REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te yağmur ifadesini içeren 212 kelime bulundu...

a'ma

  • Kör. Gözü görmeyen.
  • Manevi körlük, cahillik, bilgisizlik.
  • Yağmur bulutları.

ab

  • Su. (Farsça)
  • Mc : Yağmur. (Farsça)
  • Letâfet, güzellik. (Farsça)
  • İtibar. (Farsça)
  • Irz, nâmus. (Farsça)
  • Vakar. (Farsça)
  • Cilâ. (Farsça)
  • Keskinlik. (Farsça)

ab-ı abisteni / ab-ı âbistenî

  • Nebatların beslenip büyümesi için zaruri olan su ve yağmur.
  • Gebeliğe sebep olan su, meni.

agzel

  • (Çoğulu: Uzelân-Uzul) Eğri kuyruklu at.
  • Silahsız kimse.
  • Yağmursuz bulut.

ahdet

  • (Çoğulu: Ahâd) Yağmur yağdıktan sonra yağan yağmur.

akim / akîm

  • Neticesiz, sonu yok. Beyhude.
  • Yağmur getirmeyen rüzgar.
  • Çocuğu olmayan, kısır. Doğurmayan (kadın), doğurtmayan (erkek).

ale / âle

  • Güneş, yağmur gibi etkenlerden korunmak için yapılmış barınak.
  • Fakirlik.

avniye

  • Serasker Hüseyin Avni Paşa tarafından ilk olarak, daha sonra da Sultan Mecid ve Sultan Aziz zamanında giyilen kolsuz asker kaputu.
  • Bir nevi yağmurluk.

azz

  • Galib olmak.
  • Çok yağmur yağmak.

ba'l

  • (Çoğulu: Buûl) Cahiliyet devrine mahsus bir put. Güneş Tanrısı.
  • Karıkocadan herbiri.
  • Yılda bir kez yağmur yağan yüksek yer.
  • Hayret.
  • Zaaf, zayıflık.

bagare

  • Şiddetle yağan yağmur.

bagşe

  • (Çoğulu: Buguş) Çisenti yağmurdan biraz fazlaca olan yağmur.

bagy

  • Azgınlık. Zulüm, İsyan.
  • İstemek, talep etmek.
  • Haddini tecâvüz etmek.
  • Yaranın şişmesi.
  • (Yağmur) şiddetle yağmak.

bahs

  • Noksanlık. Azlık. Nâkıs. Az.
  • Akarsu ile sulanmayıp yağmur suyu ile mahsül alınabilen tarla.
  • Zulüm. İşkence.
  • Uzaklık.
  • Gümrük almak.
  • Göz çıkarmak.

baran / bârân / باران

  • Yağmur. Rahmet. (Farsça)
  • Yağmur.
  • Yağmur. (Farsça)

baran ü tegerg / bârân ü tegerg

  • Yağmur ve dolu.

baran-ı feyz ve rahmet / bârân-ı feyz ve rahmet

  • İlâhî rahmet, feyz ve bereket yağmuru.

baran-ı feyz-i rahmet / bârân-ı feyz-i rahmet

  • İlâhî rahmet, feyz ve bereket yağmuru.

baran-ı marifet / bârân-ı mârifet

  • Allah'ı tanıma, bilme yağmuru.

baran-riz / bârân-riz

  • Yağmur saçan, yağmur döken. (Farsça)

barani / bârânî

  • Çivit mavisi renginde, Osmanlılar zamanında Selânik'te dokunan bir cins çuha. Yeniçeri ve Acemi oğlanlarına aralık ve ocak (erbain) aylarında verilen yağmurluk bârâniden yapılırdı. Yağmurluk, yağmurdan muhafaza eden şey. (Farsça)
  • Yağmurla ilgili. (Farsça)

bariş / bâriş

  • Yağmur. (Farsça)
  • Sağnak. (Farsça)

belil

  • Islanmış olan şey.
  • Serin ve yağmurlu rüzgâr.

bevk

  • Fenalık, düşmanlık, keder ve belâ meydana getirme.
  • Musibet, felâket.
  • İzinsiz ve habersiz olarak bir yere aniden çıkagelme.
  • Çalıp çırpma.
  • Yalan söz.
  • Boşboğaz (adam).
  • Şiddetli yağmur.

buak

  • Şiddetli sel.
  • Şiddetli ses, sadâ. Haykırış.
  • Birden bire, ansızın gelen yağmur.

büak

  • Yağmuru şiddetle yağan bulut.

ceda

  • Bol yağmur, rahmet.
  • Hediye, ihsan. İn'âm.
  • Avantaj, kazanç.

cedva

  • Bol yağmur, rahmet.
  • Armağan hediye.

cefl

  • Yağmuru yağmış bulut.

ceham

  • Yağmur vermeyen bulut.

cemad

  • Cansız ve kurumuş olmak.
  • Yağmur yağmayan yer.
  • Sütü olmayan deve.
  • Donmuş, katı cisim.

ceya'

  • Yağmur.

decen

  • Çok yağmur.

decn

  • Bol yağmur, rahmet.
  • Havanın bulutlu olması.
  • Bir yerde mukim olma. Bir yerde oturma.

dehn

  • Değnekle vurmak.
  • Yağmurun, yeri ıslatması.
  • Bir şeyi yağlamak.
  • Bir kimseye münâfıkane muâmele etmek.

dess

  • Yavaş yağan yağmur.
  • Acıtıcı derecede dövmek.
  • Def'etmek.

dime

  • (Çoğulu: Diyem) Gündüz veya gecenin üçte biri miktarı ile tam gün kadar sürebilen, gürleme ve yıldırımı, olmayan yağmur.

dırs

  • Azı dişi.
  • Katı, muhkem yer.
  • Az yağmur.
  • Kötü huy.

dücünne

  • (Çoğulu: Dücünnât) Bulut kat kat olma.
  • Karanlık, zulmet.
  • Yağmur yağma.

ebib

  • İri taneli yağmur.

ebr-i baran / ebr-i bârân

  • Yağmur bulutu.

emtar

  • (Tekili: Matar) Yağmurlar.
  • Yağmurlar.

esham

  • Küçük katreli yağmur.
  • Kara nesne, esved.

fill

  • Yağmur yağmayıp ot bitmeyen yer, otsuz yer.

fukka'

  • Ekseriya şerbet içilen kap.
  • Yağmur suyunun üstünde olan kabarcık ve köpük.

gabye

  • Büyük taneli olan şiddetli yağan yağmur.

gafak

  • Yağmurun yavaş yavaş yağması.GAFER (Gufâr)Ğ : Kadının baldırında, alnında veya başka yerinde olan kıl.

gays

  • İmdad. Yardım.
  • Yağmur.
  • Yağmurla meydana çıkan çayır.

gays-ı nafi' / gays-ı nâfi'

  • Faydalı yağmur.

gonce-i ab / gonce-i âb

  • Yağmur yağarken suyun yüzünde meydana gelen kabarcık.

guyus

  • (Tekili: Gays) Yağmurlar.

hacace

  • (Çoğulu: Hıcc) Su üstünde olan yağmur kabarcığı.

hadid / hadîd

  • Dağ eteği.
  • İçinde yağmur suyu biriken alçak çukur.
  • Arz, yer, dünya.

hadise-i cevviye / hâdise-i cevviye

  • Hava olayı; yağmur, kar gibi.

hadise-i rahmet / hâdise-i rahmet

  • İlâhî şefkat, merhametin göründüğü yağmur olayı.

harisa / harîsa

  • Yağmuruyla yer yüzünü süpürüp gideren bulut.
  • Kan çıkmayan azıcık baş yarığı.

hasif / hasîf

  • (Çoğulu: Husef) Suyu hiç kesilmeyen su kuyusu.
  • Yağmuru çok olan bulut.

hatil

  • Yorgun.
  • Devamlı yağan yağmur.

hatita

  • (Çoğulu: Hatâyit) İki tarafındaki yerlere yağdığı hâlde kendisine yağmur yağmayan yer.

haya

  • Yağmur.
  • Ucuzluk.

hekk

  • şiddetli yağmur.
  • Kılıçla vurmak.

helel

  • Örümcek ağı.
  • Korku.
  • Yağmur evveli.

hellab

  • Yağmurlu soğuk rüzgâr.

hemime / hemîme

  • Yumuşak rüzgâr.
  • Ufak taneli yağmur.

henk

  • Katı yağmur.

herşefe

  • Bez veya aba parçası. (Su az olduğu zamanda yerden onunla yağmur suyunu alıp bir kabın içine sıkarlar.)
  • Çok yaşamış, ihtiyar, kuru kadın.
  • Çok eski olan kova.

hetalan

  • Akmak.
  • Göz yaşı ve yağmur pespeşe gelmek.

hetl

  • Ulaştırmak.
  • (Yağmur) çok yağmak.

hetlan

  • Sürekli yağan hafif yağmur.

hetn

  • Yağmur yağmak.

hezb

  • (Çoğulu: Hizâb-Ehazıb) Yağmur damlası birbiri ardınca damlamak.

hezbe

  • (Çoğulu: Hüzub-Hizâb Hizabât) İri katreli yağmur.
  • Otu az olan yüksek tepe.

hezecat

  • (Tekili: Hezec) Yağmur çisiltisi. Yağmur sesi.

hezim / hezîm

  • Sağanaklı yağmur.
  • Gök gürültüsü.
  • Koşarken kişneyen at.

hıba

  • Yağmurdan korunmak için kurulan çadır. Tente.

hiff

  • Yağmurunu döküp hafiflemiş bulut.
  • Biçilmediğinden tanesi dağılmış ekin.
  • Bir nevi balık.

hilal

  • Sâfi ve halis.
  • Sıdk ile dostluk etmek.
  • Ara. Aralık.
  • Zaman ve vakit.
  • İki şey arasına sokulmuş olan.
  • Buluttan yağmurun çıktığı yer.
  • Gr: Bir kelimenin aslını ve ondan türeyenleri gösteren tertip.
  • Kulak ve diş karıştırmak gibi şeylerde kull

hitl

  • Yorgun deve.
  • Yağmurun aralıksız olarak yağması.
  • Sürekli olarak gözyaşı akmak.

hulleb

  • Yağmursuz bulut.

hütul

  • Sürekli yağmur yağma.

hütun

  • Sürekli yağmur yağma.

idcan

  • (İdcican) Gökyüzü yağmur bulutlarıyla örtülme.
  • Hava çok sisli ve dumanlı olma.

iflal

  • Gidermek.
  • Yağmur gelmeyen yere yetişmek.

ifsam

  • Hastanın ateşinin düşmesi.
  • Kesilip bitme, tükenme.
  • Yağmurdan sonra hava açılma.

imtar-ı matar

  • Yağmur yağdırma.

incam

  • Meydana çıkarma.
  • (Yağmur) dinme.

insicam

  • Suyun dökülüp devamlı akışı. Düzgünlük. Sağlam ve ıttırad ile ârızasız tertib üzere olmak.
  • Devamlı yağmur yağmak.
  • Edb: Düzgün, tertibli, pürüzsüz söz. Kitabın ifadesi güzelce ve düzgün tertib üzere olmak.

ırem

  • Irmak kenarı. "
  • Su bendi.
  • Dere, vâdi.
  • Sert yağan ve taneleri iri olan yağmur.
  • Gözsüz köstebek.
  • Kemikten etin suyunu almak.

irtac

  • Bir kimsenin sözünü kesme, konuşturmama.
  • Devamlı yağmur ve kar yağma.
  • Kapıyı örtme, kapama.
  • Kıtlık her tarafa yayılma.

istigase / istigâse

  • Yağmur isteme, yağmur duası etme.
  • Yardım ve imdad isteme.

istimtar

  • Yağmur dileme.

istiska / istiskâ / استسقا

  • Su isteme.
  • Yağmur duasına çıkma.
  • Vücudun bir yerinde su toplanması.
  • Kıtlık, kuraklık vaktinde, sahrâya çıkıp, yağmur yağdırması için Allahü teâlâya yalvarmak, duâ etmek. Yağmur duâsı.
  • Yağmur duasına çıkma. (Arapça)
  • Vücutta su toplanması. (Arapça)

istiska namazı / istiskâ namazı

  • Kıtlık, kuraklık vaktinde, yağmur yağması için sahrâda kılınan namaz.

istiska'

  • (Saky. den) Su isteme. Susama.
  • Yağmur duasına çıkma.
  • Vücudun bazı yerlerinde su toplanması hastalığı.

jik

  • Yağmur damlası. (Farsça)
  • Kirpi. (Farsça)

kabbe

  • Yağmur damlası.
  • Gök gürlemesi.

kahif

  • Şiddetli yağmur.

kaıf

  • Yeri kazıp götüren, toprağı sürükleyen yağmur.

kais / kaîs

  • Çok yağmur.

kanif

  • İnsan cemaati.
  • Çok yağmur ve bulut.
  • Geceden bir parça.

kaput

  • Askerlerin üstlük elbisesi, yağmurluğu. (Fransızca)
  • Otomobillerin motor kısmını örten kapak. (Fransızca)

kaşire

  • Derisi yarılmış olan baş yarığı.
  • Yerin yüzünü kazıp götürmüş olan yağmur.

katarat-ı baran / katarat-ı bârân

  • Yağmur damlaları. Yağmur katreleri.

katr

  • Damlamak. Damlatmak. Damlayan şey.
  • Develeri katarlamak.
  • Birisini şiddet ve hiddetle yere çalmak.
  • Yağmur.

katre-i baran / katre-i bârân

  • Yağmur damlası.

kava'

  • Kimse olmalan ıssız yer.
  • İki tarafına yağmur yağıp ona yağmayan yer.

kay

  • Yağmurlu hava.

kell

  • (Çoğulu: Külul) Ağırlık.
  • Yorgunluk.
  • Ufak taneli yağmur.
  • Yetim.
  • Semizlik, besililik.
  • Cibinlik dedikleri ince örtü.

ker'

  • (Çoğulu: Küru') Suyu yerinden ağız ile içmek.
  • Yağmur suyu.
  • (Kız) erkek istemek.

kera'

  • Baldırları ince olmak.
  • Yağmur suyu.

kıtkıt

  • Ufak taneli yağmur.

kutb-i medar / kutb-i medâr

  • Âlemin nizâmı ile alâkalanan, bolluk-kıtlık, sağlık-hastalık, barış-savaş, rızık, yağmur ve benzeri olaylarla vazîfeli kılınan büyük zât. Kutb-ül-aktâb, Kutb-ül-ebdâl da denir.

kutb-ül-aktab / kutb-ül-aktâb

  • Âlemin nizâmı ile alâkalanan, bolluk, kıtlık, sağlık-hastalık, barış-savaş, rızık, yağmur ve benzeri olaylarla vazîfeli kılınan ricâl-i gayb yâni herkesin tanımadığı zâtların reisi. Emrinde üçler, yediler, kırklar... denilen yine bu işlerle vazîfeli seçilmiş kimseler bulunur.

lahh

  • Ulaşmak, varmak.
  • Yağmuru kesilmeyen bulut.

lakıh / lâkıh

  • (Çoğulu: Levâkıh) Ağaca su yürüten rüzgâr.
  • Yağmur yağdıran rüzgâr.
  • Karnında yavrusu olan hamile deve.

lazz

  • Devamlı yağan yağmur.
  • Men'etmek, engel olmak.

lebad

  • Yağmurluk. (Farsça)

levh-i mahv ve isbat

  • Bir tabirdir. Levh: Görünen ve ibret verici bir vaziyeti ifade eder. Mahv ise; o vaziyetin birden ortadan kalkması, mahvolmasını ifade eder. Gökyüzü bulutlarla kaplı, şimşek çakar, yağmur yağar bir levha halinde iken birden hava açılır, hiç bir şey yokmuş gibi, eski manzarayı mahvolmuş hâlde görürüz

lü'lü'-bar / lü'lü'-bâr

  • İnci yağmuru. İnci yağdıran. (Farsça)

lübade

  • Yağmur için giydikleri kepenk.

ma-i mutlak / mâ-i mutlak

  • Yaratıldığı vasıf üzere duran su. (Yağmur, kar, deniz, göl, ırmak, pınar, kuyu sularıdır).

ma-i nisan / mâ-i nisan

  • Nisan yağmuru.

masnea

  • İçine yağmur suyu toplanan büyük havuz.

matar

  • (Çoğulu: Emtâr) Yağmur.

matir / matîr

  • Yağmurlu gün.

matruk

  • Gevşek ve uyuşuk adam.
  • Kuruduktan sonra yine yağmurla tazelenmiş.

mecved

  • Doymaya yakın olmak.
  • Yağmur taneleri değmiş cisim.

melek-ül emtar / melek-ül emtâr

  • Yağmurla vazifeli olan melek.

melekü'l-emtar

  • Yağmurdan sorumlu melek.

memtur

  • Üzerine yağmur yağmış. Yağmur yağarak ıslanmış.

merş

  • (Çoğulu: Müruş) Tırnak ucuyla deriyi yırtmak.
  • Yağmur suyunun durmayıp üzerinden çabuk geçtiği yer.
  • İncitici söz.

mevsume

  • Tamamen baştan aşağı süslü zırh.
  • Bahar yağmuru ile ıslanmış toprak.

midrar

  • Yağmur yağdıran bulut.
  • Çok su döken.

mikrat

  • (Çoğulu: Mekârâ) Su mecrâsı. (Her taraftan gelen yağmur suyu orada toplanır.)
  • Büyük havuz.
  • Büyük çanak.

mimtar

  • Yağmurluk.

mısyaf

  • Yaz günlerinde çok yağmur yağan yer.
  • Sakalı ağarmayınca evlenmeyen erkek.

mizab-ı baran / mizab-ı bârân

  • Yağmur oluğu.

mücellel

  • Yağmuru her yere yağan bulut.

müdhen

  • (Çoğulu: Medâhin) Yağ koyacak kap.
  • Dağlarda olan çukur taş. (İçinde yağmur suyu birikir.)

mugayyebat-ı hamse / mugayyebât-ı hamse

  • Beş bilinmeyen. Bizce gaib olan beş şey:1- Kıyamet vakti, 2- Yağmurun ne zaman yağacağı, 3- Ana rahmindeki çocuğun mahiyeti ve ceninin isti'dadı ve mânevi simasının ne olduğu, 4- Yarın insan hayr ve şer olarak ne kazanacağını, 5- İnsanın nerede öleceğini Allah bildirmedikçe kimse bilemez. Bunlara me

münib

  • Hakk'a yönelen, günahları terk ile hakka dönen. Pişman olup dönen.
  • Kâinattan yüzünü çevirip Bâki-yi Hakiki'ye yönelen.
  • Güzel yağan faydalı yağmur.
  • Bereketli ve verimli bahar.

müzerri'

  • Yeri, bir zira' miktarı ıslatıp ekin ekmeye yarayan yağmur.

müzn

  • Ak bulut, yağmuru az olan bulut.

müzne

  • Yağmurlu bulut.
  • Beyaz bulut parçası.

naşire

  • (Çoğulu: Nevâşir) Kolu açan adale.
  • Kuruyup yağmurdan yeşeren ot.

nasr

  • Yardım, üstünlük, yenme, galip kılma.
  • Yağmurun her yeri sulaması.

nazha

  • Yağmur.

naziz

  • (Çoğulu: Nizâz-Nezâyız) Az miktar su.
  • Az yağmur.
  • Az az akmak.

nüda

  • (Çoğulu: Endâ-Endiye) Yağmur.
  • Boğaz ıslatıcı nesne.
  • Çiy, rutubet.
  • Atâ, bahşiş.
  • Sesin uzaklara gitmesi.

ra'd

  • Gök gürültüsü.
  • Bulutları sevk ve nezaret ile vazifeli bir melek adı.
  • Tehdit etmek, korkutmak. (Terennümat-ı hava, na'rât-ı ra'diye, nağamat-ı emvac, birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecatı, kuşların seceatı birer tesbih-i rahmet, hakikata bir mecaz... Lemeat'tan)

radib

  • Zayıf yağan yağmur.
  • Sidre ağacından bir cins.

rahl

  • (Çoğulu: Rihâl) Semer, palan.
  • Yağmurluk ve saire gibi yol levâzımı.

rahmet / رحمت

  • Merhamet, acımak, şefkat etmek, ihsan etmek, esirgemek.
  • Mc: Yağmur.
  • Esirgeme, merhamet.
  • Yağmur.
  • Acıma, merhamet.
  • Sevgili Peygamberimiz hazret-i Muhammed'in isimlerinden.
  • Kur'ân-ı kerîm.
  • Yağmur.
  • Acıma, merhamet. (Arapça)
  • Yağmur. (Arapça)

rec'

  • Geri döndürmek.
  • Döndürülmek.
  • Yağmur.
  • Menfaat, fayda.
  • Rücu' etmek veya ettirmek.

rehmet

  • Yağmur, rahmet.

rehv

  • (Çoğulu: Rahâ) Yüksek mekân, yüksek yer.
  • Alçak, çukur yer, (içinde su toplanır)
  • Mahalle içinde, yağmur suyu ve çeşme suyu akan ark.
  • Üveyik kuşu.
  • Arası açılmış ve ayrılmış.

remel

  • (Çoğulu: Ermâl) Yelmek.
  • Yağmurun az yağması.
  • Vahşi sığırın ayağında olan hatlar.

remi

  • (Çoğulu: Ermiye) Yağmuru iri olan ve yere şiddetle inen bulut.

resan

  • Ulaştırı yağan yağmur.

reşaş

  • (Reşâşe) Serpinti ve toz gibi ince yağmur.

reşş

  • Serpmek, püskürtmek.
  • Serpinti, serpintili yağmur, çisilti.

rezaz

  • Zayıf yağan yağmur.

riba

  • Bahar evleri, çadırlar. Arazi.
  • Yaz yağmurları.

rihme

  • (Çoğulu: Ruhum-Rihâm) Yağmur çisintisi.

rikk

  • (Çoğulu: Rikâk-Rekâik) Yağmur çisintisi.

sabir

  • (Çoğulu: Sıber) Kefil.
  • Yağmursuz beyaz bulut.

şabub

  • (Çoğulu: Şeabib) Sağanak yağmur.

sağnak

  • Birdenbire ve çok fazla yağıp geçen yağmur.

sahrınç

  • Yağmur sularını biriktirmek için bina altında ve toprak içinde yapılan etrafı duvarlı veya çimento sıvalı su mahzeni.

sahsah

  • Yağmurun sert ve katı yağması.

saib

  • Yağmur getiren bora.

sakıyy

  • (Çoğulu: Eskiye, Sakiyye) İri taneli yağmurlu bulut.
  • Hurma ağacı.

salat-ı istiska / salât-ı istiska

  • Yağmur duasına çıkıldığı zaman kılınan namaz.

sandid

  • Bela.
  • Meşakkat, zahmet.
  • Şiddetli yağmur ve rüzgâr.

sariye

  • (Çoğulu: Sevari) Direk.
  • Gece yağmur yağdıran bulut.

savaik-i rahmet

  • Rahmet yağmur ve yıldırımları.

sayifet

  • Rum gazası. (Çünki çok yağmurlu ve karlı yer olduğundan yaz günlerinde gaza yaparlardı.)

sayyib

  • Yağmur veren bulut.

se'd

  • Zayıf yağan yağmur.
  • Yaz gecelerinde olan rutubet.
  • Boğaz ıslatan her cins nesne.

sebel

  • Tıb: Bulanık görme hastalığı.
  • Göze inen perde.
  • Buluttan çıkıp da henüz yere ulaşmamış yağmur.
  • Buğday başı.

şecze

  • Zayıf yağan yağmur.

şefan

  • Yağmurlu soğuk rüzgâr.

segab

  • (Çoğulu: Sügbân) Kesmek.
  • Dere içinde yağmurdan biriken su.
  • İyi ve tatlı su.

sehab-ı matir

  • Yağmur bulutu.

sehab-üs sikal

  • Ağır yağmur bulutları.

semhak

  • Yağmursuz bulut.

şeteviyy

  • Kışa mensup, kış ile ilgili.
  • Kış evi.
  • Kış kaftanı, kışlık elbise.
  • Kış yağmuru.

şü'bub

  • Birden yağan sağanaklı yağmur.
  • Hiddetli ve şiddetli olan.
  • Şiddetli güneş harareti.

sücre

  • (Çoğulu: Sücür) Yağmur suyundan biriken su.

sühnun

  • Rüzgârın ve yağmurun evveli.

surrad

  • Yağmuru olmayan ince bulut.

tafe

  • Yağmur.
  • Karanlık.
  • Güneşin, batmaya yaklaşması.

tall

  • Çiğ, kırağı. İnce yağan yağmur, çisinti. Şebnem.
  • Helâk etmek, iptal.
  • Güzel, lâtif şey.
  • Şiddet.

tark

  • Vurmak.
  • Dövmek.
  • Yünü ve pamuğu ağaçla vurmak.
  • Bulanık su.
  • İçine deve bevlettiğinden dolayı pislenmiş olan yağmur suyu.
  • Vücuttaki gevşeklik.

taşr

  • Zayıf yağan yağmur.

taşş

  • Yağmur çisintisi.

te'lis

  • Durdurmak, ikâmet.
  • Yağmurun devamlı yağması.

tedeyyüm

  • Yağmurun sert yağması.

tehtan

  • Yağmurun ulaştırı yağması.

temattur

  • (Matar. dan) Yağmur yağma.
  • Hız. Sür'at.

tenezzül-ü emtar

  • Yağmur yağması. Yağmur katrelerinin inişi.

tufan / tûfân / طُوفَانْ

  • Çok şiddetli ve her tarafı kaplayan yağmur.
  • Nuh Peygamber (A.S.) zamanındaki büyük su baskını hâdisesi.
  • Şiddetli yağmur, büyük su baskını.
  • Çok şiddetli yağmur.

vabil

  • Yağmur. İri katreli yağmur.

vadk

  • Yağmur damlamak.
  • Alışmak.
  • Yağmur.
  • Genişlik.
  • Kolaylaştırmak, yakın olmak.

vakt

  • (Çoğulu: Vikat) İçinde yağmur suyu biriken çukur.
  • Su ile faydalanacak mekân.
  • (Horoz) tavuğa binmek.

vakt-i nüzul

  • İnme zamanı, yağmurun yağma zamanı.

vedk

  • Yağmur. Yağmurun damlaması.
  • Alışıp üns ve ülfet etmek. Yakın olmak.

vely

  • Birbiri ardı sıra gelme. Tâkib etme.
  • Çıkma. Olma.
  • Yaz yağmurundan sonra olan yağmur.
  • Yakınlık.

veşme

  • Yağmur tanesi.

yağmur duası / yağmur duâsı

  • Yağmur yağdırması için Allahü teâlâya yapılan duâ.

yahçe

  • Donmuş yağmur taneleri, dolu taneleri. (Farsça)

zerecun

  • (Zerâcin) Üzüm ağacı.
  • Üzüm asması.
  • Kızıl boya.
  • Çukur taş içinde biriken yağmur suyu.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın