Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
zül
ifadesini içeren
638
kelime bulundu...
a'dad
(Tekili: Adud ve Adad) Bazular. Kollar.
Havuzun çevre kenarına konan taş.
a'sef
Zulmedip zorla birşey alan.
adalet / adâlet
Zulüm etmemek. Herkese hakkını vermek ve lâyık olduğu muâmeleyi yapmak. Mahkeme. Hak kanunlarına uygunluk. Haksızları terbiye etmek. İnsaf. Mâdelet. Dâd. Cenab-ı Hakk'ın emrini emrettiği şekilde tatbik etmek. Suçluya Allah'ın emrini icra etmek.
Her işte hakkı gözetme ve orta yolu tutma. Haklıya hakkını verme. Haksızlıktan sakınma. Zulmün zıddı, kânun önünde eşitlik.
adem-i tenezzül
Tenezzül etmeme, eğilip bakmama, inmeme.
adil / âdil
Adâletli; hakkı gözeterek iş yapan, zulüm ve haksızlık etmeyen.
Îtikâdı doğru olan, büyük günâh işlemeyen ve küçük günâha devâm etmeyen yâni İslâmiyet'e uymaya çalışan sâlih müslüman.
adiyat / âdiyât
(Adiv. den ism-i faildir) Hızla koşmak, seyirtmek. (At, deve v.s. koşanların hepsine ıtlak olunabilir.)
Mc: Düşmanlık, zulüm.
Dâima muharebeye koşup hücum eden cemaat.
Uzaklık. (Kamus)
adl
Hakkaniyet. Adâlet üzere oluş. Cevr ve zulüm etmeyip nefislerde ve akıllarda istikameti kaim ve mâlum olan emir ve hâleti icra etmek. Doğruluk.
Her şeyi yerli yerince yapmak, beraber etmek.
Meyletmek.
ağraz
Maksatlar, arzular, amaçlar.
ağraz-ı nefsaniyye / ağraz-ı nefsâniyye
Nefsanî maksatlar, nefsî arzular.
agzel
(Çoğulu: Uzelân-Uzul) Eğri kuyruklu at.
Silahsız kimse.
Yağmursuz bulut.
ahred
Ayaklarının siniri kurumuş veya bozulmuş olan hayvan.
ahsen-ül halıkin / ahsen-ül hâlıkîn
Hâlıkıyyet mertebelerinin en güzel ve en münteha mertebesinde olan bir Hâlık-ı Zülcelal. Her şeyi herşeyle münasebetine lâyık bir tarzda güzel yaratan Hâlık. (C.C.)
akk
(Çoğulu: Ukuk) Serkeşlik. Anaya, babaya itaatsizlik.
Yarmak.
(Koyun) kuzularken ölmek.
akl-ı selim / akl-ı selîm / عَقْلِ سَل۪يمْ
Sağlam, bozulmamış olan akıl.
aksa-yı meram
Meramların, arzuların en sonu. Emellerin son haddi.
akvam-ı mazlume / akvâm-ı mazlume
Zulme uğrayan kavimler.
alem-i kevn ü fesad / âlem-i kevn ü fesâd
Oluşumlar ve bozulmalar dünyası, icatlar ve tahripler âlemi.
alet-i hevesat / âlet-i hevesat
Gelip geçici istekler, arzular âleti.
amal / âmâl / آمَالْ
Emeller, arzular, istekler.
(Tekili: Emel) Emeller. Arzular. Gayeler. Dilekler. İstekler.
Arzular.
amal-i ma'sumane / âmâl-i ma'sumâne
Masumcasına emeller, arzular.
amal-i sermediyet / âmâl-i sermediyet
Daimî emeller ve arzular.
amase
Şiddet.
Zulmet.
amme / âmme
Tülbent sargı.
Su içinde üstüne binip yüzülen şişirilmiş tulum.
Umumi. Herkese ait.
anarşizm
Anarşiyi istiyen tahribci bir nazariye. Anarşistlik. İnsanın insan tarafından idaresi esasına dayanan her türlü devlet, hukuk düzenlerinin adaletsiz, haksız ve zulüm olduğunu iddia eden ve devletsiz, kanunsuz, her insanın kendi başına buyruk yaşıyacağı bir düzensizlik istiyenlerin görüşü.
anber-ter
Güzellerin zülüfleri ve benleri.
(Farsça)
Mc: Geceleyin.
(Farsça)
antropomorfizm
Sosy. İnsan şeklinde putlara inanma ve tapma esasına dayanan batıl bir din. Allah'ı insan vasıflarıyla tasavvur eden dinî inançlar da antropomorfizm'in başka kılıkta görünüşleridir. Meselâ aslı bozulmuş Musevilik ve Hıristiyanlıkta Allahın insan şeklinde düşünülmesi antropomorfizm denilen putperestl
arıza / ârıza
Sonradan olan, noksanlık.
İsabet eden belâ ve keder.
Bozulma.
Gelip geçici.
Hariçten gelen te'sirle olan.
Bir şeyin olmasına veya görülmesine mâni olan birşey.
arzu-dar / arzu-dâr
Hevesli, talebli, istekli, arzulu.
(Farsça)
arzukeş / arzûkeş / آرْزُوكَشْ
Arzulu, istekli.
Arzulu.
Arzulayan.
asef
(Asf) Büyük kadeh.
Bir şeyi almak.
Yoldan çıkmak. Zulüm eylemek. Körü körüne gitmek.
Birisini istihdâm eylemek. Irgatlık etmek, tarlada işçilik etmek.
Ölüm. (Kamus'tan alınmıştır.)
asel-i musaffa / asel-i musaffâ
Süzülmüş, saf bal.
asf
Büyük kadeh.
Zulüm ve zorla bir şeyi almak.
Zulüm. Haksızlık.
Can çekişme.
Emek çekip kâr kazanma.
Bir tarafa eğilme.
Sür'atle gitme.
Rüzgârın kuvvetle esmesi.
Taze ekin yaprağı.
Ekin taze iken biçme.
asin / âsin
Pis kokulu. Bozulup kokan su.
asuf
(Asf. dan) Çok zulüm eden. Çok zâlim.
ataraksiya
yun. Tesirlere (etkilere) karşılık göstermeme, durgunluk hâli.
(Fels.) Ruhun sükunete ulaşması, arzu ve ihtiraslardan uzak kalma. Eski çağ felsefesi, hayatın gayesi, saadet olarak duygusuzluk halini gösteriyordu. İnsan arzuları sonsuz, düşmanları sonsuzdur, (mikroptan kuyruklu yıldız
atıl / âtıl
(Âtıla) İşlemez. Boş. Tenbel.
Bozulmuş.
avadi
(Tekili: Adiye) Zulmedenler, zâlimler.
ayn-ı zulüm
Zulüm ve haksızlığın ta kendisi.
azar
İncitme. Tâzib. Kırılma. Tekdir. Zulüm. Ukubet.
(Farsça)
azar-dide
Zulüm görmüş. Küskün.
(Farsça)
azar-mend
İncitilmiş, zulmedilmiş.
(Farsça)
azar-reside
Zulüm görmüş, kırılmış, incitilmiş.
(Farsça)
azlem
Çok zulmeden, çok zâlim.
azürde
Azar görmüş, incinmiş, gücenmiş. Kalbi kırılmış, üzülmüş.
(Farsça)
bağteten
Ansızın, zulüm, isyan.
bagy
Azgınlık. Zulüm, İsyan.
İstemek, talep etmek.
Haddini tecâvüz etmek.
Yaranın şişmesi.
(Yağmur) şiddetle yağmak.
bağy
Azgınlık, zulüm, isyan.
Zulüm, tecavüz.
bahs
Noksanlık. Azlık. Nâkıs. Az.
Akarsu ile sulanmayıp yağmur suyu ile mahsül alınabilen tarla.
Zulüm. İşkence.
Uzaklık.
Gümrük almak.
Göz çıkarmak.
bakir / bâkir
Tâze. El sürülmemiş. Bozulmamış.
Erken.
Kullanılmamış, bozulmamış.
baladesti / bâlâdestî
El üstünlüğü, galibiyet.
(Farsça)
Zulüm.
(Farsça)
bare
At.
(Farsça)
Zülf.
(Farsça)
Kal'a, kale.
(Farsça)
Def'a, kerre.
(Farsça)
bazil
(Çoğulu: Büzül-Bevâzil) Sekiz dokuz yaşında olan deve.
Devenin, önce biten dişi.
Şey.
Kan akan baş yarığına "şecce-i bâzile" denir.
bazudiraz / bâzudirâz
Kolu uzun olan.
(Farsça)
Nüfuzlu, sözü geçer.
(Farsça)
Müdahaleci.
(Farsça)
Zâlim, zulmeden.
(Farsça)
behrec
Eksik veya ayarı bozulmuş para.
Arzuya, isteğe bırakılmış şey, iş.
Faydasız, işe yaramaz olan şey.
bergeşte-hal / bergeşte-hâl
İşi bozulmuş, geçimi güçleşmiş, düşkün.
(Farsça)
beva'
Benzer, beraber, eş, denk.
Hazır etmek.
Doğrulanmak.
Nüzul etmek, inmek.
bi-dad / bî-dad
Zâlimlik. Zulüm. İşkence. Adaletsizlik.Ne mümkün zulm ile bî-dâd ile imhâ-yı hakikat.Çalış, kalbi kaldır muktedirsen âdemiyyetten.
bibliyografya
yun. Kitaplar hakkında bilgi. Belirli mevzular üzerindeki neşriyatın tamamı.
bidad / bîdâd / بيداد
Zulüm.
(Farsça)
bikr
(Bikir) Bozulmamış. Temiz.
Bekâr. El sürülmemiş.
Her şeyin evveli.
Eşi benzeri görülmemiş, misli sebkat etmemiş her amel ve vaziyet.
Bozulmamış, temiz.
bürhan-üt temanü' / bürhan-üt temânü'
İstiklâliyet, ulûhiyetin zâtî bir hassası ve zaruri bir lâzımı olduğuna dair ve şirkin butlanını isbat eden delil ki; eşyanın yaradılışı müteaddit ellere ve esbaba verilse, âlemdeki nizam bozulup karışıklıklar çıkacağını gösterir, isbat eder.
burhanü't-temanü / burhanü't-temânü
Kâinatta iki ilâh kabul edildiği takdirde, bunların birbirlerine engel olacakları ve dolayısıyla düzenin bozulacağından hareketle tevhide dair elde edilen delil.
cair
Mâni, engel.
Eğri.
Çok, kesîr.
Eziyet eden. Cevreden. Zulmeden.
cebr-i istibdat
Baskı ve zulmün zorbalığı.
cefa / cefâ / جفا
Eziyet. Sıkıntı. Zulüm.
Bir şey yerinde durmayıp bir tarafa ayrılmak.
Üzme, eziyet etme.
(Arapça)
Cefâ çekmek:
Cefaya katlanan, üzülen.
(Arapça)
cefadide / cefâdîde / جفادیده
Üzülmüş, cefa çekmiş.
(Arapça - Farsça)
cefakar / cefâkâr / جفاكار
Cefa eden, üzen.
(Arapça - Farsça)
Cefa çeken, üzülen.
(Arapça - Farsça)
cefakeş / cefâkeş / جفاكش
Üzülen, cefa çeken, eziyete katlanan.
(Arapça - Farsça)
cehennem
Allah yerine, tabiat, madde, sebepler vb. yaratılmış şeyleri ilâh kabul eden; Allah'a kul olacaklarına, arzularına ve heveslerine, başka insanlara ve mahlukata kul olanların işledikleri cürüm ve suçtan dolayı İlâhi adaletle ceza görecekleri yer. Cehennem'in varlığını bütün geçmiş peygamberler ve onl
cem-i mükesser
Gr: Cemi yapılacağı zaman müfredinin şekli bozularak yapılan cemi. Kaide dışı yapılan, kaideye uymadan yapılan cemi. Kitab; kütüb, gibi.
cem-i sahih
Gr: Bu cemi yapıldığı zaman müfredinin şekli bozulmaz. İki türlüdür. Cem-i müzekker, Cem-i müennes.
Mat: Toplama.
cenef
Hata ve cehilden dolayı haktan meyletmek.
Zulmetmek.
çeres
Zindan, hapishane.
(Farsça)
Zulüm, işkence.
(Farsça)
Mer'a, otlak.
(Farsça)
Üzüm teknesi.
(Farsça)
cereyan-ı müstebidane
Baskı ve zülme dayanan despotizm ve diktatörlük akımı.
cereyan-ı nemrudane / cereyan-ı nemrudâne
Nemrud gibi zulüm ve zorbalıkla ve dinsizlikle iş gören akım.
cevir / جور
(Cevr) Cefa, eziyet, sıkıntı, üzüntü. Zulüm.
Tas: Tarikat adamının ruhen ilerlemesine mâni olan şey.
Haksızlık, üzülme, üzme, zulüm.
(Arapça)
Cevir çekmek:
Acı çekmek, zulüm görmek.
(Arapça)
cevr / جور
Zulüm, haksızlık; adâletin zıddı.
Haksızlık, üzme, üzülme, zulüm.
(Arapça)
Cevr etmek:
Haksızlık etmek, üzmek, acı çektirmek.
(Arapça)
cevr ü zulm
Ezâ ve zulüm.
cihan-suz / cihan-sûz
Cihanı yakan, güneş.
(Farsça)
Mc: Çok zulmeden.
(Farsça)
cihet-i infikak / cihet-i infikâk
Ayrılma, çözülme yönü.
cilf
Boş küp.
Kırılmış, ufanmış köpek esfeli. Arı kovanı.
Kuru ekmek parçası. Kuru ekmek kenarı.
Yüzülüp karnı çıkmış ve başı ile ayağı kesilmiş koyun.
Her nesnenin parçası.
Hoyrat, kaba. Ayak takımından.
ciyet
Bozulmuş, değişmiş olan su. Bir yere toplanıp birikmiş olan su.
cizl
(Çoğulu: Cüzul-Eczâl) Büyük odun ağacının kökü, tomruk.
cümudiye / cümûdiye
Büyük buz dağ. Glâsiye. Buzul. Aysberg.
Buzul.
cümudiyye / cümûdiyye / جمودیه
Buzul.
(Arapça)
dabire
Askerin bozulması.
damar-ı gadir
Zulmetme damarı, merhametsizlik damarı.
darr
Süt, leben.
Nüzul.
Hayır ve amel çokluğu.
davz
Zulmetmek, zulüm yapmak.
Çiğnemek.
daym
Zulüm. Sıkıntı. İhtiyaç.
deber
Savaşırken askerin bozulması, bozguna uğraması.
debre
(Çoğulu: Deberât-Dibâr-Edbür) Savaşırken askerin bozulması.
Bir evlek yer.
Vaktinden sonra gelmek.
decv
Nikâh.
Çok karanlık, zulmet.
decye
(Çoğulu: Dücâ) Karanlık, zulmet.
dehş
Bulanıklık, karanlık. Zulümat.
(Farsça)
Bir işe başlama.
(Farsça)
dejenere
Bozulma, soysuzlaşma.
(Fransızca)
Bozulma, soysuzlaşma.
dels
Karanlık, zulmet.
Bir şeyi saklamak, gizlemek.
Sonbaharda yapraklanan bir ot çeşiti.
dest-diraz
El uzatan, zulmeden.
(Farsça)
Sarkıntılık etme, el uzatma.
(Farsça)
devr-i istibdad
İstibdat devri, baskı ve zulüm dönemi.
devr-i istibdat
Baskı ve zulüm dönemi.
devre-i istibdat
Zulüm ve zorbalık dönemi.
deyacir
(Tekili: Deycür) Karanlıklar, zulümatlar.
deycuc
(Çoğulu: Deyâcic) Karanlık, zulmet.
düca
Zulmet, karanlık.
dücce
Fazla karanlık, ziyade zulmet.
düci
(Tekili: Dücye) Karanlıklar, zulümat.
dücme
Karanlık, zulmet.
dücünne
(Çoğulu: Dücünnât) Bulut kat kat olma.
Karanlık, zulmet.
Yağmur yağma.
dücye
(Çoğulu: Dücâ) Bal arısının kovanı.
Avcılar kümesi.
Zulmet, karanlık.
dugn
Karanlık, zulmet.
düstur-u zulüm
Zulm kanunu, kuralı.
ebedperest
Sonsuzluğu sevip arzulayan.
Sonsuz hayata arzulu.
ecim
Bir şeye çok devam etmekten usanç gelme.
Suyun necis olup bozulması.
Birini istemediği hâle koymak.
ef'ide-i halise / ef'ide-i hâlise
Temiz ve saf kalbler. Bozulmamış, tahrib edilmemiş kalbler, gönüller.
efgende
Yere atılmış, düşürülmüş. Yıkılmış, yıkık. Bozulmuş, tahrib edilmiş.
(Farsça)
Biçare, zavallı, düşkün.
(Farsça)
efkar-ı faside / efkâr-ı fâside
Bozulmuş fikirler.
eflec
(Felc. den) Seyrek, sık olmayan diş. Bazıları dökülmüş olan diş.
Geniş omuzlu, kollarının arası açık olan adam.
Nüzul hastalığına tutulmuş olan kimse.
ehdaf
(Tekili: Hedef) Hedefler, nişan alınan yerler.
Yüksek yerler.
Meramlar, talebler, arzular, istekler, gayeler, maksadlar, kasıtlar.
ehl-i gaflet ve tuğyan
Gaflete dalanlar ve zulüm ve taşkınlıkta çok ileri gidenler.
ehl-i hevesat / ehl-i hevesât
Nefsin hoşlandığı, gelip geçici istek ve arzuların peşinde olanlar.
ehl-i tuğyan
Azgınlık ve taşkınlık yapanlar, zulüm ve küfürde çok ileri gidenler.
ehl-i zulm
Zalimler, zulmedenler.
ehva
Nefis arzuları, boş istekler.
(Tekili: Heva) Nefsin istek ve arzuları. Muhabbetler. Hahişler.
Kasdetmek.
Atmak.
elhan / elhân
Sesi mûsikî perdelerine uydurmak için, mânâ bozulacak şekilde, harfleri ve kelimeleri değiştirerek, sesi alçaltıp yükselterek, çeneyi oynatarak okumak. Lahn'in çokluk şeklidir.
emani / emanî
Emniyetler. Niyetler, gayeler, istekler. Arzular, dilekler.
(Farsça)
Eminlik, korkusuzluk.
(Farsça)
Temenniler, arzular, istekler.
emani-i mahsusa
Hususi arzular, özel maksatlar.
enva-ı zulm / envâ-ı zulm
Zulüm çeşitleri.
esaret-i hayvani / esaret-i hayvanî
Hayvanlara yakışır bir esirlik. Zulüm, işkence ve haksızlık içinde hayat geçirmek.
esbab-ı feshiyye
Huk: Bir i'lâmın istinaf suretiyle bozulmasını icabettiren sebepler.
esbab-ı nakziyye
Bir hükmün daha yüksek bir merci tarafından bozulmasını icâb ettiren sebepler. Bozma sebepleri.
eşedd-i zulm
Zulmün en şiddetlisi.
eşedd-i zulm-ü nemrudane
Nemrud'un yaptığı gibi şiddetli zulüm.
eşedd-i zulüm / اَشَدِّ ظُلُمْ
Zulmün en şiddetlisi.
Zulmün en şiddetlisi.
En şiddetli zulüm.
esef / اسف
Üzülme, hayıflanma.
(Arapça)
esuf / esûf
Fazlaca eseflenen, pek üzülen, çok kederlenen, çok fazla acıyan, yufka yürekli.
eşvak / eşvâk
(Tekili: şevk) şiddetli arzular, istekler, neşveler.
Şiddetli arzular, istekler.
evham
Olmayan bir şeyi olur zannı ile meraklanma. Üzüntü. Vehimler. Kuruntular. Zarar ihtimâli çok az olan bir şeyden meraklanma ve üzülme.
eys
Varlık. Vücud. Mevcud.
Kahir. Zulüm.
Zarar, ziyan.
Ümidsiz olmak. Ye'se düşmek.
eza
Ticarette kaybetme, zarar etme.
Kibir ve gururunu bıraktırma.
Sıkıntı, eziyet, zulüm, cevr, sitem, renc, incinmek. İnsanın kerih görüp mahzun olduğu şey.
Hayır ve sadaka yoluyla mal vermede gururlanmak. Tetavül etmek.
fasid / fâsid / فاسد
Bozulmuş, bozuk.
(Arapça)
felc
Nüzul, inme. Vücudda bir kısmın veya çok kısımların hareket etmekten âciz kalışı.
İki kısma yarılmak.
Küçük nehir.
Fevz, zafer.
fell
(Çoğulu: Fülül - Eflâl) Gedik, rahne.
Yaralamak.
Cenkte askeri bozmak. Harbdeki askerin bozulması.
Kılınç yüzündeki açılan gedik.
Susuz kır yer.
Güruh, cemaat.
Muvakkat delilik.
fena fillah / fenâ fillâh / فَنَا فِي اللَّهْ
Herşeyi Allah'tan bilme, kendi arzularını terk edip Allah'da fânî olma.
fesad
Bozuk ve fenalık. Karışıklık. Haddi tecavüz edip zulmetmek. (Zıddı: Salâh'tır.)
fesad-ı beşeri / fesad-ı beşerî
İnsanlığın fesada girmesi, bozulması.
fesad-ı ümmet / fesâd-ı ümmet
Ümmetin fesada girmesi, bozulup iyi özelliklerini kaybetmesi.
fesh
Alış-veriş veyâ başka bir akdi (sözleşmeyi) bozma veya böyle bir akdin bozulması.
Bozma, bozulma, dağıtma, dağılma, yürürlükten kalkma.
fesh-i mukavele
Mukavelenin bozulması, anlaşmanın feshedilmesi.
fitne-i ahirzaman / fitne-i âhirzaman
Âhirzaman fitnesi; dünyanın son devresinde görülen fitneler, bozulmalar.
fıtrat-ı selime / fıtrat-ı selîme / فِطْرَتِ سَل۪يمَه
Bozulmamış yaratılış, karakter.
Bozulmamış sağlam yaratılış.
fuzul / fuzûl / فضول
Fazla, çok.
(Arapça)
Gereksiz, fuzuli.
(Arapça)
füzulat
(Bak: Fuzulât)
gaddar
Kahredici, öldürücü. Ahdine vefâ etmeyip hıyânet eden. Hâin, zâlim, çok zulmeden.
Acımasız, çok zulmeden.
gaddarane / gaddârâne
Acımadan, merhametsizcesine, zulmedercesine.
(Farsça)
Acımasızca, zulmederek.
gadir / غَدِرْ
(A, uzun okunur) Gadreden, fenalık eden, zulmeden, hıyanet eden.
Zulüm, acımasızlık, hıyanet.
Zulüm.
gadirli
Zulümlü.
gadirsiz
Zulümden kaçınarak, âdaletli davranarak.
gadr / غدر
Zulüm, acımasızlık.
Verdiği sözde durmamak.
Zulüm, haksızlık.
Hainlik, vefasızlık, zulüm, merhametsizlik, haksızlık.
Haksızlık, zulüm.
(Arapça)
gadr-ı mutlak
Tam zulüm ve merhametsizlik.
Mutlak gadr, zulüm.
gadren / غَدْرَنْ
Zulmen.
Zulümle.
gaflet
Nefsin arzularına uyarak, Allahü teâlâyı, emir ve yasaklarını unutma hâli.
gaşam
(Çoğulu: Guşâm) Mübâlağa ile zulmeden.
gaşemşem
Şecaatinden kimseye baş eğmeyen.
Başını döndürüp yabana iltifat etmeyen.
Zulmedici.
Methi istediği gibi yapamamak.
gasm
Karanlık, zulmet.
gaşm
Zulüm etmek, zulüm yapmak.
gerziş
Zulümden şikâyet etme.
(Farsça)
gufr
(Çoğulu: Egfâr) Dağ keçisinin oğlağı.
Hastanın iyi olduktan sonra yine üzülüp hasta olması.
güle
Zülüf. Bükülmüş ve kıvrılmış saç.
(Farsça)
gürs
Kir, leke, pas. Açlık, sefâlet.
(Farsça)
Zülf, kâhkül.
(Farsça)
güsiste
Kopmuş, kırılmış.
(Farsça)
Sökülmüş, çözülmüş, gevşemiş.
(Farsça)
gusv
Zulmet, karanlık.
ha
"İşte!" mânasınadır.
(Farsça)
Cemi edatıdır. Kelimelerle birleşerek onları çoğul yapar. Meselâ: Ayine-hâ : Aynalar. Der-hâ : Kapılar. Esb-hâ : Atlar. Zülüf-hâ : Zülüfler.
(Farsça)
habal
Bozulma, düzensizlik. Karma karışıklık.
Sıkıntı, hüzün, keder, üzüntü.
habek
Üzülme, sıkıntı yapma.
(Farsça)
Sıkılma, bunalma.
(Farsça)
habl
Bir şeyin bozulması. Noksan olmak.
Delirmek.
habt
İptal etme, bozma, bozulma.
haccac
Çok eskiden Irakta vâlilik yapan fakat, Hz. Resul-ü Ekremin (A.S.M.) soyundan gelenlere ve onlara taraftar olanlara çok zulmeden, haddini aşmış bir zâlimin ünvânı. Asıl ismi Yusuf bin Sakafi'dir. Haccac-ı Zâlim diye de anılır.
Irak valisi olup, müslümanlara zulmeden Yusuf bin Sakifî'nin ünvanı.
Delil ile galip olan.
hadd-i zina / hadd-i zinâ
Akıllı olan, ergenlik çağına gelen ve konuşabilen müslüman veya müslüman olmayan kadın ve erkeğe, dâr-ül-İslâm'da (İslâm memleketinde), tehdîd edilmeden, arzûlariyle, zinâ yaparken yakalandıklarında verilmesi gereken cezâ.
hades
Abdestin bozulması.
hahan
İstekli, arzulu, tâlib.
(Farsça)
hahişger / hâhişger
Arzulu, istekli.
Arzulayan. İsteyen. İstekli.
(Farsça)
Arzulayan.
haibin / haibîn
(Tekili: Hâib) Zarar ve ziyâna uğrayanlar.
Mahrum olanlar.
Me'yus olanlar, üzülenler.
haif
Gadir eden, azarlayan. Zulmeden.
hakim / hâkim
Galib. Haklı ve haksızı ayırıp hak ve adalet üzere hükmeden. Başkasını müdahale ettirmeden idare eden, Allah (C.C.)
Memleketi idare eden.
Mahkeme reisi. (Hâkim-i Hakikî, Hâkim-i Ezelî, Hâkim-i Mutlak, Hâkim-i Zülcelâl, Hâkim-i Lemyezel... gibi isimlerle, Cenab-ı Hakk'a âit ol
halel
Halel gelmek:
Bozulmak, lekelenmek, gölge düşmek.
haleldar / haleldâr / خللدار
Bozma, bozulma.
Bozma. Bozulma. Bozulmuş.
(Farsça)
Bozulmuş, zarar görmüş.
Bozulmuş, bozuk.
(Arapça - Farsça)
Haleldâr etmek:
Bozmak, halel getirmek.
(Arapça - Farsça)
Haleldâr olmak:
Bozulmak, halel gelmek.
(Arapça - Farsça)
halelpezir / halelpezîr
Bozulan, Halel bulan. Eksik. Fesad kabul eden. Bozuk.
(Farsça)
halik / hâlik
Helâk olan, yıkılan, bozulan, silinen.
hall / حل
Çözme. Çözülme. Karışık bir mes'elenin içinden çıkma.
Anlayıp karar vermek. Neticelendirmek.
Susam yağı.
Ezmek.
Açmak.
Dühul etmek, girmek.
Çözülme, erime.
(Arapça)
Çözme.
(Arapça)
hall-i müşkilat / hall-i müşkilât
Müşkilâtın yenilmesi, zorlukların çözülmesi.
hallak
Yaratan, her şeyi halkeden, Kadir-i Zülcelal, Allah Teala Hazretleri (C.C.)
haluf
Sütün veya yemeğin bozulması.
haminne
Hanım nine sözünün bozulmuş şekli, büyük anne.
hane-i avarız
Avarız ve bedel-i nüzul ve buna benzer vergiler ve tekâlifin toplanmasında tutulan ölçü. Buradaki hanenin, lügat mânası olan evle münasebeti yoktur. Kasabalar, köyler nüfuslarına ve emlâk ve arazilerinin miktar ve hâsılatlarına göre hane itibar edilir ve mahallî masraflarla sair vergiler ona göre ta
hannas
(El-Hannâs) (Hunus. dan) Geri çekilerek veya büzülerek, sinerek fırsat bulunca vesvese vermek için dönüp gelen. Sinsi şeytan. Besmeleyi işitince kaçan, gaflete dalınca musallat olan şeytan.
hanut
Ölüyü, bozulup kokmaması için ilaçlama.
harab / harâb / خراب
Yıkık, harap.
(Arapça)
Fitil gibi sarhoş.
(Arapça)
Harâb etmek:
Yıkmak, bozmak, tahrip etmek.
(Arapça)
Harâb olmak:
Yıkılmak, bozulmak, kırılmak.
(Arapça)
harab-ı alem / harab-ı âlem
Âlemin yıkılıp bozulması.
harafe
Aklın bozulması. Delilik.
hasret
Özleyiş. İç çekme. Bir şeyi çok isteyip, arzulayıp ona kavuşamamaktan gelen üzüntü.
hayf
(Hayfâ) Emansızlık. Haksızlık. Zulüm. Cevr. (Vah vah, yazık, eyvah, yazıklar olsun meâlinde söylenir.)
hayıflanmak
Acınmak, üzülmek. Esef etmek.
hayta
Serseri, serkeş kimse.
Ask: Osmanlılarda görevli bir sınıf askere verilen ad. Hayta birlikleri, üstün savaş kabiliyeti olan askerlerden kurulur, lüzumunda düşman topraklarına akın yapmak için de kullanılırdı. Sonraları düzenleri bozulduğunda eşkiyalığa başladılar; bundan dolayı "hayt
hayvanat-ı zalime / hayvanat-ı zâlime
Güçsüz ve zayıflara zulmeden hayvanlar, zâlim hayvanlar.
hazm
Midedeki yenen şeyleri eritmek, sindirmek. Vücuda yarayacak hale getirmek.
Birisine ansızın hücum etmek.
Ansızın bir şey üzerine inmek.
Birisinin hakkını, malını gasb ile alıp zulmeylemek.
Münasebetsiz bir hale, güce gidecek bir vaziyete düşenin kendi nefsini
hebt
(Hübut) İniş. Aşağı inme.
Aşağı indirme. Bir yere inip konmak.
Nüzul, illet, maraz.
Zayıflama.
Bir memlekete birisini dâhil ettirmek.
Eksiltmek.
Kötü bir hale uğratmak.
hedm
Yıkmak, harab etmek. Parçalamak, mahvetmek.
Birisine vurup belini kırmak. (Râgibâ, düşmanın aldanma tevazularına.Seyl, divârın ayağın öperek hedmeyler.)(Râgıp Paşa)
hetk-i hürmet
Saygının ortadan kalkması. Şer'an haram olanın bozulması.
heva / hevâ
İstek. Nefsin isteği. Düşkünlük. Gelip geçici olan heves. Nefsin zararlı ve günah olan arzuları.
Nefsin istekleri, kötü arzular, hava.
heva ve heves / hevâ ve heves
Nefsin hoşuna giden faydasız ve gelip geçici arzular, hisler.
hevaperest / hevâperest
Yasak arzuları peşinde koşan.
hevaperestane / hevâperestâne
Yasak arzuların peşinde koşarcasına.
heves ve heva / heves ve hevâ
Dünyadaki lezzet ve zevkleri isteyen his ve arzular.
hevesat / hevesât
Hevesler, geçici arzular, yasak istekler.
hevesat-ı hayvaniye / hevesât-ı hayvâniye
Hayvansal hisler, arzular.
hevesat-ı müteaffin
Kokuşmuş istek ve arzular.
hevesat-ı nefsaniye / hevesât-ı nefsâniye
Nefsin hevesleri, arzuları ve kötü istekleri.
hevesat-ı rezile / hevesât-ı rezile
Rezilce hevesler, günah ve çirkin olan arzular.
hevesat-ı sihirbaz / hevesât-ı sihirbaz
Yalancı ve aldatıcı istek ve arzular.
hevesat-ı süfliye / hevesât-ı süfliye
Alçak arzular, kötü hevesler.
heveskar / heveskâr
Hevesli istekli, arzulu. Meyli ve arzusu olan, heves eden.
(Farsça)
heveskarane / heveskârâne
Hevesine, gelip geçici istek ve arzularına düşkün bir şekilde.
hevesperverane / hevesperverâne
Nefsin istek ve arzularına düşkün bir şekilde.
hıdane / hıdâne
Çocuğu kucağa almak, besleyip büyütmek üzere yanında bulundurmak. İslâm nikâhının bozulmasından sonra (ayrılıkta), çocuğu, selâhiyetli (yetkili) olan kimsenin yâni başkası ile evli olmayan annenin belirli bir yaşa gelinceye (oğlan çocuğu yedi, kız ye tişkin oluncaya) kadar yanında alıkoyması ve terb
hidayet-i fıtrıye
Yaratılıştan gelen hidayet; kötü tercih ve telkinlerle bozulmamış olan insanı yaratılışındaki doğruluk.
hımre
Bir şeyin bozulup şekil değiştirmesi.
hiras
Korku. Şaşırıp bozulmak, ürküp çekinmek.
(Farsça)
hırbak
Sahabeden bir kimsenin adı ki, ona "Zülyedeyn" de derlerdi.
Def'etmek, kovmak.
Yellenmek.
hıristiyanlık
Îsâ aleyhisselâmın getirdiği hak din olan Îsevîliğin bozulmuş şekli.
hişmet
Hürmet. Heybet ve utanmak, istihyâ. Bozulup kalmak.
Gadap ve şiddet. Hiddet.
hizb-üş şeytan
Şeytana ve nefislerine tâbi olanların grubu. Allah'ın kanun ve nizamına tâbi olmadan kafalarına güvenerek ve nefsanî arzularına uyarak gitmek isteyenler. Milleti, memleketi ve mukaddesatı yıkmağa çalışan ve ahlâksızlığa alıştıranların ve dinsizlerin topluluğu ve cereyanı.
hizy
Horluk, hakirlik. Züll. Sırrı fâş olmuş, rüsvay olmuş kimse.
hoşafın yağı kesilmek
Ist: Bozulmak, bir cevap bulamamak, mahcup olmak.
i'tida
Sesini yükseltmek.
Zulmetmek.
Haddinden geçmek.
i'tisaf
Zulüm ve haksızlık etmek. Doğru yoldan ayrılmak. Haksızlık.
Haksızlık, zulüm, doğru yoldan ayrılma.
ibtal / ibtâl / ابطال
Geçersiz kılma, kaldırma, bozma.
(Arapça)
İbtâl edilmek:
Geçersiz kılınmak, kaldırılmak, bozulmak.
(Arapça)
İbtâl etmek:
Geçersiz kılmak, kaldırmak, bozmak.
(Arapça)
ibtihac
Bolluk, bereket, mebzuliyet.
icaz-ı muhill
Sözün istenilen mânayı ifadeye kifayet etmemesi yüzünden mânanın bozulması halidir.
ichaf
Zulüm etme, gaddarlık.
Gidermek.
Noksan etmek, eksiltmek.
ida'
Fasid olmak. Bozulmak.
Helâk olmak.
Yardım etmek.
iddet
Kocasının ölümüyle dul kalan veya talak (boşama) ve fesh (nikâhın bozulması) sebebiyle evlilik bağı çözülen kadının yeniden evlenebilmesi için beklemesi gereken zaman.
idlaliyyat / idlâliyyât
İnsanı doğru yoldan saptıracak fikirler, azdıracak mevzular. Kur'ânla muaraza eden safsata ve bâtıl felsefi nazariyeler.
ıdtıhad
Zulmetmek, cefâ vermek.
ifsad edilen
Bozulan.
iftariyye
İftarlık. İftar için hususi olarak hazırlanmış nevale. Bunlar oruç bozulduktan sonra yemek yenmeden evvel yendiği için bu ad verilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında padişah sarayında, vüzera, eşraf ve âyân konaklarında, davetlilere iftardan sonra diş kirası namıyle verilen bahşi
igdin
Bozulmuş, kokmuş, cılık (yumurta).
ihhikak
Kördüğüm olma.
Mc: Sıkışıp kalma. Halledilmeyip çözülmez hale gelme.
ihlal / ihlâl / اخلال
Bozma, lekeleme, halel getirme.
(Arapça)
İhlâl edilmek:
Bozulmak, halel getirilmek.
(Arapça)
İhlâl etmek:
Bozmak, halel getirmek.
(Arapça)
ihtilac
Seğirtme.
Çarpıntı, çarpma.
Etler gevşeyip büzülme.
Havale nöbeti.
ihtilaf
Ayrılma, ayrışma, çözülme.
ıhtimar
Mütegayyer olmak, bozulmak, değişmek.
ihtiras / ihtirâs / اِحْتِرَاصْ
Bir şeyi fazla arzulama ve ona fazla düşkünlük.
Çok hırslı arzulama.
iktizaz
Bozulup buruşma.
ilhad
Zulüm yapma, eziyet etme.
iltiak
Rengi bozulma, rengi değişme.
imtihak
Bozulma.
indiras
Zail olma, eseri kalmama, mahvolma. Bozulma.
Bozulma; silinme, zâil olma.
Bozulma, silinme.
infikak
Yerini terk etme. Yerinden ayrılma.
Ayrı düşme.
Çözülme.
infisad
(Fesad. dan) Bozulma, fesada uğrama.
infisah
Hükümsüz kalma, fesholma. Bozulma.
Bozulma, dağılma.
infisam
Kırılma.
Kesilme.
Yırtılma.
Üzülme.
Kopma.
inhidam-ı kat'iye
Kesin hezimet, bozulma.
inhilal / inhilâl / انحلال / اِنْحِلَالْ
Çözülüp ayrılma. Dağılma.
Erime.
Münhal olma.
Çözülme, ayrılıp dağılma.
Çözülme, ayrışma.
(Arapça)
Dağılma.
(Arapça)
Dağılma, çözülme.
Dağılma, çözülme.
inhilal-pezir
İnhilali mümkün olan. Dağılabilen. Çözülebilen. Eriyebilen.
(Farsça)
inhiraf
Doğru yoldan sapma.
Dönme.
Bozulma. Değişme.
Kırıklık.
Tecvidde: Harf okunduğu zaman o harfde, dil ucuna veya dil arkasına doğru bir meyli bulunmasına denir. İnhirâf sıfatının harfleri Lâm ve Ra harfleridir. Bunlara Münharif denir.
inhiraf-ı mizac / inhirâf-ı mizac
Mizacın bozulması.
inhiraf-ı mizaç
Mizacın bozulması, karakter bozukluğu.
inhitak
Bozulma, yırtılma.
Bekârlığın bozulması. Kızlığı bozulma.
inhiyaş
Ezilip büzülme, sıkılma, çekinme.
inhizam
Basılıp ezilme.
Bozulma. Askerin bozulup dağılması.
Bozulma, dağılma, yenilme.
inkıbaz / inkıbâz
Büzülme. Çekilip toplanma.
Sıkıntı. Gamlı olmak.
Kabızlık. Tutukluk.
Büzülüp toplanma, çekilme.
Kasvet, keder, sıkıntı.
Kabızlık, peklik.
inkıdad
Yıkılma.
Perakende olup dağılma.
Kuş havadan süzülüp inme.
inkızaz
Çatlama.
(Kuş) havadan yere doğru süzülerek inme.
inme
t. Nüzul, tenezzül.
Nüzul, felç, sekte.
inşikak-ı asa / inşikak-ı asâ / inşikak-ı âsâ
Değneğin kırılması.
Mc: İhtilaf, karışıklık, ikilik. Birliğin bozulması.
Değneğin bölünmesi, âsânın ikiye ayrılması; 'ihtilaf ve ayrılıklarla, birliğin bozularak kuvvetin dağılması' mânâsında bir deyim.
insilah
Soyulma. Derisi yüzülme. Sıyrılıp çıkma.
Ayın sonu gelme.
insiyab
Süzülüp akma. Çabuk akıp gitme.
intikaz
Bozulma.
Çözülme, battal edilme.İNTİMA'Â : Birine mensub olma, intisâb etme. Bir kimseye bağlanma.
(Kuş) bir yerden uçup, başka bir yere konma.
inzal
(Nüzul. dan) İndirme. İndirilme. Nüzul ettirme.
Tenasül âletinden meninin çıkması.
inzılam
Zâlimin zulmüne boyun eğme.
iris
yun. Gözümüzün saydam tabakasının arkasında olup, deliği, ışığın az veya çok miktarda olmasına göre genişleyip büzülen tabaka. Kuzahiye.İRKÂ' : Geciktirme.
İftira etme.
irtican
Adamın işi gücü bozulma.
iskender
(M. Ö. 356-323) Aristo'dan ders almış bir imparatordu. İskender-i Rumi de denir. Bundan başka ismi geçen bir de İskender-i Zülkarneyn vardır.
ıslah / ıslâh
Terbiye etmek, iyi hâle getirmek.
Bozulan bir şeyi eski hâline getirme.
İnsanların aralarını düzeltmek, barıştırmak.
işmi'zaz
Can sıkma, üzülme, yüzünü ekşitme.
Titreyip ürperme.
iştat
Adaletsizlik edip hükümde zulmetme.
istem
Zulüm ve sitem.
isti'sar
Bir işin güç olmasını arzulama.
istibdad
Başlı başına olmak. Keyfî idare sistemi.
Zulüm ve tahakküm. İdaresi altındakilerin istemediği şeyleri yalnız kendi keyfine göre zorla ve zulümle yaptırmaya çalışmak. Kanun ve nizamlara bağlı olmayarak, çok defa da kanun namına kanunsuzluk yaparak, keyfi hükmünü icra ettirmek. Kimseyi
istibdad-ı rezile
Alçakça baskı, zulüm.
istibdad-ı şeytani / istibdad-ı şeytanî
Şeytanca baskı, zulüm.
istibdadat-ı acibe / istibdâdât-ı acîbe
Hayret verici baskılar, zulümler.
istifsad
(Fesâd. dan) Bir şeyin bozulmasını arzulama, fesâdını isteme.
istihab
(Hibe. den) Hibe ve hediye olarak isteme. Bağış olarak arzulama.
iştihalı
Fazla arzulu ve istekli.
istihma'
Himâye isteme, korunma arzulama.
istinaf
Baştan başlamak. Yeniden başlamak.
Gr: Sözün başlangıcı.
Huk: Dâvâ Mahkemesinin verdiği hükmü beğenmeyip bozulmasını daha üst mahkemeden istemek. Dâvâ mahkemeleri ile Temyiz Mahkemesi arasındaki bir derece yüksek mahkemeye verilen isim.
istirca'
Geri dönmek. Dönmeği arzulamak.
istirfa'
(Ref'. den) Yapılmasını arzulama.
Yukarı kaldırılmasını isteme.
istişfa
Şifa istemek. Hastalıktan kurtulup iyi olmayı arzulamak.
iştitat
Zulmetme. Haksızlık etme. Hükümde ve sair işlerde eziyet etme.
iştiyak-engiz
Çok arzulu ve istekli.
istizade
(Ziyade. den) Arttırılmasını arzulama, çoğaltılmasını isteme.
ivaz
Hazırlanmış, düzülmüş.
(Farsça)
izlal
(Züll. den) Alçaltmak. Haysiyetsiz ve hakir etmek.
ızlam
Karanlık, zulmet.
Zulmetme, karanlıkta bırakma.
izlam
Karanlık olmak. Zulme giriftar olmak. Zulme tutulmak.
izmihlal / izmihlâl
Bozulup gitmek. Perişan olmak. Yok olmak. Görünmez hale gelmek.
Yok olma, bozulma, perişan olma.
Bozulma.
kaba necaset / kaba necâset
İnsandan çıkınca abdesti veya guslü gerektiren her şey, eti yenmeyen hayvanların, (yarasa hâriç) ve yavrularının yüzülmüş, dabağlanmamış derisi, eti, pisliği ve bevli ile süt çocuğunun pisliği, bevli ve ağız dolusu kusmuğu, insanın ve bütün hayvanlar ın kanı ile şarab, leş, domuz eti ve kümes ve yük
kabiliyet-i zulüm
Zulüm yapma kabiliyeti, potansiyeli.
kademrence
Lütfen kabul, tenezzül.
(Farsça)
kahır / قهر
Aşırı üzüntü, acı, keder.
Ezici davranış, zulüm.
Baskı ile iş gördürme, zorlama.
Yok etme.
(Arapça)
Çok üzülme.
(Arapça)
kahr / قهر
Yok etme.
(Arapça)
Çok üzülme.
(Arapça)
kahr ü cehl
Zulüm ve cehalet.
kalb-i hazin / kalb-i hazîn
Üzülen kalp, hüzünlü gönül.
kamilü't-tarikati'l-aliyye ve'l-müceddidiyye halid-i zülcenaheyn / kâmilü't-tarikati'l-âliyye ve'l-müceddidiyye hâlid-i zülcenâheyn
Müceddid ve yüksek tarikat sahibi olan Halid-i Zülcenaheyn.
kamveran / kâmverân
(Tekili: Kâmver) Mutlular, bahtiyarlar, arzularına kavuşmuş olanlar.
(Farsça)
karsaa
Buruşup büzülmek.
Yazıyı sık yazmak.
kasıtin / kasıtîn
(A, uzun okunur) Zulmeden ve haktan sapanlar.
Haklı olanlar.
Kısımlara bölenler.
kasta'
Ayaklarının siniri büzülüp kurumuş olan deve.
katam
Cimâ arzulamak.
Et arzulamak.
kaza orucu / kazâ orucu
Oruç tutmamayı mubâh kılan (dînde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan veya tutarken bir özür sebebiyle yâhut kast (bilerek) olmadan bozulup, Ramazân bayramının birinci, Kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günleri dışındaki zam anlarda gününe gün tutması gereken Ramazân-ı şerî
kazal
(Çoğulu: Kuzul-Akzile) Başın arka tarafı.
kaziye-i muhkeme
Kesinleşmiş hüküm, bir daha bozulamayacak karar.
kebas
Misvak ağacının yemişi.
Bir şeyin kokup bozulması.
kefaret-keffaret
İşlenen bir günaha, bir yeminin bozulmasına karşılık verilen sadaka.
kevn ü fesad / kevn ü fesâd
Var olup sonra bozulmak.
kıyamet / kıyâmet
Dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması.
Allahü teâlânın emri ile İsrâfil aleyhisselâmın sûr denilen ve nasıl olduğunu bilmediğimiz bir âlete üfürmesi, (nefha-i ûlâ: Birinci üfürme) ile bütün canlıların ölüp, her şeyin yok olması, kâinâttaki (varlık âlemindeki) nizâmın, düzenin bozulması, kıyâmetin kopması.
Her canlının ölü
kıyamet-i kübra / kıyamet-i kübrâ
Büyük kıyâmet, bütün varlığın bozulup dağılması, ölümü.
kubu'
Kirpinin büzülüp başını derisine çekmesi.
Bir kimsenin başını yakasına çekmesi.
kusut
Haktan sapmakla cevr ve zulmetmek.
Birşeyi kısımlara ayırmak, tefrik etmek.
kuvve-i şeheviye / قُوَّۀِ شَهَوِيَه
Arzulama duygusu.
lahan
Bozulup kokmak.
lahif
Zulüm görmüş, ıztırab ve sıkıntı çekmiş.
lahik / lâhik
Namaza imâm ile berâber başladığı hâlde, kendisine uyku, gaflet veya benzeri bir sebebden dolayı abdest bozulması hâli ârız olup da (meydana gelip de) namazın tamâmını veya bir kısmını imâm ile kılamayan kimse.
Kavuşan, ulaşan, yetişen.
lane-i harab / lâne-i harab
Bozulmuş yuva.
layetegayyer / lâyetegayyer
Değişmez, bozulmaz.
layetezelzel
Sarsılmaz. Tezelzül etmez. (Tahkikî iman sâhibleri, lâyetezelzel bir itikada sâhibdirler.)
lehef
Kaybolan bir şeyden dolayı müteessir olup üzülme.
lehf
Yok olan şey için hasret çekip üzülmek.
lehfe
Kaybolan veya yok olan birşey için üzülme.
lisan-ı teessüf
Hayıflanma, üzülme dili.
lügaz
Edb: Manzum bilmecelere denir. Lügaz çözülürse insan, hayvan, eşya veya başka bir mânâ çıkar. Meselâ: (Hikmetullah şehrinin bir tânesiOğlunun karnında yatar annesi.)Bu manzum çözülürse cevap olarak "İpek böceği" çıkar.
ma'fun
Bozulmuş ve çürümüş şey.
Kokmuş et.
ma's
Tıb: Adalelerin tutulması, kasların büzülmesi. Kramp.
ma'zulin / ma'zulîn
(Tekili: Ma'zul) İşinden çıkarılmış olan kimseler. Azledilmişler.
maalesef
Üzülerek, üzüntüyle beraber.
maas
Ayağın siniri çekilip büzülmek.
Ayağın eğri olması.
maatteessüf / مع التأسف
Üzülerek, yazık ki.
Ne yazık ki, üzülerek, maalesef.
(Arapça)
magazin
Çeşitli mevzulardan bahseden resimli mecmua.
magruz
Taze. Bayatlamamış ve bozulmamış.
mahazil
(Tekili: Mahzul) Rezil ve kepaze olmuş kimseler.
mahlul / محلول
Çözülmüş, dağılmış. Hallolmuş, erimiş.
Murisi ölen sahipsiz mal. Mirasçısı bulunmayıp hükümete kalan miras.
Erimiş, çözülmüş, hallolmuş.
(Arapça)
mahv
Harab olma. Yıkılma. Ortadan kalkma. Çökme. Bozulma.
Tas: Beşeri noksanlıklardan kurtuluş hâli.
mal / mâl
İnsanın arzuladığı, ihtiyâç, yâni lâzım olunca, kullanmak için saklanabilen ayn, yâni madde, cisim.
matlub / matlûb
Talep edilen, istenilen, arzulanılan.
matmah-ı cihani / matmah-ı cihanî
Dünyanın beklediği ve çok arzuladığı şey.
mazalim
(Tekili: Mazleme) Haksızlık ve adaletsizlikler. Zulümler.
Adâlet dâiresi.
mazanne
Zan taşıyan, tahmin yürütülen mevzular, konular, yerler.
mazaz
Musibet, felâket ve belâ acısı.
Acıma, üzülme, kederlenme.
mazleme
(Çoğulu: Mezâlim) Zulüm ve adaletsizlik. Haksızlık. Can yakma.
mazlum / mazlûm / مظلوم / مَظْلُومْ
Zulüm görmüş. Kendine zulmedilmiş.
Halim, selim, sakin, sessiz.
Zulme uğramış.
Zulüm görmüş, sessiz.
Zulme uğramış.
Zulme, haksızlığa uğramış kimse.
Zulum gören.
Zulme uğramış.
(Arapça)
Sesiz sedasız.
(Arapça)
Zulmedilen.
mazlumane / mazlûmâne
Zulüm görmüşe yaraşır surette.
Sessizce. Sessizlikle.
Zulüm görmüşcesine.
mazlumen / mazlûmen
Zulme uğrayarak.
Zulmedilerek.
mazlumin / mazlumîn / mazlûmîn
Zulüm görmüş kimseler.
Zulme uğrayanlar.
Zulmedilenler.
mazlumiyet / mazlûmiyet / مظلوميت
Zulme uğramış olma, mazlumluk.
Zulme uğramışlık.
Mazlumluk, zulme uğramışlık.
(Arapça)
Sesiz sedasız olma.
(Arapça)
mazlumiyyet
Mazlumluk. Zulüm görmüşlük.
Sessizlik, yavaşlık.
mazmun
Meâl. Mâna. Mefhum.
Nükteli, san'atlı, ince söz.
Ödenmesi lâzım olan.
Fık: Gasb, telef veya zulüm sebebi ile ödenmesi lüzum etmiş şey.
mazul / mazûl / معزول
Görevden alınmış, azledilmiş.
(Arapça)
Mazul olmak:
Görevden alınmak, azledilmek.
(Arapça)
medrese-i yusufiye
Hz. Yusuf'un (A.S.) iftira, haksızlık ve zulüm ile hapiste kalmasından kinâye olarak, İmân ve Kur'an hizmetinden dolayı tevkif edilenlerin hapsedildiği yere verilen isim.
mehtuk
(Hetk. den) Bozulmuş, yırtılmış, hetkolunmuş.
menkuz
Nakzedilmiş. Bozulmuş. Hükümsüz bırakılmış.
Bozulmuş.
menzul
(Nüzul. den) Nüzüllü, inmeli.
merambahş
Bir kimseye isteyip arzuladığı şeyi veren.
(Farsça)
merc
(Merec) Katıştırmak.
Kararsızlık.
Iztırab.
Bozulmak.
Boşa gitmek.
Serbest bırakmak, salıvermek.
Hayvanların salındığı otlak.
meşaet
Taleb etme, isteme, dileme, arzulama.
mesail-i amika / mesail-i amîka
Derin mevzular. Derin mes'eleler.
mesh
Mest denilen ayakkabıyı abdestle giydikten sonra, abdest bozulup, yeniden alırken, ayakları yıkamayıp elleri ıslatarak, sağ elin yaş beş parmağını sağ mest, sol elinkini de sol mest üzerine boylu boyunca yapıştırıp ayak parmakları ucundan bacağa do ğru çekme.
Bir uzva veya sargıya ıs
mesluh
Derisi yüzülmüş. Teslih edilmiş.
metalib / metâlib
İstekler. Arzular. Taleb edilen şeyler.
İstekler, arzular.
meyl-i zulüm
Zulüm yapma meyli, eğilimi.
mezalim / mezâlim / مظالم / مَظَالِمْ
Zulümler. Haksızlıklar. Eziyet ve işkenceler.
Zulümler.
Zulümler.
Zulümlerr.
(Arapça)
Zulümler.
millet-i mazlume
Zulme uğramış millet.
mu'teriz
İtiraz eden. Kabul etmeyen. Bir şeyi beğenmeyip bozulmasını isteyen, aksini iddia eden.
mu'tesif
(Asf. dan) Zulüm yapan. Doğru yoldan ve adaletten ayrılıp haksızlık yapan.
muamma / muammâ
Anlaşılması ve çözülmesi güç şey.
muamma-i acibane / muammâ-i acibâne
Çözülmesi zor olan acayip sır.
muazzef
Nefsin arzularını terkeden, zühd sâhibi.
mübtel
Hükümsüz bırakılmış, bozulmuş, ibtâl olunmuş.
müdemdim
Azap eden, zulmeden.
muhacir / muhâcir
İslâmiyet'in başlangıcında, sırf müslüman oldukları için Mekkeli müşriklerin zulüm ve işkencelerine mâruz kalıp, dinlerini, îmânlarını korumak için, evlerini, mallarını ve mülklerini bırakarak Resûlullah efendimizin izni ile önce Habeşistan'a, son ra Medîne-i münevvereye hicret eden Mekkeli
muharref
Tahrif edilmiş, bozulmuş.
Tahrif edilmiş, değiştirilmiş, bozulmuş.
Değiştirilmiş, bozulmuş.
muhkem kaziye
Huk: Kat'i ve sağlam bozulmaz hüküm. Mahkemenin en sonunda vermiş olduğu kararlar. Temyiz mahkemesince tetkik ve tasdik edildikten sonra veyahut temyiz müddeti geçen bir mahkeme kararının, mevzuunu teşkil eden hâdise hakkında, kat'i bir karine ve delil ve kanunen değişmez bir hüküm olarak kabul edil
muhtell-üs sıhha
Sıhhati bozulmuş.
muhtelle
Düzensiz, karışmış, bozulmuş.
mühtezim
Bir kimsenin malını zorla alıp gasbederek zulmeden.
mümehhal
Tadı gitmiş ve biraz bozulmuş süt.
müna
(Minâ) Arzular.
Birinin yerine kaim-i makam olmak, birinin yerine geçmek.
Suya giden yol.
Mekke-i Mükerreme'de hacıların kurban bayramında kurban kestikleri ve şeytan taşladıkları mukaddes yer.
münezzil
(Nüzul. den) Tenzil eden, indiren.
Kur'an-ı Kerim'i vahiy ile insanlara rahmet olarak ihsan eden Allah (C.C.)
münfesih
(Fesh. den) İnfisah eden, bozulan, bozulmuş, hükmü kaldırılmış olan, hükümsüz kalan.
Bozulmuş, hükümsüz.
münhall
Boş, meşguliyetsiz, işsiz.
Çözülmüş, çözülen.
Memuru bulunmayan.
Kim: Erimiş.
münhezimen
Yenilerek, münhezim olarak, bozularak, bozguna uğrayarak.
munkabız
Sıkıntılı. Mânevi sıkıntı.
Çekilmiş. Büzülmüş. Daralmış. Toplanmış.
Barsakları sıkışmış. Kazâ-i hâcet edemeyen. Kabız.
Sıkıntılı, büzülmüş.
münselih
(Selh. den) Soyulmuş, derisi yüzülmüş.
Sıyrılıp çıkan, soyunan.
Son güne yetişmiş.
müntakız
(Nakz. dan) Bozulan, nakzedilen.
munzalim
Kendi isteğiyle veya istemiyerek zâlimin zulmüne boyun eğen.
münzel
(Nüzul. den) İndirilmiş, yukardan aşağıya kısım kısım inmiş olan.
murakkan
Bozulmuş, aradan çıkarılmış.
mürevvak
Süzülmüş, tortusu giderilmiş.
mürteci
(Recâ. dan) Arzulu, ümitli, ümitvâr olan.
mürteşih
(Reşh. den) Süzülmüş.
müruk
Sâfi, süzülmüş nesne.
Süslü perdeler takılmış olan ev.
musadere
Zulüm ve cebir etmek.
müsadere
(Sudur. dan) Yasak edilen bir şeyin kanuna göre elden alınması. Zulüm ve cebir.
müselhem
Mütegayyer olmuş, değişmiş. Bozulmuş.
müştak / müştâk / مُشْتَاقْ
Çok arzulu.
müştak olan
Arzulu, istekli, düşkün.
müştakane / müştâkane
Çok arzulu ve istekli bir şekilde.
müstakil / müstakîl
Pazarlığın bozulmasını isteyen.
müste'di / müste'dî
Birinin zulmüne karşı başka birinden yardım dileyen.
Birini sıkıştırıp malını zorla alan.
müstefti / müsteftî
(Fetva. dan) Bir müftüye müracaat edip bir mes'ele hakkında fetva isteyen.
Bir müşkülün halledilip çözülmesini isteyen.
müşteri
Malı parayla alan. Satılan malı alan.
Bir yıldız ismidir. Jüpiter.
İstekli, arzulu.
mutallaka
(Talak. dan) Boşanılmış kadın. Bırakılmış, nikâhı bozulmuş.
mutazallim
(Çoğulu: Mutazallimîn) (Zulm. den) Kendisine yapılan haksızlık ve zulümden şikâyet eden, sızlanan.
mutazallimane / mutazallimâne
(Zulm. den) Kendine yapılan zulüm ve haksızlıkdan dolayı sızlanan kimseye yakışır şekilde.
mutazallimin / mutazallimîn
(Tekili: Mutazallim) (Zulm. den) Sızlananlar. Kendilerine yapılan haksızlık ve zulümden dolayı şikâyet edenler. Tazallüm edenler.
müteaddi
Zulmeden, saldıran.
Geçişli fiil.
müteaffin
Kokan. Taaffün eden. Çürüyüp bozulan.
mütebeddil
(Bedel. den) Değişen, tebeddül eden, başka hâle giren. Bozulan.
Kararsız.
müteellim
Acı çeken, üzülen.
müteessif / متأسف / مُتَأَسِّفْ
Esef duyan; üzülen.
Üzgün.
(Arapça)
Müteessif olmak:
Üzülmek.
(Arapça)
Üzülen.
müteessifane / müteessifâne
Üzülürcesine.
Eseflenerek, üzülerek.
müteessir / متأثر
Etkilenen, üzülen.
Etkilenen, üzülen.
Üzgün.
(Arapça)
Etkilenen.
(Arapça)
Müteessir olmak:
(Arapça)
Üzülmek.
(Arapça)
Etkilenmek.
(Arapça)
müteessir olma
Etkilenme, üzülme.
müteessirane / müteessirâne
Üzüntü ile, üzülerek, teessürle.
(Farsça)
mütefassım
Sütten kesilen.
Kırılan, darılan, üzülen.
mütefessih / متفسخ
(Tefessüh. den) Kokmuş, çürümüş, bozulmuş, tefessüh etmiş.
Bozulmuş, kokuşmuş, çürümüş.
(Arapça)
mütegayyir
Değişen. Bir halden başka bir hale geçen.
Bozulmuş, bozuk.
mütegayyirane / mütegayyirâne
Değişmiş olarak. Bozulmuşcasına.
(Farsça)
mütehallil
Araya sokulan, araya giren.
Bozulan.
Bir kelimeden nice mânâlar kasdedip söyleyen kimse.
(Hall. den) Erimiş. Çözülmüş.
mütehazzin
Hüzünlü, kederli. Üzülen, mahzun olan.
mütenezzil
(Nüzul. den) Tenezzül eden, aşağı inen. Alçak gönüllülük eden.
mütereddi / mütereddî
(Rediy ve Redeyan. dan) Soysuzlaşmış, soyca bozulmuş, alçalmış.
Bozulmuş soysuzlaşmış.
müteşennic
Buruşan.
Kasılan, büzülen adale veya sinir.
mütezelzil / متزلزل
Sarsılan.
(Arapça)
Mütezelzil olmak:
(Arapça)
Sarsılmak.
(Arapça)
Bozulmak.
(Arapça)
müyul-ü müteşa'ibe
Çeşitli şubeleri olan meyiller. Çeşitli arzular, meyiller.
müyul-ü müteşaibe
Birçok dallara ayrılmış meyiller, arzular.
müyul-ü müteşaibeye / müyûl-ü müteşâibeye
Çeşitli dallara ayrılmış arzular, çeşitli meyiller.
müyulat
(Tekili: Meyl) Meyiller, arzular.
muzlim
Karanlık. Zulmetli. Dehşetli. Siyahlık. Siyah.
Bilinmeyen. Meçhul.
naki'
Hurma veya kuru üzüm soğuk suda bırakılıp şekeri suya çıktıktan sonra süzülerek elde edilen sıvı.
nakzan
(Nakzen) Bozarak, hükmü bozulmuş olarak.
nasuhi / nasuhî
(Nasuhiyye) Bozulmaz şekilde tövbe eden.
natef
Bulaşmak.
Fâsid olmak, bozulmak.
naverdhah / naverdhâh
Savaş isteyen, muharebe arzulayan.
(Farsça)
nazar değmesi
Göz değmesi, bâzı kimselerin gözlerinden çıkan zararlı şuâların, canlı ve cansız bir şeye bakıp beğendikleri zaman bozulmalarına sebeb olması.
nazar-ı heves
Arzulu bakış.
nazil / nâzil
(Nüzul. dan) Nüzul eden, inen, yukardan aşağıya inen, bir yere konan. Bir yerde konaklayan.
Nüzul eden, inen.
nazile / nâzile
Belâ, sıkıntı.
İnme, nüzul.
Nezle hastalığı.
ne-şebperestem
Karanlık ve zulümatı seven ve isteyen değilim.
nebiz
Hurma veya kuru üzümü soğuk suda bırakıp, şekeri suya geçince, kaynayıncaya kadar ısıtıldıktan sonra soğuyunca süzülerek elde edilen sıvı.
nefis
Can, maddî arzuların kaynağı olup sınır tanımayan bir duygu.
nefsaniyet
Nefsin hoşuna gider şekilde arzular.
nekad
(Çoğulu: Nukyud-Nikâd) Ayakları kısa, yüzü çirkin koyun.
Büyümesi geç olan çocuk.
Ağızda dişler çürüyüp ufanmak.
Davarın tırnağı soyulup yüzülmek.
netr
Cezbetmek, kendine çekmek.
Taan etmek, çekiştirmek.
Bozulmak, fâsid ve zâyi olmak.
neyelan
İsteğe ulaşma. Arzulanan şeye vâsıl olma.
nokta-i istimdad
Yardım isteme noktası. İnsanın kalbindeki sonsuz emel ve arzuların yerine getirilmesine olan ihtiyaç.
nur
Aydınlık. Parıltı. Parlaklık. Her çeşit zulmetin zıddı. Işık.
Kur'ân-ı Kerim. İman. İslâmiyet. Peygamber.
Zulmeti def eden, şule, ışık.
nüşuta
Devenin ayağındaki ilmikli düğüm. (İcabına göre çekip uzatılarak çözülür.)
nüzul
İniş, inmek, aşağı inmek, konaklamak.
Nüzül, felç hastalığı.
Hacıların Mina'ya gelip konaklamaları.
palide
Süzülmüş, durulmuş.
(Farsça)
Ziyade olmuş, büyümüş.
(Farsça)
palude
Süzülmüş, saf hâle getirilmiş.
(Farsça)
pejulide
Solmuş, bozulmuş, dağılmış, karışmış.
(Farsça)
perçem
Kakül, zülüf.
perde-i müstebidane
Yapılan baskı ve zulüm perdesi.
puladbazu / puladbâzu
Çelik pazulu. Kuvvetli, yiğit.
(Farsça)
rağm
(Ragm) Bir şeyden hoşlanmayıp kerih görmek. Bir işi birisine zor ile tutturmak. Züll ve hakaret. Kahretmek.
rahnedar
Rahnedar etmek
Gedik: Açmak.
Zarar vermek.
Rahnedar olmak
Yarılmak, gedik: Açılmak.
Bozulmak, zarar görmek.
redm
(Çoğulu: Rüdum) Bir şeyin önüne sed yapma.
Bir şey dâimi olmak ve akmak.
Pencere, kapı ve delik gibi yerleri tıkama. Tamâmen kapama.
Zülkarneyn seddinin ismi.
redm-i azim
Zülkarneyn Seddi'nin ismi.
redm-i azim ve cesim / redm-i azîm ve cesîm
Zülkarneyn'in yaptığı çok büyük sed, yığınak.
rivad
Talep etmek, istemek, arzulamak.
rugba'
Rağbet etmek, istemek, arzulamak.
ruh-u gaddar
Acımasız, çok zulmeden.
ruh-u habis / ruh-u habîs
İsyan ve inkârla bozulmuş kötü ruh.
safi
Katışıksız. Temiz, süzülmüş ve temiz.
Bozuk olmayan. Hâlis.
sahib-i zühd ve takva / sahib-i zühd ve takvâ
Zühd ve takva sahibi; her türlü nefsanî arzulara karşı koyarak kendini ibadete veren ve Allah korkusuyla dinin yasaklarından kaçınan kimse.
şahik-ul-cebel / şâhik-ul-cebel
Dağda, çölde veya baskı ve zulüm rejimleri altında yaşayıp da peygamberleri ve onların getirdikleri dinleri işitmemiş kimseler.
şahm
Bozulmak ve değişmek. Fâsid ve mütegayyer olmak.
saika
Yıldırım. Ölüm, mevt.
Nüzul ateşi.
Semadan gelen şiddetli ses.
Mühlik ve azab.
Bulutları sevke vazifeli melek.
salim / sâlim
Sağlam.
Sıhhatli. Sağ. Noksansız, eksiksiz.
Her türlü tehlikeden uzak olan. Emin ve korkusuz olan.
Gr: Kelimelerdeki harfler bozulmadan cemi' eki katılarak yapılan çoğul hali. Sâlimûn, sâlihât, sâdıkûn, sâdıkât gibi yapılan cemiler.
İçinde harf-i illet bulunma
samer
Bozulup fena kokmak.
savb
Taraf, cihet, yön.
Dökülmek, nüzul etmek.
Savab. Doğruluk, dürüstlük.
şayan-ı esef / şayân-ı esef / شَايَانِ اَسَفْ
Üzülmeye değer.
şaygan
Uygun, lâyık, münâsib, sezâ.
(Farsça)
Bol, çok, mebzul.
(Farsça)
şaygani / şayganî
Çokluk, bolluk, mebzuliyet.
(Farsça)
Münasiblik, lâyıklık, uygunluk.
(Farsça)
sebeb-i istibdat
Baskı, zulüm sebebi.
sebeb-i nüzul / sebeb-i nüzûl
Kur'ân-ı kerîmin nüzûl (inme) sebebi.
sedd-i zülkarneyn
Zülkarneyn'in yaptırdığı büyük sed.
Hz. Zülkarneyn tarafından yaptırılan set.
Kur'ân-ı kerîmde Zülkarneyn adıyla bildirilen peygamber veya evliyâ olan mübârek bir zâtın, Ye'cûc ve Me'cûc için yaptırdığı sed.
sefahet-i mutlaka
Nefsin her türlü kötü arzularına uyma.
sefine
Gemi.
Çeşitli mevzulara dair kitap.
Göğün güney yarım küresinde bir burç adı.
şehevat
(Tekili: şehvet) şehvetler, nefsanî istekler, arzular.
şehid-i ahiret / şehîd-i âhiret
Bir kimsenin Allah için olan cihâdın hazırlığı esnâsında tâlimlerde veya zulüm ile öldürülmesi veya cihâdda ve eşkıyâ, âsî, yol kesici, gece hırsızla vuruşmada yaralanarak hemen ölmeyip bir namaz vakti çıkıncaya kadar yaşayan veya başka yere götürülü p, orada ölen. Âhiret şehîdi.
şehvet
Bir şeyi sevip çok isteme, arzulama.
Nefis.
Cinsî arzu.
şehvet-perest
Şehvetine çok düşkün. Nefsi arzularının esiri olan.
(Farsça)
sekte
Susmak, kesilme, ara verme, bozulma.
sektedar / sektedâr
Susan, sesini kesen.
Zarara uğramış olan.
Aheng ve düzeni bozulmuş.
selamet-i kalb / selâmet-i kalb
Bozulmamış kalp.
selh-hane
Hayvan kesilip yüzülen yer. Mezbâha. (Bu kelime galat olarak, "salhâne" şeklinde kullanılır.)
(Farsça)
selhane / selhâne
Eti yenen büyük ve küçük baş hayvanların kesilip yüzüldüğü yer, mezbaha.
selhhane / selhhâne
Hayvanların derilerinin yüzüldüğü yer.
seliha
Kabuk.
Soyulmuş veya bozulmuş şey.
Tarçın yerine kullanılan bir ağacın adı.
selim / selîm / سَل۪يمْ
Sağlam, bozulmamış olan.
şemşir-i zulm
Zulüm kılıcı.
serb
(Çoğulu: Sürub) İçyağı.
Helâk olmak.
Bozulmak, fâsid olmak.
Beğenmeme. Azarlama. Çekiştirme.
seriü't-teessür
Çabuk etkilenen, üzülen.
şetat
Hadden aşırı olmak.
Hakdan uzak.
Zulüm, cevr, yalan, kizb, saçma.
şevk-i nefsani / şevk-i nefsanî
Nefsin helâl olmayan arzularına karşı duyulan istek.
sevm
Satılık bir şeye kıymet takdir etme, paha biçme.
Su-i kasd. Zulüm ve minnete giriftar etmek. Derde sokmak.
Dağlamak.
Başına buyruk olup istediği yere gitmek.
Kuş havada dolaşmak.
Satışa arzetmek.
Satın almak istemek.
Fâide yetiştirmek.<
şiraz
Süzülmüş yoğurt.
sitem / ستم
Haksızlık, zulüm.
(Farsça)
Nâzikâne çıkışma.
(Farsça)
Eziyet, cefa.
(Farsça)
Zulüm.
(Farsça)
Haksızlık.
(Farsça)
sitem-dide
(Çoğulu: Sitemdidegân) Zulme uğramış, haksızlık görmüş.
sitem-kar / sitem-kâr
(Çoğulu: Sitemkârân) Haksızlık ve zulüm yapan. Zâlim.
(Farsça)
sitem-keş
Zulme ve haksızlığa uğrayan. Zulüm çeken. Mazlum.
(Farsça)
sitem-reside
Siteme uğramış, zulme uğramış. Zulüm çekmiş.
(Farsça)
sitemdide / sitemdîde / ست دیده
Zulme uğramış.
(Farsça)
siyabe
Kızlığın bozulması, bekâretin zâil olması.
şübhe-i tarık / şübhe-i târık
Zulmetten gelen şüphe belâsı.
sücv
Gece sükuneti, gecenin sessizliği.
Zulmet istikrarı.
sudagi / sudagî
Zülüfte olan nişan ve alâmet.
südg
(Çoğulu: Esdâg) Göz ile kulak arası ve onun üzerine sarkan zülüf.
sukut
Düşme. Yukardan aşağıya birden iniverme.
Değerini kaybetme. Bozulma.
Devrilme.
Mahvolma.
Ahlâk bakımından alçalma.
Büyük bir vazifeden ayrılma.
Sarkma.
Çocuğun eksik veya ölü olarak doğması.
sultan-ı mazlum
Mâsum, zulme uğramış sultan. (Bundan kinaye II. Abdulhamid Han'dır.)
sulul
Bozulup fena kokmak.
sünuh
Fâsid ve mütegayyer olmak. Bozulmak ve değişmek.
sütut
Zulmet, karanlık.
İnsanlara zahmet verenler.
taaddi / taaddî / تعدی
Saldırma.
Düşmanlık.
Ezme.
Şeriattan ayrılma. Tecavüz etme. Zulmetme. Örf âdet ve mukavelenin hilâfına hareket etme.
Gr: Fiilin geçer halde olması, müteaddi olması.
Geçme, öteye geçme, saldırma.
Zulmetme, adaletsizlik.
Örf, âdet ve kanunların sınırını aşma.
Arapça'da lâzım bir fiili müteaddî yapmak.
Zulüm.
(Arapça)
Haksızlık.
(Arapça)
Taaddî etmek:
(Arapça)
Zulmetmek.
(Arapça)
Haksızlık etmek.
(Arapça)
taadiyat / taadiyât / تعدیات
Zulümler.
(Arapça)
Haksızlıklar.
(Arapça)
taaffün
Bozulma, kokuşma, çürüme.
taaffün etmiş
Bozulmuş, çürümüş.
taazzüz
Aziz saymak. Tenezzül etmeme.
Çekinme.
tabiat-ı zalimane / tabiat-ı zâlimane
Zâlim tabiat, zulmeden karakter.
tagallüb
Baskı ve zulüm yapma.
tagayyür
Değişmek. Başkalaşmak.
Bozulmak. Renk değiştirmek.
Kokmak.
tagayyürat
(Tekili: Tagayyür) Başkalaşmalar, bozulmalar. Değişmeler.
tagun
Azgın kimseler.
Cenab-ı Hakk'ın emir ve kanunlarından gaflet edip haksızlık edenler, zulüm edenler.
tahallül
(Halel. den) Bozulmak. Ekşimek. Sirke olmak.
Araya girmek. Başka bir şeyin müdahale etmesi, karışması.
Dişleri hilâllamak.
tahammus
Büzülme. Büzülüp buruşma.
taharrüf / تَحَرُّفْ
Sapma, bozulma.
Kalem karıştırma neticesinde bozulma.
tahassür / تحسر
(Hasret. den) Hasret çekmek. Elde edilmesi istenilen ve ele geçirilemeyen şeye üzülmek.
Özlem duyma.
(Arapça)
Üzülme.
(Arapça)
tahdir
Acele ettirmek.
Nüzul ettirmek, indirmek.
tahıl
Bayat su. Bekleyerek bozulmuş su.
tahl
Dalak ağrısından incinmek.
Bozulmak, değişmek.
tahnit
Mumyalamak. Ölüyü bozulmadan muhafaza etmek için ilâçlamak.
tahrib / تخریب
Yıkma, harap etme.
(Arapça)
Tahrîb edilmek:
Yıkılmak, bozulmak, harap edilmek.
(Arapça)
Tahrîb etmek:
Yıkmak, bozmak, harap etmek.
(Arapça)
tahrip edilme
Bozulma.
takabbuz
(Çoğulu: Takabbuzât) (Kabz. dan) Toplanıp çekilme. Büzülme.
Kabız olmak, peklik.
takallüs
Kasılma. Bir şeyin büzülüp gerilmesi. Bir uzvun çekilip toplanması. Kıvrılma.
takattur eden
Damlalar halinde süzülen.
talebkar / talebkâr
İstekli, talebli, arzulu.
(Farsça)
tarık / târık
Gece gelen kimse.
Zulmette hâsıl olan belâ ve musibetler.
Parlak yıldız.
Sabah yıldızı. (Zühre)
tazallüm
Bir haksızlıktan sızlanmak. Şikâyet etmek.
Birinin hakkını veya malını gasbetmek.
Mazlum olmak.
Zulmü kendi nefsine isnad etmek.
tazallum-u hal / tazallum-u hâl
Mazlum olduklarını anlatmak, zulme uğradıklarını şikâyet etmek.
tebagi
Birbirine zulüm etmek.
tebah / tebâh / تباه
Yok olmuş.
(Farsça)
Yıkılmış.
(Farsça)
Bozulmuş, çürümüş.
(Farsça)
Tebâh etmek:
(Farsça)
Yok etmek.
(Farsça)
Yıkmak.
(Farsça)
Bozmak, çürütmek.
(Farsça)
Tebâh olmak:
(Farsça)
Yok olmak.
(Farsça)
Yıkılmak.
(Farsça)
Bozulmak, çü
(Farsça)
tebia
Zulümle ve zorla alınmış olan kumaş.
tedaül
Gizlenme, sinme. Zâyi olma. Saklanma.
Küçülme. Büzülme.
tedenni
Aşağı düşme. Aşağı inme.
Daha kötü bir derekeye düşme. Tenezzül etme. Maddi ve mânevi gerileme. Terakkinin zıddı.
tedvir
Devrettirmek, döndürmek. Çevirmek.
İdare etmek, yönetmek.
Daire şekline sokmak.
Edb: Bir mısradaki kelimelerin yerini değiştirmekle veznin ve mânanın bozulmamasıdır.
Kur'an-ı Kerim kıraatında: Tahkik ile hadr ortasında bir okuma usulüdür. Her iki yönde meşru m
teessüf / تأسف / تَأَسُّفْ
Hayıflanma, üzülme.
Eseflenme, üzülme.
Üzülme, hayıflanma.
(Arapça)
Teessüf etmek:
Üzülmek, hayıflanmak.
(Arapça)
Üzülme.
teessüf eden
Üzülen.
teessüf etme
Üzülme.
teessüf etmek
Üzülmek.
teessür / تأثر / تَأَثُّرْ
Kederli ve üzüntülü olarak içlenmek. Üzülmek.
Te'sir altında kalmak.
Kederlenmek.
Etkilenme, üzülme.
Üzülme, üzüntü.
(Arapça)
Etkilenme.
(Arapça)
Üzülme.
teessürat / teessürât
Etkilenmeler, üzülmeler.
tefazul
(Çoğulu: Tefâzulât) Mikdar fazlası, fark.
Meziyet ve fazilet yarışına çıkma.
tefer'un
Firavunlaşma. Zâlimlik etme, zulüm yapma.
Çok fazla kibirlenme.
tefessüh / تَفَسُّخْ
Alçaklaşmak. Bozulmak.
Çürümek. Kokup dağılmak.
Tâkattan düşmek.
Kokuşup bozulma.
Bozulma, çürüme.
Bozulma.
tefrika
Nifak, ayrılık, çözülme, dağılma.
tegayyür
Hâlden hâle geçmek, değişmek.
Bozulmak.
Zıt olmak.
tegazzül
(Çoğulu: Tegazzülât) (Gazel. den) Gazel tarzında şiir yazma.
Gazel söyleme.
tehezzum
Zulmetmek.
tekerrüc
Fâsid olmak, bozulmak.
Kirlenmek. Paslanmak.
telehhüf
Üzülme, acı çekme.
telvih
Açıklamak.
Zâhir ve aşikâre kılmak.
Susuzluktan insanın çehresi bozulmak.
Bir şeyi ateşle kızdırmak. Güneş veya ateşin sıcaklığı bir nesnenin rengini değiştirmek.
Posa hâline getirmek.
Kocamak. Saç ağarması.
Almak.
İşaret etmek.
temeh
Fâsid ve mütegayyer olmak. Bozulmak ve değişmek.
tenakkuz
Kırılmak.
Bozulmak.
tenezzül
(Çoğulu: Tenezzülât) İnme, düşme. Aşağılama.
Gönül alçaklığı. Karşısındakinin seviyesine göre tevâzu ile konuşmak.
Yavaş yavaş inmek. Mekânını yukarıdan aşağıya nakletmek.
tenezzülat / tenezzülât
Tenezzüller.
tenezzülen
Tenezzül ederek.
tenşim
Bir işe başlama.
(Et) bozulup kokma.
teressüb
Süzülme, dibe inip birikme.
Dibe çökmek. Tortulanmak, ayrılmak. Durulmak. Süzülmek.
terkin
Boyama, yazma.
Bozulma, bozma. Çizme, silme.
teşennüc
(Şenc. den) (Çoğulu: Teşennücât) Buruşuk olma, buruşma.
Adalelerin gerilip büzülmesi, kasılması.
Korkmak.
Titremek.
teşmil eder
Şâmil kılar, onları da (zulmünün) içine alır.
teşne
Susamış.
(Farsça)
Mc: İstekli, çok arzulayan, heveskâr.
(Farsça)
teşnedil / تشنه دل
Seven, arzulu, can atan.
(Farsça)
tetavül
Uzun olma, uzama.
Zulüm etme.
Birbirine muhalefet, kibir ve taazzum etme.
Musallat olma.
Mugayeret eylemek.
teva / tevâ
Havâlenin bozulma sebebi. Havâleyi kabûl edendeki alacağın telef yâni yok olması.
tevazu'kar / tevazu'kâr
Tevazulu, alçak gönüllü.
(Farsça)
tezallüm
Birisinin zulmünden şikâyet etme.
tezalüm
Zulm edişmek.
tılsım-ı müşkülküşa / tılsım-ı müşkülküşâ
Anlaşılması ve çözülmesi zor olan sır, gizem.
tırmesa
Karanlık, zulmet.
tugyan
Zulüm ve küfürde çok ileri gitmek. Azgınlık, taşkınlık. Taşkın mizaçlılık.
Kan galebe etmesi hali.
Resmî devlet kuvvetlerine karşı durmak.
Su baskını.
tuğyan
Zulüm ve küfürde çok ileri gitmek, azgınlık, taşkınlık.
Azgınlık, taşkınlık, zulüm ve küfürde çok ileri gitme.
ücun
Suyun renginin ve tadının bozulması.
udlet
(Çoğulu: Uzul) Zahmet, meşakkat.
şiddet.
udvan
Düşmanlık, haksızlık, zulüm.
ukul-ü selime
Sağlam ve bozulmamış akıllar.
varidat-ı zulmiye
Zulüm yoluyla sağlanan girdiler, menfaatler.
ya maksud / yâ maksud
Ey bütün varlıkların rızasına ermeyi ve cemâlini görmeyi arzuladıkları Allah.
yeftenc
Sevgililerin zülüfü kendisine benzetilen siyah renkli büyük bir yılan.
yemeni zülkarneyn / yemenî zülkarneyn
Yemenli Zülkarneyn.
zalam / zalâm
Karanlık. Zulmet.
zalam-ı zulm / zalâm-ı zulm
Zulmün karanlığı.
zali'
(Çoğulu: Zulu') Eğri, meyilli.
Müttehem kimse. Töhmetli.
Aksak hayvan.
zalim / zâlim / ظالم
(Çoğulu: Zılem-Zılmân) Deve kuşunun erkeği.
Kaymağı alınmadan içilen süt.
Hiç bozulmamış yerden kazılan toprak.
Zulmeden, zulüm yapan.
Zulm eden, müslümanlara ve İslâmiyet'e; eli ile, dili ile ve kalemi ile zarar veren, başkalarının hakkına tecâvüz eden.
Allahü teâlâya inanmayan kâfir.
Zulmeden, haksızlık eden.
Zulmeden, haksız.
Zulm eden.
Zulüm eden.
(Arapça)
zalim-i ale'l-küll / zâlim-i ale'l-küll
Bütün varlıklara ve herşeye zulmeden.
zalimane / zâlimâne
Zâlimcesine, zulmederek, acımasızca. Acımasız ve haksız olarak.
Zâlim olana yakışır şekilde. Zulmeder surette. Zâlimce.
(Farsça)
zalimin / zâlimîn
(Tekili: Zâlim) Zâlimler, zulmedenler.
zalimun / zâlimûn
(Tekili: Zâlim) Zulmedenler. Haksızlık edenler. Zâlimler.
zallam / zallâm
(Zalûm) Çok zulmeden. Çok zâlim.
Çok zulmeden.
zalma
(Çoğulu: Zulem) Karanlık.
zalum / zalûm
Çok zulmeden. Çok zâlim.
zalumiyet / zalûmiyet
Zâlimlik, zulmetme.
zaman-ı istibdat
Baskı, zulüm dönemi.
zaman-ı isyan ve tuğyan ve küfran
İtaatsizlik, zulüm ve küfürde çok ileri gitme ve Allah'ın varlığına, birliğine inanmama, nimetini inkar etme devri.
zelef
Burnun küçük ve ucunun, gerisine eşit olması. (O burun sahibine "ezlef" derler) (Müe: Zülefâ)
zelefe
(Çoğulu: Zulef) Pâk ve ruşen nesne, parlak ve temiz cisim.
Kaypak, düz yer.
zelzal
(Zülzâl) Sarsıntı. Zelzele. Deprem. Sarsılma.
zenh
Yemeğin kokup bozulması.
zerdüşt
Ateşe tapan, mecusi.
İlk önce nur ve zulmet diye iki ilâha inanmayı uyduran adam.
zereb
Keskin nesne.
Midenin bozulması.
zevabe
(Çoğulu: Zevâib) Saç bölüğü.
Zülüf.
Kılıç tasması.
zeyh
(Zeyhân) Zulüm etmek. Haktan uzaklaşmak.
zeyhan
Zulüm etmek. Zâlimlik yapmak.
zıllim / zıllîm
Zulmü çok olan kimse. Zâlim insan.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
lugat
evliya
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
raķîb
bernun
ecsad
Muhayyel
âlâ
şehr-i muhteşem
teşhir etme
Evrak
müfrid
bizatihi
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
zül
Hane
Çeviri
Yunus
İnci
avcı
lütfü
Muhtaç
farsca
ifade etmek