:Şedide-i mechure : Elif, bâ, cim, dal, tı harfleri.şedide-i mehmuse : Kaf ve tâ harfleri.<
sıfat-ı cemaliye / sıfât-ı cemaliye
Lütuf ve merhamet ile daha ziyade alâkalı olan vasıflar.
şiff
Ziyade, çok, fazla.
Eksik, noksan. (Ezdattandır)
şirpençe
(Şir-pençe) (Aslan pençesi) Vücutta ve daha ziyade sırtta çıkan çok tehlikeli bir çıban.
(Farsça)
subaşı
Şimdiki zabıta ve daha ziyade belediye memurlarının gördükleri işleri gören ve kasabaların idaresi başında bulunan memurun ünvanı idi.
tahkik
Doğru olup olmadığını araştırmak veya doğruluğunu, yanlışlığını meydana çıkarmak. İncelemek. İçyüzünü araştırmak.
Bir şeyi eksiksiz ve ziyâdesiz yapmakta mübâlağa etmektir. Bir şeyin hakikatına ermek, künhüne vâkıf olmak, nihayetine erişmek demektir. Kur'an kıraat ıstılahında ise: He
talha bin ubeydullah
(R.A.) : Aşere-i mübeşşeredendir. Çok muharebelere iştirak etti, fedakârlığı büyüktü. Peygamberimiz (A.S.M.) ile muharebede iken kılıç darbesine karşı kolunu gerer ve onu muhafazaya çalışırdı, kendisinden ziyade Hz. Peygamber'i (A.S.M.) muhafazaya azmederdi. Kolu bu yüzden sakatlandı. Hz. Ali (R.A.)
taz'if
İki kat, kat kat etmek. Ziyade etmek. Bir kat daha artırmak. Çoğaltmak.
Zayıf addetmek.
tebarük
Çoğalmak, ziyâde olmak.
Uzamak.
Büyüklük.
Genişlemek.
Zâhir olmak, görünmek.
tenfil
Ziyade etmek, çoğaltmak.
Kandırmak.
tezayüd / tezâyüd
(Ziyadet. den) Ziyadeleşme, artma, çoğalma.
Söz ve sair şeyleri tekellüfle çoğaltma.
Ziyadeleşme, artma, çoğalma.
Ziyadeleşme, artma.
tezayüdat / tezayüdât
(Tekili: Tezayüd) Artmalar, ziyadeleşmeler, çoğalmalar.
tezayüt
Ziyadeleşme, artma.
tezeyyüd
Ziyadeleşme, çoğalma, artma.
Tekellüfle sözü uzatma.
tezyid / tezyîd
Ziyadeleşme, artma.
tezyid-i hüsün
Güzelliğin ziyadeleşmesi, artması.
tezyidat / tezyidât
(Tekili: Tezyid) Artırmalar, çoğaltmalar, ziyadeleştirmeler.
tezyinat-ı lafziye / tezyinat-ı lâfziye
Sözle ilgili süslemeler, cinas, seci' gibi anlamdan ziyade kulağa hitap eden söz san'atları.
tiyaka
Cimaa pek ziyade düşkün olmak.
Şehvetin galip olması.
uluf
(Tekili: Elf) Binler, bin sayıları.
Ülfet ve ünsiyete ziyade meyyal ve alışkan olan.
vasf-ı tahsini / vasf-ı tahsinî
Bir şeyin mahiyetini beyan etmekten ziyade lâfzını süslemek için kullanılan sıfatlar. Bunlar haşv-i melih kabilindendir.
yarı ümmi
Yazıyı tam yazamayan.
İlmi daha ziyade ilhama istinad eden.
zad
(Ziyadet. den) Artsın, çoğalsın.
zade
(Ziyâdet. den fiil) Çoğaldı, ziyade oldu veya çok olsun, çoğalsın (meâlinde).
zadellah
Allah ziyade eylesin, artırsın (meâlinde dua).
zekat / zekât
Nisab miktarı mala, paraya sahib olan Müslümanın kırkta birini fakirlere sadaka vermesi ve bu verilen sadaka. Ziyadeleşme, artma.
Temizlik. Taharet.
zevade
Ziyadelik, çokluk.
zevaid / zevâid
Fazla, ziyâde olan şeyler.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
hezaran
hiba
pak-damenî
Kedm
münhani
sarib
safiyyullah
te'dib
makbuzât
sermeşk
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
ziyade
neşret
ereke
suy
ay basi
huşû
patlıcan
hafr
deniz
Ebayi