Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
yapmak
ifadesini içeren
409
kelime bulundu...
adalet
Zulüm etmemek. Herkese hakkını vermek ve lâyık olduğu muâmeleyi yapmak. Mahkeme. Hak kanunlarına uygunluk. Haksızları terbiye etmek. İnsaf. Mâdelet. Dâd. Cenab-ı Hakk'ın emrini emrettiği şekilde tatbik etmek. Suçluya Allah'ın emrini icra etmek.
adl
Hakkaniyet. Adâlet üzere oluş. Cevr ve zulüm etmeyip nefislerde ve akıllarda istikameti kaim ve mâlum olan emir ve hâleti icra etmek. Doğruluk.
Her şeyi yerli yerince yapmak, beraber etmek.
Meyletmek.
afaki / âfâkî
İnsanın dışındaki şeyler.
Uzak memleketlerden hac ibâdetini yapmak için gelenler.
afsun
(Efsun) Büyü, sihir, tılsım. (Büyücülük yapmak ve büyücülere uymak, Müslümanlıkta yasak ve günahtır.)
(Farsça)
akd / عقد
Düğümleme, bağlama.
(Arapça)
Nikah.
(Arapça)
Kararlaştırma.
(Arapça)
Kurma.
(Arapça)
Akdedilmek:
Yapılmak, uygulanmak, icra edilmek.
(Arapça)
Akdetmek/eylemek:
Yapmak, uygulamak, icra etmek, imzalamak, antlaşma yapmak, sözleşme yap
(Arapça)
aks
(Çoğulu: Ukus) Hilâf, muhâlif, zıd, ters.
Gölge gibi şeylerin bir yerde eser peydâ etmesi. Sesin veya ışık gibi şeylerin bir yere çarparak geri dönmesi.
Döndürmek.
Bir şeyin evvelini ahir ve âhirini evvel yapmak.
Devenin yularının ucunu ayağına bağlamak.
<
aks-ül amel
İstenilen şeyin zıddı hasıl olması. Tersine oluş. (Reaksiyon)
Edb: Edebi san'atlardandır. Bir cümle veya mısrânın altını üstüne getirmekle, başka bir cümle veya mısrâ yapmaktır. Pertev paşanın: "Her düzün bir yokuşu, her yokuşun bir düzü var." mısrâında olduğu gibi.
amden
Kasten, bilerek, bile bile yapmak.
anasır-ı hisabiyye / anâsır-ı hisabiyye
Mat : Bir hesabı yapmak için gerekli olan mâlûmatlar.
arz-ı belde ta'yini
Ast: Herhangi bir bölgede kutup yıldızı veya diğer yıldızlarla astronomik hesaplar yapmak suretiyle o yerin arzını tayin etmek.
asaleten
Vekil olmayış. Kendi işini kendi namına bizzat kendisi yapmak üzere. Kendi nâmına olmak üzere.
asir
Üzüm ve benzeri şeyleri şıra yapmak veya yağını almak için sıkan.
azimet / azîmet
Kuvvetli irâde, istek, arzu. Haramlardan, dinde yasak edilen şeylerden sakınmakla berâber, mümkün olduğu kadar ruhsatlardan yâni dinde izin verilen kolaylıklardan uzak durup; evlâyı, en iyi olduğu bildirilenleri, nefse zor gelenleri yapmak; takvâ yol u.
badir
Hemen yapmak isteyen.
Birdenbire vuku bulan.
Dolunay.
Büyümüş (çocuk).
Olgun (meyva).
behzet
Ağırlaştırmak, meşakkatli yapmak.
Zebûn etmek.
belagat-ı i'caz ve icaz / belâgat-ı i'câz ve îcâz
Bir mânâyı az sözle ve başkasının yapmaktan aciz kalacağı mükemmellikte, tam yerinde ifade etme san'atı.
bey'
Satmak, satış yapmak, alış-veriş. İki kişinin mallarını gönül rızâsı ile değişmeleri.
beyan-ı mu'ciz / beyân-ı mu'ciz
Mu'cizevî açıklama; açıklamaları mu'cize olan ve bir benzer açıklamayı yapmaktan başkalarını âciz bırakan Kur'ân'ın beyanı.
beytutet / beytûtet
(Beyt. den) Gece kalma, geceleme.
Ayırmak, teferruk.
Gece baskın yapmak.
bezir
Ekilecek tohum, tane.
Keten tohumundan çıkarılan bir yağ. Bu yağ, yağlıboya yapmakta kullanılır.
bid'at-ı hasene
Resûlullah'ın ve dört halîfesinin zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olmayan minâre, medrese, mektep yapmak, İslâmî ve faydalı kitaplar yazmak gibi güzel şeyler.
bila-tefrik / bilâ-tefrik
Ayrım yapmaksızın.
bünyan
Yapı. Bina. Duvar. Esas. Yapı yapmak.
ca'l
Yaratmak, halk.
Almak.
İş işlemek. Yapmak.
Bu kelime Kur'ân-ı Kerim'de onüç vecihle kullanılmıştır:1- Tafak ve ahz (inşâ ve ikbal) mânasına; bir işi işlemeğe müteveccih olup başlamak ve işler olmak.2- Halketmek, yaratmak.3- Kavl ve irsal.4- Tehiyye ve tesviye (tanzim
çaba
Cehd. Gayret, herhangi bir işi yapmak için harcanan güç.
cemaat-i çilingiran-ı hassa / cemaat-i çilingirân-ı hâssa
Tar: Saraydaki çilingirlik işlerini yapmakla muvazzaf sanatkârlar zümresi.
cemaat-i hademe-i ehl-i hiref
Tar: Saray işlerini yapmakla vazifelendirilmiş sanatkârlar zümresi.
cemh
Sür'at yapmak, hız yapmak.
Huruç etmek, çıkmak.
cidd
Çalışmak. Ciddiyetle yapmak.
cüret-i teşebbüs
Girişimcilik; bir işi yapmak için cesaret etme.
cürsun
Üzerine binâ yapmak için duvardan dışarı uzattıkları ağaç.
cüz
Kısım, parça. Bir şeyin bir parçası.
Kitab forması.
Küllün mukabili.
Kur'ân-ı Kerim'in otuzda bir parçası.
Kanaat. İktifâ eylemek.
Düğümü sağlam yapmak. Bir şeyi pekiştirip muhkem kılmak.
Kız evlâdı.
cüz-i ihtiyar
Dilediği gibi hareket edebilme. Yani: Herhangi bir şeyi yapmak veya yapmamak hususunda bir tarafı tercih etmek iktidar ve serbestliği. Bu serbestlik ile, Cenab-ı Hak insanları, iyiliği veya kötülüğü istemek cihetinde imtihan eder.
davz
Zulmetmek, zulüm yapmak.
Çiğnemek.
dehver
Cem'etmek, toplamak.
Lokmayı büyük yapmak.
delalet eylemek / delâlet eylemek
Rehberlik yapmak, göstermek.
düabe
Lâtife etme, şaka yapmak.
Oyun.
ecir / ecîr
Bir işi yapmak için kendi kuvvetini veya san'atını kirâya veren, çalışan kimse, işçi.
ecir-i has / ecîr-i hâs
Belli zamanda, belli işi yapmak için husûsî tutulan işçi.
eda / edâ
Yerine getirme, yapma. Namaz, oruç, hac, zekât gibi bir ibâdeti vaktinde yapmak.
eda' / edâ'
Yerine getirmek. Ödemek. Borcunu vermek. Vazifesini yapmak.
Tarz. Üslub.
Şive.
Tekebbür.
Fık: Namazı vaktinde kılmağa "Eda" ve vakit geçtikten sonra kılınan namaza da "Kaza" denir.
eda-i feraiz / edâ-i ferâiz
Farzları yapmak.
ejgan
(Ejgehân) : Tenbel, miskin, iş yapmaktan hoşlanmayan.
(Farsça)
eles
Hâinlik yapmak. Hıyanet etmek.
Mecnun olmak.
ell
Hastanın inlemesi.
Harbe ile vurmak.
Sürmek. Sâfi.
Sür'at etmek, hız yapmak.
esfel-i safilin / esfel-i sâfilîn
En aşağı yer. Zaiflik, yaşlılık, boy bos, akıl ve anlayışın gidip çocuk gibi olmak, amel ve iş yapmaktan kesilip, sevâb kazanacak bir şey yapamaz hâle gelmek, erzel-i ömür. Cehennem'in aşağısı.
esi
(Çoğulu: Esât) İlaç yapmak.
fail-i muhtar / fâil-i muhtar
İstediğini yapmakta serbest olan.
Re'yinde müstakil olan. İstediğini yapmakta serbest olan (Cenab-ı Hak).
farz
Her müslümanın şahsen yapmakla yükümlü bulunduğu ilâhî emir.
fe'd
Kebap yapmak.
Kül içinde ekmek pişirmek.
fekahe
Latife etmek, şaka yapmak.
Gururlanmak, tekebbürlenmek.
ferk
El ile bir şeyi ovmak.
Buğz ve adâvet etmek, düşmanlık yapmak.
fesat ilka etmek
Bozgunculuk yapmak.
fikr-i infiradi / fikr-i infiradî
Tek başına olmak fikri, istişâresiz iş yapmak. Bir şeyi sâde kendine mal etmek fikri, hodgâmlık.
fina / finâ
Şehir kenarı, büyük mezarlıklar (fabrika, mektep, kışlalar) ve kasabadakilerin harman yapmak, hayvan koşturmak, eğlenmek için devamlı kullandıkları yerler.
gall
Girmek, sokmak, akmak.
Boynunu, elini zincir ile bağlamak.
Hâinlik yapmak. Hıyanet etmek.
Ganimet malından hırsızlık etmek.
gamim / gamîm
Yoğurt yapmak için kaynatılan süt.
Yoğurt.
gan / gân
Cemi' yapmak için, sonu "e" sesi ile biten kelimenin sonuna gelir bir "ek" tir. Meselâ: Bendegân : f. Hizmetçiler, bendeler.
(Farsça)
garaz
Kin, içinden düşmanlık yapmak.
Gâye, maksad, arzu, dilek, istek.
gaşm
Zulüm etmek, zulüm yapmak.
gayret-i hüda pesendaneleriyle / gayret-i hüdâ pesendâneleriyle
Allah'ın râzı olacağı işleri yapmak için gayret etmekle.
gışş
Hıyânet etmek, hâinlik yapmak.
Yaramaz olmak.
Saf olmayıp karışık olmak.
grafik
yun. Bir hâdisenin gidişatını göstermek, birkaç şey arasında karşılaştırma yapmak için çizgi ve şekillerle yapılan rakamlı cetvel.
habk
Bükmek.
Sağlam yapmak.
İyi dokumak.
hacamat / حجامت
Kan alma.
(Arapça)
Hacamat yapmak:
Kan almak.
(Arapça)
hacc-ı asgar
Ömre. Hac zamânı olan beş günden (Arefe günü ile dört bayram günlerinden) başka senenin her günü ihrâm (dikişsiz elbise) ile Mekke'ye gelip, Kâbe'yi tavâf (etrâfında yedi kere dolaşmak), sa'y yapmak (Safâ ve Merve tepeleri arasında gidip gelmek) ve traş olmak.
hacc-ı kıran
Hac ile ömreye birlikte niyet ederek ihrâm giyip, ömrenin vazîfelerini yaptıktan sonra ihrâmını (hac elbisesini) çıkarmayarak aynı elbise ile hac vazîfelerini de yapmak. Bu haccı yapana kârin hacı denilir.
hacc-ı temettu' / hacc-ı temettû'
Hac mevsiminde (Şevvâl, Zilkâde, Zilhicce aylarında) önce ömre için niyet edilerek ihrâma girilip ömre yapıldıktan sonra memleketine dönmeyerek, yeniden ihrâma girip hac yapmak. Bu haccı yapana mütemetti hacı denir.
hadim kılmak / hâdim kılmak
Hizmetçi yapmak, hizmet ettirmek.
hadis-i nefs / hadîs-i nefs
Kalbe gelip de, yapmakla yapmamak arasında tereddüde sebeb olan düşünce.
hadrece
Bükmek.
Sağlam yapmak, sağlamlaştırmak.
hakhaka
Zahmetli ve meşakkatli yolculuk yapmak.
halbe
(Çoğulu: Halâbib) Bir yarış yapmak veya bir şeye yardım etmek için toplanan atlılar grubu.
hamt
Misvak ağacı.
Ekşimiş süt.
Koyunun derisini yüzüp kebap yapmak.
Gadap etmek, kızmak.
Kibirlenmek, tekebbürlenmek.
hanz
Kebap yapmak.
harem
Mekke-i mükerreme şehrinden biraz daha geniş olup, hudûdunu İbrâhim aleyhisselâmın diktiği taşların gösterdiği yer, alan. Bu sâha içine gayr-i müslimlerin girmesi yasak ve ihrâmlı iken bâzı işleri yapmak harâm olduğu için Harem denilmiştir.
Müslümanların evlerinde, saray, konak ve be
hashase
Ateş üzerinde eti pişirip kebap yapmak.
Bir şeyi döndürmek.
hatm-i kur'ani / hatm-i kur'ânî
Kur'ân'ın tamamını okumak, hatim yapmak.
havn
Hıyanet etmek, hâinlik yapmak.
haym
Yaramazlık yapmak.
hayta
Serseri, serkeş kimse.
Ask: Osmanlılarda görevli bir sınıf askere verilen ad. Hayta birlikleri, üstün savaş kabiliyeti olan askerlerden kurulur, lüzumunda düşman topraklarına akın yapmak için de kullanılırdı. Sonraları düzenleri bozulduğunda eşkiyalığa başladılar; bundan dolayı "hayt
hebz
Sür'at yapmak, hız yapmak.
heft-dane
Aşure adı verilen bir cins tatlıyı yapmakta kullanılan yedi çeşit tahıl.
helal-zade
Helâl doğmuş, meşru ve nikâhlı ana-babadan dünyaya gelmiş çocuk.
İyi adam, fenalık yapmaktan çekinen. Sâlih, afif, nâmuskâr.
hendeme
Bir şeyi yerli yerince yapmak.
henf
Sür'at yapmak, hız yapmak.
hezaren
Sıcak memleketlerde yetişen; ve baston, sandalye gibi şeyler yapmakta kullanılan bir cins kamış.
hezl
Ciddi olmayan söz. Saçma, uydurma, yalan konuşmak.
Edb: Meşhur bir manzumeye lâtife tarzından nazım yapmak. Bu tarzda yapılan nazım.
hikmet
İnsanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik. Eşyanın ahvâlinden, hârici ve bâtini keyfiyetlerinden bahseden ilim. (Buna İlm-i Hikmet deniyor)
Herkesin bilmediği gizli sebeb. Kâinattaki ve yaradılıştaki İlâhî gaye.
Ahlâka ve hakikata faydalı
hile-i batıla / hîle-i bâtıla
Haramı helâl ve helâli haram yapmak veya farzı kendisine uygun gelecek şekilde yapmak yâhut birinin hakkına mâni olmak veya haksız mal ele geçirmek için yapılan hîle.
hımyet
Yemek yememek. Perhiz yapmak.
hırabe
Deve hırsızlığı yapmak.
hıyanet / hıyânet
Hâinlik. Birine kendini emîn tanıttıktan sonra, o emniyeti bozacak iş yapmak; vefâsızlık, îtimâdı kötüye kullanmak, sözünde durmamak.
hiyata
(Hiyatet) Terzilik. Dikiş yapmak.
hizmet / خدمت
Hizmet, görev yapma.
(Arapça)
Hizmet etmek:
Görev yapmak.
(Arapça)
hüdbe
(Çoğulu: Hüdeb) Hamle yapmak.
hulus
Hâlislik. Saflık.
Samimiyet. Hâlis dostluk. İçden davranmak. Her hayırlı işi ve ameli Allah rızâsını niyet ederek yapmak.
hürriyet-i diniye
Din hürriyeti. Herhangi bir kimsenin mensub olduğu dinin emirlerini ve icablarını yapmakta asayişe ve başkasının haklarına dokunmamak şartiyle serbest olması.
huz'
Alçaklık yapmak.
i'bad
Kul etmek, köle yapmak.
i'cazlı / i'câzlı
Bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakacak şekilde mucizeli.
i'mal
Yapmak. İşlemek. İhdas eylemek.
Kullanmak.
Zabt, idare ve hâkimlik etmek.
Fık: Sözü mühmel bırakmayıp bir mâna ile mukayyed ve yüklü eylemek.
i'mar
Yapmak. Tâmir etmek. Şenlendirmek. Mâmur kılmak. Harabilik ve ıssızlıktan kurtarmak.
ibadethane / ibâdethâne
İbâdet yapmak için toplanılan yer.
ibda'
İzhar etmek. Bir yerden diğer bir yere çıkmak.
Yaratmak. Nümunesiz şey yapmak.
ibrahim
İbrahim kelimesi, İbranicede baba anlamına gelen "eb"; ve cumhur demek olan "reham" kelimelerinden meydana gelmiştir. "Ebu-l cumhur" ise; cumhurun babası demektir. Bu ismi meydana getiren kelimelerin ikisinin de hareke veya telaffuzlarını az bir değişiklik yapmakla yine bu mânalar Arapçada vardır. B
icad / îcâd / ایجاد
Var etme, yaratma.
(Arapça)
İcat.
(Arapça)
Îcâd edilmek:
(Arapça)
Var edilmek, yaratılmak.
(Arapça)
İcat edilmek, buluş yapılmak.
(Arapça)
Îcâd etmek:
(Arapça)
Var etmek, yaratmak.
(Arapça)
İcat etmek, buluş yapmak.
(Arapça)
(Arapça)
icaz / îcâz
Benzerini yapmakta insanı âciz bırakan.
icazkarane / îcâzkârâne
Benzerini yapmakta insanı âciz bırakırcasına.
icmar
Bir araya toplamak.
Süratle yürümek.
Atın sıçrayarak yürümesi.
Bir şeyin umumi olması. Ateşe öd ağacı koymak.
Bir şeyi buhurlamak. Tahmini hesab yapmak.
Yeni ayın görünmesi.
icra / icrâ / اجرا
Yürütme, yapma, yerine getirme.
(Arapça)
Yapılma, yerine getirilme, yürütülme.
(Arapça)
İcrâ edilmek:
Yürütülmek, yapılmak, yerine getirilmek.
(Arapça)
İcrâ etmek:
Yürütmek, yapmak, yerine getirmek.
(Arapça)
ıd'af
Zayıf etmek, zayıflamak.
Muzaaf etmek, fazlalaştırmak. İki kat yapmak.
ıda'
Bir şeyi birbiri ardınca yapmak.
idam
Islah etmek. Muvafık kılmak, uygun yapmak.
idman
Alıştırmak. Bir şeyde meleke kazanmak için tekrar tekrar hareket yapmak.
Beden terbiyesi. Jimnastik.
idrab
(Darb. dan) Rüc'u etmek, vaz geçmek. Bir şeyi yapmaktan yüz çevirmek. Mukim olmak.
Bir kimse üzerine kırağı yağmak.
Sıcak yel eserek yerdeki suyu kurutmak.
Ekmeğin pişmesi. (Kamus'tan alınmıştır.)
ıdva'
Azık yapmak.
ifa / îfâ / ایفا
Ödemek. Yerine getirmek. Söz verdiğini veya vazife bildiğini yerine getirmek. Kılmak. Yapmak.
Yapma, yerine getirme.
(Arapça)
Ödeme.
(Arapça)
Îfâ edilmek:
(Arapça)
Yapılmak, yerine getirilmek.
(Arapça)
Ödenmek.
(Arapça)
Îfâ etmek:
(Arapça)
Yapmak, yerine getirmek.
(Arapça)
Ödemek.
(Arapça)
ifa-yı vazife / îfâ-yı vazife / ایفای وظيفه
Görev yapma.
Îfâ-yı vazife etmek:
Görev yapmak, görevini yerine getirmek.
ifsad / ifsâd
Bozmak, fitne, karışıklık çıkarmak, bozgunculuk yapmak.
iftial
Bir şeyi iş edinmek. Kendiliğinden yapmak.
Arabçada beş harfli fiilin birinci babı.
Yalan düzmek, iftira etmek.
iglak
Karıştırmak. Kapamak. Muğlak yapmak. Anlaşılmaz hâle koymak.
Zorla iş yaptırmak.
Edb: Sözü karışık ve anlaşılmaz surette söyleme.
ıhbat
Huşu ve tevazu' etmek, alçak gönüllülük yapmak.
ihdas
Yeniden bir şey yapmak. Ortaya koymak. Meydana koymak.
ihlas / ihlâs
Hâlis, temiz etmek, niyyeti düzeltmek, temizlemek, dünyâ menfaatini düşünmeden bütün işlerini, ibâdetlerini yalnız Allah için yapmak.
Her işi Allah için yapmak.
ıhmal
Saçak yapmak.
ihrac / ihrâc / اخراج
Çıkartma.
(Arapça)
Dışsatım, yurt dışına gönderme.
(Arapça)
İhrâc edilmek:
(Arapça)
Çıkarılmak.
(Arapça)
Dışsatım yapılmak, ihraç edilmek.
(Arapça)
İhrâc etmek:
(Arapça)
Çıkarmak.
(Arapça)
Dışsatım yapmak, ihraç etmek.
(Arapça)
ihrak
Ateşe atmak. Yakmak. Yandırmak.
Bulamaç yapmak.
ihram / ihrâm
Mîkât denilen mahalde (yerde) hacca veya umreye niyet ederek, peştemal gibi dikişsiz iki parça örtüyü giymek ve telbiye getirmek sûretiyle, daha önce mubah (serbest) olan bâzı şeyleri kendine haram kılmak yâni bunları yapmaktan sakınmak. İhrâmlı kims eye muhrim denir. İhrâm elbisesinin belden aşağı
ihsan
İyilik, lütuf, bağışlamak.
Sahilik etmek, cömertlik yapmak.
Allah'ı görür gibi ibadet etmek.
Güzel bilmek. Güzel eylemek.
ıhsas
Yaramaz iş yapmak.
ihtida'
Aldatmak. Hile yapmak. Oyun etmek.
ihtikan / ihtikân
Lavman yapmak.
ıhtisam
Husumet etmek, düşmanlık yapmak.
ıhtisar
Elini böğrüne koymak.
Muhtasar yapmak.
ika'
(Vuku'. dan) Vuku buldurmak. Fena bir şey yapmak. Meydana getirmek. Yetiştirmek. Düşürmek.
ikfa'
Edb: Sesleri birbirine yakın olan harflerle kafiye yapmak.
ikmam
Ağaçların tomurcuklanması. Çiçek tomurcuğu görünmesi.
Elbiseye yen yapmak.
ikrah
İğrenmek. Tiksinmek. Bir işi istemiyerek yapmak.
Birine zorla iş yaptırmak veya muamele yapmak.
iksar
Bir şeyi yapmak imkânı varken yapmama.
iktibas / iktibâs / اقتباس
Alıntı.
(Arapça)
İktibâs edilmek:
Alınmak.
(Arapça)
İktibâs etmek:
Alıntı yapmak, ödünç almak.
(Arapça)
imal / imâl
İmâl etmek:
Yapmak.
inabe yolu / inâbe yolu
Müridlik. Sâlikin (tasavvuf yolunda) nefsin isteklerini yapmamak ve istemediklerini yapmak sûretiyle ve çeşitli sıkıntılara katlanarak Allahü teâlâya kavuşma yolu.
inşaat
Yapmak, inşa etmek.
Yapı. Bina ve gemi yapımıyla alâkalı işler.
irade
İstek, arzu. Dilemek. Emir. Ferman.
Bir şeyi yapmak veya yapmamak için olan iktidar, güç. (İrade, ihtiyardan daha geniştir, umumidir. İhtiyar, taraflardan birini diğerine tafdil ile beraber tercihtir. İrade; yalnız tercihtir. Mütekellimler bazan iradeyi ihtiyar mânasında kullanmışlar
irade-i cüz'iyye / irâde-i cüz'iyye
Allahü teâlânın, bir işi yapmak ve yapmamak husûsunda insanlara ihsân ettiği dileme ve seçme kuvveti.
irca
Sonraya bırakmak.
Kuyuya kenar yapmak.
irhas
Hayırlı işler yapmak.
Israr etmek.
Duvar yapmak.
Sağlam şey.
irtikab / irtikâb
Bir işe girişmek.
Kötü bir iş işlemek. Rüşvet almak gibi çirkin bir şey yapmak.
Bir makamı âlet ederek, hakkı olmayan para veya malı hile ile almak.
irtikap etmek / irtikâp etmek
Yapmak, işlemek.
irza
Bir kimseyi râzı etmek, gönlünü yapmak, kandırmak.
ısalet
Hamle yapmak.
Ulaşmak.
ıshab
Yoldaşlık yapmak.
isra / isrâ
Yürütmek, göndermek.
Gece seferi yapmak.
İrsâl etmek.
isti'mar
Bir yeri imar etmek. Bir yerin mâmurluğunu istemek.
Müstemleke yapmak, sömürgeleştirmek. İstimlak etmek.
istibsar
Basiretli olmak. Düşünceli, hesaplı ve dikkatli iş yapmak ve hareket etmek.
istilam
Öpmek veya el sürmek. Selâm vermeyi isteme.
Kâbeyi tavaf esnasında Hacer-ül Esvede el sürmek, el süremese el işareti ile öper gibi yapmak, okşamak.
istirşa'
Bir işi yapmak için bir şey isteme.
Rüşvet isteme.
istisare
Toz savurma, tozutmak, toz kaldırma.
Fesatçılık ve fitnecilik yapmak.
istişhad / istişhâd / استشهاد
Kanıt gösterme.
(Arapça)
Örnek verme.
(Arapça)
İstişhâd yapmak örnek:
Vermek.
(Arapça)
istısna'
San'atlı olarak yapmak.
Bir şey yapmak için san'atkârla anlaşma yapmak.
istisna' / istisnâ'
Ismarlama. Bir san'at sâhibinden belirli bir işin, belirli özelliklerde yapılmasını istemek. Meselâ bir terzi ile kumaşı ve benzeri malzemeleri ondan olmak üzere bir kat elbise dikmesi için sözleşme yapmak.
itkan
Pürüzsüz yapmak veya yapılmak. Sağlamlaştırmak. Hakikata yakından vakıf olmak, delileriyle bilmek, inanmak. Bilerek emin olmak. Muhkem kılmak, muhkem yapmak. Sâbit kılmak.
itkan-ı muhkem
Bütün açıklığıyla bilerek sağlam yapmak.
ittihad-ı islam / ittihad-ı islâm
İslâm birliği. İttihad-ı İslâmın varlığı ve devamı için: 1-İslâm milliyetini esas alıp, menfi unsuriyet fikrini bırakmak. 2-İslâm dünyasındaki dini cemaatler, gayede ve dinî esaslarda ittifak edip teferruat meseleleri medar-ı niza etmemek. 3-İslâm devletleri arasında meşveret-i şer'iyeyi yapmak.Bunl
izaat
İlân etmek, açığa vurmak. Sesle neşriyat yapmak.
izahat / îzâhât / ایضاحات
Açıklamalar.
(Arapça)
Îzâhât vermek:
Açıklamada bulunmak, açıklama yapmak.
(Arapça)
izlal
(Zıll. dan) Gölge yapmak. Gölge koymak. Gölgelendirmek.
karlayl
(Thomas Carlyle) (Hi: 1210-1298) İskoçya'da doğmuş, Londra'da ölmüştür. İskoç tarihçisi ve filozofudur. Babası dindar bir duvarcı ustası idi, oğlunu papaz yapmak istiyordu. Onun dinî şüpheleri papaz olmasına mâni oldu. Yedi sene manevî mücahededen sonra imanî mes'elelerde istikrar elde edebilmiştir.
kasd
Bir işi bile bile yapmak.
İsteyerek. Niyet ederek.
Niyet. Tasavvur.
İstikamet. Yolu doğru olmak.
Teşebbüs, niyet; bilerek, isteyerek, kalbe gelen bir fikri, düşünceyi yapmak için karar verme.
kasem
Yemîn. Bir işi yapmak veya yapmamak için Allahü teâlânın ismini söyleyerek söz verme.
katere
Bir şey üzerine çökmüş toz.
İs gibi bir karanlık.
Toz.
Kebap yapmak.
Pişmiş şeyin kokması.
katt
Kuru yonca.
Koğuculuk etmek, yalan söylemek, dedikodu yapmak.
Zeytin yağını fesliğen ile kokutmak.
kaviyy
Allahü teâlânın Esma-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyi tam olarak yaratmakta kuvvet sâhibi olan, her şeyi yaratıp, varlıkta devâm ettiren; dilediğini yapmak kendisine zor gelmeyen.
kaza etmek / kazâ etmek
Namaz, oruç gibi farz ve vacib bir ibâdeti vakti çıktıktan sonra yapmak.
keffaret-i yemin / keffâret-i yemîn
Bir işi yapmak veya yapmamak husûsunda Allahü teâlânın ismini söyleyerek yemîn eden kimsenin yemînini bozunca cezâ olarak yapması gerekli olan şey.
ken'
(Çoğulu: Kün'ân) Tilki eniği.
Cem'etmek, toplamak.
Yakın olmak.
Mülâyemet.
Alçaklık yapmak.
Firar, kaçmak.
kenb
İş yapmaktan ellerin iri iri olması.
keşe'
Kebap yapmak.
Yemek.
Çok dolu olmak.
keşende
"Çeken, çekici" mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapmakta kullanılır. Meselâ: (Mihnet-keşende: Mihnet çeken.)
(Farsça)
Dayanan, tahammül eden, mütehammil.
(Farsça)
küfr-i hükmi / küfr-i hükmî
İslâmiyet'in îmânsızlık alâmeti dediği sözleri söylemek ve işleri yapmak.
külfet
Zahmet. Sıkıntı. Yorgunluk. Zahmetli iş. Adetten ve lüzumundan çok yorularak çalışmakla iş yapmak.
Merâsim.
kültür
Her türlü fikir, san'at ve âdet varlıklarının hepsi.
(Fransızca)
Bir kimsenin umumi bilgi seviyesi.
(Fransızca)
Terbiye.
(Fransızca)
Ziraat.
(Fransızca)
Tıb: Tecrübe veya ilâç yapmak için mikrop besleme ve çoğaltma.
(Fransızca)
kur'an-ı mu'cizi'l-beyan / kur'ân-ı mu'cizi'l-beyân
Açıklamalarıyla benzerini yapmaktan akılları âciz bırakan Kur'ân-ı Kerim.
kur'an-ı mu'cizü'l-beyan / kur'ân-ı mu'cizü'l-beyân
Açıklamalarıyla mu'cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur'ân.
kur'an-ı mu'cizü'l-beyan-ı azimüşşan / kur'ân-ı mu'cizü'l-beyân-ı azîmüşşân
Açıklamalarıyla benzerini yapmaktan akılları aciz bırakan, şan ve şerefi yüce olan Kur'ân.
kur'an-ı mucizü'l-beyan / kur'ân-ı mucizü'l-beyân
Açıklamalarıyla mu'cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur'ân.
kurbet
Yakınlık. Tâatı, Allahü teâlâ için yapmak.
küşad / كشاد
Açma.
(Farsça)
Açılma, açılış.
(Farsça)
Küşâd etmek:
Açılış yapmak, açmak.
(Farsça)
kusur
Bk. kusûr
Kusur eylemek:
İhmalde bulunmak, hata yapmak.
laboratuvar
İlmî ve sınaî çalışma ve araştırmalar yapmak için çeşitli cihaz ve malzemelerin bulunduğu yer.
(Fransızca)
lağım
Kaleleri düşürmek için gedik açmak veya düşman ordugâhına zarar yapmak maksadıyla açılan ve barut konulup atılan yerler. Bu işi yapanlara "lâğımcı" denilirdi. Sonradan bu türlü işlere "İstihkâm" denilmiş ve o ad altında askeri teşkilât yapılmıştır.
Kazurat ve çirkef sularının akmasın
laik
Dine istinad etmeyen. Ruhanî olmayan kimse. Dini olmayan şey. Dinî olmayan fikir, dinî olmayan müessese, sistem veya prensip. Devleti dinî esas ve hükümler ile idare etmeyen sistem. Temel esasların ve kanunların menşeini ve teşri'de (kanun yapmakta) hareket noktasını ve değer ölçüsünü dine isnad etm
(Fransızca)
latife etmek:
Şaka yapmak.
(Arapça - Türkçe)
lebbeyk
Hac, umre veya her ikisini yapmak üzere niyyet ederken yâni ihrâma girerken başlayıp, Mina'da Cemre-i akabede (büyük cemrede) şeytan taşlanırken atılan ilk taşla söylemesi son bulan mübârek sözler: Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk innelhamde venni'mete leke vel-mülke
lecn
Yalamak.
Deve için yem yapmak.
ledd
Düşmana galip olmak.
Husumet etmek, düşmanlık yapmak.
lemleme
Bir şeyi evvel yapmak.
lesus
(Lesusiyet) Hırsızlık, sirkat. Hırsızlık yapmak.
leym
İnsanlar arasında sulh etmek, barış yapmak.
Salâh.
Bir nârenciye meyvesi.
leyy
Def'etmek, kovmak.
Harcamak, sarfetmek.
İlaç yapmak.
Aciz olmak.
Bir nesneyi dürüp boğazına tıkmak.
li-ecl-it-tahsil
Okumak için, tahsil yapmak için.
ligayrihi haram / ligayrihî haram
Aslında helâl olup, başkasının hakkı olduğu için veya neticeleri itibarı ile haram olan şey. Meselâ cuma namazı esnasında ticaret yapmak gibi.
ma'siyyet
İtâatsizlik, isyân. Günâh olan işler, Allahü teâlânın beğenmediği şeyler; Allahü teâlânın emrettiği şeyi yapmamak veya yasak ettiğini yapmak, haramlar. Allahü teâlânın yasak ettiği şeyler, günahlar.
magmag
Boğaz düdüğü.
Yemeği yağlı yapmak.
makv
Cilâ yapmak.
Yıkamak.
Saklamak.
mazhar eylemek
Eriştirmek, ayna yapmak.
mazmaza / مضمضه
Gargara.
(Arapça)
Mazmaza yapmak:
Gargara yapmak, ağızda su çalkalamak.
(Arapça)
mecaa
Hilebazlık etmek, hile yapmak.
mecane
Ne bulursa sakınmadan yapmak. Mecnunluk.
mehel
(Çoğulu: Mühul-Emhâl) Yavaş yapmak.
Sonraya bırakmak, te'hir etmek.
mekr
Bir kimseye, hiç beklemediği, ummadığı yerden hîle yapmak, tuzak kurmak sûretiyle zarar vermeye çalışmak.
İstidrâc yâni Allahü teâlânın bir kimseye bir müddete kadar devamlı olarak hakkında hayırlı olmayan nîmetler verip, onun da bunu Allahü teâlânın bir lütfu ve ihsânı, tuttuğu yolu
meleke
Zihnin anlama, kavrama, hatırlama gibi özellikleri, tekrar tekrar yapmaktan dolayı kazanılan beceri.
melk
Dalkavukluk.
Yumuşaklık yapmak.
Mahvetmek.
Yıkamak.
Emmek.
Vurmak.
meşahir-i mu'cizat / meşâhir-i mu'cizat
Meşhur mu'cizeler; Allah'ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını âciz ve hayrette bırakan olağanüstü hallerin, mucizelerin meşhurları.
meşakka / meşâkka
Muhalefet ve adâvet etmek. Karşı gelip düşmanlık yapmak.
mezir
Fâsid olmak, fesatçılık yapmak.
mikail aleyhisselam / mîkâil aleyhisselâm
Dört büyük melekten biri. Ucuzluk, pahalılık, kıtlık, bolluk yapmak, ferah ve huzûr getirmek ve her maddeyi hareket ettirmekle görevli melek.
mu'ciz
İnsanı âciz bırakan iş. Aynısını yapmakta başkalarını acze düşüren, kudretsiz kılan, kimsenin yapamıyacağı yolda olan.
mu'cizat / mu'cizât
Allah'ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü işler.
muahede / muâhede / معاهده
Ahitleşme, antlaşma.
(Arapça)
Muâhede yapmak:
Antlaşma yapmak.
(Arapça)
muanid
İnadcı. Kimseye uymayan. Dediğini yapmak isteyen.
mübalaga
(Mübalağa) Bir şeyi çok büyük veya çok küçük göstermek. Bir şeyi olduğundan fazla veya eksik göstermek.
Haddini aşmak.
Edb: Bir şeyi ifade ederken ya olduğundan fazla veya olduğundan çok noksan göstermek." Habbeyi kubbe, kubbeyi habbe yapmak."
mücahafe
İzdiham etmek, kalabalık yapmak.
Birbirine kılıç ve bıçak çekip vuruşmak.
mucize / mûcize
İnsanların benzerini yapmakta aciz kaldıkları olağanüstü iş.
İnsanların benzerini yapmakta aciz kaldıkları olağanüstü şey.
müd'abe
Lağv ve lâtife etmek. Şaka yapmak.
müdavele-i efkar / müdavele-i efkâr
Birbirinin fikirlerinden istifade ile karşılıklı konuşmak ve fikir alış-verişi yapmak. (Müdavele-i efkârdan bârika-i hakikat çıkar. N.Kemal)
muhakeme
(Çoğulu: Muhakemât) (Hüküm. den) Dava için iki tarafın mahkemeye baş vurması.
İki tarafın mahkemeye baş vurması.
İki tarafı dinleyip hüküm vermek.
Düşünmek.
Zihinde inceleme yapmak.
Karar vermek için iyice düşünmek.
muhtar
İhtiyar eden. Seçilmiş olan.
Hareketinde serbest olan. İstediğini yapmakta serbest olan. Hür.
Köyde veya şehrin mahallesinde seçimle o semtin idâre ve hükümet işlerini üzerine alan kimse.
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ism-i şerifi.
mukabele-i bilmisil
Karşılaştığı aynı muameleyi sahibine iade etmek, o kimseye aynı muameleyi yapmak. Mukabil hareketi karşısındakine icra etmek.
mükaşeha / mükâşeha
Husumet etmek, düşmanlık yapmak.
mülatafe / mülâtafe
Lâtifede bulunma, espiri yapmak, edep sınırlarını aşmadan şaka ile takılma, karşılıklı şakalaşma.
mülayemet
Lâtife etmek, şaka yapmak.
Sevinç izhar etmek.
Yumuşaklık. Uygunluk. Yumuşak huyluluk.
Bağırsakların yumuşaklığı.
mülazemet
Mülazemet etmek:
Devam etmek.
Staj yapmak.
Bir işle ilgilenmek.
mümaresat
Mümâreseler. Alıştırmalar, bir işi devamlı yapmakla alıştırmalar. Ustalıklar. Melekeler.
mümaret
Adavet edişmek, düşmanlık yapmak.
münzevi / münzevî
İslâmiyet'in emirlerini yapmak, yasaklarından sakınmak, kötülüklerden korunmak ve kalb huzûru ile ibâdet yapabilmek için bir köşeye çekilmiş olan kimse.
mürüvvet
İnsaniyet. İnsanlığa uygun olan şeyi yapmak. Güzel ve iyi şeyleri alıp, kötü şeyleri ve hâlleri bırakmak.
Ana baba saadeti.
Mertlik, yiğitlik.
Reculiyet.
İnsanlık, yiğitlik. Muhtâc olanlara, lâzım olan şeyleri vermek, başkalarına faydalı olmak, iyilik yapmak arzusu, insanlık. Adâleti yerine getirme ve hiç kimseden intikam almayı istememe.
müsaafe
Bir kimse ile adavet edişmek, düşmanlık yapmak.
Yardımlaşmak.
müsareat / müsâreat
İbâdetleri ve hayırlı işleri yapmakta acele etmek.
müşareket
Birbirine ortak olmak, ortaklık. Beraber olup bir iş yapmak.
Gr: İkili tarafın da isteğini bildiren fiil.
Karşılıklı anlaşma, birbirini anlama.
müsbet hareket
Yapmak, yol göstermek, yardım etmek gibi olumlu ve yapıcı hareket, davranış.
mütemetti' hac
Hac aylarında ömre yapmak için ihrâma girip, ömre için tavâf ve sa'y yapıp, traş olup ihrâmdan çıkıp sonra memleketine gitmeyerek, o sene terviye gününde veya daha önce, ihrâma girerek müfrid hacı gibi hac yapma.
nebk
Yazmak.
Husumet etmek, düşmanlık yapmak.
Düz etmek, düzleştirmek.
nefş
Açmak.
Yapmak.
Yün ve pamuk atmak.
Davarların, geceleyin yayılıp çobansız otlaması.
nefs-i mutmainne
Îmân etmiş nefs. Allahü teâlâyı anmakla huzûra eren, İslâmiyet'in emirlerini yapmak kendisine zor, ağır gelmeyen nefs.
nısh
Terzilik.
Bir şeyi temizleyip yaramazını içinden çıkarıp hâlis yapmak.
nücu'
Yemeğin hazmolup sindirilmesi.
Eser yapmak.
Duhul etmek, girmek.
obüs
Ask: Dikey veya dalıcı atış yapabilen, oldukça kısa namlulu top. Obüsler Milâdi 16. asırda icad olunmuştur. Bir mânianın arkasında bulunan ve bu sebeple doğruca görülemeyen düşman mevzilerinin yüksek münhanilerle aşırılmak suretiyle endaht yapmak maksadıyla icad edilmiştir.
organ
t. Uzuv. Canlılarda belli bir vazifeyi yapmak için bir arada yaratılmış nesiclerin teşkil ettiği vücud parçası. (El, ayak, baş, göz.. gibi)
Bir fikre, bir gayeye hizmet için çalışan.
Âlet.
pazar
Pazar eylemek:
Alışveriş yapmak.
radm
Binayı taşla yapmak ( O binaya "razim" derler.)
rakm
Yazmak.
Mühür yapmak.
rasad / رصد
Gözlem.
(Arapça)
Gözetleme.
(Arapça)
Rasad edilmek:
Gözlemlenmek.
(Arapça)
Rasad etmek:
(Arapça)
Gözlem yapmak.
(Arapça)
Gözetlemek.
(Arapça)
reff
Elbise koymak için duvara çıkıntı yapmak veya duvara tahta çakmak. Raf.
rehs
Kârgir bina yapmak.
Bir nesneyi çok sıkmak.
rişvet
Bir işi yapmak veya bitirmek için haksız yere alınan mal veya para.
riyaset / riyâset / ریاست
Başkanlık.
(Arapça)
Riyâset etmek:
Başkanlık yapmak.
(Arapça)
sabr
Emirleri yapmakta, yasaklardan sakınmakta, başa gelen belâ ve musîbetlere tahammül etme, katlanma.
sadist
Başkasına eziyet ve sıkıntı vermekten, sapık işleri yapmaktan zevk alan ruh hastası kimse.
safsafa
Elemek.
Asılsız yapmak.
İşe yaramaz hâle getirmek, yaramaz etmek. Hor ve hakir etmek.
sakk
(Çoğulu: Sukuk-Sıkâk-Esak) Kitap.
Kapı yapmak.
Vurmak, darbetmek.
salayık
Yufka yapmak.
sar'
Düşmek.
Yıkıp yere çalmak.
Edb: Şiirin beytini iki mısra' veya iki kafiyeli yapmak.
Tıb: Bir hastalık ki, teneffüs cihâzını his ve hareketten meneder.
sav'
Perâkende etmek, dağıtmak, parça parça yapmak.
savg
Batmak,
Kuyumculuk yapmak.
savr
(Çoğulu: Savâri) Hamle yapmak.
Parçalamak, pâre pâre etmek.
Bir yerde toplanmış küçük hurma ağaçları.
saz
(Sâhten: Yapmak mastarından emir köküdür) Eden, yapan, uyduran, düzen mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Evham-saz : Evham veren.
(Farsça)
seff
Dokumak.
Yapmak.
Ahzetmek, almak.
Toz haline getirilmiş ilâç.
İlâcı toz haline getirme.
şehadet etmek
Şahitlik, tanıklık yapmak.
şehamet / şehâmet
İyi işler yapmak, yüksek mertebeler ele geçirmek; zekâ ve akıllılıkla berâber olan cesâret, yiğitlik.
şehrü'l-haram
Kan dökmek ve savaş yapmak haram olan ay: Muharrem, Recep, Şaban, Ramazan ayları.
şematetkarane / şematetkârane
Kuru gürültü yapmak suretiyle, arsızca, gürültü ile bağırmak.
(Farsça)
şen'
Buğz ve adâvet etmek. Kin bağlamak. Düşmanlık yapmak.
serak
Hırsızlık yapmak.
şeten
(Çoğulu: Eştân) Sağlam bükülmüş uzun urgan.
Uzak olmak.
Sağlam yapmak.
sevk
Misvak yapmak.
şeyd
Binayı kireçle yapmak.
sun
Yapmak, iş.
sun'
Yapmak.
Eser, yapılan iş.
Te'sir.
Güzel iş yapmak.
sünnet-i hasene
İlk asırda (Resûlullah efendimiz ve O'nun arkadaşları olan Eshâb-ı kirâm zamânında) asılları îtibâriyle bulunan, sonraları daha da geliştirilen, minâre, mektep yapmak ve kitâb yazmak gibi, İslâm'ın izin verdiği, hattâ emrettiği güzel ve faydalı işler.
ta'b
Latife etmek, şaka yapmak.
ta'bid
Mükerrem etmek.
Katran bulaştırmak.
Hizmet etmek.
Zelil etmek.
Zelil etmek, kepaze yapmak.
ta'dilat / ta'dîlat / تعدیلات
Değiştirmeler, değişiklik.
(Arapça)
Ta'dilât yapmak:
Değişiklik yapmak.
(Arapça)
ta'fir
Tozlu ve topraklı yapmak.
Ağartmak, beyazlatmak.
Kirletmek. Mülevves etmek.
Oğlan kaçsın diye kadının, emziğine toprak sürmesi.
Güneşte et kurutmak. (O kurumuş ete "afir" derler.)
ta'kibat / ta'kîbât / تعقيبات
Kovuşturma.
(Arapça)
Ta'kîbat yapmak:
Kovuşturmak.
(Arapça)
ta'rif
(İrfan. dan) Bir şeyi belli noktalar ve işaretlerle inceden inceye anlatıp bildirmek, tanıtmak. Kavl-i şârih.
Bir maddeyi bütünüyle bir ibare halinde anlatmak.
Gr: Bir ismi marife etmek.
Arafat'ta vakfe yapmak.
ta'riş
Üzüm çubuğuna çardak yapmak.
Temel yapmak.
ta'til
Çalışmağa ara vermek. Çalışmayı durdurmak. İzine başlamak.
Kesmek.
Muattal bırakmak.
Ziynetsiz etmek, süssüz yapmak.
Allah'ın sıfatlarını inkâr eden felsefecilerin mesleği.
taaddi / taaddî
Geçme, öteye geçme, saldırma.
Zulmetme, adaletsizlik.
Örf, âdet ve kanunların sınırını aşma.
Arapça'da lâzım bir fiili müteaddî yapmak.
taasür
Güç yapmak, zor yapmak.
tad'if
İki kat yapmak.
Çoğaltmak.
Zayıflatmak.
tadmir
Atı semirince yulaf verip beslemek. (Kırk günde olur.)
İnce belli yapmak.
tagallüb etmek
Baskı ve zorbalık yapmak.
taglif
(Gılaf. dan) Kınına koyma, kılıfına sokma.
İyi kokulu nesneler yapmak.
tagmiye
Evin üstüne direk yapmak.
Yüzü bir şeyle örtmek.
tagvir
Sonuna yetişmek.
Çukur yapmak.
Öğle vaktinde uyumak.
tahacc
Husumet etmek, düşmanlık yapmak, kin tutmak.
tahamür
Uyuşturmak.
şarap yapmak.
tahasüm
Husumet edişmek, düşmanlık yapmak.
tahcir
Bir yere taş koymak, taş yığmak.
Fık: Kimsenin girmemesi için arazinin etrafına taştan sınır yapmak.
Hayvanı dağlayıp nişanlamak.
tahkik
Doğru olup olmadığını araştırmak veya doğruluğunu, yanlışlığını meydana çıkarmak. İncelemek. İçyüzünü araştırmak.
Bir şeyi eksiksiz ve ziyâdesiz yapmakta mübâlağa etmektir. Bir şeyin hakikatına ermek, künhüne vâkıf olmak, nihayetine erişmek demektir. Kur'an kıraat ıstılahında ise: He
tahlil / tahlîl / تحليل
Ayrıştırma, çözümleme, analiz.
(Arapça)
Tahlil etmek:
Değerlendirme yapmak, analiz yapmak.
(Arapça)
takabbüb
Binaya kubbe yapmak.
takfiye
Kafiye yapmak.
Bir kimsenin ardınca olmak.
takıyye / تقيه
Gizleme.
(Arapça)
Sakınma.
(Arapça)
Takıyye yapmak:
(Arapça)
Mezhebini gizlemek.
(Arapça)
Amacını gizlemek.
(Arapça)
taklid
Takma, asma, kuşatma.
Benzetmeğe ve benzemeğe çalışmak. Benzerini yapmak. Birine benzemeğe çalışarak alay etmek. Sahte. Bir şeyin sahtesini yapmak.
takniye
Çok kırmızı yapmak.
taksib
Kıvırcık yapmak.
taksis
Kireç ile bina yapmak.
Kireç ile sıvamak.
tanzir etmek
Benzerini yapmak.
tarr
Kesmek.
Keskinletmek.
Yapmak.
(Bıyık) gelmek.
Çolak olmak.
Düşmek.
tarzim
Bir çok şeyi bir yere getirip, toplayıp bir yük yapmak.
tasarruf-u azim / tasarruf-u azîm
Büyük tasarruf; herşeyi kendi emri altında tutarak dilediğini dilediği şekilde yapmak.
tasvig
(Çoğulu: Tasvigat) (Siga. dan) Kalıp şekline koymak. Eritip kalıba dökme.
Batırmak.
Kuyumculuk yapmak.
tasvir / tasvîr
Hiss ve mahsusata münhasır olan ifâde.
Bir şeyi söz veya yazı ile anlatmak. Resim yapmak.
Bir şeye şekil ve suret vermek. Resim.
Edb: Görebildiğimiz ve hissedebildiğimiz şeyleri bize gösterebilecek veya hariçte vücudu olmayan fakat hissedilen şeyleri duyurabilecek mel
Kâğıda, kumaşa, duvara ve başka yerlere canlı ve cansız resimleri yapmak veya bu şekilde yapılan resimler.
tat'ir
Sütü yoğurt yapmak.
tatavvu'
Müstehab ve mendub olan namazlar.
İbadeti sırf kendi isteğiyle yapmak.
Nafile namaz kılmak.
Üzerine lâzım olmayan işler yapmak.
tatbikat / tatbîkat / تطبيقات
Uygulamalar.
(Arapça)
Tatbikat.
(Arapça)
Tatbîkat yapmak:
Uygulama yapmak.
(Arapça)
tatrim
Tamamlamak.
Ata tâlim ettirip hünerli ve iyi huylu yapmak.
tatriz
Elbiseye veya kumaşa süs için kenar işleme, oya yapmak.
tav'
İsteyerek uymak. Bir şeyi istekle yapmak. Muti' olmak.
Mer'anın genişliğinden dolayı davarın her tarafta otlamasının mümkün olması.
tav'ir
İri ve kaba yapmak.
tazyik etmek
Zorlamak, baskı yapmak.
te'hıye
Hayvana yatacak ahır yapmak.
Birbirine kardeş olmak.
te'nis
Bir kelimenin sonuna te'nis alâmeti olan ( ) ilâve ederek müennes yapmak.
te'sil
Tez etmek. Sür'atli yapmak.
teannüd
Hakkı ve doğruyu bilerek tersini yapmak.
tebeyyüt
Geceleyin yağma etme.
Bir işi gece yapmak.
teblim
Çirkin yapmak, çirkinleştirmek.
tebniye
Çok bina yapmak.
tecdid-i iman / tecdîd-i îmân
Bilerek veya bilmeyerek küfrü gerektiren (îmânı gideren) bir sözü söylemek veya bir işi yapmak yâhut böyle bir şeyi yapmış olma ihtimâli üzerine, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah sözünü; mânâsını bilerek ve inanarak söyleyip, îmânını yenileme, tâzeleme.
tecessüs etmek
Casusluk yapmak, gizlice araştırmak.
tecr
Bezirgânlık etmek, ticaret yapmak.
tecsis
Kireç karıştırmak.
Kireçle sıvamak.
Binayı kireçle yapmak.
tecvid / tecvîd
Güzel yapmak, Kur'ân-ı kerîmi harflerin mahreclerine (çıkış yerlerine) ve sıfatlarına uygun olarak okumak ve bunu anlatan ilim.
tedavür
Sıra ile yapmak, bir şeyi karşılıklı yapmak.
tedlis
Yumuşatmak. Bir şeyi mülâyim ve kaygan yapmak.
İnciyi şeffaf etmek.
tefnin
Karıştırmak.
Çeşitli yapmak.
teftiye
Lâğımcılık yapmak.
Büyüyünceye kadar kızı evden dışarıya çıkarmamak..
teganni / tegannî
Sesi mûsikî perdelerine uydurmak için, hareke, harf ve med (uzatma) ilâve etme ve çıkarma yapmak sûretiyle, kelimelerin asıllarını dolayısıyle mânâyı bozarak okuma.
tehdib
Saçak yapmak.
tekalüb / tekâlüb
(Kelb. den) Köpek gibi birbirine saldırma.
Husumet etmek, düşmanlık yapmak.
tekbib
Kebap yapmak.
tekriye
Düşman yapmak.
telbik
Teridi yağlı yapmak.
telehvüc
Biri işi gevşek yapmak.
telfik-i mezahib
Dinî bir mes'elede, hak mezheblerin aynı o mes'ele hakkındaki zıd görüşleri cem'etmekle bir mezheb yapmak. Bu zıd görüşlerle amel etmeyi caiz görür. Fukaha ise bu tarzı caiz görmemişlerdir.Tevhid-i mezahib ise: Hak mezheblerin mes'eleleri arasında, tercih yoluyla bazı mes'elelerini alıp bir mezheb y
telvik
Yemeği yumuşak ve yağlı yapmak.
temerrüd
İnad, direnme.
Yapılması gereken bir şeyi yapmakta kasten geciktirme.
temrid
Binayı yüksek yapmak.
temsil / temsîl
Bir şeyin aynısını veya mislini yapmak. Benzetmek. Teşbih etmek. Örnek, nümune söz.
Bir şeyin aynını ya da mislini yapmak, benzetmek.
Örnek, nümune, söz. Canlandırma, piyes.
temyis
Yumuşak yapmak, yumuşatmak.
tencid
Evin içini nakışlı bezlerle süslemek.
Kahraman yapmak.
tenemmür
Birisini korkutmak için gürültü yapmak, gürültülü ses çıkarmak.
Uzun uzun bağırmak.
Kaplan huylu olmak. Kaplanlaşmak.
tenezzüh / تنزه
Gezinti.
(Arapça)
Tenezzüh etmek:
Gezinti yapmak, gezinmek.
(Arapça)
tenkib
Dolaşıp gezmek.
Ticaret yapmak. Tefahhus etmek.
İnceden inceye araştırmak.
tenkir
Tanınmayacak bir hale koymak.
Gr: Bir ismi harf-i tarifsiz kullanarak belirsiz yapmak. Gayr-i muayyen veya gayr-i mahdut kılmak.
tenzilat / tenzîlât / تنزیلات
İndirim.
(Arapça)
Tenzîlât yapmak:
Fiyat düşürmek, indirim yapmak.
(Arapça)
terbi' / terbî'
Dörtleme, yâni cenâzenin omuz üzerinde tabutun tahta kolundan el ile tutarak dört kişinin taşıması.
Mezârı düz yapmak.
teressül
Acelesiz olmak, yavaş yavaş yapmak.
Harflerin mâhreclerine ve medlerine riâyet etme.
terliye
Akılsız yapmak.
termil
Kana boyamak.
Kan gibi kırmızı yapmak.
tersil
Secisiz nesir yapmak.
tersim
Resmini çizmek. Resmedilmek. Resmini yapmak.
tervib
Sütü yoğurt yapmak.
Sütün yoğurt olması.
terviz
Bir yeri çayır çimen yapmak.
tesabür
Bir şeyi sürekli olarak yapmak. Bir şeye devam üzere çalışma.
teşahus
Deprenmek. Muhtelif etmek, çeşitli yapmak.
teşaküs
Husumet edişmek, düşmanlık yapmak.
tesavüm
Alış-verişte birbirine mukavele yapmak, anlaşmak.
teşbih
Yassı ve enli yapmak.
teşeccu'
Bahâdırlık göstermek, kahramanlık yapmak.
tesevvük
Misvak yapmak.
tesfid
Kebap yapmak için eti şişe dizme.
tesis etmek
Kurmak, yapmak.
teşni'
Başa kakmak.
Davara binmek.
Silâh takınmak.
Kötülük yapmak. Kötü göstermek. Ayıplamak.
Birisinin çok şeni' olduğunu söylemek.
teşrik-i mesai / teşrik-i mesaî
Birlikte çalışmak. İşbirliği etmek. Bir işi beraber yapmak.
testih
Yassı ve düz yapmak.
Eşit yapmak, beraber etmek.
tesvid
Karartma. Yazı ile karalama. Yazmak, müsvedde yapmak.
teşvih
Çirkin yapmak.
teşviye
Kebap yapmak. Kebap vermek.
teterrüs
Kalkanla siper yapmak.
tevessül
Bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesîle, sebeb yapmak. Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak; "Onların hâtırı, hürmeti için" diyerek duâ etmek veya bu sûretle yapılan duâ. İstiğâse ve teşeffû' da denir
tevki'
Alâmet, işaret, belirti, nişan.
Sultan.
Kılıca nakış yapmak.
tevli'
Bir nesneye beyaz noktalar yapmak.
tevşiye
Koğuculukta mübâlağa etmek. Dedikoduculukta mübâlağa yapmak.
tezbir
(Çoğulu: Tezbirât) (Zebr. den) Yazma veya yazılma.
Bez kenarına saçak yapmak.
tezlik
Keskin yapmak.
Dayandırmak.
tezriye
Savurmak.
Koyunun yününü kırkıp arkasında bir miktarını bırakmak.
Zelil etmek, kepâze yapmak.
tezvic
Nikâhla bir kadını aldırmak. Birbirine eş yapmak. Evlendirmek.
tezyif
Çürütmek. Küçük düşürmek. Eğlenmek, alaya almak.
Bir şeyin dışını tezyin ve tanzim edip, içini fena yapmak. Kötü ayar etmek.
Tahkir etmek.
tezyil
Eklemek. Uzatmak. Altına ilâve etmek. Zeyl yapmak.
tul-i emel / tûl-i emel
Uzun emel; zevk ve safâ sürmek için çok yaşama arzusu. İbâdet yapmak için çok yaşamağı istemek tûl-i emel olmaz.
umre
Hac zamânı olan beş günden yâni Arefe ve Kurban bayramının dört gününden başka, senenin her günü ihrâma girip Kâbe'yi tavâf etmek, Safâ ile Merve arasında sa'y yapmak ve saç kazımak veya kesmek.
ura'
İlmek yapmak.
va'd
Söz verme. Söz verilen şey. Bir kimsenin yapacağına veya yapmayacağına dâir söz vermiş olduğu husus. Bir şeyi yapmak veya bir şey için söz vermek va'ddır. Hayır işlenecek iş için masdar "va'd" veya "vaide" dir. İşlenecek şey şer ise; ev'ide denir. Masdarı "Îâd" dır. Va'd hayırda, îâd ve vaîd şerde k
vad'ı haml
Doğum yapmak.
vallahi / vallâhî
Allahü teâlâya yemin ederim mânâsına, bir sözün, niyyetin, bir işi yapmak veya yapmamak arzûsunun kuvvetli olduğunu gösteren, söylendiği şeye aykırı hareket edildiğinde, yemin keffâreti lâzım gelen sözlerden birisi.
vasm
Utanacak şey.
Vurmak. (Liyazon yapmak)
vatd
İsbat etmek.
İhânet etmek, hâinlik yapmak.
vehs
Sır ile söyleşmek. Dedikodu yapmak.
vekalet / vekâlet
Bir kimsenin, bir veya birçok işi yapmak için, başkasını kendi yerine koyması yâni başkasına iş havâlesi. Vekil edene sâhib veya müvekkil, vekâlet verilip yerine geçirilene vekîl denir.
vekil / vekîl
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâtın dünyâda ve âhirette işlerini hakkıyla yerine getiren, rızkları veren, tevekkül etmeye (kendisine güvenilmeye) lâyık olan.
Bir kimsenin, bir işi yapmak için kendi yerine koyduğu, işini havâle ettiği kimse.
velk
Yalan yakıştırmak.
Sür'at etmek, hız yapmak.
vukuf-i adedi / vukûf-i adedî
Nakşibendiyye yolunun on temel esâsından biri. Tasavvuf yolunda ilerlemek ve yükselip olgunlaşmak için yapılan zikri, bildirilen adede (sayıya) göre yapmak. Meselâ bir nefeste 1, 3, 5, 7, 11 kerre Allah demek gibi teke riâyet ederek zikretmek.
ze'b
Ayıp.
Reddetmek. Hor ve hakir etmek, kepaze yapmak.
zerk
Hile. Riya. İki yüzlülük.
Şırınga yapmak, iğne ile vücuda ilâç vermek.
zeyhan
Zulüm etmek. Zâlimlik yapmak.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
ceviz
Züş
Imtizaç etmek
te'vile
Esdâk
sühûnet
şuhud-u kalbi
Mahfuze
_afi
şivekar
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
yapmak
eyleye
YOKLUK.
Kitapları İndir
kiyim
Madd
Bebek
konuşulma
patla
Geniş kapsam