REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te veren ifadesini içeren 815 kelime bulundu...

ab-ı hayat / âb-ı hayat

  • Hayat suyu, içene ebedî hayat veren efsanevî su.

ab-ı kevser-i hayat / âb-ı kevser-i hayat

  • Hayat veren Kevser suyu.

abdar

  • Parlak. (Farsça)
  • Sağlam vücudlu. (Farsça)
  • Su veren hizmetçi. (Farsça)
  • Mc : Ter u tâze, tap taze. (Farsça)

acib

  • Hayret veren. Şaşılacak şey.

acir / âcir

  • Elindekini başkasına kiralayan. Kiraya veren.
  • Malını kirâya veren.

açkıcı

  • Cilâ ve perdah veren sanatkâr.

acube-i hilkat-i rabbaniye / acube-i hilkat-i rabbâniye

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın yarattığı varlıklardaki şaşkınlık veren özellikler.

adil / âdil

  • Adalet eden, hakkı haklı olana veren.
  • Adalet sahibi, herşeye hakkını veren Allah.

adil-i bilhak / âdil-i bilhak

  • Sonsuz adalet sahibi, adaletle iş gören, herşeyin hakkını veren Allah.

adl

  • Her hak sahibine hakkını veren, sonsuz adalet sahibi olan Allah.

adud

  • Zalim. Iztırab veren. Hunhar.
  • Bir lokma.
  • Isırıcı köpek veya at.
  • Yavuz kişi.
  • Dar ve derin olan kuyu.

ahiyyen şerahiyyen

  • (Süryanice) Hannân, Mennân, Rahmân ve Rahim olan. Çok çok nimet veren.

aiz

  • Karşılık olarak veren.
  • Karşılık olarak verilmiş olan.

akl-ı mead / akl-ı meâd

  • Ebedî rahata kavuşmak, Cennet'te ebedî kalmak ve Cehennem azâbından kurtulmak için hâlini ıslâh etmeyi, düzeltmeyi düşünen, uzak görüşlü, dünyâya değil, âhirete değer veren akıl.

akl-ı selim / akl-ı selîm

  • Doğru düşünen, doğru anlayan, doğru karar veren akıl.

alam-ı hazinane / âlâm-ı hazinane

  • Hüzün veren elemler, acılar.

alamet-i kıyamet / alâmet-i kıyamet

  • Kıyametin kopmasını haber veren belirtiler.

alet-i azap / âlet-i azap

  • Azap âleti, sıkıntı veren unsur.

ameliyat-ı şifakarane / ameliyat-ı şifakârâne

  • Şifa veren ameliyat.

aram-bahş / ârâm-bahş

  • Dinlendirici, dinlendiren, ârâm veren. (Farsça)

aram-rüba / arâm-rüba

  • Sıkıntı veren, istirahatı bozan, rahatı kaçıran. (Farsça)

aram-suz / arâm-sûz

  • Huzuru bozan, rahatsızlık veren. (Farsça)

arambahş / ârâmbahş / آرام بخش

  • Dinlendiren, huzur veren. (Farsça)

arz-ı a'şariye / arz-ı a'şâriye

  • Öşür (onda bir vergi) veren memleket.

arz-ı harac

  • Harac veya vergi veren memleket.

asalak

  • Başka hayvan veya bitkilerin üstünde yaşayan ve onlara zarar veren hayvan veya bitki. Parazit.
  • Mc: Başkalarının sırtından geçinen kimse.

asib-resan

  • Zarar veren, musibete atan, belâya düşüren, felâkete sevkeden. (Farsça)

aşub-engiz / aşûb-engiz

  • Karışıklığa medar olan, kargaşalığa sebebiyet veren. (Farsça)

ata

  • (İtyan. dan) Verdi, veren. Geldi, gelen (mânasına da olur, fiildir).

ata-bahş

  • Bahşiş veren. (Farsça)

atabahş / atâbahş / عطا بخش

  • Bahşiş veren, ihsanda bulunan. (Arapça - Farsça)

ateş-hiz / ateş-hîz

  • Ateşliyen, ateş veren.

aver

  • Averden "getirmek" fiilinin emir köküdür, kelime sonuna getirilerek; yapan, eden, olan, veren, götüren gibi manalara sebeb olur. (Farsça)

ayine-i ism-i hayy / âyine-i ism-i hayy

  • Allah'ın, gerçek hayat sahibi olan ve her canlıya hayat veren isminin aynası, yansıdığı yer.

ayiz

  • Mukabil olarak veren. Karşılık olarak verilmiş.

azab-ı elim / azâb-ı elîm

  • Acı veren azap.

azabengiz / azâbengiz / عذاب انگيز

  • Azap veren. (Arapça - Farsça)

azim / âzim

  • Bir yere gitmeğe karar veren. Bir iş hakkında kat'i karar ve niyet sahibi.

azin / âzin

  • Kefil. Birinin yerine kefalet eden.
  • Kapıcı, perdeci.
  • İzin veren.

bac-güzar / bâc-güzar

  • Vergi veren, haraç veren. (Farsça)
  • Geçiş parasına tâbi. (Farsça)

bahçet-i ferah

  • Ferahlık, huzur veren bahçe.

bahş eden

  • Veren, bağışlayan.

bahşeden

  • İhsan eden, veren.

banka

  • İtl. Faizle para alıp veren, kredi, iskonto, kambiyo işlerini gören ticari kuruluş.Faiz dinimizde günahtır. Bankalar dar gelirlilerin paralarını faiz karşılığı toplar, zenginlere daha yüksek faizle verir. Bunlar dar gelirlilerin tasarruf ettikleri paralarla bir iş yeri açar, bir mal üretir ve bu mal

bar / bâr

  • Ek olup "saçan, yağdıran, döken, ışık veren" gibi mânâda kelimeler teşkil edilir. Meselâ: Ateşbâr : Ateş saçan. Ateş yağdıran. (Farsça)

bar-mend

  • Yemiş veren, yemişli ağaç. (Farsça)

bar-ver

  • Yemiş veren, meyvedar, verimli, meyve verici. (Farsça)
  • Mc: Faydalı, faydayı mucib, iyi netice veren. Yararlı. (Farsça)

başir

  • Müjdeci, müjde veren.
  • Mutlu, mesut.

basıt / bâsıt

  • Açan. Yayan. Serici.
  • Ferahlık veren.
  • Dilediği kulunun rızkını genişlendiren Allah (C. C.).
  • Mücerred olup, mürekkep ve müellef olmayan.
  • Tıb: Bir uzvu uzatıp açan adele.

basit / bâsit

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarından bâzısına rızkı az, bâzısına çok veren, sadakaları kabûl edip sevâb veren. Bâzısının rûhunu kabzeden (alan) bâzısının ömrünü uzatan, bâzısının kalbini daraltıp hayırlara (iyiliklere) rağbetsiz, bâzısınınkini ise geniş yapıp, hayırla

baskı

  • t. Basıp sıkacak, tazyik edecek şey. Sıkı tazyik.
  • Basan, ağırlık veren şey.
  • Kalıp, damga.
  • Bir eserin yeni basılışlarının her seferi.
  • Bir basmanın bir def'ada basılan miktarının tamamı. Meselâ: Bu lügatın baskısı 25.000 dir.

bazil

  • (Bezil. den) Bol bol veren, dağıtan. Cömert.

belagat-pira / belâgat-pirâ

  • Belâgata süs veren. Süslü ve belâgatlı konuşan.

ber

  • (Burden) "Götürmek" mastarının emir köküdür. Kelimenin sonuna getirilerek terkipler yapılır. Emirber : Emir dinleyen, emir götüren. Fermanber : Emir veren. Emir dinleyen... gibi. (Farsça)

berat-ı cibayet

  • Vergi, icâre ve resim gibi vakfa veyahut da hazineye ait olan paraları toplamak salâhiyetini veren vesika.

berceste

  • Sağlam ve lâtif. (Farsça)
  • Seçme. (Farsça)
  • Edb: Zahmetsizce hatıra geliveren ve fakat çok kıymetli olan söz. (Farsça)

berr

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). İhsân eden, iyilik eden, yâni her iyilik kendisinden olan, îmân edip, iyi ameller yapmayı nasîb edip, bunlara karşılık âhirette sevâb ve dünyâda sıhhat, kuvvet, mal, makam, evlâd ve yardımcı lar veren.
  • Îtikâdı doğru, amelleri i

beşaret-aver / beşaret-âver

  • Beşaret veren, müjdeci.

beşir

  • Müjdeli haber veren. Müjde getiren.
  • Güler yüzlü. Hub. Cemil.
  • Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bir vasfı.

besus / besûs

  • Okşadıkça süt veren deve.

beyanat-ı harika

  • Hayranlık veren açıklamalar, izahlar.

boşboğaz

  • Yerli yersiz mutlaka bir şey söylemeden içi rahat etmiyen. Saklanması gereken şeyleri söyleyiveren, sır saklamayan. (Türkçe)

bülten

  • Halka bilgi veren, özet olarak yazılmış resmi yazı. (Fransızca)
  • Bir müessesenin, kurumun faaliyetlerini tanıtan ve belli zaman aralıklarıyla yayınlanan mevkute. (Fransızca)

bürokrat

  • Memur sınıfından olan. (Fransızca)
  • Devlet işlerinde muamelelerde şekle aşırı ehemmiyet veren. (Fransızca)

cafi / cafî

  • Cefa eden, eziyet veren.

cail

  • Yapan, bir şey veren, kılan.
  • Yaratıcı.

can-azar

  • Can yakan, can inciten, eziyet veren. Acı çektiren. (Farsça)

can-bahş

  • Hayat bağışlayan, can veren. Sevgili. Cenâb-ı Hak. Allah. (Farsça)

can-efşan

  • Bir dâvâ uğrunda canını veren, canını feda eden. (Farsça)

canbahş

  • Can veren, hayat bağışlayan.

canfeza

  • Gönüle ferahlık veren, can artıran.
  • Ayın 23. gününe verilen ad.

canhıraş

  • Dayanamıyacak derecede acı ve keder veren. (Farsça)
  • Dayanılmayacak derecede acı ve keder veren.

casus

  • (Çoğulu: Cevâsis) Hafiye. Gizli sırları haber veren. Kendi asıl şahsiyetini gizleyip, kendini iyi şahsiyet şeklinde göstererek ve gizli yollarla bir devletin askeri, siyasi ve mâli durumlarına dair haberleri başka bir devlet menfaatına olarak toplayıp bildiren kimse.
  • Gizli sırları haber veren, ajan.

cayir

  • Cevir ve cefâ eden. Eziyet veren.

cazim

  • Kat'i karar veren.
  • Gr: Cezmedici, cezmeden. Arabça bir kelimenin başına gelen bazı harfler o kelimenin sonunu sâkin okutur, o harfe de "câzim" denir. Meselâ "Lem yezuk" aslında (Yezuku) idi. Başına "lem" harfi geldiğinden " Yezuk" diye sâkin okundu.)

cefr / جفر

  • Gaipten haber veren bilim. (Arapça)

cenab-ı feyyaz-ı hakiki / cenâb-ı feyyâz-ı hakikî

  • Gerçek feyiz, bolluk ve bereket veren Allah.

cenab-ı hayy-i layemut / cenâb-ı hayy-i lâyemût

  • Gerçek hayat sahibi olan, her canlıya hayat veren ve zâtına ölüm arız olmayan Allah.

cenab-ı rabbü'l-izzet / cenâb-ı rabbü'l-izzet

  • Herbir varlığa ihtiyaçlarını veren ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran; her şeye gâlip gelen Allah.

cevab-ı şafi / cevab-ı şâfi

  • Şifa veren cevap.

cevaz gösteren

  • İzin veren, müsaade eden.

ciğer-şikafe / ciğer-şikâfe

  • Ciğer parçalayan, çok acı veren.

ciğer-şükaf / ciğer-şükâf

  • Ciğer parçalayan. Çok acı veren. (Farsça)

ciğer-suz / ciğer-sûz

  • Ciğer yakan, acı veren.

ciğerşikaf / ciğerşikâf

  • Ciğer parçalayan, çok acı veren.

cihet-i lezzet

  • Lezzet veren taraf.

cila-bahş / cilâ-bahş

  • Parlaklık veren, parlatan.

cilve-i lezzet

  • Lezzet veren tecelli, lezzetin bir yansıması.

cülab

  • Gülsuyu, cüllâb.
  • İshal veren şerbet, müshil.

da' ma keder / da' mâ keder

  • Keder veren şeyi bırak.

daffat

  • Devesini kiraya veren deveci.

dağıt

  • Emin.
  • Nâzır, bakan.
  • Şiddet veren.
  • Üzüm toplamada kullanılan âlet.

daim-i baki / dâim-i bâkî

  • Kendi varlığı sonsuza kadar devam eden, dilediği varlığa da bekà veren, onları sonsuz ve kalıcı yapan Allah.

dain / dâin

  • (Dâyin) Ödünç veren, borca veren.
  • Alacaklı. İkraz eden.
  • Borç veren, alacaklı.

damin

  • Kefil olan, tazminat veren. Ödeyen.

darbe-i müthişe ve mühlike

  • Dehşet veren ve helâk eden darbe.

daye

  • Çocuk hizmetçisi. Çocuğa süt veren. Dadı. Mürebbi.

dayin / dâyin

  • Borç veren. Alacaklı. Ödünç para veren..
  • Borç veren, alacaklı.
  • Dâin. Borç veren, alacaklı.

deste-dad

  • El veren, yardım eden. (Farsça)

deste-dad-ı teslim

  • Teslim elini veren, itaat eden, uyan. (Farsça)

dev-i acib-i cehennem / dev-i acîb-i cehennem

  • Acayip ve dehşet veren cehennem devi.

deva-i şafi / devâ-i şâfî

  • Şifa veren, iyileştiren ilâç.

devasaz / devâsâz / دواساز

  • Çare olan. (Arapça - Farsça)
  • Tedavi eden, şifa veren. (Arapça - Farsça)

deyyan / deyyân

  • Herkesin hesabını ve hakkını en iyi bilen ve veren. Hâk Teâla. Kahhar. Hâsib. Hâkim. Kadir. Râi. Cenâb-ı Hak.
  • Herkesin hakkını en iyi bilen ve veren Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kıyâmet günü, herkesin dünyâda iken yaptıklarının hesâbını ve hakkını en iyi bilen ve veren.

dih

  • "Veren, verici" mânalarına gelir ve kelimelerle birleşir. Meselâ: Ârâm-dih : Rahatlık veren. (Farsça)

dik / dîk

  • Darlık, sıkıntı. Gam. Kalbe sıkıntı veren.

dil-aram / dil-ârâm

  • Gönül eğlendirici, kalbe rahatlık veren. Gönül okşayan. (Farsça)

dil-aşub

  • Kalbi sıkan, yüreğe sıkıntı veren, gönle eza veren. (Farsça)
  • Kalbi meftun eden güzel. (Farsça)

dil-gir

  • Kalbe sıkıntı veren gönül tutan. (Farsça)
  • Gücenmiş olan, kırgın. (Farsça)

dil-güşa

  • İç açan, gönül açan, kalbe ferah veren. (Farsça)
  • Türk musikisinde bir mürekkeb makam. (Farsça)

diraht-ı meyvedar / diraht-ı meyvedâr

  • Meyve veren, yemişli ağaç.

dolap

  • (Çoğulu: Devâlib) Kuyudan su çıkarıp bahçeleri sulamaya mahsus döner makine.
  • Her çeşit döner çark, çıkrık.
  • İçine eşya vesaire konulan raflı veya rafsız göz.
  • Eskiden selâmlık ile harem arasında eşya alıp vermeye mahsus döner dolap ki, veren ile alan birbirlerini görmez

ebü'l-vakt

  • Tasavvufta kalb makâmından yukarı çıkıp, kalbin sâhibine varan, hallerden kurtulup, halleri verene ulaşan. Bunlara Erbâb-üt-temkîn de denir.

ecir / ecîr

  • Ücretle çalışan, nefsini kiraya veren. Gündelikçi.
  • Bir işi yapmak için kendi kuvvetini veya san'atını kirâya veren, çalışan kimse, işçi.

ecir-i müşterek / ecîr-i müşterek

  • Serbest işçi. Kirâlıyanından (işvereninden) başkasına çalışmaması şartı koşulmamış hamal, terzi, saatçi gibi işçi.

ecuc

  • Işık veren, parlayan. Parlak nesne.
  • Suyun tuzlu ve acı olması.

ef'al-i rabbaniye / ef'âl-i rabbâniye

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın fiilleri.

ehl-i dil

  • (Ehl-i kalb) Kalbi uyanık, basireti ziyade olan. Gönül ehli. Mâneviyata çok kıymet veren, kalben Cenab-ı Hakk'a çok yakınlık hissedip çok hikmetlerden anlayan zât.

ehl-i dünya / ehl-i dünyâ

  • Dünyaya haddinden ziyade kıymet veren, maddeci kimse.

ehl-i keşf-il kubur

  • Kabir âleminde olanları bilen, kabirdeki ölünün ahvâlini keşfedip doğru olarak haber veren veli, evliya.

ehl-i zahir / ehl-i zâhir

  • Âyet ve hadislerin sadece lâfızlarına, şeklî mânâlarına göre tefsir yapıp hüküm veren âlimler.

ehl-i zimme

  • İslâm devleti uyruğu olan ve harac (vergi) veren Hıristiyan ve Yahudiler.

ehlifelsefe

  • Felsefeciler, felsefeye önem veren kimseler.

el-adl

  • Her hak sahibine hakkını veren, sonsuz adalet sahibi olan Allah.

elektrik-i mudi

  • (Elektrik-i muzi) Parlak ışık veren, parlayan lâmba.

elektrik-i muzi / elektrik-i muzî

  • Parlak ışık veren, aydınlatan lamba.

elem-i elim / elem-i elîm / اَلَمِ اَلِيمْ

  • Çok acı veren sıkıntı, dert.
  • Çok acı veren ızdırap.

elemli

  • Acı veren, üzücü.

elim / elîm / اليم / اَل۪يمْ

  • (Elime) Acı veren, acıtan, ağrıtan. Çok şiddetli ağrı veren.
  • Acı veren, acılı.
  • Acı veren.
  • Acı veren.

elimane / elîmâne

  • Acı çektiren, elem veren.

emr-i tekvini / emr-i tekvînî

  • Yaratma emriyle ilgili; Allah'ın birşeye "kün=ol!" deyince onu derhal olduruveren emriyle ilgili.

engiz

  • "Koparan, veren" mânâsında son ek.

enişe

  • Hafiye, gizli polis. (Farsça)
  • Casus. Gizli haberler öğrenerek veya sırları çözerek düşmanlara haber veren kimse. (Farsça)
  • Dalkavuk, yaltakçı. (Farsça)

entak

  • (Nutk. dan) Çok güzel söz söyliyen, çok iyi nutuk veren.

er-rahman / er-rahmân

  • Çok merhamet sahibi olan ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah.

erbab-ı tarikat

  • Kendini tarikata, tasavvufa verenler.

errahim

  • En merhametli, büyük nimetler veren, verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedi nimetler vermek suretiyle mükâfatlandıran Allah (C.C.)

esbab-perest

  • Sebeplere taparcasına değer veren.

esbabperest

  • Allah'ı unutup sebeplere haddinden fazla değer veren.
  • Allah'ı unutarak sebeblere haddinden ziyade değer veren. Her şeyi bir sebebe bağlayıp, Allah'ın fâil ve her şeyin hâkimi olduğunu inkâr eden veya ona kıymet vermek istemeyen.

esrar

  • (Tekili: Sır) Sırlar. Gizli hikmetler ve mânalar. Bilinmeyen şeyler.
  • Keyif veren zehir. Uyuşturucu madde.
  • Elinde ve el ayasında olan hatlar.

evham-saz / evham-sâz

  • Evham veren. (Farsça)

evhaş

  • Nefret veren şey.

faaliyet-i hayretnüma / faaliyet-i hayretnümâ

  • Hayret veren, hayranlık uyandıran faaliyet.

facia

  • Musibet, çok acı veren olay.

faide-bahş / fâide-bahş

  • Fayda veren, faydalı.

fazl-ı rabbani / fazl-ı rabbâni

  • Her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın sunduğu manevî ihsan ve nimetler.

feci' / fecî'

  • Çok acı veren, acıklı.

felaket / felâket

  • Büyük zararlar veren olay.

fenn-i hayvanat

  • Zooloji ilmi; hayvanları inceleyen ve onlar hakkındaki bilgi veren ilim dalı.

fenn-i hikmet-ül eşya

  • Tabiat bilgisi. Eşyadaki intizam, mükemmellik ve insanlara olan faydaları ve onlardan faydalanmak hakkında bilgi veren ilim kolu.

fenn-i iaşe / fenn-i iâşe

  • İnsanlar ve hayvanların besleniş ve yaşayışları hakkında bilgi veren ilim dalı.

fenn-i makina

  • Çeşitli makineler ve onların kısımlarının işleyişleri hakkında bilgi veren ilimler. Mihanikiyet.

fenn-i nebatat

  • Botanik ilmi; bitkileri inceleyen ve onlar hakkında bilgi veren ilim dalı.

ferah-bahş

  • Sevinç veren, sevindiren. Ferah bağışlayan. (Farsça)

ferah-efşan

  • (Ferah-feşân) Sevinç veren, ferah saçan. (Farsça)

ferahbahş / فرح بخش

  • Ferahlık veren, iç açıcı. (Arapça - Farsça)

ferid

  • Benzeri pek nâdir bulunan. Benzeri bulunmayan, yektâ.
  • Doğrudan doğruya Kur'andan ders alıp ders veren ve kuvve-i kudsiye sahibi olan Evliyaullah. Yalnız ve münferid.
  • Zamanında eşine rastlanmıyan. Akran ve emsali yok.
  • Dizilmiş inci.
  • Bir tane, nefis ve müntehab

ferman-ferma

  • Hüküm süren, emir veren, emir buyuran, hüküm fermâ.

fermanferma / fermânfermâ / فرمان فرما

  • Padişah. (Farsça)
  • Komutan. (Farsça)
  • Buyrukçu, buyruk veren. (Farsça)

fettah-ı allam / fettâh-ı allâm

  • Herşeyi en ince ayrıntılarına varıncaya kadar bilen ve her şeye ayrı ayrı sûretler veren; Allah.

feyyaz / feyyâz / فَيَّاضْ

  • Çok feyz veren. Çok bereket ve bolluk veren.
  • Feyiz, bereket ve bolluk veren. Allah.
  • Pekçok feyiz, bolluk ve bereket veren.
  • Çok feyiz veren.
  • Çok feyiz ve bereket veren.

feyyaz-ı mütea / feyyâz-ı müteâ

  • Çok bereket ve bolluk veren yüce Allah.

feyyaz-ı müteal / feyyaz-ı müteâl / feyyâz-ı müteâl / فَيَّاضِ مُتَعَالْ

  • Çok feyz ve bereket veren. Müteâl olan Allah (C.C.)
  • Hiçbir kayıt ve şarta bağlı olmadan çok bereket ve bolluk veren yüce Allah.
  • Çok feyiz ve bereket veren yüce Allah.

feyyaz-ı mutlak / feyyâz-ı mutlak

  • Sınırsız feyiz, bolluk ve bereket veren Allah.

feyz-aver

  • Feyz getiren. Feyiz veren. (Farsça)
  • Bolluk veren. (Farsça)

feyz-bahş

  • Feyiz ve bereket veren, feyiz bağışlayan. (Farsça)

feyzaver / feyzâver

  • Feyiz veren, bolluk getiren.

feyzbahş / فيض بخش

  • Verimli, bereketli. (Arapça - Farsça)
  • Feyiz veren. (Arapça - Farsça)

feza-yı şadüman / feza-yı şâdüman

  • Sevinç ve neşe veren bir atmosfer, saha.

fiil-i rabbaniye / fiil-i rabbâniye

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın fiil ve icraatı.

firak-ı elim / firak-ı elîm

  • Acı veren ayrılık.

fonoğraf

  • Gramofonun ilk şekli. Ses cihâzı. Sesi alıp tekrar veren âlet. (Fransızca)

gaile

  • Üzüntü veren belalı iş.

gamgüsar / gamgüsâr

  • Gam ve kederi def eden, teselli veren.

gamm-alud

  • Kederli, gamlı, hüzünlü, kaygı veren. (Farsça)

gamm-güsar / gamm-güsâr

  • Teselli veren, gam ve kederi defeden dert ortağı. Arkadaş. (Farsça)
  • Teselli veren, hüzün ve kederi defeden. (Farsça)

gamm-nisar

  • Hüzün veren, kederli eden. (Farsça)

gamm-perver

  • Keder veren, hüzünlendiren, gam artıran. (Farsça)

gammaz

  • Birisine iftira ederek zarar veren. Münafık, fitneci.
  • Adamın ayıplarını arayıp gizli şikâyet eden.
  • Tersane kethüdalarına mahsus altı çifte kayık.
  • "Gamz"dan. İftiracı, fitne koğucu. Birine iftira ederek zarar veren kimse.

garur

  • Dünyada insana gurur veren herhangi bir şey.
  • Aldatıcı.
  • Allahı unutturan.

gaşy-aver / gaşy-âver

  • Baygınlık veren, bayıltan. (Farsça)

gayb-bin / gayb-bîn

  • Gaybı gören, görünmeyen âlemden haber veren.
  • Gaybı gören. Herkesin bilemediği geleceği feraseti ile hissedip bilen. İstikbalden haber veren. (Farsça)

gaybi-yi asümani / gaybî-yi âsümânî

  • Gaybî ve semâvî bilgileri veren.

gıda-bahş

  • Gıda veren, besleyen.

grev

  • İşçilerin isteklerini işverene kabul ettirmek için, işlerini hep birlikte bırakmaları.İslâmiyette işçi hakları çok ciddi korunmakla beraber, grev ve benzeri hareketlere başvurulması istenmez. Çünki grev, millî gelire zarar verdiği gibi, sosyal grupları doğurmakla boğuşmalarına ve dolayısıyla da mill (Fransızca)

gülistan-ı ferah-feza / gülistan-ı ferah-fezâ

  • Ferahlık veren gül bahçesi.

guş-dar

  • "Kulak tutan." Sözü tam mânasıyla dinleyen, kulak veren. (Farsça)

güşa

  • Açıcı, açan mânâsına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Dil-güşa : Gönüle ferahlık veren. Gönül açan. (Farsça)

habib-i rahman / habib-i rahmân

  • Sonsuz merhamet sahibi ve yarattığı bütün varlıklara şefkatle rızıklarını veren Allah'ın en sevdiği kulu olan Hz. Muhammed.

hacalet-aver / hacalet-âver

  • Utandırıcı. Utanç veren. (Farsça)

hadi / hâdî

  • Hidayet veren Allah.

hadika-yı ferahfeza / hadîka-yı ferahfeza

  • İç açan bahçe. Gönüle ferahlık veren bahçe.

hadisat-ı müthişe / hâdisât-ı müthişe

  • Dehşet veren olaylar.

hadşe-aver

  • Rahatsızlık veren, insanı sıkıntıya koyan. (Farsça)

hadşe-nisar

  • Merak veren, vesvese. (Farsça)

hail

  • Korku ve dehşet veren.

hak-bin / hak-bîn

  • Hakkı gören. Hak veren. Hakka imân eden. Hakka inanan. (Farsça)

hakem

  • Her şey hakkında küllî ve genel hükmü veren ve her şeyi küllî hükme göre adalet ve denge ile yaratan Allah.

hakem-i zülcelal / hakem-i zülcelâl

  • Herbir şey nasıl olacaksa onun keyfiyeti hakkında genel hükmü veren sonsuz haşmet sahibi Allah.

hakim / hâkim

  • "Hüküm veren, hak ve adalet üzere hükmeden, başkasını müdahale ettirmeden idare eden" mânâsında ilâhî isim.
  • Hakim, yargıç, hüküm veren, hükmeden, hükümran olan, üstün olan.
  • Haklı ve haksızı ayırıp, hak ve adâlet üzere hükmeden, karar veren.

hakim-i hakem-i hakim-i zülcelali ve'l-cemal / hâkim-i hakem-i hakîm-i zülcelâli ve'l-cemâl

  • Herşeyin hâkimi, her varlığın küllî hükmünü veren, her şeyi hikmetle ve yerli yerinde yaratan, sonsuz büyüklük ve güzellik sahibi.

halavetbahş

  • Zevk veren, hâlâvet veren. (Farsça)

halık-ı mennan / hâlık-ı mennân

  • Sayısız nimet veren ve ihsanı bol Allah.

halık-ı rahmanü'r-rahim / hâlık-ı rahmânü'r-rahîm

  • Çok merhamet sahibi olan ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren, sonsuz rahmetiyle her bir varlığa ayrı ayrı şefkatini gösteren ve bütün varlıkların yaratıcısı olan Allah.

halveti / halvetî

  • Gizliliğe önem veren bir tarikatın mensubu.

hamr

  • Ekşi. Şarap. İçki olup sarhoşluk veren şey.
  • Birine bâde içirmek.
  • Bir hususu söylemeyip setreylemek. Ketmeylemek.
  • Şarab, sarhoşluk veren içki.

hannas / hannâs / خَنَّاسْ

  • İnsanların kalblerine vesvese veren sinsi şeytan.
  • Sinerek vesvese veren, şeytan.

haremeyn

  • Hürmete ve saygıya lâyık iki belde. Mekke-i mükerreme ve Medîne-i münevverenin ikisine verilen ad. Mekke-i mükerremede Kâbe-i muazzama, Medîne-i münevverede sevgili Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem mübârek kabr-i şerîfi bulunduğu için her ikisine saygı ve hürmet duyulması gereken yer mânâ

harika / hârika

  • Olağanüstü, hayranlık veren.

haşmet-i rububiyet

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye eden Allah'ın idare ve egemenliğinin ihtişamı.

haşv-i kabih

  • Edb: Söze çirkinlik veren kelime fazlalığı.

hatif

  • Gayıptan haber veren cinnî.
  • Sesi işitilen ve kendisi görülmeyen, seslenici. Ses verici, çağırıcı.

hatime-keş

  • Son veren, hâtime çeken, bitiren, sona erdiren. (Farsça)

hatır-güşa

  • Gönle ferahlık veren. İç açan. (Farsça)

hatıra-i sürur

  • Mutluluk veren hatıra.

havale

  • Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama.
  • Görmeyi önleyen duvar gibi perde.
  • Tıb: Küçük çocuklarda veya gebe kadınlarda bazan meydana gelen, baygınlık veren bir hastalık.
  • Postadan gelen emanet kâğıdı.

hayal-i hail / hayal-i hâil

  • Korku ve dehşet veren hayal.

hayat-bahş

  • Hayat bağışlayan, hayat veren, zindelik veren. (Farsça)

hayatbahş / حيات بخش

  • Hayat veren. (Arapça - Farsça)

hayret-bahş

  • Hayret veren.
  • Hayret veren, şaşırtan. (Farsça)

hayret-bahşa / hayret-bahşâ

  • Hayret bahşeden, hayret veren.
  • Hayret veren, şaşkınlık veren, hayrete düşüren. (Farsça)

hayret-engiz

  • Hayret veren. Hayret içinde bırakan. (Farsça)

hayret-feza / hayret-fezâ

  • Hayret veren, hayreti artıran. (Farsça)

hayret-nüma / hayret-nümâ

  • Hayret gösteren, hayret veren. (Farsça)

hayretbahşa / hayretbahşâ

  • Hayret veren.

hayretengiz

  • Hayret veren.

hayretnümun / hayretnümûn

  • Hayret veren, şaşırtan.

hayy-ı kayyum / hayy-ı kayyûm

  • Her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah.

hayy-ı kayyum-u ezeli / hayy-ı kayyûm-u ezelî

  • Varlığının ve diriliğinin başlangıcı olmayıp her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah.

hazin / hazîn

  • Hüzün veren, acıklı.

hazine-i rabbaniye / hazine-i rabbâniye

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve hâkimiyeti altında bulunduran Allah'ın hazinesi.

hazır u nazır

  • Her yerde hazır olup, bilen ve gören, yardım eden veya herkese lâyık cezasını veren Allah (C.C.)

hazırcevap

  • Her söze derhal ve düşünmeden münasib cevap veren kimse.

heşaş

  • Açık yüzlü şen yeynicek kişi.
  • Sağan kimseye sevip sütünü veren koyun.

hevl-aver / hevl-âver

  • Korkunç, korku getiren, korku veren. (Farsça)

heybet

  • Hürmetle beraber koruk hissini veren hal. Sakınıp korkulacak hal. Azamet.
  • Hürmetle beraber korku veren hâl.

hidayet-bahş

  • Hidâyet veren.

hidayetbahş / hidâyetbahş

  • Hidayet veren.

hidemat-ı amme / hidemat-ı âmme

  • Umuma ait vazifeler. Kamu görevleri. Millete fayda veren hizmetler.

hikemiyyat

  • Hikmet ve felsefeye âit söz ve düşünceler. Yeni yeni bilgiler veren kıssalar, ibret verici hâdiseler bildiren yazılar, sözler.

hikmet-resan

  • Hikmete ulaştıran, hikmet veren.

hılt-ı redi / hılt-ı redî

  • Vücudun hastalanmasına sebebiyet veren madde.
  • Bir şeye karışmış olan şey.

himaye-i rabbaniye

  • Her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın koruma ve himâyesi.

hırka

  • Bez parçası. Bezden mâmul elbise.
  • Tas: Mânen dünya zevk u safâsından çekilip kendini ibadete verenlerin elbisesine hırka-i tecrîd denir.

hiss-i elim / hiss-i elîm

  • Acı veren duygu.

hiss-i heyecan

  • Heyecan veren his.

hiss-i hüzn-ü gamdar

  • Gam veren hüzün hissi.

hiyerarşi

  • Mevkilerin, salâhiyeterin ve rütbelerin önem sırası. (Fransızca)
  • Sıra gözetilerek yapılan herhangi bir tasnif. (Fransızca)
  • Huk: Aynı teşkilâta bağlı kişiler arasında yukarıdan aşağıya bir kontrol imkânı veren ve bu suretle astı üste bağlayan alâka. (Fransızca)

hizmetgüzar

  • Komisyoncu. (Farsça)
  • Şunun bunun işini görüveren. (Farsça)

hükema ve ulema-yı zahiri / hükemâ ve ulemâ-yı zâhirî

  • Zahire ve dış görünüşe göre hüküm veren alimler ve filozoflar.

hükema-i meşaiyyun / hükemâ-i meşaiyyun

  • Aristo felsefesi yolunda olan ve derslerini gezerek veren meşaiyyun filozofları.

humar

  • Sarhoşluk veren ve haram olan içkiden sonra gelen baş ağrısı.
  • Sersemlik.
  • Bir şeyin acısı burnundan gelmesi.

hurrem

  • Sevinçli. Mesrur. Şen. Ferahlık veren. Taze ve hoş. Güler yüzlü. (Farsça)

hüsn-aver

  • Güzelliği çoğaltan. Güzellik veren. (Farsça)

huteba-i umumi / huteba-i umumî / hutebâ-i umumî

  • Herkese hitâp edenler, umuma ders verenler.
  • Herkese hitâbeden, umuma ders verenler. (Farsça)

huz ma safa, da'ma keder / huz mâ safâ, da'mâ keder

  • "Safâ olanı al, keder vereni bırak", "Allahın müsaadesi olan ve neticesi safâ veren şeyi al, sonu keder vereni bırak", "İyisini al, kötüsünü bırak" meâlindedir.

huzmasafadamakeder / huzmâsafâdâmâkeder

  • Safa vereni al keder vereni bırak.

hüzn-aver

  • Keder veren. Gam veren. Hüzün verici. (Farsça)

hüzn-engiz

  • Hüzün veren. Keder verici. (Farsça)

hüznengiz / hüznengîz / حزن انگيز

  • Hüzün veren, üzen.
  • Hüzün veren. (Arapça - Farsça)

hüznengizane / hüznengizâne

  • Üzüntü veren bir hâlde.

hüzün-engiz

  • Hüzün veren.

huzur-aver

  • Huzur ve rahatlık verici, sükunet veren. (Farsça)

i'dadiye

  • Hazırlığa ait. Hazırlığa mahsus.
  • Orta tahsili veren okullar. Vaktiyle rüşdiyeden sonra gidilip yüksek mekteblere girebilmek için lâzım gelen bilgileri öğreten okul. Sultaniyelerden aşağı olan mekteb.

iaşe-i rabbaniye / iaşe-i rabbâniye

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın beslemesi, yedirip içirmesi.

ibare

  • Bir fikri anlatan bir veya birkaç cümlelik yazı. Parağraf.
  • İbretli ders veren söz.

ibretbahş

  • İbret veren, ibreti iktiza eden. (Farsça)

ibretnüma

  • İbret gösteren. İbret veren. (Farsça)

ibtida-i dahil / ibtida-i dâhil

  • Tar: Medreselerden orta tahsili verenler.

ibtidai / ibtidaî

  • Başlangıca ait, en önce olarak. İlk, evvelâ.
  • Ham, işlenmemiş.
  • İlk tahsil veren okul. (Daha da evvel bunun yerine "Sıbyan Mektebi" tabiri kullanılırdı.)

iğde

  • Kızılcığa benzer bir meyve ve bu meyveyi veren ağaç ve çiçeği.

iğneli fıçı

  • Mc: Eziyetli ve usandırıcı iş. İnsana eziyet veren ve rahatsız eden yer.

ihbar eden

  • Haber veren.

ihbariyye

  • Haber vermek işi.
  • Kaçak veya kayıp eşyayı haber verene mükâfat olarak verilen para.

ihsan eden

  • Bağışlayan, veren.

ikram-ı rabbani / ikram-ı rabbânî

  • Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın bağış ve ihsanı.

iman-ı hayret

  • Hayret veren, hayret ettiren.

iman-ı tahkiki / iman-ı tahkikî

  • İmana aid bütün mes'eleleri yakînî surette tedkik ile bilmek ve yaşamak ve tahkikî iman derslerini veren ve taklidî imanı tahkike tebdil eden eserleri sadakatla okumak neticesinde hâsıl olan sağlam, sarsılmaz iman. (Mü'minin kalbi tasdik nuru ile o derece münevver olmasıdır ki, o nur bütün letaif-i

in'am eden / in'âm eden

  • Nimeti veren.

in'amperver

  • Nimetlerle bezeyen, çok nimet veren. Tehlikelerden sâlim kılan. (Farsça)

inayet ve lutf-u rabbani / inâyet ve lûtf-u rabbânî

  • Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın yardım ve lûtfu.

inkılab-ı mes'ud / inkılâb-ı mes'ûd

  • Mutluluk ve huzur veren değişim, Hürriyet inkılâbı.

intaç eden

  • Sonuç veren.

irade / irâde

  • Allahü teâlânın sübûtî sıfatlarından. Allahü teâlânın dilemesi.
  • İstemek, seçmek, dilemek tercih etmek.
  • Tasavvuf yoluna yeni girenlerin başlangıç halleri. Allahü teâlânın rızâsına kavuşmaya azmedenler, karar verenler için ilk konak.

iras eden / îras eden

  • Netice veren, bırakan.

irfan mektebi

  • İrfan okulu; Cenâb-ı Hakkı tanıtan, bildiren, hak ve hakikate ulaştıracak bilgiyi ders veren okul.

ism-i hakem ve hakim / ism-i hakem ve hakîm

  • Varlıklar hakkında küllî hüküm veren ve o hükme göre sebepleri ve eşyayı hikmetle sevk eden Allah'ın ismi.

ism-i hayy ve kayyum / ism-i hayy ve kayyûm

  • Gerçek hayat sahibi olan, her canlıya hayat veren, her şeyi Kendi varlığıyla ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren Allah'ın ismi.

ismar eden

  • Meyve veren.

istifade-bahş

  • Fayda bahşeden, veren.

istigşaş

  • Nasihat edip öğüt veren ve doğru söyleyen kimseyi düşman sanmak.

iştiyakengiz

  • İstek veren.

itmi'nanbahş

  • Güven veren, rahatlık veren.

ittifak-ı evham-saz

  • Evham ve şüphe veren birlik.

iz'an-rüba

  • Anlayışı şaşırtan. Aklı oynatan. Çok hayret ve taaccüb veren. Aklı alan. (Farsça)

iz'an-rüba-i kainat / iz'an-rüba-i kâinat

  • Kâinatın aklı alan vechesi, herkese hayret ve şaşkınlık veren yüzü.

iz'an-rüba-yı kainat / iz'an-rübâ-yı kâinat

  • Kâinatın herkese iman veren yüzü.

ıztırab-aver / ıztırab-âver

  • Iztırab veren, elem çektiren. (Farsça)

izzü-d-devle

  • Tar: Müslüman hükümdarları tarafından sık sık kullanılan ve devlete değer veren, devletin değeri mânâsına gelen bir ünvan.

kabus / kâbus

  • Sıkıntı ve korku veren.

kadı / kâdı

  • İslâm hukûkuna göre hüküm veren hâkim.

kadiülhacat / kadîülhâcât

  • İhtiyaçları veren, Allah.

kaf nun / kâf nun

  • Arapça "kün" (ol) emrinin harfleri; Allah'ın birşeye "Ol" deyince onu hemen olduruveren emri.

kafi / kâfi / kâfî

  • Kifayet eden. Vâfi, başka şeye ihtiyaç bırakmayan. Yeten, yetişen, elveren.
  • Elveren, yetişen, yeter.

kafiye

  • Şiirde dizelerin sonunda tekrarlanan ve aynı sesi veren hecelerin benzeşmesi.

kahin / kâhin / كاهن

  • Gelecekten haber veren kimse.
  • Gaipten haber veren, kehanette bulunan. (Arapça)

kahinane / kâhinane

  • Kâhin gibi ve ona benzer şeklide haberler veren. Bir nevi zan ile gaibden haber verir gibi. (Farsça)

kanaatbahş / kanaâtbahş

  • Kanaat veren.

kanadil-i nuriye / kanâdil-i nuriye

  • Işık veren kandiller.

kanun-u emri / kanun-u emrî

  • Allah'ın bir şeye "Ol" deyince onu hemen olduruveren emrini ifade eden kanun.

kanunperest

  • Kanun kuvvetine önem veren, kanuna saygılı.

kaside-i ercuze / kaside-i ercûze

  • (Ürcuze) Hz. İmam-ı Ali (R.A.) tarafından bahr-ı recez vezni üzere yazılan ve istikbalden haber veren meşhur kasidenin adı.
  • Hz. Ali tarafından yazılan ve istikbalden haber veren kaside.

kasvet-bahş

  • Kasvet ve sıkıntı veren. (Farsça)

kasvet-efza

  • Kasvet ve iç sıkıntısı veren. (Farsça)

kasvet-engiz

  • Kasvet ve iç sıkıntısı veren. (Farsça)

kasvet-nak / kasvet-nâk

  • İç sıkan, sıkıntı veren. (Farsça)

kaza / kazâ

  • Zarar veren olay.

kederefza / kederefzâ

  • Keder ve sıkıntı veren. Keder verici. (Farsça)

kefil

  • Güvence veren, garantör.

kelal-aver / kelâl-âver

  • Yorgunluk ve bıkkınlık veren. Sıkıcı, yorucu. (Farsça)

kelime-i rabbaniye / kelime-i rabbâniye

  • Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın kelimesi, sözü.

keramet-i gaybiye / kerâmet-i gaybiye

  • İleriye dönük, geleceği haber veren kerâmet.

keriyy

  • Kiraya veren veya kiraya alan. (ikisine de ıtlak olunur.)

kevahin

  • (Tekili: Kâhin) Kâhinler. Falcılar. Gaibten haber verenler.
  • Alimler.

kıyas-ı fasit / kıyas-ı fâsit

  • Bozuk kıyas, yanlış sonuç veren kıyas.

kıyas-ı kat'i / kıyâs-ı kat'i

  • Doğru sonuç veren kıyas.

kompleks

  • Bir anda kavranamıyacak şekilde çeşitli sebeblerden, unsurlardan meydana gelmiş. (Fransızca)
  • Basit olmayan. Mürekkep. (Fransızca)
  • İnsanların davranışlarına, ruh hâllerine yön veren birbirine bağlı şuuraltı hayallerinin bütünü. (Fransızca)

kulunç

  • Acı veren bir hastalık.

kün

  • Allah'ın birşeye "Ol" deyince onu hemen olduruveren emri.

kün emri

  • "Ol!" emri; Allah'ın birşeye "Ol!" deyince onu hemen olduruveren emri.

kur'an-ı rabbani / kur'ân-ı rabbânî

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın Kur'ân'ı; kâinat kitabı.

küreyvat-ı hamra

  • Kırmızı kan kürecikleri. Kana kırmızı rengini veren, çekirdeksiz, yuvarlak, küçük hücrecikler olup kanın her mm.küpünde beş milyon kadar bulunurlar, beden hücrelerine erzak dağıtırlar ve bir kanun-u İlâhî ile hücrelere erzak yetiştirirler. (Tüccar ve erzak memurları gibi)

küşa

  • "Açan, açıcı" mânâlarına gelerek tamlama yapımında kullanılır. Meselâ: Dil-küşâ : Gönül açan, gönül açıcı, ferahlık veren. (Farsça)

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

kütle-i nariye / kütle-i nâriye

  • Yanan ve ışık veren gök cismi.

kuvvet-i zahr

  • Destek veren kuvvet, yardımcı kuvvet.

kuvvet-üz zahr

  • Arka veren kuvvet. Yardımcı, imdadcı kuvvet. Geriden gelen yardımcı.
  • İcabında arkadan yardımcı olacak asker kuvveti. İmdâda hazır asker.

la kayyume illallah / lâ kayyûme illâllah

  • Allahtan başka varlıkları ayakta tutan ve onlara bekâ veren yoktur.

lafızperest / lâfızperest

  • Kelimenin mânâsından çok, sözlerine önem veren ve kelimenin dış şekliyle çok meşgul olan kimse.

lerzebahş

  • Titreme veren, titreten. (Farsça)

lerzeresan

  • Titreme veren, titreten. (Farsça)

liberal

  • Kişi hürriyetine önem veren.

likah

  • (Tekili: Lükuh) Süt veren dişi develer.

lokavt

  • ing. Bir işverenin, isteklerini kabul ettirmek gayesiyle işyerini kapaması.

lügaz

  • (Çoğulu: Elgâz) Meyletmek, eğilmek, yönelmek.
  • Yaban fâresinin delikleri.
  • Yolcuya zahmet veren çapraşık yol.
  • Bilmece.

lüks

  • Lât: Aşırı süs.
  • Işık ölçü birimi.
  • Kuvvetli ışık veren bir nevi petrol lâmbası.

lüküs

  • Kuvvetli ışık veren, petrol veya gazla yanan bir tür lamba.

lütf-u rabbani / lütf-u rabbânî

  • Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın ihsanı, bağışı.

lütf-u rububiyet

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah‘ın iyilik ve bağışı.

maddi / maddî

  • (Maddiye) Cismâni. Madde ile alâkalı olan. Maddeye ait.
  • Paraca ve malca.
  • Paraya ve mala fazlaca ehemmiyet veren.
  • Dokunma, koklama, görme, işitme, tatma ile hissedilip duyulan şeyler.

mahasin

  • (Mehâsin) İyilikler. İyi ahlâklar.
  • İnsanın vücudunda hüsün ve cemal yerleri.
  • Güzel tavırlar.
  • İnsanın yüzüne güzellik veren bıyık ve sakal.

mahile

  • (Çoğulu: Mahâyil) Düşünmeğe sebebiyet veren işaret, alâmet.

mahsuldar

  • Verimli, bereketli. Mahsul veren. (Farsça)

mahzi / mahzî

  • Kepâzelik ve rüsvaylığa sebep olan huy. Rezil olmağa sebebiyet veren kötü huy.

mandıra

  • yun. Süt ve süt ürünlerinin elde edildiği; süt veren hayvanların barındığı yer.

mayıh

  • (Çoğulu: Mâha) Kova doldurmak için kuyu içine inen kişi.
  • Bahşiş veren, atâ eden.

mayir

  • (Çoğulu: Miyâr) Taamlandıran, yiyecek veren.

medar-ı gaflet / medâr-ı gaflet

  • Gaflete sebebiyet veren.

medar-ı teessüf / medâr-ı teessüf

  • Üzüntü veren, üzüntü kaynağı.

medaris / medâris

  • Medreseler, okullar; Osmanlı döneminde dinî eğitim veren yüksek öğretim kurumları.

mededkar / mededkâr

  • Yardımcı, muin, nâsır. Nusret veren. (Farsça)

mefharet

  • Birine şeref veren şey. İftihar edilecek, övünülecek şey.

mefzaha

  • Rezilliğe ve kepâzeliğe sebebiyet veren şey.

mekarih / mekârih

  • (Tekili: Mekrehe) İnsana tiksinti veren şeyler.
  • Sıkıntılar, dertler.

mekruh

  • İğrenç, tiksinti veren.
  • Haram olmayan ve zaruret olmadıkça yapılması uygun görülmeyen iş.

menfaatbahş

  • Faydalı, yararlı. Menfaat ve fayda veren. (Farsça)

mennac

  • Çok bahşiş veren. İhsan eden.

mennan / mennân

  • İhsanı bol. Çok çok ihsan eden. En çok nimet veren. (Allah)
  • İhsan, bağış, nimeti çok olan ve çok veren, Allah.

merak-aver / merak-âver

  • Merak verici. Merak veren.

merambahş

  • Bir kimseye isteyip arzuladığı şeyi veren. (Farsça)

merdüm-azar

  • İnsanları inciten. Halka eziyet veren. (Farsça)

merkez

  • (Rekz. den) Bir şeyin ortası. Vasat. Yol. Durum, vaziyet. Hal, suret.
  • Şubeleri bulunan bir teşkilâtın idâre olunduğu ve emir veren yeri, makamı. Bir şeyin en işlek yeri. Teşkilât olan yerin en yüksek makamı.
  • Geo: Dairenin orta noktası. Çaplarının kesim noktası.

meserret-bahş

  • Sevinç veren, mutluluk bahşeden.

meşşaiyyun

  • Meşşâiler. Derslerini gezerek veren, peygamberlere uymayarak yalnız akıl ve fikir ile hakikatı bulmaya çalışan ehl-i dalâlet. Dinsizlik yolunu açanlar, sadece akla itimad eden ve vahye tâbi olmayan imânsızlar.

mesti-bahş / mestî-bahş

  • Sarhoşluk veren, sarhoş edici. Bayıltıcı. (Farsça)

mev'izakar / mev'izakâr

  • Nasihat veren, öğüt eden. Nâsih. (Farsça)

mevacid / mevâcid

  • Vecd hâlleri. Kalbî zevk veren istiğrak halleri.
  • Kalbe zevk veren hâller.

mevadd-ı muzırra

  • Zararlı maddeler. Zarar veren şeyler.

mevlim

  • İncitip acıtan. Elem veren.

meyvebar

  • Yemiş veren, meyveli. (Farsça)

meyvedar

  • Yemişli, meyveli, meyve veren. (Farsça)
  • Meyve veren.

mihail

  • Resul-i Ekremin (A.S.M.) geleceğini haber veren ve bir ismi de Mişâil olan eski zaman Peygamberlerinden bir Zâttır. Kitabının 4. bab'ında: "Ahir zamanda bir ümmet-i merhume kaim olup, orda hakka ibadet etmek üzere, mübarek dağı ihtiyar ederler. Ve her iklimden oraya birçok halk toplanıp Rabb-ı Vâhid

mincere

  • Soğuk suya harâret veren kızmış sıcak taş. (O suya "necire" derler.)

minfak

  • Çok fazla nafaka veren.

mir'at-ı vacibü'l-vücud ve'l-mennan / mir'ât-ı vâcibü'l-vücud ve'l-mennân

  • Varlığı zorunlu olup var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan ve yarattıklarına herşeyi karşılıksız veren Allah'ın isim ve sıfatlarını yansıtan ayna.

mısbah

  • Kandil. Çıra. Meş'ale. Lâmba. (Aya, güneşe, yıldızlara ve mecâzen de Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) bu isim verilmiştir.)Sabah ve sabahat maddesinden ism-i âlettir ki; sabah gibi lâtif ve kuvvetli aydınlık veren lâmba demektir.

mişkat-ı misbah / mişkât-ı misbah

  • Işık veren lâmba, kandil.

mu'cib

  • (Aceb. den) Taaccübe, hayrete düşüren. Şaşkınlık veren.

mu'id / mu'îd

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Mahlûkâtı (yaratılmışları) dünyâdaki hayatlarından sonra öldürüp, ölümden sonra onları tekrar dirilten, hayât veren.

mü'min

  • Allah'a ve emirlerine, kanunlarına iman eden. İnanan. Allah'a, âhirete, kitablarına, meleklerine, peygamberlerine ve kadere iman edip itaat eden kimse.
  • Emniyete kavuşan.
  • Korkulardan emniyet veren (Allah C.C.)
  • Allahü teâlânın Esmâ-ül-hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Her türlü emân ve emniyet (güven) veren.
  • Îmân eden, Resûl-i ekremin bildirdiklerinin hepsini kalbi ile kabûl edip, dili ile söyleyen.

mü'si / mü'sî

  • Kederli kimseyi avutan, gamlı kimseye teselli veren.

mu'tecir

  • Sadaka veren.

mu'teni

  • İtina eden. Özenen. Dikkat ve ehemmiyet veren.

mu'ti / mu'tî

  • Veren, ihsân eden mânâsına Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden).
  • Veren. İtâ eden.

mu'zi / mu'zî

  • (Ezâ. dan) Eziyet ve sıkıntı veren. Rahat bırakmayan, inciten.

mü'zi

  • Ezâ veren, eziyet eden.

mu'zib

  • (Azab. dan) Azab ve eziyet veren

muallim-i ahlak-ı aliye / muallim-i ahlâk-ı âliye

  • Yüksek ahlâkı öğreten, ders veren.

muallim-i hikmet

  • Hikmet öğretmeni; varlıklardaki hikmetleri, gaye ve sırları insanlara ders veren öğretmen.

muazzib

  • Ta'zib edin, azapla eziyet veren.

mübeşşir

  • Müjdeci, müjde veren.
  • İyi haber verip sevindiren. Hayırlı haber veren. Müjdeleyen.

mübeşşirat

  • (Tekili: Mübeşşir) Hayırlı alâmetler.
  • Müjdeleyenler, hayırlı haber verenler.

mübeşşirin / mübeşşirîn

  • Müjdeciler.
  • Müjde verenler. hayırlı haber getirenler.
  • Peygamberlerin (A.S.) bir vasfı.
  • Çok müjde verici.

mübhic

  • Ferah ve sürur veren. Sevindiren.

mübih / mübîh

  • İzin veren, müsaade eden.

mübşir

  • Müjde veren, müjdeliyen, ibşâr eden.

mübzi'

  • Kârı ve kazancı tamamen kendisine kalmak üzere birine sermaye veren.

mücalih

  • Kışın da sağılan ve süt veren deve.

müceddid-i din

  • Yenileyici; sahih hadisle her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinin hakikatlerini, asrın ihtiyacına göre ders veren peygamber vârisi olan âlim zât.

müceddit

  • Yenileyen, yenileyici; sahih hadisle her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinî hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders veren büyük âlim.

mücelli / mücellî

  • Açıp temizleyici.
  • Cilâlı. Cilâ veren.

muci'

  • (Vecâ'. dan) Elem ve acı veren.

mucib / mucîb

  • İsteyeni istediğine kavuşturan, yaratıklarının isteklerine cevap veren, Allah.

mücib / mücîb

  • İcabet eden. Cevap veren. Sebeb kabul eden.
  • İstenileni kabul eden, duâya cevap veren (Allah C.C.).
  • Bütün dualara, isteklere cevap veren Allah.
  • Duaya cevap veren, Allah.

mucib-i muğis / mucîb-i muğîs

  • Yardıma muhtaç olan ve kendinden yardım dileyen varlıkların imdadına koşan, ihtiyaçlarına cevap veren, Allah.

mucir

  • (Ecir. den) İcar eden, kiraya veren.

muciz / mucîz

  • İcâzet veren, izin veren.

müciz / mücîz

  • (İcâzet. den) İzin ve icâzet veren.

müczil

  • Çok çok veren. Çoğaltan. Bollaştıran. Bereket ihsan eden.

müczil-el ataya / müczil-el atâyâ

  • Hediye ve ihsanlarını çok çok veren. İhsanlarını çoğaltan.

müdafaa

  • Bir hücuma ve zarar veren bir harekete karşı durmak. Def'etmek. Savmak.
  • Düşman hücumunu men'etmek.
  • Mahkemede: İddiacının dâvasını def' edecek bir surette bir iddia dermeyân etmek, beyânatta bulunmak.

müdavi / müdavî

  • Tedavi eden. İyileştirmeğe hizmet eden. İlâç veren.

mudcir

  • (Ducret. den) Sıkıntı veren, sıkan, gamlandıran.

müderris / مُدَرِّسْ

  • Ders veren. Ders okutan. Muallim. İlim talebelerine ders veren. Ders vermeğe izinli ve salâhiyetli olan kimse. Profesör.
  • Medreselerde ders veren öğretim üyesi, profesör.
  • Ders veren, öğretmen, hoca.
  • Ders veren âlim.
  • Ders veren.

müderrisin / müderrisîn

  • Ders veren alimler.

müdheş

  • Hayret verici, hayret veren, şaşırtan.

müdhiş / مدهش

  • (Müthiş) Dehşet veren, korkutan.
  • Dehşet veren.

müdirr

  • İdrar veren, idrar verici.

müeddi-i niza

  • Kavgaya sebebiyet veren. Nizaya sebep olan.

müeddib

  • (Çoğulu: Müeddibîn) (Edeb. den) Terbiye eden. Edeblendiren. Terbiye, bilgi ve görgü veren.

müellim

  • (Elem. den) Acı ve elem veren. Acıtan, ağrıtan.
  • Elem veren, keder veren.

müessif

  • (Müessife) Esef edilen ve ettiren. Keder veren. Acı ve acınacak haller.

müevvil

  • Rüya tabir eden.
  • Başka mânâ veren. Başka mânâ ile açıklayan. Te'vil eden.

müeyyid

  • Te'yid eden. Doğrulayan. Sağlamlaştıran. Yardım eden. Kuvvet veren.
  • Kuvvet veren, destekleyen.

müeyyis

  • (Ye's. den) Ümidsizliğe sevk eden. Üzücü. Yeis veren.

müezzi

  • (Ezâ. dan) Eziyet veren. Ezâ çektiren.

mufaddıl

  • Faziletlendiren, iyilik eden ve nimet veren.
  • Dilediğine dilediği konuda üstünlük veren, lütufta bulunan Allah.

mufavviz

  • Bir kimseye bir vazifeyi veren. Yapmasını ısmarlıyan.

müfecci'

  • Acıtan, üzen, keder veren, dertli eden.

müferric

  • Ferahlandıran. Ferah veren. İç açıcı.
  • Kurtarıcı. Ferec veren.

müferrih

  • Ferahlık veren. Ferahlandıran. Ferahlandırıcı, iç açıcı.

müfevviz

  • (Tefviz. den) Sipariş veren, ihâle eden.

müfiz / müfîz

  • (Feyz. den) Feyiz veren, feyizlendiren.
  • Esmâ-i İlâhiyedendir.

müfsir

  • Nur ve ziya veren. Işıklandıran.

müfti / müftî

  • Fetvâ veren.
  • Fetva veren, müftü.
  • Fetvâ veren.
  • Vilâyet ve kazâlarda din işlerine bakan, İslâm âlimlerinin dînî bir konuda vermiş oldukları hükümleri yâni fetvâyı, insanlara bildiren kimse; nakleden me'mur.
  • Fetvâ veren, yâni herhangi bir şeyin, İslâm dînine uygun olup olmadığını bildiren, Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şer

müfti-yüs-sekaleyn / müftî-yüs-sekaleyn

  • İnsanlara ve cinnîlere fetvâ veren büyük âlim.
  • İnsanlara ve cinnîlere fetvâ veren büyük âlim.

muhabir

  • Haber veren, haberci.
  • Gazeteye havadis gönderen kimse.

muhammin

  • Tahmin eden, sanan, karar veren, değer biçen kimse. Eksper.

muharrik

  • (Hark. dan) Tahrik eden, çok yakan.
  • Çok susatan, çok harâret veren.
  • Yakıp yıkan.
  • Harekete getiren. Hareket veren. Tahrik eden. Teşvik eden. Ayaklandıran.

muharrik-i vicdan

  • Vicdanı harekete geçiren, faaliyet azmi veren.

muharrike

  • Hareket veren duygu.

muhassin

  • (Hasen. den) Güzelleştiren, güzellik veren.

muhayyir

  • Hayret veren. Hayrette bırakan. Şaşkınlık veren.

muhayyir-ül ukul

  • Akıllara hayret veren. Akılları şaşırtan, akılları durduran.

muhayyirü'l-ukùl

  • Akıllara şaşkınlık veren.

muhayyirülukul / muhayyirülukûl / محيرالعقول

  • Akıllara durgunluk veren. (Arapça)

muhbir / مخبر / مُخْبِرْ

  • Haber veren. Haberci. Haber toplayan.
  • Birisinin fenâlığını alâkadar makama haber veren. Jurnalcı.
  • Haber veren.
  • Haber veren, haberci.
  • Bir gazete için haber taşıyıp ulaştıran.
  • Haber veren.
  • Haber veren, haberci. (Arapça)
  • Haber veren.

muhbir-i sadık / muhbir-i sâdık / مُخْبِرِ صَادِقْ

  • Doğru haber veren.

mühdi / mühdî

  • Hediye veren. Hediye gönderen. İhda eden.
  • Hidayete getiren. Hidayete vesile olan.
  • Mürşid, muvaffak.
  • Risalet ve nübüvveti bütün âlemlere rahmet ve saadet sebebi olduğundan, Cenab-ı Hakk'ın bütün âlemlere hediye ve atiyyesi mânasında Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) mübarek bi

müheyyib

  • Korku veren. Heybetli.

müheyyic

  • Tehyic eden. Heyecan veren.

muhill-i namus / muhill-i nâmus

  • Nâmusa zarar veren, nâmusa dokunan.

muhiş

  • Korkutan, korku veren.

muhtesib

  • (Hisab. dan) Belediye işlerine bakan memur.
  • Kanundan ziyâde idâri ve örfi işler için karar veren. İhtisâb ağası.

muhyi / muhyî / محيى / مُحْي۪ي

  • Maddî mânevî hayat veren, dirilten, canlandıran, can ve ruh veren mânalarında olup, Cenab-ı Hakk'ın bir ismidir. (Ehl-i dünya küfür ve dalâlet karanlığında mânen ölü gibi iken Resul-i Ekremin (A.S.M.) mübarek irşadları ve iman nurları ile dirilmelerine ve o mânevî ölümden kurtulmalarına binaen Peyga
  • Bütün canlılara hayat veren Allah.
  • Hayat veren, dirilten, Allah.
  • Hayat veren. (Arapça)
  • Hayat veren (Allah).

muir / muîr

  • Ödünç olarak veren. Borç veren. Karz-ı hasen tarzında veren.

müizz

  • İzzet veren, yükselten.

müjde-res

  • Müjde veren, müjde getiren. (Farsça)

müjde-resan

  • Müjdeleyen, müjde getiren, müjde veren. (Farsça)

mukabele eden

  • Karşılık veren.

mukavemet-suz

  • Dayanmayı te'sirsiz hâle koyan. Tahammülsüzlük veren. Mukavemeti kıran. (Farsça)

mukavvi / mukavvî / مقوی

  • Takviye eden. Kuvvetlendiren. Kuvvet veren. Takviye eden ilâç.
  • Güç veren. (Arapça)

mukayyed

  • Kayıtlı, bağlı, bağlanmış.
  • Bir işe önem veren.
  • Kaybolmuş, deftere geçmiş.
  • Kayıtlı. Serbest olmayan. Sınırlı. Bağlı.
  • Deftere geçmiş, kaydedilmiş olan. Bağlanmış. El veya ayağında zincir, kelepçe bulunan. Mevkuf olan.
  • Bir işe ehemmiyet veren. İşine önem verip bakan.

mükeddir

  • (Keder. den) Keder ve hüzün veren.
  • Bulandıran.

mükellif

  • Teklif eden.
  • Vazife veren. İş veren.
  • Zorluğa sevkeden.

mükeyyif

  • Keyif verici, neşelendirici şey. Sarhoşluk veren.
  • Klima cihazı.

mukırr

  • (Karâr. dan) Doğruyu ve gerçek olanı söyliyen. Kabahat veya ayıbını gizlemeden söyliyen.
  • Fık: Birinin, kendisinde hakkı olduğunu haber veren kimse.

mukit / mukît

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Beden için görünen kuvvet, rûh için mânevî kuvvet yaratan, her şeye kuvvet veren.
  • Muhafaza eden. Hâfız. Amelleri zâyi' etmeyip koruyan. Gizliyi bilen. Gıda ve rızık veren.

mukni'

  • İkna eden. Kanaat veren. Kâfi derecede izah ve isbât eden.
  • Başını kaldırıp gözünü önüne dikip duran.

mukriz

  • (Karz. dan) Ödünç veren. Borçla emânet para ve sâir şeyler veren.

mülevvin

  • (Levn. den) Boyanan.
  • Renk veren. Telvin eden.

müleyyin

  • Yumuşatan, yumuşaklık veren, yumuşaklık verici.

mülhim

  • Kalbe feyiz veren, ilham eden Allah (C.C.)

mumdar

  • Mum tutan. Işık veren. Işık tutan. (Farsça)

mümellik

  • Mülk olarak veren ve temlik eden kimse.

mümhil

  • (Mehl. den) Mühlet veren, bekleyen.

mümill

  • Melâl veren, usandıran, bıktıran.

mümit

  • Ölümü yaratan, ölümü veren, imâte eden. Helâk eden.

mün'im / منعم

  • Nimet veren, yedirip içiren.
  • Nîmet veren. Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden.
  • Nimet veren.

mün'im-i hakiki / mün'im-i hakikî

  • Bütün nimetleri yaratan ve veren Allah (C.C.)

mün'imane / mün'imâne

  • Nimet verene, ihsan edene yakışır bir şekilde.

münci

  • İncâ eden. Kurtaran, necat veren.Resul-i Ekremin (A.S.M.) insanların azabtan kurtulmasına ve dünyâ ve âhiret saadetlerine sebeb olmasından mübarek isimlerinden birisi de münci olmuştur.

münessim

  • Hayat veren, ruh veren. Allah.
  • Lâyık olana maaş bağlıyan kimse.
  • Köle âzâd eden.

münevvil

  • Nimet veren. İhsan eden.
  • Nimet veren.

münevvim

  • Uyutucu. Uyku veren ilâç.

münevvir

  • Mc: Hakaik-ı Kur'âniye, hakaik-ı imâniye, ibâdet ve tâat gibi nurlarla nurlandıran.
  • Nur veren, aydınlatan.

münfik

  • (Nafaka. dan) Nafaka veren, besliyen.

münhiye

  • Haber veren, haberci.

münim / münîm

  • Nimet veren, nimetlendiren, Allah.

münir

  • Nurlandıran, nur veren, ziya veren, ışık veren, parlak.

müntakim / müntakîm

  • (Nakm. dan) İntikam alan, öç alan, suçluya cezasını veren.
  • Suç işleyene cezasını veren Allah.

müntic

  • İntâc eden, netice veren. Sebebiyet veren, meydana getiren. Bir şeyin neticelenmesine sebep olan.
  • Netice veren, faydalı.
  • Netice veren.

müntiç

  • Netice veren.

münzir

  • (Nezir. den) Olacak bir şeyi haber vererek korkutan, akibetin kötülüğünü bildiren.
  • Kâfir ve münafıkların Cehennem'e gideceğini haber veren.

mürebbi

  • Terbiyeci, terbiye eden, yetiştiren, ders veren. Pedagog.
  • Besleyen.

mürettıb

  • Rutubet veren.

mürevvic / مروج

  • (Revâc. dan) Tervic eden, geçiren, itibâr veren, yürüten. Tervicine sebep olan, itibâr eden.
  • Geçerli kılan, değer veren.
  • Revaç veren, propagandasını yapan. (Arapça)

muris / mûris

  • Getiren. Veren. Kazandıran.
  • Fık: Miras bırakan.
  • Miras bırakan, veren.

mürşid-i mucib / mürşîd-i mûcîb

  • Sorulara cevap verip irşad eden, aydınlatıcı cevap veren.

mürtebis

  • Ekmek veren.

mürtecil

  • Hemen, düşünmeden şiir söyliyen veya karşılık veren. Hazırcevap.

murzia

  • (Rızâ. dan) Çocuğa süt emziren. Meme veren. Sütnine. Bebeğe süt vermek üzere para ile tutulmuş kadın.

müş'ir

  • Bildiren, haber veren.
  • İş'ar eden, haber veren, bildiren.

müsaadekar / müsâadekâr

  • Müsaade eden, izin veren.

müsafirperver

  • Müsafire çok hürmet eden, müsafiri iyi ağırlayan, kıymet veren. (Farsça)

müsaid

  • Muvafık, uygun. Yardım eden. İzin veren.

musammim

  • Azimli olan. Kararlı olan. Karar veren.

musavvir / مُصَوِّرْ

  • Tasvir eden. Şekil ve suret çizen. Her şeye güzel şekil ve suretler veren Allah (C.C.)
  • Herşeye kendine lâyık güzel şekil ve suretler veren Allah.
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). En güzel sûrette şekil veren.
  • Sûret veren, biçimlendiren, Allah.
  • Herşeye layık sûret veren (Allah).
  • Sûret veren.

müsekkin

  • Teskin eden, sükun veren. Elem ve ağrıyı izâle eden.

müsellim

  • (Selm. den) Teslim eden, veren.
  • Tar: Eyalet valileriyle sancak mutasarrıflarının uhdelerinde bulunan yerlerin idaresine memuR edilen kimseler. Vali ve mutasarrıflardan uhdesine tevcih olunan iki yerden mühim olanında kendisi oturur, diğerini gönderdiği adam idare ederdi. Yine bunlar

müşevvik

  • İsteğini arttıran. Gayrete getiren, şevk veren, teşvik eden.

müshil

  • (Çoğulu: Müshilât) (Sehl. den) Kolaylaştıran.
  • Bağırsakları temizleyen. İshal veren. Kazuratı kolaylıkla dışarı attıran ilâç.

müshilat / müshilât

  • (Tekili: Müshil) İshal veren, bağırsakların temizlenmesine yardımcı olan ilâçlar.

müsi / müsî

  • Teselli veren.

musi'

  • Genişlendiren. Ferahlık veren.
  • Zengin. Muktedir.

müskir

  • (Sekr. den) Sarhoşluk veren, şuuru kaybettiren, kullanılması ve içilmesi haram olan zararlı madde.
  • Sarhoşluk veren, şuuru kaybettiren, aklı gideren ve keyf veren madde.
  • Sarhoş eden, sarhoşluk veren.

müskirat / müskirât

  • (Tekili: Müskir) İçilmesi ve kullanılması Allah (C.C.) tarafından men'edilmiş sarhoşluk veren şeyler.
  • Sarhoşluk veren şeyler.

müsmir / مثمر / مُثْمِرْ

  • Hayır veren, meyve veren, faydalı netice veren.
  • Verimli. (Arapça)
  • İyi sonuç veren. (Arapça)
  • Meyve veren, sonuç veren.

müsri'

  • Tesr'i eden. Sür'at ve hız veren, acele ettiren, çabuk gider olan.

müstağrak-ı envar-ı safa / müstağrak-ı envar-ı safâ

  • Safâ verici nura garkolmuş, safâ veren nurlara batmış.

mustani'

  • Birini yetiştirip adam eden kimse.
  • Yedirip içiren, ikram eden, ziyâfet veren.

mustazhir

  • (Zahr. dan) Dayanan, arka veren.

müstazhir

  • (Zahr. dan) Dayanan, arka veren.

müste'cir

  • Ücret ödeyen.
  • Kirâcı.
  • İşveren.

müstebdı'

  • Kazancı, kârı kendine yani veren kişiye âit olmak üzere sermaye verilen kimse.

müsted'i / müsted'î

  • (Da'vâ. dan) Dilekçe veren, istida eden kimse.

müşteha

  • İştiha veren, iştiha getiren. Şehvet veren.

müt'ib

  • Yorgunluk veren, yoran.

mut'im

  • (Taam. dan) Yemek veren, yemek yediren, doyuran.

mutaffif

  • Alış verişde hilekârlık eden. Fazla alıp noksan mal veren.

mutaffifin / mutaffifîn

  • Ticârette hile yapanlar, fazla alıp noksan veren ve eksik tartanlar.

mutasaddık

  • Tasadduk eden. Sadaka veren.

mutasaddıkin / mutasaddıkîn

  • (Tekili: Mutasaddık) Sadaka verenler. Tasadduk edenler.
  • Sâdık ve doğru olduğu anlaşılanlar.

mutasavvir

  • Tasavvur eden, zihinde suret veren.

mutasavvıt

  • Ses çıkaran, seslenen, ses veren.

müteadid

  • Birbirine kuvvet veren, omuz omuza veren.

müteati

  • Birbirine veren.

müteazid

  • (Adad. dan) Kol kola tutunan, birbirine yardım eden, kol veren.

mütecavib

  • Karşılıklı cevap veren.

mütecavibe

  • Birbirine cevap veren, birbirini destekleyen.

mütehemmik

  • İşinin üzerine düşen, ehemmiyet veren. İşine sıkı sarılan.

müteheyyib

  • Heybetlenen. Heybetli. Korku ve hürmet hissini veren.

mütela'sim

  • (Çoğulu: Mütela'simîn) Saçmasapan cevap veren, kemküm eden.

mütelezziz eden

  • Lezzet veren.

mütemevvin

  • İyâline çok nafaka veren. Ailesine, çoluk çocuğuna iyi bakan.

mütesafih

  • Musafaha eden. Dostluk ve selâm için elele veren.

mütesaid

  • Yükselen, yukarı çıkan.
  • Ziyade olan.
  • Zahmet veren.

mütevaid

  • Birbirine söz veren. Sözleşen.

mütevaidin / mütevaidîn

  • (Tekili: Mütevâid) Sözleşenler, vaidleşenler, birbirlerine söz verenler.

mutezile / mûtezile

  • Akla haddinden fazla önem veren sapık bir mezhep.

muthif

  • Hediye veren, armağan eden. İthaf eden.

mutlık

  • Serbest bırakan. Boşayan. Salıveren. Köle veya esiri serbest bırakan, azad eden.

mutlık-ul üsara / mutlık-ul üsârâ

  • Esirleri salıveren, esirleri serbest bırakan.

mütrık

  • Nimet veren, nimetlendiren.

muvahhiş / مُوَحِّشْ

  • Vahşet veren. Vahşileştiren. Korkutan. Korkutup ürküten.
  • Korkutan, ruha yalnızlık hissi veren.

müvekkil / موكل

  • Vekâlet veren.
  • Vekalet veren. (Arapça)

müvesvis

  • Vesvese veren, şek veren. Şüphelenmeğe sebeb olan.
  • Vesvese veren, şüphe ve kuruntu veren.
  • Vesvese veren.

müz'ic

  • Rahatsızlık, sıkıntı veren.

müz'iç olan

  • Sıkıntı veren.

müzahim

  • Zahmet ve sıkıntı veren. Zıt gelen.

muzcir

  • Sıkıntı ve ıztırab veren.

muzi / muzî

  • Aydınlatan, ışık veren, parlak.
  • Işık veren, aydınlatan.

muzi' / muzî'

  • Aydınlatan. Işık veren.

muzır

  • (Muzırra) Ziyan veren, zararlı, zarara sokan.

muzırrin / muzırrîn

  • Zararlar, zarar verenler.

nabi

  • Haber veren, haberci.
  • Urfa'lı kıymetli bir şâirin ismi. (Mi: 1626- 1712)

nabzgir / nabzgîr / نبض گير

  • Nabza göre şerbet veren. (Arapça - Farsça)

nai / naî

  • Kötü haber veren.

naiye

  • Ölüm haberi götüren, kötü haber veren.

nakarat

  • Çok sık tekrarlanmasından dolayı bıkkınlık veren söz.

nakkar

  • Müzik, çalgı.
  • Gagalıyan.
  • Ağaç, taş ve madeni eşyayı oyarak ve çukurlaştırıp kabartarak ona mücessem şekiller veren sanatkârlar.

nasih

  • Nasihat eden, öğüt veren.
  • İçi temiz adam.
  • (Nâsiha) (Nush. dan) Öğüt veren, nasihat eden.

nasihatçi

  • Öğüt veren.

nasihatger

  • Nasihat eden, öğüt veren. (Farsça)

nasihatkar / nasihatkâr

  • Nasihat eden, öğüt veren. (Farsça)

nasır

  • Yardımcı, yardım eden, nusret veren. Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) bir ismi.

nasir

  • Nusret eden, zafer veren. Yardımcı. Muin.

nazar-ı rağbet

  • İstekli ve değer veren bakış.

nazar-ı takdir

  • Kıymet veren, değer bilen bakış.

nazzam-ı kevn / nazzâm-ı kevn

  • Kâinata ve bütün varlık âlemine düzen veren Allah.

nefretbahş

  • İnsana nefret veren, iğrendiren, tiksindiren. (Farsça)

nefs-i mutmainne

  • İyiliği kötülükten ayırt ettirerek insanlık vazifesini tanıttıran ve vicdanına rahatlık veren hâl. İnsanı Allah'a yaklaştıran hâl. Günaha meyleden kötü sıfatlardan temizlenmiş ve güzel ahlâk ile muttasıf olarak kurb-u İlâhiye itmi'nan ve istikrar kazanmış olan insan iradesi. Nefsin, Allah'ın emirler

nefy

  • Olumsuzluk; burada cümleye olumsuzluk mânâsını veren "mâ" edatı kastediliyor.

nemek-efşan

  • Tat veren. Lezzetlendiren. (Farsça)
  • Tuz serpen. (Farsça)

nesaksaz / nesaksâz

  • Tertib eden, düzenliyen, tanzim eden, düzen veren. (Farsça)

neşvebahş

  • Keyif ve neşe veren. Neşelendiren. (Farsça)

neticebahş

  • Neticelendiren, sonuçlandıran. Netice veren. (Farsça)

nezir / nezîr

  • Korkutan, cezayı haber veren.

nezzam

  • Nizâm veren, düzenleyen, tertipleyen.

nigeh-endaz / nigeh-endâz

  • Bakan, bakıcı, bakıveren. (Farsça)

nigeran

  • Bakıveren, bakıcı. (Farsça)

nimet-i rabbaniye / nimet-i rabbâniye

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve hâkimiyeti altında bulunduran Allah'ın nimet ve ihsanı.

nüktepira

  • Nükteye süs veren. (Farsça)

nur-u baki / nur-u bâkî

  • Kendi varlığı sonsuza kadar devam eden ve dilediği varlığa bekâ veren, onları sonsuz ve kalıcı hale getiren Allah'ın nuru.

nur-u rabbani / nur-u rabbânî

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın nuru.

nurefşan

  • Etrafı aydınlatan, nur saçan, ışık veren. (Farsça)

nurulenvar

  • Nurlara nur veren Allah.

nusaha

  • (Tekili: Nasih) Nasihat edenler, öğüt verenler.

nussah

  • (Tekili: Nâsih) Nasihat edenler, öğüt verenler.

öşür

  • Tek yıllık ürün veren buğday gibi mallardan alınan onda bir ölçüsünde zekât.

pasuhgüzar

  • Cevap veren, karşılık veren. (Farsça)

pendkar / pendkâr

  • (Çoğulu: Pendkârân) Nasihat eden, nâsih. Öğüt veren. (Farsça)

perde-i cümud

  • Donmuş, katı perde.
  • Mc: Alem, tabiat.
  • Akıl ve hissiyatı kendisi ile meşgul edip, dini ve ulvi hakikatlardan ayıran, gaflet veren perde.

perhiz

  • Sakınmak, çekinmek. (Farsça)
  • Vücuda zararlı ve tıbben muzır; ve dinen, zevk veren şeylerden sakınmak. (Farsça)
  • Hastalıkta bazı yiyecek ve içeceklerden sakınmak. (Farsça)

pertev-endaz / pertev-endâz

  • Işıklandıran, ziyâ veren, nurlandıran.

pirayebahş

  • Süsleyici, süs veren. (Farsça)

püştiban / püştîban / پشتيبان

  • Destek. (Farsça)
  • Destek veren. (Farsça)

rab

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah.

rabb

  • Varlıkları eksik bir hâlden mükemmel bir hâle doğru götürürken bütün ihtiyaçlarını veren Allah.

rabb-i azim / rabb-i azîm

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah.

rabıta-i hayatiye

  • Hayatî öneme sahip olan ve hayat veren bağ.

rafız

  • Terk eden. Salıveren. Bırakan.

rahin

  • Rehin veren, malını rehine koyan.
  • Sâbit, dâim, devamlı.
  • Devenin ve adamın zayıfı.

rahman / rahmân

  • Bütün yaratıklara rızıklarını veren, her an bütün mahlukat hakkında hayır ve rahmet irade buyuran, bütün mahlukatına sayısız nimetler veren. Nizam ve adâlet sâhibi. (Allah)
  • Çok merhamet sahibi ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah.
  • "Dünyâda dost olsun düşman olsun, lâyık olsun olmasın, mü'min olsun kâfir olsun bütün yaratıklara rızık ve sayısız nîmetler veren" mânâsında Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden).

rahman-ı rezzak / rahmân-ı rezzâk

  • Rahmet ve merhameti bütün varlıkları kuşatan ve bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah.

rahmet-i rabbaniye / rahmet-i rabbâniye

  • Herbir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın merhamet ve şefkati.

rahmet-i rububiyet / rahmet-i rubûbiyet

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren ve onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın rahmeti.

raiş

  • Huk: Rüşvet veren kimse ile rüşvet alan arasında vasıtalık eden kimse.

raiyye

  • Otlatılan hayvan sürüsü.
  • Bir hükümdar idaresinde bulunan ve vergi veren halklar.

raşi

  • Rüşvet veren.

ravi / râvi / râvî

  • Rivayet eden, haber veren.
  • Rivâyet eden, nakleden; duyduğu veya gördüğü bir sözü, bir işi, bir olayı başkasına haber veren; Resûlullah efendimizin hadîs-i şerîflerini, metin (hadîs-i şerîfin kendisini) ve senedi (nakledenleri) ile birlikte nakleden hadîs âlimi.

rayb-el menun

  • Zamanın hâdiseleri.
  • Ölüm.
  • Iztırab veren hâdiseler.

razık / râzık / رازق

  • Rızık veren; yiyecek, içecek, giyecek gibi canlı mahlukata lüzümu bulunan her çeşit ihtiyacını te'min edip veren. (Allah)
  • Bütün varlıkların rızkını veren Allah.
  • Rızk veren. Yiyecek, içecek gibi kendisi ile faydalanılan şeyi veren.
  • Rızık veren, Allah.
  • Rızık veren Tanrı. (Arapça)

razık-ı hakiki

  • Hakiki rızık veren. Hiç bir vasıtaya ihtiyacı olmadan en güzel nimetleri yaratan ve bütün rızıkları ancak kendisi veren Allah (C.C.)

redd-i selam / redd-i selâm

  • Selâm verenin selâmını almak.

reşk

  • Kıskanma. Kıskanmayı uyandıran. Kıskanılmış. Hased ve gıpta veren.

revhani / revhanî

  • İyi ve pâk olan, ferahlık veren yer.

revnak-bahş

  • Güzellik, tazelik ve parlaklık veren. (Farsça)

revnakbahş / رونق بخش

  • Parlaklık veren, canlılık kazandıran. (Arapça - Farsça)

revzat-ı inşirahiye / revzat-ı inşirâhiye

  • Ferahlık veren bostanlar, bahçeler.

reyhan / reyhân

  • Hoş ve güzel koku veren çiçek.

rezzak / rezzâk / رَزَّاقْ

  • Bütün mahlukatın rızkını veren ve ihtiyaçları karşılayan. (Allah)
  • Bütün yaratıkların rızkını veren Allah.
  • Bütün yaratıkların rızkını veren, Allah.
  • Bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah.
  • Çokça rızık veren (Allah).

rezzak-ı alim-i rahim / rezzâk-ı alîm-i rahîm

  • Sonsuz ilmiyle her şeyi hakkıyla bilen ve rızkını veren ve rahmetinin çok özel tecellîleri olan Allah.

rezzak-ı kerim / rezzâk-ı kerîm

  • Bütün varlıkların rızıklarını veren ve pek büyük ikram sahibi olan Allah.

rezzak-ı rahim / rezzâk-ı rahîm

  • Bütün varlıkların rızıklarını devamlı veren, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Allah.

rezzak-ı zülcelal / rezzâk-ı zülcelâl

  • Sonsuz haşmet, yücelik ve heybet sahibi olan ve bütün canlıların rızıklarını veren Allah.

rezzakane

  • Rızık verene, rezzaka yakışır surette. (Farsça)

rida

  • Örtü, belden yukarı örtülen şey, çar ve şal.
  • Akıl. İlim. Seha.
  • Zinet. Parlaklık veren şey.
  • Hırka.

rikkat-amiz / rikkat-âmiz

  • Acıma veren, kalbe hüzün verecek olan, acındıran.

rüba

  • Kapan, çalan, alan (mânâsına birleşik kelimeler yapılır). Meselâ: Dil-rüba : Gönül kapan, gönül alan. İz'an-rüba : Aklı alan, hayret veren. (Farsça)

ruh / rûh

  • Can; bedene hayâtiyet (canlılık) veren kuvvet.
  • Bir şeyin özü, cevheri, hakîkati.
  • Emr âleminin beş latîfesinden biri.

ruh-bahş

  • Ruh veren, ruh bahşeden. (Farsça)

ruh-efza

  • Cana can katan. Canlılık veren. (Ruhfeza da denir) (Farsça)

ruhperver

  • Ruha ferahlık ve kuvvet veren. (Farsça)

saadet-bahş / saâdet-bahş

  • Saâdet veren, sevindiren, ferahlandıran. (Farsça)

saadet-feşan

  • Mutluluk veren.

saadetbahş / saâdetbahş / سعادت بخش

  • Mutluluk veren. (Arapça - Farsça)

sabırsuz / sabırsûz

  • Sabrı yakan, sabırsızlık veren. (Farsça)

safabahş / safâbahş / صفابخش

  • Gönüle rahatlık veren. (Arapça - Farsça)

safaperver

  • Safa veren. İç açan, safalı. (Farsça)

şafi / şâfi / şâfî / شَاف۪ي

  • Hastaya şifa veren (Allah. C.C.).
  • Yeter görünen, kifayet eden.
  • Hastaya şifa veren Allah.
  • Şifâyı veren (Allah).

şafi-i hakim / şâfî-i hakîm / شَاف۪ئِ حَك۪يمْ

  • Her işi hikmetli olan, her şifâyı veren (Allah).

şafi-i hakim-i zülcelal / şâfî-i hakîm-i zülcelâl

  • Hastalara şifa veren, her şeyi hikmetle, belli bir gaye ile yaratan ve sonsuz haşmet sahibi olan Allah.

şahadetname

  • Bir işin yapılmasına müsaade veren resmî izin kâğıdı. Vesika. Diploma. (Farsça)

sahib-i zühd ve takva / sahib-i zühd ve takvâ

  • Zühd ve takva sahibi; her türlü nefsanî arzulara karşı koyarak kendini ibadete veren ve Allah korkusuyla dinin yasaklarından kaçınan kimse.

şahid / şâhid

  • Şâhidlik eden, görüp bilen. Birinin başkasında hakkının bulunduğunu isbat için şehâdet (şâhidlik) ederim demek sûretiyle hâkimin huzûrunda ve hasmın karşısında haber veren.

sahra-yı hail / sahrâ-yı hâil

  • Ürperti veren çöl.

saki / sâkî

  • (Saky. dan) Sulayan, içecek su veren, sucu.
  • Kadeh sunan. İçki sunan.
  • Sulayan, içecek su veren, kadeh sunan.
  • Sucu, su veren.

san'at-ı acibe / san'at-ı acîbe

  • Hayrette bırakan ve hayranlık veren san'at.

san'at-ı acip

  • İnsanı hayrette bırakıp hayranlık veren sanat.

sani-i hakem-i hakim / sâni-i hakem-i hakîm

  • Her bir varlığın bütün keyfiyetleri hakkında genel hüküm veren ve o hükme göre sebepleri ve eşyayı hikmetle sevk edip san'atla yaratan Allah.

sarih

  • Kurtaran, maded veren. İmdad eden.
  • Çağırılan, kendisinden meded beklenen.
  • Meded isteyen.

sayha-i ihya ve ikaz / sayha-i ihyâ ve ikaz

  • Hayat veren ve uyaran sesleniş.

sayyib

  • Yağmur veren bulut.

saz

  • (Sâhten: Yapmak mastarından emir köküdür) Eden, yapan, uyduran, düzen mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Evham-saz : Evham veren. (Farsça)

şebefruz

  • (Şeb-efruz) Gece vakti ışık veren. Geceyi aydınlatan. (Farsça)

şebperest

  • (Şeb-perest) Geceye ve rü'yaya ve uykuya fazla kıymet veren. (Farsça)

şecer-i meyvedar / şecer-i meyvedâr

  • Meyve veren ağaç, meyveli ağaç.

şehvet

  • Hevâ-yı nefsin meyli ve arzusu.
  • Bir şeyi fazla istemek.
  • Cinsî istek. Mahbube için olan istek, iştiha. (Yemek, içmek, uyumak da şehvetin şubelerindendir.)Kudsi Hadis'te Cenab-ı Hak buyuruyor: "Ey benim için şehvetini bırakıp gençliğini bana veren genç! Sen meleklerin bir kısmı

sekine / sekîne

  • Sükûn ve itmi'nan, temkin. Nefisteki telâşın kesilmesi ile hâsıl olan kalb huzuru ve sükûneti.
  • Telâş ve hafifliğin zıddıdır.
  • Kalb rahatlığı, kalb kuvveti veren çok mühim bir duânın ismi. (Bu, Sekine isimli duâ, Hazret-i Ali Radıyallâhü Anh gibi evliyânın bildiği ve içerisinde
  • İçerisinde on dokuz harfli on dokuz âyet bulunan çok mühim, sükûnet ve emniyet veren bir dua.
  • Sakinlik, okuyana sakinlik veren önemli bir dua.
  • Sükun ve imtinan, temkin. Kalp rahatlığı, kalp huzuru veren bir duanın adı.

sekinet

  • Sükûn ve itmi'nan, temkin. Nefisteki telâşın kesilmesi ile hâsıl olan kalb huzuru ve sükûneti.
  • Telâş ve hafifliğin zıddıdır.
  • Kalb rahatlığı, kalb kuvveti veren çok mühim bir duânın ismi. (Bu, Sekine isimli duâ, Hazret-i Ali Radıyallâhü Anh gibi evliyânın bildiği ve içerisinde

sekr-aver / sekr-âver

  • Sarhoş eden, sarhoşluk veren, baş döndüren. (Farsça)

sekraver / sekrâver / سكر آور

  • Sarhoşluk veren. (Arapça - Farsça)

sekub

  • (Sekabe) Ateşin alevlenmesi.
  • Yıldızın parlaması.
  • Işıklı, ışık veren.
  • Parlamak.

şekur / şekûr

  • Çok şükreden. Allahın (C.C.) lütuflarına karşı pek fazla memnuniyetini, sevincini gösteren. Az şükredene dahi çok nimet veren Allah (C.C.).
  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kendisi için yapılan az tâate yüksek dereceler ihsân eden, sayılı günlerde yapılan ibâdete, sayısız mükâfât veren.
  • Çok şükreden, kendisine ihsân edilen nîmetlerin kıymetini bilip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyetle O'

selem

  • İleride teslim edilecek bir malın peşin para ile satılması. Yâni belli miktârda peşin para ile belli zaman sonra bilinen yerde bilinen bir malı satın almak için yapılan sözleşme. Peşin parayı verene sâhib-üs-selem veya rabb-üs-selem; veresiye mal ver me borcu altına giren satıcıya müslemün ileyh, bu

şema'

  • (Çoğulu: şümu') Mum. Meclise zevk veren, meclisi süsliyen mum.
  • Oyun.
  • Mizaç, huy.

semeredar / semeredâr / ثمره دار

  • Verimli, semereli, kârlı. (Farsça)
  • Yemiş veren. (Farsça)
  • Meyvalı. (Arapça - Farsça)
  • Ürün veren. (Arapça - Farsça)
  • Sonuç veren. (Arapça - Farsça)

semi' / semî'

  • İşitilecek şeyleri ne kadar gizli olsa da işiten, hamd ve senâda bulunanların, hamdini işitip mükâfat veren, kullarının duâlarını işiten ve icâbet eden, münâfık ve yalancıların kalbden söyledikleri sözleri işiten mânâsında Allahü teâlânın Esma-i hüsn âsından (güzel isimlerinden).

semir

  • Meyvalı, yemişli. Meyva veren.
  • Sinici olan su.

şems-i ezeli / şems-i ezelî

  • Ezelî Güneş; bütün varlıkları yokluk karanlığından varlık aydınlığına çıkaran ve onlara hayat veren Allah.

şems-i ezeliye

  • Ezelî Güneş; bu tabir ezelden beri bütün varlıkları aydınlatıp hayat veren Allah için bir benzetme olarak kullanılır.

şeref-bahş

  • Şeref veren.
  • Şereflendiren. şeref veren. (Farsça)

şeref-riz

  • Şeref veren. (Farsça)

şerefbahş / شرفبخش

  • Şeref veren.
  • Şeref veren. (Arapça - Farsça)

şerr-i hazin / şerr-i hazîn / شَرِّ حَزِينْ

  • Hüzün veren kötülük.

sersam

  • İnsana sersemlik veren bir hastalık. (Farsça)
  • Sersem. (Farsça)

şevk-aver / şevk-âver

  • Neşe veren, neşe getiren, şevklendiren. (Farsça)

şevk-bahş

  • şevk veren, şevklendiren. (Farsça)
  • Meşhur bir çeşit lâle. (Farsça)

şeylem

  • Sarhoşluk veren ve bazan buğdayların arasında çıkan siyah bir tohum.

şiar

  • İz, belirti, işaret, nişan, ayırt edici iyi âdet.
  • Üstünlük veren işaret.
  • İnsanın gömleği.
  • Ölüm.
  • (Tekili: Şa'r) Kıllar.

sıbğa-i rahmaniye / sıbğa-i rahmâniye

  • Çok merhamet sahibi olan ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah'ın boyası.

şifa-bahş

  • Şifa veren.
  • Şifa veren, iyilik veren, iyileştiren. (Farsça)

şifa-resan

  • Şifa veren, şifa yetiştiren.

şifabahş / şifâbahş

  • Şifâ bahşeden, şifâ veren.
  • Şifa veren.

şifadar

  • Şifa veren, şifalı.

şifakar / şifakâr / شفاكار

  • Şifa veren, iyileştiren. (Arapça - Farsça)

şifaresan / şifâresan / şifâresân / شفارسان

  • Şifa veren.
  • Şifa veren.
  • Şifa veren, iyileştiren. (Arapça - Farsça)

şifasaz

  • Şifa veren, iyi eden. (Farsça)

sipar

  • Veren, fedâ eden. (Farsça)

sirac

  • Işık. Lâmba. Fener. Mum. Kandil.
  • Şevk veren şey.
  • Güneş ve ay mânâsına veya Resul-i Ekrem'e (A.S.M.) "Nur saçan" meâlinde verilen bir isimdir.

şiraze-bend

  • Şiraze bağlayan. (Farsça)
  • Düzenleyen, tanzim eden, düzen veren. (Farsça)

sırr-ı acib

  • Acip, hayret veren sır.

sühulet-bahş

  • Kolaylık veren. Kolay kullanılan. Pratik. (Farsça)

sultanü'd-deyyan / sultanü'd-deyyân

  • Mükâfat ve cezayı hakkıyla veren sultan; Allah.

suretperest / sûretperest

  • Görünüşe, surete çok kıymet veren. Esasa kıymet vermeyen. (Farsça)
  • Resimleri çok seven ve meftun olan. (Farsça)
  • Dış görünüşe, fotoğraflara aşırı önem veren.

sütut

  • Zulmet, karanlık.
  • İnsanlara zahmet verenler.

taab-aver / taab-âver

  • Yorgunluk veren. (Farsça)

tabdih

  • Işık veren. (Farsça)
  • İplik bükücü. (Farsça)

tabende / tâbende / تابنده

  • Işık veren, parlayan. (Farsça)
  • Parlak, ışık veren. (Farsça)

tabi'iyyeciler / tabî'iyyeciler

  • Canlılarda ve cansızlardaki, akıllara hayret veren intizâmı (düzeni) ve incelikleri görerek, bir yaratanın varlığını söylemekle berâber; öldükten sonra tekrar dirilmeği, âhireti, Cennet'i ve Cehennem'i inkâr edenler (red edip, kabûl etmeyen, inanmaya nlar).

tahammülsuz

  • Tahammülü yok eden. Sabırsızlık veren. (Farsça)

taninendaz / tanînendâz / طنين انداز

  • Tınlayan, tını veren, çınlayan. (Arapça - Farsça)

tarabengiz / tarabengîz / طرب انگيز

  • Neşe veren. (Arapça - Farsça)

tariz / târiz

  • Dokundurma, iğneleme; sözde bir yönü göstererek başka bir yönü kastetme sanatı, meselâ; insanlara zarar veren kimseye "İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır." diyerek o kimsenin hayırlı biri olmadığını söylemek gibi.

tazip eden / tâzip eden

  • Azap veren, cezalandıran.

tazyik eden

  • Sıkıntı veren, baskı yapan.

tecellidar / tecellîdar

  • Görüntü veren, görüntülü.

teçhizat-ı harika

  • Hayranlık veren cihazlar, donanımlar.

teessür-bahş

  • Hüzün veren, keder veren, tasaya düşüren. (Farsça)

tefeci

  • El altından yüksek faizle para veren kimse. (Türkçe)

tekemmül-ü mebadi / tekemmül-ü mebâdî

  • Bir şeyi netice veren ilk unsur ve sebeblerin ibtidailikten mükemmelliğe doğru gitmesi.

tekvini emr-i rabbani / tekvînî emr-i rabbânî

  • Bütün varlıkları yaratılış gayelerine göre terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah'ın birşeye "Ol" deyince onu hemen olduruveren emri.

tenmiye

  • (Nemâ. dan) Büyütmek. Yetiştirmek. Artırmak. Bereketlenmek.
  • Fesad veren haber yetiştirmek.
  • Ateş içine odun atmak.

tenvin-i tenkir

  • Gr. nekre tenvini; kelime sonlarına gelerek o kelimeye kapalılık ve belirsizlik mânâsı veren iki üstün (en), iki esre (in) ve iki ötre (ün) işareti.

tersengiz

  • (Ters-engiz) Korkutan, korku veren. (Farsça)

terviç eden

  • Revaç veren, yayan.

tesellidar / tesellidâr

  • Teselli veren.

tesellikar / tesellîkâr / تسلى كار

  • Avutan, teselli veren. (Arapça - Farsça)

teshir-i rabbani / teshir-i rabbânî

  • Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın herşeye boyun eğdirmesi.

tevafukat-ı gaybiye-i acibe

  • Şaşkınlık veren gaybî tevafuklar.

tübba'

  • Hz. Muhammed'in (A.S.M.) bi'setten evvel geleceğini haber veren ve şiiri ile imanını ilân eden bir Yemen Meliki.
  • Câhiliyetten evvel Yemen Padişahlarının nâmı.
  • Bir kuş cinsi.

ufunet

  • Çıban veya yaranın çürüyüp fena kokması.
  • İltihab.
  • Her hangi bir maddenin çürümesinden hasıl olan pis koku, çürük kokusu.
  • Sıkıntı veren manevî ağırlık.

ulema-i muhakkik / ulemâ-i muhakkik

  • Meseleleri çok ince ayrıntılarına kadar inceleyerek hüküm veren âlimler.

ulema-i zahir / ulemâ-i zâhir

  • Kur'ân-ı Kerimin zâhir mânâsına göre hüküm veren ve hakikatlerini değerlendiren âlimler.

ulül'emr

  • Emir verenler, idareciler.

umera-i belagat / umera-i belâgat

  • Belâgat ilminde ileri gelen ve yön veren uzmanları, prensleri.

ümidbahş

  • Ümitlendiren, ümit veren. (Farsça)

vaad eden

  • Söz veren.

vaad ve ahdeden

  • Söz veren ve yemin eden.

vahib / vâhib

  • Bağış yapan, veren.
  • (Vâhibe) Bağışlayan, veren, ihsan eden, hibe eden.

vahib-ül hayat / vâhib-ül hayat

  • Hayatı bağışlayan, hayat veren Allah (C.C.).

vahibü'l-a'mal ve'l-amal / vâhibü'l-a'mâl ve'l-âmâl

  • Amellerin ve emellerin karşılığını veren Allah.

vahibü'l-hayat / vâhibü'l-hayat

  • Hayatı veren Allah.

vahime / vahîme

  • Vehim veren, vesvese veren.
  • Kuruntu veren his.

vahşet-abad / vahşet-âbâd

  • Issız, korku ve ürkeklik veren yer. (Farsça)

vahşet-aver / vahşet-âver

  • Korku veren, ürküten. (Farsça)

vahşet-engiz

  • Dehşet veren, ürkütücü.

vahşet-nak / vahşet-nâk

  • Korku veren yer. Issız ve korkulu yer. (Farsça)

vahşetabad / vahşetâbâd

  • Korku veren yabani yer.

vahşetengiz

  • Vahşet veren.

vahşetzar

  • Ürküntü ve yalnızlık veren yer.

vaiz / vâiz / واعظ

  • Nasihat veren. Dinî mes'eleler üzerinde öğüt veren.
  • Vaaz eden, öğüt veren.
  • Vaaz veren, dinî öğütler eden. (Arapça)

vaizin / vaizîn

  • (Vâizûn) Vâizler. Halka nasihat verenler.

vakıf / vâkıf

  • Bilen, Allah için veren.

vecd-alud / vecd-âlud

  • Vecd veren haller. Manevî coşkunlukla beraber olan hal. (Farsça)

vehhab / vehhâb

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden), mahlûkâtına (yarattıklarına) ihsân hazînelerinden karşılıksız veren Allahü teâlâ.

vehhab-ı rezzak / vehhâb-ı rezzâk

  • Çok bağışta bulunan ve bütün yaratılmışların rızkını veren; Allah.

vekil / vekîl

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Mahlûkâtın dünyâda ve âhirette işlerini hakkıyla yerine getiren, rızkları veren, tevekkül etmeye (kendisine güvenilmeye) lâyık olan.
  • Bir kimsenin, bir işi yapmak için kendi yerine koyduğu, işini havâle ettiği kimse.

veleh-resan

  • Hayret verici, hayret edilen, şaşkınlık veren.

velehan

  • Akıl gidip tembel olmak.
  • İbadet ederken vesvese veren şeytan.

velehresan / velehresân

  • Şaşkınlık veren.

veli-ni'met

  • Nimet veren. Nimeti muhafaza edip ihsan eden.

velini'met / velîni'met / وَل۪ي نِعْمَتْ

  • Ni'met sâhibi, ni'meti veren.

velinimet / velînimet / velînîmet

  • Nimeti veren, nimetin sahibi.
  • Nimet veren.

veliyy-ül emir

  • Âmir. Emir veren. Emir sahibi.

veliyyü'l-emir

  • Emir veren, emir sahibi olan.

velud

  • Çok doğuran kadın.
  • Mc: Çok eser veren kimse.

vesvas

  • Vesvese veren.

vezaif-i acibe / vezâif-i acibe

  • Hayrette bırakan vazifeler, hayranlık veren işler.

vezne

  • Tartı. Terazi.
  • Tartı yeri. Eskiden altun ve gümüş paralar sayı ile olduğu gibi tartıyla da alınıp verildiği için bu tabir meydana gelmiştir. Para alınıp verilen yer mânasında da kullanılır. Devlet daireleri ile büyük müesseselerde para alıp veren memura Veznedar denir.
  • Barut

veznedar / veznedâr

  • Vezne memuru. Bir teşkilâta âit parayı alıp veren memur. (Farsça)

vicdan-suz / vicdan-sûz

  • Acı ve keder veren, kalb yakan, vicdânen çok ıztırab verici. (Farsça)
  • Vicdanen sıkıntı ve ızdırap veren, vicdanı yakan.

ya hayy / yâ hayy

  • Ey gerçek hayat sahibi olan ve her canlıya hayat veren Allah.

ya musavviri! / yâ musavvirî!

  • Ey bana harika bir şekil ve suret veren Musavvirim!.

ya rabbi / yâ rabbi

  • Ey Rabbim; ey her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ım.

ye's-aver

  • Ümitsizlik veren. Me'yus eden. (Farsça)

yuda / yûda

  • Hz. İsâ'yı (a.s.) 30 tane gümüş madeni karşılığında ele veren kişidir.

yunani / yunanî

  • Eski Yunanlılar döneminde çeşitli varlıklara ve tabiat olaylarına ilâhlık veren bâtıl dinlere mensup olan.

zahir-perest / zâhir-perest

  • Bir şeyin iç yüzüne, hakikatına kıymet vermeyip görünüşüne kıymet veren. Dış yüzüne ehemmiyet veren. İç yüzüne aldırış etmeyip, hakikatını bilemeyen. (Farsça)

zahiriyyun

  • Zahirciler, dış görünüşe aldananlar, dışa yansıyan yönlere göre hüküm verenler.

zahirperest / zâhirperest

  • Dış görünüşe kıymet veren.
  • Dış görünüşe önem veren.

zalim / zâlim

  • Zulm eden, müslümanlara ve İslâmiyet'e; eli ile, dili ile ve kalemi ile zarar veren, başkalarının hakkına tecâvüz eden.
  • Allahü teâlâya inanmayan kâfir.

zaman-ı elim / zaman-ı elîm

  • Acı veren, sıkıntılı zaman.

zaman-ı müthişe

  • Dehşet veren zaman dilimi.

zamin / zâmin

  • Kefil, birisinden belli bir veya birkaç kimsenin istedikleri bir şeyi, kendisinin de ödeyeceğine söz veren kimse. Dâmin.

zamme-i makbuze-i hafife

  • (Ü) sesini veren zamme.

zamme-i makbuze-i sakile

  • (U) sesini veren zamme.

zamme-i mebsuta-i sakile

  • (O) sesini veren zamme.

zar'

  • (Çoğulu: Zuru') Meme.
  • Süt veren hayvan memesi.

zarr / zârr

  • Zarar veren, zararlı.

zat-ı adl / zât-ı adl

  • Her hak sahibine hakkını veren, sonsuz adalet sahibi olan Zât, Allah.

zat-ı baki / zât-ı bâkî

  • Kendi varlığı sonsuza kadar devam eden ve dilediği varlığa bekâ veren, onları sonsuz ve kalıcı hale getiren Zât; Allah.

zat-ı bari / zât-ı bâri

  • Herşeye bir kalıp ve bir şekil veren ve güzelce yaratan Zât, Allah.

zat-ı hayy ve muhyi / zât-ı hayy ve muhyî

  • Gerçek hayat sahibi olan ve bütün canlılara hayat veren Zât, Allah.

zat-ı hayy-ı kayyum / zât-ı hayy-ı kayyûm

  • Her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan zât, Allah.

zat-ı hayy-ı kayyum-u zülcelal / zât-ı hayy-ı kayyûm-u zülcelâl

  • Her an diri olup her canlıya hayat veren ve her şeyi ayakta tutan, büyüklük ve haşmet sahibi zât, Allah.

zat-ı rezzak-ı şafi / zât-ı rezzâk-ı şâfî

  • Bütün canlıların rızkını veren ve hastalıklara Şifâ veren Zât, Allah.

zat-ul esmar / zât-ul esmâr

  • Meyve veren. Meyveli.

zehirbaz

  • Zehir veren, zehir yapan.

zehr-baz

  • Zehir veren. Zehir yapan.
  • İmandan ayıran.

zelzele-i muzırra

  • Zarar veren sarsıntı, sallantı.

zemzeme-i azime

  • Kur'ân hakikatleri için, "hayat veren mübarek ve lezzetli su" anlamında kullanılan bir ifade.

zevk-bahş

  • Zevk veren, eğlendiren, neşelendiren. (Farsça)
  • Meşhur bir cins lâle. (Farsça)

zevkbahş / ذوق بخش

  • Zevk veren. (Arapça - Farsça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın