Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
yalnız
ifadesini içeren
247
kelime bulundu...
a'zel
Yalnız veya silâhsız bulunan.
ab-yari / ab-yarî
(Asıl mânâsı sulama ise de, lisanımızda yalnız mecazi mânâsiyle bazı eski nesir yazarları tarafından kullanılmıştır). Yardım, itimat.
(Farsça)
ahadi / ahadî
Tek, yalnız. Birlere âid, birlere mensub.
ahfeş
Küçük gözlü, zayıf bakışlı.
Yalnız gece gören kimse.
Üç büyük Arab âliminin lâkabı.
Bulutlu günde görüp bulutsuz günde görmeyen.
ahir / âhir
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâtın (varlıkların) yok olmasından sonra, bâkî olan (varlığı devâm eden) yalnız kendisi kalan, hiç yok olmayan.
ahu
Saç ve sakalı ak olup şayan-ı hürmet ve tâzim olan. Ahubaba, yalnız bu tabirde kullanılır.
akliyyun
(Rasyonalistler) Herşeyin hakikatını akıl ile bulma iddiasında olan, hadiseleri yalnız akıl ile araştırıp hakikat ve hikmetlerini tam bulamayıp, aklına güvenip dine tâbi olmayan filozoflar ve onların yolunda kalarak dalâlete gidenler. Bunlar iki kola ayrılır. Uluhiyeti ve vahyi inkâr eden birinci kı
alem-i harici / âlem-i hâricî / عَالَمِ خَارِجِي
Yalnızca Allah'ın ilminde kalmayıp hâriçte de yaratılmış âlem.
amil / âmil
Yapan. İşleyen.
Sebep.
Vergi tahsiline memur kimse.
Mütevelli.
Vâli.
Gr: İraba te'sir eden yüz şeyden altmışı. (Yalnız ismi mecrur yapanlar yirmi adettir).
ashab-ı dünya
Yalnızca dünyaya çalışan, dünyalık kimseler.
aşk-ı ihlas / aşk-ı ihlâs
Büyük bir samimiyet, çalışma, iş ve davranışlarda yalnızca Allah'ın rızasını gözetme gayret ve aşkı.
asus / asûs
Yalnız yürüyüp, otlayan deve.
Yanından insanlar uzaklaşmayınca kendini sağdırmayan deve.
Av arayan kimse.
besit
(Çoğulu: Besâit) Döşenmiş nesne, yer yüzü.
Yalnız tek.
Geniş yer.
betin
Yalnız midesini düşünen kimse.
bevval-i çeh-i zemzem / bevvâl-i çeh-i zemzem
Zemzem kuyusuna işeyen.
Mc: Yalnız şöhret kazanmak ve adı anılmak için uygunsuz iş yapan.
bıtn
Zengin.
Bodur.
Obur.
Şaşkın.
Yalnız kendi nefsini düşünen.
bizatihi / bizâtihi
Kendi kendine, aslında, kendiliğinden, esasında, kendisi, yalnızca zâtından, aslından.
büraka
Bütün gün yüzünü süsleyen kadın.
Yemek sırasında bir kimseye kızıp, yemeği kimseye vermeyip yalnız yiyen kadın.
ceride
Yalnız, tenhâ.
(Farsça)
cevher
Bir şeyin özü, esası.
Kıymetli taş.
Çelik üzerindeki nakış.
Edb: Noktalı harf.
Yalnız noktalı harflerin ebcedîsi hesab edilerek yazılan manzum tarih.
Harflerin noktası.
Fls: Varlığı kendinden olan, var olmak için kendi dışında başka birşeye muh
çilehane / çilehâne
Çile yeri; yalnız başına kalınan ve çile içinde ibadet edilen yer; hapishane.
çilehane-i uzlet / çilehâne-i uzlet
Yalnız başına ve çile içinde ibadet edilen yer.
Çile çekilen yer. Yalnız başına ve çile içinde ibadet yapılan yer.
cinas-ı muharref
Edb: Yalnız harflerde beraberlik, harekelerde ayrılık bulunan cinâs. (merd, mürd gibi.)
dall-i bi-l ibare / dâll-i bi-l ibare
(Dâllibilibâre) Fık: Bir ifade veya sözden muayyen bir mânanın ve hükmün anlaşılması. Meselâ: "Zekât, müslümanların fakirlerine verilir, hiçbir zengine verilmez" ibaresi zekâtın yalnız müslüman fakirlere verileceğine delâlet-i mutabıkıyye ile delâletidir. Zengin olan belli şahıslara da verilemeyeceğ
desen
Eşyanın, rengini göstermeden, yalnız şeklinin bir satıh üzerine çizilmişi.
(Fransızca)
Bir kumaşı süsleyen şekiller.
(Fransızca)
disar
(Çoğulu: Düsür) Üste giyilen kaftan, elbise.
Yatak çarşafı.
Arapçada elbise demek olduğu hâlde Osmanlıcada yalnız Farsça kaidesi ile yapılan sıfat terkiblerinde ziyadelik, çokluk, bolluk mânasında kullanılmıştır.
dua-yı ihlasiye / dua-yı ihlâsiye
Büyük bir samimiyet, iş ve ibadette yalnız Allah rızasını gözeterek yapılan dua.
ehl-i ihtisas
İhtisas sahibi olan kimseler. Bu kişiler yalnız kendi meslekleriyle uğraşırlar, çeşitli meslek ve meselelerle fikirlerini dağıtmazlar.
ehl-i medeniyet
Dünyaya yalnız dünya için ve maddî zevk ve menfaatleri için bakanlar.
ehl-i uzlet / اَهْلِ عُزْلَتْ
Yalnız yaşayanlar.
Yalnızlığa çekilenler.
elhamdü lillahi teala / elhamdü lillâhi teâlâ
Hamd ve şükür yalnızca yüce olan Allah'a mahsustur.
elmaz
Yalnız üst dudağı beyaz olup, burnu bile ak olmayan at.
esma-i mübheme
Tek başına bir mâna ifade etmeyen isimler. Arabcada: (Ellezine) gibi kelimeler esma-i mübhemeden olduğundan onu tayin ve temyiz eden yalnız sılasıdır. Demek bütün kıymet sılasına aittir.
esma-i müpheme / esmâ-i müpheme
Gr. ism-i mevsuller; mânâsı kapalı isimler; yalnız başına müstakil bir mânâ taşımayan ancak kendinden sonra gelen cümle ile (sıla cümlesi) birlikte bir mânâ içeren isimler.
eşşükrü lillahi teala / eşşükrü lillâhi teâlâ
Şükür, teşekkür ve minnet yalnızca yüce olan Allah'a aittir.
fakat / فقط
("Fa" ile "kat" dan müteşekkil) Hemen, yalnız, ancak, yeter, bes, gerçi, her ne kadar, lâkin, ammâ.
Ancak, yalnız.
(Arapça)
fakir
Aslî (temel) ihtiyâçlarından başka nisâb miktârı (dînen zengin sayılacak kadar) malı olmayan.
Tasavvufta fakir: Derviş. Her zaman her işte yalnız Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilen, bütün ihtiyaçlarını hep Allahü teâlâya arz eden.
fena fillah / fenâ fillah
Kalbin yalnız Allahü teâlâyı sevmesi, O'nun beğendiği şeylerde fâni olmak yâni O'nun sevdiklerini sevmek O'nun sevdiklerini kendi için sevgili bilmek.
ferdaniyet
Yalnızlık, teklik. Ferdlik. Yektâlık.
ferid
Benzeri pek nâdir bulunan. Benzeri bulunmayan, yektâ.
Doğrudan doğruya Kur'andan ders alıp ders veren ve kuvve-i kudsiye sahibi olan Evliyaullah. Yalnız ve münferid.
Zamanında eşine rastlanmıyan. Akran ve emsali yok.
Dizilmiş inci.
Bir tane, nefis ve müntehab
fezz
Yalnız şey. Bir kimsenin yalnız kendi başına olması.
Udûl.
Geri dönmek.
Buzağı.
Hafif.
fürade
Yalnızlık.
garib
Yalnız, kimsesiz, zavallı.
garibem
Yalnızım, gurbetteyim.
gurbet-i mutlaka
Mutlak gariplik, yabancılık, yalnızlık.
gürz
Silâhın icadından evvel kullanılan bir harp âleti. Gürz, yekpare veya yalnız baş tarafı demir ve bakırdan, sapı ise ağaç ve demirden olan bir nevi topuzdur. Gürzün Türkçesi "bozdoğan" dır. Bozdoğan bir cins yırtıcı kuştur. Gürz, bozdoğanın kafasına benzediği için bu adla anılmıştır. Gürzün baş kısmı
hacc-ı ifrad / hacc-ı ifrâd
Umreye niyet etmeksizin yalnız başına yapılan farz, vâcib veya nâfile hacdır ki, ihrama girerken yalnız hacca niyet edilmiş olur. Bunu yapana "müfrid" denir.
İhrâma girerken, yalnız hacca niyet edilerek yapılan hac. Bu haccı yapana müfrid hacı denilir.
hades-i asgar
Fık: Taharet-i suğra ile, yani yalnız abdest ile giden taharetsizlik hali. Bevletmek, kan gelmek sebebi ile hasıl olan hades gibi.
hadis-i garib / hadîs-i garîb
Yalnız bir kişinin bildirdiği sahîh hadîs. Yahut, aradaki râvîlerden (nakledenlerden) birine, bir hadîs âliminin muhâlefet ettiği hadîs.
hadis-i muallak / hadîs-i muallak
Senedinin yalnız ibtidasından bir veya birkaç ravisi hazf edilmiş olan hadistir. Meselâ: Bir zat kendi şeyhini ve şeyhinin şeyhini zikr etmeksizin onların fevkindeki râvilerden itibaren senedi zikr etse ta'likte bulunmuş olur. (Ist. Fık.K.)
hafif ikrah / hafîf ikrâh
Şiddetli olmayan zorlama. Canın veya uzvun telefine yol açmayan, yalnız acı ve eleme sebeb olacak derecedeki dövme ve hapsetme gibi şeylerle yapılan zorlama.
hakperestlik
Yalnız Allah'a kulluk etmek.
halevat
(Tekili: Halâ) Halvetler, boşluklar.
Yalnız bulunulacak yerler.
halis / hâlis
Hilesiz. Katıksız. Saf. Duru. Saffetli.
Pek beyaz.
Evvelce karışık iken kusuru zâil olan.
Her ameli, yalnız Allah rızası için işleyen. (Müennesi: Hâlise'dir)
halvet / خَلْوَتْ
Yalnızlık, tek başına kalma.
Yalnızlık, yalnız olarak kalma.
Yabancı bir kadınla yabancı bir erkeğin bir odada, kapalı bir yerde yalnız kalmaları.
Tasavvuf yolunda olgunlaşmak ve ilerlemek için belli bir müddet tenhâda kalma hali yalnız kalmak.
Yalnız kalma, tenhaya çekilme.
Tenha yer, ibadet için tenha hücre.
Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme.
Gizlilik.
Tenha yerde yalnız kalmak.
Yalnız kalma.
halvet ve inziva
Yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmama.
halvet-i mergube
Çok istenen, rağbet edilen yalnızlık hali.
halvethane / halvethâne / خَلْوَتْخَانَه
Yalnızca ibadet etmek ve çile doldurmak için kapanılan yer.
Çilehâne. Tasavvuf yolunda olgunlaşmak ve ilerlemek için belli bir müddet kendi hâlinde yalnız kalınan ve ibâdetle vakit geçirilen yer.
Yalnız kalınan yer.
Yalnız kalınan yer.
halvetnişin
Yalnız başına bir yere çekilip ibadetle meşgul olanlar.
harac-ı muvazzaf
Tar: Arazi üzerine her dönüm başına senevi maktuan muayyen bir miktar meblağ olarak alınacak bir vergidir. Buna "harac-ı vazife" adı da verilir. Bu vergi, zimmete taalluk eder ve araziden yalnız bilfi'l intifa edilmekle değil, intifaa temekkün ile de tahakkuk eder. Binaenaleyh, böyle bir araziyi sah
harısa
İnsanın başında veya yüzünde kan çıkmaksızın yalnız deri yırtılmış olarak peyda olan yara.
hasr
Bir şeyin içine alma. Yalnız bir şeye mahsus kılma.
Bir çember içine almak. Askerle etrafını kuşatmak.
Sıkıştırma. Kısaltma.
Okurken tutulup kalmak.
Vakfetmek.
Zaman ayırmak.
Yalnız biri için ayırma.
hasr-ı hayat
Hayatını sadece bir şeye vermek, bütün çalışmalarını yalnız bir şeye yöneltmek.
hasr-ı kelami / hasr-ı kelâmî
Konuşmanın yalnız belli şeyler üzerinde yoğunlaştırılması.
hasr-ı nazar
Sadece bir şeye bakıp dikkat etmek.
Yalnız bir mevzu veya meslek üzerinde çalışıp onda mütehassıs ve muvaffak olmaya çalışmak.
hasseten
Hususi olarak, özellikle. Yalnız, ayrıca.
haşv-i müfsid
Edb: İbarede yalnız kalabalık etmekle kalmayıp mânâyı da anlaşılmaz hale getiren söz.
hatm-ı hacegan / hatm-ı hâcegân
Nakşibendiyye yolunda fâidesi, feyz ve bereketi çok olan bir vazîfe. Bu yolun veya ona bağlı kolun büyüğünün koyduğu evrâdın (Belli zikr ve duâların okunmasının) toplu veya yalnız olarak yerine getirilmesi.
hikmet-i ilahiyye / hikmet-i ilâhiyye
Allah'ın hikmeti, yalnız O'nun bileceği iş.
himmet
Kast, irâde, kuvvetli istek, arzu. Allahü teâlânın velî kullarından bir zâtın, kalbinde yalnız bir işin yapılmasını bulundurup, başka bir şeyi kalbine getirmemesi ve Allahü teâlâdan o işin olmasını dileyerek, bu şekilde mânevî yardımda bulunması. Evliyânın himmeti, yaktı beni kül eyledi Sofi
hizlan
(Hezlan) Yalnız başına kalıp zelil olmak, yardımcısız kalmak.
Muhafaza ve rahmet-i İlâhiyeden mahrumiyet.
hod-endişane / hod-endişâne
Yalnız kendini düşünerek.
hodendiş
Yalnız kendini düşünen, kendisi için endişe eden.
hukukullah
Fık: İbadetler ve İlâhî cezalar, ukubetlerle alâkalı haklar.
Hukukullah umuma taalluk edip, yalnız bir şahsa âid olmayan ahkâm demektir. Bunlar hukuk-u umumiyeden ibarettir. Cenab-ı Hakk'a izafesi, tazim ve ehemmiyetine işaret içindir.
hulus / hulûs
Dünyâ menfaatlerini düşünmeden bütün iş ve ibâdetlerin yalnız Allah için olması, niyet temizliği.
hulusname
Yalnız muhabbet, alâka ve bağlılığı göstermek üzere sunulan mektub.
(Farsça)
hürriyet
Hürlük, serbestlik.
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyup, herkesin hakkını gözetmek.
Maddî ve mânevî her türlü şeyin sevgisinden gönlünü kurtararak yalnız Allahü teâlâya kul olmak.
hüve'l-ahir / hüve'l-âhir
O Âhirdir; her şeyin sonunu ezelî ilmiyle belirleyen ve sonu gelen varlıkların neslini tohum ve çekirdeklerle tanzim eden ve her şeyden sonra yalnız Kendisi bâkî kalan Allah'tır.
hüve-l ahsen
Sadece ve yalnız en güzel O'dur.
hüve-l hasen
Sadece, yalnız o güzeldir.
i'tikaf / i'tikâf
Bir şeye devam etmek.
Ist: Bir yere çekilip yalnız ibadetle meşguliyet. Hususan Ramazanın son on gününde, mescidlerde ve buna benzer yerlerde kalıp, ibadet, ilm-i iman ve Kur'an, evrad ve ezkâr gibi ibadetlerle meşgul olmak. Böyle bir kimseye "Mu'tekif" denir.
i'tiraziye
İtiraza, kabul etmediğine dair yazı.
Edb: Cümlenin esasından olmayıp yalnız bir husus hakkında söylenen ibare.
ibaret-inass / ibâret-inass
Mânâya delâleti bakımından lafzın dört kısmından biri. Nassın (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin) yalnız ibâresinden anlaşılan mânâya delâlet etmesi.
iç ezan
Cuma günleri hatib minberde iken müezzin tarafından mahfilde okunan ezan. Diğer namazlarda yalnız minarede ezan okunurken, cuma günleri öğle vaktinde hem minarede, hem de caminin içinde müezzin mahfilinde ezan okunur. İkinci ezan caminin içinde okunduğu için buna "iç ezan" denilir.
(Türkçe)
icmal-i şehri / icmal-i şehrî
Aylık gelir ve giderleri, yahut yalnız giderleri toplu ve kısaltılmış olarak gösteren cetveller.
icmal-i senevi / icmal-i senevî
Senelik gelir ve giderleri yahut yalnız giderleri toplu ve kısaltmış olarak gösteren cetveller.
ihlas / ihlâs
(Hulus. dan) Kalbini safi etmek. İçten, samimi, riyasız sevgi. İçten gelen sevgi ile doğruluk ve bağlılık.
Sırf Allah emretmiş olduğu için ibadet etmek. Yapılan ibadet ve işlerde hiçbir karşılık ve menfaati, hakiki ve esas gaye etmeyerek yalnız ve yalnız Allah rızasını esas maksat ve
Hâlis, temiz etmek, niyyeti düzeltmek, temizlemek, dünyâ menfaatini düşünmeden bütün işlerini, ibâdetlerini yalnız Allah için yapmak.
ihsa'
Yalnız bir ilim ve san'at dalıyla meşgul olup, o hususda ihtisas yapıp terakki etme. Husyelerini çıkarma, iğdiş etme, eneme, erkekliğini giderme.
ihtisas
(Husus. dan) Kendine mahsus kılmak. Bir kimsenin dünyevi veya uhrevi, Kur'âni, İslâmi, imâni bir mesleğe, fen veya san'ata hasr-ı mesâi etmesi; yalnız onunla meşgul olması.
Gr: Mütekellim veya muhatab zamiri olan mübtedanın haberinin hükmünü bir isme âit (mahsus) kılma. Bu isim zamir
ıhve-i müteferrikin / ıhve-i müteferrikîn
Ana baba bir veya yalnız ana bir yahut da yalnız baba bir erkek kardeşler. (Müennesi: "Ahavat-ı müteferrikat'tır)
ikrah-ı gayr-i mülci / ikrah-ı gayr-i mülcî
Huk: Eskiden döğme ve hapis gibi yalnız keder ve elemi icab ettiren şeylerle vuku bulan ikrah.
iman-ı merdud / îmân-ı merdûd
Münâfıkların (dilleri ile inandıklarını söyleyip kalben inanmayanların) yalnız dil ile söyledikleri îmân.
infirad
Tek başına kalma. Yalnızlık hâli.
inhisar
Hasr olunma.
Tecavüz etmeme.
Bir iş veya malın idâresinin bir kişiye, bir ele bırakılması. Bir elden idâre. Bir şeye mahsus olup, başka şeye şümulü olmama. Yalnız bir şeye veya bir şahsa hasrolunma.
inhisar etme
Yalnız birşeye ait kılma.
intisar / intisâr
Hakkını alandan, yalnız hakkını geri almak, fazlasını almamak.
inziva / inzivâ / اِنْزِوَا
Bir köşeye çekilmek. Haramlardan ve günâhlardan korunmak, nefsini terbiye etmek ve sâdece Allahü teâlâyı anmak ve âhireti düşünmek için bir yerde yalnız kalma.
Yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmama.
Yalnızlığa çekilme.
inzivagah / inzivagâh
İnziva yeri, yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmaksızın yaşanan yer.
irade
İstek, arzu. Dilemek. Emir. Ferman.
Bir şeyi yapmak veya yapmamak için olan iktidar, güç. (İrade, ihtiyardan daha geniştir, umumidir. İhtiyar, taraflardan birini diğerine tafdil ile beraber tercihtir. İrade; yalnız tercihtir. Mütekellimler bazan iradeyi ihtiyar mânasında kullanmışlar
isbatiyecilik
Bu felsefe nazariyesine göre, isbat yolu ile yakîn, şüphesiz bilginin elde edilebilmesi, tecrübelerle müşahadelerle ve vakıalara istinaden mümkün olacağı iddia edilir. İsbat şeklini ve sahasını daraltıp sadece maddiyata münhasır kılan bu anlayış yalnız maddiyata ait mes'eleler için doğrudur.
işkampaviya
İtl. Harp gemilerinden asker naklinde kullanılan en büyük filika. İşkampaviya'lar sandal büyüklüğünde, yalnız ondan daha geniş ve yüksekti. Karaya asker sevkiyatında, gemiye erzak ve levâzım alınmasında kullanıldığı gibi eskiden donanmaya su alınacağı zaman su ile doldurulur, diğer bir filika yedeği
islamiyet
İslâmlık.
İslâm oluş. Teslimiyet, inkıyad, bağlılık, hakka tarafgirlik ve iltizamdır. (İslâmiyet güneş gibidir, üflemekle sönmez; gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar. Münazarat)
ism-i hass / ism-i hâss
Gr: Yalnız bir kimse, bir hayvan veya bir şeye hâs olan isim. Hz. Muhammed (A.S.M.), Medine-i Münevvere gibi.
ismat
Susturma, sükut ettirme.
Men'etmek.
Tecvidde : Harfi söylerken lisana ağır geldiğinden, kendilerinden yalnız aslı rübâî olanlar ile, hümasi olanların terkibi men' edilmişti. İsmât sıfatının harfleri; izlâk sıfatının harfleri olan on altı harf ile harf-i meddin maadası olan on
ismi ahir / ismi âhir
Allah'ın her şeyin sonunu ezelî ilmiyle belirleyen ve her şeyden sonra yalnız Kendisi bâkî olduğunu ifade eden ismi.
istiare-i mekniye
(Kapalı istiare) Teşbihin temel unsurlarından yalnız benzetilenle yapılan istiare. Meselâ: Merhum Mehmed Akif'in:Şu karşımızda mahşer kudursa, çıldırsa,Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa,Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz.Cihan yıkılsa, emin ol bu cephe sarsılmaz...beyitlerinde düşman k
istiare-i musarraha
(Açık istiare) Teşbihin iki temel unsurundan yalnız kendisine benzetilen ile yapılan istiare.Meselâ: Büyük âlimlere; ayaklı kütüphane veya yaşlı kimselere hayatının son baharında denilmesi gibi.
istibdad
Başlı başına olmak. Keyfî idare sistemi.
Zulüm ve tahakküm. İdaresi altındakilerin istemediği şeyleri yalnız kendi keyfine göre zorla ve zulümle yaptırmaya çalışmak. Kanun ve nizamlara bağlı olmayarak, çok defa da kanun namına kanunsuzluk yaparak, keyfi hükmünü icra ettirmek. Kimseyi
istifrad
Ayırma, tek tek yapma.
Yalnız tek başına.
kabli / kablî
İlke ve önceliğe âit. Hiçbir tecrübeye dayanmadan. Yalnız akıl ile.
kadı
Tanzimat'a kadar her türlü davaya, Tanzimat ile Medeni Kanun arasındaki dönemde ise yalnız evlenme, boşanma, nafaka, miras davalarına bakan mahkemelerin başkanları.
kadid / kadîd
Kurutulmuş et.
Pek zayıf, kuru ve çelimsiz insan.
Etleri dökülmüş olup yalnız kemikten ibaret olan gövde. İskelet.
kasus
Yalnız otlayan deve.
kaziye-i mahsusa
Man: Mevzuu yalnız bir fertten ibaret olup da hüküm onun üzerine olan kaziyyedir. Buna Kaziye-i şahsiyye dahi denir. "İstanbul en büyük şehirlerin birincisidir" gibi.
kazz
Okun yeleğini kesmek.
Yalnız, tek, ferd.
kenud
Çok küfran-ı nimet eden kimse. Çok levm ve küfreden cahud.
Birşey yetiştirilemiyen verimsiz arazi.
Kocasının hukukuna ve iyiliklerine küfran eden nankör kadın.
Yemeğini misafirden sakınarak yalnızca yiyen cimri.
Kölesini, uşağını çok döven kimse.
kerrubiyyun
(Mukarrebûn) Sadece ibadetle meşgul olan melekler. Allah'a en yakın olan melekler. Büyük melekler. Kerubiyyun yalnız hamele-i arştır diyenler olduğu gibi, Kerrubiyyun diyenler de olmuştur. Aslı Kerubiyun'dur.
kifaf-ı nefs
(Aslı: kefaf-ı nefs) Yalnız kendisi için yetecek kadar.
Ölmeyecek kadar olan rızık, gıda.
kıskanç
Allahü teâlânın başkasına ihsân ettiği nîmetin ondan alınmasını, onun elinden çıkmasını ve yalnız kendinde olmasını isteyen kimse.
konsolit
(Konsolide) Ana sermayenin ödeme tarihi belli olmayan ve yalnız faizi ödenen devlet tahvili.
(Fransızca)
kulüp / قُلُوبْ
Yalnız üye olanların girebildikleri belli gayelerle toplanılan yer.
kürsüf
Evlenmemiş (bâkire) kızların yalnız hayz zamânında, evli veya dul kadınların ise her zaman, edep yerine koydukları ve koku sürdükleri bez veya saf nebâtî pamuk.
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
lieclillah
Yalnız Allah için.
lika
Kavuşmak. Rast gelip buluşmak. Görüşmek. Yalnız görüşmek.
Yüz, sima, çehre.
ma-i mutlak / mâ-i mutlak
Yaratıldıkları hâl üzere olan yâni ismi yanında başka kelime söylenmeyen, yalnız su denilen sular.
mahsus
Ayrılmış, tâyin edilmiş.
Herkese âit olmayıp bazılara âit olmuş olan. Yalnız birine âid olan. Hususileşmiş. Müstakil.
Bile bile, istiyerek.
Yalandan, şakadan, lâtife olarak.
mahz-ı emir
Sadece ve yalnız emir.
mahza
Ancak. Yalnız. Tek.
Sâde. Hâlis. Katıksız. Tam.
mahzan
Ancak. Yalnız. Sadece. Tek.
mahzen
Yalnız, ancak, tek.
mazanne-i hayr
Kendisinden yalnız iyilik umulan kimse.
mazi-i nakli / mazi-i naklî
Yalnız işitilen bir şeyi anlatan fiil sigası. "Nuri gelmiş" gibi.
meclis-i halvet / مَجْلِسِ خَلْوَتْ
Yalnızlık meclisi.
melekut alemi / melekût âlemi
Gözle görülmeyen âlem, ruh ve mânâ âlemi. Buna yalnız Melekût da denir.
merdum-girizane / merdum-girîzâne
İnsanlardan sıkılarak, kalabalıktan hoşlanmayıp yalnızlık isteyerek.
merdümgiriz
İnsanlardan sıkılan, yalnızlığı seven.
İnsanlardan sıkılan, kalabalıktan hoşlanmayıp yalnızlık isteyen.
merdümgirizane
Kalabalıktan sıkılıp yalnızlık isteyerek.
merdümgirizlik
İnsanlardan sıkılganlık, kalabalıktan hoşlanmayıp yalnızlık isteme hâli.
meşşaiyyun
Meşşâiler. Derslerini gezerek veren, peygamberlere uymayarak yalnız akıl ve fikir ile hakikatı bulmaya çalışan ehl-i dalâlet. Dinsizlik yolunu açanlar, sadece akla itimad eden ve vahye tâbi olmayan imânsızlar.
mi'yar / mi'yâr
Ölçü âleti.
Kendisinde yalnız bir vâcibin (farzın) edâ edildiği, başka bir vâcibin edâ edilemediği vakit.
mu'cizat
Mu'cizeler. Allah tarafından verilip, yalnız peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika işler.
muahede-i ticari / muahede-i ticarî
Yalnız ticâret işleriyle alâkalı olmak üzere devletler arasında yapılan andlaşma.
mücerred
(Çoğulu: Mücerredât) Yalnız, tek.
Hâlis, saf, katışıksız, karışık olmayan. Tek başına.
Çıplak, soyulmuş.
Tek başına yaşayan, evlenmemiş, bekâr.
Edb: Kur'ân yazısında noktasız harflerle yazılı mensur veya manzume. Bu şekil yazıya mahzuf veya mühmel de denir.
mücevher
Cevher ile süslenmiş. Elmaslı. Çok kıymetli.
Mc: Kıymetli fikir veya söz.
Edb: Yalnız noktalı olan harfleri, ebced hesabına göre sayıldığı zaman, tarih çıkan beyt veya mısra.
müdelles hadis / müdelles hadîs
Resûlullah efendimizin hadîs-i şerîflerini toplama işinde, baştan yalnız birinci râvisi (rivâyet edeni, nakledeni) bildirilmeyen hadîs.
müfred
(Müfret) Tek, yalnız. Müteaddid olmayıp yalnız birden ibaret olan.
Basit, mürekkeb olmayan.
Gr: Yalnız bir şey veya şahsa işaret eden veya bire mahsus olan kelime. Cemi veya tesniye olmayan.
Edb: Başı ve sonu olmayan tek ve kafiyesiz beyit.
Tek, yalnız, basit, tekil.
Tek, yalnız.
müfrid
(Ferd. den) Tek başına, yalnız bırakan.
müfrid hacı
İhrâma girerken ömreye niyet etmeyip yalnız hac yapmağa niyet eden kimse.
mukarreb
Yakınlaştırılmış.
Cennette dereceleri en yüksek olan.
Tasavvufta, nefslerinin sevgisinden kurtulmuş, kalbinde Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin sevgisi kalmayan, yalnız Allahü teâlâyı isteyen.
münferid
(Münferit) Tek başına, tek, yalnız, kendi başına.
Hapishânede tek kişilik hücre.
Yalnız olan, tek, ayrı, kendi başına.
Tek, yalnız.
münferiden
Tek tek, yalnız olarak, ayrı ayrı, birer birer.
münferit
Tek, yalnız, tek başına.
münhasır
(Hasr. dan) Belli bir sınır içinde olup harice tecavüz etmeyen, inhisar eden, her yanı çevrili.
Yalnız bir kimseye veya bir şeye mahsus olan.
Yalnız birinin olan, özel olarak ayrılan.
münhasıran
Hususi olarak, sadece, yalnız olarak, özellikle.
Yalnız birine özgü olmak üzere, özel olarak.
müntebiz
Safın arkasında yalnız duran kişi.
münzevi / münzevî / مُنْزَو۪ي
Yalnız başına çekilip kimse ile görüşmeyen, çekilip tek başına bir tarafta duran.
Yalnızlık içinde ibadet eden.
Yalnız yaşayan.
Yalnızlığa çekilen.
münzeviyane
Yalnız yaşayarak.
müstakillen
(Kıllet. den) Yalnız, ancak.
Başlı başına olarak, kendi başına, bağımsız olarak.
müteferrid
(Çoğulu: Müteferridîn) (Ferd. den) Tek ve yalnız olan. Eşi benzeri olmıyan.
Kendi başına idare olan.
müteferridane / müteferridâne
Tek ve yalnız olarak. Teferrüd ederek.
(Farsça)
müteferridin / müteferridîn
(Tekili: Müteferrid) Tek ve yalnız olanlar. Eşi, benzeri ve emsâli bulunmıyanlar.
Kendi başına idare olanlar.
mütekellim-i vahde
Konuşan kimsenin yalnız kendine ait fiili gösteren kelimelerin sigasıdır. Baktım, görüyorum, gezmişim, oturacağım gibi.
mütevekkilane / mütevekkilâne
Tevekkül ederek, yalnızca Allah'a dayanıp güvenerek.
mutlak
Salıverilmiş. Itlak olunmuş. Serbest.
Kat'i. Şüphesiz.
Aslâ bir şarta bağlı olmayan. Yalnız, tek.
muvahhiş / مُوَحِّشْ
Korkutan, ruha yalnızlık hissi veren.
nakıs
Noksan, eksik. Tamam olmayan. Gr: Yalnız son harfi harf-i illet olan kelime gibi.
Mat: Eksi. Negatif.
nakli delil / naklî delil
Şer'î hükümler için naklî delil esastır. Yalnız akıl ile din namına hüküm getirilmez ve böyle bir hükmün dinle alâkası olmaz. Dinî meselelerde aklın ve ilmin vazifesi; dinî hükümlerdeki hikmetleri ve hakkaniyet delillerini görüp izhar etmektir. Kur'anın bazı âyetlerinde yapılan akla havaleler ve Kur
nazari / nazarî
Nazara ve düşünceye ait. Yalnız görüş ve düşünce hâlinde bulunan ve tatbik edilmemiş hâlde olan bilgi.
nazariye
Yalnız görüş ve düşünce halinde olup uygulanmamış bilgi.
nefsi nefsi / nefsî nefsî
"Benim nefsim", "nefsim nefsim" mânâsına yalnız kendini düşünmeyi ve kendisiyle olan alâkayı ifâde eden bir tâbir.
nigahdaşt / nigâhdâşt
Kalbde yalnız Allahü teâlâyı anıp, O'ndan başka her şeyi unutma hâlinin devâmını muhâfaza.
niyet-i halisane / niyet-i hâlisâne
Samimi niyet; her türlü iş ve hareketlerinde yalnızca Allah rızasını gözetme niyeti.
nüzul / nüzûl
İnmek. Tasavvuf yolunda ilerleyerek, sebebler âlemini görmeyip yalnız sebeblerin sâhibini yâni Allahü teâlâyı bilme hâline ulaşan bir velînin insanları irşâd ve terbiye için, tekrar sebebler âlemine inmesi.
özr sahibi / özr sâhibi
Bir namaz vakti içinde yâni namaz vaktinin başından sonuna kadar, abdest alıp yalnız farzı kılacak kadar bir zaman, abdestli kalamayan yâni idrâr ve başka akıntılar gibi abdesti bozan şeylerden biri kendisinde devamlı mevcûd olup durduramayan kimse. İstihâzalı olan.
paşa
Sivillerle askerlerin ileri gelenlerinin bir kısmına verilen resmi ünvandı. Osmanlıların ilk devirlerinde bu ünvan, hânedân mensublarıyla yalnız bir kısım idare adamlarına verilirken sonradan askeriden "mir-i liva" ve daha yüksek rütbede olanlarla; mülkiyeden vezir, beylerbeyi, mir-i miran ve mir-ül
pozitivizm
Fls: Hakikatın yalnız tecrübe ve müşahede ile vakıalara istinaden tam olarak bilineceği iddiasında olan felsefe sistemi.
(Fransızca)
rahib / râhib
Hiç evlenmeyen, bekâr ve yalnız yaşayan, yalnız ibâdetle meşgûl olan ve kilisede vazîfeli olan hıristiyan din adamı.
rahibe / râhibe
Kadın râhib. Hiç evlenmeyen, yalnız ve bekâr olarak yaşayan, kilisede ibâdetle meşgûl olan görevli kadın.
rahim / rahîm
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Âhirette yalnız müslümanlara acıyan.
Günahkâr müslümanlara âhirette çok acıyıcı mânâsına Resûlullah efendimizin sıfatlarından.
rahla' / rahlâ'
Arkası beyaz, diğer yerleri siyah olan dişi koyun.
Yalnız arkası kara olan deve.
rasyonalizm
Fls: Akliyecilik. Her şeyin yalnız akıl ile bilinebileceğini iddia eden bir felsefi görüş.
(Fransızca)
ruhaniyyet
Yalnız ruhtan ibaret olan şeyin hali. Ölmüş bir kimsenin devam etmekte olan ruhi kuvveti.
Ruhanilik.
sade
Basit, karışık olmayan, katıksız.
(Farsça)
Saf, gösterişsiz, lüzumsuz bulunmayan.
(Farsça)
Tek katlı.
(Farsça)
Ancak, yalnız.
(Farsça)
Süssüz.
(Farsça)
Derin düşünemiyen, saf adam.
(Farsça)
şahsen
Şahıs olarak, ferd olarak. Şahısça, kendi.
Yalnız uzaktan görerek.
sanbur
Yalnız olan hurma ağacı.
Oğlu, kızı, kavmi ve kabilesi olmayan kişi.
şatir
Irak, uzak, baid.
Garip, yalnız, kimsesiz.
servakt
Kimse bulunmayan boş oda veya daire.
(Farsça)
Yalnız görüşülecek yer.
(Farsça)
şibh-i münharif
Geo: Yamuk. Yalnız iki kenarı paralel olan dörtgen.
sıfat-ı zatiyye / sıfat-ı zâtiyye
Allahü teâlânın zâtında (kendisinde) bulunup diğer varlıklarda bulunmayan, yalnız Allahü teâlâya mahsûs sıfatları. Bu sıfatların sonradan yaratılan varlıklarla hiçbir sûrette bağlantıları yoktur. Bu sıfatlara sıfat-ı Vücûdiyye ve sıfat-ı Ulûhiyyet de denir.
şıkk
(Şikk) İslâmiyetin zuhurundan biraz önce yaşamış iki kâhinin adıdır. Bunlardan eskisi Arablarda ilk kâhindir. Acaib bir mahluk olup, alnının ortasında yalnız bir gözü (veya alnını ikiye ayıran bir alev) vardı. El Yaşkarî adındaki ikinci Şıkk, Satih ile birlikte devrinin en meşhur kâhiniydi. Satih'te
sırat köprüsü / sırât köprüsü
Cennet'e geçilmek üzere, Cehennem üzerine kurulmuş, mâhiyeti kesin bilinmeyen köprü. Buna, yalnız sırât da denir.
sırf / صرف
Sadece, yalnızca.
Sâfi ve hâlis şey. Karışık olmayan.
Yalnız.
Sadece, yalnız.
(Arapça)
sokrat
Eski bir Yunan Feylesofu. (M.Ö. 470-400) Vahdaniyete ve ruhun bakiliğine inanmış ve bu fikrini yaymağa çalışmış. "Dünyada yalnız bir şey öğrenebildim, o da hiç bir şey bilmediğimdir." sözü meşhurdur. Devrinin inanışına zıd fikirlerinden dolayı mahkemece kendisine idam kararı verilmiş, baldıran otunu
sükul
Evlâdı ölüp yalnız kalan kadın.
sükun / sükûn
Durgunluk. Sâkin olmak. Hareketsizlik.
Dinmek, kesilmek.
Gr: Bir harfin (a,e,i,o) okunmayıp yalnız ses vermesi, harfin harekesiz olarak kendi sesi ile okunması.
sus
Yemeği yalnız başına yiyen kötü insan.
sütre
Namaz kılarken imâmın veya yalnız kılanın sol kaşı hizâsında, önüne diktiği yarım metreden uzun çubuk. Çubuğu dikmeyip, secde yerinden kıbleye doğru uzatmak veya çizgi çizmekle de olur.
şüzuz
(Şâzz. dan) Kaide ve kanun dışı kalmak. Yalnız kalmak.
Karşı olmak, muhalif olmak.
tahalli
(Halâ. dan) Boşalmak. Boş kalmak. Tenhaya çekilmek. Yalnız kalmak.
taklid / taklîd
İnanılacak şeylerde düşünmeden, anlamadan, yalnız başkasından işiterek, görerek inanma, îmân etme.
Amelde yâni yapılacak işlerde delîlini araştırmadan bir müctehidin ictihâdlarına (mezhebine) uyma, bağlanma.
Kendi mezhebine göre yapmasında harâc (meşakkat) veya zarûret buluna
taklidi iman / taklîdî îmân
İnanılacak şeylerde düşünmeden anlamadan, yalnız başkasından işiterek inanma, îmân etme.
te'ati / te'âtî
Yalnız bir taraftan veya her iki taraftan teslim etmekle yapılan alış-veriş.
tecrid / tecrîd
Yalnız bırakma, soyutlama.
Açıkta bırakmak.
Yalnız başına bırakmak. Tek başına hapsetmek.
Dünya alâkalarını kalpten çıkarıp Allah'a (C.C.) yönelmek.
Edb: Bir şairin kendini mücerred bir şahıs, yâni ayrı bir adam farzederek ona hitabetmesi.
Soyma, soyulma.
Soyutlama, yalnız bırakma.
tecrid-i mutlak
Tam bir yalnızlık, her şeyden soyutlanma.
tecridat / tecrîdât
Yalnız başına bırakmalar.
tecridhane
Eskiden dervişlerin dünya işlerinden ellerini çekip yalnız başlarına yaşadıkları oda, yalnızlık odası.
tecrit
Yalnız başına bırakma, soyutlama.
tecrithane
Yalnız bırakılan yer, hücre evi.
teferrüd / تفرد
(Ferd. den) Tek ve yalnız kalma. Herkesten ayrılma.
Eşsiz, emsâlsiz ve benzersiz olma.
Kendi başına olma.
Yalnızlık.
(Arapça)
Benzersizlik.
(Arapça)
tenha / tenhâ / تنها
Boş yer. Kimsesiz yer.
(Farsça)
Yalnız, tek.
(Farsça)
Tek başına, yalnız.
(Farsça)
Boş yer, yssız yer.
(Farsça)
tenhanişin
Tek başına oturan. Yalnız oturan.
(Farsça)
tenharev
Yalnız giden.
(Farsça)
tenhayi / tenhayî
Yalnızlık, ıssızlık, tenhalık.
(Farsça)
terk-i dünya / terk-i dünyâ
Dünyâyı terk etmek.
Mübah (dinde izin verilen) şeylerin hepsini terk edip, yalnız, yaşamak için ve dînini korumak için zarûrî, lâzım olan mübahları kullanmak, yâni mübahların zarûret miktârından fazlasını terk etmek. Böyle terk-i dünyâ çok kıymetli ve faydalı ise de çok güçtür.
Haram
tevahhuş / تَوَحُّشْ
Korku ve yalnızlık duyma.
tevhid-i uluhiyet ve mabudiyet / tevhid-i ulûhiyet ve mâbudiyet
İlâhlığın ve kendisine ibadet edilecek olan varlığın birlenmesi ve yalnız bir olan Allah'ın kabul edilmesi.
tılsım-ı kainat / tılsım-ı kâinat
Kâinatın tılsımı, kâinattaki anlaşılması zor olup herkesin yalnız kendi akliyle bilemeyeceği gizli ve ince hakikatlar.
ulum-u nazariye
Yalnız görüş halinde kalmış, tatbikata konulmamış ilimler, teoriler.
ümmi
Anasından doğduğu gibi kalmış ve tahsil görmemiş, mekteb ve medresede okumamış kimse. Yazı yazmak bilmeyen. (Ümmi ile câhil arasında fark vardır. Ümmi yalnız okuyup yazmak bilmiyendir. Câhil ise, okuyup yazmak bilse de, bir şey bilmiyen kimsedir, her ümmi câhil değildir.)
Anaya mensu
uzlet / عُزْلَتْ
Yalnızlık. İnsanlardan ayrılarak bir tarafa çekilip yalnız kalmak.
Yalnız başına yaşama, insanlardan ayrılarak bir köşeye çekilme.
Yalnızlığa çekilmek.
Yalnızlık.
Yalnızlık, bir tarafa çekilip kendi kendine tenha kalma.
Yalnızlığa çekilme.
uzlet-i makbule
Makbul olan yalnızlık.
uzletgah / uzletgâh
Oturulan tenhâ yer. Yalnızlık köşesi.
(Farsça)
uzletgüzin
Tenhada yaşayan, yalnızlık köşesine çekilen.
(Farsça)
uzlethane / uzlethâne
Yalnız kalınan yer.
uzletnişin
Tenha bir köşeye çekilip yalnız yaşayan.
(Farsça)
vahdet
Birlik. Yalnızlık. Teklik. (Kesretin zıddıdır.)
Edb: İfade esnasında mevzuun haricine çıkılmaması, maksad ne ise yalnız ondan bahsedilmesi, sözün dallandırılıp budaklandırılmaması.
Tas: Allah'a yakınlık. Gönlünü, kalbini tamamen Allah ile meşgul etme hali.
Birlik, bir ve tek olma.
Yalnızlık, kendi kendine kalış.
vahdet-gah / vahdet-gâh
Yalnız kalınacak yer.
(Farsça)
vahdet-güzin
Yalnızlığa çekilen.
(Farsça)
vahdet-i vücud / vahdet-i vücûd
Sâlikin (tasavvuf yolunda bulunan kimsenin) muhabbetle zikir yapması esnâsında, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutup, yalnız O'nu bilmesi hâli.
vahdet-ül vücud
(Vahdet-üş şuhud) Her yerde ve herşeyde kalbini yalnız Allah ile meşgul etme hali ve yaşayışıdır.
vahid / vahîd / vâhid
Yalnız, tek.
Hz. Peygamber'in de (A.S.M.) bir ismidir. Benzeri bulunmayan, hiçbir mahlukla müsavi olmayan ve tek olan (meâlindedir).
Yalnız, tek.
vahşet / وَحْشَتْ
Ürküntü, yalnızlık.
vahşet-i mutlaka
Tam bir yalnızlık ve ürküntü hali.
vahşetzar
Ürküntü ve yalnızlık veren yer.
vatan-ı asli / vatan-ı aslî
Bir insanın doğup büyüdüğü veya içinde barınmak kasdedip, başka yere gitmek istemediği yerdir. Yalnız en az 15 gün kalmak istediği yer de kendisi için vatan-ı ikamettir.
Cennet.
vetr
Tek, yalnız. Bir.
Arefe günü.
vilayet-i amme / vilâyet-i âmme
İslâmiyet'in yalnız sûretine uyanların kavuştuğu evliyâlık makâmı.
yeke
Yalnız, bir, tek.
(Farsça)
yekser
Baştan başa.
(Farsça)
Ansızın.
(Farsça)
Yalnız başına.
(Farsça)
yeksüvare
(Çoğulu: Yeksüvârân) Yalnız başına ata binen.
Mc: Arkadaşı olmayan kimse.
yekta
Tek, yalnız, eşsiz.
Bir kat.
yektene
Tenha, yalnız başına.
(Farsça)
yetim
Babası ölmüş olan çocuk.
Tek, eşsiz, yalnız. (Çocuk baliğ olduktan sonra yetimlik ondan kalkar. Anası ölene ise daha çok öksüz denir.)
Babası ölmüş olan çocuk; tek, yalnız.
yütm
(Bu kelime esasen infirad mânasına gelir) Bir çocuğun pederi vefat etmekle pedersiz kalması ki: Bu, yalnız insanlara mahsustur. Hayvanatta ise vâlidesiz kalmaya denir. Yetim de denir.
zabıta / zâbıta
Yurt içinde emniyet ve intizamı korumakla vazifeli devlet kuvveti, polis.
Fık: Bütün hususlara şâmil olmayıp yalnız bir hususa ve onun teferruatına şamil olan hususi kaideye denir. Kanun ve âdet, zabt ve idareye vesile olan bağ.
zahir-i hadis / zâhir-i hadîs
Hadîsin yalnızca görünen, açık mânâsı.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
istiare-i mekniye
taktirat
mavera
tercüman
tanzifat
Ru-yı zemin
Akbeh
HAŞİM
mahiyet-i zatiye
şahsuvar
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
yalnız
açık deniz
Masumiyet
HİTAP
Susmak
yakışıklı
Mesale
bedi
hace
tartışma