REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te vâkıf ifadesini içeren 62 kelime bulundu...

agah / agâh

  • (Ageh) Haberdar. Uyanık. Kalbi uyanık. Malumatlı. Basiretli. Vâkıf. Bilen. (Farsça)

ahbas

  • (Tekili: Habs) Su bentleri, havuzlar.
  • Hapisler, zindanlar.
  • Gayr-ı meşru vakıf yerler.

akreb-i mekniyyat

  • Huk:Meşrut-un lehi bildiren zamirin en yakın mercii mânasını anlatır. Meselâ: Bir vakfiyede vâkıf tevliyetini evvelâ kendisine, sonra oğlu "A" ya, sonra çocuklarına şart etse, çocukları tabirindeki zamir vâkıfın kendisine değil de en yakın merci'i bulunan "A" nın çocuklarına hamlolunur. (Huk.L.)

allame-i küll / allâme-i küll

  • Bir şeyin ilmine vâkıf olan. Bir hususda ihtisas sahibi olan.

arif / ârif

  • (İrfan. dan) Bilen, bilgide ileri olan. Aşinâ, vâkıf. Hakkı, hakkı ile bilen.
  • Sabırlı ve mütehammil.
  • Çok düşünmeğe ihtiyaç kalmaksızın, tekellüfsüz gördüğünü bilen ve anlayan.
  • Zevkî ve vicdanî irfan sâhibi olan.

arif-i esrar / ârif-i esrar

  • İlâhî sır ve hakikatlara vâkıf olan.

arifin / ârifîn

  • İrfan sahipleri, İlâhî hakikatlere vakıf olanlar.

arraf

  • Falcı, kâhin, müneccim.
  • Hekim.
  • Göçebe Arab aşiretlerinin örfe vâkıf umumi bilgileri. (Müe: Arrâfe)

ayin / âyin

  • Merâsim. Usûl. Görenek. Dinî âdâb. Âdet, örf ve kanun.
  • Ziynet, süs.İslâm'da fıkıh lisânı âyin kelimesini kabul etmemiştir. Bazı vakıflar, filân câmide herhangi bir tarikat âyini icra için te'sis yapacakları zaman vaki olan müracaatlarında fetvahâne tarafından verilen müsaadelerde âyi

bahira / bahîra

  • Süryâni rahiblerindendir. Zamanın ilim ve fenlerine vâkıf ve bilhassa hey'et ve nücumda ihtisas sahibiydi. Bu sebepten rahiblerin câhilleri kendisinden hoşlanmazlardı. Hazret-i İsâ'nın ulûhiyetini ve Hz. Meryem'in ümmullah olduğunu inkâr ve ilân ettiğinden, bulunduğu manastırın reisi tarafından kovu

bedel-i ferag

  • Huk: Arazi-i emiriye ve icareteynli vakıf gayr-i menkullerinin tasarruf haklarının devredilmesi karşılığı alınan bedeldir.

ceraye

  • Vakıf tarafından verilen erzak ve yiyecek.

cibayet

  • Vergilerin, devlet gelirlerinin tahsili.
  • Büyük vakıfların ayrı vazifeliler tarafından idare edilen kısımları.

dahil / dahîl

  • Yabancı, sığınan, sığınmış. Muhacir.
  • Birisinin içyüzü, niyet ve mezhebi. Dâhil ve içerde. Birisinin bütün gizli ve sırlı işlerine vâkıf olan dost ve hemdemi.
  • Evvelâ alâkasız olup sonradan bir cemaate dâhil olan.
  • Edb: Başka bir dilden olup, sonradan diğer bir dile geçe

dakaik-aşina

  • İlmî incelikleri bilen, anlaşılması ve tefhimi müşkül, yüksek ve ince ilmî mes'elelere vâkıf olan. (Farsça)

ehl-i batın / ehl-i bâtın

  • Görünürdeki eşyanın bize görünmeyen mânâlarına vakıf olanlar.

ehl-i hibre

  • Ehl-i vukuf. Bilirkişi. Meselenin künhüne vâkıf mütehassıs zât. (Farsça)

evkaf / evkâf / اوقاف

  • (Tekili: Vakıf) Allah yoluna hizmet için verilip devamlı bırakılan şeyler. Sahibi tarafından şeriata uygun olarak bir hayır iş ve hasenata tahsis olunmuş mülk veya mallar.Osmanlı devletini asırlar boyu kuvvetli bir devlet olarak ayakta tutan kuruluşlardan biri de vakıftır. Osmanlı tarihini inceleyen
  • Vakıflar.
  • Vakıflar.
  • Vakıflar. Sâhibi tarafından İslâmiyet'e uygun olarak bir hayır işe tahsis edilmiş mülk veya mallar.
  • Vakıflar. (Arapça)

evkaf-ı hümayun

  • Tar: Padişahların ve onlara mensub olan kişilerin bıraktıkları vakıflar.

evkaf-ı mazbute

  • İdaresi Evkaf Nezareti'ne ait olan vakıflar.

ezvak-ı arifin / ezvâk-ı ârifîn

  • İrfan sahiplerinin, İlâhî hakikatlere vakıf olanların aldığı mânevî zevkler.

firaset / firâset

  • Allahü teâlânın, mü'minlere ihsân ettiği işlerin iç yüzüne vâkıf olma kuvveti.

galle-i vakf

  • Vakfın faide ve mahsulü. Bununla vakfın tabiî ve hukukî semereleri anlaşılır. Vakıf paraların ticareti ve vakıf akarların kirası, vakıf bahçelerin sebze ve meyveleri bu kabildendir.

haberdar

  • Haberli, bilgili, vâkıf.
  • Haberli, vâkıf, bir mes'eleden haberi olan.

hakim / hakîm

  • Hikmetle muttasıf olan ve mevcudatın hakikatına vâkıf olan. Hikmet mütehasssı. İlm-i hikmette mütebahhir ve mütehassıs olan. İş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olan.
  • Tabib, doktor.

havass / havâss

  • (Tekili: Hâss - Hâssa) Hâslar. Hâssalar. Keyfiyetler. Hususlar.
  • Dindarlık ve doğruluğu ile, ilmiyle âmil olup mâneviyat mertebelerinde yükselmekle makbul ve muteber olan zatlar.
  • Zenginler sınıfı.
  • Kur'anî ve manevî sırlara ve hususlara vâkıf bulunan, ilim, ibadet, tâat

hey'etşinas

  • Astronomi bilgini. Sema ve ecramın ahvâline vâkıf olan. (Farsça)

icareteyn

  • Müeccel ve muaccel icarelerle kiralanan vakıf emlâkı. Hem derhal alınan, hem ileride alınacak kirası olan vakıf bina.

ikaf

  • (Vakf. dan) Vakfetme, malını vakıf şekline koyma.
  • Bir işten vaz geçme, durdurma.

inhibas

  • Vakıf namına malı hapsetme.
  • Nefes tutulma.

istibdal / istibdâl

  • Değiştirmek. Hâkimin harâb olmuş vakıf binâsını satıp, semeni (bedeli) ile başkasını alarak mütevellîye (vakfın idârecisine) teslim etmesi.

istibtan

  • Gizliliğe, bir kimsenin iç işlerine vakıf olmak.

istinba

  • Haber sormak. Haber istemek.
  • Vâkıf olmak. Bilmek.

it'amiyye

  • Bazı vakıf müesseselerinde fakirlerin doyurulması için ayrılan tahsisat.

itkan

  • Pürüzsüz yapmak veya yapılmak. Sağlamlaştırmak. Hakikata yakından vakıf olmak, delileriyle bilmek, inanmak. Bilerek emin olmak. Muhkem kılmak, muhkem yapmak. Sâbit kılmak.

ledünn

  • (İlm-i ledünn) Garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı iz

mahrem-i esrar

  • Gizli sırlara vakıf olan çok yakın kimse. Gizli sır söyleyen kimse.

medrese

  • (Ders. den) Ders görülen yer. Ders okutulan yer. İslâmi ilimleri okuyan talebelerin yatıp kalktıkları ve tahsil için çalıştıkları vakıf odalarının bulunduğu binâ.

mevakıf

  • Durulacak yerler. Vakıflar. Durak yerleri.

muhakkik

  • Hakikatı araştırıp bulan. İç yüzüne inceliyerek vakıf olan.
  • Hakikat âlimi. Hakikatlara hakkı ile vakıf ve ehl-i tahkik olan büyük İslâm âlimi.

mukınun / mûkınûn

  • Yakîn sahibi olanlar. Şüphesiz ve tereddüdsüz olarak imanî ve Kur'anî hakikatlara vâkıf olanlar.

mülkiyet

  • Mülk sahipliği, vakıf olmayan bina ve mülkün durumu.

müşrif

  • Yükselen, çıkan.
  • Ölüme pek yakın bulunan.
  • Etrafa bakan, etrafı gören.
  • Vakıf malı koruyan kimse.

mütevelli

  • Vakıf idarecisi.

muttali'

  • Haberli. Bilgisi olan. Bir yüksek yerden bakarak görüp anlayan. Vâkıf. Derk eden.

namus

  • Irz, iffet, edeb, hayâ.
  • Şeriat.
  • Melâike.
  • İrade-i İlâhiyenin tecellisi.
  • Nizam.
  • Emniyet ve istikamet gibi faziletlerin muhassalası olan pek kıymetli haslet.
  • Bir kimsenin mahrem, gizli esrarı olup işleri ve hallerinin iç yüzüne vakıf ve muttali ki

nazır / nâzır

  • Gören, görücü.
  • Vakfın işlerini, dînin emirlerine uygun olarak idâre etmek üzere vâkıf (vakıf yapan) veya hâkim tarafından tâyin edilen mütevellînin vakıf işlerindeki tasarruflarını murâkabe (kontrol) etmesi ve gerektiğinde ona re'yleri (görüşleri) ile yardımcı o lması için vazîfelend

neşve

  • (Nişve - Nüşve) Sevinç, keyif.
  • Büyümek ve yetişmek.
  • Koklamak.
  • Rayiha.
  • Bir şeyi tekrarlamak.
  • Mest ve sarhoş olmak.
  • İyice duyup vâkıf olmak.

ruşenzamir

  • Hakikatları bilen. Kalbi, gönlü hakikatlara vakıf olan.

rüsuh

  • Bir ilmin derinliğine, özüne ve inceliğine vakıf olma, sağlam ve geniş bilgi sahibi olma.

taammuk

  • (Umk. dan) Derinleşme. Mes'elenin iç yüzüne vakıf olma.

tahkik

  • Doğru olup olmadığını araştırmak veya doğruluğunu, yanlışlığını meydana çıkarmak. İncelemek. İçyüzünü araştırmak.
  • Bir şeyi eksiksiz ve ziyâdesiz yapmakta mübâlağa etmektir. Bir şeyin hakikatına ermek, künhüne vâkıf olmak, nihayetine erişmek demektir. Kur'an kıraat ıstılahında ise: He

tulu'

  • Doğma, doğuş. Birden zuhur etme.
  • Hücum etme.
  • Bir şeye vâkıf olup bilme.

ulum-u hafiye

  • Gizli ilimler. Ancak veraset-i Nübüvvet muhakkiklerince veya bir kısım hakikatların esrarına vakıf âlimlerce bilinen ilimler.

vakf / وقف

  • Durma, duruş. (Arapça)
  • Durdurma. (Arapça)
  • Vakıf. (Arapça)
  • Adama. (Arapça)

vakfi / vakfî

  • Vakfa âit, vakıfla alâkalı.

vakfiye

  • Mülkün vakıf olmak keyfiyyeti.

vakfiyye / وقفيه

  • Vakıf belgesi. (Arapça)

vakıf-ı ahval / vâkıf-ı ahval

  • Durumdan haberli olan, işlere vâkıf bulunan.

vakıfane / vâkıfane

  • Bilen kimseye yakışır surette, bilerek. Vâkıf şekilde. Anlamak ve bilmek suretiyle. (Farsça)

vikaf

  • Tevakkuf etmek, vâkıf olmak, durmak.

vukufiyet

  • Vâkıf olma, meselelere hakimiyet.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın