dahdaha

• Suyun dökülüp saçılması.
• Serabın uzaktan su gibi görünüp parlaması.

dura-dur

• Uzaktan uzağa. Uzak uzak. Uzun uzadıya. (Farsça)

dürbin / dürbîn

• Uzaktan gören, dürbün.

eşbah

• (Tekili: Şebâh) Şahıslar, cisimler, vücudlar.
• Büyük kapılar.
• Uzaktan görünen karaltılar, hayâller.
• Renk, levn.

hayda'

• Sıcak günlerde uzaktan görenin su sandığı serap.

ılgam

• Sıcak mevsimlerde çöl veya ovalarda buharın yayılmasıyla uzaktan su gibi göüren yer. Serap, pusarık.

ılgımsalgım

• Sıcak mevsimlerde çöl veya ovalarda, buharın yayılmasıyla uzaktan su gibi görünen yer. Serap, pusarık.

istişmam

• Koklamak. Kokusunu almak.
• Hissetmek, sezmek, dolayısı ile anlamak.
• Uzaktan haber almak.

ıtmas

• Bir şeye geriden uzaktan bakmak. Helâk etmek.

kelale / kelâle

• Akrabalığı uzaktan olma.
• Yorulma, tükenme.
• Bıçak kör olma.

kudum / kudûm

• Uzaktan gelme, ayak basma.

müdhamme

• Ağaçlarının ve nebatlarının çok ve taze olmaları dolayısıyla uzaktan koyu yeşil renkte görünen bahçe.

şahıs

• (Çoğulu: Eşhâs) Kişi, kimse. İnsanın cismanî hey'eti.
• İnsanın uzaktan görülen karaltısı.

şahsen

• Şahıs olarak, ferd olarak. Şahısça, kendi.
• Yalnız uzaktan görerek.

samanyolu

• Uzaktan parlak bir yol gibi görünen yıldızlar kümesi.

serab / serâb / سَرَابْ

• Çölde uzaktan su gibi görünen ve ışığın kırılmasından ileri gelen parlaklık.

şey'an

• Uzaktan gören.
• İleriyi gören, her şeyin sonunu düşünen.

seyr

• Yürüyüş.
• Eğlenme ve ibret için bakma. Gezip görme.
• Görülecek şey ve yer.
• Uzaktan bakıp karışmama.
• Yolculuk.

tasel

• Serabın uzaktan su gibi görünmesi.

uşve

• Gece vakti uzaktan görünen ateş.