REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te yile ifadesini içeren 142 kelime bulundu...

a'la-yı illiyyin / a'lâ-yı illiyyîn

  • Cennette en yüksek derece. Cenâb-ı Hakkın indinde en iyilerin ve kâmillerin derecesi.

aftab-gerdan / aftâb-gerdan

  • Güneşten korunmak üzere başa giyilen şey. (Farsça)
  • Avcı kulübesi. (Farsça)

ahyar / ahyâr / اخيار

  • Hayırlılar, iyiler.
  • İyiler. (Arapça)

ahyar-ı semaviyyin / ahyâr-ı semâviyyîn

  • Göktekilerin hayırlıları, iyileri.

akbiye

  • (Tekili: Kubâ) Kaftanlar, üste giyilen elbiseler.

akum

  • İyileşmez yara. Kısırlık.
  • Zahmet.

ala-yı illiyyin / alâ-yı illiyyîn

  • Allah katında en iyilerin derecesi, cennetin en yüksek derecesi, en yüksek mertebe.

amare

  • (Çoğulu: İmâr) Fes gibi başa giyilen nesne.

anid / anîd

  • (İnad. dan) Çok inadçı.
  • Daima suyu akıp iyileşmeyen yara.

arak-çin

  • Kavuğun altına giyilen takke.

aristokrasi

  • yun. Âlimlerin ve cemiyette en iyilerin iktidarına dayanan hükümet şekli. Tarihte soylu, imtiyazlı, toprak sahibi, zenginlerin hâkimiyetine dayanan hükümet şekli. Bu şekli ile oligarşi veya plütokrasi adıyla da anılmaktadır. İmtiyazlı azınlığın, çoğunluğu idare etmesidir.

atayıb

  • (Tekili: Atyeb) En iyiler. Çok hoş olanlar.

avniye

  • Serasker Hüseyin Avni Paşa tarafından ilk olarak, daha sonra da Sultan Mecid ve Sultan Aziz zamanında giyilen kolsuz asker kaputu.
  • Bir nevi yağmurluk.

aya / ayâ

  • Tedavisi mümkün değil, iyileştirilmez.
  • Kabiliyetsiz, kudretsiz.

azb

  • Tatlı, lâtif, hoş ve şirin olan yiyilecek ve içilecek şey.
  • Fazla susuzluktan yemek yemeği terketme.
  • Men'etme.
  • Feragat.

bahtak

  • Evvelce savaşlarda başa giyilen demirden yapılmış başlık. Miğfer. (Farsça)

balapuş / balapûş

  • Palto, pardesü, manto gibi üste giyilen eşya. (Farsça)

belel

  • Yaşlık, rutubet, ıslaklık.
  • Zafer, galibiyet.
  • Mihnet, keder, üzüntü.
  • Mücadele, kavga.
  • Hastalıkdan iyileşen.
  • Düşkünlük.

bendene

  • Esvabın, giyilecek şeylerin bazı yerlerine dikilen düğme, kopça. (Farsça)

ber'

  • (Berâ, Bur', Bürü') Yaratmak. Halketmek.
  • Hastanın iyileşmesi. Sağlamlık.

bihan

  • (Tekili: Bih) İyiler, iyi adamlar. (Farsça)

bür'

  • (Büru') Hastanın iyileşmeğe başlaması.
  • Kurtulmak.
  • Fazilette ve bilgide üstünlük.

bürde

  • Hırka. Üstten giyilen libas, elbise.

came

  • Evde giyilen bol elbise. Elbise, çamaşır. Sevb, libas. (Farsça)

cübbe

  • (Çoğulu: Cübeb) Şeâir-i İslamiyeden olup, giyilmesi sünnet olan dış kıyafetini teşkil eden, bilhassa namazda giyilen uzun ve bolca bir libas.
  • Giyilmesi sünnet olan, bilhassa namazda giyilen uzun ve bolca bir giysi.
  • Namazda giyilen bol elbise.

denef

  • İyileşmeyen hastalık.

dest-vane

  • Savaşta giyilen demirden yapılmış eldiven. (Farsça)
  • Kadınların kollarına taktıkları süs eşyası, bilezik. (Farsça)
  • Meclisin baş kısmı. (Farsça)

deva-i şafi / devâ-i şâfî

  • Şifa veren, iyileştiren ilâç.

devadar

  • Devâlı, devâ verici, iyileştiren. (Farsça)

dır'

  • (Çoğulu: Dırâ'- Duru') Cevşen. Cenkte, muharebede giyilen zırh.

disar

  • (Çoğulu: Düsür) Üste giyilen kaftan, elbise.
  • Yatak çarşafı.
  • Arapçada elbise demek olduğu hâlde Osmanlıcada yalnız Farsça kaidesi ile yapılan sıfat terkiblerinde ziyadelik, çokluk, bolluk mânasında kullanılmıştır.

div-came

  • Eskiden savaşlarda giyilen kaplan veya arslan postekisi. (Farsça)

duru'

  • (Tekili: Dır) Savaşda giyilen zırhlar, cevşenler, çelik elbiseler.

düsür

  • (Tekili: Disar) Üste giyilen kaftanlar, elbiseler.
  • Yatak çarşafları.

eali

  • (Tekili: A'lâ) İtibarı ve şerefi yüksek zâtlar. İyiler. Günahtan sakınan temiz ve sâlih amel sâhibi kimseler.

ebrar / ebrâr

  • Hayırlılar, iyiler.
  • (Tekili: Berr) Özü sözü doğru olanlar, hamiyetliler. Sâdıklar. İyiler.
  • İyiler.

ebrar-ı ümmet / ebrâr-ı ümmet

  • Ümmetin iyileri. Hayırlıları.

ferace

  • Örtünecek gibi olan ve giyilen bol elbise, cübbe.
  • Kadınların üzerlerine örttükleri örtü. Bütün vücudu kaplayan geniş örtü.

gılale

  • (Çoğulu: Galâyil) Zırh altına giyilen kısa gömlek.
  • Küçük kaftan zıbını.

habat

  • Vücuttaki bir yara iyileştikten veya vücuda bir sopa ile vurulduktan sonra bedende kalan iz.
  • Davarın çok yemekten dolayı karnının şişmesi.

habcame

  • Gecelik ve pijama gibi gece uyurken giyilen elbise. (Farsça)

haftan

  • Eskiden savaşlarda zırh üzerine giyilen bir cins pamuklu elbise.
  • Kaftan.

hark ve iltiyam

  • Yarmak ve yapıştırmak. Yırtılmak ve iyileşmek.

haydariyye

  • Hırkanın altına giyilen kısa ve kolsuz elbise.

heftan

  • Zırhın altına giyilen pamuklu elbise.
  • Üstten giyilen kürk biçiminde süslü elbise. Kaftan. (Eskiden ekseriyetle taltif için, büyük kimseler tarafından liyâkat sahiplerine giydirilir veya üstlerine atılırdı.)

hıyar

  • Bir işi yapıp yapmamakta serbestlik, İslâm hukukunda alış-veriş hususunda muhayyerlik.
  • Hayırlılar, iyiler.

huban

  • Güzeller, iyiler. (Farsça)

hulüm

  • (Çoğulu: Ahlâm) Düş, rüyâ. (Rüyâ tâbiri iyilerinde; hülm tâbiri kötülerinde kullanılır.)
  • İhtilam olmak.
  • Akıl.

iade-i afiyet / iade-i âfiyet

  • Hastalıktan sonra âfiyetin iadesi. İyileşme.

ifakat / ifâkat / افاقت

  • (Fevk. den) İyileşme, hastalıktan kalkma. Hastalıktan kurtulup tamamen iyileşinceye kadar aradan geçen zaman.
  • Ayılma. Sarhoşluk veya baygınlıktan kurtulma.
  • İyileşme.
  • İyileşme. (Arapça)
  • İfâkat bulmak: İyileşmek. (Arapça)

ifakat-pezir

  • İyileşmesi mümkün, iyileşebilir. (Farsça)

ifakat-yab / ifakat-yâb

  • İfakat bulucu, iyileşen. (Farsça)

ifakat-yaft

  • Sıhhat bulan, iyileşen, hastalıktan kalkan. (Farsça)

iflah / iflâh / افلاح

  • Rahata erme, kurtulma. (Arapça)
  • İflâh etmek: Ondurmak, dertten kurtarmak. (Arapça)
  • İflâh olmak: İyileşmek, kurtulmak. (Arapça)

ihram / ihrâm / احرام / اِحْرَامْ

  • Hac ve umre için giyilen, yün, pamuk ve ketenden yapılan dikişsiz elbise.
  • Hac zamanı giyilen beyaz giysi. (Arapça)
  • Hac ve umrede giyilen dikişsiz elbise.

iksir

  • Çok te'sirli, her derde devâ sayılan mevhum cisim. Bir şeyin olmasına veya hastanın iyileşmesine sebeb olan ehemmiyetli madde.
  • Tıb: Oldukça şekerli ve kolayca alınabilen bir ilâç.
  • Eski kimyada: (Bazılarının söylediğine göre) kıymetsiz madenleri ve sair şeyleri altuna tebdile

iltiham

  • Yaranın iyi olup ağzının kapanması, etlenerek iyileşmesi.
  • Muharebenin kızışması.

iltiyam / iltiyâm / التيام

  • İyileşme, yaranın kapanması.
  • Yara iyileşmesi. (Arapça)

indab

  • (Nedeb. den) Yara iyileşip kabuk bağlama.

intiaş

  • Yorgunluktan sonra canlılık hissetme. Canlılık.
  • Hastalıktan sonra iyileşip kalkma.
  • Geçinme.
  • (Yıkılan adam) doğrulup kalkma.

işfa'

  • (Şifâ. dan) Hastaya şifalı şeyler verme. Hastanın iyileşmesi için çeşitli çarelere başvurma.

ıslah / ıslâh / اصلاح / اِصْلَاحْ

  • İyileştirmek. Düzeltmek. Kusurları gidermek.
  • Düzelme, iyileşme.
  • İyileştirme.
  • Düzeltme, iyileştirme, reform. (Arapça)
  • Islâh etmek: Düzeltmek, iyileştirmek. (Arapça)
  • İyileştirme.
  • İyileştirme.

ıslah eden

  • Düzelten, iyileştiren.

ıslah etme

  • İyileştirme, düzeltme.

ıslah etmek

  • İyileştirmek, düzeltmek.

ıslah olunma

  • Düzeltilme, iyileştirilme.

ıslah-ı hal / ıslâh-ı hâl / اِصْلاَحِ حَالْ

  • Hâlini iyileştirme.

ıslahat / ıslâhât / اصلاحات

  • İyileştirme, düzeltme.
  • İyileştirmeler.
  • Düzeltmeler, iyileştirmeler, reformlar. (Arapça)

ıslahhane

  • Islah evi, iyileştirme, düzeltme yeri.

ıslahpezir / ıslâhpezîr / اصلاح پذیر

  • Islah edilebilir, iyileştirilebilir. (Arapça - Farsça)

istifaka

  • Hastalıktan kurtulup iyileşme.
  • Sarhoşluktan ayılma.

kaba'

  • (Çoğulu: Akbiye) Üste giyilen elbise. Kaftan, cübbe.

kalensüve

  • Üzerine sarık sarılarak başa giyilen külâh.
  • Mantarın başlığı, tablası.

kaşş

  • Yaranın iyileşmesi.
  • Hasta iyi olmak.
  • Evmek.

kavnes

  • (Çoğulu: Kavânis) Atın iki kulağı arası.
  • Başa giyilen miğferin tepesi.

kellepuş

  • Başa giyilen şey. (Farsça)
  • Bir cins başörtüsü. (Farsça)

kesb-i afiyet / kesb-i âfiyet

  • Sağlığına kavuşma, iyileşme.

küreyvat-ı beyza

  • Kandaki beyaz renkte ve çok küçük kürecikler. Kan ve lenf gibi vücud mâyilerinde bulunan çekirdekli ve yuvarlak hücreler. Kırmızı küreciklere nisbetle azdırlar. Vazifeleri hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır. Ne zaman müdafaaya girseler Mevlevi gibi iki hareket-i devriye ile sür'atl

kuvve-i mutasarrıfa

  • Mütehayyile vasıtasıyla zihinde hazırlanan şeyleri tertib kuvveti.

lezk

  • Yaranın iyileşmesi, onulması.

libas

  • Giyilecek şey. Elbise.
  • Karı ve koca.
  • Mc: İctima'.
  • Şübhe kabul eden söz.

lühne

  • Misafire seferden geldiğinde verilen hediye ve armağan.
  • Savaş gününde başa giyilen tolga. Az şey.
  • Kahvaltı.

lühum

  • Cömertler. İyiler. İyi insanlar.

megafir

  • (Tekili: Miğfer) Miğferler. Eskiden muharebelerde başa giyilen demir başlıklar.

melbus

  • Giyilen. Giyilmiş olan.
  • Giyinmiş. Elbise giymiş.

melbusat / melbusât

  • Giyilecek şeyler. Elbiseler.

mesih

  • Bir şey üzerined eli yürütmek, bir şeyden ondaki eseri gidermek demektir.
  • İsa Aleyhisselâm'ın bir ismidir. Elini sürdüğü, meshettiği hastaların iyileşmesinden kinâye olarak "İsa Mesih" denmiştir.

mi'raz

  • Süs için giyilen güzel elbiseler.

mibzele

  • (Çoğulu: Mebazil) Her gün giyilen kaftan, günlük elbise.

migfer

  • Ateşli silâhların icadından evvel, muharebede kılıç, mızrak ve ok gibi harp âletlerinden korunmak için başa giyilen bir nevi başlık idi. Miğfer, zırh ile beraber bir bütün teşkil ederdi. Osmanlı miğferleri çeşitli şekillerde olmakla beraber genel olarak iki kısma ayrılırdı. Bir kısmı ince bakırdan,

minnetdar / minnetdâr

  • Birinden gördüğü iyileğe karşı mahcup ve müteşekkir kalan.

muafat

  • Afvetmek.
  • Sıhhat vermek.
  • Sıhhat ve âfiyet bulmuş, iyileşmiş kimse.
  • Hastalık veya belâdan korunma. Musibetlerden muhafaza olunma.

mücevveze

  • Eskiden başa giyilen resmi kavuk.

müdavi / müdavî

  • Tedavi eden. İyileştirmeğe hizmet eden. İlâç veren.

müfik / müfîk

  • İyileşen, ifâkat bulan hasta.

muk

  • Göz pınarı.
  • Akılsızlık.
  • Kanatlı karınca.
  • Mest üzerine giyilen çizme.

mülteim

  • (Le'm. den) İyileşen ve kapanan (yara).
  • Cem'olucu, toplanan.
  • Ulaşan, ulaşıcı.

münakkah

  • (Nakh. dan) En iyileri seçilmiş. Müntehab, güzide.
  • Soyulmuş, temizlenmiş, ayıklanmış.
  • İdâre gayesiyle fazlası kesilmiş masraf.

münakkahiyet

  • Ayıklanma, soyulma. En iyileri seçilme.

müneddeb

  • (Nedbe. den) Kapanmış ve iyileşmiş yara.

mürevvah

  • İyi edici, iyileştiren.

muslih

  • Islah eden. İyileştiren. Terbiye edici.
  • Islah eden, iyileştiren, düzelten.

muslihun / muslihûn

  • (Muslihîn) Islah edenler. Düzeltip iyileştirenler. Terbiyeciler.

müteşeffi

  • (Şifa. dan) Şifa bulan, iyileşen.
  • Öcünü, intikamını alarak rahatlaşan.

na'l

  • Nal. Ayağa giyilen tahta ayakkabı veya hayvanların ayağına çakılan demir.
  • Oturulacak yerlerin en aşağısı.

nacis

  • İyileşmez hastalık.

nakıh

  • (Çoğulu: Nukuh) Tam olarak iyileşip hastalıktan kurtulmayan.

nekahet

  • Hastalıktan yeni kalkıp henüz iyileşmiş, iyiliğe yüz tutmuş olmak hâli. Hastalıkla sıhhat arasındaki hâl.
  • Fehmetmek, anlamak, bilmek.
  • Seri intikal etmek. Çok çabuk anlayış.

nekahet devri

  • Hastalıktan yeni kalkmış fakat tamamıyla iyileşmemiş kimsenin hâli.

nekeb

  • Hastanın iyileşmesi.
  • Devenin omuzlarında olan bir hastalık.

nikan

  • (Tekili: Nik) İyiler, iyi kimseler. (Farsça)

pa-çile

  • Karda yürüyüp yol açmak gayesiyle ayağa giyilen bir çeşit ayakkabı. (Farsça)

puşide-çeşm

  • Örtünecek, giyilecek şey. (Farsça)
  • Örtü. (Farsça)

puşideni / puşidenî

  • Örtünecek, giyilecek şey. Örtü. (Farsça)

şafi / şâfî

  • Yarattıklarına şifa verip iyileştiren, sağlık ihsan eden Allah.

şafi-i hakiki / şâfî-i hakikî

  • Hastalıkları iyileştiren, gerçek şifâ verici olan Allah.

sahv

  • Ayılma, ayıklık, aklı başında olmak.
  • Hastanın iyileşmesi.
  • Tas: Kendinden geçme hâlinin sona ermesi, his âlemine tekrar dönmek.
  • Uyanıklık.

sako / صَاقُو

  • Üst tarafa giyilen elbise. (Ceket, aba, palto gibi)
  • Ceket, üste giyilen elbise.
  • Üst tarafa giyilen elbise, palto.

salah

  • Bir şeyin en iyi hâli. Rahatlık, sulh, iyileşme, düzelme, iyilik. Dine olan bağlılık. Her hayra câmi faziletlerin toplanmasında hâsıl olan yüksek bir sıfat. (Mukabili fesad ve fücurdur)

sebiha

  • Gecelik. Geceleyin giyilen elbise.

serpaş

  • Gürz. Çomak. (Farsça)
  • Eskiden muhârebelerde giyilen demir başlık. (Farsça)

serpuş

  • Başa giyilen başı örten külâh, takke, sarık. (Farsça)

sevb

  • (Çoğulu: Siyâb-Esvâb-Esvüb) Elbise. Giyilecek eşya. Kaftan. Bez. (Bunların sahibine "sevvab" derler.)
  • Rücu' manasına mastar.

seveban

  • Hastalığın iyileşmesi.

şifa / şifâ

  • Hastalıktan iyi olma, iyileşme. Hastalıktan kurtulma.
  • İyileşme, sağlıklı olma.
  • Bk.şifâ'
  • Şifa bahşetmek: Şifa vermek, iyileştirmek.
  • Şifa bulmak: İyileşmek.
  • Hastalıktan kurtulma, iyileşme, iyi olma.

şifa' / şifâ' / شفاء

  • Şifa,iyileşme. (Arapça)

şifa-bahş

  • Şifa veren, iyilik veren, iyileştiren. (Farsça)

şifa-i acil / şifa-i âcil

  • Acil şifa, hastalıktan çabuk kurtulma, çabuk iyileşme.

şifabahş / şifâbahş / شفابخش

  • Şifa verme, iyileştirme. (Arapça - Farsça)
  • Şifâbahş olmak: Şifa vermek, iyileştirmek. (Arapça - Farsça)

şifakar / şifakâr / شفاكار

  • Şifa veren, iyileştiren. (Arapça - Farsça)

şifanapezir / şifânâpezîr / شفاناپذیر

  • İyileşmez, onulmaz, şifa bulmaz. (Arapça - Farsça)

şifapezir

  • İyileşebilir, şifa bulabilir, geçebilir. (Farsça)

şifaresan / şifâresân / شفارسان

  • Şifaya erişen, hastalığı iyileşen. (Farsça)
  • Şifa veren, iyileştiren. (Arapça - Farsça)

şifayab / şifâyab / şifâyâb / شفایاب

  • Şifa bulma, iyileşme. (Farsça)
  • Şifa bulma, iyileşme.
  • Şifa bulan. (Arapça - Farsça)
  • Şifâyâb olmak: Şifa bulmak, iyileşmek. (Arapça - Farsça)

tecdi'

  • Bir kimseye iyileşmesin diye beddua etme.
  • Vücudun bir tarafını kesme.
  • Çocuğu zararlı şeylerle besleyip gelişmesini önleme.

tedavi / tedâvi

  • İlâç verme. İyileşmesi için bakma.
  • Hastalığı iyi etme tarzı.
  • İyileştirmeye çalışma.

terik

  • Muharebe vaktinde başa giyilen miğfer.

teşfiye

  • (Şifâ. dan) İyileştirme, şifalandırma.
  • Allah'ın izniyle hastaları iyileştirmek, şifaya vesile olmak.

turbuş

  • Takke, külah. Başa giyilen örtü. Fes.

usde

  • Kaftan altına giyilen küçük gömlek.

yab

  • "Yaften: Bulmak" mastarından emir kökü olup, birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Şifayab : Şifa bulan, iyileşen. (Farsça)

zayil

  • Uzun etekli gömlek.
  • Uzun kuyruklu at. (Müe: Zâyile)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın