LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te yapmak ifadesini içeren 409 kelime bulundu...

adalet

  • Zulüm etmemek. Herkese hakkını vermek ve lâyık olduğu muâmeleyi yapmak. Mahkeme. Hak kanunlarına uygunluk. Haksızları terbiye etmek. İnsaf. Mâdelet. Dâd. Cenab-ı Hakk'ın emrini emrettiği şekilde tatbik etmek. Suçluya Allah'ın emrini icra etmek.

adl

  • Hakkaniyet. Adâlet üzere oluş. Cevr ve zulüm etmeyip nefislerde ve akıllarda istikameti kaim ve mâlum olan emir ve hâleti icra etmek. Doğruluk.
  • Her şeyi yerli yerince yapmak, beraber etmek.
  • Meyletmek.

afaki / âfâkî

  • İnsanın dışındaki şeyler.
  • Uzak memleketlerden hac ibâdetini yapmak için gelenler.

afsun

  • (Efsun) Büyü, sihir, tılsım. (Büyücülük yapmak ve büyücülere uymak, Müslümanlıkta yasak ve günahtır.) (Farsça)

akd / عقد

  • Düğümleme, bağlama. (Arapça)
  • Nikah. (Arapça)
  • Kararlaştırma. (Arapça)
  • Kurma. (Arapça)
  • Akdedilmek: Yapılmak, uygulanmak, icra edilmek. (Arapça)
  • Akdetmek/eylemek: Yapmak, uygulamak, icra etmek, imzalamak, antlaşma yapmak, sözleşme yap (Arapça)

aks

  • (Çoğulu: Ukus) Hilâf, muhâlif, zıd, ters.
  • Gölge gibi şeylerin bir yerde eser peydâ etmesi. Sesin veya ışık gibi şeylerin bir yere çarparak geri dönmesi.
  • Döndürmek.
  • Bir şeyin evvelini ahir ve âhirini evvel yapmak.
  • Devenin yularının ucunu ayağına bağlamak.
  • <

aks-ül amel

  • İstenilen şeyin zıddı hasıl olması. Tersine oluş. (Reaksiyon)
  • Edb: Edebi san'atlardandır. Bir cümle veya mısrânın altını üstüne getirmekle, başka bir cümle veya mısrâ yapmaktır. Pertev paşanın: "Her düzün bir yokuşu, her yokuşun bir düzü var." mısrâında olduğu gibi.

amden

  • Kasten, bilerek, bile bile yapmak.

anasır-ı hisabiyye / anâsır-ı hisabiyye

  • Mat : Bir hesabı yapmak için gerekli olan mâlûmatlar.

arz-ı belde ta'yini

  • Ast: Herhangi bir bölgede kutup yıldızı veya diğer yıldızlarla astronomik hesaplar yapmak suretiyle o yerin arzını tayin etmek.

asaleten

  • Vekil olmayış. Kendi işini kendi namına bizzat kendisi yapmak üzere. Kendi nâmına olmak üzere.

asir

  • Üzüm ve benzeri şeyleri şıra yapmak veya yağını almak için sıkan.

azimet / azîmet

  • Kuvvetli irâde, istek, arzu. Haramlardan, dinde yasak edilen şeylerden sakınmakla berâber, mümkün olduğu kadar ruhsatlardan yâni dinde izin verilen kolaylıklardan uzak durup; evlâyı, en iyi olduğu bildirilenleri, nefse zor gelenleri yapmak; takvâ yol u.

badir

  • Hemen yapmak isteyen.
  • Birdenbire vuku bulan.
  • Dolunay.
  • Büyümüş (çocuk).
  • Olgun (meyva).

behzet

  • Ağırlaştırmak, meşakkatli yapmak.
  • Zebûn etmek.

belagat-ı i'caz ve icaz / belâgat-ı i'câz ve îcâz

  • Bir mânâyı az sözle ve başkasının yapmaktan aciz kalacağı mükemmellikte, tam yerinde ifade etme san'atı.

bey'

  • Satmak, satış yapmak, alış-veriş. İki kişinin mallarını gönül rızâsı ile değişmeleri.

beyan-ı mu'ciz / beyân-ı mu'ciz

  • Mu'cizevî açıklama; açıklamaları mu'cize olan ve bir benzer açıklamayı yapmaktan başkalarını âciz bırakan Kur'ân'ın beyanı.

beytutet / beytûtet

  • (Beyt. den) Gece kalma, geceleme.
  • Ayırmak, teferruk.
  • Gece baskın yapmak.

bezir

  • Ekilecek tohum, tane.
  • Keten tohumundan çıkarılan bir yağ. Bu yağ, yağlıboya yapmakta kullanılır.

bid'at-ı hasene

  • Resûlullah'ın ve dört halîfesinin zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olmayan minâre, medrese, mektep yapmak, İslâmî ve faydalı kitaplar yazmak gibi güzel şeyler.

bila-tefrik / bilâ-tefrik

  • Ayrım yapmaksızın.

bünyan

  • Yapı. Bina. Duvar. Esas. Yapı yapmak.

ca'l

  • Yaratmak, halk.
  • Almak.
  • İş işlemek. Yapmak.
  • Bu kelime Kur'ân-ı Kerim'de onüç vecihle kullanılmıştır:1- Tafak ve ahz (inşâ ve ikbal) mânasına; bir işi işlemeğe müteveccih olup başlamak ve işler olmak.2- Halketmek, yaratmak.3- Kavl ve irsal.4- Tehiyye ve tesviye (tanzim

çaba

  • Cehd. Gayret, herhangi bir işi yapmak için harcanan güç.

cemaat-i çilingiran-ı hassa / cemaat-i çilingirân-ı hâssa

  • Tar: Saraydaki çilingirlik işlerini yapmakla muvazzaf sanatkârlar zümresi.

cemaat-i hademe-i ehl-i hiref

  • Tar: Saray işlerini yapmakla vazifelendirilmiş sanatkârlar zümresi.

cemh

  • Sür'at yapmak, hız yapmak.
  • Huruç etmek, çıkmak.

cidd

  • Çalışmak. Ciddiyetle yapmak.

cüret-i teşebbüs

  • Girişimcilik; bir işi yapmak için cesaret etme.

cürsun

  • Üzerine binâ yapmak için duvardan dışarı uzattıkları ağaç.

cüz

  • Kısım, parça. Bir şeyin bir parçası.
  • Kitab forması.
  • Küllün mukabili.
  • Kur'ân-ı Kerim'in otuzda bir parçası.
  • Kanaat. İktifâ eylemek.
  • Düğümü sağlam yapmak. Bir şeyi pekiştirip muhkem kılmak.
  • Kız evlâdı.

cüz-i ihtiyar

  • Dilediği gibi hareket edebilme. Yani: Herhangi bir şeyi yapmak veya yapmamak hususunda bir tarafı tercih etmek iktidar ve serbestliği. Bu serbestlik ile, Cenab-ı Hak insanları, iyiliği veya kötülüğü istemek cihetinde imtihan eder.

davz

  • Zulmetmek, zulüm yapmak.
  • Çiğnemek.

dehver

  • Cem'etmek, toplamak.
  • Lokmayı büyük yapmak.

delalet eylemek / delâlet eylemek

  • Rehberlik yapmak, göstermek.

düabe

  • Lâtife etme, şaka yapmak.
  • Oyun.

ecir / ecîr

  • Bir işi yapmak için kendi kuvvetini veya san'atını kirâya veren, çalışan kimse, işçi.

ecir-i has / ecîr-i hâs

  • Belli zamanda, belli işi yapmak için husûsî tutulan işçi.

eda / edâ

  • Yerine getirme, yapma. Namaz, oruç, hac, zekât gibi bir ibâdeti vaktinde yapmak.

eda' / edâ'

  • Yerine getirmek. Ödemek. Borcunu vermek. Vazifesini yapmak.
  • Tarz. Üslub.
  • Şive.
  • Tekebbür.
  • Fık: Namazı vaktinde kılmağa "Eda" ve vakit geçtikten sonra kılınan namaza da "Kaza" denir.

eda-i feraiz / edâ-i ferâiz

  • Farzları yapmak.

ejgan

  • (Ejgehân) : Tenbel, miskin, iş yapmaktan hoşlanmayan. (Farsça)

eles

  • Hâinlik yapmak. Hıyanet etmek.
  • Mecnun olmak.

ell

  • Hastanın inlemesi.
  • Harbe ile vurmak.
  • Sürmek. Sâfi.
  • Sür'at etmek, hız yapmak.

esfel-i safilin / esfel-i sâfilîn

  • En aşağı yer. Zaiflik, yaşlılık, boy bos, akıl ve anlayışın gidip çocuk gibi olmak, amel ve iş yapmaktan kesilip, sevâb kazanacak bir şey yapamaz hâle gelmek, erzel-i ömür. Cehennem'in aşağısı.

esi

  • (Çoğulu: Esât) İlaç yapmak.

fail-i muhtar / fâil-i muhtar

  • İstediğini yapmakta serbest olan.
  • Re'yinde müstakil olan. İstediğini yapmakta serbest olan (Cenab-ı Hak).

farz

  • Her müslümanın şahsen yapmakla yükümlü bulunduğu ilâhî emir.

fe'd

  • Kebap yapmak.
  • Kül içinde ekmek pişirmek.

fekahe

  • Latife etmek, şaka yapmak.
  • Gururlanmak, tekebbürlenmek.

ferk

  • El ile bir şeyi ovmak.
  • Buğz ve adâvet etmek, düşmanlık yapmak.

fesat ilka etmek

  • Bozgunculuk yapmak.

fikr-i infiradi / fikr-i infiradî

  • Tek başına olmak fikri, istişâresiz iş yapmak. Bir şeyi sâde kendine mal etmek fikri, hodgâmlık.

fina / finâ

  • Şehir kenarı, büyük mezarlıklar (fabrika, mektep, kışlalar) ve kasabadakilerin harman yapmak, hayvan koşturmak, eğlenmek için devamlı kullandıkları yerler.

gall

  • Girmek, sokmak, akmak.
  • Boynunu, elini zincir ile bağlamak.
  • Hâinlik yapmak. Hıyanet etmek.
  • Ganimet malından hırsızlık etmek.

gamim / gamîm

  • Yoğurt yapmak için kaynatılan süt.
  • Yoğurt.

gan / gân

  • Cemi' yapmak için, sonu "e" sesi ile biten kelimenin sonuna gelir bir "ek" tir. Meselâ: Bendegân : f. Hizmetçiler, bendeler. (Farsça)

garaz

  • Kin, içinden düşmanlık yapmak.
  • Gâye, maksad, arzu, dilek, istek.

gaşm

  • Zulüm etmek, zulüm yapmak.

gayret-i hüda pesendaneleriyle / gayret-i hüdâ pesendâneleriyle

  • Allah'ın râzı olacağı işleri yapmak için gayret etmekle.

gışş

  • Hıyânet etmek, hâinlik yapmak.
  • Yaramaz olmak.
  • Saf olmayıp karışık olmak.

grafik

  • yun. Bir hâdisenin gidişatını göstermek, birkaç şey arasında karşılaştırma yapmak için çizgi ve şekillerle yapılan rakamlı cetvel.

habk

  • Bükmek.
  • Sağlam yapmak.
  • İyi dokumak.

hacamat / حجامت

  • Kan alma. (Arapça)
  • Hacamat yapmak: Kan almak. (Arapça)

hacc-ı asgar

  • Ömre. Hac zamânı olan beş günden (Arefe günü ile dört bayram günlerinden) başka senenin her günü ihrâm (dikişsiz elbise) ile Mekke'ye gelip, Kâbe'yi tavâf (etrâfında yedi kere dolaşmak), sa'y yapmak (Safâ ve Merve tepeleri arasında gidip gelmek) ve traş olmak.

hacc-ı kıran

  • Hac ile ömreye birlikte niyet ederek ihrâm giyip, ömrenin vazîfelerini yaptıktan sonra ihrâmını (hac elbisesini) çıkarmayarak aynı elbise ile hac vazîfelerini de yapmak. Bu haccı yapana kârin hacı denilir.

hacc-ı temettu' / hacc-ı temettû'

  • Hac mevsiminde (Şevvâl, Zilkâde, Zilhicce aylarında) önce ömre için niyet edilerek ihrâma girilip ömre yapıldıktan sonra memleketine dönmeyerek, yeniden ihrâma girip hac yapmak. Bu haccı yapana mütemetti hacı denir.

hadim kılmak / hâdim kılmak

  • Hizmetçi yapmak, hizmet ettirmek.

hadis-i nefs / hadîs-i nefs

  • Kalbe gelip de, yapmakla yapmamak arasında tereddüde sebeb olan düşünce.

hadrece

  • Bükmek.
  • Sağlam yapmak, sağlamlaştırmak.

hakhaka

  • Zahmetli ve meşakkatli yolculuk yapmak.

halbe

  • (Çoğulu: Halâbib) Bir yarış yapmak veya bir şeye yardım etmek için toplanan atlılar grubu.

hamt

  • Misvak ağacı.
  • Ekşimiş süt.
  • Koyunun derisini yüzüp kebap yapmak.
  • Gadap etmek, kızmak.
  • Kibirlenmek, tekebbürlenmek.

hanz

  • Kebap yapmak.

harem

  • Mekke-i mükerreme şehrinden biraz daha geniş olup, hudûdunu İbrâhim aleyhisselâmın diktiği taşların gösterdiği yer, alan. Bu sâha içine gayr-i müslimlerin girmesi yasak ve ihrâmlı iken bâzı işleri yapmak harâm olduğu için Harem denilmiştir.
  • Müslümanların evlerinde, saray, konak ve be

hashase

  • Ateş üzerinde eti pişirip kebap yapmak.
  • Bir şeyi döndürmek.

hatm-i kur'ani / hatm-i kur'ânî

  • Kur'ân'ın tamamını okumak, hatim yapmak.

havn

  • Hıyanet etmek, hâinlik yapmak.

haym

  • Yaramazlık yapmak.

hayta

  • Serseri, serkeş kimse.
  • Ask: Osmanlılarda görevli bir sınıf askere verilen ad. Hayta birlikleri, üstün savaş kabiliyeti olan askerlerden kurulur, lüzumunda düşman topraklarına akın yapmak için de kullanılırdı. Sonraları düzenleri bozulduğunda eşkiyalığa başladılar; bundan dolayı "hayt

hebz

  • Sür'at yapmak, hız yapmak.

heft-dane

  • Aşure adı verilen bir cins tatlıyı yapmakta kullanılan yedi çeşit tahıl.

helal-zade

  • Helâl doğmuş, meşru ve nikâhlı ana-babadan dünyaya gelmiş çocuk.
  • İyi adam, fenalık yapmaktan çekinen. Sâlih, afif, nâmuskâr.

hendeme

  • Bir şeyi yerli yerince yapmak.

henf

  • Sür'at yapmak, hız yapmak.

hezaren

  • Sıcak memleketlerde yetişen; ve baston, sandalye gibi şeyler yapmakta kullanılan bir cins kamış.

hezl

  • Ciddi olmayan söz. Saçma, uydurma, yalan konuşmak.
  • Edb: Meşhur bir manzumeye lâtife tarzından nazım yapmak. Bu tarzda yapılan nazım.

hikmet

  • İnsanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik. Eşyanın ahvâlinden, hârici ve bâtini keyfiyetlerinden bahseden ilim. (Buna İlm-i Hikmet deniyor)
  • Herkesin bilmediği gizli sebeb. Kâinattaki ve yaradılıştaki İlâhî gaye.
  • Ahlâka ve hakikata faydalı

hile-i batıla / hîle-i bâtıla

  • Haramı helâl ve helâli haram yapmak veya farzı kendisine uygun gelecek şekilde yapmak yâhut birinin hakkına mâni olmak veya haksız mal ele geçirmek için yapılan hîle.

hımyet

  • Yemek yememek. Perhiz yapmak.

hırabe

  • Deve hırsızlığı yapmak.

hıyanet / hıyânet

  • Hâinlik. Birine kendini emîn tanıttıktan sonra, o emniyeti bozacak iş yapmak; vefâsızlık, îtimâdı kötüye kullanmak, sözünde durmamak.

hiyata

  • (Hiyatet) Terzilik. Dikiş yapmak.

hizmet / خدمت

  • Hizmet, görev yapma. (Arapça)
  • Hizmet etmek: Görev yapmak. (Arapça)

hüdbe

  • (Çoğulu: Hüdeb) Hamle yapmak.

hulus

  • Hâlislik. Saflık.
  • Samimiyet. Hâlis dostluk. İçden davranmak. Her hayırlı işi ve ameli Allah rızâsını niyet ederek yapmak.

hürriyet-i diniye

  • Din hürriyeti. Herhangi bir kimsenin mensub olduğu dinin emirlerini ve icablarını yapmakta asayişe ve başkasının haklarına dokunmamak şartiyle serbest olması.

huz'

  • Alçaklık yapmak.

i'bad

  • Kul etmek, köle yapmak.

i'cazlı / i'câzlı

  • Bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakacak şekilde mucizeli.

i'mal

  • Yapmak. İşlemek. İhdas eylemek.
  • Kullanmak.
  • Zabt, idare ve hâkimlik etmek.
  • Fık: Sözü mühmel bırakmayıp bir mâna ile mukayyed ve yüklü eylemek.

i'mar

  • Yapmak. Tâmir etmek. Şenlendirmek. Mâmur kılmak. Harabilik ve ıssızlıktan kurtarmak.

ibadethane / ibâdethâne

  • İbâdet yapmak için toplanılan yer.

ibda'

  • İzhar etmek. Bir yerden diğer bir yere çıkmak.
  • Yaratmak. Nümunesiz şey yapmak.

ibrahim

  • İbrahim kelimesi, İbranicede baba anlamına gelen "eb"; ve cumhur demek olan "reham" kelimelerinden meydana gelmiştir. "Ebu-l cumhur" ise; cumhurun babası demektir. Bu ismi meydana getiren kelimelerin ikisinin de hareke veya telaffuzlarını az bir değişiklik yapmakla yine bu mânalar Arapçada vardır. B

icad / îcâd / ایجاد

  • Var etme, yaratma. (Arapça)
  • İcat. (Arapça)
  • Îcâd edilmek: (Arapça)
  • Var edilmek, yaratılmak. (Arapça)
  • İcat edilmek, buluş yapılmak. (Arapça)
  • Îcâd etmek: (Arapça)
  • Var etmek, yaratmak. (Arapça)
  • İcat etmek, buluş yapmak. (Arapça)
  • (Arapça)

icaz / îcâz

  • Benzerini yapmakta insanı âciz bırakan.

icazkarane / îcâzkârâne

  • Benzerini yapmakta insanı âciz bırakırcasına.

icmar

  • Bir araya toplamak.
  • Süratle yürümek.
  • Atın sıçrayarak yürümesi.
  • Bir şeyin umumi olması. Ateşe öd ağacı koymak.
  • Bir şeyi buhurlamak. Tahmini hesab yapmak.
  • Yeni ayın görünmesi.

icra / icrâ / اجرا

  • Yürütme, yapma, yerine getirme. (Arapça)
  • Yapılma, yerine getirilme, yürütülme. (Arapça)
  • İcrâ edilmek: Yürütülmek, yapılmak, yerine getirilmek. (Arapça)
  • İcrâ etmek: Yürütmek, yapmak, yerine getirmek. (Arapça)

ıd'af

  • Zayıf etmek, zayıflamak.
  • Muzaaf etmek, fazlalaştırmak. İki kat yapmak.

ıda'

  • Bir şeyi birbiri ardınca yapmak.

idam

  • Islah etmek. Muvafık kılmak, uygun yapmak.

idman

  • Alıştırmak. Bir şeyde meleke kazanmak için tekrar tekrar hareket yapmak.
  • Beden terbiyesi. Jimnastik.

idrab

  • (Darb. dan) Rüc'u etmek, vaz geçmek. Bir şeyi yapmaktan yüz çevirmek. Mukim olmak.
  • Bir kimse üzerine kırağı yağmak.
  • Sıcak yel eserek yerdeki suyu kurutmak.
  • Ekmeğin pişmesi. (Kamus'tan alınmıştır.)

ıdva'

  • Azık yapmak.

ifa / îfâ / ایفا

  • Ödemek. Yerine getirmek. Söz verdiğini veya vazife bildiğini yerine getirmek. Kılmak. Yapmak.
  • Yapma, yerine getirme. (Arapça)
  • Ödeme. (Arapça)
  • Îfâ edilmek: (Arapça)
  • Yapılmak, yerine getirilmek. (Arapça)
  • Ödenmek. (Arapça)
  • Îfâ etmek: (Arapça)
  • Yapmak, yerine getirmek. (Arapça)
  • Ödemek. (Arapça)

ifa-yı vazife / îfâ-yı vazife / ایفای وظيفه

  • Görev yapma.
  • Îfâ-yı vazife etmek: Görev yapmak, görevini yerine getirmek.

ifsad / ifsâd

  • Bozmak, fitne, karışıklık çıkarmak, bozgunculuk yapmak.

iftial

  • Bir şeyi iş edinmek. Kendiliğinden yapmak.
  • Arabçada beş harfli fiilin birinci babı.
  • Yalan düzmek, iftira etmek.

iglak

  • Karıştırmak. Kapamak. Muğlak yapmak. Anlaşılmaz hâle koymak.
  • Zorla iş yaptırmak.
  • Edb: Sözü karışık ve anlaşılmaz surette söyleme.

ıhbat

  • Huşu ve tevazu' etmek, alçak gönüllülük yapmak.

ihdas

  • Yeniden bir şey yapmak. Ortaya koymak. Meydana koymak.

ihlas / ihlâs

  • Hâlis, temiz etmek, niyyeti düzeltmek, temizlemek, dünyâ menfaatini düşünmeden bütün işlerini, ibâdetlerini yalnız Allah için yapmak.
  • Her işi Allah için yapmak.

ıhmal

  • Saçak yapmak.

ihrac / ihrâc / اخراج

  • Çıkartma. (Arapça)
  • Dışsatım, yurt dışına gönderme. (Arapça)
  • İhrâc edilmek: (Arapça)
  • Çıkarılmak. (Arapça)
  • Dışsatım yapılmak, ihraç edilmek. (Arapça)
  • İhrâc etmek: (Arapça)
  • Çıkarmak. (Arapça)
  • Dışsatım yapmak, ihraç etmek. (Arapça)

ihrak

  • Ateşe atmak. Yakmak. Yandırmak.
  • Bulamaç yapmak.

ihram / ihrâm

  • Mîkât denilen mahalde (yerde) hacca veya umreye niyet ederek, peştemal gibi dikişsiz iki parça örtüyü giymek ve telbiye getirmek sûretiyle, daha önce mubah (serbest) olan bâzı şeyleri kendine haram kılmak yâni bunları yapmaktan sakınmak. İhrâmlı kims eye muhrim denir. İhrâm elbisesinin belden aşağı

ihsan

  • İyilik, lütuf, bağışlamak.
  • Sahilik etmek, cömertlik yapmak.
  • Allah'ı görür gibi ibadet etmek.
  • Güzel bilmek. Güzel eylemek.

ıhsas

  • Yaramaz iş yapmak.

ihtida'

  • Aldatmak. Hile yapmak. Oyun etmek.

ihtikan / ihtikân

  • Lavman yapmak.

ıhtisam

  • Husumet etmek, düşmanlık yapmak.

ıhtisar

  • Elini böğrüne koymak.
  • Muhtasar yapmak.

ika'

  • (Vuku'. dan) Vuku buldurmak. Fena bir şey yapmak. Meydana getirmek. Yetiştirmek. Düşürmek.

ikfa'

  • Edb: Sesleri birbirine yakın olan harflerle kafiye yapmak.

ikmam

  • Ağaçların tomurcuklanması. Çiçek tomurcuğu görünmesi.
  • Elbiseye yen yapmak.

ikrah

  • İğrenmek. Tiksinmek. Bir işi istemiyerek yapmak.
  • Birine zorla iş yaptırmak veya muamele yapmak.

iksar

  • Bir şeyi yapmak imkânı varken yapmama.

iktibas / iktibâs / اقتباس

  • Alıntı. (Arapça)
  • İktibâs edilmek: Alınmak. (Arapça)
  • İktibâs etmek: Alıntı yapmak, ödünç almak. (Arapça)

imal / imâl

  • İmâl etmek: Yapmak.

inabe yolu / inâbe yolu

  • Müridlik. Sâlikin (tasavvuf yolunda) nefsin isteklerini yapmamak ve istemediklerini yapmak sûretiyle ve çeşitli sıkıntılara katlanarak Allahü teâlâya kavuşma yolu.

inşaat

  • Yapmak, inşa etmek.
  • Yapı. Bina ve gemi yapımıyla alâkalı işler.

irade

  • İstek, arzu. Dilemek. Emir. Ferman.
  • Bir şeyi yapmak veya yapmamak için olan iktidar, güç. (İrade, ihtiyardan daha geniştir, umumidir. İhtiyar, taraflardan birini diğerine tafdil ile beraber tercihtir. İrade; yalnız tercihtir. Mütekellimler bazan iradeyi ihtiyar mânasında kullanmışlar

irade-i cüz'iyye / irâde-i cüz'iyye

  • Allahü teâlânın, bir işi yapmak ve yapmamak husûsunda insanlara ihsân ettiği dileme ve seçme kuvveti.

irca

  • Sonraya bırakmak.
  • Kuyuya kenar yapmak.

irhas

  • Hayırlı işler yapmak.
  • Israr etmek.
  • Duvar yapmak.
  • Sağlam şey.

irtikab / irtikâb

  • Bir işe girişmek.
  • Kötü bir iş işlemek. Rüşvet almak gibi çirkin bir şey yapmak.
  • Bir makamı âlet ederek, hakkı olmayan para veya malı hile ile almak.

irtikap etmek / irtikâp etmek

  • Yapmak, işlemek.

irza

  • Bir kimseyi râzı etmek, gönlünü yapmak, kandırmak.

ısalet

  • Hamle yapmak.
  • Ulaşmak.

ıshab

  • Yoldaşlık yapmak.

isra / isrâ

  • Yürütmek, göndermek.
  • Gece seferi yapmak.
  • İrsâl etmek.

isti'mar

  • Bir yeri imar etmek. Bir yerin mâmurluğunu istemek.
  • Müstemleke yapmak, sömürgeleştirmek. İstimlak etmek.

istibsar

  • Basiretli olmak. Düşünceli, hesaplı ve dikkatli iş yapmak ve hareket etmek.

istilam

  • Öpmek veya el sürmek. Selâm vermeyi isteme.
  • Kâbeyi tavaf esnasında Hacer-ül Esvede el sürmek, el süremese el işareti ile öper gibi yapmak, okşamak.

istirşa'

  • Bir işi yapmak için bir şey isteme.
  • Rüşvet isteme.

istisare

  • Toz savurma, tozutmak, toz kaldırma.
  • Fesatçılık ve fitnecilik yapmak.

istişhad / istişhâd / استشهاد

  • Kanıt gösterme. (Arapça)
  • Örnek verme. (Arapça)
  • İstişhâd yapmak örnek: Vermek. (Arapça)

istısna'

  • San'atlı olarak yapmak.
  • Bir şey yapmak için san'atkârla anlaşma yapmak.

istisna' / istisnâ'

  • Ismarlama. Bir san'at sâhibinden belirli bir işin, belirli özelliklerde yapılmasını istemek. Meselâ bir terzi ile kumaşı ve benzeri malzemeleri ondan olmak üzere bir kat elbise dikmesi için sözleşme yapmak.

itkan

  • Pürüzsüz yapmak veya yapılmak. Sağlamlaştırmak. Hakikata yakından vakıf olmak, delileriyle bilmek, inanmak. Bilerek emin olmak. Muhkem kılmak, muhkem yapmak. Sâbit kılmak.

itkan-ı muhkem

  • Bütün açıklığıyla bilerek sağlam yapmak.

ittihad-ı islam / ittihad-ı islâm

  • İslâm birliği. İttihad-ı İslâmın varlığı ve devamı için: 1-İslâm milliyetini esas alıp, menfi unsuriyet fikrini bırakmak. 2-İslâm dünyasındaki dini cemaatler, gayede ve dinî esaslarda ittifak edip teferruat meseleleri medar-ı niza etmemek. 3-İslâm devletleri arasında meşveret-i şer'iyeyi yapmak.Bunl

izaat

  • İlân etmek, açığa vurmak. Sesle neşriyat yapmak.

izahat / îzâhât / ایضاحات

  • Açıklamalar. (Arapça)
  • Îzâhât vermek: Açıklamada bulunmak, açıklama yapmak. (Arapça)

izlal

  • (Zıll. dan) Gölge yapmak. Gölge koymak. Gölgelendirmek.

karlayl

  • (Thomas Carlyle) (Hi: 1210-1298) İskoçya'da doğmuş, Londra'da ölmüştür. İskoç tarihçisi ve filozofudur. Babası dindar bir duvarcı ustası idi, oğlunu papaz yapmak istiyordu. Onun dinî şüpheleri papaz olmasına mâni oldu. Yedi sene manevî mücahededen sonra imanî mes'elelerde istikrar elde edebilmiştir.

kasd

  • Bir işi bile bile yapmak.
  • İsteyerek. Niyet ederek.
  • Niyet. Tasavvur.
  • İstikamet. Yolu doğru olmak.
  • Teşebbüs, niyet; bilerek, isteyerek, kalbe gelen bir fikri, düşünceyi yapmak için karar verme.

kasem

  • Yemîn. Bir işi yapmak veya yapmamak için Allahü teâlânın ismini söyleyerek söz verme.

katere

  • Bir şey üzerine çökmüş toz.
  • İs gibi bir karanlık.
  • Toz.
  • Kebap yapmak.
  • Pişmiş şeyin kokması.

katt

  • Kuru yonca.
  • Koğuculuk etmek, yalan söylemek, dedikodu yapmak.
  • Zeytin yağını fesliğen ile kokutmak.

kaviyy

  • Allahü teâlânın Esma-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her şeyi tam olarak yaratmakta kuvvet sâhibi olan, her şeyi yaratıp, varlıkta devâm ettiren; dilediğini yapmak kendisine zor gelmeyen.

kaza etmek / kazâ etmek

  • Namaz, oruç gibi farz ve vacib bir ibâdeti vakti çıktıktan sonra yapmak.

keffaret-i yemin / keffâret-i yemîn

  • Bir işi yapmak veya yapmamak husûsunda Allahü teâlânın ismini söyleyerek yemîn eden kimsenin yemînini bozunca cezâ olarak yapması gerekli olan şey.

ken'

  • (Çoğulu: Kün'ân) Tilki eniği.
  • Cem'etmek, toplamak.
  • Yakın olmak.
  • Mülâyemet.
  • Alçaklık yapmak.
  • Firar, kaçmak.

kenb

  • İş yapmaktan ellerin iri iri olması.

keşe'

  • Kebap yapmak.
  • Yemek.
  • Çok dolu olmak.

keşende

  • "Çeken, çekici" mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapmakta kullanılır. Meselâ: (Mihnet-keşende: Mihnet çeken.) (Farsça)
  • Dayanan, tahammül eden, mütehammil. (Farsça)

küfr-i hükmi / küfr-i hükmî

  • İslâmiyet'in îmânsızlık alâmeti dediği sözleri söylemek ve işleri yapmak.

külfet

  • Zahmet. Sıkıntı. Yorgunluk. Zahmetli iş. Adetten ve lüzumundan çok yorularak çalışmakla iş yapmak.
  • Merâsim.

kültür

  • Her türlü fikir, san'at ve âdet varlıklarının hepsi. (Fransızca)
  • Bir kimsenin umumi bilgi seviyesi. (Fransızca)
  • Terbiye. (Fransızca)
  • Ziraat. (Fransızca)
  • Tıb: Tecrübe veya ilâç yapmak için mikrop besleme ve çoğaltma. (Fransızca)

kur'an-ı mu'cizi'l-beyan / kur'ân-ı mu'cizi'l-beyân

  • Açıklamalarıyla benzerini yapmaktan akılları âciz bırakan Kur'ân-ı Kerim.

kur'an-ı mu'cizü'l-beyan / kur'ân-ı mu'cizü'l-beyân

  • Açıklamalarıyla mu'cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur'ân.

kur'an-ı mu'cizü'l-beyan-ı azimüşşan / kur'ân-ı mu'cizü'l-beyân-ı azîmüşşân

  • Açıklamalarıyla benzerini yapmaktan akılları aciz bırakan, şan ve şerefi yüce olan Kur'ân.

kur'an-ı mucizü'l-beyan / kur'ân-ı mucizü'l-beyân

  • Açıklamalarıyla mu'cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur'ân.

kurbet

  • Yakınlık. Tâatı, Allahü teâlâ için yapmak.

küşad / كشاد

  • Açma. (Farsça)
  • Açılma, açılış. (Farsça)
  • Küşâd etmek: Açılış yapmak, açmak. (Farsça)

kusur

  • Bk. kusûr
  • Kusur eylemek: İhmalde bulunmak, hata yapmak.

laboratuvar

  • İlmî ve sınaî çalışma ve araştırmalar yapmak için çeşitli cihaz ve malzemelerin bulunduğu yer. (Fransızca)

lağım

  • Kaleleri düşürmek için gedik açmak veya düşman ordugâhına zarar yapmak maksadıyla açılan ve barut konulup atılan yerler. Bu işi yapanlara "lâğımcı" denilirdi. Sonradan bu türlü işlere "İstihkâm" denilmiş ve o ad altında askeri teşkilât yapılmıştır.
  • Kazurat ve çirkef sularının akmasın

laik

  • Dine istinad etmeyen. Ruhanî olmayan kimse. Dini olmayan şey. Dinî olmayan fikir, dinî olmayan müessese, sistem veya prensip. Devleti dinî esas ve hükümler ile idare etmeyen sistem. Temel esasların ve kanunların menşeini ve teşri'de (kanun yapmakta) hareket noktasını ve değer ölçüsünü dine isnad etm (Fransızca)

latife etmek:

  • Şaka yapmak. (Arapça - Türkçe)

lebbeyk

  • Hac, umre veya her ikisini yapmak üzere niyyet ederken yâni ihrâma girerken başlayıp, Mina'da Cemre-i akabede (büyük cemrede) şeytan taşlanırken atılan ilk taşla söylemesi son bulan mübârek sözler: Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk innelhamde venni'mete leke vel-mülke

lecn

  • Yalamak.
  • Deve için yem yapmak.

ledd

  • Düşmana galip olmak.
  • Husumet etmek, düşmanlık yapmak.

lemleme

  • Bir şeyi evvel yapmak.

lesus

  • (Lesusiyet) Hırsızlık, sirkat. Hırsızlık yapmak.

leym

  • İnsanlar arasında sulh etmek, barış yapmak.
  • Salâh.
  • Bir nârenciye meyvesi.

leyy

  • Def'etmek, kovmak.
  • Harcamak, sarfetmek.
  • İlaç yapmak.
  • Aciz olmak.
  • Bir nesneyi dürüp boğazına tıkmak.

li-ecl-it-tahsil

  • Okumak için, tahsil yapmak için.

ligayrihi haram / ligayrihî haram

  • Aslında helâl olup, başkasının hakkı olduğu için veya neticeleri itibarı ile haram olan şey. Meselâ cuma namazı esnasında ticaret yapmak gibi.

ma'siyyet

  • İtâatsizlik, isyân. Günâh olan işler, Allahü teâlânın beğenmediği şeyler; Allahü teâlânın emrettiği şeyi yapmamak veya yasak ettiğini yapmak, haramlar. Allahü teâlânın yasak ettiği şeyler, günahlar.

magmag

  • Boğaz düdüğü.
  • Yemeği yağlı yapmak.

makv

  • Cilâ yapmak.
  • Yıkamak.
  • Saklamak.

mazhar eylemek

  • Eriştirmek, ayna yapmak.

mazmaza / مضمضه

  • Gargara. (Arapça)
  • Mazmaza yapmak: Gargara yapmak, ağızda su çalkalamak. (Arapça)

mecaa

  • Hilebazlık etmek, hile yapmak.

mecane

  • Ne bulursa sakınmadan yapmak. Mecnunluk.

mehel

  • (Çoğulu: Mühul-Emhâl) Yavaş yapmak.
  • Sonraya bırakmak, te'hir etmek.

mekr

  • Bir kimseye, hiç beklemediği, ummadığı yerden hîle yapmak, tuzak kurmak sûretiyle zarar vermeye çalışmak.
  • İstidrâc yâni Allahü teâlânın bir kimseye bir müddete kadar devamlı olarak hakkında hayırlı olmayan nîmetler verip, onun da bunu Allahü teâlânın bir lütfu ve ihsânı, tuttuğu yolu

meleke

  • Zihnin anlama, kavrama, hatırlama gibi özellikleri, tekrar tekrar yapmaktan dolayı kazanılan beceri.

melk

  • Dalkavukluk.
  • Yumuşaklık yapmak.
  • Mahvetmek.
  • Yıkamak.
  • Emmek.
  • Vurmak.

meşahir-i mu'cizat / meşâhir-i mu'cizat

  • Meşhur mu'cizeler; Allah'ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını âciz ve hayrette bırakan olağanüstü hallerin, mucizelerin meşhurları.

meşakka / meşâkka

  • Muhalefet ve adâvet etmek. Karşı gelip düşmanlık yapmak.

mezir

  • Fâsid olmak, fesatçılık yapmak.

mikail aleyhisselam / mîkâil aleyhisselâm

  • Dört büyük melekten biri. Ucuzluk, pahalılık, kıtlık, bolluk yapmak, ferah ve huzûr getirmek ve her maddeyi hareket ettirmekle görevli melek.

mu'ciz

  • İnsanı âciz bırakan iş. Aynısını yapmakta başkalarını acze düşüren, kudretsiz kılan, kimsenin yapamıyacağı yolda olan.

mu'cizat / mu'cizât

  • Allah'ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü işler.

muahede / muâhede / معاهده

  • Ahitleşme, antlaşma. (Arapça)
  • Muâhede yapmak: Antlaşma yapmak. (Arapça)

muanid

  • İnadcı. Kimseye uymayan. Dediğini yapmak isteyen.

mübalaga

  • (Mübalağa) Bir şeyi çok büyük veya çok küçük göstermek. Bir şeyi olduğundan fazla veya eksik göstermek.
  • Haddini aşmak.
  • Edb: Bir şeyi ifade ederken ya olduğundan fazla veya olduğundan çok noksan göstermek." Habbeyi kubbe, kubbeyi habbe yapmak."

mücahafe

  • İzdiham etmek, kalabalık yapmak.
  • Birbirine kılıç ve bıçak çekip vuruşmak.

mucize / mûcize

  • İnsanların benzerini yapmakta aciz kaldıkları olağanüstü iş.
  • İnsanların benzerini yapmakta aciz kaldıkları olağanüstü şey.

müd'abe

  • Lağv ve lâtife etmek. Şaka yapmak.

müdavele-i efkar / müdavele-i efkâr

  • Birbirinin fikirlerinden istifade ile karşılıklı konuşmak ve fikir alış-verişi yapmak. (Müdavele-i efkârdan bârika-i hakikat çıkar. N.Kemal)

muhakeme

  • (Çoğulu: Muhakemât) (Hüküm. den) Dava için iki tarafın mahkemeye baş vurması.
  • İki tarafın mahkemeye baş vurması.
  • İki tarafı dinleyip hüküm vermek.
  • Düşünmek.
  • Zihinde inceleme yapmak.
  • Karar vermek için iyice düşünmek.

muhtar

  • İhtiyar eden. Seçilmiş olan.
  • Hareketinde serbest olan. İstediğini yapmakta serbest olan. Hür.
  • Köyde veya şehrin mahallesinde seçimle o semtin idâre ve hükümet işlerini üzerine alan kimse.
  • Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir ism-i şerifi.

mukabele-i bilmisil

  • Karşılaştığı aynı muameleyi sahibine iade etmek, o kimseye aynı muameleyi yapmak. Mukabil hareketi karşısındakine icra etmek.

mükaşeha / mükâşeha

  • Husumet etmek, düşmanlık yapmak.

mülatafe / mülâtafe

  • Lâtifede bulunma, espiri yapmak, edep sınırlarını aşmadan şaka ile takılma, karşılıklı şakalaşma.

mülayemet

  • Lâtife etmek, şaka yapmak.
  • Sevinç izhar etmek.
  • Yumuşaklık. Uygunluk. Yumuşak huyluluk.
  • Bağırsakların yumuşaklığı.

mülazemet

  • Mülazemet etmek:
  • Devam etmek.
  • Staj yapmak.
  • Bir işle ilgilenmek.

mümaresat

  • Mümâreseler. Alıştırmalar, bir işi devamlı yapmakla alıştırmalar. Ustalıklar. Melekeler.

mümaret

  • Adavet edişmek, düşmanlık yapmak.

münzevi / münzevî

  • İslâmiyet'in emirlerini yapmak, yasaklarından sakınmak, kötülüklerden korunmak ve kalb huzûru ile ibâdet yapabilmek için bir köşeye çekilmiş olan kimse.

mürüvvet

  • İnsaniyet. İnsanlığa uygun olan şeyi yapmak. Güzel ve iyi şeyleri alıp, kötü şeyleri ve hâlleri bırakmak.
  • Ana baba saadeti.
  • Mertlik, yiğitlik.
  • Reculiyet.
  • İnsanlık, yiğitlik. Muhtâc olanlara, lâzım olan şeyleri vermek, başkalarına faydalı olmak, iyilik yapmak arzusu, insanlık. Adâleti yerine getirme ve hiç kimseden intikam almayı istememe.

müsaafe

  • Bir kimse ile adavet edişmek, düşmanlık yapmak.
  • Yardımlaşmak.

müsareat / müsâreat

  • İbâdetleri ve hayırlı işleri yapmakta acele etmek.

müşareket

  • Birbirine ortak olmak, ortaklık. Beraber olup bir iş yapmak.
  • Gr: İkili tarafın da isteğini bildiren fiil.
  • Karşılıklı anlaşma, birbirini anlama.

müsbet hareket

  • Yapmak, yol göstermek, yardım etmek gibi olumlu ve yapıcı hareket, davranış.

mütemetti' hac

  • Hac aylarında ömre yapmak için ihrâma girip, ömre için tavâf ve sa'y yapıp, traş olup ihrâmdan çıkıp sonra memleketine gitmeyerek, o sene terviye gününde veya daha önce, ihrâma girerek müfrid hacı gibi hac yapma.

nebk

  • Yazmak.
  • Husumet etmek, düşmanlık yapmak.
  • Düz etmek, düzleştirmek.

nefş

  • Açmak.
  • Yapmak.
  • Yün ve pamuk atmak.
  • Davarların, geceleyin yayılıp çobansız otlaması.

nefs-i mutmainne

  • Îmân etmiş nefs. Allahü teâlâyı anmakla huzûra eren, İslâmiyet'in emirlerini yapmak kendisine zor, ağır gelmeyen nefs.

nısh

  • Terzilik.
  • Bir şeyi temizleyip yaramazını içinden çıkarıp hâlis yapmak.

nücu'

  • Yemeğin hazmolup sindirilmesi.
  • Eser yapmak.
  • Duhul etmek, girmek.

obüs

  • Ask: Dikey veya dalıcı atış yapabilen, oldukça kısa namlulu top. Obüsler Milâdi 16. asırda icad olunmuştur. Bir mânianın arkasında bulunan ve bu sebeple doğruca görülemeyen düşman mevzilerinin yüksek münhanilerle aşırılmak suretiyle endaht yapmak maksadıyla icad edilmiştir.

organ

  • t. Uzuv. Canlılarda belli bir vazifeyi yapmak için bir arada yaratılmış nesiclerin teşkil ettiği vücud parçası. (El, ayak, baş, göz.. gibi)
  • Bir fikre, bir gayeye hizmet için çalışan.
  • Âlet.

pazar

  • Pazar eylemek: Alışveriş yapmak.

radm

  • Binayı taşla yapmak ( O binaya "razim" derler.)

rakm

  • Yazmak.
  • Mühür yapmak.

rasad / رصد

  • Gözlem. (Arapça)
  • Gözetleme. (Arapça)
  • Rasad edilmek: Gözlemlenmek. (Arapça)
  • Rasad etmek: (Arapça)
  • Gözlem yapmak. (Arapça)
  • Gözetlemek. (Arapça)

reff

  • Elbise koymak için duvara çıkıntı yapmak veya duvara tahta çakmak. Raf.

rehs

  • Kârgir bina yapmak.
  • Bir nesneyi çok sıkmak.

rişvet

  • Bir işi yapmak veya bitirmek için haksız yere alınan mal veya para.

riyaset / riyâset / ریاست

  • Başkanlık. (Arapça)
  • Riyâset etmek: Başkanlık yapmak. (Arapça)

sabr

  • Emirleri yapmakta, yasaklardan sakınmakta, başa gelen belâ ve musîbetlere tahammül etme, katlanma.

sadist

  • Başkasına eziyet ve sıkıntı vermekten, sapık işleri yapmaktan zevk alan ruh hastası kimse.

safsafa

  • Elemek.
  • Asılsız yapmak.
  • İşe yaramaz hâle getirmek, yaramaz etmek. Hor ve hakir etmek.

sakk

  • (Çoğulu: Sukuk-Sıkâk-Esak) Kitap.
  • Kapı yapmak.
  • Vurmak, darbetmek.

salayık

  • Yufka yapmak.

sar'

  • Düşmek.
  • Yıkıp yere çalmak.
  • Edb: Şiirin beytini iki mısra' veya iki kafiyeli yapmak.
  • Tıb: Bir hastalık ki, teneffüs cihâzını his ve hareketten meneder.

sav'

  • Perâkende etmek, dağıtmak, parça parça yapmak.

savg

  • Batmak,
  • Kuyumculuk yapmak.

savr

  • (Çoğulu: Savâri) Hamle yapmak.
  • Parçalamak, pâre pâre etmek.
  • Bir yerde toplanmış küçük hurma ağaçları.

saz

  • (Sâhten: Yapmak mastarından emir köküdür) Eden, yapan, uyduran, düzen mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Evham-saz : Evham veren. (Farsça)

seff

  • Dokumak.
  • Yapmak.
  • Ahzetmek, almak.
  • Toz haline getirilmiş ilâç.
  • İlâcı toz haline getirme.

şehadet etmek

  • Şahitlik, tanıklık yapmak.

şehamet / şehâmet

  • İyi işler yapmak, yüksek mertebeler ele geçirmek; zekâ ve akıllılıkla berâber olan cesâret, yiğitlik.

şehrü'l-haram

  • Kan dökmek ve savaş yapmak haram olan ay: Muharrem, Recep, Şaban, Ramazan ayları.

şematetkarane / şematetkârane

  • Kuru gürültü yapmak suretiyle, arsızca, gürültü ile bağırmak. (Farsça)

şen'

  • Buğz ve adâvet etmek. Kin bağlamak. Düşmanlık yapmak.

serak

  • Hırsızlık yapmak.

şeten

  • (Çoğulu: Eştân) Sağlam bükülmüş uzun urgan.
  • Uzak olmak.
  • Sağlam yapmak.

sevk

  • Misvak yapmak.

şeyd

  • Binayı kireçle yapmak.

sun

  • Yapmak, iş.

sun'

  • Yapmak.
  • Eser, yapılan iş.
  • Te'sir.
  • Güzel iş yapmak.

sünnet-i hasene

  • İlk asırda (Resûlullah efendimiz ve O'nun arkadaşları olan Eshâb-ı kirâm zamânında) asılları îtibâriyle bulunan, sonraları daha da geliştirilen, minâre, mektep yapmak ve kitâb yazmak gibi, İslâm'ın izin verdiği, hattâ emrettiği güzel ve faydalı işler.

ta'b

  • Latife etmek, şaka yapmak.

ta'bid

  • Mükerrem etmek.
  • Katran bulaştırmak.
  • Hizmet etmek.
  • Zelil etmek.
  • Zelil etmek, kepaze yapmak.

ta'dilat / ta'dîlat / تعدیلات

  • Değiştirmeler, değişiklik. (Arapça)
  • Ta'dilât yapmak: Değişiklik yapmak. (Arapça)

ta'fir

  • Tozlu ve topraklı yapmak.
  • Ağartmak, beyazlatmak.
  • Kirletmek. Mülevves etmek.
  • Oğlan kaçsın diye kadının, emziğine toprak sürmesi.
  • Güneşte et kurutmak. (O kurumuş ete "afir" derler.)

ta'kibat / ta'kîbât / تعقيبات

  • Kovuşturma. (Arapça)
  • Ta'kîbat yapmak: Kovuşturmak. (Arapça)

ta'rif

  • (İrfan. dan) Bir şeyi belli noktalar ve işaretlerle inceden inceye anlatıp bildirmek, tanıtmak. Kavl-i şârih.
  • Bir maddeyi bütünüyle bir ibare halinde anlatmak.
  • Gr: Bir ismi marife etmek.
  • Arafat'ta vakfe yapmak.

ta'riş

  • Üzüm çubuğuna çardak yapmak.
  • Temel yapmak.

ta'til

  • Çalışmağa ara vermek. Çalışmayı durdurmak. İzine başlamak.
  • Kesmek.
  • Muattal bırakmak.
  • Ziynetsiz etmek, süssüz yapmak.
  • Allah'ın sıfatlarını inkâr eden felsefecilerin mesleği.

taaddi / taaddî

  • Geçme, öteye geçme, saldırma.
  • Zulmetme, adaletsizlik.
  • Örf, âdet ve kanunların sınırını aşma.
  • Arapça'da lâzım bir fiili müteaddî yapmak.

taasür

  • Güç yapmak, zor yapmak.

tad'if

  • İki kat yapmak.
  • Çoğaltmak.
  • Zayıflatmak.

tadmir

  • Atı semirince yulaf verip beslemek. (Kırk günde olur.)
  • İnce belli yapmak.

tagallüb etmek

  • Baskı ve zorbalık yapmak.

taglif

  • (Gılaf. dan) Kınına koyma, kılıfına sokma.
  • İyi kokulu nesneler yapmak.

tagmiye

  • Evin üstüne direk yapmak.
  • Yüzü bir şeyle örtmek.

tagvir

  • Sonuna yetişmek.
  • Çukur yapmak.
  • Öğle vaktinde uyumak.

tahacc

  • Husumet etmek, düşmanlık yapmak, kin tutmak.

tahamür

  • Uyuşturmak.
  • şarap yapmak.

tahasüm

  • Husumet edişmek, düşmanlık yapmak.

tahcir

  • Bir yere taş koymak, taş yığmak.
  • Fık: Kimsenin girmemesi için arazinin etrafına taştan sınır yapmak.
  • Hayvanı dağlayıp nişanlamak.

tahkik

  • Doğru olup olmadığını araştırmak veya doğruluğunu, yanlışlığını meydana çıkarmak. İncelemek. İçyüzünü araştırmak.
  • Bir şeyi eksiksiz ve ziyâdesiz yapmakta mübâlağa etmektir. Bir şeyin hakikatına ermek, künhüne vâkıf olmak, nihayetine erişmek demektir. Kur'an kıraat ıstılahında ise: He

tahlil / tahlîl / تحليل

  • Ayrıştırma, çözümleme, analiz. (Arapça)
  • Tahlil etmek: Değerlendirme yapmak, analiz yapmak. (Arapça)

takabbüb

  • Binaya kubbe yapmak.

takfiye

  • Kafiye yapmak.
  • Bir kimsenin ardınca olmak.

takıyye / تقيه

  • Gizleme. (Arapça)
  • Sakınma. (Arapça)
  • Takıyye yapmak: (Arapça)
  • Mezhebini gizlemek. (Arapça)
  • Amacını gizlemek. (Arapça)

taklid

  • Takma, asma, kuşatma.
  • Benzetmeğe ve benzemeğe çalışmak. Benzerini yapmak. Birine benzemeğe çalışarak alay etmek. Sahte. Bir şeyin sahtesini yapmak.

takniye

  • Çok kırmızı yapmak.

taksib

  • Kıvırcık yapmak.

taksis

  • Kireç ile bina yapmak.
  • Kireç ile sıvamak.

tanzir etmek

  • Benzerini yapmak.

tarr

  • Kesmek.
  • Keskinletmek.
  • Yapmak.
  • (Bıyık) gelmek.
  • Çolak olmak.
  • Düşmek.

tarzim

  • Bir çok şeyi bir yere getirip, toplayıp bir yük yapmak.

tasarruf-u azim / tasarruf-u azîm

  • Büyük tasarruf; herşeyi kendi emri altında tutarak dilediğini dilediği şekilde yapmak.

tasvig

  • (Çoğulu: Tasvigat) (Siga. dan) Kalıp şekline koymak. Eritip kalıba dökme.
  • Batırmak.
  • Kuyumculuk yapmak.

tasvir / tasvîr

  • Hiss ve mahsusata münhasır olan ifâde.
  • Bir şeyi söz veya yazı ile anlatmak. Resim yapmak.
  • Bir şeye şekil ve suret vermek. Resim.
  • Edb: Görebildiğimiz ve hissedebildiğimiz şeyleri bize gösterebilecek veya hariçte vücudu olmayan fakat hissedilen şeyleri duyurabilecek mel
  • Kâğıda, kumaşa, duvara ve başka yerlere canlı ve cansız resimleri yapmak veya bu şekilde yapılan resimler.

tat'ir

  • Sütü yoğurt yapmak.

tatavvu'

  • Müstehab ve mendub olan namazlar.
  • İbadeti sırf kendi isteğiyle yapmak.
  • Nafile namaz kılmak.
  • Üzerine lâzım olmayan işler yapmak.

tatbikat / tatbîkat / تطبيقات

  • Uygulamalar. (Arapça)
  • Tatbikat. (Arapça)
  • Tatbîkat yapmak: Uygulama yapmak. (Arapça)

tatrim

  • Tamamlamak.
  • Ata tâlim ettirip hünerli ve iyi huylu yapmak.

tatriz

  • Elbiseye veya kumaşa süs için kenar işleme, oya yapmak.

tav'

  • İsteyerek uymak. Bir şeyi istekle yapmak. Muti' olmak.
  • Mer'anın genişliğinden dolayı davarın her tarafta otlamasının mümkün olması.

tav'ir

  • İri ve kaba yapmak.

tazyik etmek

  • Zorlamak, baskı yapmak.

te'hıye

  • Hayvana yatacak ahır yapmak.
  • Birbirine kardeş olmak.

te'nis

  • Bir kelimenin sonuna te'nis alâmeti olan ( ) ilâve ederek müennes yapmak.

te'sil

  • Tez etmek. Sür'atli yapmak.

teannüd

  • Hakkı ve doğruyu bilerek tersini yapmak.

tebeyyüt

  • Geceleyin yağma etme.
  • Bir işi gece yapmak.

teblim

  • Çirkin yapmak, çirkinleştirmek.

tebniye

  • Çok bina yapmak.

tecdid-i iman / tecdîd-i îmân

  • Bilerek veya bilmeyerek küfrü gerektiren (îmânı gideren) bir sözü söylemek veya bir işi yapmak yâhut böyle bir şeyi yapmış olma ihtimâli üzerine, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah sözünü; mânâsını bilerek ve inanarak söyleyip, îmânını yenileme, tâzeleme.

tecessüs etmek

  • Casusluk yapmak, gizlice araştırmak.

tecr

  • Bezirgânlık etmek, ticaret yapmak.

tecsis

  • Kireç karıştırmak.
  • Kireçle sıvamak.
  • Binayı kireçle yapmak.

tecvid / tecvîd

  • Güzel yapmak, Kur'ân-ı kerîmi harflerin mahreclerine (çıkış yerlerine) ve sıfatlarına uygun olarak okumak ve bunu anlatan ilim.

tedavür

  • Sıra ile yapmak, bir şeyi karşılıklı yapmak.

tedlis

  • Yumuşatmak. Bir şeyi mülâyim ve kaygan yapmak.
  • İnciyi şeffaf etmek.

tefnin

  • Karıştırmak.
  • Çeşitli yapmak.

teftiye

  • Lâğımcılık yapmak.
  • Büyüyünceye kadar kızı evden dışarıya çıkarmamak..

teganni / tegannî

  • Sesi mûsikî perdelerine uydurmak için, hareke, harf ve med (uzatma) ilâve etme ve çıkarma yapmak sûretiyle, kelimelerin asıllarını dolayısıyle mânâyı bozarak okuma.

tehdib

  • Saçak yapmak.

tekalüb / tekâlüb

  • (Kelb. den) Köpek gibi birbirine saldırma.
  • Husumet etmek, düşmanlık yapmak.

tekbib

  • Kebap yapmak.

tekriye

  • Düşman yapmak.

telbik

  • Teridi yağlı yapmak.

telehvüc

  • Biri işi gevşek yapmak.

telfik-i mezahib

  • Dinî bir mes'elede, hak mezheblerin aynı o mes'ele hakkındaki zıd görüşleri cem'etmekle bir mezheb yapmak. Bu zıd görüşlerle amel etmeyi caiz görür. Fukaha ise bu tarzı caiz görmemişlerdir.Tevhid-i mezahib ise: Hak mezheblerin mes'eleleri arasında, tercih yoluyla bazı mes'elelerini alıp bir mezheb y

telvik

  • Yemeği yumuşak ve yağlı yapmak.

temerrüd

  • İnad, direnme.
  • Yapılması gereken bir şeyi yapmakta kasten geciktirme.

temrid

  • Binayı yüksek yapmak.

temsil / temsîl

  • Bir şeyin aynısını veya mislini yapmak. Benzetmek. Teşbih etmek. Örnek, nümune söz.
  • Bir şeyin aynını ya da mislini yapmak, benzetmek.
  • Örnek, nümune, söz. Canlandırma, piyes.

temyis

  • Yumuşak yapmak, yumuşatmak.

tencid

  • Evin içini nakışlı bezlerle süslemek.
  • Kahraman yapmak.

tenemmür

  • Birisini korkutmak için gürültü yapmak, gürültülü ses çıkarmak.
  • Uzun uzun bağırmak.
  • Kaplan huylu olmak. Kaplanlaşmak.

tenezzüh / تنزه

  • Gezinti. (Arapça)
  • Tenezzüh etmek: Gezinti yapmak, gezinmek. (Arapça)

tenkib

  • Dolaşıp gezmek.
  • Ticaret yapmak. Tefahhus etmek.
  • İnceden inceye araştırmak.

tenkir

  • Tanınmayacak bir hale koymak.
  • Gr: Bir ismi harf-i tarifsiz kullanarak belirsiz yapmak. Gayr-i muayyen veya gayr-i mahdut kılmak.

tenzilat / tenzîlât / تنزیلات

  • İndirim. (Arapça)
  • Tenzîlât yapmak: Fiyat düşürmek, indirim yapmak. (Arapça)

terbi' / terbî'

  • Dörtleme, yâni cenâzenin omuz üzerinde tabutun tahta kolundan el ile tutarak dört kişinin taşıması.
  • Mezârı düz yapmak.

teressül

  • Acelesiz olmak, yavaş yavaş yapmak.
  • Harflerin mâhreclerine ve medlerine riâyet etme.

terliye

  • Akılsız yapmak.

termil

  • Kana boyamak.
  • Kan gibi kırmızı yapmak.

tersil

  • Secisiz nesir yapmak.

tersim

  • Resmini çizmek. Resmedilmek. Resmini yapmak.

tervib

  • Sütü yoğurt yapmak.
  • Sütün yoğurt olması.

terviz

  • Bir yeri çayır çimen yapmak.

tesabür

  • Bir şeyi sürekli olarak yapmak. Bir şeye devam üzere çalışma.

teşahus

  • Deprenmek. Muhtelif etmek, çeşitli yapmak.

teşaküs

  • Husumet edişmek, düşmanlık yapmak.

tesavüm

  • Alış-verişte birbirine mukavele yapmak, anlaşmak.

teşbih

  • Yassı ve enli yapmak.

teşeccu'

  • Bahâdırlık göstermek, kahramanlık yapmak.

tesevvük

  • Misvak yapmak.

tesfid

  • Kebap yapmak için eti şişe dizme.

tesis etmek

  • Kurmak, yapmak.

teşni'

  • Başa kakmak.
  • Davara binmek.
  • Silâh takınmak.
  • Kötülük yapmak. Kötü göstermek. Ayıplamak.
  • Birisinin çok şeni' olduğunu söylemek.

teşrik-i mesai / teşrik-i mesaî

  • Birlikte çalışmak. İşbirliği etmek. Bir işi beraber yapmak.

testih

  • Yassı ve düz yapmak.
  • Eşit yapmak, beraber etmek.

tesvid

  • Karartma. Yazı ile karalama. Yazmak, müsvedde yapmak.

teşvih

  • Çirkin yapmak.

teşviye

  • Kebap yapmak. Kebap vermek.

teterrüs

  • Kalkanla siper yapmak.

tevessül

  • Bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesîle, sebeb yapmak. Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak; "Onların hâtırı, hürmeti için" diyerek duâ etmek veya bu sûretle yapılan duâ. İstiğâse ve teşeffû' da denir

tevki'

  • Alâmet, işaret, belirti, nişan.
  • Sultan.
  • Kılıca nakış yapmak.

tevli'

  • Bir nesneye beyaz noktalar yapmak.

tevşiye

  • Koğuculukta mübâlağa etmek. Dedikoduculukta mübâlağa yapmak.

tezbir

  • (Çoğulu: Tezbirât) (Zebr. den) Yazma veya yazılma.
  • Bez kenarına saçak yapmak.

tezlik

  • Keskin yapmak.
  • Dayandırmak.

tezriye

  • Savurmak.
  • Koyunun yününü kırkıp arkasında bir miktarını bırakmak.
  • Zelil etmek, kepâze yapmak.

tezvic

  • Nikâhla bir kadını aldırmak. Birbirine eş yapmak. Evlendirmek.

tezyif

  • Çürütmek. Küçük düşürmek. Eğlenmek, alaya almak.
  • Bir şeyin dışını tezyin ve tanzim edip, içini fena yapmak. Kötü ayar etmek.
  • Tahkir etmek.

tezyil

  • Eklemek. Uzatmak. Altına ilâve etmek. Zeyl yapmak.

tul-i emel / tûl-i emel

  • Uzun emel; zevk ve safâ sürmek için çok yaşama arzusu. İbâdet yapmak için çok yaşamağı istemek tûl-i emel olmaz.

umre

  • Hac zamânı olan beş günden yâni Arefe ve Kurban bayramının dört gününden başka, senenin her günü ihrâma girip Kâbe'yi tavâf etmek, Safâ ile Merve arasında sa'y yapmak ve saç kazımak veya kesmek.

ura'

  • İlmek yapmak.

va'd

  • Söz verme. Söz verilen şey. Bir kimsenin yapacağına veya yapmayacağına dâir söz vermiş olduğu husus. Bir şeyi yapmak veya bir şey için söz vermek va'ddır. Hayır işlenecek iş için masdar "va'd" veya "vaide" dir. İşlenecek şey şer ise; ev'ide denir. Masdarı "Îâd" dır. Va'd hayırda, îâd ve vaîd şerde k

vad'ı haml

  • Doğum yapmak.

vallahi / vallâhî

  • Allahü teâlâya yemin ederim mânâsına, bir sözün, niyyetin, bir işi yapmak veya yapmamak arzûsunun kuvvetli olduğunu gösteren, söylendiği şeye aykırı hareket edildiğinde, yemin keffâreti lâzım gelen sözlerden birisi.

vasm

  • Utanacak şey.
  • Vurmak. (Liyazon yapmak)

vatd

  • İsbat etmek.
  • İhânet etmek, hâinlik yapmak.

vehs

  • Sır ile söyleşmek. Dedikodu yapmak.

vekalet / vekâlet

  • Bir kimsenin, bir veya birçok işi yapmak için, başkasını kendi yerine koyması yâni başkasına iş havâlesi. Vekil edene sâhib veya müvekkil, vekâlet verilip yerine geçirilene vekîl denir.

vekil / vekîl

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâtın dünyâda ve âhirette işlerini hakkıyla yerine getiren, rızkları veren, tevekkül etmeye (kendisine güvenilmeye) lâyık olan.
  • Bir kimsenin, bir işi yapmak için kendi yerine koyduğu, işini havâle ettiği kimse.

velk

  • Yalan yakıştırmak.
  • Sür'at etmek, hız yapmak.

vukuf-i adedi / vukûf-i adedî

  • Nakşibendiyye yolunun on temel esâsından biri. Tasavvuf yolunda ilerlemek ve yükselip olgunlaşmak için yapılan zikri, bildirilen adede (sayıya) göre yapmak. Meselâ bir nefeste 1, 3, 5, 7, 11 kerre Allah demek gibi teke riâyet ederek zikretmek.

ze'b

  • Ayıp.
  • Reddetmek. Hor ve hakir etmek, kepaze yapmak.

zerk

  • Hile. Riya. İki yüzlülük.
  • Şırınga yapmak, iğne ile vücuda ilâç vermek.

zeyhan

  • Zulüm etmek. Zâlimlik yapmak.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın