REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te uğra ifadesini içeren 334 kelime bulundu...

ad / âd

  • Hz. Hud Peygambere (A.S.) isyan ettiklerinden gazab-ı İlâhiyyeye uğrayan ve helâk olan, Yemen tarafında yaşamış bir kavmin adı.

adliye

  • Mahkeme. Muhakeme işleriyle uğraşan daire.

afetzede / âfetzede / آفت زده

  • (Çoğulu: Afetzedegân) Bir musibete, bir belâya ve bilhassa yangın, zelzele gibi bir felâkete uğramış. (Farsça)
  • Belaya uğramış, afet görmüş. (Arapça - Farsça)

afetzedegan / afetzedegân

  • (Tekili: Afetzede) Afete, belâya, felâkete uğramışlar. (Farsça)

ahlakıyyun / ahlâkıyyun

  • Ahlâk ilmi ile uğraşan âlimler; bunlar iki kısımdır. Bir kısmı ahlâk-ı hasene olan İslam ahlâkını telkin eder, diğer kısmı ise, dine tâbi olmayan ve hakiki ahlâkı bulamamış olanlardır.

ahter-gu / ahter-gû

  • Yıldız ilmi ile uğraşan kişi, müneccim. (Farsça)

ahter-şinas

  • Yıldız ilmi ile uğraşan. Müneccim. (Farsça)

akvam-ı mazlume / akvâm-ı mazlume

  • Zulme uğrayan kavimler.

alim / âlim

  • Bilen, bilgili.
  • Çok şey bilen.
  • Çok okumuş, bilgiç.
  • İlim ile uğraşan. Hoca.

amare-gir

  • Hesap işleriyle uğraşan kişi. Muhasebeci. (Farsça)

arazi-i gamire / arâzi-i gamire

  • Huk: Harap, su baskınına uğramış veya içine henüz çift girmemiş yerler.

astronom

  • yun. Kozmoğrafya âlimi, felekiyat ile uğraşan, gök cisimleri hakkında bilgi edinmeye çalışan.

bab-ı seraskeri / bab-ı seraskerî

  • Osmanlı Devletinde askerlik işleriyle uğraşan bakanlık; askeriyenin başı.

bais

  • Fakir.
  • Şiddet ve zahmete uğramış kimse.

balistik

  • yun. Merminin ateşlendikten sonra hedefe varıncaya kadar uğradığı te'sirleri tedkik edip inceleyen ilim dalı.

behle

  • (Behli) Yırtıcı kuşlarla uğraşanların giydiği eldiven. (Farsça)

beht / بهت

  • Şaşkınlık. (Arapça)
  • Behte uğramak: Şaşakalmak, şaşkınlığından donakalmak. (Arapça)

behut

  • (Çoğulu: Bühüt) İşitenleri şaşkına uğratan iftira, yalan.

bela-zede

  • Belaya uğramış, başına musibet gelmiş olan. (Farsça)

beladide / belâdîde / بلادیده

  • Belaya uğramış. (Arapça - Farsça)

bevh

  • Musibete, belâya uğrama; felâket gelmesi. Kederlenme.
  • Gizli şeyin, sırrın açığa çıkması.

bevliye

  • Tıb: İdrar yolları ve böbrek hastalıkları. Bu hastalıkların teşhis ve tedavisiyle uğraşan tıp dalı. (Üroloji)

beyavar

  • Meşguliyet, meşgul olma, uğraşma, iş. (Farsça)

biyolog

  • Biyoloji ilmiyle uğraşan âlim.

biyonik

  • Canlıların, yaşadıkları muhit içinde değişen şartlara uygun nasıl hareket ettiklerini inceleyerek canlıları model almak suretiyle benzer hareketleri yapabilecek makinelerin yapılması işiyle uğraşan ilim ve fen.

bolis çukuru

  • Kendini beğenenlerin, kibirlilerin, büyüklük taslayanların, Cehennem'de şiddetli azâba uğrayacakları yer.

canbaz

  • (Çoğulu: Canbazan) Can ile oynayan, canını tehlikeye koyan, canbaz.
  • Hayvan alış-verişi ile uğraşan kimse.
  • Aldatan, hilekâr, hile yapan.
  • Eskiden atlı fedai asker.

cidal / cidâl

  • Uğraşma, savaş.

cumhur-u muhaddisin / cumhur-u muhaddisîn

  • Hadîs ilmiyle uğraşan âlimlerin çoğunluğu.

daire-i vücub

  • Hiç değişikliğe uğramayan, varlığı zorunlu ve vasıflarının zıddı düşünülemeyen ilâhlık dairesi.

dakika-şinas

  • İnce işleri ve nükteleri anlayan, bir işin incelikleriyle uğraşabilen.

deber

  • Savaşırken askerin bozulması, bozguna uğraması.

diplomat

  • yun. Memleket hakkında siyasi söz sâhibi. Dış meseleler hakkında milletlerarası işlerle uğraşan siyaset adamı.
  • Becerikli, söz söyliyebilen.
  • Ülkenin dış işleriyle uğraşan memur.

duçar / dûçâr / دچار

  • Uğramış, yakalanmış, maruz kalmış. (Farsça)
  • Dûçâr etmek: Uğratmak, müptela etmek. (Farsça)
  • Dûçâr olmak: Uğramak, müptela olmak. (Farsça)

düçar-ı inkıta / düçar-ı inkıtâ

  • Düçar-ı inkıtâ olmak: Kesintiye uğramak.

dünyadar / dünyadâr

  • Dünya işleriyle uğraşan, mal ve mülk sahibi olan. Dünya hayatına fazla meyilli olan. (Farsça)

ecel-i kaza / ecel-i kazâ

  • Tehlikeye uğramak suretiyle gelen ecel.

eczem

  • (Cüzâm. dan) Cüzamlı, miskinlik illetine uğramış olan.
  • Parmakları veya eli kesik olan adam.

edebiyat

  • Düşünce, duygu veya herhangi bir hakikatı veya herhangi bir fikri yazı veya sözle, manzum veya nesir halinde güzel şekilde ifâde san'atı. Bu san'atla uğraşan ilim kolu.
  • Edebiyata âit yazıları toplayan kitap.Edebiyatın sözlük anlamından biri de edebe, yani terbiyeye uygun söz söylemek

edebiyyun

  • Edebiyatçılar. Edebiyatla uğraşanlar.

ehl-i azap

  • Azap ehli, azaba uğrayanlar.

ehl-i felsefe ve hikmet

  • Felsefeyle uğraşanlar, filozoflar.

ehl-i hadis / ehl-i hadîs

  • Hadis ilmiyle uğraşanlar, hadis âlimleri.

ehl-i ihtisas

  • İhtisas sahibi olan kimseler. Bu kişiler yalnız kendi meslekleriyle uğraşırlar, çeşitli meslek ve meselelerle fikirlerini dağıtmazlar.

ehl-i kelam / ehl-i kelâm

  • Konusu daha çok inançla ilgili olan kelâm ilmiyle uğraşanlar.

ehl-i san'at

  • San'atla uğraşanlar.

ehl-i şiir

  • Şiir ile uğraşanlar, şairler.

ehl-i şiir ve hitabet

  • Şiir ve düzgün söz söyleme san'atıyla uğraşanlar.

ehl-i siyaset ve hükumet / ehl-i siyaset ve hükûmet

  • Siyasetle uğraşıp devleti idare edenler.

ehl-i siyer

  • Siyer ilmiyle uğraşanlar, İslâm tarihçileri.

ehl-i siyer ve hadis / ehl-i siyer ve hadîs

  • Siyer ve Hadîs ilmiyle uğraşanlar, İslâm tarihçileri ve muhaddisler.

ehl-i tarih

  • Tarih ilmiyle uğraşanlar, tarihçiler.

ehlifen

  • Fen ilimleriyle uğraşanlar.

emval-i zahire / emval-i zâhire

  • Sâime denilen hayvanlar ile bir kısım arazi mahsulâtı ve madenleri ile yer altındaki hazineler ve gümrüklere uğrayan ticaret mallarıyla, nakitler.

enkaz-ı remime

  • Kazaya uğramış ve esaslı tarafları tahrib olmuş gemi veya tekne enkazı.

falic

  • Felce uğramış.
  • Vücudun bir kısmını veya her tarafını tutmaz hale koyan hastalık.
  • İsabeti çok olan ok.

fasık-ı hasir / fâsık-ı hâsir

  • Bilerek günah işleyip zarara uğrayan.

felaketzede / felâketzede / فلاكت زده

  • Belâya uğramış, bir musibete düşmüş, acınacak hale gelmiş olan. (Farsça)
  • Felâkete uğramış.
  • Felakete uğrayan. (Arapça - Farsça)

felasife / felâsife

  • Felsefeciler. Filozoflar, felsefe ile uğraşanlar.
  • Düşüncesiz, kaygısız, rahat yaşayanlar.
  • Dinsizler.
  • Filozoflar, felsefe ile uğraşanlar, âlimler, bilginler.

felekiyyun

  • Gök ilmi ile uğraşanlar. (Astronomlar, Kozmoğrafyacılar)

felekzede

  • Feleğin kahrına uğramış, tâlihsiz. (Farsça)
  • Belâya uğramış, bir musibete düşmüş.

fellah

  • Ekinci, çiftçi, ziraatle uğraşan arab.
  • Zenci, siyah arab.

fenci

  • Bilimle uğraşan, bilim adamı.

feylesof

  • Felsefe ile uğraşan, felsefeci.
  • Filozof, felsefe ile uğraşan kişi.

filozof

  • Felsefe ile uğraşan, felsefeci.

gaflet

  • Dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık. En mühim vazifeyi düşünmeyip, Cenab-ı Hakk'a itaat gibi işleri bilmeyip, başka kıymetsiz şeylerle uğraşmak. Nefsine ve hevesâtına tâbi olarak Allahı ve emirlerini unutmak.

gaile / gâile / غائله

  • Uğraşı, telaş, meşakkat. (Arapça)
  • Savaş. (Arapça)

gaile açmak

  • Sıkıntılı ve uğraştırıcı bir şeyler ortaya çıkarmak.

gayret-i batıla / gayret-i bâtıla

  • Faydasız ve boşu boşuna uğraşma.

gayret-i cahiliye / gayret-i câhiliye

  • Körü körüne uğraşmak. Allah'ın razı olmadığı lüzumsuz şeylere kıymet vererek didinmek.

gıll ü gış

  • Kin, düşmanlık ve aldatma gibi anlamsız şeylerle uğraşılar.

gülhane hatt-ı hümayunu

  • Tar: Gülhanede okunan hatt-ı hümayun münasebetiyle meydana gelmiş bir tabirdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun bir zamanlar dünyayı titreten kuvvet ve kudreti, çeşitli sebep ve te'sirlerle büyük bir zaafa uğramış ve en nihâyet devlet, bir vilâyet hükmünde olan Mısır'ın idaresini ele geçiren Mehmed Ali Pa

guşiş

  • Çabalama, uğraşma, çalışma. (Farsça)

habe

  • Zarara ziyana uğradı (mânâsına fiil).

hades-i asgar

  • Fık: Taharet-i suğra ile, yani yalnız abdest ile giden taharetsizlik hali. Bevletmek, kan gelmek sebebi ile hasıl olan hades gibi.

haibin / haibîn

  • (Tekili: Hâib) Zarar ve ziyâna uğrayanlar.
  • Mahrum olanlar.
  • Me'yus olanlar, üzülenler.

halvet ve inziva

  • Yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmama.

hasar-dide

  • Zarara uğramış, hasar görmüş. (Farsça)

hasif / hâsif

  • (Husuf. dan) Sararmış. Rengi, parlaklığı kalmamış. Husufa uğramış.

hasir / hasîr / hâsir / خاسر

  • Zarara uğrayan.
  • Hasarete uğrayan. Zarara, ziyana uğrayan.
  • Zarara uğrayan, zarar eden.
  • Zarar eden, hüsrana uğrayan. (Arapça)

hasiren / hâsiren

  • Ziyana uğrayarak, zarar gördüğü halde.

hasirin / hâsirîn

  • (Tekili: Hâsir) Zarar görmüş olanlar, ziyana uğramış kimseler.

hasirun / hâsirun

  • Zarar ve ziyana uğrayanlar. Eli boş kalanlar.

hasret-zede

  • (Çoğulu: Hasret-zedegân) Hasrete düşmüş, hasrete uğramış. (Farsça)

hayal-perest

  • Hayalî şeylerle çok uğraşan. Çok hayal kuran. Dalgın. Olmayacak şeylerle avunan. (Farsça)

haybet-zede

  • Sıkıntıya uğrayan, kedere düşen, kederli olan. (Farsça)

hazim

  • Sür'atle kesen.
  • Çok çabuk yeyip bitiren.
  • Düşmanı hezimete uğratan.

hebt

  • (Hübut) İniş. Aşağı inme.
  • Aşağı indirme. Bir yere inip konmak.
  • Nüzul, illet, maraz.
  • Zayıflama.
  • Bir memlekete birisini dâhil ettirmek.
  • Eksiltmek.
  • Kötü bir hale uğratmak.

hezimet / hezîmet / هزیمت

  • Bozgun. (Arapça)
  • Hezîmete uğramak: Bozguna uğramak. (Arapça)

hezm

  • Bozma, mağlub etme, hezimete uğratma.
  • Sıkıştırma, sıkma, bir şeyi sıkıp ezme.

hicran-zede

  • Ayrılmış, üzüntülü, hicrâna uğramış.

i'na

  • Zahmete uğramak.

i'nat

  • Zahmete uğratma, meşakkate maruz bırakma.
  • Edb: Mukayyed kafiye ve mukayyed seci' san'atı.

ibtika'

  • Bir şeyin renginin fıtri olarak değişikliğe uğraması.

ibtila / ibtilâ

  • Belâya uğramak. Musibete düşmek. İyi veya kötü şeye düşkünlük, tiryakilik.
  • İnsanın iyiliğini, kötülüğünü ve kemâl derecesini meydana çıkaran imtihan, tecrübe.
  • Belaya uğramak, musibete düşmek, kötü şeye düşkünlük.

ictimaiyyun

  • İçtimaî hayatı en güzel şekilde idareyi düşünen ve ona çalışan. İçtimaî mes'elelere dair ilimlerle uğraşan kimseler. Sosyologlar.

ifsad

  • Bozmak. Azdırmak. Fesada uğratmak. Fitne salmak. Karıştırmak.
  • Bozma, fesada uğratma.

ifsadat

  • (Tekili: İfsad) İfsadlar, kargaşalıklar, fesada uğratmalar.

iftitan

  • (Fitne. den) Fitneye uğrama.
  • Aldatmak.
  • Azdırmak.

ihtimal-i zarar

  • Zarara uğrama ihtimali.

ihzal

  • Şaka ve alay ile çok uğraşma.

ikam

  • Kısırlar, akamete uğrayanlar.

ikhat

  • Kuraklığa uğratma, kıtlığa uğratma.

iktitaf

  • Edb: Sözün özünü almak.
  • Ağaçtan meyve toplamak. Toplanma. Toplama.
  • Bir uğraşma sonucunda faydalanma.

ila / îlâ

  • Yemin etmek.
  • Erkeğin, bir müddet karısına yaklaşmaması. için yemin etmesi.
  • Sıkıntı ve derde uğrama.

ila'

  • Sıkıntı ve derde uğramak.
  • Karısına yaklaşmamak için erkeğin yemin etmesi.

imamet

  • İmamlık. Namazda cemaati idare eden zâtın hal ve sıfatı.
  • Halifelik.İmamet iki kısma ayrılır:1- İmamet-i suğra: Namazda cemaate yapılan imamlık.2- İmamet-i kübra : Emir-ül mü'minîn olmak. Yani müslümanlar arasında riyaset-i âmmeyi hâiz bulunmaktır.

imtiyaz madalyası

  • 2. Abdülhamid'in 11/10/1885 tarihli emriyle devlet ve memleket yararına hizmet edenlere, vazifeyle gönderildikleri yerde başarı gösterenlere verilmek üzere çıkarılan madalya. Altun ve gümüşten olmak üzere iki çeşit olan bu madalyaların ön yüzünde II. Abdülhamid'in "Elgazi" tuğrası, bunun altında sal

infisad

  • (Fesad. dan) Bozulma, fesada uğrama.

inhimal

  • İhmal etme, önem vermeme.
  • Mühlet alma.
  • Göz yaşı dökme.
  • Ciddi bir şekilde çalışma, uğraşma.

inhisaf

  • Ay tutulması. Husufa uğramak. Ay'ın, dünyanın gölgesi altına girmesi veya o şekildeki gölgelenmek.

inhizam / inhizâm / انهزام

  • Bozguna uğrama. (Arapça)

inkıta / inkıtâ / انقطاع

  • Kesilme, kesintiye uğrama. (Arapça)

inkıta-i hilafet / inkıta-i hilâfet

  • Halifelik kurumunun bir süre kesintiye uğraması.

inşaiyye

  • İnşâât işleriyle uğraşanlar. Bina ve gemi yapma işleriyle meşgul olanlar.

inziva / inzivâ

  • Yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmama.

inzivagah / inzivagâh

  • İnziva yeri, yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmaksızın yaşanan yer.

irfaş

  • Yeme içme ile uğraşma.
  • Bir yerde daimi oturma.

irhasat

  • Hayırlı işlerle uğraşmak.
  • Sağlam şey.
  • Ist: Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) nübüvvetinden evvel zuhur eden hârikulâde haller ki, bunlar peygamberliğine delil teşkil eden hâdiselerdendir.

irtibak

  • Karışık ve çapraşık bir işe girişme.
  • Karaca, geyik gibi hayvanların tuzağa düşmeleri.
  • Bir kazâya uğrama.

işgal

  • Zabtetme, istilâ etme.
  • Birisini işten alıkoyma, başka şeyle meşgul etme, oyalama, uğraştırıp kendi işine mâni olma.

islal

  • (Sell. den) Kılıcı sıyırıp çıkarma.
  • Verem etme, verem uğratma.

istibaa

  • Bir şeyi kendine sattırmağa uğraşma.

iştigal / iştigâl / اشتغال

  • Bir iş işlemek. Uğraşmak. Çalışmak. Meşgul olmak.
  • Meşgul olma, uğraşma.
  • Uğraşma.
  • Meşguliyet, uğraşma.
  • Uğraşı. (Arapça)
  • İştigâl etmek: Uğraşmak, meşgul olmak. (Arapça)

iştigal eden

  • Uğraşan.

iştigal etme

  • Meşgul olma, uğraşma.

iştigal etmek

  • Meşgul olmak, uğraşmak.

iştigalat / iştigalât

  • (Tekili: İştigal) Meşguliyetler, çalışmalar, uğraşmalar.
  • Meşguliyetler, çalışmalar, uğraşmalar.

istihkam / istihkâm

  • Sağlamlık. Metin olmak. Kuvvetli ve dayanıklı olmak.
  • Askerlikte: Düşmana karşı, hücumlarını savmak için hazırlanmış bulunan siper, askeri yapılar. İstihkâm işi ile uğraşan asker sınıfı.
  • Kuvvet ve metanet vermek.

istiktam

  • Gizlemeğe çalışma. Saklamak için uğraşma.

istinkas

  • Bir şeyin fiatını düşürmeye çalışma, ucuzlatmağa uğraşma.

istitmam

  • (Tamam. dan) Tamamlama, tamamlamağa çalışma. Tamamlamasını isteme. Bitirmek için uğraşma.

izkam / izkâm

  • Zükâm hastalığına yani nezleye uğratma.

ızrar

  • Zarar vermek. Zarara uğratmak.

jeolog

  • Yeryüzü ilmi ile uğraşan kimse.

jeoloğ

  • yun. Yer (Arz) ilmi ile uğraşan.

kampanya

  • Sıkı bir iş ve çalışma devresi.
  • Maksatlı uğraşma. Bir maksad için faaliyete geçme.

karun / karûn

  • Azaba uğramış ünlü bir zengin.

kaza-zede

  • Kazaya uğramış, başına felâket gelmiş.

kazazede / kazâzede

  • Kazaya uğramış

kedd

  • Emek. İş. Çalışma, uğraşma, çabalama.

keş'

  • Kalb sıkıntısına uğrayıp huzursuz olmak.

kinecu

  • Öc almağa uğraşan, intikam almak için çalışan. (Farsça)

kuşiş

  • Çalışma, çabalama, gayret sarfetme, uğraşma. (Farsça)

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

kutu'

  • Zelil olmak. Hakarete uğramak.

lahn-ı hafi / lahn-ı hafî

  • Gizli hatâ olup, ancak tecvîd ilmi ile uğraşanlar bilir.

ma'ruz

  • Bir şeyin etkisine uğramak veya uğratmak.
  • Arzolunmuş, arzolunan.
  • Serilmiş, yayılmış.
  • Verilmiş, sunulmuş.
  • Anlatılmış.
  • Bir şeye karşı siper alan.

maden-i hasaret / maden-i hasâret

  • Hüsrana uğrama kaynağı.

magdub

  • Hiddet ve gadaba uğramış. Doğru ve hak dini tanıyamamış ve rahmetten mahrum kalmış. Lütf-u İlâhîden mahrum olmuş.
  • Fık: Gasbolan mal.

mağdub / mağdûb

  • Gazaba uğramış.

magdur

  • (Mağdur) Gadre, haksızlığa uğramış ve gadir görmüş.

mağdur / mağdûr / مغدور / مَغْدُورْ

  • Haksızlığa uğramış.
  • Haksızlığa uğramış. (Arapça)
  • Mağdur etmek: Haksızlığa uğratarak zor durumda bırakmak. (Arapça)
  • Mağdur olmak: Haksızlığa uğramayarak zor durumda kalmak. (Arapça)
  • Haksızlığa uğramış.

magdure

  • Mağdur kadın. Haksızlığa uğramış ve gadir görmüş kadın veya kız.

mağduriyet / مغدوریت

  • Haksızlığa uğrama, mağdur olma. (Arapça)

magduriyyet

  • Mağdurluk. Gadre uğramış kimsenin hali.

mağlup etmek / mağlûp etmek

  • Yenilgiye uğratmak.

mağzub / mağzûb / مغضوب

  • Gazaba uğratılmış. (Arapça)

mahsuf

  • Husufa uğramış. Gölgelenmiş. Perdelenmiş.

makhur / makhûr / مقهور

  • (Kahır. dan) Kahredilmiş. Mahvedilmiş. Bozguna uğratılmış. Mağlub. Mahkum. Allah'ın (C.C.) gazabına uğramış. Yenilmiş. Hakaret görmüş.
  • Kahrolmuş, yenilmiş. (Arapça)
  • Gazaba uğramış. (Arapça)

makhur-u kahr-i ilahi / makhur-u kahr-i ilâhî

  • Allah'ın gazabına uğramış. Allah'ın kahrıyla kahrolmuş.

makhurane

  • Kahr ve gazaba uğramış hâlde. Gazaba uğramış olanlara benzer şekilde.

makhuriyet

  • Kahrolmuşluk, ezilmişlik, bitkinlik. Allah'ın kahr ve gazabına uğrama.

mantıkiyyun

  • Mantıkla uğraşanlar. Mantık âlimleri.

maruz / mâruz

  • Uğrama, tesirinde ve karşısında olma.

maruz kalan / mâruz kalan

  • Birşeyin tesirine uğrayan, etkisinde kalan.

maruz olma / mâruz olma

  • Uğrama, tesirinde ve karşısında olma.

maruz olmak

  • Uğramak, tesirinde olmak.

mazhar-ı tahavvülat / mazhar-ı tahavvülât

  • Değişikliğe uğramış.

maziz / mazîz

  • Musibet ve belâya uğramış. Felâket acısına giriftar olmuş.

mazlum / mazlûm / مظلوم

  • Zulme uğramış.
  • Zulme uğramış.
  • Zulme, haksızlığa uğramış kimse.
  • Zulme uğramış. (Arapça)
  • Sesiz sedasız. (Arapça)

mazlumane / mazlumâne

  • Haksızlığa uğramış bir halde.

mazlumen

  • Zulme uğrayarak.

mazlumin / mazlûmîn

  • Zulme uğrayanlar.

mazlumiyet / mazlûmiyet / مظلوميت

  • Zulme uğramış olma, mazlumluk.
  • Zulme uğramışlık.
  • Mazlumluk, zulme uğramışlık. (Arapça)
  • Sesiz sedasız olma. (Arapça)

me'ani ilmi / me'ânî ilmi

  • Sözün yerinde kullanılmasından, hâle, duruma göre uğrayacağı değişikliklerden bahseden ilim.

mebni

  • Yapılmış. Kurulmuş.
  • Bir şeye dayanan. Nazar ve itibâr ve isnad olunarak.
  • ... den dolayı... e binâen.
  • Gr: Son harfi harekesi değişmeyen kelime. Tasrife tâbi olmayan (fiil çekimine uğramıyan) kelime.

mechud

  • (Cehd. den) Çalışmış uğraşmış, didinmiş, cehdetmiş.
  • Kuvvet, kudret, güç.

medar-ı şekavet ve hasaret ve elem / medar-ı şekavet ve hasâret ve elem

  • Her türlü belâ ve sıkıntının, hüsrana uğramanın ve elemin kaynağı.

medhuş

  • Dehşete uğramış. Şaşırmış. Korkmuş.

meflucen

  • Felce uğramış olarak. Mefluc olarak.

mehzum

  • Hezimete uğramış. Mağlub olmuş olan.

mekrub

  • Kederlenmiş. Musibete uğramış. Tasalı, gamlı insan.

meksuf

  • Küsufa uğramış, ziyâsı, aydınlığı tutulmuş. Kararmış.

melametzede

  • (Çoğulu: Melametzedegân) Melamete uğramış, ayıplanmış, azarlanmış, kınanmış. (Farsça)

meşağil / meşâğil

  • Meşguliyetler, uğraşlar.

meşagil / meşâgil / مشاغل

  • Uğraşlar. (Arapça)

meşgale / مشغله

  • İş, uğraş.
  • Uğraşı. (Arapça)

meşgul

  • (Şugl. den) Bir işle uğraşan.
  • Dalgın.
  • Doldurulmuş, tutulmuş, işgal olunmuş.

meşguliyet

  • Meşgul olma, bir iş yapma.
  • Uğraşılan ve meşgul olunan şey.
  • Meşgul olma, uğraşma.

meşihat-ı islamiye / meşîhat-ı islâmiye

  • İslâmın ilmî meseleleri ile uğraşan devlet dairesi.

meşihat-ı islamiyye / meşihat-ı islâmiyye

  • İslâmî işlerin ilmî mes'eleleri ile uğraşan devlet dairesi.

meslek / مسلك

  • Yol, tarz. (Arapça)
  • Sistem. (Arapça)
  • Uğraşı, meslek. (Arapça)

metrukiyet / metrûkiyet

  • Metrûkiyete uğramak: Terkedilmek, metruk bırakılmak.

metrukiyyet

  • (Terk. den) Terk edilme, boşanmış olma.
  • Bırakılmışlık, kullanılmazlık.
  • Bir işten çekilip uğraşmama.

mev'üf

  • Afete uğramış nesne.

mihnetdide

  • Musibete uğramış. Keder ve mihnet görmüş. (Farsça)

mihnetzede

  • Afet ve belâya uğramış. Keder, mihnet ve musibete giriftar olmuş. (Farsça)

mikdam

  • (Çoğulu: Makadim) Çok ayaklı.
  • Kıdemli.
  • Çok çabalayıp uğraşan. Fazlaca gayret sarfedip ikdâm eden.

millet-i mazlume

  • Zulme uğramış millet.

mübareze / مبارزه

  • Cenk, kavga, uğraşma.
  • Uğraşı, mücadele. (Arapça)
  • Savaş. (Arapça)
  • Mübareze etmek: Mücadele etmek. (Arapça)
  • Mübaşeret olunmak: Girişilmek, işe başlanmak. (Arapça)

mübla

  • Dağıtılmış. Hezimete uğratılmış.

mübtela / مبتلا

  • Uğramış, tutulmuş, yakalanmış. (Arapça)
  • Mübtela olmak: Uğramak, tutulmak, yakalanmak. (Arapça)

mücadele / mücâdele

  • (Cedel. den) İki kişinin bir şey üzerine çekişmesi. Uğraşma. Savaşma.
  • Çekişme, uğraşma, savaşma.

mücahede / mücâhede

  • (Çoğulu: Mücahedât) Cihad etme.
  • Din düşmanına karşı koyma. Çarpışma.
  • Uğraşma. Çalışma. Gayret gösterme.İslâmiyette mücahedenin ehemmiyeti hakkında Deylemî'den (R.A.) mervi Hadis-i Şerif meâli: "Allah bir kulu sevdiği vakitte onu Zât-ı Uluhiyetine hizmet etmek için seçer. Onu
  • Çalışma, mücâdele etme, uğraşma, cihâd etme.
  • Nefse zor gelen, nefsin istemediği şeyleri yapma.

mugremun

  • Ağır borca uğratılmış olanlar.

muhaddisin / muhaddisîn

  • Hadis ilmiyle uğraşan âlimler.
  • Hadis ilmiyle uğraşan eskiden gelmiş büyük ve kâmil zâtlar. Peygamberimizin (A.S.M.) sözünü işiterek bildirenler.

muhakkar

  • Hakir görülen. Hakarete uğramış.

muhasebe

  • Hesablaşmak. Hesab görmek. Hesab işi ile uğraşmak. Hesab işini gören resmi makam.

muhasib

  • Hesab eden. Hesap işi ile uğraşan. Muhasib.

muhassir

  • (Çoğulu: Muhassirîn) (Hasar. dan) Zarara uğratan. Hasar ve ziyan verdiren.

muhassirin / muhassirîn

  • (Tekili: Muhassir) Zarar ve ziyan verdirenler. Hasara uğratanlar.

mühimme

  • Uğraştıran, düşündüren.

muhlis

  • İhlâs sâhibi. Niyetini ve ihlâsını düzeltmeye uğraşan kimse.

mümarete

  • Çabalama, uğraşma, gayret sarfetme.

mümteli

  • (Melâ. dan) Dolu, dolgun, dolmuş.
  • Mide dolgunluğuna uğramış.

müneccim / مُنَجِّمْ

  • Yıldızların hareket ve hâllerini tedkikle uğraşan, mevki ve harekâtından mâna ve hüküm çıkaran. Falcı.
  • Yıldız falına bakan, astroloji ile uğraşan.
  • Yıldızların hareketlerini gözetleyerek geleceğe dâir haber verdiğini iddiâ eden, yıldız falına bakan kimse. Astrolog.
  • İlm-i nücûm yâni astronomi ilmiyle uğraşan kimse. Astronom.
  • Yıldızlarla uğraşan, falcı.
  • Yıldız ilmi ile uğraşan.

münhemik

  • (Hemk. den) Bir işin üzerine çok düşen. Bir işte çok uğraşan.

münhezim / منهزم

  • Hezimete uğramış, bozguna uğrayan, inhizam eden.
  • Bozgun.
  • Bozguna uğramış.
  • Bozguna uğramış. (Arapça)
  • Münhezim olmak: Bozguna uğramak. (Arapça)

münhezimen

  • Yenilerek, münhezim olarak, bozularak, bozguna uğrayarak.

münhezimin / münhezimîn

  • (Tekili: Münhezim) Hezimete uğrayanlar. Bozgunlar.

münkesif

  • Küsufa uğramış, tutulmuş, tutulan.

münzevi / münzevî

  • Bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, dünyadan çok âhiret için çalışan kişi.

münzeviyane

  • Bir köşeye çekilip ibadetle uğraşarak, vaktini ibadetle geçirerek.

müptela / müptelâ / مبتلا

  • Uğramış, tutulmuş, yakalanmış. (Arapça)
  • Müptelâ olmak: Tutulmak, yakalanmak, uğramak. (Arapça)

mürur / mürûr / مرور

  • Geçme, geçip gitme, geçiş. (Arapça)
  • Mürûr etmek: Geçmek. (Arapça)
  • Mürûr eylemek: (Arapça)
  • Geçmek. (Arapça)
  • Uğramak. (Arapça)

musab / musâb / مصاب

  • Kendine bir şey isabet eden. Hasta. Musibetzede. Musibete uğrayan.
  • Yakalanmış, tutulmuş, uğramış. (Arapça)
  • Musâb olmak: Yakalanmak, tutulmak. (Arapça)

müsaberet

  • Sürekli olarak uğraşma.
  • Bir şey yapmağa hemen girişme.

musahhihin / musahhihîn

  • (Tekili: Musahhih) Musahhihler, tashih işi ile uğraşanlar.

musibet-zede

  • Belâya uğrayan. Hastalık veya başka musibete uğrayan.

musibetli

  • Belâya uğramış.

musibetzede / musîbetzede / مُص۪يبَتْزَدَه

  • Musibete uğrayan.
  • Musibete uğrayan.
  • Musîbete uğrayan.

müştagil

  • (Şugl. den) Bir işle meşgul olan, iştigal eden, uğraşan.

mutali'

  • Mutâlaa eden. Kitab okuyan. Kitablarla tetkik ve bilgi için uğraşan.

mutasavvıf

  • Tasavvufla uğraşan. İlâhiyyatla uğraşan, tarikat ehli olan.

mutazarrır

  • Zarar ve ziyana uğrayan, zarar görmüş olan.

müteannit

  • Yanlış arayan. Başkalarının yanlışını bulmak için uğraşan.

müteannitane / müteannitâne

  • Yanlış arayana, yanlışlıklar çıkarmaya uğraşana yakışır surette. (Farsça)

mütecadil

  • (Cedl. den) Mücadele eden, uğraşan. Şiddetle çekişen.

mütefakkıh

  • (Çoğulu: Mütefakkıhin) (Fıkh. dan) Fıkıh âlimi. Fıkıh ilmiyle uğraşan kimse.

mütefakkıhin / mütefakkıhîn

  • (Tekili: Mütefakkıh) Fıkıh âlimleri, fıkıh bilginleri. Fıkıhla uğraşan kimseler.

mütefelsif

  • Felsefe ile uğraşmış olan, filozoflaşmış.

mütefennin / متفنن

  • (Fenn. den) Alim, münevver, fen adamı. Teknik ilimle uğraşan.
  • Fen bilimleri ile uğraşan, teknik ile uğraşan. (Arapça)

mütegavvil

  • Renkten renge giren. Bir şeyin rengine giren.
  • Uğraşan, tegavvül eden.

mütelahi

  • (Lehv. den) Oynıyan. Oyun veya sazla uğraşan.

mütelahiyane

  • Oyunla uğraşarak, oynayarak. (Farsça)

müteşerri'

  • Şeriat işleriyle uğraşan.
  • İlim ve şeriatta âlim olan. Şeriatla amel eden.

mütevaggıl

  • Bir işle fazla uğraşan, bir konu hakkında derinlemesine ilgilenen ve takip eden.

mütevaggilin / mütevaggilîn

  • (Tekili: Mütevaggil) Çok uğraşanlar, fazla meşgul olanlar. Bir şeyin derinliğine varanlar.

mütezahim

  • (Çoğulu: Mütezahimîn) (Ziham. dan) Birbirini iterek, herbirinin üstüne çıkarak biriken kalabalık.
  • Halkın kalabalığından sıkıntıya uğrayan.

mütezarrır olmak

  • Zarar görmek, zarara uğramak.

muvazebet

  • Bir işle dâimâ uğraşma. Bir işe durmadan çalışma.

muvazıb

  • Dâima bir işle uğraşan. Bir işe durmadan çalışan.

na-sazkar / na-sazkâr

  • Uygun görmeyen, muhâlif. (Farsça)
  • Beklenmemiş, işitilmemiş. (Farsça)
  • Münâsebetsiz işle uğraşan. (Farsça)

nekb

  • Musibet ve kedere uğrama.
  • Meyletmek, eğilmek.
  • Udul etmek, vazgeçmek, haktan dönmek.

nekbetzede

  • Felâket görmüş, musibete uğramış. (Farsça)

nekz

  • Gayret etme, uğraşma, çok çabalama.

nişan

  • İz. Nişan. Alâmet. İşaret. (Farsça)
  • Yara izi. (Farsça)
  • Hedef, vurulması istenen nokta. (Farsça)
  • Hâtıra için dikilen taş. (Farsça)
  • Taltif için verilen madalya. (Farsça)
  • Evlenmeden önceki anlaşma ve karar işareti veya merasim. (Farsça)
  • Tuğra. (Farsça)
  • Ferman. (Farsça)

nizamiye

  • İlk askerlik devresi.
  • Bu nevi askerlik işleriyle uğraşan daire.
  • Tanzimat ordusunun asıl silâh altında bulunan kısmı.

nücumi / nücumî

  • Yıldızlarla ilgili.
  • Yıldızlarla uğraşan.

nugre

  • (Çoğulu: Nugur-Nugrân) Serçe kuşu büyüklüğünde olup kırmızı olan bir kuşun adı.

pençe

  • El ayası ile beş parmağın tamamı. (Farsça)
  • Hayvanların ön ayaklarının parmaklarıyla tırnakları. (Farsça)
  • Eskiden Şark hükümdarlarının imza yerine ellerini kırmızı boyaya sürüp, kâğıdın üstüne basmalarıyla olan şekil, tuğra. (Farsça)
  • Mc: Kuvvet. Savlet, satvet. (Farsça)

psikolog

  • Ruhiyatçı, ruh ilmiyle uğraşan. (Fransızca)
  • Ruh ilmi ile uğraşan kimse, ruh bilimci.
  • Ruh ilmiyle uğraşan.

pür-hazan / pür-hazân

  • Sonbahara uğramış, solup sararmış. (Farsça)

rahnedar / rahnedâr

  • Eksiği, bozuğu olan. (Farsça)
  • Zarara uğramış. (Farsça)
  • Yıkığı olan. (Farsça)

rahnedar kalan

  • Zarara uğrayan, yara alan.

rehak

  • Gaşyetmek, sarıp bürünmek. Bir adamın arkasından yaklaşıp çatmak.
  • Haramlara ve menhiyata dalıp, hep onunla uğraşmak.

sabr

  • Acıya ve zorluğa katlanmak.
  • Bir musibet ve belâya uğrayanın telâş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması.
  • Muharebede şecaat gösterme.
  • Bir kimseyi bir şeyden alıkoymak.
  • Öğrendiği bir şeyi başkasının da öğrenmesi için tâkat getirmek.

safeviler devleti

  • (1499-1737) Safeviler adında bir hanedana mensub olan Şah İsmail'in kurduğu bir devlettir. İran'da kurulmuş olan bu devlet şii idi. Osmanlılarla münasebetleri iyi değildi. Çaldıran'da 1514'de Yavuz Sultan Selim tarafından büyük bir mağlubiyete uğratıldılar. Nihayet 1737'de bir ayaklanma neticesinde

sarraf

  • Sarfeden. Para işleri ile uğraşan.
  • Cevherci, kuyumcu. Cevherin kıymetini san'atı ile azaltan veya çoğaltan.

sebeb-i hasaret / sebeb-i hasâret

  • Hüsrana uğrama sebebi.

şeddad

  • Kâfir.
  • Çok eskiden Yemen'de Âd Kavminin hükümdarı Allah'a isyan ederek Cennet'e benzetmek iddiasiyle İrem bağını yaptırmış, bu bağdaki köşke girmeden kavmi ile yani taraftarlariyle birlikte gazaba uğramış, çarpılmış, yerin dibine geçmiştir.

sekte / سكته

  • Durma. (Arapça)
  • Kesilme. (Arapça)
  • Sekte vermek: Durgunluk vermek, sekteye uğratmak. (Arapça)

sekte-i kalb

  • Kalbin durması. Kalbin sekteye uğraması.

sektedar / sektedâr

  • Susan, sesini kesen.
  • Zarara uğramış olan.
  • Aheng ve düzeni bozulmuş.
  • Sektedâr etmek: Durdurmak, sekteye uğratmak.

şevagil / şevâgil / شواغل

  • (Tekili: Şagile) Uğraşmalar, meşguliyetler.
  • Uğraşılar. (Arapça)

sıhhiye

  • Sağlık ve hekimlik işleriyle uğraşan dâire.
  • Sağlık işleri.

sıhhiye heyeti

  • Sağlık işleriyle uğraşan kurul.

silahşör

  • Silahları karıştırıcı, silahlarla oynayıp uğraşıcı.
  • Eski zamanda bir sınıf silahlı asker, hususiyle muhtelif silahları kullanmakta fevkalâde meleke ve maharet ile mümtaz olup, maiyyette istihdam olunanlara verilen addı. Yeniçeri Ocağı zâbitlerinin bir takımı hakkında da kullanılır bi

sitem-dide

  • (Çoğulu: Sitemdidegân) Zulme uğramış, haksızlık görmüş.

sitem-keş

  • Zulme ve haksızlığa uğrayan. Zulüm çeken. Mazlum. (Farsça)

sitem-reside

  • Siteme uğramış, zulme uğramış. Zulüm çekmiş. (Farsça)

sitemdide / sitemdîde / ست دیده

  • Zulme uğramış. (Farsça)

siyaset

  • Memleket idare etme san'atı. Devlet idare tarzı.
  • Dünya ve âhirette necatlarına sebeb olacak bir yola, insanları irşad ile beşeriyetin salâhına çalışmak.
  • Diplomatlık. Politika.
  • Seyislik, at idare işleriyle uğraşma.

siyasetçilik

  • Siyasetle uğraşma, ilgilenme.

sosyoloğ

  • İçtimaî bilgilerle uğraşan, toplu insan yaşayışı ve onların idare işlerinde bilgi sahibi olmaya çalışan. İçtimaiyatçı. (Fransızca)

sufi / sufî

  • Tasavvuf ile uğraşanlar.

sufiyye / sûfiyye / صوفيه

  • Mutasavvıflar, tasavvufla uğraşanlar. (Arapça)

şugl / شغل

  • İş, uğraşı. (Arapça)

sugra

  • (Suğra) Daha küçük, pek küçük.
  • Man: Hadd-i asgarın bulunduğu cümle. Birinci kaziyye. Küçük önerme.

şugul / şugûl / شغول

  • (Tekili: Şugl) İşler, uğraşacak şeyler, gaileler.
  • Uğraşılar. (Arapça)

sultan-ı mazlum

  • Mâsum, zulme uğramış sultan. (Bundan kinaye II. Abdulhamid Han'dır.)

tabakat-ı muhaddisin / tabakât-ı muhaddisîn

  • Resûlullah efendimizin işleri, sözleri ve hâllerini öğreten hadîs ilmi ile uğraşan İslâm âlimlerinin dereceleri.
  • Hadîs âlimlerini derecelerine göre sıralayıp, hayatlarını ve eserlerini anlatan kitaplar.

tabakat-ül-fukaha / tabakât-ül-fukahâ

  • Fıkıh âlimlerinin tabakası. Helâl ve haramı, emir ve yasakları bildiren fıkıh ilmi ile uğraşan âlimlerin dereceleri.
  • Fıkıh âlimlerini derecelerine göre tertîb edip (sıralayıp), hayatlarını ve eserlerini anlatan kitablar.

tacir

  • Ticaret yapan, ticaretle uğraşan.

tağayyür

  • Başkalaşma, değişikliğe uğrama.

tahsir

  • (Hasar. dan) Zarara sokma, ziyana uğratma.

takayyüd

  • Bağlanma. Bağlı olmak. Kayıtlı bulunmak.
  • Çalışmak. Çabalamak. Uğraşmak.
  • Dikkatli davranmak.

tamam-ı ıttırad-ı ahval

  • Bir kimsede var olan huy ve hasletlerin sekteye uğramadan biteviye devam etmesi, her zaman aynı durumu göstermesi.

tavaggul

  • Fazla meşguliyet, çok uğraşmak.
  • Çok meşgul olmak, uğraşmak, kendini birşeye tamamen vermek.

tazallum-u hal / tazallum-u hâl

  • Mazlum olduklarını anlatmak, zulme uğradıklarını şikâyet etmek.

tazarrur

  • (Zarar. dan) Zarar ve ziyâna uğrama.

tazrir

  • Zarar vermek. Zarara uğratmak.

tecahüd

  • Kuvvetini sarfedip uğraşmak. Çalışmak.

tecelli

  • Görünme. Bilinme.
  • Kader.
  • Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama.
  • İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.

tefellüc

  • Felç olma, felce uğrama.
  • Yarılıp çatlama.

tegaşmür

  • Kahra uğratmak.

teknisyen

  • Bir işin, ilim tarafından daha çok tatbikatiyle uğraşan. Tatbikatla uğraşan kimse. (Fransızca)

telebbük

  • Mide dolgunluğuna uğrama.

tencim

  • Yıldız ilmi ile uğraşmak. Yıldızların hareketlerinden mâna çıkarmağa çalışmak.

tevaggul / توغل

  • Çok uğraşma, meşgul olma. Bir işin çok ilerisine varmak.
  • Sürekli uğraşı. (Arapça)

tevağğul eden

  • Meşgul olan, uğraşan.

tevaggulat / tevaggulât

  • (Tekili: Tevaggul) Tevagguller. Devamlı olarak uğraşmalar.

tufanzede

  • Tufan görmüş. Tufana uğramış. (Farsça)

tuğra-i şahane / tuğra-i şâhâne

  • Şâh ve hükümdarlara ait tuğra, mühür.

tuğrakeş / tuğrâkeş / طغراكش

  • Tuğracı. (Türkçe - Farsça)

tura

  • (Aslı: Tuğra) t. Topuz gibi yapılmış mendil, kuşak gibi oyun âleti. Kös, davul, trampet gibi şeylere vurmaya mahsus ip veya çomak.
  • Kamçı, örme kırbaç.
  • Demet, bağ, paket.

turfe-kar / turfe-kâr

  • Garip şeylerle uğraşan. Şaşılacak şeyler yapan. (Farsça)

turra

  • (Tuğra) Mühür. Pâdişah damgası. Pâdişahın imzası.
  • Kumaşın etrafındaki nişan ve işaret. Kumaşta ipekten çevrilen kenar.
  • Herşeyin ucu ve kenarı.
  • Alındaki saç. Tura.
  • Tuğra, padişah imzası.

ulema-i ilm-i huruf

  • Harf ilmiyle uğraşan âlimler.

üşgule

  • Uğraşılacak iş. Meşguliyet.

usuliyyun

  • Fıkıh usulüyle uğraşan İslâm âlimleri. Usul-ü Fıkıh müellifleri.

varakkerdan

  • Boş ve faydasız işlerle uğraşan kimse. (Farsça)

vehs

  • Bir işe girişip ısrar ile devamlı uğraşmak.

velayet-i kübra / velâyet-i kübrâ

  • Büyük velilik. Akrebiyet-i İlâhiyenin inkişafına bakan ve veraset-i nübüvvetten gelen gayet kısa, fakat yüksek olan ve tarikat berzahına uğramadan zâhirden hakikata geçen velilik mesleği. (Sahabeler gibi)
  • En büyük velîlik; tarikat berzahına uğramadan, zahirden hakikate geçen ve peygamber varisliğinden gelen velîlik.

velehzede

  • Sevgilinin hışmına uğrayıp kahır çeken âşık. (Farsça)

vücub mertebesi

  • Hiç değişikliğe uğramayan, varlığı zorunlu olan ve vasıflarının zıddı düşünülemeyen İlâhlık derecesi.

zafer

  • Muvaffak olma, maksada erme. Bir çok uğraşmadan sonra maksada erişme.
  • Düşmanı yenme, üstün gelme. Başarma.

zahid / zâhid / زاهد

  • Aşırı dindar, zühd ile uğraşan. (Arapça)

zarar-dide

  • Zarar görmüş olan. Ziyana, kayıba, noksanlığa uğramış olan. (Farsça)

zarardide / zarardîde

  • Zarara uğramış, zarar görmüş.

zede / زده

  • (Zed) Birleşik kelimeler yapılarak, "vurulmuş, çarpılmış, tutulmuş" manalarına gelir. Meselâ: Musibet-zede : Musibete uğramış. (Farsça)
  • Vurmuş, dövmüş. (Farsça)
  • Vurulmuş, dövülmüş. (Farsça)
  • Uğramış, müptela olmuş. (Farsça)

zedegan / zedegân

  • (Tekili: -zede) Tutulmuşlar, çarpılmışlar, uğramışlar mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. (Farsça)

zındık

  • Hiçbir dinde olmadığı ve Allahü teâlâya inanmadığı hâlde, müslüman görünüp müslümanlığı değiştirmeye, îmânı bozmaya, dinsizliği müslümanlık olarak yaymaya çalışan ve İslâmiyet'i içerden yıkmaya uğraşan sinsi İslâm düşmanı, azılı kâfir, münâfık. Kâdıy ânîler ve Behâîler böyledir.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın