REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te zirâ ifadesini içeren 41 kelime bulundu...

arazi-i öşriyye / arâzi-i öşriyye

  • Huk: Ziraat olundukça her sene hâsılatından beytülmâle, beytüssadakaya konulmak üzere, fakirlerin hakkı olan öşür alınan arâziler.

arşın

  • Bir uzunluk ölçüsü. (68 cm. uzunluk.) Bir kol boyu. Büyük bir adım genişliği. (Farsça)
  • Zirâ'. (Farsça)

berz

  • Ziraat, ekim. (Farsça)

berze

  • İpekli kumaş (Farsça)
  • Yakışıklı, nâzik. (Farsça)
  • Ekin, zirâat. (Farsça)
  • Dal, budak. (Farsça)
  • Letâfet, zerâfet. (Farsça)

bezr

  • Ziraat, ekim. (Farsça)

çun

  • (Tâlil edatı) Ne zaman ki, çünkü, şu sebepten ki, gibi, şâyet, zirâ, nasıl, niçin, çerâ.. den beri mânalarına gelir. (Farsça)

çün

  • Gibi. (Farsça)
  • Zira, çünki, madem ki. (Farsça)
  • Nasıl, nice. (Farsça)

çünki

  • Zira, şundan dolayı ki, şuna binaen ki, şu sebebden ki. (Farsça)

cürre

  • Cesur, cesaretli, cür'etkâr, cür'et-yâb, yiğit, delikanlı, gözüpek, atılgan.
  • Uçan her çeşit kuşun erkeği.
  • Bir zira' miktarı ağaç. (Ağacın başında bir küfe, ortasında bir ipi olup onunla geyik avlarlar.)

devletçilik

  • Halk işlerinin, hususan büyük sanayi ve ziraatin devlet vasıtası ile işletmesi usulü. Cemiyetin umuma âid olan işleri ve bu işler için lâzım gelen teşkilât, müessese ve sâirelerini devlet eliyle yapılmasını kabul eden idâre sistemi.
  • Halkın hususi teşebbüslerini veya büyük müesseseler

ekerat

  • Ziraat ve imar için, sahiblerinin rençberlere verdikleri arazi.

emr-i bi-l-maruf, nehy-i anil-münker

  • Dinin emirlerini, Kur'âni ve İslâmi hakikatleri neşretmek ve bildirmek, men'edilen şeyleri de yaptırmamak. İyiliği, İslâmi hususları emretmek ve teşvik etmek, kötülüğü men'edip yaptırmamağa sevketmek. (Fakat bu kudsi vazifeyi âdabına itaat ve riâyet ederek ifâ etmek lâzımdır, zirâ bu itaat da dinimi

felahat

  • Çiftçilik, ekincilik, ziraat, haraset.

fellah

  • Ekinci, çiftçi, ziraatle uğraşan arab.
  • Zenci, siyah arab.

felluce

  • (Çoğulu: Felâlic) Ziraate müsait yer.

hakl

  • Ziraate uygun yer.

hınzire / hınzîre

  • (Çoğulu: Hınzırât) Hileci ve fitnekâr kadın.
  • Dişi domuz.

inkılab-ı sayfi / inkılâb-ı sayfî

  • İlkbaharın bitip, yaz mevsiminin balayışı. Gün dönümü. (21 hazirana rastlar.)

istihkak-ı hars

  • Huk: Bir yerde ziraatçılık yapma hakkına sahib olma.

izdira'

  • Ekin ekme, zirâat yapma.

kirdar

  • Bir kimse, tasarruf ettiği yerin bir zirâ veya iki zirâ toprağını almak için başkasına satmak.
  • Bina.
  • Ağaç.

kültür

  • Her türlü fikir, san'at ve âdet varlıklarının hepsi. (Fransızca)
  • Bir kimsenin umumi bilgi seviyesi. (Fransızca)
  • Terbiye. (Fransızca)
  • Ziraat. (Fransızca)
  • Tıb: Tecrübe veya ilâç yapmak için mikrop besleme ve çoğaltma. (Fransızca)

mahsusattaki vehmiyat bedihiyattandır / mahsûsattaki vehmiyat bedihiyattandır

  • Dış duyular vasıtasıyla elde edilen bilgiye vehim karışamaz. Zira hakikati sabittir. Dış duyularla gödüğümüz şeyler dış dünyada vardır. Vehimde olduğu gibi kuruntu ile olmayan bir şeyin varlığına hükmetmek değildir.

mezari'

  • (Tekili: Mezru) Sürülüp tohum atılmış ve zirâat olunmuş yerler, tarlalar.
  • (Tekili: Mezraa) Tarlalar, bostanlar. Zirâat olunacak yerler.

mezraa

  • Ziraat olunacak, ekilecek tarla, yer, çiftlik.

mezru'

  • (Çoğulu: Mezruât) (Zirâ. dan) Arşınlanmış, ölçülmüş. Arşınla ölçülmüş.

mirasyedi

  • Mirasa konan; çalışmadan hazıra konan ve hesapsızca harcayan.

müfsid

  • İfsad eden, fenalaştıran. Bozan.
  • Başlanmış ibadeti bozan.
  • Nifak koyan, fesad ilka eden. (Hiç bir müfsid, ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut, bâtılı hak görür. Evet kimse demez "ayranım ekşidir." Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz tic

muhazzi'

  • Saman ve ot kesmekte kullanılan bir çeşit ziraat makinesi.

muntazırane / muntazırâne

  • Bekliyerek, muntazıran, intizâr ederek. (Farsça)

müvakere

  • Ziraat etmek, ekip biçmek.

müzaraa

  • Ziraat üzerine yapılan işler, ekincilikle ilgili olarak yapılan işler.
  • Toprağa, çalışmağa ve kazanca ortak olmak üzere kurulan şirket.
  • 75 - 90 cm. lik bir uzunluk ölçüsü olan zira' ile satma.

müzarea şirketi / müzârea şirketi

  • Zirâat ortaklığı. Harman yapılan ürünleri yetiştirmek için, tarla yâni toprak birinden, çalışma, işçilik diğerinden olmak ve mahsûlü sözleşilen nisbette (miktârda) aralarında paylaşmak üzere, kurulan şirket.

müzerri'

  • Yeri, bir zira' miktarı ıslatıp ekin ekmeye yarayan yağmur.

seretan

  • Tıb: Kanser hastalığı.
  • Yutmak.
  • Yengeç.
  • Cevza Burcu ile Esed Burcu arasındaki burcun ismi. (Rumi 9 Haziran'da başlar)

tahzir

  • (Çoğulu: Tahzirât) (Hazer. den) Menetme, sakındırma, önleme.

tanfese

  • (Çoğulu: Tanâfis) Uzun saçaklı halı.
  • Hurma yaprağından yapılan ve eni bir zira' miktarı olan hasır.

uşara

  • Uzunluğu on zira' miktarı olan.

vakvak

  • Korkak kişi.
  • Hindistan'da Vakvak beldesinde yetişen bir ağaçtır. Yüz zira' miktarı boyu olur, kalkan gibi yassı yaprağı olur.

zarib

  • (Çoğulu: Zırâb) Bir ucu keskin yerli taş.
  • Küçük tepe.

zıra'

  • (Bak: Zirâ')

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın