REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te yaña ifadesini içeren 352 kelime bulundu...

aborda

  • İtl. Deniz teknelerinin rıhtıma, iskeleye veya başka bir tekneye yanlamasına yanaşması.

adem-i kabul

  • Kabule yanaşmama, bir hükme varmama.

adem-i tasdik

  • Tasdik etmeye yanaşmama; tasdiksizlik.

afaki / âfâkî

  • Havâî, herhangi bir dayanağı olmayan şey. Mekke'ye mikat sınırları dışından gelenler.

ahger

  • Ateş koru. Yanar halde olan kömür. (Farsça)

akıl ile nakil

  • Fen ve felsefe gibi akla dayanan ilimler ile Kur'ân ve hadis gibi nakle dayanan ilimler.

alem-i esbab / âlem-i esbab

  • Sebepler âlemi. Her şeyin bir sebebe dayanarak olduğu âlem. Bu dünya.

alev

  • Ateşten çıkan parlak ve yanar hava.
  • Mızrak ucuna takılan küçük bayrak, flama.

anarşizm

  • Anarşiyi istiyen tahribci bir nazariye. Anarşistlik. İnsanın insan tarafından idaresi esasına dayanan her türlü devlet, hukuk düzenlerinin adaletsiz, haksız ve zulüm olduğunu iddia eden ve devletsiz, kanunsuz, her insanın kendi başına buyruk yaşıyacağı bir düzensizlik istiyenlerin görüşü.

andezit

  • Yanardağ lâvlarının soğumuş kalıntısı.

antropomorfizm

  • Sosy. İnsan şeklinde putlara inanma ve tapma esasına dayanan batıl bir din. Allah'ı insan vasıflarıyla tasavvur eden dinî inançlar da antropomorfizm'in başka kılıkta görünüşleridir. Meselâ aslı bozulmuş Musevilik ve Hıristiyanlıkta Allahın insan şeklinde düşünülmesi antropomorfizm denilen putperestl

arifane / ârifâne / عَارِفَانَه

  • Allahı tanıyana yakışacak sûrette.

aristokrasi

  • yun. Âlimlerin ve cemiyette en iyilerin iktidarına dayanan hükümet şekli. Tarihte soylu, imtiyazlı, toprak sahibi, zenginlerin hâkimiyetine dayanan hükümet şekli. Bu şekli ile oligarşi veya plütokrasi adıyla da anılmaktadır. İmtiyazlı azınlığın, çoğunluğu idare etmesidir.

arız / ârız / عارض

  • Sonradan olan şey. Bir şeyin zâtına ve hakikatına ait ve lâzım olmayıp başka bir varlıktan bazan vâki ve kaim olan. Takılan. Yapışan.
  • Bir şeyi arz ve takdim edici olan.
  • Kalın ve geniş bulut.
  • Ön dişlerin haricindeki onaltı dişin herbiri.
  • İnsanın yanağı.
  • Yanak. (Arapça)
  • Gelen. (Arapça)
  • Engel. (Arapça)

arızan / ârızan

  • İki yanak.

arşi ve süllemi / arşî ve süllemî

  • Devir ve teselsülü inkâr maksadıyla yukarıya doğru gittikçe daralan ve tek bir yaratıcının varlığına dayanan mantıkî delil.

aşk-ı mecazi / aşk-ı mecazî

  • Fâni şeylere olan aşk. Nefis ve şehvet arzusuna dayanan aşk.
  • Tas: Kâmil bir zâtın Cenab-ı Hakk'a dâir şiddetli muhabbetinden evvel fani, dünyevî şeylere dair olan aşkı.

bahis / bâhis

  • Anlatan. Bahseden. Araştıran. Araştırıcı.
  • Bir şeye dâir bilgileri içine alan. Bir mes'eleye dair beyanatı ihtiva eden.

batıniyyun / bâtıniyyûn

  • Kurânın açık mânâlarını bir yana bırakıp gizli mânalar bulduklarına inanarak sapıtan kimseler.

ber-endaz

  • Bir yana atan. Yukarı kaldırıp atan. (Farsça)

ber-taraf

  • Bir yana atılan, ortadan kalkan.
  • Bertaraf etmek: Ortadan kaldırmak, yok etmek.

berh

  • Balık, semek. (Farsça)
  • Parça, kısım, hisse, nasib. (Farsça)
  • Su birikintisi. (Farsça)
  • Şimşek, berk. (Farsça)
  • Yaş olan odunun, yanarken çıkardığı yaşlık. (Farsça)

bertaraf / برطرف

  • Bir tarafa atılan, bir yana atılmış, ortadan çıkmış, zâil olmuş. (Farsça)
  • Çıkarılıp bir yana atılan.
  • Bir yana. (Farsça - Arapça)
  • Giderilmiş. (Farsça - Arapça)
  • Bertaraf etmek: Gidermek. (Farsça - Arapça)
  • Bertaraf olmak: Giderilmek. (Farsça - Arapça)

bi'l-yakini'l-kat'i / bi'l-yakîni'l-kat'î

  • Kesin bilgiye dayanarak.

bilaz

  • Kaçkın kimse.
  • Yemeği doyana kadar yiyen.
  • Kısa boylu adam.

binaberin / binâberin / بنابرین

  • Bundan dolayı, buna dayanarak. (Arapça - Farsça)

binaen / binâen / بناء / بِنَاءً

  • -dayanarak.
  • ...den dolayı, bu sebepten. Mebni ve müstenid olarak. Dayanarak.
  • Dayanarak, bu sebeple.
  • Dayanarak, göre. (Arapça)
  • Dayanarak.

bolşevik / بُولْشَوِيكْ

  • Çoğunluktan yana anlamına gelen Rusça kelime, 1903 yılında düzenlenen Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin İkinci Kongresi'nde Vladimir Lenin ve Julius Martov arasında yeni kurulmakta olan partinin üyelik tanımı üzerine başlayan görüş ayrılığı sonucu yaşanan ayrışmadaki taraflardan Lenin yanlısı grup.

bolşeviklik

  • Bolşevik, çoğunluktan yana anlamına gelen Rusça kelime, 1903 yılında düzenlenen Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin İkinci Kongresi'nde Vladimir Lenin ve Julius Martov arasında yeni kurulmakta olan partinin üyelik tanımı üzerine başlayan görüş ayrılığı sonucu yaşanan ayrışmadaki taraflardan Lenin yanlısı grup. Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça çoğunluk anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.

    Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği'ni kuracaklardır.


bürhan-ı akliyye

  • Akla dayanan bürhan.

bürkan

  • Yanardağ, volkan, lavlar saçan dağ.

cahim

  • Şiddetli ve kat kat birbiri üzerine yanan ateş. Çukur yerde yanan ateş.
  • Cehennem'in bir tabakası.

cahme

  • Nazar değdiren göz.
  • Kat kat ve şiddetli yanan ateş.

can-fersa

  • Can dayanamıyacak derecede. (Farsça)

canhıraş

  • Dayanamıyacak derecede acı ve keder veren. (Farsça)

çarmih / çârmîh

  • Dört çivi. Birbiri üzerine dikey olarak konulmuş iki tahtadan meydana gelen, suçluları îdâm etmek için kullanılan haç şeklindeki darağacı. Bu cezâya çarptırılan kişi iki yana açılmış kollarından ve bağlanmış ayaklarından çivilenerek öldürülürdü.

cebr-i keyfi / cebr-i keyfî

  • Hiçbir hukukî dayanağı olmayan keyfî zorlama.

cefa-keş

  • Eziyete dayanan, cefa çeken, acıya katlanan. (Farsça)

celcelutiye / celcelûtiye

  • Peygamberimizin (a.s.m.) derslerine dayanarak, ebced ve cifir hesabıyla ilgili, Hz. Ali tarafından yazılan bir kaside.

cereyan-ı müstebidane

  • Baskı ve zülme dayanan despotizm ve diktatörlük akımı.

cevher-i beyani / cevher-i beyanî

  • Beyâna dair cevher.

cumhuriyet

  • Devlet reisi, millet veya Millet Meclisleri tarafından seçilen hükümet şekli. Demokraside temsili hükûmet şekli. Halkın hür olarak seçtiği temsilciler (Millet vekilleri ve senatörler) aracılığı ile egemenliğini, (hâkimiyetini) kullanmasına dayanan hükûmet şekli. Cumhuriyetin birbirinden farklı üç ta

da'da'

  • "Güzel dur" mânasına gelir ve düşecek ve dayanacak yerde söylenir.

daire-i şeriat

  • Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin bulunduğu daire.

delail-i nakliye / delâil-i nakliye

  • Âyet ve hadis gibi nakle dayanan deliller.

delil-i nakli / delil-i naklî

  • Kur'ân ve hadîs gibi nakle dayanan delil.

delil-i şuudi / delîl-i şuûdî

  • Görgüye dayanan delil.

demokrasi

  • yun. (Demos: Halk; Kratia: İdare, iktidar) Halk iktidarına dayanan hükümet şekli. Devlet iktidarını elinde bulunduranların, halkın çoğunluğunun iradesiyle seçildiği hükümet şeklidir. Tatbikatı üç şekildir:1- Vasıtasız hükümet şekli: Halk, devlet iktidar ve hâkimiyetini vasıtasız olarak kullanır. Kan

destek

  • Bir şeyin yıkılıp devrilmemesi için, o şeye vurulan payanda, dayanak. (Farsça)
  • Küçük el. (Farsça)
  • Yün ve pamuk gibi şeyleri eğirmeye yarıyan âlet. (Farsça)
  • Dayanak.

dim

  • Yüz, yanak, çehre, surat. (Farsça)

dirayet

  • Zekâ, bilgi. Kuvvetli tecrübe sahibi olmak.
  • Fetanet. Temkin ve tecrübeye dayanan akıl.

diyanet ve şeriat-ı islamiye / diyanet ve şeriat-ı islâmiye

  • Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi; İslâmiyet.

ebedi / ebedî / اَبَد۪ي

  • Sonu olmayana âit, sonsuz.

ebru / ebrû

  • Kaş, dalga dalga kırmızı yanak, bir süsleme sanatı.

edlem

  • Karayağız, siyah adam.
  • Kara eşek.
  • Uzun yanaklı.
  • Uzun boylu.

ehl-i nazar ve felsefe

  • Tecrübeye dayanarak görüş ve düşünce sahibi olanlar ve felsefeciler.

ekle

  • Bir kere doyana kadar yemek.

ezeli / ezelî / اَزَلِي

  • Başlangıcı olmayana ait.

ezvet

  • Küçük yanaklı.

faraziye

  • (Hipotez) Var sayma, kabul. Bir hâdiseyi, bir olayı açıklamak, bir düşünceyi isbat etmek için isbatı yapılmamış başka düşünceleri dayanak olarak alma. Müsbet ilimlerde araştırmanın bir merhalesini meydana getirir. İncelenen hâdiseyi açıklaması muhtemel olan faraziyeler düşünülür. Faraziyenin doğrulu

farzi / farzî

  • Farzedilene, tahmin olunana dair. Takdir ve tahmin usulüne dayanan ve ona müteallik.

faşizm

  • Irkçılığa dayanan diktatörlük rejimi. (Fransızca)

favori

  • Sakalın kulak hizasından yanağa doğru inen kısmı. (Fransızca)
  • Bir müsabakayı kazanacağı tahmin edilen şahıs, takım veya hayvan. (Fransızca)

felsefe

  • Madde, hayat, yaratılış, kâinât, ruh, ölüm, ölüm sonrası gibi konularda insan gücünün akla dayanarak ortaya koyduğu düşünce ve görüşlerin tamâmı. Beğendiği düşüncelerini hakîkat olarak anlatmak, yaldızlı, heyecan verici laflarla inandırmaya çalışmak. Tecrübeye, hesâba dayanmayan şahsî düşünceler.

fenn-i ziraat / fenn-i zirâat

  • Ekin ekme ve içme hususunda olan bilgi ve tecrübeye dayanan bu husustaki ilim kolu.

ferid-i asru'z-zaman / ferîd-i asru'z-zamân

  • Asrın ve zamanın biricik, benzersiz insanı, doğrudan Kur'ân'a dayanan büyük kişisi.

feverana getirme

  • Coşturma, galeyana getirme.

fevziye

  • Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması üzerine II.Sultan Mahmud tarafından eski odalar mevkiine verilen isimdir. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması esnasında, yeni odalar Kara Cehennem'in attığı yağlı paçavralarla yanmış, eski odalar da ocağın ilgasından birkaç gün sonra yıktırılmıştır. Gerek yanan ve gerekse

feza' / fezâ'

  • Korkma, dayanamama, ümitsizlik.

firaş-ı sahih

  • Fık: Nikâh ve mülk-i yemine müstenid bulunan istifraş. Mülk-i yemin, bir kimsenin temellükünde bulunan cariye demektir. Binaenaleyh bu iki şarta dayanan istifraştan, meydana gelecek çocuk, varis addolunur. Ancak, cariyeyi istifraşta husule gelen çocuğun kendisinden olduğunu müstefrişin söylemesi lâz

fukara-i sabirin / fukara-i sâbirin

  • Sabreden, dayanan, oruç açmayan fakirler.

gamz

  • Kaş ve gözle işaret, göz kırpmak.
  • Çene veya yanak çukurluğu.

gamze / غمزه

  • Çene veya yanak çukuru.
  • Göz kırpma, gözle işaret, Nâz ile bakma, süzgün bakış.
  • Çene veya yanak çukurluğu.
  • Yanak çukuru. (Arapça)
  • Çene çukuru. (Arapça)
  • Süzgün bakış. (Arapça)

goncaruhsar / goncaruhsâr / غنجه رخسار

  • Yanağı goncaya benzeyen. (Farsça)

gül-i ruhsar

  • Gül yanaklı. (Farsça)
  • Mc: Mânevi çok güzellik sahibi. Çok sevilen. (Farsça)

gülgune

  • Gül renkli. (Farsça)
  • Gül yanaklı. (Farsça)
  • Kadınların kullandıkları gül rengindeki düzgün. (Farsça)

gülizar / گلعذار

  • Gül yanaklı, alyanaklı. (Farsça)
  • Gül yanaklı, pembe yanaklı. (Farsça - Arapça)

gülruh

  • (Gül-ruhsar) Güzel yanaklı güzel, yanakları pembe olan güzel. (Farsça)

gülruy

  • Yüzü gül gibi güzel ve kızıl renkli olan. Al yanaklı. (Farsça)

habe

  • Zarara ziyana uğradı (mânâsına fiil).

hadd / خد

  • Yol.
  • İnsan cemaatı.
  • Bir şeye tesir ederek iz bırakmak.
  • Yanak, yüz, vecih.
  • Yeri kazmak, yeri yarmak.
  • Yanak. (Arapça)

haddan

  • İki yanak.

haibin / haibîn

  • (Tekili: Hâib) Zarar ve ziyâna uğrayanlar.
  • Mahrum olanlar.
  • Me'yus olanlar, üzülenler.

hakikat-şinasane / hakikat-şinasâne

  • Gerçeği, hakikatı tanıyana yakışacak surette. (Farsça)

hakk-binane / hakk-bînane

  • Hakkı tanıyana göre. (Farsça)

hannane / hannâne

  • Resûlullah efendimizin dayanarak hutbe okuduğu, Mescid-i Nebevî'de dikili bulunan hurma kütüğü.

harık

  • Yakan, yakıcı. Yanan, tutuşmuş. Ateş, od.

hasir / hâsir

  • Hasarete uğrayan. Zarara, ziyana uğrayan.

hasiren / hâsiren

  • Ziyana uğrayarak, zarar gördüğü halde.

hasirin / hâsirîn

  • (Tekili: Hâsir) Zarar görmüş olanlar, ziyana uğramış kimseler.

hasirun / hâsirun

  • Zarar ve ziyana uğrayanlar. Eli boş kalanlar.

haşv

  • (Haşiv) (Çoğulu: Ahşâ) Tıb: Vücudun içindeki uzuvlardan her birisi.
  • Minder, yastık gibi şeylerin içini dolduran pamuk, kuru ot.
  • Kırılması ihtimali olan eşyanın arasına konan yumuşak, ot gibi şey.
  • Edb: İbarede lüzumsuz söz bulunması, aynı mânada iki kelimeyi yanyana sö

hem-zanu

  • Diz dize oturup konuşan, yan yana oturan. (Farsça)

hercai / hercâî

  • Yanar döner, gelgeç.

hicri tarih / hicrî tarih

  • Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) Mekkeden Medine'ye hicret ettiği günü başlangıç olarak alan tarih. Milâdi ve Rumi tarihler gibi oniki ay esasına dayanan hicri sene, Muharrem adı verilen ayla başlar, zilhicce ile sona erer. Oniki ayın adları şunlardır: Muharrem, safer, rebiül-evvel, rebiül-âhi

hikmet-i tecrübiye

  • Tecrübeye dayanan hikmet ve ilim.

hikmet-i teşri'

  • (Hikmet-i teşriiye) Şeriata dayanan kanun yapma ilmi. Şer'î ve Rabbanî kanunların hikmeti.

hilafetpenah

  • Hilafetin dayanak yeri. Halifeliği haiz bulunan, hilafeti koruyan kimse. Halife, padişah. (Farsça)

hüccetü'l-islam / hüccetü'l-islâm

  • İslâmın dayanağı.

hudud

  • (Tekili: Hadd) Yanaklar.
  • Cemâatler.
  • Yeri kazmalar. Yeri yarık etmeler.
  • Çiçek yaprakları.

hükmi / hükmî

  • Hükme dair. Hükme âit ve müteallik. Bir karara dayanan, itibâri olan.

humeme

  • (Çoğulu: Humem) Kömür.
  • Kara kül.
  • Her ateşte yanan nesne.

humret

  • Utanma duygusundan dolayı yanaklarda oluşan kızarıklık; utanma.

huruf-u şemsiye

  • Gr: "El" harf-i tarifinin "lâm" harfi ile yan yana geldiğinde, kendisi okunmayıp "Lâm" harfine kalboluyorsa, o harflere "huruf-u şemsiye" harfleri denir. (Te, se, dal, zel, rı, ze, sin, şın, sad, dat, tı, zı, lem, nun harfleri) Meselâ: El-turab yazılıyor, etturab okunuyor. El-şems yazılıyor, eşşems

i'timaden

  • İtimad ederek, dayanarak, güvenerek.

ibtina'en / ibtinâ'en / ابتناء

  • Dayanarak. (Arapça)

ibtinaen

  • İbtinâ ederek, mübteni olarak, dayanarak.

icne

  • Tıb : Yanak kemiği.

içtihad-ı şer'i / içtihad-ı şer'î

  • Şeriat hükümlerine dayanarak yapılan içtihad.

içtihadat / içtihadât

  • İçtihatlar; dinen kesin olarak belirtilmeyen konularda Kur'ân ve hadîse dayanarak hüküm çıkarma işlemleri.

içtihadat-ı şer'i / içtihadât-ı şer'i

  • Şeriat hükümlerine dayanarak yapılan içtihatlar.

içtihadi / içtihadî

  • İçtihatla ilgili; dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur'ân ve hadise dayanarak hüküm çıkarmayla ilgili olan.

ictima-i sakineyn / ictima-i sâkineyn

  • İki sessiz harfin yanyana bulunması.
  • Ast: İki gezegenin yan yana gelmesi.

ictinah

  • Bir yana eğilme, meyletme.
  • Secde etme.
  • (Hayvan) bir tarafa meyilli koşma.

idhan

  • (Duhân. dan) Tütme. Yanarak dumanı çıkma.

ihnac

  • Bir şeyi bir yana eğme.

ika' / ikâ'

  • Dayanma, istinad etme.
  • Dayanacak bir şey verme.

iktirab

  • (Kurb. dan) Yanaşma, yaklaşma, takarrüb.

ilm-i yakin / ilm-i yakîn

  • İlmî delillere dayanan kesin bilgi.

ilmelyakin / ilmelyakîn

  • İlmî ve sağlam delillere dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak derecede kesin bilme.

iman-ı taklidi / iman-ı taklidî

  • Araştırmaksızın, taklide dayanan iman.

imtina / imtinâ

  • Çekinme, yanaşmama, imkânsız olma.

inadi / inâdî

  • İnada dayanan.
  • İnada dayanan.

indi / indî / عندی

  • Kişisel, kişinin kendi kanısına dayanan. (Arapça)

indifa-i bürkani / indifa-i bürkanî

  • Volkan püskürüğü, yanardağdan çıkan lâvlar.

inhirat

  • Bilmediği bir işe danışmadan girişme.
  • Zarar verme, ziyana sokma.
  • İpliğe boncuk dizme.
  • Beden çelimsizlenip zayıflama.
  • Bir yola süluk etme, girme.

intibaha düşen

  • Uyanan.

intibaha gelen

  • Uyanan.

ıntıfa

  • Sönme. Yanarken sönme. Ortadan kalkma.

iskele

  • Binada yüksek yerleri yapabilmek için kurulan geçici sal.
  • Deniz nakil vasıtalarının yanaşabilmeleri için deniz kıyısında yapılan yer.
  • Deniz kenarında ve deniz vasıtalarının yanaşmasına elverişli kasaba.
  • Bir memleketin deniz yolu ile yapılan ticaretine vasıta olan lima

istidlal / istidlâl

  • Delil getirmek. Bir delile dayanarak netice çıkartmak. Delile nazar etmek. Muhakeme. Mülahaza ve anlama kudreti. Delil ile anlamak. Zihnin eserden müessire veya müessirden esere intikali.
  • Bir delile dayanarak bir şeyden netice çıkarmak. Delil getirerek anlamak.
  • Delil getirme, delile dayanarak hüküm çıkarma.

istidrac

  • Derece derece yükselmeyi isteyiş.
  • Ist: Hakkı ve hakiki değeri olmadığı halde ve kabiliyetsizliğine rağmen bir kimsenin kesret-i nimete mazhar olması ve bu sebeple küfür ve isyana devam etmesi ile azab ve gazab-ı İlâhiyeye yaklaşması.

istinad eden

  • Dayanan.

istinaden / istinâden / استنادا / اِسْتِنَادًا

  • İstinad ederek. Dayanarak, güvenerek.
  • Dayanarak.
  • Dayanarak.
  • Dayanarak. (Arapça)
  • Güvenerek. (Arapça)
  • Dayanarak.

istinadgah / istinadgâh / استنادگاه

  • Dayanak.
  • Dayanacak yer. Güvenecek yer veya kimse. (Farsça)
  • Dayanak.
  • Dayanak. (Arapça - Farsça)

istinadgah-ı manevi / istinadgâh-ı manevî

  • Mânevî dayanak noktası.

istinadi nokta / istinadî nokta

  • Dayanak noktası.

istinat eden

  • Dayanan.

istinatgah / istinatgâh

  • Dayanak noktası.

istinatsız

  • Dayanak noktası olmadan.

itka' / itkâ'

  • Koltuk altına yastık veya dayak koyma. Dayanacak bir şey kullanma.
  • Yaslanma.

ittifak ve tahkik

  • Bir gerçek üzerinde birleşme ve delillere dayanarak ispat etme.

ittisak

  • Yan yana dizilme, sıralanma.

izar / izâr / عذار

  • Yanak. İnsanın yüzündeki yanak kısmı.
  • Yanak. (Arapça)

ıztımar

  • Atı, idman yaptırarak yola dayanabilecek şekilde kuvvetlendirme.
  • İnce belli olma.

kademkeş

  • Ayağını çeken. Yanaşmayan, gitmeyen. (Farsça)

kaffe-i esbab-ı sübutiye / kâffe-i esbab-ı sübutiye

  • Bir meselenin sağlam dayanaklara sahip olduğunu gösteren sebepler.

kanun / kânun

  • Ocak. Ateş yanan yer. Zaman.
  • Kış mevsimi.
  • Sakil, ağır adam.
  • Kış mevsiminin ilk iki ayı.
  • Mangal. Soba.

karin / karîn

  • Yan yana, yakın.

katran

  • (Katıran) Siyah, sert kokulu, süretle yanan, hararetli, keskin ve suda erimeyen bir madde.

kele

  • Yanak. (Farsça)

keşende

  • "Çeken, çekici" mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapmakta kullanılır. Meselâ: (Mihnet-keşende: Mihnet çeken.) (Farsça)
  • Dayanan, tahammül eden, mütehammil. (Farsça)

kimya

  • Basit cisimlerin hususiyetlerini, bu cisimlerin birbirlerine olan tesirlerini ve bundan ileri gelen birleşmeyi inceleyen ilim. Basit maddelerdeki değişikliği anlamağa çalışan ilim kolu.
  • Edb: Aşk.
  • İlâç.
  • Tas: Mevcud olana kanaat ve elde edilmesi mümkün olmayana ait arzu

kısas

  • Cinayette ödeşmek. Bir suç işliyenin aynı şekilde cezalandırılması. Öldürme veya yaralanmada suçlu olana aynı şeyin yapılması. Suçsuz yere adam öldürene veya yaralayana şeriatın aynı cezayı tatbik etmesi.

kıvam

  • Dayanak, direk, temel.

kıyasat-ı temsiliye / kıyâsât-ı temsiliye

  • Benzetmeye dayanan kıyaslar.

külhan

  • Kor hâlinde yanan ateş.

külsum

  • Yuvarlak yüzlü.
  • Yanağı ve yüzü etli olan.

kureyş

  • Kökü Hz. İbrahim'e (A.S.) dayanan, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in de (A.S.M.) mensub olduğu Arab kabilesi.
  • Kökü Hz. İbrahim'e dayanan Peygamberimizin mensup olduğu meşhur Arap kabilesi.

kureyş kabilesi

  • Kökü Hz. İbrahim'e dayanan Peygamberimiz Hz. Muhammed'in mensup olduğu meşhur arap kabilesi.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

kütle-i nariye / kütle-i nâriye

  • Yanan ve ışık veren gök cismi.

kütüb-ü mukaddese-i semaviye / kütüb-ü mukaddese-i semâviye

  • Vahye dayanan kutsal kitaplar—Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'ân-ı Kerîm.

kütüb-ü semavi / kütüb-ü semâvi

  • Vahye dayanan kutsal kitaplar.

kuvve-i maneviye-i itikad / kuvve-i mâneviye-i itikad

  • İnançtaki mânevî kuvvet, dayanak.

kuvvetü'z-zahr

  • Dayanak, insanların arkalarını dayadıkları güç.

lalehadd

  • Lâle yanaklı. Yanakları pembe renkte olan. (Farsça)

laleruh

  • Lâle yanaklı. Yanağı lâle gibi pembe olan. (Farsça)

laleruhsar

  • Lâle yanaklı, al yanaklı. (Farsça)

lav / lâv

  • Yanardağların ve volkanların ağızlarından püskürüp soğuyunca donan madde. (Fransızca)
  • Yanardağların ve volkanların ağızlarından püsküren sıvı ateş.

leç

  • Yanak. (Farsça)
  • Yüz. (Farsça)

lefif

  • Sarılmış, dürülmüş.
  • Gr: Kökü üç harfli olduğunda iki harfi "elif" veya "yâ" nın yan yana olduğu kelime.

lefif-i makrun

  • Kökündeki "elif" veya "ya" nın yan yana olduğu kelime.

leh / له

  • Bir kimseden veya birşeyden yana olma, yandaşlık.
  • Yan, yana, yararına. (Arapça)

lett

  • Bağlama.
  • Karıştırma.
  • Vurma, dövme, dayak atma.
  • Yanaşma, yaklaşma.

levaic

  • (Tekili: Lâice) Kalbleri aşk ateşiyle yananlar.

limmi / limmî

  • (limmiye - lümmi) (Niçin mânâsındaki "lime" den) Aleni. Açık.
  • Nazari. Akla dayanan.

lüküs

  • Kuvvetli ışık veren, petrol veya gazla yanan bir tür lamba.

ma'kul-ül-ma'na

  • Bir sebebe, illete ve maslahata dayanan şer'i mesele. (Fakat, hakiki sebeb ise emr-i İlâhidir.) Bir hikmete ve bir maslahata binâen tercih edilmiş veya o hükmün teşriine müreccih olmuş olan şer'i mes'ele.

magma

  • yun. Jeo: Yanardağlardan çıkan hamur kıvamındaki yoğun madde.

mahruk

  • Yanan. Yanmış.

mahrukat

  • Yakılacak madde. Yanan şeyler.

mahz-ı vahy

  • Tamamen vahye dayanan; her yönüyle vahiy olan.

maile / mâile

  • Coğ: Dağların bir yana doğru alçalıp giden taraflarından her biri.
  • Eğri, eğilmiş.

me'sur / me'sûr

  • Esir edilmiş, tutsak, yolu kesilmiş. Dinî geleneklere uygun olan, rivayete dayanan.

mebni / mebnî / مبنى / مَبْن۪ي

  • Yapılmış. Kurulmuş.
  • Bir şeye dayanan. Nazar ve itibâr ve isnad olunarak.
  • ... den dolayı... e binâen.
  • Gr: Son harfi harekesi değişmeyen kelime. Tasrife tâbi olmayan (fiil çekimine uğramıyan) kelime.
  • Yapılmış kurulmuş.
  • Bir şeye dayanan.
  • ...den dolayı.
  • Kurulan, dayanan.
  • Dayanan. (Arapça)
  • Bina edilmiş. (Arapça)
  • Bina edilen, dayanan.

mebni olan

  • Dayanan, istinad eden.

mecazi / mecâzî / مَجَاز۪ي

  • Hakîkî olmayana âit.

medar / medâr

  • Dayanak noktası, eksen.

medar olan

  • Dayanak noktası olan, kaynak olan.

medar-ı hayat / medâr-ı hayat

  • Hayat dayanağı, yaşamın dayanak noktası.

medar-ı istinad / medâr-ı istinad

  • Dayanak noktası.

medar-ı nübüvvet

  • Peygamberliğin sebebi, dayanak noktası.

mededcuyane

  • Medet isteyene, yardım arayana yakışacak surette. (Farsça)

mekruh

  • İğrenç, nahoş görülen şey.
  • Fık: Şeriatın haram etmediği, fakat zaruret olmadan yapılmasına izin vermediği, zanna dayanan delil ile işlenmesi caiz olmayan iş.
  • Mihnet. Şiddet.

memil / memîl

  • Meyletme, bir yana eğilme, temâyül etme.

menba-ı istinad

  • Dayanak noktası, dayanılan kaynak.

menfaat-i cüz'iye-i gururiye / menfaat-i cüz'iye-i gurûriye

  • Gurura dayanan küçük ve kişisel menfaat.

menkulat

  • Nesilden nesile veya ağızdan ağıza yayılıp duyulan. Nakle dayanan bilgiler. Nakledilenler.

mermaz

  • (Çoğulu: Merâmız) Harâretinden, üzerindeki yanacak gibi olan kumluk yer.

meş'ale

  • Aydınlatıcı âlet. Lâmba, kandil. Ucunda ateş yanan değnek.

mesele-i içtihadiye

  • Dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur'ân ve hadise dayanarak hüküm çıkartmayla ilgili olan mesele.

mesned / مسند

  • Dayanacak yer, nokta.
  • Mertebe. Makam.
  • Destek.
  • Dayanak.
  • Dayanak.
  • Dayanak. (Arapça)
  • Makam. (Arapça)

meşrutiyet

  • Başında hükümdar bulunmakla birlikte seçimle belirlenmiş bir yasama meclisine dayanan, yürütmesi denetime açık anayasal idare şekli; Osmanlılarda 1876 anayasasıyla başlayan, 1908 değişikliğiyle devam eden hukukî ve siyasi döneme verilen ad.

mevadd

  • (Tekili: Madde) Fezâda, boşlukta yer kaplayan varlıklar. Maddeler. Cisimler.
  • Kısımlar.
  • Kanunlar. Kaideler. İşler. Hususlar.
  • Söz ve beyana sebeb olan mevcudat. Her şeyin aslı, mayası.

mevhum / mevhûm

  • Vehmolunmuş, aslı esâsı yokken zihinde kurulmuş olan, kuruntuya dayanan. Hayâlî.

mevsuk / موثوق

  • Kendisine inanılır olan. Şâyân-ı itimad olan.
  • Sağlam.
  • Vesikalı. Delile dayanan hakikat.
  • Güvenilir, belgeye dayanan. (Arapça)

miladi / miladî / milâdî

  • Milada ait. Milada dayanan. Ekser Avrupalıların takvim başlangıcı yaptıkları Milad yılına ait.
  • İsa'nın (A.S.) doğumundan itibaren başlayan takvim ki, miladî tarih denir.
  • Milada dayanan.

mübteni / mübtenî / مبتنى

  • (Binâ. dan) Bina edilmiş, kurulmuş, kurulu.
  • Dayanan, istinad eden, müstenid.
  • Dayanan. (Arapça)

müdafaa

  • Bir hücuma ve zarar veren bir harekete karşı durmak. Def'etmek. Savmak.
  • Düşman hücumunu men'etmek.
  • Mahkemede: İddiacının dâvasını def' edecek bir surette bir iddia dermeyân etmek, beyânatta bulunmak.

müdafaat-ı ilmiye

  • Delil ve bilime dayanan müdafaalar, savunmalar.

muhtazıb

  • Renklenen, boyanan.

muhterik / مُحْتَرِقْ

  • Ateşle yanmış olan. Yanan.
  • Yanan.
  • Yanan, yanmış.

mukaddesat-ı ahlakiye / mukaddesat-ı ahlâkiye

  • Ahlâka dayanan mukaddes şeyler.

mukaddesat-ı semaviye

  • İlâhî emre ve vahye dayanan mukaddes şeyler.

mukarenet

  • Yan yana olma.

mülasaka

  • Ulaşma, yanaşma.
  • Bitişme, yapışma, iltisâk etme.

mülasık

  • (Lüsuk. dan) İltisaklı. Bitişik. Yapışık. Yanyana bulunan.

mülevvin

  • (Levn. den) Boyanan.
  • Renk veren. Telvin eden.

munsabig

  • (Sıbg. dan) Boyanan, insibâg eden.

murassa'

  • Süslü. Kıymetli taşlarla süslenmiş. Sırmalı.
  • Birbirine yanaştırılmış. Oturtulmuş.
  • Edb: İki mısra veya iki fıkrası birbiri ile aynı vezin ve kafiyede olan söz veya beyit.
  • Bir nevi yazı.

müsbet ilimler

  • (Pozitif ilimler) Tecrübe ve müşâhedeye dayanan ve nazari olmayan maddi ilimler. Herkesin kabul ettiği ve isbat vasıtaları ile doğruluğu isbat edilen ilimler.

müşedded

  • Kuvvetlendirilmiş, şiddeti artırılmış.
  • Gr: İki defa yanyana okunan harf, şeddeli harf. Böyle harflere huruf-u müşeddede denir.

müspet ilim

  • Pozitif ilim, ispata dayanan ilim.

müştail

  • (Şa'l. den) Yanan, tutuşan, alevlenen.

mustarıf

  • Çıkarı ve menfaati için her yana başvuran.

mustazhir

  • (Zahr. dan) Dayanan, arka veren.

müstazhir

  • (Zahr. dan) Dayanan, arka veren.

müstazhiren

  • (Zahr. dan) Arka vererek, dayanarak.

müstenid / مستند / مُسْتَنِدْ

  • Bir şeye dayanan. Bir şeyin üzerine koyulmuş.
  • İstinad eden, dayanan, güvenen.
  • Bir delili, şâhidi olan.
  • Dayanan.
  • Dayanan. (Arapça)
  • Dayanan.

müsteniden / مستندا / مُسْتَنِدًا

  • Dayanarak.
  • İstinad ederek, dayanarak, güvenerek.
  • Bir delil ve şâhid göstererek.
  • Dayanarak.
  • Dayanarak. (Arapça)
  • Dayanarak.

müstenit

  • Dayanan, destek alan.

müsteykız

  • (Yakaz. dan) Uykudan uyanan, istikaz eden.

mutatarrif

  • Bir yana çekilen.

mutazarrır

  • Zarar ve ziyana uğrayan, zarar görmüş olan.

müteakkılane / müteakkılâne

  • Anlayana yakışır şekilde. (Farsça)

müteannitane / müteannitâne

  • Yanlış arayana, yanlışlıklar çıkarmaya uğraşana yakışır surette. (Farsça)

mütearric

  • Bir tarafa meyleden, bir yana eğilen.

mütehammil / متحمل

  • Tahammül eden, katlanıp sabır ile kabul eden. Dayanabilen, kaldırabilen.
  • Tahammül eden, dayanan.
  • Yüklenen, dayanan, tahammül eden.
  • Dayanan. (Arapça)

mütehammilane / mütehammilâne

  • Tahammül ederek, dayanarak.
  • Yüklenerek. (Farsça)
  • Tahammül ederek, dayanarak. (Farsça)
  • Tahammül ederek, dayanarak.

mütehammilin / mütehammilîn

  • (Tekili: Mütehammil) Tahammül edenler. Katlanıp sabrederek kabul edenler. Dayanabilenler. Kaldırabilenler.

mütelevvin / متلون

  • Renkten renge giren, yanar döner. (Arapça)

mütemessik

  • Temessük eden. Sıkı sıkı yapışıp tutan.
  • Bir delil ve şahide dayanan, delile istinad eden.

mütenafir

  • Birbirinden nefret eden, ürken. Birbirini görmek istemeyen.
  • Edb: Yanyana gelişleri ile söylemede zorluk çıkaran kelime veya harf.

müterasıf

  • Saf şeklinde birbirine yanaşıp sıkışmış olan.

mütereffihane / mütereffihâne

  • Rahat ve bolluk içinde yaşıyana yaraşır yolda. (Farsça)

mütesanid / mütesânid

  • Dayanan.

mütesebbit

  • Sebat gösteren, sebat eden, dayanan.

mütevakkıd

  • Tutuşan, tutuşup yanan.

müteveccihane / müteveccihâne

  • Bir yana dönerek, teveccüh edip yönelerek. (Farsça)

müteveccihin / müteveccihîn

  • (Tekili: Müteveccih) Bir yana dönenler. Teveccüh edip yönelen kimseler.

mütevessid

  • Yastığa dayanan.

mütevessiden

  • Yastığa dayanarak.

muvazi / muvazî

  • Birleşmeden ve ayrılmadan iki şeyin yanyana bir arada uzayıp gitmesi. Paralel.

nakli / naklî

  • Nakle dayanan, kitap ve sünnete dayalı olan.
  • Taşıma ile ilgili.
  • Nakliye ile, taşıma ile ilgili.
  • Akla değil de nakle dayanan, yani söylenen hakikat.

nakli delil / naklî delil

  • Kur'ân ve hadis gibi nakle, haberlere dayanan delil.

nakş-bendi / nakş-bendî

  • Kalbde zikir yoluyla, tefekkür ile İlâhî sevgiyi, uyanıklığı nakşa çalışan mânâsiyle, Şeyh Bahâüddin Nakş-bendî nâmındaki azîm bir velinin kurduğu ve en ziyade hafî zikre dayanan tarikata mensub olan. (Silsile-i Nakşî'nin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbanî (R.A.) Mektubat'ında demiş ki: "Ha (Farsça)

nazm

  • Kelimeleri inci gibi yanyana dizmek.

nazm-ı ilahi / nazm-ı ilâhî

  • Allahü taâlâ tarafından yanyana dizilen mübârek sözler, Kur'ân-ı kerîm.

nekf

  • Göz yaşını yanağından parmağıyla silip gidermek.
  • Kuyudan su çekmek.
  • Arlanmak.

nesc

  • (Nesic) Dokunuş, dokuma.
  • Canlı mahluklardaki hücrelerin, Allah'ın (C.C.) kudretiyle ve kanunu dâiresinde yanyana gelip birleşerek uzuvların yapılışı. (Meselâ: Hayvanlarda deri, kemik, et vesâir kısımların yapılışı gibi)

nev'

  • Çeşit, sınıf, cins.
  • Taleb etmek. Meyletmek, eğilmek. İki yana sallanmak.

nokta-i islamiyet / nokta-i islâmiyet

  • (Dayanak noktası olarak) İslâmiyet noktası.

nokta-ı istinad

  • Dayanak noktası.

nokta-i istinad

  • Dayanak noktası.

nokta-i istinat

  • Dayanak noktası.

nokta-yı istinad

  • Dayanak noktası.

nükte

  • İnce mânalı söz, idraki ve anlaşılması nezâket ve zarifliğe dayanan nazik husus. İbarenin asıl mânasından başka olan nazik ve lâtif mânâ, dikkatle anlaşılabilen ince mânâ.
  • Yere ağaçla vurup eser bırakmak.

paderpa

  • (Pâ-der-pâ) : Ayak ayağa. Yanyana. (Farsça)

penah / penâh

  • Sığınak, dayanak.

piyango

  • Bir kumar çeşidi. Mülk sâhiblerinin haklarının miktarlarını değiştirmek veya ortaklardan birinin hakkını yok etmek, yâhut hakkı olmayana pay vermek için yapılan kur'a.

pozitif

  • Tecrübe neticesine dayanan, müsbet, isbatlı. Negatifin zıddı. (Fransızca)

pozitif ilimler

  • Deneye dayanan matematik, fizik gibi fen ilimleri.

pürnar / pürnâr

  • Tutuşmuş, yanan.

püştiban

  • Payanda, destek, dayanak. (Farsça)
  • Yardımcı, muin. (Farsça)
  • Dayanak, destek.

püştivan

  • Destek, dayanak, payanda. (Farsça)
  • Yardımcı. (Farsça)

rabbe

  • Üveyana.

ramazan

  • Hicrî ayların dokuzuncusu, üç ayların sonuncusu ve farz olan orucun tutulduğu ay. Ramazan yanmak demektir, çünkü bu ayda oruç tutan ve tövbe edenlerin günahları yanar, yok olur.

rampa

  • İki geminin birbirine veya bir geminin iskeleye yanaşıp bitişmesi. (Fransızca)
  • Şose veya demiryolundaki yokuş. (Fransızca)
  • Trenin eşya almağa mahsus yanaştığı set. (Fransızca)

rastperverane / râstperverâne / راست پرورانه

  • Doğruluktan yana. (Farsça)

rıhtım

  • Gemilerin yanaşmalarına müsait şekle getirilmiş kıyı. (Farsça)

ruh / رخ

  • Yanak, yüz, çehre. (Farsça)
  • Arabçada: Efsânevi bir kuş. (Farsça)
  • Yanak, yüz. (Farsça)

ruhsar

  • Yanak. Çehre. Yüz.

sabir / sâbir

  • Sabreden, dayanan.

sahih

  • Fık: Rükünleri ve şartları tamam olan herhangi bir ibâdet ve muâmele.
  • Hâlis, kusursuz, şüphesiz.
  • Edb: Gerek söz bakımından ve gerek mânâca noksanları bulunmayan ifade.
  • Gr: Kelimenin kök harfleri (Huruf-u asliye) : 1- Hemzeden; 2- İki aynı harf yanyana geldiği zaman, y

sakare

  • Kâfir.
  • Koğucu, dedikoducu, nemmam.
  • Müstehak olmayana lânet eden.
  • Pekmezci.

sakıb

  • Parlak.
  • Bir yandan bir yana delip geçen.

şakil

  • Yanakla kulak arası.
  • Âdet. Hilkat.

şamaniler / şâmânîler

  • İyi ve kötü ruhların bütün âlemi te'siri altında tuttuğu inancına dayanan sapık bir yolun mensupları.

se'ir / se'îr

  • Cehennem'i meydana getiren tabakaların ikincisi. Burada Tevrât'ı değiştirenler yanacaktır.

şehamet-i islamiye / şehamet-i islâmiye

  • İslâmiyetten gelen yiğitlik, İslâm'ın kazandırdığı akla ve zekâya dayanan cesaret.

sekine / sekîne

  • Sakinlik, okuyana sakinlik veren önemli bir dua.

şekli / şeklî / شكلى

  • Şekle dayanan, biçimsel. (Arapça)

sened

  • Dayanak.
  • Delîl, dayanak.
  • Hadîs-i şerîfleri rivâyet edenlerin silsilesine verilen ad.
  • Bir hakkı tesbit eden yazılı vesîka.

sened-i hakiki ve kat'i / sened-i hakikî ve kat'î

  • Hakiki, sağlam ve kesin senet, dayanak.

sened-i kat'i / sened-i kat'î

  • Kesin senet, dayanak.

sened-i özr

  • Özrün belgeleri, dayanağı.

şer'

  • Şeriat, Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.

şer'-i islam / şer'-i islâm

  • İslâm şeriatı, Allah tarafından bildirilen, emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.

şer-i ahmedi / şer-i ahmedî

  • Pegamberimiz Hz. Muhammed'in getirdiği şeriat; Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.

şeriat-ı islamiye / şeriat-ı islâmiye

  • İslâm şeriatı; Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi, İslâm.

şeriat-i islamiye / şeriat-i islâmiye

  • İslâm şeriatı; Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi, İslâm.

şeriat-i meşhure

  • Herkesçe bilinen şeriat; Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.

serv-i naz / serv-i nâz

  • Dalları yana sarkan selvi.

siper

  • Arkasında saklanılan şey; sığınak, dayanak.

subbuhun kuddusün / subbûhun kuddûsün

  • "Allah (C.C.) subbûhtur, kuddûstür. Zâtına ve sıfatına fena, noksan ve kusur yanaşamaz. Her zaman ve her dilde, her mahluk onu tesbih ve takdis eder." gibi mânâları ifade eder.

sübjektif

  • Bilen akıl ile alâkalı. (Fransızca)
  • Eşyanın hakikatına değil de ferdin düşünce ve duygularına dayanan. Şahsî görüşe göre olan. İndî, nefsî olan. (Fransızca)
  • Objektif olmayan, kişisel, duygusal; eşyanın hakikatine değil de ferdin düşünce ve duygularına dayanan.

sünen-i seniyye

  • Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler.

sünnet

  • Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler.

sünnet-i seniye

  • Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler.

sünnet-i seniyye

  • Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler.

tabaver

  • (Tâb-âver) Güçlü, kuvvetli. Dayanıklı. Dayanan. (Farsça)

tabiat tağutları / tabiat tâğutları

  • Tabiat putları; insanları Allah'a karşı isyana sevk eden tabiattaki her şey.

tagut

  • İnsanları Allah'a (C.C.) karşı isyana sevkeden. İsyankâr.
  • Her bâtıl mâbud.
  • Şeytan.
  • İslâmiyetten önce Kâbe'deki putlardan birinin ismi.

tahaşi

  • Bir yana olmak.
  • Utanmak.
  • Sıkılmak.

tahkiki

  • Araştırarak ve kesin delillere dayanarak.

tahkiki iman / tahkikî iman

  • Araştırarak ve kesin delillere dayanarak elde edilen iman.

tahmin

  • (Hamn. dan) Aşağı yukarı bir fikir söylemek. İhtimallere dayanan düşünce. Zayıf delil ile hüküm ve kıyas etmek.

tahsir

  • (Hasar. dan) Zarara sokma, ziyana uğratma.

taklidi / taklidî

  • Araştırmaksızın taklide dayanan.

taklidi iman / taklidî iman

  • Araştırmaksızın, taklide dayanan iman.

tatarruf

  • (Taraf. dan) Bir yana veya bir tarafa çekilme.

tatilieşgal

  • İşi bir yana bırakma, dinlenme.

tazarrur

  • (Zarar. dan) Zarar ve ziyâna uğrama.

tazminat / tazminât

  • (Tekili: Tazmin) Zarar ve ziyana karşı ödenen bedeller.
  • Zararların bedellerini ödetme.

te'lif / te'lîf / تأليف

  • Yanyana getirme, alıştırma. (Arapça)
  • Kaleme alma, yazma. (Arapça)
  • Te'lîf edilmek: (Arapça)
  • Bir araya getirilmek, birleştirilmek. (Arapça)
  • Kaleme alınmak, yazılmak. (Arapça)
  • Te'lîf etmek: (Arapça)
  • Bir araya getirmek. (Arapça)
  • (Arapça)

techiye

  • Meyletmek, eğilmek, yönelmek.
  • Ondan yana sürmek.

tekarün

  • (Karn. dan) Birbirinin yanına gelme. Birbirine yanaşma. Mukarenet.

tekyezen

  • İstinad eden, dayanan. (Farsça)

televvün / تلون

  • Yanardönerlik. (Arapça)

temass

  • (Mess. den) Yan yana bulunma.
  • Birbirine değme.
  • Münasebette bulunma.

temayül

  • (Çoğulu: Temayülât) Meyletmek. Bir cihete iltifat etmek. Bir tarafa eğilmek.
  • Bir yana çarpılmak.
  • Bir yana veya bir kimseye fazla taraftarlık ve sevgi göstermek.

tenahhi

  • Bir yana çekilme, alarga durma.
  • Irak olma.

terasuf

  • (Kaldırım taşları biçiminde) birbirine yanaşarak sıkışma, istif olma.

tevafukat-ı gaybiye

  • Göze görünmeyen ve bizim için gaybi olan tevafuklar. Kur'an veya kıymetli dinî eserlerde, bir kısım kudsi kelimelerin, yazılışlarında İlâhî bir takdir ile, altalta ve yanyana dizilişleri.

tevatür

  • Kuvvetli haber.
  • Müteaddid şeyler birbiri ardınca zâhir olmak.
  • Bir hususun söylenmesi hemen herkesin ağzında olup, gezmek. Şâyia.
  • Fık: İçinde yalan ihtimali olmayan ve bir cemâate dayanan kuvvetli haber, ferdî olmayıp cemaate ait olan sağlam haber.

tevazi

  • (Vezy. den) İki çizginin birbirine değmeden sonsuza kadar yanyana uzaması, paralellik.

ulum-u akliye / ulûm-u akliye

  • Aklî ilimler, akla dayanan ilimler.

ulum-u nakliye / ulûm-u nakliye

  • Naklî ilimler; hadis, tefsir, fıkıh gibi Kur'ân ve Hadisten yapılan aktarımlara dayanan ilimler.

umde / عمده

  • Dayanacak, inanılacak şey.
  • Güvenilecek yer, kimse.
  • Dayanak. (Arapça)
  • İlke, prensip. (Arapça)

üss

  • Esas, asıl. Kök, temel.
  • Askerlikte herhangi bir düşman hücumuna karşı esas dayanak olmak üzere önceden hazırlanmış yer.
  • Harb gemilerinin, noksanlıklarını tamamladıkları yer.
  • Mat: Bir sayının hangi kuvvete çıkarıldığını gösteren sayı.

utaş

  • İnsana ârız olan bir hastalıktır ve hasta insanın yüreği yanar, suyu içer, yine kanmaz.

vahy-i zımni / vahy-i zımnî

  • Kur'ân-ı Kerim ve bazı kutsî hadisler dışındaki vahye ve ilhâma dayanan hadisler.

vecenat

  • (Tekili: Vecne) Elmacıklar, yanaktaki yumrucuklar.

vecne

  • (Çoğulu: Vecenât) Elmacık, yanaktaki yumrucuk.

volkan

  • Yanardağ. (Fransızca)

vücud-u arızi / vücud-u ârızî

  • Gerçek varlığa ilişen ve ona dayanan varlık.

yavuz

  • şiddetli yanan.
  • A'lâ, fevkalâde.
  • Pek sert.

zarar-dide

  • Zarar görmüş olan. Ziyana, kayıba, noksanlığa uğramış olan. (Farsça)

zevg

  • Bir şeyi bir tarafa eğme, bir yana meyillendirme.

zıhlil

  • Dayanacak ve kayacak dar mekân.

zıman

  • Zarar ve ziyana karşılık verilen bedel.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın