REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te yapılan ifadesini içeren 695 kelime bulundu...

a'mal

  • (Tekili: Amel) Ameller. İşler. Yapılan hayırlar.

a'mal-i bedeniye / a'mâl-i bedeniye

  • Bedenle yapılan ameller; namaz gibi.

a'mal-i kalbi / a'mâl-i kalbî

  • Kalble yapılan ameller, kalbe ait işler; iman etmek gibi.

a'mal-i maliye / a'mâl-i mâliye

  • Mal ile yapılan ameller; zekat gibi.

ab'ab

  • Taze civanlık.
  • İbrişim halı.
  • Dağ tekesi.
  • Yumuşak yünden yapılan kisve.

ab-yari-i himmet / ab-yârî-i himmet

  • Korumak için yapılan yardım, himmet yardımı.

abide

  • Uzun müddet dillerde destan olup kalan beliye ve dâhiye.
  • Bir milletin târihinde büyük bir değeri hâiz olan vak'a.
  • Fesahat ve belâgatı dolayısıyle benzeri söylenemeyen şiir.
  • Tarihte yüksek ve hâkim bir mevkide olan vak'aları veya büyükleri yaşatmak için yapılan bina.

abkame

  • Anadolunun bazı doğu illerinde ve Bağdat'da yapılan, turşu veya salataya benzer bir çeşit yiyecek maddesi. (Farsça)
  • Ekşi hamurdan pişirilerek sirkeye konulan ve turşu olarak kullanılan bir gıda maddesi. (Farsça)

abonman

  • Bir imalâtçı ile müşteri arasında düzenli satın alma için yapılan anlaşma. (Fransızca)

agraz

  • (Tekili: Garaz) Garazlar. Fiil yapılırken gözetilen gayeler. Kasden ve bilerek yapılan kötülükler.

ahbiye

  • (Tekili: Hıbâ) Kıldan yapılmış göçebe çadırı.
  • Keçe ve kıldan yapılan evlerde konup göçen Türkler.

ahşab

  • Kereste. Tahta. Ağaçtan yapılan bina.
  • Ağaçtan olanlar.

akademi

  • yun. Yüksek mekteb.
  • Âlimler, edebiyatçılar heyeti.
  • Eflatun'un vaktiyle talebesine ders verdiği yer.
  • Çıplak modelden yapılan insan resmi.
  • Belli bir ilmin gelişme ve ilerlemesini te'min maksadı ile müşterek tetebbularda veya serbest tedrisatta bulunan salâhiyetl

akd-i muavaza

  • Hibe ve sadaka gibi teberruattan olmayıp iki taraftan ivaz verilerek yapılan akd, ivazlı akd. Satış, trampa gibi.

akont

  • Sonradan hesaplaşmak üzere bir borç veya kazanç hissesinden alacaklıya yapılan ödeme. (Fransızca)

alay

  • (Ask.) 3-4 tabur piyade veya5 bölük süvari askerinden mürekkep kuvvet.
  • Debdebe ve gösterişle yapılan tören, geçit resmi.
  • Cemaat, topluluk, güruh, kalabalık, fevç.
  • Fazla miktar, muhtelif ve müteaddit kişiler veya şeyler.

alivre

  • Elde edildiği vakit teslim edilmek üzere, bir mahsul üzerine önceden yapılan satış.

alkış

  • Tar: Padişahlarla vezirlerin kadirlerini yükseltmek maksadıyla yapılan merasim hakkında kullanılan bir tabir.

amel-i kalil / amel-i kalîl

  • Amel-i kesirden az olan hareket. Bir rek'atta bir uzuvla yapılan ve namazdan sayılmayan bir hareket veya ardı ardına yapılan üçten az hareket.
  • Namaz kılarken bir rükünde bir uzuvla yapılan ve namazdan sayılmayan bir veya iki hareket.

amel-i kesir / amel-i kesîr

  • Namaz içinde ve namazdan sayılmayan ve bir uzuvla ardı ardına yapılan üç hareket veya iki uzuvla yapılan bir hareket; bu hareket namazı bozar.
  • Namaz kılarken, bir rükünde namazdan sayılmayan ve bir uzuvla ardı ardına yapılan üç veya iki elin bir hareketi.

amel-i uhreviye

  • Âhireti kazanmak için yapılan amel, iş.

amika / amîka

  • İnceden inceye, derinlemesine yapılan araştırmalar.

amin alayı

  • Eskiden çocukların ilk okula başladığı gün yapılan merasim.

anber

  • Güzel koku. Adabalığı ve kaşalot denilen büyük balıkların barsaklarında teşekkül eden güzel kokulu madde.
  • Derisinden kalkan yapılan bir balık.

arakiyye

  • Yünden yapılan bir cins külâhtır ki, bilhassa dervişler kullanırlar.

areometre

  • yun. Sıvıların yoğunluk derecesini ölçmeye yarayan âlet. Arşimet'in keşfettiği kanuna istinad edilerek yapılan bu alet, içi boş cam bir silindir ile bunun üst kısmındaki dereceli bir çubuktan ibarettir.

ariş

  • Samandan yapılan bir çeşit ev.
  • Çardak, asma çardağı.
  • Sundurma, takdim ettirme.

asar / âsâr

  • Eserler, yapılanlar.

asar-ı fiiliye / âsâr-ı fiiliye

  • Fiilen yapılan işler.

asayiş

  • Emniyet, güvenlik, korku ve endişeden uzak hâl. Kanun, nizam hakimiyeti. İnsan cemiyetlerinde iktidar, hâkimiyet, bir zümrenin, bir sınıfın elinde olmaktan kurtulamamasından ve bir kısım insanlarca yapılan, istedikleri zaman değiştirilen kanunlara diğer insanların saygısı temin edilemediğinden asayi (Farsça)

aşina-yı bezm-i hak / âşina-yı bezm-i hak

  • Hak meclisinin âşinası; Kur'ân ve iman hakikatlerine dair yapılan sohbetlere aşina olan.

aşure

  • (Aşurâ) Arabi aylardan olan Muharrem ayının onuncu günü. Aynı günde çeşitli hububat ve kuruyemişler katılarak yapılan tatlı.

atiyye

  • İhsan, lütuf, muhtaç olanlara yapılan bağış.

atletizm

  • yun. Çeviklik, atiklik, kuvvet gibi beden kabiliyetlerini inkişaf ettirmeğe yarayan ve koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve atma gibi, tek başına yapılan bedeni çalışmalar.

ayastafanos muahedesi

  • 3 Mart 1878 Rusya ile Osmanlılar arasında ilk olarak yapılan bir anlaşmadır. (28 Safer 1295) Tarihte buna "Ayastafanos Mukaddemat-ı Sulhiyesi" denir. Anlaşma maddeleri tatbik edilememiştir.

bakteri tedavisi

  • Bazı hastalıkların tedavisinde ölü veya canlı bakterilerin kullanılması ile yapılan tedavi.

baliğ / bâliğ

  • Boynuzdan yapılan kadeh. (Farsça)

baraj

  • Bir akarsuyun akışına mâni olmak için yapılan set. (Fransızca)

barbakan

  • Emniyetle ateş etmek için sur duvarlarında açılan dar mazgal deliği. Kale kapılarının savunması için yapılan tahkimat. (Fransızca)

bazar

  • Alış-veriş. Ahz ü itâ. (Farsça)
  • Alış-veriş yeri. Pazar. Üstü açık yer ki, hergün veya belirli günlerde herkes satacağını oraya çıkarıp pazarlıkla veya açık artırmayla satar. (Farsça)
  • Fiat kararlaştırılıp alış-verişte uyuşmak için yapılan konuşma veya çekişme, pazarlık. (Farsça)

becbece

  • Çocuk avutmak için yapılan tuhaf hareketler, gürültü.

beddua / bedduâ

  • Bir kimsenin aleyhine yapılan duâ.

bedel-i ba'z

  • Geniş anlamlı bir sözün bir kısmına yapılan açıklama.

bedel-i küll

  • Kapalı bir söze bütün yönleriyle yapılan açıklama.

bedeni ibadet / bedenî ibadet

  • Bedene ait, bedenle yapılan ibadet—namaz gibi.

bedir muharebesi

  • Bedir Savaşı; Peygamberimizin (a.s.m.) Medine'ye hicretinden sonra, 624 tarihinde Mekkeli müşriklerle yapılan ve Müslümanların galibiyetiyle sonuçlanan savaş.

behvet

  • Sofa.
  • Çardak.
  • Odaların önüne yapılan oda.

bend-rug / bend-rûg

  • Tarla ve bostan kenarlarına suyun akıntısını kesip havuz gibi birikmesi için yapılan setli çukur. (Farsça)

benderek

  • Küçük iskele. (Farsça)
  • Boğaz ve liman ağızlarında yapılan küçük kale. Mendirek. (Farsça)

berhun / berhûn

  • Çember, daire, ortası boş olan yuvarlak nesne. (Farsça)
  • Hisar, varoş, duvar veya bostan kenarlarına ve tarla aralarına çalıçırpı ve diken ile yapılan çit. (Farsça)
  • Küçük ev, oda, hücre. (Farsça)

berş

  • Afyon şurubu, keten yaprağı ile yapılan bir nevi sarhoş edici mâcun. (Farsça)
  • Arzu, gönül isteği. (Farsça)

besek

  • (Besdek) Esneme. (Farsça)
  • Harman yerinde toplanılarak demet yapılan arpa ve buğdaylar. (Farsça)

besise

  • Bir çeşit yemek.
  • Yağ ve undan yapılan bir çeşit bulamaç.
  • Ayrılık, nifak, iftira, ihtilaf.

beyan-ı ifhamiye

  • Bildirmek ve anlatabilmek için yapılan açıklama.

beyanat-ı sabıka

  • Geçmiş açıklamalar, önceden yapılan izahlar.

bid'at-ı seyyie

  • Resûlullah'ın ve Eshâbının zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olan bozuk inanış ve ibâdet olarak yapılan işler.

bidayet-i inkılab / bidayet-i inkılâb

  • İnkılâbın başı, 1908'de yapılan inkılâbın ilk günleri.

bombardıman

  • Bomba, top gibi ağır silahlarla yapılan hücum. (Fransızca)

bu're

  • Çukur.
  • Çölde çukur tarzında yapılan ocak.

bumbar

  • Koyun ve benzeri gibi hayvanların kalın bağırsağı. (Farsça)
  • İçine kıyma, pirinç vs. doldurulmuş bağırsakla yapılan bir cins yemek. (Farsça)

büra

  • Kamıştan yapılan hasır.

bürudet-i muamele

  • Yapılan muamelenin soğukluğu.

büruk

  • Un helvası, undan yapılan bir nevi helva.
  • Büyük oğlu varken evlenen kadın.
  • Deve çökmek (mânâsına mastardır.)

çakşır

  • İnce kumaştan yapılan uzun bir çeşit şalvar.
  • Kuşların ayağındaki tüy.

cale

  • Nehrin bir kenarından diğer kenarına geçebilmek için ağaçtan, sazdan veya şişirilmiş tulumlardan yapılan sal. (Farsça)

cebir

  • Zabtetmek. Zor. Kuvvet.
  • Bir şeyi ıslah ve tamir etmek, düzeltmek.
  • Bâtıl bir fırka.
  • Mat: Harflerle yapılan hesab.
  • Tıb: Fevkalâde ameliyat, kırık kemiği sarıp bütünlemek. Kırık veya çıkık uzva sarılan tahtalar.

cem-i mükesser

  • Gr: Cemi yapılacağı zaman müfredinin şekli bozularak yapılan cemi. Kaide dışı yapılan, kaideye uymadan yapılan cemi. Kitab; kütüb, gibi.

cem-i müzekker

  • Gr: Müfredinin şeklini bozmadan sonuna (în, ûn) getirilerek yapılan cemi: Müslimîn, müslimûn gibi.

cemile

  • Hoşa gitmek için yapılan hareket.

çengar

  • Yengeç. (Farsça)
  • Bakır pasından yapılan yeşil boya. (Farsça)

cerrahhane-i amire / cerrahhâne-i âmire

  • Geçen asırda yeni usullerle cerrahlık yapılan Osmanlı tıp müessesesi, cerrahhânesi.

cerre

  • (Çoğulu: Cürr-Cirar) Topraktan yapılan desti ve bardak.
  • Ağaçtan yaptıkları su kabı.

ceza-yı amel

  • Yapılan işin karşılığı.

cihad / cihâd

  • İslâm için düşmanla yapılan maddî, manevî savaş.
  • Nefisle yapılan her türlü mücadele.
  • İnsanların, İslâmiyeti işitmeleri, müslüman olmakla şereflenmeleri veya müslümanların dînine, vatanına ve nâmusuna saldıran düşmanı defetmek için yapılan muhârebe yâhut mal, can, söz, neşriyat ve diğer vâsıtalarla İslâmiyeti anlatmak ve müdâfa etmek.

cihad-ı ekber / cihâd-ı ekber

  • Büyük cihâd. Nefsin, insan tabiatının, bedeninin kötü isteklerini yerine getirmemek için yapılan mücâdele.

cihad-ı harici / cihad-ı haricî

  • Dış düşmana karşı yapılan cihad, mücadele.

çilehane / çilehâne

  • Çile yapılan yer.

çilehane-i uzlet / çilehâne-i uzlet

  • Çile çekilen yer. Yalnız başına ve çile içinde ibadet yapılan yer.

cimnastik

  • yun. Vücud organlarını alıştırıp kuvvetlendirmek için yapılan idman. Beden terbiyesi.

cinas-ı nakıs / cinas-ı nâkıs

  • Edb: Cinaslı kelimelerin birinde veya birkaç harfin ziyade olması suretiyle yapılan cinas. (dem, âdem gibi.)

circis

  • Mühür yapılan mum.
  • Toprak.
  • Küçük üvez.

cirit

  • Düşmana atılmak üzere yapılmış ucu demirli, sert tahtadan kısa mızrak. Sulh zamanlarında talim mahiyetinde yapılan karşılaşmalara cirit oyunu denirdi. Türklerin makbul bir sporu idi.

cud / cûd

  • Cömertlik. Karşılık beklemeden yapılan cömertlik.

cülüban

  • Sahtiyandan yapılan dağarcığa benzer bir kap.

cürn

  • (Çoğulu: Cüren) Hurma kurutulan ve harman yapılan yer.

daire-i hindiyye / dâire-i hindiyye

  • Namaz vakitlerinin tesbitinde kullanılan ve güneş gören düz bir yere çizilen dâire veya bu şekle uygun olarak yapılan âlet.

dalgakıran

  • Bir limandaki tekneleri dalgaların te'sirinden muhafaza etmek için denizde yapılan set. (Türkçe)

dar-ül-ceza / dâr-ül-cezâ

  • Dünyâda iken yapılan işlerin karşılığının görüldüğü yer. Âhiret, öbür dünyâ.

dar-ul-ukba / dâr-ul-ukbâ

  • Dünyâda iken yapılan işlerin karşılığının görüleceği yer. Âhiret.

darül hikmetil islamiye

  • (Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye) Bu teşkilât, son devirlerde gerek imparatorluk ve gerekse İslâm Aleminde ortaya çıkan bir takım dini mes'elelerin halli ve İslâma yapılan hücumların İslâm ahkâmına göre cevaplandırılması için 12 Ağustos 1334 (25 Ağustos 1918) tarihinde 5. Mehmed Reşat ve Şeyhülislâm Musa

dava-yı iftiharkarane / dâvâ-yı iftiharkârâne

  • İftiharla yapılan iddia, dâvâ.

debdebe

  • Gürültü, patırtı. Gösteri için yapılan gürültü. Tantana. Haşmet.

delik

  • Hurma ve yağdan yapılan bir yemek.
  • Oğmaç aşı.
  • Rüzgârın yerden savurup tozuttuğu toprak.

dereka

  • (Çoğulu: Deruk) Sığır derisinden yapılan kalkan.

dernek

  • Eğlence için yapılan toplanma.
  • Düğün.
  • Cemiyetler kanununa göre kurulmuş cemiyet.

dest-renc

  • El emeği. El ile yapılan iş. (Farsça)
  • Ücret, kazanç, kâr. (Farsça)

devr

  • Bir şeyi elden ele aktarma. Vefât eden bir müslümanın sağlığında kılamadığı namaz, tutamadığı oruç ve veremediği zekât gibi borçlardan kurtulması için birkaç fakirin kendilerine ölünün vasî veya velîsi tarafından verilen fidyeyi alıp, gönül rızâsıyla tekrar geri vermek sûretiyle yapılan muâmele.

dımad

  • Yara üstüne yapılan yakı ve bağlanan bez.

dimişki / dimişkî

  • Şam şehriyle alâkalı. Şam'a ait ve müteallik.
  • Şam'da yapılan ve güzel san'atlarda kullanılan bir nevi kâğıt.

dinde bid'at

  • Peygamber efendimiz ve O'nun dört halîfesi zamânında olmayıp, dinde sonradan ortaya çıkarılan bozuk inanışlar, sevap kazanmak niyetiyle yapılan ibâdetler. Dinde yapılan her türlü değişiklikler, yenilikler ve reformlar.

dirayet

  • Zekâ, iktidar, beceriklilik. Akıl ve ilim yoluyla yapılan çözüm.

dirayet tefsiri / dirâyet tefsîri

  • Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve sellem gelen rivâyetler (açıklamalar) esas alınarak, Kur'ân-ı kerîmin lisan bilgilerine ve zamanın fen bilgilerine, aklî ilimlere göre yapılan açıklaması. Bu tefsîre ma'kul, re'y tefsîri ve te'vîl de denir.

diritnavt

  • Düşman saldırılarına engel olmak için yapılan hareketli kale.

disar

  • (Çoğulu: Düsür) Üste giyilen kaftan, elbise.
  • Yatak çarşafı.
  • Arapçada elbise demek olduğu hâlde Osmanlıcada yalnız Farsça kaidesi ile yapılan sıfat terkiblerinde ziyadelik, çokluk, bolluk mânasında kullanılmıştır.

divançe

  • Kafiye itibariyle harf sırası tertibiyle yapılan küçük şiir mecmuası. (Farsça)

dok

  • ing. Gemi tamir veya inşasında kullanılan üstü örtülü havuz.
  • Ticari eşya için rıhtımlarda yapılan büyük depo.

dua-i mağfiret

  • Allah'ın bağışlaması için yapılan dua.

dua-yı fiili / duâ-yı fiilî

  • Fiil ile yapılan dua. Yâni: İstenilen şeyin sebeplerini yerine getirmeye çalışmak.

dua-yı ihlasiye / dua-yı ihlâsiye

  • Büyük bir samimiyet, iş ve ibadette yalnız Allah rızasını gözeterek yapılan dua.

dua-yı kavli / duâ-yı kavlî

  • Sözle yapılan dua ki bildiğimiz meşhur duâlardır.

dua-yı kavli-i ihtiyari / dua-yı kavlî-i ihtiyarî

  • Bilinçli olarak yapılan sözlü dua.

dude

  • Kavim, kabile, aşiret, ocak, aile. (Farsça)
  • İs'inden mürekkeb yapılan çıra. (Farsça)

düello

  • İtl. Hakareti tamir için iki kişi arasında hususan Avrupa'da ve şâhitler önünde yapılan silâhlı çarpışma.
  • Hakareti tâmir maksadıyla iki kişi arasında ve şâhitler önünde yapılan silâhlı çarpışma.

ebced

  • Arap harflerinin herbirisine rakam değeri verilerek yapılan yorum.
  • Arap harflerinin diziliş sırası, bu harflerin rakam olarak değerlerinden yola çıkılarak yapılan hesap.

eclah

  • Devenin veya üstü düz olan arabaların üzerlerine yapılan ufak kulübe.
  • Başı kel olan adam.

ecr

  • Yapılan bir iş karşılığında verilen ücret.

ecr u savab / ecr u savâb

  • Yapılan bir şeyin karşılığı olarak verilen ücret ve sevab.

ef'al-i ihtiyariye / ef'âl-i ihtiyariye

  • Kulun irade ve isteğiyle yapılan davranışlar, fiiller.

ef'al-i kerimane / ef'âl-i kerîmâne

  • Cömertçe ve iyilikle yapılan işler.

efsun

  • Sihir, büyü, üfürük. Sihirbazların tuzağı. Hile ile yapılan kötü işler. (Efsun İslâmiyetçe men'edilmiş ve büyük günâhlardan sayılmıştır.) (Farsça)

ekonomi

  • yun. İktisad. Tutum. Geliri gideri hesaplıyarak lüzumsuz masrafı bırakıp artırmağa çalışmak. Ölçülü ve idâreli harcamak. İnsanların sınırsız olan ihtiyaçlarıyla bunları sağlamaya yarayacak sınırlı imkân ve vasıtalar arasında mümkün olan azami uygunluğu temin için (sağlamak için) yapılan çalışma ve f

ekvah

  • (Tekili: Kûh) Kamıştan yapılan penceresiz ufak kulübeler.

el cezau mincinsi'l-amel / el cezâu mincinsi'l-amel

  • "Mükâfat veya ceza, yapılan iş cinsinden olur.".

emere

  • (Çoğulu: İmer) Çöllerde taştan belirlemek için yapılan alâmetler.

engizisyon

  • XVI. ve XVII. asırlarda Hristiyan Katolik Mezhebine âit kiliselerden alâkayı kesen veya Papa'ya karşı gelenlere yapılan -insanları arslanlara parçalatmak, fırında yakmak gibi- dehşetli işkenceler veya onları bu azaba mahkûm eden mahkemelere verilen isim. (Fransızca)
  • Çok ağır ve çok zâlimce cezây (Fransızca)

erc

  • Uzunluğuna yapılan ev.

ervak

  • (Tekili: Revk) Revkler, perdeler, örtüler.
  • Çadırlar, muvakkat olarak bezden yapılan odalar.

erzen

  • Kendisinden sopa ve baston yapılan bir cins sağlam ağaç.
  • Şam darısı denen beyaz ve iri cins darı.

es-salat / es-salât

  • Peygamberimiz için yapılan dua.

esans

  • Çeşitli yollarla bitkilerden elde edilen veya suni olarak yapılan, kokulu ve uçucu sıvı.

esbab-ı muhaffife

  • (Esbâb-ı mazeret) Yapılan bir cürmün ve kabahatın cezasını hafifletici sebebler.

eser-i san'at ve hikmet

  • San'at ve hikmet eseri, san'at ve hikmetle yapılan eser.

etrika

  • (Tekili: Tarik) Tarikler, yollar, caddeler.
  • Sebepler, vesileler, vasıtalar.
  • Maişeti te'min etmek için tutulan meslekler, geçinmek için yapılan işler.

evcar

  • İçinde gizlenmek için avcılar tarafından yapılan siperler, çukurlar.

evrad / evrâd

  • Virdler; devamlı yapılan zikirler.
  • Îtiyâd ve vazîfe olarak devamlı yapılan ibâdet, tesbih ve duâlar. Vird kelimesinin çoğuludur.

eyker

  • İlâç yapılan bir ot.

ezan-ı muhammedi / ezân-ı muhammedî

  • Hz. Muhammed'in (a.s.m.) tebliğ ettiği dinin ezanı; tevhidi ilân etmek amacıyla yüksek sesle yapılan kutsal davet.

ezan-ı muhammedi (a.s.m.) / ezan-ı muhammedî (a.s.m.)

  • Hz. Muhammed'in tebliğ ettiği dinin ezanı; tevhidi ilân etmek amacıyla yüksek sesle yapılan kutsal davet.

fağfur

  • Yarı şeffaf Çin porseleni. Çok kıymetli porselenden yapılan yemek kabı. Çin yapısı.
  • Eskiden Çin İmparatoruna verilen isim.

fahişehane / fahişehâne

  • Fuhuş yapılan yer.

fakfon

  • Kim: Çinko, nikel ve bakırdan yapılan gümüş görünüşünde bir halita.

fazih / fazîh

  • Hurma koruğundan yapılan şarap.

fazu'

  • Çocukları korkutmak için yapılan çok korkunç suret.

fenek

  • Kursak.
  • Körük yapılan şey.

ferag-ı kat'i / ferag-ı kat'î

  • Kayıtsız şartsız yapılan ferag.

feratık

  • Şiradan ve pekmezden yapılan pestil.

ferg

  • Gönden yapılan kovanın dikişi arasında su sızan yer.

fesad-ı te'lif

  • Edb: Bir cümlede yapılan tertibin mâna çıkmayacak derecede bozuk ve karışık oluşu.

fess

  • Kıtlık günlerinde tohumundan ekmek yapılan bir ot.

festival

  • Çeşitli sebeplerle yapılan ve birkaç gün süren şenlik. (Fransızca)

fevri / fevrî

  • Düşünmeden ve âni olarak yapılan hareket.

fezaa

  • Yolda ve tarlada yapılan ve höyük denilen suret.

fi'l-i basit

  • Gr: Basit fiil, tek kökten yapılan fiil. Meselâ: Gitmek, gelmek, olmak gibi.

fi'l-i kavli / fi'l-i kavlî

  • Kavli fiil, sözle yapılan eylem.

fi'liyat

  • İş olarak yapılan şeyler, işler, fiiller.

fial

  • (Tekili: Fiil) Fiiller, yapılan şeyler.

fırancala

  • Kaliteli undan yapılan bir ekmek çeşidi.

firari seyahat / firarî seyahat

  • Kaçmak için yapılan seyahat.

fıskıye

  • Suyu muhtelif şekillerde yukarıya doğru fışkırtan ve ekseriya havuzların ortasında yapılan borunun üzerindeki aletin adıdır. Buna, Arapçası olan fevvare denildiği gibi, Türkçe olan fışkırak da denilir.

fuhuşhane / fuhuşhâne

  • Fuhuş yapılan yer.

fustat

  • (Fistat) Göçebelerin kıldan yapılan çadırı. Büyük çadır.
  • Kapıya asılan perde.
  • Cemaat.
  • Kıldan yapılan büyük çadır.

galis

  • Arpa ve buğday karışımından yapılan ekmek.

garb

  • (Çoğulu: Gurub) Güneşin battığı taraf. Batı.
  • Sığır derisinden yapılan büyük kova.
  • Sakaların su koydukları büyük tulum.
  • Atıldıktan sonra bulunmayan ok.
  • Yürügen at.
  • Nasır acısı (gözde olur).
  • Göz yaşı.
  • Göz yaşının geldiği damar.
  • Ke

garez

  • Kayıştan yapılan üzengi.
  • Ağaç üzengi.

gatfan

  • Ev içinde su dökmek için yapılan yer.
  • Erkek ismi.

gaye-i hareket

  • Yapılan hareketin gaye ve maksadı.

gayret-i vataniye

  • Vatan için yapılan gayretler.

gaza / gazâ

  • (Çoğulu: Gazevât) Din uğrunda kâfirlerle yapılan mücadele, muhârebe, düşmana kasdetmek. Cenketmek.
  • Din uğrunda kâfirlere karşı yapılan savaş, cihad.
  • İnsanların İslâmiyet'i işitmeleri, müslüman olmakla şereflenmeleri yâhut müslümanların dînine, vatanına ve nâmusuna tecâvüz eden düşmanı kovmaları için yapılan muhârebe.
  • Din vatan ve millet gibi mukaddes değerler uğruna yapılan cihat ve mücadele.

gaza-yı ekber

  • Din uğrunda kâfirlerle yapılan büyük muhârebe.

gazevat

  • (Tekili: Gazve) Din uğrunda yapılan harbler.

geçer akça

  • Rayiç para yerine kullanılır bir tabirdir. Bu tabir, eskiden halk arasında yapılan senetlerde, hükümet tarafından akdolunan mukavelelerde kullanılırdı. (Türkçe)

gerilla

  • (İspanyolca) Büyük bir kuvvete karşı, dağınık küçük kuvvetler tarafından yapılan çete harbi.

grafik

  • yun. Bir hâdisenin gidişatını göstermek, birkaç şey arasında karşılaştırma yapmak için çizgi ve şekillerle yapılan rakamlı cetvel.

gubeyra

  • Yaban iğdesi.
  • Habeş vilâyetinde darıdan yapılan bir cins şarap.

gül-vend

  • En çok ceviz, incir, fıstık gibi şeylerden yapılan hediye, armağan. (Farsça)

gülle

  • Eskiden demirden, yuvarlak bir biçimde yapılırken, günümüzde çelikten silindir biçiminde, bir ucu sivri olarak yapılan top mermisi.

gümüş kozak

  • Tar: Eskiden hükümdarlara gönderilen nâme-i hümayunların konulduğu mahfaza. Nameler atlas keseye konur, sonra da kozaya geçirilirdi. Kozakların gümüşten yapılmış olanları olduğu gibi altundan, şimşirden de yapılanları vardı. Altundan olanlar imparatorlara, gümüşten olanlar da küçük devlet reislerine

gürültühane / gürültühâne

  • Gürültü yapılan yer.

guşe-bend

  • Köşebent. (Farsça)
  • Ciltli kitaplarda kapağın dört köşesine yapılan süsleme. (Farsça)

hacc-ı ifrad / hacc-ı ifrâd

  • Umreye niyet etmeksizin yalnız başına yapılan farz, vâcib veya nâfile hacdır ki, ihrama girerken yalnız hacca niyet edilmiş olur. Bunu yapana "müfrid" denir.
  • İhrâma girerken, yalnız hacca niyet edilerek yapılan hac. Bu haccı yapana müfrid hacı denilir.

hacc-ı mebrur / hacc-ı mebrûr

  • Şartlarına dikkat edilerek hiç günâh işlemeden yapılan ve kabûl olan hac.

hacc-ı temettu'

  • Hac mevsiminde evvelâ umre için ihrama girilip umre yapıldıktan sonra; aynı mevsimde daha yurda, aile ocağına dönülmeden tekrar ihrama girilerek usulü dairesinde yapılan hacdır. Bunu yapan kimseye "mütemetti" denir.

hafif ikrah / hafîf ikrâh

  • Şiddetli olmayan zorlama. Canın veya uzvun telefine yol açmayan, yalnız acı ve eleme sebeb olacak derecedeki dövme ve hapsetme gibi şeylerle yapılan zorlama.

halıcıhane

  • Halı yapılan yer.

halif

  • Karşılıklı olarak yapılan bir antlaşmanın şartlarını yerine getirmeye yemin eden, and içen, müttefik.

hane

  • Ev, mesken, beyt. (Farsça)
  • Mat: Basamak, bölüm, göz. (Farsça)
  • Bazı kelimelerle birleştirilip mürekkep isim yapılan bir "ek" tir. "Hasta-hane, ecza-hane, yazı-hane, kıraat-hane" gibi. (Farsça)

hangar

  • Eşyayı muhafaza etmek için yapılan üstü örtülü, yanları açık yer. (Fransızca)
  • Uçakları barındırmaya mahsus garaj. (Fransızca)

hantem

  • (Çoğulu: Hanâtim) Kara bulut.
  • Desti.
  • İbrik.
  • Topraktan yapılan kap.

haraif

  • (Tekili: Harife) Ev için yapılan güz hazırlıkları.

haramilik

  • Tar: Akıncı kumandanının iştirak etmediği ufak kuvvetler tarafından düşman memleketlerine yapılan akınlar. Bu akınlara yüz ve daha fazla akıncı iştirak ederdi. Akıncı kuvvetleri yüzden az olduğu takdirde "çete" ismini alırlardı. Büyük akınlarda olduğu gibi haramilik suretiyle yapılan akınlarda da al

harekat-ı ruhiye / harekât-ı ruhiye

  • Mânevî âlemlerde ruh ile yapılan faaliyetler.

hareket-i ahmakane ve caniyane / hareket-i ahmakâne ve câniyane

  • Aptalca ve cânice yapılan hareket.

hareket-i kasdiye

  • Belli bir amaçla bilerek, plânlı yapılan hareket.

hareket-i ruhaniye

  • Ruhen yapılan gezinti ve hareket.

harifane

  • Esnafça. Herkes kendi masrafını, hissesine düşeni vermek suretiyle, ortaklıkla yapılan. (Farsça)

haririye

  • Un ve süt ile yapılan bulamaç.

haseke

  • (Çoğulu: Husek) Kin tutmak, adavet etmek.
  • Demir dikeni denilen üç köşeli diken.
  • Demirden yapılan üç köşeli "bıtırak" denilen harp âletleri.

hata-yı umumi / hatâ-yı umumî

  • Genelin yaptığı hatâlar; genele yönelik yapılan hatâlar.

hatai

  • Tezhib ıstılahlarındandır. Resim gibi tabiatı taklid ederek yapılmayıp, san'atkârlar arasında kabul edilen çeşitli gül şekli gibi irili ufaklı yapılan şekiller.
  • Türkistan'da Hatay şehrinde imal edilen bir cins dayanıklı kâğıt.

hatemkari / hatemkârî

  • Bir sathın "yüzeyin" üzerine süs şekilleri oyarak meydana getirilen boşlukları, o satha benzeyen başka bir madde veya mâdenle doldurmak suretiyle yapılan tezyinât.

hatife / hatîfe

  • Unu süt ile yoğurup pişirerek yapılan yemek.

hatme

  • Toplu bir şekilde, birlikte yapılan zikir, hatim.

hatt-ı harp

  • Savaş hattı, düşmanla savaş yapılan alan.

havale-i muaccele

  • Huk: Havale konusunun, behemehal ödenmesi lâzım geldiği şekilde yapılan havale.

havale-i mübheme

  • Huk: Havale konusunun, ta'cil veya te'cili beyan olunmadan yapılan havale.

havale-i müeccele

  • Huk: Havale edilen şeyin vadesi geldiğinde ödenmesi şeklinde yapılan havale.

havya

  • Madenlerle yapılan kaynak işlerinde, lehimin eritilmesinde kullanılan âlet. Lehimi eritebilmesi için sıcak olarak kullanılması gereken bu havyaların çoğu elektrikle ısıtılır.

havyar

  • Balık yumurtası. Mersin balığı yumurtasından yapılan siyah, mugaddi ve leziz bir madde.

havz

  • (Çoğulu: Hıyâz) Hususi suretle yapılan su havuzu.

hayrat / hayrât

  • (Tekili: Hayr) Sevap için Allah rızâsı yolunda yapılan iyilikler. Haseneler.Hayır iki çeşittir. Birincisi: Mutlak hayırdır; her halde, herkes için rağbet edilir ve sevilir, herkes için iyidir. İkincisi: Mukayyed olan hayırdır; birisinin yanında hayır olan, başkası için şer olabilir. İsraf ve sefâhet
  • Sevâb kazanmak için yapılan Allahü teâlânın beğendiği iyi işler, bütün iyilikler, hayırlar.

hazefiyye

  • Çanak çömlek gibi topraktan yapılan şeyler ve bunları yapma san'atı.

hazeme

  • (Çoğulu: Huzem) Kabuğundan ip ve urgan yapılan bir ağaç cinsi.

hazır hamdler

  • Şimdiki zaman içinde yapılan hamdler, şükürler.

hazire / hazîre

  • Eti ufak ufak doğrayıp, çok su ile çömlek içinde pişirip erimeye yakın olduğu anda üzerine un koyup karıştırarak yapılan yemek. (İçinde et olmayınca "aside" derler.)

helali / helalî

  • Bürüncük ve pamuk karışımından yapılan bir cins yeli bez.
  • Yaldızlı bakırdan vaya tahtadan mahfazası olan eski sistem saat.
  • Helâl ile alâkalı olan.

hesab günü / hesâb günü

  • Öldükten sonra, dünyâda iken yapılan işlerden dolayı insanların sorguya çekilecekleri gün. Kıyâmet günü.

heterojen

  • yun. Kim: Cinsi ayrı olan. Türlü özellikteki taneciklerden yapılan maddelerdir.

hevdec

  • Kadınların binmesi için deve üzerine yapılan küçük mahfel.

heykel

  • Taş, tunç, kil ve alçı gibi maddelerden yontularak, kalıba dökülerek veya yoğurulup, pişirilerek yapılan insan, hayvan vs. şekli.
  • Büyük bina, anıt, büyük ve yüksek yapı, âbide.
  • Mc: Soğuk ve duygusuz kimse.
  • Güzel ve yakışıklı kişi.

hezl

  • Ciddi olmayan söz. Saçma, uydurma, yalan konuşmak.
  • Edb: Meşhur bir manzumeye lâtife tarzından nazım yapmak. Bu tarzda yapılan nazım.

hıbat

  • Yüzde olan dağ ve nişân.
  • Davarın ayağında ve uyluğunda yapılan işâret.

hicaz demiryolu

  • Şam'dan Hayfa'ya kadar uzanan demiryolu. Yapımına 1900'de başlanan bu demiryolunun uzunluğu 1465 km, genişliği ise 1050 m. idi. Başlıca özelliği tamamıyla İslâm dünyasının yardımı ile yapılmış olmasıdır. II.Abdülhamid zamanında yapılan bu demiryolu 1908 yılında tamamlanmıştır.

hida'

  • Hile. Düzen kurmak. Aldatmak için yapılan oyun.

hidac

  • Yapılan ibadette kusur, noksan, eksiklik.

hil'at-i hass-ül has

  • Tar: En değerli kumaştan yapılan hil'atler için kullanılan bir tâbirdir. Bu türlü kaftanlar şeyh-ül İslâm, sadrazam ve Mekke şerifi gibi en yüksek derecedeki devlet memurlarına giydirilirdi.

hilafet / hilâfet

  • Halîfelik, emirlik, imâmlık (devlet reisliği).
  • Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra bütün müslümanlara imâmlık ederek İslâmiyet'in emirlerinin tatbik edilmesine nezâret edip, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı yapılan her türlü müdâhaleye cevap vermek vazîfesi.
  • İnsanları

hile-i batıla / hîle-i bâtıla

  • Haramı helâl ve helâli haram yapmak veya farzı kendisine uygun gelecek şekilde yapmak yâhut birinin hakkına mâni olmak veya haksız mal ele geçirmek için yapılan hîle.

hıls

  • (Çoğulu: Ahlâs) Yünden veya kıldan yapılan ve palas denilen döşek.
  • Büyük ve kuvvetli olan dişi deve.

hirabe

  • Şehir dışındaki yerlerde yapılan eşkiyalıklara katılma. Dağlarda yapılan haydutluklarda bulunma.

hırvani / hırvanî

  • Tar: Düz yakalı önü ilikli bir çeşit elbisedir. Şehzade Abdülmecid'in okumağa başlamasından dolayı yapılan törende, yakınlarının bu elbiseyi giymeleri istenmiş ve bu husus, devletin resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi'de tebliğ edilmişti.

hitabe / hitâbe

  • Dinleyicilere bilgi vermek ve yol göstermek için yapılan konuşma.

hıyar / hıyâr

  • Serbest olma. Yapılan bir akdden yâni sözleşmeden vazgeçebilmek hakkı.

hıyar-ı rü'yet

  • Bir şey hakkında görülmeden yapılan bir akitten dolayı, âkitlerden biri için görüldüğü zaman sabit olan muhayyerliktir.

hıyata

  • Terzilik, dikiş dikme işi.
  • Tıb: Ameliyat esnasında kesilip yarılan yerin tekrar kaynaması için dikilmesi.
  • Ameliyatta dikiş için kullanılan bağırsak ve benzeri şeylerden yapılan iplik.

hiyerarşi

  • Mevkilerin, salâhiyeterin ve rütbelerin önem sırası. (Fransızca)
  • Sıra gözetilerek yapılan herhangi bir tasnif. (Fransızca)
  • Huk: Aynı teşkilâta bağlı kişiler arasında yukarıdan aşağıya bir kontrol imkânı veren ve bu suretle astı üste bağlayan alâka. (Fransızca)

hızar

  • Bahçe çevresine yapılan duvar veya çit.

hizmet

  • Birinin işini görme. Bir kimsenin hesabına veya menfaatına iş görme, bu suretle yapılan iş, vazife. Memuriyet.
  • Bir insan, hayvan veya nebatın muhtaç olduğu işler ve takayyüdat.

hizmet-i vataniye ve milliye

  • Millet ve vatan için yapılan hizmet.

hobi

  • ing. Her zamanki çalışmaların haricinde yer alan dinlendirici bir merak veya işlem. Severek yapılan iş, vakit geçirme yolu.

horasan

  • İran'ın doğusunda bir memleket adı. (Farsça)
  • Erzurum vilâyetine bağlı bir kasaba adı. (Farsça)
  • Tuğla tozu ile kireçten yapılan bir nevi sağlam harç ismi. (Farsça)
  • Kelime mânası: Doğan güneş. (Farsça)

hov

  • Av kuşuyla yapılan av.
  • Av kuşunu, yanına celbetmeye mahsus bir kelime-i beynelmileldir.

hukukullah / hukûkullah

  • Allahü teâlânın emri ve kulluk borcu olarak yapılan, kimsenin tasarrufta bulunamıyacağı, değiştiremeyeceği şeyler.

hulbe

  • (Çoğulu: Huleb) Liften yapılan urgan.

humahin

  • Yüzük yapılan bir cins siyah taş.

humbara

  • Küçük küp. (Farsça)
  • Ask: Demir veya tunçtan dökülmüş, içi boş ve yuvarlak olarak yapılan ve içine patlayıcı maddeler doldurularak havan topu veya elle atılan harp aleti. Havan topu ile atılana havan humbarası, elle atılana da el humbarası denirdi. (Farsça)
  • Para biriktirmek için kullanılan topr (Farsça)

humbarahane

  • Humbara yapılan beylik fabrika.
  • Tar: Humbaracılar kışlası.

hurc

  • Meşinden veya çadır bezi gibi şeylerden yapılmış büyük heybe ve sandık. Meşinden yapılan bu heybe ve sandıklar arka taraflarındaki meşin kollarla hayvanların semerine bağlanır ve iki hurc bir hayvana yüklenirdi. Eski zamanın uzun yolculuklarında kullanılırdı. Eskiden İstanbulun meşhur yangınlarında

hurma

  • Bir sıcak iklim meyvesi. (Farsça)
  • Hurma şeklinde yapılan hamur tatlısı. (Farsça)

hurs

  • Çocuk doğuşunda yapılan yemek.

huvta

  • Arpa, buğday gibi hububat için yapılan avlu veya anbar.

i'la-yı kelimetullah / i'lâ-yı kelimetullah

  • İslâm esaslarını ve yüceliğini yaymak için gösterilen gayret, bu gaye ile yapılan cihat.

i'malat

  • Bir memlekette veya bir fabrikada yapılan işler ve eserler.

ibadet

  • Allah'ın (C.C.) emirlerini yerine getirmek ve nehiylerinden kaçmak. Yapılmasında sevab olup, ihlâsla yapılan herhangi bir amel. Şeriatta bildirildiği gibi Allah'a kulluk etmek. Kâinatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye.

ibadet-i bedeniyye / ibâdet-i bedeniyye

  • Beden ile yapılan ibâdetler.

ibadet-i halisa / ibadet-i hâlisa

  • Samimiyetle, içtenlikle yapılan ibadet.

ibadet-i maliyye / ibâdet-i mâliyye

  • Zekat, sadaka-i fıtr gibi mal ile yapılan ibâdetler.

ibka

  • Bâkileştirmek. Devamlı etmek. Azletmeyip yerinde bırakmak. Yerinde devamlı etmek.
  • Tayinleri her sene, bir sene müddetle yapılan memurlardan bu müddet bitmeden evvel hizmetleri beğenilenlerin yeniden bir sene için yerlerinde kalmalarına müsaade edilmesi.
  • Mc: Sınıfta bırakmak.<

ibka fermanı

  • Tâyinleri bir sene müddetle yapılan memurların vazifelerinde devam edeceklerine dâir gönderilen ferman.

ibrar

  • Yapılan yeminin doğru olduğu tasdik edilme.

ibrik

  • (Çoğulu: Ebârik) Topraktan, tenekeden, hattâ bakırdan, gümüşten, altundan yapılan emzikli su kabı.
  • Abdest almağa, çay, kahve v.s. yapmağa yarayan ayrı ayrı ve türlü türlü kaplar.
  • İyi ve parlak kılıç.

iç kale

  • Kale duvarlarıyla çevrilmiş şehir ve kasabaların bazılarının ortasında ve en yüksek yerinde yapılan küçük kaleler. Bu çeşit kalelere "bâlâ hisâr" da denilirdi. Bu iç kaleler, düşmanın, surları geçmesi hâlinde veya şehirde bir isyân çıktığı zaman, hükümdar veya kumandanın çekilip kendini müdafaa etme (Türkçe)

iç oğlanı

  • Saray hizmetine alınıp devletin çeşitli makamlarına namzed olarak yetiştirilen gençler. İç oğlanı, Yıldırım Bayezid zamanında yeni teşekküle başlayan saray hizmetlerinde bulunmak üzere yeniçerilik için toplanan devşirmelerden ayrılmak suretiyle meydana getirilmiş ve bu usûl sonradan yapılan kanunla (Türkçe)

icalet

  • El kitabı. Lüzum etttiği zaman müracaat olunup faydalanılan, cepte ve elde taşınabilir küçük kitap.
  • Acele ile ve derhal yapılan iş.

icare-i müşahere

  • Aylık olarak yapılan icaredir. Bir haneyi bir aylığına kiraya vermek gibi.

icare-i müsanehe

  • Yıllık olarak yapılan icaredir. Bir hanenin bir yıl müddetle kiraya verilmesi gibi.

icraat / icrâât / اجراآت

  • (Tekili: İcrâ) Meydana getirilen işler. Yapılan işler.
  • Ameliyat. Tatbikat.
  • Yapılanlar. (Arapça)

icraat-ı hakimane / icraat-ı hakîmâne

  • Hikmetli bir şekilde yapılan icraatlar.

içtihad-ı şer'i / içtihad-ı şer'î

  • Şeriat hükümlerine dayanarak yapılan içtihad.

içtihadat-ı safiyane / içtihadat-ı sâfiyâne

  • Samimî, hâlis bir şekilde sırf Allah rızası için yapılan içtihadlar.

içtihadat-ı şer'i / içtihadât-ı şer'i

  • Şeriat hükümlerine dayanarak yapılan içtihatlar.

iddianame / iddiânâme

  • İddia yazısı; savcının, yapılan soruşturmalar neticesinde tutuklu hakkındaki suçlamalarını bildirmek üzere mahkemeye sunduğu yazı.

ifk

  • İftira, iftira ekmek, Hz. Aişe'ye yapılan iftira.

ihlas

  • (Hulus. dan) Kalbini safi etmek. İçten, samimi, riyasız sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık.
  • Sırf Allah emretmiş olduğu için ibadet etmek. Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakiki ve esas gaye etmeyerek yalnız ve yalnız Allah rızasını esas maksat ve

ihram

  • Hac ve umre için giyilen, yün, pamuk ve ketenden yapılan dikişsiz elbise.

ihsanat-ı rahimane / ihsânât-ı rahîmâne

  • Şefkat ve merhametle yapılan ihsanlar, ba-ğışlar.

ihtifal

  • Hürmet ve saygı için büyük cemaat ile yapılan merasim. Cenaze alayı.

ihtiyari / ihtiyarî

  • İsteğe bağlı, iradeyle yapılan.

ihtiyari fiiller / ihtiyârî fiiller

  • İstek ile yapılan işler.

ikram

  • Ağırlamak. Hürmet etmek. Saygı göstermek.
  • İltifat olarak bir şeyler vermek.
  • Bağış.
  • Hesap dışı verilen şey veya yapılan indirme, tenzilât.
  • Allah'ın lütfu ve ihsanı. (İkramın izharı, yani Allah'ın lütfu ve ihsanı olan ikramın izharı tahdis-i nimettir. İnsanın ne

ikramiye

  • Hürmet ve mükâfat için verilen para veya hediye.
  • Memurlara maaş haricinde ve her sene belli bir zamanda verilen para.
  • Yapılan iyilik karşılığı olarak verilen hediye veya para.
  • Satıcı tarafından pazarlığın hâricinde olarak müşteriye yahut arada vasıta olana verilen şey

ılgar

  • Düşman topraklarına ansızın yapılan hücum, akın.
  • Başıboş hayvanın dörtnala koşması.

imamet

  • İmamlık. Namazda cemaati idare eden zâtın hal ve sıfatı.
  • Halifelik.İmamet iki kısma ayrılır:1- İmamet-i suğra: Namazda cemaate yapılan imamlık.2- İmamet-i kübra : Emir-ül mü'minîn olmak. Yani müslümanlar arasında riyaset-i âmmeyi hâiz bulunmaktır.

imamet-i kübra / imâmet-i kübrâ

  • Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vekâleten bütün müslümanlara imamlık ederek İslâmiyet'in emirlerinin tatbik edilmesine nezâret edip, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı yapılan her türlü müdâhaleye (saldırı ve sataşmaya) cevap vermek vazîfes i, hilâfet.

imtihan

  • Deneme, Tecrübe etmek.
  • Bir şeyin hakikatına ıttılâ peyda etmek için çok dikkatle düşünmek.
  • Salâhiyet veya salâhiyetsizliğini anlamak için yapılan teftiş ve tecrübe.

in'am

  • Nimet vermek. İhsan etmek.
  • Doğruya sevketmek, hidâyete ulaştırmak.
  • İyilik etmek, bahşiş vermek.
  • Tar: Osmanlı İmparatorluğu zamanında yeniçerilerin aylıklarına yapılan zam.

inabe / inâbe

  • Bir büyüğe, evliyâ bir zâta intisab etmek, bağlanmak sûretiyle yapılan tövbe.

inayet-i şahsiye / inâyet-i şahsiye

  • Şahsa ve kişiye yapılan yardım, ikram, lütuf.

inkişafat-ı ruhiye / inkişâfât-ı ruhiye

  • Ruh ile manevî alanlarda yapılan açılımlar.

inşaiyyat

  • (Tekili: İnşâi) İşitilmemiş ve duyulmamış sözlerden yapılan cümleler.

iradi / iradî

  • İrade edilerek ve istenilerek yapılan.

işarat-ı harfiye / işârât-ı harfiye

  • Harflerle yapılan işaretler.

işaret-i harfiye

  • Harflerle yapılan işaret.

iskat ve devr / iskât ve devr

  • Müslüman bir kimsenin ölünce, namaz, oruç ve diğer bâzı borçlarından kurtulması için yapılan muâmele.

iskele

  • Binada yüksek yerleri yapabilmek için kurulan geçici sal.
  • Deniz nakil vasıtalarının yanaşabilmeleri için deniz kıyısında yapılan yer.
  • Deniz kenarında ve deniz vasıtalarının yanaşmasına elverişli kasaba.
  • Bir memleketin deniz yolu ile yapılan ticaretine vasıta olan lima

ıslahat / ıslâhât

  • Kusurları ve eksiklikleri gidermek için yapılan işler ve düzeltmeler.
  • İyi hâle, işe yarar hâle getirmek için yapılan çalışmalar, düzenlemeler.

ıslahat-ı askeriye

  • Askerlikte yapılan ıslahatlar. Askerî ıslahat.

ıslahat-ı mülkiye

  • İdarede yapılan düzeltmeler, yenilikler.

ism-i mensub

  • Gr: Kelimenin sonuna Türkçede "Li", Arabça ve Farsçada kelime sessiz harfle bitiyorsa, bir "î", sesli harfle bitiyorsa; yerine göre sesli harf atılarak veya atılmayarak "î" veya "vî" harfi getirilerek yapılan, nereli ve nereye mensub olduğunu ifade eden isimdir. İstanbullu, İstanbulî; Mekkeli, Mekkî

ism-i merre

  • Def'a, kerre gibi bir hareketin bir defa olduğunu bildiren fiil'den yapılan isim. (Darbe: Bir defa vuruş. Lem'a: Bir parlayış gibi.)

ispirtizma

  • Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün bulunduğuna inanan görüş ve bu maksatla yapılan tecrübeler. (Fransızca)

ispritizma

  • Ölülerin ruhlarıyla bazı şartlar altında haberleşmenin mümkün olduğuna inanan görüş ve bu maksatla yapılan deneyler.

israfsız

  • Boş yere harcamadan yapılan.

istiare-i mekniye

  • (Kapalı istiare) Teşbihin temel unsurlarından yalnız benzetilenle yapılan istiare. Meselâ: Merhum Mehmed Akif'in:Şu karşımızda mahşer kudursa, çıldırsa,Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa,Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz.Cihan yıkılsa, emin ol bu cephe sarsılmaz...beyitlerinde düşman k

istiare-i musarraha

  • (Açık istiare) Teşbihin iki temel unsurundan yalnız kendisine benzetilen ile yapılan istiare.Meselâ: Büyük âlimlere; ayaklı kütüphane veya yaşlı kimselere hayatının son baharında denilmesi gibi.

istiare-i temsiliye

  • Temsilî istiare; istiarenin, teşbih unsurlarından "benzetilen" ögesi ile yapılan, benzeyenin teferruatlı olarak tasvir edildiği istiare çeşididir. Temsilî istiarede anlatılan kavram bütün manzumeye veya yazıya işlenmiştir.

istiare-i temsiliyye / istiâre-i temsiliyye

  • Teşbihin esas unsurlarından biri ile yapılan benzetme.

istidlal / istidlâl

  • Delîl getirme. Akıl ile, düşünerek, inceleyerek eseri (yapılan işi) görerek yapanı; yaratılmışları görerek yaratanı anlamak.

istihkamat-ı dahiliye / istihkâmat-ı dâhiliye

  • Bir istihkâmın iç tarafında, icab ettiği zaman yapılan müstakil sığınaklar.

istihkamat-ı hafife / istihkâmat-ı hafife

  • Harbde kısa zamanda yapılan sığınaklar.

itirazat-ı muannidane / itirâzât-ı muannidâne

  • İnat ederek yapılan itirazlar.

ıztırariyat

  • (Tekili: Iztırarî) Mecburi olarak yapılan şeyler, mecburiyetler.

kabale

  • Kadı'nın (hâkimin) verdiği hüccet.
  • Toptan, götürü ile yapılan satış.
  • Yahudilerin kendi cemaatlarına verdikleri vergi.

kabe-i muazzama / kâbe-i muazzama

  • Yeryüzünde yapılan ilk mâbed. Müslümanların kıblesi. Arabistan'ın Mekke-i mükerreme şehrindeki Mescid-i Harâm'ın ortasında bulunan taştan yapılmış dört köşeli binâ. Beytullah, Beyt-ül-haram, Bekke, Beyt-ül-atîk, Hâtime, Basse, Kadîs, Nâzır, Karye-i Kadîme adları ile de anılmıştır.

kabul / kabûl

  • Almak, râzı olmak. Alış-veriş, kirâlama, nikâh gibi sözleşmelerde yapılan teklife rızâ göstermek.

kadir alayı

  • Tar: Kadir gecesi padişahların saraydan çıkıp, civardaki camilerden birinde namaz kılmaları münâsebetiyle yapılan merâsim.

kaf'a

  • Yağcılar tokmağı.
  • Hurma kabuğundan yapılan, zenbile benzer kulpsuz bir nesne.

kafave

  • Sütten yapılan azık.

kafes

  • Tel, ince demir veya ağaç çubuklarından yapılan ve içine kuş ve saire konulan şey.
  • Dışardan içerisi görünmesin diye, ince tahta çubuklarından yapılıp harem pencerelerine takılan siper,
  • Ahşap bir binanın kaplama ve sıvası olmaksızın direklerden ibaret taslağı.

kal'a

  • Kale. Eskiden yapılan büyük merkezlerin ve şehirlerin bulunduğu etrafı duvarlarla çevrili ve düşmanın hücumundan muhafaza edilen yüksek yerlerde inşa edilmiş yapı.
  • Çobanın çantası.
  • Hurma ağacının dibinden kesilen taze fidan.

kale-kile / kale-kîle

  • "Dedi-denildi" şeklinde yapılan aktarımlar.

kamara

  • Vapurlarda mevki sayılan odalar ve salonlar.
  • Gemide kaptan gibi erkâna mahsus odalar.
  • Buğday ve arpa gibi mahsul demetlerinden harman yerinde yapılan küme.
  • Avrupa devletlerinde millet meclisi.

kamuflaj

  • Gizlenme, örtme. Aldatma gayesiyle yapılan tertibat. Daha ziyade harp zamanlarında araçlar ile insanların, bulundukları mekâna göre kılığa girmeleri. (Fransızca)

kanatir

  • (Tekili: Kantara) Taştan yapılan kemerli büyük köprüler. Kantarlar.

kantara

  • Taştan yapılan, kemerli büyük köprü.

karf

  • Töhmet etmek, ayıplamak.
  • Ayıp isnad etmek.
  • Dibâgat olunmuş deriden yapılan dağarcık gibi bir kap.

karhane / kârhane / kârhâne

  • İş yeri, iş yapılan yer. (Farsça)
  • Süt satılan yer. Süt fabrikası. (Farsça)
  • İş yeri, iş yapılan yer, dükkan.

karikatür

  • Bir insanın veya bir şeyin gülünç bir tarzda yapılan resmi.
  • Kaba, âdi ve mizahi resim.

kasara

  • (Çoğulu: Kasr-Kasarât) Boyun kökü.
  • Yoğun ağaç.
  • Gemilerin baş ve arka taraflarında güverteden daha yüksek yapılan güverte.

kasdi / kasdî

  • İstiyerek, kastederek, niyetle ve bile bile yapılan.

kase-i fağfur / kâse-i fağfur

  • Çin porseleni. Çin porseleninden yapılan kâse. (Farsça)

kaşi / kaşî

  • İran'ın Kâş şehrinde yapılan bir çeşit çini. (Farsça)

kasiyy

  • Soğuk gece.
  • Kas adı verilen mahâlde yapılan ibrişimli bir elbise.

katir

  • İhtiyarlık, saç ağarmak.
  • Perçin yapılan çivi uçları.

kavli dua / kavlî dua

  • Sözle yapılan dua.

kavsarra

  • Kamıştan yapılan hurma sepeti.
  • Şeker yükü.

kaza

  • Birdenbire olan musibet. Beklenmedik belâ.
  • Vaktinde kılınmayan namazı sonradan kılmak.
  • Allah'ın takdirinin ve emrinin yerine gelmesi.
  • Hâkimlik, hâkimin hükmü.
  • İstemeden yapılan zarar.
  • Hükmeylemek, hüküm.
  • Bir şeyi birbirine lâzım kılmak.

kefaret / kefâret

  • Bir günahı affettirmek ümidiyle yapılan ibadet veya çekilen sıkıntı.

kemal

  • Kâmillik, olgunluk. Olgunlaşma. Erginlik. Bütün güzel sıfatlarla muttasıf olmak. Fazilet.
  • Değer, baha.
  • Fazlalık.
  • Sıdk ile yapılan güzel iş.

kenduc

  • Yer altında giyecek eşya koymak için yapılan oda.

kepenek

  • Çobanların giydiği kolsuz ve dikişsiz, keçeden dövülerek yapılan giyecek. (Farsça)

kerevet

  • Tahtadan yapılan ve üzerine yatak veya minder konularak yatmağa ve oturmağa yarayan yüksekçe yer.

keriz

  • Yoğurtan yapılan keş.

kerkeç

  • Eskiden muhasara olunan kaleleri tazyik etmek ve top ve tüfekle dövmek için dışarısına yapılan kule ve tabyalar.

kerrüfer harbi

  • Vur-kaç tekniği ile yapılan savaş.

keyy

  • Adama veya davara yapılan nişan.
  • Yarayı dağlama.

kile

  • (Çoğulu: Kilel) İnce tülbendden yapılan cibinlik.

kımt

  • Kamıştan yapılan evlerin kamışlarını bağladıkları ip.

kınne

  • (Çoğulu: Kinen) Hurma lifinden yapılan urganın sağlam ve dayanıklı olması.
  • Dâne çadırı dedikleri ot.
  • Bir nevi devâ.

kırkıs

  • Küçük üvez.
  • Köpeği çağırmak.
  • Yüzük yapılan özlü balçık.

kırtasiye

  • Kâğıt işleri. Kâğıtla alâkalı. Onunla yapılan muâmeleler.

kisa

  • Halı, seccâde. Yünden yapılan elbise.

kişah

  • Davarın böğrüne yapılan işaret.

kısas / kısâs

  • İşlenen suçun, yapılan kötülüğün aynısını suçluya tatbîk ederek cezâlandırma, öldüreni öldürme, yaralıyanı yaralama, bir uzvu kesenin uzvunu kesme cezâsı.

kıtal

  • Muharebe. Kavga. Öldüresiye yapılan karşılıklı harp.

kıyas maa'l-farık / kıyas maa'l-fârık

  • Birbirine benzemeyen şeyler arasında yapılan kıyas.

kıyas-ı binnefs

  • Nefsini misal alarak, nefsine kıyaslayarak. Bir şeyin bizzat kendini kıyas ederek yapılan kıyas.

kıyas-ı fasid / kıyâs-ı fâsid

  • Şartlarına uygun olmadan yapılan bozuk, geçersiz kıyas.

kıyas-ı hadsi-i hafi / kıyas-ı hadsî-i hafî

  • Gizli olan hükmün illetine (sebebine) güçlü bir sezgi ile (zihnin hemen intikali olan hads ile) ulaşmak sûretiyle yapılan kıyas; yani peygamberlik sebebi olan bütün peygamberlerdeki esasların Peygamber Efendimizdeki (a.s.m.) esaslar ile kıyaslanmasıdır ki, zihin bu esasların Peygamber Efendimizde da

kıyas-ı maalfarık / kıyas-ı maalfârık

  • Birbirine benzemeyen şeyler arasında yapılan geçersiz kıyas.
  • Birbirine benzemiyen şeyler arasında yapılan kıyas. Yani, doğru olmayan ve hakikata uymayan mukayese.

kıyas-ı temsili / kıyas-ı temsilî

  • Temsil tarzında yapılan mukayese.

kızıl

  • t. Kırmızı, alrenk.
  • Kıldan yapılan ip.
  • Aşırı, müfrit.

konferans

  • Dinleyicilere herhangi bir mevzu hakkında bilgi vermek gayesiyle yapılan konuşma. (Fransızca)

kongre

  • Çeşitli memleketlerden yöneticilerin, elçilerin ve delegelerin katılmasıyla yapılan toplantı. (Fransızca)

kubbe

  • Yarım küre şeklinde yapılan bina damı.

kubeb

  • (Tekili: Kubbe) Kubbeler, kemerler. Tepesi yuvarlak, yarım küre şeklinde yapılan binâ damları.

küfr-ü mağrurane / küfr-ü mağrurâne

  • Gururla yapılan küfür.

kulis faaliyeti

  • Toplantı yapılan yerlerde, toplantı haricinde çeşitli grupların yaptığı gizli çalışma.

küngan / küngân

  • Toprak ve çimento gibi şeylerle yapılan su borusu, su yolu. (Farsça)

künne

  • Ev kapısı üstüne yapılan sundurma.

küşad

  • (Küşât) Açış. İlk açılış merasimi. (Farsça)
  • Açma, fethetme. (Farsça)
  • Yeni yapılan resmi bir yapının ilk defa olarak açılması. (Farsça)

lağv yemini

  • Geçmiş birşey için zan ile boş yere yapılan yemîn.

lahd

  • (Çoğulu: Lühud) Mezar. Üstü yükseltilerek yapılan mezar.
  • Eğilmek.
  • Bir tarafına meyilli olan çukur.

lahlaha

  • Güzel kokuların karışmasından meydana gelen koku.
  • Güzel kokularla yapılan bir nevi macun.

lavanta

  • Çeşitli çiçek ve bitkilerden alınan esanslarla yapılan güzel kokulu sıvı.

lebeb

  • (Çoğulu: Elbâb) Göğüste gerdanlık takılan yer.
  • Atın göğsüne yapılan sinebend.
  • Devenin ve sâir davarın göğsüne bağladıkları nesne.
  • Dağ eteğinde olan azıcık yumuşak kum.

lebed

  • Yünden yapılan keçe.
  • Bir yerde mukim olmak.
  • Bir şeye yapışmak.

lenger-hane

  • Lenger yapılan yer. Lenger imal edilen yer. (Farsça)

lidam

  • Eski elbiseye yapılan yama.

ma'hed

  • (Çoğulu: Maâhid) Sözleşilen ve antlaşma yapılan yer. Buluşma yeri.

ma'kad

  • Ahidnâme yapılan, anlaşma akdedilen yer.

ma'mulat-ı dahiliye / ma'mulât-ı dâhiliye

  • Dâhilî mamulat. Memlekette yerli olarak yapılan şeyler.

maahid

  • (Tekili: Ma'hed) Buluşma yerleri. Anlaşma yapılan ve sözleşilen yerler.

mahmudiye

  • Sultan 2. Mahmud adına yapılan ve kalyon büyüklüğünde olan eski bir harp gemisi.
  • Sultan 1. Mahmud zamanında basılan 23 ayar altın.
  • Sultan 2. Mahmud zamanında basılan ve yirmibeş gümüş kuruş değerinde olan ince altın sikke.

mahya

  • Ramazanlarda, kandillerde veya bayramlarda çifte minâreli olan camilerde iki minare arasına gerilen ipe asılmak suretiyle ışıklarla yazılan yazı veya yapılan resim.
  • Dam çatısında iki eğik sathın birleştiği çizgi ve buradaki aralığı kapatmak için kullanılan uzunca, oluk biçiminde kire

manevi mücahede / mânevî mücahede

  • Nefis ve şeytana karşı yapılan cihad, mücadele.

maraton

  • yun. Kırk kilometreden uzun bir yolda mukavemet için yapılan hız koşusu.

masnu' / مصنوع / masnû' / مَصْنُوعْ

  • (Sun'. dan) San'atla yapılan, yapılmış. Yapma, yapmacık.
  • Sanatlı yapılan.
  • San'atla yapılan.

masnuat / masnûât / مَصْنُوعَاتْ

  • San'atkârâne yapılan şeyler. Yapılanlar.
  • San'atla yapılanlar.

masrufun leh / masrûfun leh / مَصْرُوفٌ لَهْ

  • Hakkında sarf yapılan.

meberrat

  • (Tekili: Meberre) Sevab için, hayır kazanmak için yapılan işler.

meberre

  • (Çoğulu: Meberrât) Sevab için, hayır kazanmak için yapılan iş.

mef'ul / mef'ûl

  • Yapılan iş. Fâilin eseri.
  • Gr: Fâilin fiilinin te'sir ettiği şey. "Nuri kitabı okudu" cümlesinde, kitab mef'uldür.
  • Bir fail tarafından yapılan, ortaya konulan.
  • Dilbillgisinde tümleç; özne tarafından yapılan iş, öznenin fiilinin sonucu.

mehr-i misl

  • Mehir söylenmeden veya mehir vermemek şartı ile yapılan bir nikahtan sonra, kadının, baba tarafından akrabâsının kadınlarına bakılarak bunlara verilen mehir kadar verilmesi kararlaştırılan altın, gümüş, mal veya herhangi bir menfeat.

mekanik

  • Lât. Cisimlerin hareketleriyle alâkalı hâdiseleri inceleyen ilim. Mihanikiyetten bahseden kitap.
  • Makina. Makina aksamının hey'et-i mecmuası.
  • Kafa yormaksızın el veya makina ile yapılan.

melekat / melekât

  • Melekeler; tekrarla yapılan iş veya tecrübelerden sonra elde edilen bilgi ve beceriler.

meleke

  • Tekrar tekrar yapılan bir iş veya tecrübeden sonra hasıl olan bilgi ve mehâret.
  • Mümârese.

menasik / menâsik

  • Nüsükler. Hacda belli yerlerde ve belli zamanlarda yapılan belli ibâdetler, vazifeler. Nüsük kelimesinin çoğuludur.

menasik-ül hac

  • Hacı olmak için Mekke-i Mükerreme'ye gidenlerin Kâbe'yi ziyaret etme, Arafat'ta vakfeye durma, kurban kesme, ihram giyme, muayyen bir yerden bir yere kadar yürüme gibi yapılan ibadet rükünleri.

mendub / mendûb

  • Emredilmediği hâlde yapılan güzel amel, iş.

mensucat / mensucât

  • Bez veya kumaş gibi dokumak suretiyle yapılan tezgâh veya fabrika mahsulü mallar.

meşagil-i uhreviye

  • Ahirete ait çalışmalar. Din için yapılan çalışmalar.

meşaki

  • (Tekili: Mişkât) İçerisine lâmba, kandil gibi şeyler koymak üzere duvarda yapılan küçük hücreler, oyuklar.

mesed

  • Hurma lifi.
  • Liften yapılan ip.
  • Deve kılından ve yününden yapılan urgan.
  • Yemen diyarında biten bir ağacın adı.
  • Bağ.

meseke

  • (Çoğulu: Misek) Fil kemiğinden veya deniz boğası kemiğinden yapılan bilezik.

meşhudat / meşhûdât

  • Yapılan gözlemler.

meters

  • Harpte, korunmak gayesiyle yapılan toprak tümsek, siper. (Farsça)
  • Kapının açılmaması için arkasına konulan ağaç. (Farsça)

mezad

  • Artırma ile yapılan satış.
  • Tuluk, dağarcık.

mezraa-i masnuat / mezraa-i masnûât / مَزْرَعَۀِ مَصْنُوعَاتْ

  • San'atla yapılan şeylerin tarlası.

mihsal

  • Ok yapılan demir.

mıkatta

  • Üzerinde kamış kalemlerin uçları kesilen sedef, kemik, ağaç, fil dişi veya mâdenden yapılan âlet.

mıktare

  • Kuş ayağına yapılan köstek.
  • Kelepçe.

minnet / مِنَّتْ

  • İyiliğe karşı duyulan şükür hissi.
  • Birisine iyilik etmek.
  • Yapılan iyilikleri sayarak başa kakmak.
  • Yapılan bir iyiliği, verilen bir şeyi başa kakma. Minnetin bu kısmı İslâmiyet'te yasaklanmıştır.
  • Görülen iyiliğe karşı teşekkür etme.
  • Allahü teâlâya hamd ve senâ etmek, şükretmek.
  • Nîmete kendi eliyle, kendi çalışmasiyle kavuşmadığını, Allahü teâlânın lütfu ve ihsânı o
  • Yapılan bir iyiliği başa kakma.

minnet etmeme

  • Yapılan iyilikleri sayarak başa kakmama.

minnettar etmek

  • Yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür hissi uyandırmak.

minnettar olmak

  • Minnet duymak, yapılan bir iyiliğe karşı kendini borçlu hissetmek.

minnettarane / minnettârâne

  • Minnet duyarak, yapılan bir iyiliğe karşı teşekkür hissi taşıyarak.

minyatür

  • Eski el yazısı kitapları süslemek için sulu boya ile yapılan ince resimler hakkında kullanılır bir tâbirdir. İtalyanca "minyatura" kelimesinden alınmadır. Buna vaktiyle küçük nakış demek olan "hurde nakış" denilirdi.
  • İnce bir san'atla yapılmış küçük resimler.

mirac-ı ruhani / mirâc-ı ruhânî

  • Maddî olmayan, ruh ile yapılan yükseliş.

mis'ar

  • (Çoğulu: Mesâir) Uzun.
  • Ateş küsküsü yapılan ağaç. Ateş karıştırmağa mahsus âlet.

mişceb

  • (Çoğulu: Meşâcib) Üzerinde çamaşır kuruttukları kafes.
  • Yüksek yere erişmek için yapılan sandalye.

misem

  • Dağlama eseri.
  • Dağ yapılan âlet.
  • Güzelin çehresindeki cemâl eseri.

misvak / misvâk

  • Bir karış büyüklüğünde kesilmiş, dişleri temizlemek için kullanılan ve Erak denilen ağaçtan veya zeytin dalından yapılan ağaç fırça.

miting

  • İng. İçtimaî ve siyasî bir mes'ele için yapılan büyük toplantı.
  • Bir gaye uğruna yapılan büyük toplantı.

mıtrede

  • Yünden veya haz denilen kumaştan yapılan elbise.

mizan

  • Terazi, ölçü, tartı.
  • Akıl, idrak, muhakeme. Mikyas.
  • Fık: Mahşerde herkesin amellerini tartmağa mahsus bir adâlet ölçüsü olup, hakiki mâhiyeti ancak âhirette bilinecektir.
  • Mat: Yapılan hesabın doğruluğunu anlamak için yapılan diğer bir hesap. Sağlama.

mü'temer

  • Anlaşma için yapılan toplantı. Kongre.

muahede-i ittifakiyye

  • Bir savaş çıktığında birbirlerini desteklemek üzere iki veya daha fazla devletler arasında yapılan andlaşma.

muahede-i ticari / muahede-i ticarî

  • Yalnız ticâret işleriyle alâkalı olmak üzere devletler arasında yapılan andlaşma.

muamelat

  • İnsanların birbirine karşı tutum ve davranışları.
  • Resmî dairelerde yapılan evrak kayıt ve işlemleri.

muamele

  • Davranma, davranış.
  • Yol, iz.
  • Dairede yapılan kayıt vesaire.
  • Alışveriş, sarraflık, para işleri.
  • (Çoğulu: Muâmelât) Hatt-ı hareket. Davranma, davranış. Birbiri ile iş görme, amel etme. Alış veriş.
  • Resmi dairelerde yapılan herhangi bir iş.

muamele-i imani / muamele-i imanî

  • İmânı temel alarak yapılan uygulama.

muavaza / muâvaza

  • İki tarafın da ivaz vererek, anlaşarak yaptığı akit. Sayışma. Bir şeyi diğer bir şeye bedel, ivaz olarak vermek. Aslı olmadığı halde menfaat celbi için hususi bir surette müzakere ile yapılan hileli iş. Yapmacık.

mücahedat-ı fikriye / mücâhedât-ı fikriye

  • Fikir yoluyla yapılan mücadeleler, fikrî savaşlar.

mücazefe

  • Söz ile karşısındakinin hakkını örtmek, aldatmak.
  • Fık: Tartıp ölçmeden göz kararı ile yapılan tahmini satış. Götürü almak. Toptan satmak.

müdahale-i gaybiye

  • Gaybdan yapılan müdahale.

müdara

  • Dost gibi görünme. Yüze gülme.
  • Başkalarının fikirlerine uyarcasına hareket etmek.
  • Sulh ve salâh üzere bulunmak. (Meşru bir surette ve iyi bir netice için yapılan müdârâ memduhtur. Fena bir netice için ise, kötüdür; İslâmlığa yakışmaz, İslâm onu men'eder.)

müennes

  • Dişi. Müzekkerin mukabili.
  • Gr: Hakiki, itibarî veya söylenişi cihetiyle "dişi" olan kelime.Müennes-i hakikî : Müzekker kelimenin sonuna bir "e-a" ilâve ederek yapılan kelime. Meselâ: (Kâtib: ): Erkek yazıcı. (Kâtibe: ): Kadın yazıcı.Sonu "e" ile biten kelimeler ekseriyetle müennestir

muhalün aleyh

  • Fık: Havaleyi ödeyecek kimse. Üzerine havale yapılan şahıs.

muhavere-i latife / muhâvere-i lâtife

  • Karşılıklı olarak yapılan güzel ve nükteli bir sohbet.

mukabele

  • Karşılık, karşılamak.
  • Mücadele.
  • Karşılaştırmak. Karşılıklı yapılan iş, karşılıklı yapılan okuma.
  • Camide Kur'ân-ı Kerimi okuyup halka dinletmek.
  • Yüz yüze olmak.
  • Düşmanın şerrinden kurtulmak ve onun şiddetini kaldırmak için onu yıldıracak tedbirde bulunm

mukaddemat-ı ihzariye / mukaddemât-ı ihzariye

  • Bir şeyi hazırlamak için önceden yapılan işler.

mükatebe / mükâtebe

  • Yazışma. Mektuplaşma. Birbirine yazma.
  • Fık: Azâd edilmesi, bazı şartlara -mal kazanmak veya bir müddet hizmet etmek gibi neticeye- bağlı olan köle veya câriye ve bu azad hususunda yapılan mukavele.
  • Yazışma, mektuplaşma, birbirine yazma, köle ile yapılan azatlık sözleşmesi.

mukavelename

  • Anlaşma yazılı olan kâğıt. Mukavele yapılan kâğıt.

mümaresat-ı ilzamiyat

  • İkna ve ilzam etmek için meharetle bir işe devam etmek. İlzam için yapılan ustalıklar.

mümessel

  • Temsile konu olan, haklarında kıyaslama tarzında benzetme yapılan.

münacat-ı esmaiye / münâcât-ı esmâiye

  • Cenab-ı Hakkın isimleriyle yapılan dualar.

münazara / münâzara

  • Karşılıklı konuşmak. İlmî ve kaideye uygun olarak yapılan münakaşa. Mübahese.
  • Doğruyu ortaya çıkarmak maksâdı ile karşılıklı olarak yapılan ilmî konuşma. Bir mes'eleyi belli kâideler dâhilinde karşılıklı inceleme, bir mes'ele hakkında yapılan karşılıklı konuşma.

münazarat-ı nefsiye / münâzarât-ı nefsiye

  • Nefisle yapılan tartışmalar.

mürafaa

  • Mahkemede yapılan duruşma.

müsabaka

  • Karşılıklı yarışma. Hangisinin ileride olduğunu anlamak için yapılan tecrübe, imtihan. Bir şeyde derece anlama için iki veya daha çok şahıslar arasında bazı şartlarla yapılan tecrübe.

müşahedat-ı vakıa / müşahedat-ı vâkıa

  • Olgular, gerçekler üzerinde yapılan müşahedeler, gözlemler.

müsakat şirketi / müsâkât şirketi

  • Bağda üzüm, bahçelerde meyve ve bostanlarda sebze yetiştirmek için, toprak sâhibi ile çalışacak kimse arasında yapılan şirket, ortaklık.

musanna' / مُصَنَّعْ

  • San'atlı yapılan.

müşavir

  • İstişare olunacak kimse, kendisine danışılan kişi.
  • İdare işlerinde yakın yardımcı memur.
  • Kovanlık üstünde yapılan örtünün direkleri.

müşebbek

  • (Şebek. den) Ağ ve kafes gibi örülmüş olan. Küçük tahta parçalarından yapılan oymalı kafes.

müşterek

  • Birlikte, ortak kullanılan.
  • Elbirliğiyle yapılan, birlik.

müsteskal

  • (Sıklet. den) İstiskal edilen. Soğuk muamelede bulunulan. Kendisine kovarcasına muamele yapılan.

mutaf

  • (Muy-tâb. dan) Keçi kılından dokunmuş olan. (Farsça)
  • Kıldan yapılan at takımı. (Farsça)
  • Kıldan çul yapan, dokuyan veya satan. (Farsça)

mutazallim

  • (Çoğulu: Mutazallimîn) (Zulm. den) Kendisine yapılan haksızlık ve zulümden şikâyet eden, sızlanan.

mutazallimane / mutazallimâne

  • (Zulm. den) Kendine yapılan zulüm ve haksızlıkdan dolayı sızlanan kimseye yakışır şekilde.

mutazallimin / mutazallimîn

  • (Tekili: Mutazallim) (Zulm. den) Sızlananlar. Kendilerine yapılan haksızlık ve zulümden dolayı şikâyet edenler. Tazallüm edenler.

muttasıl

  • Bitişik, istisna-i muttasıl, aynı cinsten alanlar arasında yapılan istisnadır. Ayrı cinsten olursa "munkatı" denilir.

muvakkat nikah / muvakkat nikâh

  • Geçici nikâh. Bir adamın, yüz sene de olsa, belli bir zaman sonra hanımını boşamağı söyleyerek, bütün şartlarına uygun yapılan ve harâm olan nikâh.

muvazaa

  • Bir mes'elede bahse girişmek.
  • Mc: Danışıklı döğüş.
  • Hakikatte olmayan bir durumu varmış gibi göstermek için yapılan bir anlaşma.

muvazene-i a'mal / muvazene-i a'mâl

  • Yapılan işlerin, amellerin tartılıp hesaplanması.

muvazzaf

  • Vazifeli. Bir işle meşgul.
  • İlk yapılan askerlik hizmeti.

müzaraa

  • Ziraat üzerine yapılan işler, ekincilikle ilgili olarak yapılan işler.
  • Toprağa, çalışmağa ve kazanca ortak olmak üzere kurulan şirket.

müzarea şirketi / müzârea şirketi

  • Zirâat ortaklığı. Harman yapılan ürünleri yetiştirmek için, tarla yâni toprak birinden, çalışma, işçilik diğerinden olmak ve mahsûlü sözleşilen nisbette (miktârda) aralarında paylaşmak üzere, kurulan şirket.

nafile / nâfile / نَافِلَه

  • Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş.
  • Menfaatli olmayan. Ziyâdeden olan.
  • Torun.
  • Ganimet malı. Bahşiş. Atiyye.
  • Mecburiyet altında olmayarak yapılan ibadet.

nahil

  • Hurma ağaçları, hurmalık.
  • Hurma ağacı.
  • Balmumundan yapılan ağaç, yapraklı dal ve yemiş taklidi işlere denir ki, sathı altın ve gümüş yapraklarla süslenerek, eskiden gelin giderken önünde alayla götürülür ve gelin odalarına süs olarak konurdu.

nahl

  • Hurma ağacı.
  • Gelinler için yapılan süs ağacı.
  • Un elemek.

naki'

  • (Çoğulu: Enkia) Kuru üzümü su içinde ıslatarak yapılan şarap.
  • İçinde hurma ıslatılan havuz.
  • Suyu çok olan kuyu.
  • Kandıran, kandırıcı.

nakile

  • (Çoğulu: Nekâyil) Ayakkabıya yapılan yama.

nakli delil / naklî delil

  • Şer'î hükümler için naklî delil esastır. Yalnız akıl ile din namına hüküm getirilmez ve böyle bir hükmün dinle alâkası olmaz. Dinî meselelerde aklın ve ilmin vazifesi; dinî hükümlerdeki hikmetleri ve hakkaniyet delillerini görüp izhar etmektir. Kur'anın bazı âyetlerinde yapılan akla havaleler ve Kur

nakş-ı kalem-i kudret

  • Kudret kalemiyle yapılan nakış.

nakş-ı kilki / nakş-ı kilkî

  • Kalemin ucuyla yapılan nakış.
  • Kalemle yapılan nakış.

namazgah / namazgâh

  • Namaz kılınan yer. İbadetgâh. Eskiden şehir dışında, kırda ve sed üzerinde mihrab konulmak suretiyle namaz kılınmak için yapılan yere verilen addır.
  • Bir kasabanın bütün halkını bir arada bulunduran geniş sahaya da bu ad verilirdi. Bayramlarda ve fevkalâde günlerde kasaba ve civar köy

nazir

  • Bir şeye benzemek üzere yapılan şey. Denk, eş, örnek. Benzeyen.
  • Edb: Bir şairin manzumesine, başka bir şair tarafından aynı vezin ve kafiyede olmak üzere yapılan benzer.

necm

  • (Necim) Yıldız, ahter, kevkeb. Ülker yıldızına da denir. Ülker, onbir yıldızdır. Altısı görünür, gözü kuvvetli olan yedinciyi de görebilir.
  • Belirli olan vakit. (Araplar, vakti yıldızlarla tahdit ederlerdi)
  • Kabak ve hıyar gibi yayvan nebat.
  • Belirli vakitte yapılan vazi

nefl

  • Sevab için yapılan ibâdet. Emredilmemiş, farz veya vâcib olmadan yapılan ibadet. Nâfile.
  • Birisine ganimet malı veya atiyye, ihsan vermek.
  • Yemin etmek.

nefy ve isbat zikri / nefy ve isbât zikri

  • "Lâ ilâhe illallah" mübârek sözünü diyerek yapılan zikr (Lâ ilâhe) yâni Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur, nefy; (illallah) yâni Allahü teâlâ vardır demek de isbât ifâdeleriyle belirtilmiştir.

nekabet / nekâbet

  • Yapılan satış sözleşmesinden dönmek, vazgeçmek.

nergisi / nergisî

  • Nergis biçiminde kesilip yapılan bir çeşit hamur işi. (Farsça)

nesais

  • (Tekili: Nesise) Fesatlık için yapılan fısıltılar.

nesise

  • (Çoğulu: Nesâis) Fesatlık için yapılan fısıltı.

neşriyat-ı diniye

  • Dini yaymak için yapılan yayınlar.

netice-i amel

  • Yapılan işin neticesi.

ney

  • Kamıştan yapılan damaksız düdük.
  • Kamış kalem.
  • Mc: Kâmil insan.
  • Farsçada : Yokluk.
  • Kamıştan yapılan içi boş bir çalgı âleti.
  • İnsan-ı kâmil, İslâm dîninde yetişen kâmil yüksek insan.

nezr-i muayyen

  • Hastam iyi olursa, Allah için şu kadar sadaka vermek ve sevâbını falan velîye bağışlamak adağım olsun diye bir şarta bağlanarak yapılan adak.

nezr-i mutlak

  • Şarta bağlı olmadan yapılan adak.

ni'met-şinas

  • Kendisine yapılan iyiliği bilip unutmayan. (Farsça)

nikah / nikâh

  • Evlilik için yapılan akit, sözleşme. Evlenecek müslüman bir erkek ile kadının şâhidler huzûrunda ben seni zevceliğe (hanımlığa) aldım, diğerinin de kabûl ettim demesi.

nis'a

  • (Çoğulu: Nüsu'-Ensu'-Ensâ') Devenin göğsü için yapılan enli kolan.

niyet

  • Kasd. Kalbin bir şeye yönelmesi.
  • Fık: Yapılan bir vazife ile Cenab-ı Hakk'a taatta bulunmayı ve O'na mânen yaklaşmayı kasdetmektir.

niza-i lafzi / niza-i lafzî

  • Boşuna çene yarıştırma. Sözle yapılan kavga.

nizam

  • Sıra, dizi, düzen. Dizilmiş olan şey, sıralanmış.
  • İcaba göre yapılan kanun. Bir kaideye binaen tertib olunmak ve ona binaen tertib olundukları kaide.
  • Bir işin sebat ve kıyamına medar, sebep olan şey ve hâlet.

nüvre

  • Alçı taşı.
  • Kireçten yapılan.

ömri hibe / ömrî hibe

  • Bir kimseye; "Ömrün boyunca evim senin olsun" diyerek yapılan hibe.

pa-çe

  • Küçük ayak. Pantolon, şalvar gibi şeylerin dizden aşağı olan kısmı. Paça. (Farsça)
  • Koyun, keçi ve sığır ayağı. (Farsça)
  • Koyun, keçi ve sığır ayağından yapılan yemek. (Farsça)

pazarlık etmek

  • Alış-verişte satan ile alan arasında malın fiyâtı veya bir işin ücreti husûsunda yapılan anlaşma.

perde-i müstebidane

  • Yapılan baskı ve zulüm perdesi.

pergale / pergâle

  • Kaba iplikten yapılan bir cins dokuma. (Farsça)
  • Parça. (Farsça)

piyango

  • Bir kumar çeşidi. Mülk sâhiblerinin haklarının miktarlarını değiştirmek veya ortaklardan birinin hakkını yok etmek, yâhut hakkı olmayana pay vermek için yapılan kur'a.

propaganda

  • Bir fikri, ya da malı beğendirmek için yapılan ilân, reklâm.
  • Bir fikri veya malı herkese bildirmek veya kabulü için yapılan ilân. Çok kıymetli olduğu veya olmadığı hâlde bir şeyin kıymetini arttırmak maksadiyle yapılan konuşma veya ilânat. (Fransızca)

put

  • Allah'tan başka tapılan herşey.
  • Heykel. Sanem. Kendisinden medet beklenen veya lâyık olmadığı hürmet kendine yapılan maddi mânevi resim, heykel ve her çeşit cisim.

ragmiyyat

  • Aksine, rağmına, inadına, zıddına yapılan işler.

raks-ı mükerrer

  • Tekrar tekrar yapılan raks. Döne döne oynama.

rasife

  • Su içinde yapılan sed. Rıhtım.

rebike

  • Hurmayı yağla ve keş ile karıştırıp hamur ederek yapılan bir yemek.
  • Öğünmüş keşi, un ve yağ ile karıştırıp yapılan yemek.
  • Bulamaç aşı.

rende

  • Tahtaların yüzlerini pürüzlerden kurtarıp dümdüz etmek için marangozların kullandıkları âlet. (Farsça)
  • Mutfakta peynir, soğan, havuç gibi şeyleri ufalamak için kullanılan tenekeden veya ona benzer maddelerden yapılan âlet. (Farsça)

resa'

  • Tatlı sütü ekşi yoğurtla karıştırmak. (O yapılan yemeğe "resise" derler.)

reşidiyye

  • Reşid olanla ilgili.
  • Şeker ve nişasta ile yapılan bir çeşit tatlı.

resm-i küşad

  • Yeni yapılan mekteb, fabrika, kışla, hükümet konağı, demiryolu vs. gibi şeylerin umuma açılışı yerinde kullanılan bir tâbirdir. Yeni tabirde " Açılış töreni" demektir.

resmigeçit

  • Özel günlerde yapılan geçit töreni.

riya

  • Özü sözü bir olmamak. İnandığı gibi hareket etmeyiş. İki yüzlülük etmek. Gösteriş için yapılan hareket.

rücbe

  • Canavar avlamak için yapılan yer. (İçine iple et bağlarlar ki canavar gelip yapıştığı gibi üzerine düşer.)

sabr-ı cemil / sabr-ı cemîl

  • Başa gelen belâ ve musîbetten dolayı feryad etmeden, insanlara şikâyette bulunmadan yapılan sabır, gösterilen tahammül.

sadaka

  • Allah rızası için ihtiyaç sahibi kişilere yapılan yardım.
  • Allah için yapılan yardım.

sadef

  • Deniz böceklerinin kıymetli kabuğu ve onlardan yapılan şeyler.
  • Sert, parlak ve şeffafa yakın madde. İnci kabuğu.

safka

  • Bir satış anında müşteri ile satıcının tokalaşarak, "hayrını gör" demeleri.
  • Yapılan satış.

sahrınç

  • Yağmur sularını biriktirmek için bina altında ve toprak içinde yapılan etrafı duvarlı veya çimento sıvalı su mahzeni.

şahs-ı manevi / şahs-ı manevî

  • Bir şahıs olmayıp kendisine bir şahıs gibi muamele yapılan şirket, cemaat, cemiyet gibi ortaklıklar. Belli bir kişi olmayıp bir cemaatten meydana gelen manevî şahıs.
  • Bir topluluğun taşıdığı manevî kuvvet ve meziyetler.

salat / salât

  • Namaz. Belirli vakitlerde Kur'an'da emredildiği tarzda ve Hz. Peygamber'in tarifi vechi ile yapılan ibadet.
  • Tebrik, tezkiye.
  • Dua. Peygamberimize (A.S.M.) yapılan dua.
  • İstiğfar.
  • Rahmet.
  • Namaz, belli vakitlerde yapılan ibadet, dua.

salat ü selam / salât ü selâm

  • Peygamberimiz için yapılan dua ve niyaz.

salat ve selam / salât ve selâm

  • Peygamberimiz için yapılan dua ve niyaz.

salat-ü selam / salât-ü selâm

  • Peygamberimiz için yapılan dua.

salavat / salavât / صَلَوَاتْ

  • (Tekili: Salât) Namazlar.
  • Bütün dualar. İhtiyaçtan gelen ricalar.
  • Nimetten çıkan şükürler. İbadetler.
  • Hazret-i Muhammed'e (A.S.M.) memnuniyet ve bağlılık için yapılan dualar.
  • Nasârâ kilisesi.
  • Peygamberimizeasm yapılan duâ.

salavat-ı nuriye / salâvat-ı nuriye

  • Peygamberimiz için yapılan, manevî yönden tüm karanlıkları aydınlatan nurlu rahmet ve esenlik duaları.

salim / sâlim

  • Sağlam.
  • Sıhhatli. Sağ. Noksansız, eksiksiz.
  • Her türlü tehlikeden uzak olan. Emin ve korkusuz olan.
  • Gr: Kelimelerdeki harfler bozulmadan cemi' eki katılarak yapılan çoğul hali. Sâlimûn, sâlihât, sâdıkûn, sâdıkât gibi yapılan cemiler.
  • İçinde harf-i illet bulunma

san'at

  • Ustalıkla, hünerle yapılan iş.

sanayi-i lafziye

  • Söz ile, lâfızla yapılan san'at şekilleri. (Cinas, tenasüb ve tezad gibi.)

sanduka

  • Türbelerde mezarların üzerine tahtadan sandık şeklinde yapılan ve üstüne yeşil çuha örtülen yerin adıdır. Kadın sandukaları düz olduğu halde, erkek sandukalarının baş tarafına bir ağaç konarak üzerine kavuk, taç, sikke gibi sağlığında giydikleri başlık konurdu. Açık mezarlıklarda sandukalar taştan y

sanem

  • Put, odundan, altından ve gümüşten yapılan insan heykeli.

sar

  • Yer, mekân bildiren, birleşik kelimeler yapılan bir ek'tir. Bir şeyin kesretle bulunduğunu gösterir. Meselâ: Kühsar : Çok dağlık yer. (Farsça)

savat

  • (Aslı: Sevâd'dır) Gümüş üstüne kurşunla yapılan kara kalem nakışlar.
  • Derede hayvanlara su içirilen yer.

savm

  • Oruç. İkinci fecirden başlıyarak güneşin batmasına kadar yemekten, içmekten ve cinsi mukarenetten nefsi men'etmek suretiyle yapılan ibâdet.

sayda'

  • Çömlek yapılan toprak.
  • Kaba ve galiz yer.
  • Belde ismi.

saye

  • (Çoğulu: Sâyât) Koyun yatağı. Nişan için dikilen taş. Yolun tanınması için bir yere yığıp höyük yapılan taş.

şebe

  • Bakırla çinko madeninden yapılan pirinç.
  • Benzeme, müşabehet.

şebeh

  • (Şibih) Benzer, nazir, benzeyen şey.
  • Bakır ile çinkodan karıştırılıp yapılan pirinç madeni.

secavend / secâvend

  • Kur'an-ı Kerim'de doğru okunması için yapılan işaretler.Kur'an-ı Azîmüşşan'ı okurken durularak nefes alınacak yerler, âyet sonları ile secavend mahalleridir. (Farsça)
  • Kur'ân-ı Kerim'i doğru okumak için yapılan işaretler.

secde

  • Allah'ın (C.C.) huzurunda yere kapanış. İbadet ve Allah'a (C.C.) memnuniyetini ve itaatini bildirmek veya şükretmek için yere kapanarak alın, burun ucu, eller, dizler ve ayak uçları yere gelecek şekilde yapılan en büyük tazim ifade eden hareket. Namazın bir rüknü.

secde ayetleri / secde âyetleri

  • Okunduklarında veya işitildiğinde secde yapılan, Kur'ân-ı kerîmdeki on dört secde âyet-i kerîmesi. Bunlar: A'râf: 206, Ra'd: 15, Nahl: 50, İsrâ: 109, Meryem: 58, Hac: 18, Furkân: 60, Neml: 25, Secde: 15, Sa'd: 24, Fussilet: 37, Necm: 62, İnşikâk: 21, Alak: 19. âyet-i kerîmeleridir.

secde-i şükran

  • Şükür secdesi. Şükretmek maksadıyla yapılan secde.

secdeteyn

  • Birbiri arkası yapılan iki secde.

şecere-i rıdvan / şecere-i rıdvân

  • 628 (H.6) senesinde yapılan Hudeybiye andlaşmasından önce Medîneli müslümanların, altında Peygamber efendimize ve İslâm dînine bağlı kalacakları husûsunda bağlılık yemîni ettikleri ağaç.

sedd-i ahenin / sedd-i âhenin

  • Demirden yapılan set.

şeff

  • Yünden yapılan çok ince elbise.

sehiv

  • Hatâ, unutarak yapılan yanlış.

sehve

  • Ev önünde yapılan sofa.
  • Gevşek yürüyüşlü deve.

seki

  • Direğin altında konulan taş ayak, kürsü taşı, kapıların yanlarında ve bahçelerde havuzların etrafında yapılan sed ve peyke, odaların zeminden yüksekçe olarak bir kısmına yapılan döşeme yerlerinde kullanılır bir tabirdir.
  • Atın ayağındaki beyaz nişana da bu ad verilir.

şekur / şekûr

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kendisi için yapılan az tâate yüksek dereceler ihsân eden, sayılı günlerde yapılan ibâdete, sayısız mükâfât veren.
  • Çok şükreden, kendisine ihsân edilen nîmetlerin kıymetini bilip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyetle O'

selem

  • İleride teslim edilecek bir malın peşin para ile satılması. Yâni belli miktârda peşin para ile belli zaman sonra bilinen yerde bilinen bir malı satın almak için yapılan sözleşme. Peşin parayı verene sâhib-üs-selem veya rabb-üs-selem; veresiye mal ver me borcu altına giren satıcıya müslemün ileyh, bu
  • Peşin para ödeyip, malı daha sonra almak üzere yapılan bir alış veriş akdi.

selhhane / selhhâne

  • Hayvan kesimi yapılan yer, mezbaha.

şelil

  • (Çoğulu: Eşille) Deve ve at ardına yapılan palas.
  • Çok sulu dere ortası.
  • Kısa gömlek.

sena-i peygamberi / senâ-i peygamberî

  • Peygamber tarafından yapılan övgüler.

sendere

  • Büyük kile.
  • Ok yapılan bir nevi ağaç.
  • Sür'at, hız.

seradik

  • (Sürâdik) Padişaha mahsus çadır perdesi veya büyük sarayın perdesi.
  • Cibinlik tarzında yapılan perdeden oda.

şerebe

  • (Çoğulu: Şireb-Şerebât) Ağaç dibine su toplanması için yapılan havuz.

şerit

  • Hurma yaprağından yapılan urgan.

settare

  • Dışarıdan gelecek soğuk veya olumsuz şeylerden koruyacak şekilde yapılan küçük kulübe.

sevkitabii / sevkitabiî

  • Hayvanlarda düşünmeyerek, tabiatın sevki ve zorlamasıyla yapılan hareket, içgüdü.

seyahat-ı fikriye

  • Düşünce ile yapılan yolculuk.

seyahat-i fikriye

  • Düşünceye yapılan yolculuk.

seyahat-ı fikriyede

  • Düşünce ile yapılan yolculuk.

seyahat-i hayaliye-i fikriye

  • Hayalde ve düşüncede yapılan yolculuk.

seyahat-ı kalbiye

  • Kalben yapılan seyahat.

seyahat-i kalbiye

  • Kalple yapılan manevî yolculuk.

seyahat-ı maneviye-i hayali / seyahat-ı mâneviye-i hayâlî

  • Hayâlen ve mânen yapılan seyâhat.

seyahat-i ruhiye

  • Ruhla yapılan mânevî yolculuk.

seyr-i afaki / seyr-i âfâkî

  • Dış âlemdeki delil ve vasıtalarla yapılan mânevî yolculuk.

seyr-i enfüsi / seyr-i enfüsî

  • Nefsin iç âlemindeki delil ve vasıtalarla yapılan mânevî yolculuk.

seyr-i süluk

  • Hak ve hakikate ermek için bir rehber öncülüğünde ve denetiminde mânevî makamlarda yapılan seyir ve seyahat.

seyr-i süluk-i ruhani / seyr-i sülûk-i ruhanî

  • Manevî makamlarda ruh ile yapılan seyir ve seyahat.

seyr-i süluk-ü kalbi / seyr-i sülûk-ü kalbî

  • Mânevî makamlarda kalp ile yapılan seyir ve seyahat.

sifar

  • Deveye burunduruk yapılan demir.
  • Sefer. Islâh, düzeltme.
  • Misafirlik.

sihab

  • Miskten ve karanfilden yapılan gerdanlık.

sıhve

  • (Çoğulu: Sahevât) Dağ üstünde yapılan burc.

sikaye

  • Su içilen kap. Maşraba.
  • İçme suyunun toplanması için yapılan yer.

sınab

  • Hardal.
  • Hardal ve kuru üzümden yapılan bir cins kuru boya.

sinaye

  • Yünden ve kıldan yapılan ip.

sinsi

  • Gizli ve kurnaz bir şekilde kötülük için yapılan şey.

şişehane

  • Şişe yapılan yer.

skolastik

  • Lât. Kurun-u vustâda (Orta çağlarda) Hristiyan âleminde, papazların dinî görüşüne ve onların baskısı altındaki dinî fikirlerine göre yapılan tedrisat usulü.

sohbet

  • Konuşma, sevdiği kimselerle yapılan toplantı.
  • Birlikte oturup tatlı tatlı hakikat üzerine konuşmak.

sohbet-i suriye

  • Şeklen yapılan sohbet.

staj

  • Mesleki bilgisini artırmak maksadıyla başka birinin nezareti altında yapılan çalışma. (Fransızca)

şükr-ü külli / şükr-ü küllî

  • Umumi nimetler için yapılan şükür.

sum'a

  • İhlâssızlıktan çıkan, işitilsin ve bilinsin için yapılan iş, gizli riyakârlık.

sume

  • Koyuna yapılan işaret ve nişan.

sun'

  • Yapmak.
  • Eser, yapılan iş.
  • Te'sir.
  • Güzel iş yapmak.

sunbur

  • (Çoğulu: Sanâbir) Demirden veya kalaydan olan ibriğin emziği.
  • Havuzun çevresine yapılan lüle ve oluk.

sünnet-i seyyie

  • İslâmiyet'in yasak ettiği, sonradan ortaya çıkan, kötü, beğenilmeyen şeyler. Peygamber efendimiz ve dört halîfesinin zamânında bulunmayıp da, onlardan sonra, dinde meydana çıkarılan ibâdet olarak yapılan şeyler. Bid'at.

sunuat

  • Yapılanlar. San'atlı yapılan şeyler.

sur

  • (Tekili: Suret) Kıyamet günü İsrafil Aleyhisselâm'ın çalacağı boru. Buna Sur-u İsrafil de denir.
  • Boynuzdan yapılan düdük.

şutbe

  • (Çoğulu: Şütab) Kılıcın yüzünde yapılan yol.

şuunat-ı hakimane / şuûnât-ı hakîmâne

  • Hikmetli bir şekilde yapılan işler.

ta'lil

  • Sebep göstermek.
  • İllet. Bahane.
  • Müessirden esere yapılan istidlâl.

ta'riz

  • Dokunaklı söz söylemek. Kapalıca yapılan sitem. Kinâye ile söylemek.
  • Dokunaklı söz söylemek, kapalıca yapılan sitem, kinaye ile söylemek.

ta'zir-i te'dib

  • Âkıl bâliğ olduğu halde henüz mükellefiyet çağında bulunmayan bir çocuğun yaptığı bir suçtan dolayı hakkında te'dib ve ta'zib maksadıyla yapılan ta'zirdir.

ta'zir-i ukubet

  • Mükellef bir şahıs tarafından irtikâb olunup da şer'an muayyen bir cezası bulunmayan bir suçtan dolayı ukubeten yapılan ta'zirdir. Mücrimin bu hususta müslim ile gayr-i müslim; hür ile âbid; erkek ile kadın olması müsavidir.

taabbüdi / taabbüdî

  • Sırf emrolunduğu için yapılan şeyler, ibadetler.
  • İbadete ait olup emrolunduğu için yapılan. Sebeb ve illeti sadece emir olan, aklın muhakemesine bağlı olmayan. İbâdete âit ve müteallik.

taammüdat / taammüdât

  • (Tekili: Taammüd) İsteyerek ve bilerek yapılan işler.

tab'hane

  • Matbaa. Tab' işleri yapılan yer. (Farsça)

tabiat-ı masiyet / tabiat-ı mâsiyet

  • Günahın tabiatı, doğası; Allah'a karşı yapılan isyankârlığın ve günahın temel özellikleri, yapısı.

taharet-i kamile / tahâret-i kâmile

  • Tam temizlik. Abdest veya boy abdesti alınarak yapılan temizlik.

taharriyat-ı amika / taharriyat-ı amîka

  • Çok ince ve derinden yapılan araştırmalar.

tahin

  • Darı unu.
  • Öğütülmüş tahıl.
  • Şekerle karıştırılarak helvası yapılan öğütülmüş susam.

tahkikat

  • Araştırmalar. Hakikati ve doğruyu inceleyip öğrenmek için yapılan taharriyat.

tahmidat-ı rabbaniye / tahmidât-ı rabbâniye

  • Herşeyi terbiye ve idare eden Allah'a yapılan şükür ve övgüler.

takibat / tâkibat

  • Yapılan takipler, koğuşturma, soruşturma.

talak-ı bain / talâk-ı bâin

  • Boşanmada kullanılan sözleri söyler söylemez evliliği sona erdiren boşama. Zevceye yaklaşmadan önce veya yaklaştıktan sonra beynûneti yâni ayrılığı ifâde eden kinâyî yâni açık olmayan bir söz ile yapılan veya sarîh yâni açık bir söz ile yapılıp da aç ıkça veyâ işâretle üç adedine bağlı bulunan veya

talar

  • Dört direk üzerine yapılan ve geceleri yatılan yer. (Farsça)
  • Salon, büyük oda. (Farsça)

tallahi / tallâhi

  • Allahü teâlânın ism-i şerîfinin başına "te" harfi getirilerek yapılan yemin sözü.

tanef

  • Kayış.
  • Dağ burnu. Dağ başı.
  • Kapı üstüne yapılan örtü.
  • Duvar üzerine yapılan saçak.

tanfese

  • (Çoğulu: Tanâfis) Uzun saçaklı halı.
  • Hurma yaprağından yapılan ve eni bir zira' miktarı olan hasır.

tango

  • Batı kaynaklı bir müzik ve bu müzik eşliğinde yapılan dans türü.

tanzim-i gaybi / tanzim-i gaybî

  • Gaybî, bilinmeyen âlemden yapılan tertip ve düzenleme.

tarik-i hafa / tarîk-i hafâ

  • Gizli olarak zikir yapılan tarikat.

tasallüfat / tasallüfât

  • (Tekili: Tasallüf) Gösteriş olarak yapılan nezaketler.

tasannuf

  • Zorla yapılan sınıflandırma veya te'lif.

tasarruf-u hikmet

  • Hikmetle yapılan tasarruf, icraat.

tasarrufat-ı hakimane / tasarrufât-ı hakîmâne

  • Hikmetli bir şekilde yapılan tasarruflar, icraatlar.

tasvir / tasvîr

  • Kâğıda, kumaşa, duvara ve başka yerlere canlı ve cansız resimleri yapmak veya bu şekilde yapılan resimler.

tavaf-ı kudum / tavâf-ı kudûm

  • Mekke-i mükerremeye varınca, yapılan ilk tavâf. Buna tahiyye, likâ (kavuşma) tavâfı da denir.

tavaf-ı sadr / tavâf-ı sadr

  • Hac esnâsında cemrelerin taşlanması bittikten sonra Mina'dan Mekke'ye inildiğinde yapılan tavâf. Buna Tavâf-ı vedâ da denilir. Hac vazîfeleri bununla sona erer.

tavaf-ı ziyaret / tavâf-ı ziyâret

  • Hacıların Arafât'tan indikten sonra, Kurban bayramı günlerinde yapılan tavâf. Buna ifâda tavâfı da denir.

tazallüm-i hal / tazallüm-i hâl

  • Kendine yapılan bir hâlden, hareketten dolayı sızlanmak. Hâlinden şikâyet etmek.

tazyik

  • Daraltmak, sıkıştırmak.
  • İcbar etmek.
  • Sıkıntı ve ızdırab vermek.
  • Zorlama, baskı.
  • Fiz: Bir kuvvet harcayarak yapılan basma veya itme işi. Basınç. Katı cisimler, üzerine konuldukları satıhlara; sıvılar, içinde bulundukları kabın hem dibine ve hem de yanlarına; ga

te'ati / te'âtî

  • Yalnız bir taraftan veya her iki taraftan teslim etmekle yapılan alış-veriş.

te'vil / te'vîl

  • Yorumlamak, açıklamak.
  • Ehl-i sünnet âlimlerinin, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden ve Eshâb-ı kirâmdan bildirdikleri tefsirlere (açıklamalara) bağlı kalarak âyet-i kerîmeleri açıklamak veya bu şekilde yapılan açıklamalar ve îzâhlar.

tecrübe

  • (Tecribe) Deneme, sınama.
  • Görmüş, geçirmişlik.
  • Anlamak için yapılan iş. İmtihan.
  • İlmi bir gerçeği göstermek için yapılan deneme. Deney.

tedkikat-ı amika

  • Çok inceden ve derinden yapılan tetkik.

tedrici / tedricî

  • (Tedriciyye) Yavaş yavaş olan, derece derece yapılan.

tehacümat-ı müttehide

  • Bir birlik içinde yapılan hücumlar, saldırılar.

tekmid

  • Soğuk veya ılık su ile yapılan pansuman.

tekmile

  • (Kemâl. den) Eksikleri tamamlamak için sonradan yapılan şey, ek. İlâve.

telvihat / telvihât

  • Maksadın lâzımı olan şeylerden bahsetmek sûretiyle yapılan kinayeler.

temettu' hac

  • Hac günlerinden önce umre için ihrâma girip ve bu umre yapıldıktan sonra memleketine dönmeden, tekrar ihrâma girerek yapılan hac. Hacc-ı Temettû'.

tenasüb

  • Uygunluk, uyma, tutma. Yakınlaşma.
  • Nisbet, kıyas.
  • İki adet birbirine nisbet edilerek yapılan hesap usulü.
  • Edb: Mânaca birbirine uygun kelimeleri bir arada söze güzellik vermek maksadı ile zikretmek.

tenbih

  • (Çoğulu: Tenbihât) Göz açtırmak.
  • Gafletten ikaz etmek. Faaliyetini arttırmak.
  • Sıkı emir vermek.
  • Bir işin yapılacağı hakkında yapılan nasihat.

tenkidat-ı rakipkarane / tenkidat-ı rakipkârâne

  • Rekabet edercesine yapılan eleştiriler.

terek

  • Eski Türk odalarına, insan boyu yüksekliğinde olmak üzere duvarlara boydan boya yapılan raflara verilen addır. Dükkânlarda eşya koymağa mahsus bölmeli raflara da terek denilir.

tersane / tersâne

  • Gemi yapılan ve tamir edilen yer. (Farsça)
  • Gemi yapılan yer.

tesbihat-ı maneviye / tesbihat-ı mâneviye

  • Sözle değil de mânâ ile yapılan tesbihat.

teşekkür

  • Yapılan iyilikten memnun kalındığını bildirmek için söylenen şükür ifadesi.
  • Şükür etmek.
  • Birisine karşı "Sağ ol, var ol, ömrüne bereket" gibi söylenen minnet sözleri.

teşekkürat-ı rahmaniye / teşekkürat-ı rahmâniye

  • Sonsuz rahmet sahibi Allah'a yapılan teşekkürler.

teslimat

  • (Tekili: Teslim) Bir hesap üzerine yapılan ödemeler.

teşrihat-ı hikemiye

  • Hikmet ve felsefe nazarıyla yapılan araştırma, açıklama.

tetavvu'

  • Farz ve vâcib olmayıp, sırf Allah rızâsı için yapılan nâfile ibâdet.

tevessül

  • Bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesîle, sebeb yapmak. Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak; "Onların hâtırı, hürmeti için" diyerek duâ etmek veya bu sûretle yapılan duâ. İstiğâse ve teşeffû' da denir

teyemmüm

  • Kasd.
  • Fık: Su bulunmadığı veya su bulunup da kullanılması mümkün olmadığı takdirde temiz olan toprak cinsinden bir şey ile, abdestsizliği veya gusülsüzlüğü -hadesi- gidermek maksadiyle yapılan bir ameliyedir.

ticaretgah / ticaretgâh

  • Ticaret yapılan yer, ticaret yeri. (Farsça)

ticarethane / ticârethâne / تجارت خانه

  • Ticaret yapılan yer.
  • Ticaret yapılan işyeri. (Arapça - Farsça)

tiltile

  • Sabırsız olmak.
  • İşi güç olmak.
  • Hurma çöpünden yapılan bardak.

timar

  • Bir şeyin devam ve inkişafı için yapılan hizmet. (Farsça)
  • Sipâhiye verilen öşrü alınacak arazi. (Farsça)

timşek

  • İç mest üstüne vurulan parça, yapılan yama.

tıraf

  • Gönden veya sahtiyandan yapılan ev.
  • Cild.

tıraz

  • Elbiselere nakışla yapılan süs.
  • Sırma ve ipekle işleme.
  • Zinet, süs.
  • Üslup, tarz, tutulan yol.
  • Döviz.

türbe

  • Mezar üzerine yapılan yapı. Mezar. Ölmüş büyük zâta mahsus mezar.
  • Büyük bir zât için yapılan mezar.

ubudiyet-i fikriye

  • Fikren yapılan ibadetler.

ucle

  • Acele ile ve çabuk yapılan iş.

uhud-u ilahiye / uhûd-u ilâhiye

  • Cenâb-ı Hak ile yapılan ahidler, Ona verilen sözler.

ukke

  • Tulum, deriden yapılan kap.
  • Tulum; deriden yapılan kab.

ulka

  • Kahvaltı.
  • Az nesne.
  • Küçük çocuklara yapılan elbise.

ulum-u nakliye / ulûm-u nakliye

  • Naklî ilimler; hadis, tefsir, fıkıh gibi Kur'ân ve Hadisten yapılan aktarımlara dayanan ilimler.

umre

  • Hac günleri dışında yapılan Kâbe ve diğer mukaddes yerlerin ziyareti.

üveys-el karani / üveys-el karanî

  • Hz. Ebu Bekir ve Ömer (R.A.) devirlerinde Medine-i Münevvere'de çok hürmet gören ve Tabiînin büyüklerinden olup hadis-i şerif ile medh ü senâsı yapılan büyük bir veli. Peygamberimiz (A.S.M.) zamanında yaşamış ise de vâlidesine çok hürmetinden dolayı Peygamberimizle görüşememiş, fakat ona bütün ruh u

va'z

  • Cemaati irşad amacıyla Kur'ân ve hadisleri yorumlayarak yapılan konuşma.

vaşak

  • Derisinden kürk yapılan bir hayvan ve bunun postu.

vasıf terkibi

  • Gr: Birleşik sıfat. Bir ismin sonuna Farsça bir emir eklenerek yapılan terkib. Meselâ : Zevk-efzâ : Zevk artıran.

vasiyyet

  • Bir kimsenin vefâtından sonra yapılmasını istediği şey veya sonraya bağlı olmak üzere bir malı veya menfeatini (faydayı) bir şahsa veya bir hayır işine teberrû' (bağış) yoluyla temlik etmek (sâhib ve mâlik kılmak). Vasiyet edene mûsî, vasiyet edilen şeye mûsâbih, kendisine vasiyet yapılan şahsa mûsâ

vazife-i rabbaniye / vazife-i rabbâniye

  • Her şeyin Rabbi olan Allah'a karşı yapılan görev.

vekire

  • Satın alınan veya yeni yapılan bina için, ahbaba, eşe dosta verilen ziyafet.

velika

  • Yağla unu karıştırarak yapılan yemek.

velvele-i tekbir ve teşekkür

  • "Allahu Ekber" ve teşekkür sesleriyle yapılan şenlik.

veresiye satış

  • Bedelini, parasını sonra ödemek üzere yapılan alış-veriş.

veşi'

  • (Çoğulu: Veşâyi) Bezlerde olan yol yol alaca.
  • Sümâme otundan yapılan hasır.
  • Ağaçlardan kuruyup düşen nesne.
  • Girilmemesi için bahçe ve bostanların çevresine dikilen ağaç veya konan diken.
  • Az nesne.

veşm

  • İğne ile kan çıkarmak suretiyle vücudda yapılan damga, işaret.

vezaif-i ubudiyetkarane / vezâif-i ubûdiyetkârâne

  • Kulluğa yakışır şekilde yapılan vazifeler.

vezn-i kasdi / vezn-i kasdî

  • Kasıtlı, bir hedefe yönelik yapılan ölçü.

vird

  • Devamlı yapılan zikir.
  • Nâfile olarak devamlı yapılan ibâdet, tesbih ve duâlar. Çoğulu evrâddır.

vird-i hususi / vird-i hususî

  • Devamlı yapılan özel zikir.

vird-i seher

  • Seher vakti yapılan dua ve zikir.

virdü'l-azam / virdü'l-âzam

  • Devamlı yapılan en büyük zikir, dua.

vukuf-i adedi / vukûf-i adedî

  • Nakşibendiyye yolunun on temel esâsından biri. Tasavvuf yolunda ilerlemek ve yükselip olgunlaşmak için yapılan zikri, bildirilen adede (sayıya) göre yapmak. Meselâ bir nefeste 1, 3, 5, 7, 11 kerre Allah demek gibi teke riâyet ederek zikretmek.

yağmur duası / yağmur duâsı

  • Yağmur yağdırması için Allahü teâlâya yapılan duâ.

yemin keffareti / yemîn keffâreti

  • Yapılan yemîne riâyet etmeyip, yemîni bozan bir müslümana lâzım gelen keffâret, cezâ.

yemin-i gamus / yemîn-i gamûs

  • Yalan yere bile bile yapılan yemin.

yemin-i lağv / yemin-i lâğv

  • Alışkanlıkla veya dil sürçmesiyle veya sehven yapılan yemindir (ki; şer'an kefâret lâzım gelmez).

yemin-i mün'akıde / yemîn-i mün'akıde

  • Geleceğe âit bir iş hakkında meselâ ilerde yapacağım veya yapmayacağım diyerek yapılan yemîn.

yesteur

  • Medine yakınında bir yer.
  • Deve sağrısına yapılan palas.
  • Belâ.
  • Bâtıl.
  • Misvak ağacı.

zellet-ül kari'

  • Okuyanın yanılması. Namaz içinde, kırâat esnasındaki yapılan yanlışlık.

zembil

  • Hasırdan örülerek yapılan kulplu torba, sepet.

zevrak

  • Kayık, sandal.
  • Mekke'de yapılan ve içine zemzem koymaya mahsus olan kap, ibrik.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın