Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
ya da
ifadesini içeren
139
kelime bulundu...
ambargo
Bir para veya malın kullanılması veya başka bir yere götürülmesi ya da bir geminin bulunduğu limandan ayrılması yasağı.
arabiyyat
(Tekili: Arabiyyet) Arapçaya dâir ilimler, kitab veya fikirler. Arap edebiyatı.
aşevi
Yoksullara parasız olarak yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane.
Para ile yemek yenilen yer, lokanta.
Düğün gibi toplantılarda, yemekleri hazırlamak için iğreti mutfak olarak kullanılan yer.
Bazı tekkelerde yemek pişirilen yer.
bakteri
Basit, çekirdeksiz, bölünerek çoğalan tek hücreli canlılara verilen addır. Çeşitli şekilleri vardır: Kürevî (coccus), çubuk şeklinde (basil), virgül şeklinde (vibriyon), burmalı (spiril).Bakteriler ya tek tek, ya da birkaçı bir arada bulunmalarına göre de ayrı adları vardır. Havanın oksijeni ile yaş
(Fransızca)
besniyye
Alçak ve yumuşak yerde biten buğday.
Şam diyarında belli bir yerde yetişen buğdaya da derler.
biat-ı rıdvan
Kur'an-ı Kerim'in 48. Sûresi olan Fetih Sûresinde zikri geçen, Hz. Peygamber'e (A.S.M.) bağlılıklarını bildiren sahabelerin biatlarıdır. 1400 veya daha fazla olduğu bildirilir. Bu cemaata Ashab-ı Rıdvan da denir. (R.A.)
çamular
Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.
Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.
çamulari
Himalaya dağlarına bağlı bir dağ silsilesi.
cedeli / cedelî / جدلى
Tartışmaya dayalı, münakaşa üstüne oturmuş.
(Arapça)
damen / dâmen
Etek. Kenar. Taraf. Zeyl. Elbise veya dağ eteği.
(Farsça)
devai / devaî
(Devâiye) İlâç cinsinden. İlâca âit ve müteallik. Devaya dâir.
ehadis / ehâdîs
Hadisler; Peygamber Efendimizin mübarek söz, fiil ve hareketleri veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranışlar.
ehadis-i muhammediye / ehâdîs-i muhammediye
Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar.
ehadis-i şerife / ehâdis-i şerife
Hadisler; Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranışlar.
ehl-i dünya
Dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler.
ehl-i gaflet
Dünyâya dalıp, âhireti unutanlar.
emel-i vehmi / emel-i vehmî
Temelsiz ümit, kuruntuya dayalı beklenti.
emled
En genç, çok körpe ve nazik vücut veya dal (Müennesi: Meldâ)
gams
Yıldız kayması.
Suya dalmak.
gatt
Birbirine tâbi olmak.
Gizlemek.
Mükedder etmek, üzmek.
Suya dalmak.
gavs
Suya dalmak. Dalgıçlık.
Mc: Bir mes'elenin derinliğine ve hakikatine muttali' olup bilmek.
İyi anlamak.
Maslahata gayret ile girmek.
gavvas
Çok gayretli. Çalışkan.
Suya dalan.
İnci arayan dalgıç.
gıyasa
Suya dalmak.
gökdelen
Yirmi veya daha çok katlı bina.
(Türkçe)
gute
Su içine bir defa dalıp çıkma, suya dalma.
(Farsça)
gute-har / gute-hâr
(Gute-hor) Suya dalan.
(Farsça)
habide / habîde
(Çoğulu: Hâbidegân) Uyuya kalmış, uykuya dalmış, uyumuş.
(Farsça)
hadis-i şerif / hadîs-i şerif
Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar.
hafe / hâfe
(Çoğulu: Hâfât) Sâhil, kıyı, deniz kenarı.
İki veya daha fazla sathın, bir açı teşkil ederek birleşmesinden meydana gelen uzunlamasına keskinlik.
hal-i sahv / hâl-i sahv
Arızi veya dâimi sebeplerle, şuurunu kaybetmiş bir kimsenin, muvakkaten şuurunun yerine gelmesi hâli.
harb
İki veya daha çok devletin birbirleriyle siyasi alâkaları keserek silahlı kuvvetlerle çarpışmaları, vuruşmaları.
haşri / haşrî
Haşre âit. Öldükten sonraki dirilişe ve toplanmaya dair.
hatır-ı rahmani / hâtır-ı rahmânî
Gafletten uyanmak, kötü yoldan doğru yola kavuşmaya dâir Allahü teâlâ tarafından kalbe gelen düşünce. Buna hak hâtır (doğru düşünce) denir.
hidayete getirme
Doğru ve hak olan İslâma çağırma, İslâmın kurallarını uygulamaya davet etme.
hilal / hilâl
Yeni ay şekli. Yeni ay.
Fık: Yay şeklinde görülen her yeni aya ve her ayın üçüncü gecesine kadar aya hilâl denir. 26 ve 27 nci gecelerdeki aya da hilâl, onda sonrakileri kamer denir.
Cami kubbeleri ve minâre külâhları tepesine konulan alemlerin hilâl şeklinde olan uç kısmı.
hitab
Bir veya daha fazla kimselere söz söyleme, nutuk.
hıyaz
Suya dalmak.
i'tisa
Asâya dayanma, baston kullanma.
ictiza'
Ağaç veya dal kesme.
ifrat / ifrât
Bir işte, sözde veya davranışta haddi aşma, pek ileri gitme, aşırı olma.
igtimas
Suya dalma.
ıkmas
Suya daldırıp çıkarma.
ila / îlâ
Kocanın karısına dört ay veya daha çok zaman veya zaman söylemeyerek "Sana yaklaşmayacağım" diye yemîn etmesi.
ingımas
Suya dalma.
ingısas
Suya dalma.
ingıtat
Suya dalma.
inşai / inşaî
İnşaya, yapıya dâir ve müteallik.
Güzel yazmağa dâir.
irtimas
Suya dalma, dalıp gitme. Dalgıçlık.
iskarlat
İtl. Eski devirlerde Venedik mensucatından, boyası has ve kumaşı dayanıklı bir nevi çuhanın adı idi ve şarkta pek makbuldü. Yeniçeri Ocağı ileri gelen ağalarına, sekbanbaşıya ve yeniçeri kâtibine her sene bu çuhadan verilir veya bedeli para olarak tahsis olunurdu. Bu paraya da "İskarlat bedeli" deni
iştat
Dağıtma veya dağıtılma.
istiare
Ariyet istemek. Ödünç almak. Birinden iğreti bir şey almak.
Edb: Bir kelimenin mânasını muvakkaten başka mânada kullanmak; veya herhangi bir varlığa, ya da mefhuma asıl adını değil de, benzediği başka bir varlığın adını verme san'atına istiare denir.Cesur ve kuvvetli bir insana "arsl
istinadgerde
İstinad edilmiş. Kendine güvenilmiş veya dayanılmış.
ıtk-ı müşterek
İki veya daha fazla kimsenin, mâlik oldukları bir köleyi azad etmeleridir.
itka' / itkâ'
Koltuk altına yastık veya dayak koyma. Dayanacak bir şey kullanma.
Yaslanma.
kames
Suya daldırmak ve batırmak.
Hareket edip acı çekmek.
kamh
Yemeğe iştihâsı az olmak.
Suya dalmak.
Davarın başını sudan kaldırması.
kammas
Suya dalan.
kararname
Suçlama veya aklamaya dair resmi yazı.
kerraz
Çobanın torbasını veya dağarcığını taşıyan kuvvetli boynuzsuz koç.
keyy
Adama veya davara yapılan nişan.
Yarayı dağlama.
küre
(Kürre yanlıştır) Yuvarlak cisim.
Şeklin sathındaki bütün noktalar merkeze aynı uzaklıktadır. Dünya da yuvarlak olduğundan "Küre-i arz" denilmiştir. "Küre-i zemin" de denir.
lafz-ı muhtemel
Huk: İki veya daha ziyade mânâya hamli mümkün bulunan sözdür ki, hangi mânânın kast olunduğu mücerred rey ile değil; deliller ve karineler ile tayin olunur.
leff ü neşr
Edb: Bir yazı veya şiirde söz simetrisi yapma san'atıdır. Önce iki veya daha fazla kelimeyi sıralamak, sonra da onlarla alâkalı şeyleri söylemek. İki çeşidi vardır;1- Leff ü Neşr-i Müretteb (Düzenli leff ü neşir) : Birinci cümlede sıralanan kelimelerle ikinci cümlede söylenen kelimelerin aynı sırayı
lümmi / lümmî
Toplanmaya dâir.
Nazarî ve aklî delil.
mabeyn / mâbeyn
İki veya daha fazla şeyin arası.
maks
Suya dalmak. Daldırmak.
mana-yı ismi / mânâ-yı ismî
İsme dair mânâ. Bir şeyin sadece kendisini bilip tanımak. Bir şey başka şeyleri tanıttığı, bildirdiği veya sevdirdiği için olan mânâya da mânâ-yı harfî denir. Bir ağacı gölgesinden, zahirî görünüşünden, bize verdiği meyvesinden dolayı alâka gösterir ve seversek mânâ-yı ismî ile seviyoruz demektir. A
maneviyat / معنویات
Manaya dayalı şeyler.
(Arapça)
Moral değerler.
(Arapça)
mekir
(Mekr) Hile. Aldatma. Oyun. Düzen. (Birisinin kötü veya iyi hâllerini öğrenmek veya kötülüğe sevketmek ya da gayesinden alıkoymak için yapılır.)
melda
Çok genç ve körpe vücud veya dal. İnce ve nâzik bedenli kız.
mevhum / mevhûm / موهوم
Vehmolunmuş, aslı esâsı yokken zihinde kurulmuş olan, kuruntuya dayanan. Hayâlî.
Vehmedilmiş, asılsız, kuruntuya dayalı.
(Arapça)
muahede-i ittifakiyye
Bir savaş çıktığında birbirlerini desteklemek üzere iki veya daha fazla devletler arasında yapılan andlaşma.
mübahasat
(Tekili: Mübâhese) Mübâheseler. Bir şeye dâir iki veya daha fazla kimsenin kendi aralarında yaptıkları konuşmalar.
Bahse girişmeler. İddiâlı ve karşılıklı konuşmalar.
mübahese
Bir şeye dair iki veya daha çok kimse arasında olan konuşma. Bir şeyin bahsini etmek. Musahabe.
mugamese
Suya daldırışmak, birbirini suya daldırmak.
mugarrak
(Gark. dan) Suya daldırılmış.
Gümüşle süslü.
mührdar
Eskiden bir bakanlık veya dairenin resmi mührünü kullanmakla görevli olan kimseye verilen ad. Hususi kalem müdürü.
(Farsça)
muhtemel-üz zıddeyn
Edb: Birbirine zıt ve iki mânâya da gelebilen ifadelere denir.
mükerrer
Tekrarlı. Tekrar olunmuş. İki veya daha fazla aynısı yapılmış.
mükerrir
Tekrar eden. Aynı şeyi bir sefer daha veya daha fazla tekrar eden.
Huk: Birden fazla suç işleyen.
mukim / mukîm
Doğduğu veya evlendiği veya hep kalmak niyyeti ile yerleştiği yerde oturan veya 104 km ve daha uzak bir yerde giriş çıkış günlerinden başka on beş gün veya daha fazla kalmaya niyet eden kimse. Mâlikî ve Şâfiî mezheblerinde dört gün kalmaya niyet eden ve kendi memleketine giren mukîm olur.
mülk şirketi
İki veya daha çok kimsenin, mîrâs veya hediye sûreti ile veya parasını belirli oranda verip satın alarak, bir mala berâber sâhib olmaları; yâhut mallarını ayrılmayacak şekilde karıştırıp ortak olmaları.
münasebet-i intisabi / münasebet-i intisabî
Bağlanmaya dayalı ilişki.
müradefe
Müradiflik. İki veya daha fazla kelimenin aynı mânada olması.
Arkadaşlık, beraber yolculuk.
mürekkeb
İki veya daha çok şeyin karışmasından meydana gelen, bileşik.
müsabaka
Karşılıklı yarışma. Hangisinin ileride olduğunu anlamak için yapılan tecrübe, imtihan. Bir şeyde derece anlama için iki veya daha çok şahıslar arasında bazı şartlarla yapılan tecrübe.
müsadere etmek
Suç karşılığı olarak, malın tamamına ya da bir bölümüne el konulması.
müsakkaf
(Çoğulu: Müsakkafât) (Sakf. dan) Üstü dam veya tavanla örtülmüş. Tavanı veya damı olan.
müşareket babı
Fiilin iki veya daha fazla şahıs tarafından meydana geldiğini gösteren fiil kalıbı.
müşavere
Bir iş hususunda iki veya daha fazla kimseler arasındaki konuşma ve danışma. İstişare etme. (Bir kavim müşaverede bulundu mu rüşd ü salâha nâil olur. Hadis meâli)
müsennede
Arka yastığı, arkaya dayanılacak yer.
müsennem
Kabartma. Kabartmalı olarak hakkedilmiş olan.
Ev çatısı veya dam şeklinde olan.
müsnede
Arka yastığı. Arkaya dayadıkları nesne.
müstagrak
(Gark. dan) Garkolmuş, dalmış, batmış.
Mânevi bir vaziyete dalmış.
Kendini bilmiyecek derecede dalgın olan. Bir şeye dalmış veya daldırılmış olan.
mütemetti' hac
Hac aylarında ömre yapmak için ihrâma girip, ömre için tavâf ve sa'y yapıp, traş olup ihrâmdan çıkıp sonra memleketine gitmeyerek, o sene terviye gününde veya daha önce, ihrâma girerek müfrid hacı gibi hac yapma.
nakis
Bozan, çözen, üzen veya dağıtan.
Rücu eden. Dönen.
nakl
Bir yerden bir yere götürme. Taşıma.
Ev ya da yer değiştirme. Taşınma.
Duyduğu bir şeyi başkasına anlatmak, rivayet etmek.
Bir dilden başka dile çevirmek.
namazgah / namazgâh
Namaz kılınan yer. İbadetgâh. Eskiden şehir dışında, kırda ve sed üzerinde mihrab konulmak suretiyle namaz kılınmak için yapılan yere verilen addır.
Bir kasabanın bütün halkını bir arada bulunduran geniş sahaya da bu ad verilirdi. Bayramlarda ve fevkalâde günlerde kasaba ve civar köy
nazır
(Çoğulu: Nüzzâr) Nazar eden, bakan.
Bir idarenin veya dairenin umur ve işlerine bakan en büyük memur. Bir işin idaresine memur reis.
Kabine azalarından herbiri. Nâzır. Vekil. Bakan.
Vâsinin yapacağı tasarruflara nezarette bulunmak üzere musi veya hâkim tarafından tayi
obüs
Ask: Dikey veya dalıcı atış yapabilen, oldukça kısa namlulu top. Obüsler Milâdi 16. asırda icad olunmuştur. Bir mânianın arkasında bulunan ve bu sebeple doğruca görülemeyen düşman mevzilerinin yüksek münhanilerle aşırılmak suretiyle endaht yapmak maksadıyla icad edilmiştir.
paguş
Suya dalma.
(Farsça)
propaganda
Bir fikri, ya da malı beğendirmek için yapılan ilân, reklâm.
rakd
Uyumak üzere bulunma. Uykuya dalar gibi olma.
resen
(Çoğulu: Ersân) Atı veya davarı ip ile bağlamak.
İp, halat, urgan.
sahabe / sahâbe
Peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem sağlığında bir an gören, eğer âmâ ise (gözü görmüyorsa), bir an konuşan, îmân etmiş büyük-küçük mü'minlerin birkaç tânesine veya daha fazlasına verilen isim. Sâhib kelimesinin çokluk şeklidir. Hürmet ve saygı için, "Resûlullah'ın kıymetli ve mübârek a
sahih temizlik / sahîh temizlik
Ergenlik çağına erişmiş bir kızda veya kadında, âdet zamânından sonra başlayan ve içinde hiç kan görülmeyen, öncesi ve sonrası hayız günleri olan on beş veya daha fazla sayıdaki temiz gün.
sanayi' şirketi / sanâyi' şirketi
İki veya daha fazla san'at sâhibinin başkasından iş kabûl ederek ücretini paylaşmak üzere veya fabrika kurup îmâlât kârını paylaşmak üzere kurdukları şirket, ortaklık. Şirket-i A'mâl.
seferi / seferî
Seferde olma hali. Harbe ait, muharebe ile alâkalı.
Namazı kısaltmak veya oruç tutmak gibi sefere ait bir hâlde bulunmak. Fık: Ortalama 90 km. lik bir mesafeyi veya daha fazlasını giden seferi (müsafir) sayılır. Zıddı mukimdir.
şehamet-i islamiye / şehamet-i islâmiye
İslâmiyetten gelen yiğitlik, İslâm'ın kazandırdığı akla ve zekâya dayanan cesaret.
semavi / semavî
Gökle alâkalı, semaya dair ve müteallik.
İnsan eseri olmayan, vahiyle gelmiş bulunan.
sertak
Evin üstünde bulunan etrafı açık oda veya daire.
(Farsça)
servakt
Kimse bulunmayan boş oda veya daire.
(Farsça)
Yalnız görüşülecek yer.
(Farsça)
sine
Uyuklama, uykuya dalma başlangıcı. Uyku ile uyanıklık arası. (O anda insan, sesi duyduğu halde anlamaz.)
sinn-i iyas
(Sinn-i ye's) Kadınların "âdet görmekten" kesildiği yaş. En çok 55 yaşına kadar veya daha evvel âdet görmekten kesilmesi zamanı ki; bundan sonra çocukları olmaz. Böyle bir kadına âyis denir.
şirket
Ortaklık, ortak olmak, iki veya daha çok kimsenin bir mala berâber sâhib olmaları. Bir şeyin birden çok kimseye âit olması, başkasına âit olmaması veya ortakların yazı ile yaptıkları akd, sözleşme.
Ortaklık, iş ortaklığı.
Huk: İki veya daha fazla şahsın emek ve malları ile müştereken, iktisadî bir gayeye erişmek için bir akidle birleşmeleri.
şirket-i a'mal / şirket-i a'mâl
İki veya daha fazla san'at sâhiblerinin, başkasından iş kabûl ederek ücretini veya bir fabrika kurup îmâlât kârını paylaşmak üzere kurdukları şirket, ortaklık.
sürü
Tar: Devşirme suretiyle alınan Hristiyan çocuklarının yüzer, yüzellişer, ikiyüzer veya daha fazla kişilik kafileler halinde sevkedilmeleri. Sürü adı verilen bu kafileler, sürücülerle muhafızların nezareti altında hükümet merkezine sevkedilirlerdi.
tahkiki / tahkîkî / تَحْق۪يق۪ي
Etraflıca araştırmaya dayalı.
tahviz
Suya dalmak.
talak-ı selase / talâk-ı selâse
Bir sözü üç kere veya daha fazla sayı söyleyerek, erkeğin zevcesini (hanımını) boşaması. Bu durum bir anda olduğu gibi, ayrı ayrı zamanda da olabilir.
tam temizlik
Sıhhatli bir kadının âdet zamânından sonra başlayan, on beş gün veya daha fazla devâm eden temizlik.
tegat
Birbirini suya daldırmak.
tekrar
(Kerr. den) Bir şeyi iki veya daha fazla yapma.
Bir daha, yine, yeniden.
temsil / temsîl
Bir şeyin aynını ya da mislini yapmak, benzetmek.
Örnek, nümune, söz. Canlandırma, piyes.
teradüf
Birbiri peşinden gitmek.
Edb: İki veya daha fazla kelimenin aynı mânada olması.
İki veya daha fazla kelimenin aynı mânâda olması.
terakib
(Tekili: Terkib) Terkibler.
Gr: İki veya daha çok kelimeden meydana gelen birleşik kelimeler. Tamlamalar.
terkib-i mezci / terkib-i mezcî
İki veya daha fazla kelimeden meydana gelen ve bir isme delâlet eden isim. " Baalbek, Kırıkkale, Tahtakurusu" kelimelerinde olduğu gibi.
teşrii / teşriî
Yasamaya dair, kanunla ilgili, şeriata dair.
tevhid-i zahiri / tevhîd-i zâhirî / تَوْح۪يدِ ظَاهِر۪ي
Delil ve araştırmaya dayanmayan Allah'ı birleme.
tul-u emel
Bitmeyen istek.
Hiç ölmeyecek gibi dünyaya dalmak ve düşünmek.
ümmet-i davet / ümmet-i dâvet
Kendilerine gönderilen peygambere inanmaya dâvet edilip de îmân etmeyen kimseler.
vasl
Kavuşma. Allahü teâlâya kavuşma; velî olma. Vasl olanlar reisidir, o hocasının pîridir. Mektûbât ki eseridir, câna can katar efendim.
Birleştirme. İlm ile, irfân ile, sâhib olan Sıla'ya İki temel bilgiyi vasl eden bir araya Dalıp uçsuz bucaksız, o muazzam deryâya Ve bu zikr deryâsınd
vatan-ı ikamet / vatan-ı ikâmet
Geçici olarak ikâmet edilen yer. Hanefî mezhebinde on beş gün veya daha çok kalıp sonra çıkmaya niyet edilen yer.
vehmi / vehmî / وهمى
Kuruntuya dayalı, evham üstüne kurulmuş.
(Arapça)
vess
Suya dalmak.
vilayet-i kübra / vilâyet-i kübrâ
Vehimden ve hayâlden kurtulma makâmı. Bu vilâyete, Vilâyet-i enbiyâ da denir.
vilayet-i sugra / vilâyet-i sugra
Vehimden ve hayâlden kurtulamadan ilerlenen evliyâlık yolu. Buna Vilâyet-i evliyâ da denir.
vücud-u misali / vücud-u misâlî
Yansımaya dayalı varlık.
yetmiş iki fırka
Ehl-i sünnet yolundan (Peygamber efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın bildirdiği doğru yoldan) ayrılan ve Cehennem'e gidecekleri hadîs-i şerîfte bildirilen bozuk fırkalar. Bunlara bid'at ehli veya dalâlet fırkaları da denir.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
lugat
evliya
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
mahpare
Umur
mahmud
ateş-engiz
mahlukat-ı latife
tebâı
irtihal
mahasin-i ahlak
bildem
inkar
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
ya da
takrir
ege
köşkler
selametle
Mutlu olmak
kış
Mekan
ukte
aglam