Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
uzak
ifadesini içeren
537
kelime bulundu...
a'rab
Vatanı çöl olan ve medeniyetten uzak yaşayan Arap.
adem-i hilim
Yumuşak ve uysallıktan uzak.
adese
Mercimek.
Mercek. Uzağı yakın veya yakını uzakta görmeğe yarayan dürbün veya mikroskop camı.
adiyat / âdiyât
(Adiv. den ism-i faildir) Hızla koşmak, seyirtmek. (At, deve v.s. koşanların hepsine ıtlak olunabilir.)
Mc: Düşmanlık, zulüm.
Dâima muharebeye koşup hücum eden cemaat.
Uzaklık. (Kamus)
afak / âfâk
Ufuklar. Yerle göğün birleştiği gibi görünen uzak dâire.
Etraf. Cihetler.
Mc: Görüş ve dönüş sınırları. (Zıddı: Enfüs'dür.)
"Ufuk"un çoğulu. Ufuk, yerle göğün birleştiği gibi görünen uzak daire. Âfak, ufuklar, dış âlemler.
afaki / âfâkî
İnsanın dışındaki şeyler.
Uzak memleketlerden hac ibâdetini yapmak için gelenler.
aforoz
Hıristiyanlık ve yahûdîlikte, dinden ve cemâatten uzaklaştırma cezâsı.
ahlak ilmi / ahlâk ilmi
Kötü huylardan uzaklaşıp, güzel huylar edinme yollarını öğreten ilim.
akasi
(Tekili: Aksa) Çok uzaklar.
akl-ı mead / akl-ı meâd
Ebedî rahata kavuşmak, Cennet'te ebedî kalmak ve Cehennem azâbından kurtulmak için hâlini ıslâh etmeyi, düzeltmeyi düşünen, uzak görüşlü, dünyâya değil, âhirete değer veren akıl.
akraba-i taallukat / akraba-i taallûkat
Hısım akraba; yakın uzak bütün akrabalar, aile çevresi.
aksa / aksâ / اقصى
En uzak. En son. Kusvâ. Nihayet. Irak.
En uzak, en son.
Uzak, en son.
(Arapça)
aksa-yı garb
Uzak garp, uzak batı.
aksa-yı şark / aksâ-yı şark / اقصای شرق
Uzak Doğu. Çin, Japonya gibi yerler.
Uzakdoğu.
aksay
Çok uzak.
al / âl
Sülâle, soy, hânedan. Akrabâ ve taallukat.
Yaz sıcaklarında su gibi görünen serap.
Hile, tuzak.
allahü zülcelal tebareke ve teala ve tekaddes hazretleri / allahü zülcelâl tebareke ve teâlâ ve tekaddes hazretleri
Büyüklük, haşmet ve yücelik sahibi olan ve her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan Allah.
amel-i salih / amel-i sâlih
Allah rızâsına uyan hayırlı amel. Günahlardan uzak olan iş, fiil. Maddi veya mânevi hukuk-u ibâdı ifâ etmek.
amelde i'tidal / amelde i'tidâl
Amelde aşırılıktan uzak, dengeli.
apsis
Yönlü bir eksen üzerinde bulunan bir noktanın, başlangıç noktasına olan uzaklığının cebirsel değeri.
(Fransızca)
Bir noktanın, fezadaki yerini tesbite yarıyan ana çizgilerden yatay olanı.
(Fransızca)
arafat
Mekke'ye 12 mil yani takriben 20 km. uzaktaki bir yer. Hacca gidenler Zilhicce'nin 9. günü buraya gelerek bir müddet vakfe yaparlar.
arazi-i mevat / arazi-i mevât
Huk: Hiç kimse tarafından kullanılmayan ve halka verilmeyen, meskun mahallerden biraz uzakta bulunan taşlık ve kıraç arazi.
İşlenmemiş toprak.
ari / ârî / عاری
Pâk, pislikten uzak.
Hür.
Saf, arınmış, uzak.
Temiz, hür, uzak.
Çıplak.
(Arapça)
Uzak, uzakta, soyutlanmış.
(Arapça)
asayiş
Emniyet, güvenlik, korku ve endişeden uzak hâl. Kanun, nizam hakimiyeti. İnsan cemiyetlerinde iktidar, hâkimiyet, bir zümrenin, bir sınıfın elinde olmaktan kurtulamamasından ve bir kısım insanlarca yapılan, istedikleri zaman değiştirilen kanunlara diğer insanların saygısı temin edilemediğinden asayi
(Farsça)
asur / âsûr
(Çoğulu: Avâsir) Tuzak, ağ.
Şer.
Şiddet.
asus / asûs
Yalnız yürüyüp, otlayan deve.
Yanından insanlar uzaklaşmayınca kendini sağdırmayan deve.
Av arayan kimse.
ata-yı sübhan / atâ-yı sübhan
Her türlü eksiklik ve noksanlıktan sonsuz derece uzak olan Allah'ın lütfu, ihsanı.
ataraksiya
yun. Tesirlere (etkilere) karşılık göstermeme, durgunluk hâli.
(Fels.) Ruhun sükunete ulaşması, arzu ve ihtiraslardan uzak kalma. Eski çağ felsefesi, hayatın gayesi, saadet olarak duygusuzluk halini gösteriyordu. İnsan arzuları sonsuz, düşmanları sonsuzdur, (mikroptan kuyruklu yıldız
ayine-i iskender
Makedonya kralı Büyük İskender'in aynası. Rivayetlere göre, bu ayna Aristo tarafından yapılmış ve İskenderiye şehrinde yüksekçe bir yere konulmuştur. Bu sayede İskender, yüz fersah uzaklıktaki düşmanlarını aynada görürmüş.
ayyuk
Samanyolunun dâima sağ tarafında olan çok parlak ve uzak bir yıldızın ismi.
Mc: Gökyüzünün pek yüksek yeri.
azib
Uzak merâ, otlak ve çayır.
azimet / azîmet
Kuvvetli irâde, istek, arzu. Haramlardan, dinde yasak edilen şeylerden sakınmakla berâber, mümkün olduğu kadar ruhsatlardan yâni dinde izin verilen kolaylıklardan uzak durup; evlâyı, en iyi olduğu bildirilenleri, nefse zor gelenleri yapmak; takvâ yol u.
azl
Ayırma, uzaklaştırma.
azletmek
Ayırmak, uzaklaştırmak.
bade / bâde
Şarap, içki. Kadeh. (İçkinin her çeşiti haramdır, büyük günahtır. İnsan sağlığına zararları ilmî bir gerçektir. Aile, cemiyet hayatı ve ahlâk için de yıkıcıdır. İçkiden ve içenlerden uzak durmak gerekir.)
(Farsça)
bahs
Noksanlık. Azlık. Nâkıs. Az.
Akarsu ile sulanmayıp yağmur suyu ile mahsül alınabilen tarla.
Zulüm. İşkence.
Uzaklık.
Gümrük almak.
Göz çıkarmak.
baid / baîd / بعيد
(Bu'd. dan) Uzak. Irak.
Umulmadık.
Uzak.
Uzak, ırak.
Uzak.
(Arapça)
baid-ül ihtimal / baid-ül ihtimâl
İhtimalden uzak.
bain / bâin
Ayırıcı. Talâk-ı bâin.
Tasavvuf'ta bir terim. İnsanlardan uzak olan.
bari' teala ve tekaddes / bâri' teâlâ ve tekaddes
Varlıklara biçim verip şekillendiren, onları mükemmel bir surette yaratan, yüce ve her türlü eksiklikten uzak Allah.
bari-i teala / bâri-i teâlâ
Varlıklara biçim verip şekillendiren, onları mükemmel bir şekilde yaratan ve her türlü kusur ve eksiklikten uzak ve yüce olan Allah.
barid / bârid
Soğuk.
Letafetten uzak nâhoş.
basita
Uzak yer.
batin
Uzak yer.
Şişman.
bedavet / bedâvet
Bedevilik, göçebelik; şehirlilikten uzak köy ve göçebe hayatı.
bedeviyet
Bedevilik, medeniyetten uzaklık.
behr
Nasip.
Galip olmak.
Nefesi tutulmak.
Ümidin boşa çıkması.
Felâket, musibet.
Uzaklık, mesafe.
belinograf
Telefon hatlarıyla fotoğraf, şekil ve yazıyı uzak mesafeye nakleden cihaz.
(Fransızca)
beraet / berâet
Temize çıkarmak. Bir şahsın, hakkında iddia edilen suçtan uzak olduğunun veyâ işlediği söylenilen suçun gerçekte suç olmadığının anlaşılması.
Kurtuluş vesîkası.
beri / berî / بری / بَر۪ي
Arınmış, temiz, uzak.
(Arapça)
Kusurdan uzak olan, temiz.
betin
Büyük karınlı. Şişman.
Irak, baid, uzak.
bevn
İki şey arasındaki mesafe. Uzaklık.
Fazilet, meziyet.
bevn-i baid
Çok açıklık, uzak mesafe.
bila teşbih / bilâ teşbih
Benzetme olmaksızın; Allah'ı yaratılmışlara benzemekten uzak tutmak için kullanılır.
bizare
Desise, hile, tuzak.
(Farsça)
boylam
Yer yüzünde bir yerin başlangıç dairesine olan uzaklığının açı cinsinden değeri.
(Türkçe)
bu'd / بعد / بُعْدْ
(Çoğulu: Eb'ad) Uzaklık. Baid olma.
Aralık.
Geo: Bir cismin uzunluk, genişlik ve derinliği.
Uzaklık.
Uzaklık, aralık, boyut.
Uzaklık.
(Arapça)
Boyut.
(Arapça)
Uzaklık.
bu'd-i mesafe
Gidilen yolun uzaklığı.
Gidilen yolun uzaklığı.
bu'd-u mesafe / bu'd-u mesâfe
Mesafe uzaklığı.
bu'd-u mutlak
Sınırsız uzaklık.
bu'dan
(Tekili: Baid) Uzaklar, ırak yerler.
bu'diyet / بعدیت / بُعْدِيَتْ
Uzaklık.
Uzaklık, mesafe.
(Arapça)
Uzaklık.
bu'diyet-i mekan / bu'diyet-i mekân
Mekân uzaklığı.
bud / bûd
Uzaklık.
büdd
Uzaklaşma. Birbirinden uzak düşme.
Perâkende etmek, dağıtmak. Put, sanem.
Firak.
Tâkat, kudret.
budiyet / bûdiyet
Uzaklık.
budizm
Hindistan'da M.Ö. altıncı yüzyılda yaşamış olan Buda'nın kurduğu, Uzakdoğu ülkelerinde yaygın bozuk bir inanış. Bu inanışta olanlara Budist denir.
buğd-ı fillah / buğd-ı fillâh
Allahü teâlânın düşmanlarını Allahü teâlâ için sevmemek ve onlardan uzaklaşmak.
burhan-ı yakini / burhan-ı yakînî
Şüphelerden uzak, güçlü ve sarsılmaz kesin delil.
bütu'
Uzaklaşma.
Kesilme.
buzak
Tükrük. (Ağızda "buzak", ağızdan çıksa "rıyk" denir.)
cal
Tuzak, ağ.
(Farsça)
Misvak ağacı.
(Farsça)
cehcehe
Çağırmak.
Irak etmek, uzaklaştırmak.
cehiş
Halktan uzak olan.
celb-i suret
Uzakta olan bir şeyin sûretini resmini yanına getirmek.
celse
Bir meclis veya mahkeme hey'etinin toplanmalarından tâtile kadar olan müzakere müddeti.
Bir def'a akd-i meclis etmek. Oturuş, bir def'a oturmak.
cemal-i münezzeh / cemâl-i münezzeh
Kusur ve çirkinlikten uzak güzellik.
cenab-ı vacibü'l-vücud ve tekaddes / cenâb-ı vâcibü'l-vücud ve tekaddes
Varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan ve her türlü kusur ve eksikten uzak olan Allah.
cenabet
Pis. Gusletmesi lâzım gelen kimse.
Uzaklık.
ciddiyet
Ciddilik, hafife almaktan ve sunîlikten uzaklık.
cüda / cüdâ / جدا
Ayrı.
(Farsça)
Cüda kalmak:
Ayrı düşmek, uzak kalmak.
(Farsça)
cümle-i mukaddese
Kusur ve eksiklikten uzak, yüce cümle.
cünüb
Cenabetlik. Şer'an yıkanıp temizlenmeye mecburiyet hâli.
Irak, uzak, baid.
dafi' / dâfi' / دافع
Uzaklaştıran, defeden.
(Arapça)
dafi-i beliyyat / dâfi-i beliyyat
Belâları uzaklaştıran.
dahdaha
Suyun dökülüp saçılması.
Serabın uzaktan su gibi görünüp parlaması.
dahk
Irak, uzak, baid.
Atmak.
dahr
Sürmek.
Irak etmek, uzaklaştırmak.
Horluk.
dam / dâm / دام / دَامْ
Tuzak. ağ, hile.
(Farsça)
Tuzak.
Tuzak, hile, tavan.
Tuzak, kapan.
(Farsça)
Besi hayvanı.
(Farsça)
Tuzak.
damen-i pakiniz / dâmen-i pâkiniz
Çok temiz eteğiniz; her türlü kötülük ve günahtan uzak duran bir kişinin peşinden gitmeyi ve ona saygı göstermeyi ifade eden bir deyim.
damgah / dâmgâh / دامگاه
Tuzak kurulmuş yer.
(Farsça)
das / dâs
Orak.
(Farsça)
Tuzak.
(Farsça)
Sedef otu.
(Farsça)
def
Uzaklaştırma.
def etme
Giderme, uzaklaştırma.
def etmek
Gidermek, uzaklaştırmak.
def ve tard etme
Uzaklaştırma ve kovma.
def' / دفع / دَفْعْ
Ortadan kaldırma, uzaklaştırma.
Uzaklaştırma.
(Arapça)
Def' edilmek:
(Arapça)
Uzaklaştırılmak.
(Arapça)
Giderilmek.
(Arapça)
Def' etmek:
(Arapça)
Uzaklaştırmak.
(Arapça)
Gidermek.
(Arapça)
Savma, uzaklaştırma.
def'-i bela / def'-i belâ / دَفْعِ بَلَا
Belâyı savma, uzaklaştırma.
def'etmek
Uzaklaştırmak.
def-i a'da / def-i a'dâ
Düşmanların uzaklaştırılması.
def-i beliyyat / def-i beliyyât
Belâların def edilmesi, uzaklaştırılması.
def-i maraz
Hastalığı uzaklaştırma, yok etme.
destur / destûr / دستور
İzin.
(Farsça)
Zerdüşt rahibi.
(Farsça)
Uzak dur.
(Farsça)
İzin ver.
(Farsça)
devf
Suda ıslamak.
Irak etmek, uzaklaştırmak.
Misk ezmek.
dıkka
(Çoğulu: Dükuk) Rüzgârın savurduğu toprak.
Uzaklaşmış olan şey.
diriğ buyurma / dirîğ buyurma
Men etme, uzak tutma.
diyar-ı baide / diyar-ı baîde
Uzak diyarlar, ülkeler.
duhur
Def'etme, çıkarma, kovma, uzaklaştırma.
dur / dûr / دور / دُورْ
Uzak.
Uzak.
Uzak.
(Farsça)
Uzak.
dur etme / dûr etme
Uzaklaştırma, kaçırma.
dur etmeme / dûr etmeme
Uzaklaştırmama, kaçırmama.
dur-baş
"Uzak ol!" anlamına gelen bir emir.
(Farsça)
Değnek, sopa, âsa.
(Farsça)
dur-bin
Uzak gören. Uzağı gösteren âlet.
(Farsça)
dur-dest
Ulaşılması zor şey, erişilmesi güç şey. Uzak, uzun.
(Farsça)
dura-dur
Uzaktan uzağa. Uzak uzak. Uzun uzadıya.
(Farsça)
dürbin / dürbîn
Uzaktan gören, dürbün.
durdest / dûrdest / دوردست
Irak, çok uzak.
(Farsça)
duri / durî / dûrî / دوری
Uzaklık.
(Farsça)
Uzaklık.
(Farsça)
duru'
Uzak, ırak, baid.
eb'ad / eb'âd / ابعد
Çok uzak, en uzak, daha uzak.
(Tekili: Bu'd) Mesafeler, uzaklıklar.
Çok uzak.
(Arapça)
eb'ad-ı binihaye / eb'âd-ı bînihaye
Sonsuz uzaklıklar.
eb'ad-ı namahdud / eb'âd-ı nâmahdud
Hudutsuz uzaklıklar ve mekânlar.
Sınırsız uzaklıklar.
eb'ad-ı selase / eb'âd-ı selâse
Üç uzaklık ki bunlar : En, boy, yükseklik (derinlik).
eb'ad-ı vasia / eb'âd-ı vâsia
Geniş mesafeler, boyutlar, uzaklıklar.
ebad / ebâd
Boyutlar, uzaklıklar.
ebaid
(Tekili: Eb'ad) Yakın olmayan (hısım ve akraba.)
En uzak yerler.
eberr
Çok faziletli, şerefli. Çok sâdık ve dindar. Çok iyilik sever.
Şenlikten uzak, bedevi.
ebrar / ebrâr
İyi kimseler. Îmânlarında sâdık (doğru), Allahü teâlânın yasak kıldığı şeylerden sakınıp, emirlerine uyan, bozuk inanışlardan, kötü ahlâktan ve çirkin işlerden uzak duranlar. Teklik şekli berr'dir.
ebva'
Medine-i Münevvere'ye bağlı olup, Mekke-i Mükerreme yolunda bir köyün adıdır. Medine'ye yirmiüç mil uzaklıktadır. Köyün üstünde dik ve kuru bir dağın adı da Ebvâ'dır. Bu köy iki şey ile meşhurdur. Biri: Peygamberimizin annesi Hz. Amine'nin kabri orada bulunmaktadır. İkincisi ise: Hicretin birinci se
ecnef
Haktan, doğruluktan, adaletten uzaklaşan, ayrılan adam.
Beli eğri, kambur olan adam.
eczahane-i kudsiye-i kur'aniye / eczahane-i kudsiye-i kur'âniye
Kur'ân'ın yüce, yüksek ve bütün kusurlardan uzak eczahanesi.
edhak
Daha uzak, daha ırak.
efkar-ı mücerrede / efkâr-ı mücerrede
Mücerret fikirler; maddî âlemlerden uzak ve soyutlanmış düşünceler.
ekasi
(Tekili: Aksâ) En uzaklar, pek uzaklar.
ekasi-i bilad / ekasi-i bilâd
Uzak beldeler, en uzak şehirler.
eksantrik
Lât. Merkezden uzakta kurulmuş.
Mat: İç içe olduğu hâlde merkezleri ayrı olan daireler.
Müstesna, taaccüb edilip şaşılacak, hayret verici.
elips
Odaklar adı verilen sabit iki noktasından uzaklıkları toplamı sabit olan noktaların gösterdiği kapalı eğridir. Eğri ve kapalı bir geometrik şekildir. Karşılıklı iki tarafından genişlemiş bir çemberi andırır.
(Fransızca)
enlem
(Arz dairesi) t. Yer yüzünde herhangi bir noktanın ekvatora olan uzaklığının açı cinsinden değeri. Dünyanın büyüklüğü X. yy. başlarında Sincar sahrasında ve Kûfe civarında bir meridyenin uzunluğunu ölçmek suretiyle bulan Musa Oğulları nâmıyla tanınan Muhammed, Ahmed ve Hasan isimlerindeki üç kardeş
esahh
En sahih. Çok doğru. İllet ve kusurdan çok uzak ve beri olan.
eşbah
(Tekili: Şebâh) Şahıslar, cisimler, vücudlar.
Büyük kapılar.
Uzaktan görünen karaltılar, hayâller.
Renk, levn.
esfar-ı baide / esfar-ı baîde
Yolculuklar, uzak seferler.
esma-i mukaddese / esmâ-i mukaddese
Mukaddes isimler; her türlü kusur ve noksandan uzak, yüce isimler.
evc
Bir şeyin en yüksek derecesi, en yüksek noktası. Zirve.
Koz: Seyyare mahreklerinin merkezden en uzak noktaları.
evham-ı batıla / evham-ı bâtıla
İnsanları haktan uzaklaştıran bâtıl vehimler ve kuruntular.
ey sübhanımız
Ey bütün mükemmel sıfatların sahibi ve bütün eksikliklerden, bütün noksan sıfatlardan uzak, acz ve şerikten münezzeh olan Rabbimiz!.
eyne's-sera mine's-süreyya / eyne's-serâ mine's-süreyyâ
"Yer nerede, Ülker takım yıldızı nerede?" (birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenir).
eynessera-min-es-süreyya
(İmkânsızlık bildiren bir tâbirdir ki) Yer nerede, Süreyyâ nerede?.. Süreyyâ ile yer bir olur mu? (meâlindedir ve birbirlerine zıt ve uzak olan şeyler için söylenir.)
fahh
Ağ, kapan, tuzak.
fasıla / fâsıla / فاصله
Ara.
(Arapça)
Aralayıcı.
(Arapça)
Uzaklık.
(Arapça)
fersah fersah
(Uzaklık için) Çok çok. Çok fazlaca uzak.
fesübhanallah
Allah bütün noksanlıklardan uzaktır.
fetel
Devenin iki kollarının, yanlarından uzak olması.
fıtrat-ı selime
Selim fıtrat. Kusursuz sağlam huy.
Ahlâk, din. Haram ve çirkin işlerden uzak ahlâk.
Noksansız yaradılış.
fütl
(Tekili: Eftel) Kolları göğsünden uzak olan kimseler.
gal
(Gâle) Uzak, baid, ırak.
(Farsça)
gamm-ı firkat
Uzaklık gamı, ayrılık derdi.
garib / garîb
Yabancı, memleketinden uzakta bulunan, kimsesiz.
gavl
(Çoğulu: Gavâyil) Helâk etmek.
Kin tutmak.
Çok miktar toprak.
Feyizden uzaklık.
gayir
Irak, baid, uzak.
gayret-i vahşiyane / gayret-i vahşiyâne
Vahşî, medeniyetten uzak gurur ve haysiyet.
gurub
Batma, batış. Batıda görünmez olma. Gözden kaybolmak.
Uzaklaşmak. Irak olmak.
guşe-nişin
Köşeye çekilen, münzevi, insanlardan uzaklaşan.
(Farsça)
habail
(Tekili: Hibale) Ağ, tuzak, bağ, kement.
habail-üş şeytan
Şeytanın tuzakları.
Kadınlar.
habil / habîl
Yiğit, bahadır, genç, delikanlı.
Tuzak, ağ.
habl-i mevhum
Mc: Daima olacak gibi görünüp de gittikçe uzaklaşan istek, gaye. Mevhum ip.
hacun
Eğrilik.
Uzak.
Mekke'de bir dağ.
hadıyd
(Hazîz) Oturaklı, mütemekkin, yer.
Dağ eteği. Zir. Alçak yer.
Koz: Ayın veya başka bir seyyarenin mahreki üzerinde dünyaya en yakın bir mesafede bulunan nokta. Dünya ile diğer seyyarelerin güneşin merkezinden en uzak oldukları bir nokta.
hafelleh
Ayaklarının uç kısmı birbirine yakın olup, ökçeleri uzak olan.
hak sübhanehu / hak sübhânehu
Hakkın ta kendisi, her türlü kusur ve eksiklikten uzak Allah.
hak sübhanehu ve teala / hak sübhânehu ve teâlâ
Hakkın ta kendisi, her türlü kusur ve eksiklikten uzak ve yüce olan Allah.
hak teala ve tekaddes hazretleri / hak teâlâ ve tekaddes hazretleri
Varlığı gerçek olan, her şeyi hakkıyla yaratan ve her hakkın sahibi olan ve her türlü kusur ve noksanlıktan sonsuz derece uzak olan yüce Allah.
halce
Uzak, ırak yer, baid.
hali / hâlî
Bir şeyden uzak, boş, ıssız.
has'
Reddetme.
Uzak olmak. Uzaklaştırmak.
haşa / hâşâ / حاشا
Uzak dursun, hâşa.
(Arapça)
hatt-ı istiva / hatt-ı istivâ
Dünyanın kuzey ve güney kutuplarına aynı uzaklıkta olduğu ve dünyayı iki müsavi parçaya böldüğü farzedilen dâire çizgisi.
(Farsça)
Ekvator.
(Farsça)
Mevlevi semahânesinde, şeyhin oturduğu post ile meydan kapısı ortasında farzolunan çizgi.
(Farsça)
hayda'
Sıcak günlerde uzaktan görenin su sandığı serap.
hecr-i cemil
Kalben ve fikren onlardan uzak durup fiillerinde onlara uymamakla beraber, kötülüklerine karşılık vermeğe kalkışmayıp müsamaha, idare ve güzel ahlâk ile hüsn-i muhalefet etmek.
hedaya-yı sübhani / hedâyâ-yı sübhânî
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın hediyeleri.
heva
(Çoğulu: Ehviye) İki şeyin arasının uzaklığı.
Yer ile gök arası.
Yukarıdan aşağıya inmek.
Her bir boş, ıssız yer.
heyhat / heyhât
Teneffür ve tehassür ifâde eder; "sakın, savul, yazıklar olsun, uzak ol" mânalarına geldiği gibi, daha ziyade; Eyvah, yazık, ne yazık, ne kadar uzak... gibi mânalar için söylenir.
Ne yazık ki; çok uzak!.
hibale / hibâle / حباله
(Çoğulu: Habâil) Maddi ve manevi şeylerde tuzak, ağ.
Kement, bağ.
Bağ.
(Arapça)
Tuzak.
(Arapça)
hibale-i telbisat
Gizli, kamufleli tuzak.
hicran
Uzaklaşma. Ayrılık. Ayrılıktan gelen keder, sızı, acı. Dostluğu ve ülfeti kesmek.
hidayet
Doğruluk. İslâmlık. Hakkı hak, bâtılı da bâtıl olarak görüp doğru yola girmek. Dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmak.
himemat-ı sübhani / himemat-ı sübhânî
Her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olan Allah'ın himmetleri, mânevî yardımları.
hitabat-ı sübhaniye / hitâbât-ı sübhâniye
Her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olan Allah'ın kendine has hitap ve konuşmaları.
hudeybiye
Mekke-i Mükerreme'den Medine-i Münevvere'ye giden yolun üzerinde ve Mekke'den bir merhale uzaklıkta küçük bir köy olup, yakınında bir kuyu ve bir ağaç vardır ki, bu ağacın altında Hz. Fahr-i Kâinat Efendimize (A.S.M.) beşinci hicri senede eshabı tarafından biat olunmuştur. Hicretten beş sene on ay g
i'raz / i'râz / اعراض
Yüz çevirme.
(Arapça)
Uzak durma.
(Arapça)
ib'ad / ib'âd / ابعاد
Uzaklaştırmak. Sürmek. Kovmak.
Uzaklaştırma.
(Arapça)
iba' / ibâ' / اباء
Çekinme, uzak durma, kaçınma.
(Arapça)
İbâ' etmek:
Çekinmek, uzak durmak, kaçınmak.
(Arapça)
ibane
Irak etmek, uzaklaştırmak.
Ayırmak.
İzhar etmek, göstermek.
ibdad
Uzaklaştırma, teb'id.
Bir şeyi uzatma.
icnaf
Doğruluktan ayrılma. Sadakattan uzaklaşma.
ictinab
Çekinmek. Sakınmak. Uzak olmak.
içtinab / içtinâb
Uzak durma, sakınma.
ictinab / ictinâb / اجتناب
Kaçınma, uzak durma, çekinme.
(Arapça)
İctinâb etmek:
Kaçınmak, uzak durmak, çekinmek.
(Arapça)
ifal
Sür'atle gitmek, hızla gitmek.
Uzaklaşmak, ırak olmak.
igal
Acele ile bir kimseyi bir yere sokma.
Uzaklara gitme.
igrab
Uzak yerlere yolculuk etme.
Garb (batı) tarafına gitme.
iham / îhâm / ایهام
İki anlama gelen kelimenin uzak anlamını kasdetme.
(Arapça)
ihfa / ihfâ
Örtmek, gizlemek; tecvidde bir terim. On beş ihfâ harflerinden önce gelen tenvin veya sâkin nunu, izhâr (birbirinden ayırmak) ile idgâm (birbirine katmak) arasında, şeddeden uzak olarak gunne ile genizden çıkarmak.
ıhsa'
Irak etmek, uzaklaştırmak.
ihtibal
(Habl. den) İpten yapılmış ağ ile tuzak kurma.
ihtimalat-ı baide
Uzak ihtimaller.
ihtiraz / ihtirâz / احتراز
Kaçınma, çekinme, uzak durma, geri durma.
(Arapça)
İhtirâz etmek:
Kaçınmak, çekinmek, uzak durmak, geri durmak.
(Arapça)
ikram-ı sübhani / ikram-ı sübhânî
Her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan Allah'ın bağış ve ihsanı.
ıksa / ıksâ
Uzaklaştırılma. Uzaklaştırma.
ıksa-yı amal / ıksâ-yı âmâl
Emel ve isteklerinden uzaklaştırma.
iktina'
Yığma, biriktirme.
Çalışarak kazanma.
Meslek edinme.
Tuzak kurup avlanma.
İmsak etme.
Sermâye verme.
iktinas
Tuzak kurup avlanma.
ılgam
Sıcak mevsimlerde çöl veya ovalarda buharın yayılmasıyla uzaktan su gibi göüren yer. Serap, pusarık.
ılgımsalgım
Sıcak mevsimlerde çöl veya ovalarda, buharın yayılmasıyla uzaktan su gibi görünen yer. Serap, pusarık.
imata
Uzaklaştırma yahut uzaklaştırılma.
ina
Uzaklaştırma.
infisal / infisâl
Ayrılma,
Azledilme, işinden uzaklaşma.
infitam
Kesilme.
Sütten kesilme.
Menedilen bir şeyden uzaklaşma.
inkızaf
Kovulma, def olunma, atılma, uzaklaştırılma.
ırak / ırâk
Uzak.
Uzak.
Dicle nehrinden aşağı Basra'ya kadar Şat Suyu'nun iki tarafı olan memleket.
Su kenarı.
Kökler, asıllar, bünyadlar.
Uzak.
ıran
Evin uzak olması.
Mıh, çivi.
Mızrak. Süngü.
iraz etmek
Yüz çevirmek, uzak durmak.
ismet
Peygamberlerin sıfatlarından biri. Peygamberlerin, peygamber oldukları bildirilmeden önce ve sonra; küçük olsun, büyük olsun bilerek veya bilmeyerek günah işlemekten korunmuş olmaları.
Günahlardan sakınma, kötü ve çirkin şeylerden uzak durma.
istib'ad / istib'âd / استبعاد
Uzaklaşma. Uzak görme, ihtimal vermeyiş, olmayacak sanma, akıldan uzak görme.
Yakıştırmayış.
Akıldan uzak görme.
Uzaklaşma, uzaklaştırma, akıl dışı sayma.
Uzak görme.
(Arapça)
istibad / istibâd
Akıldan uzak görme.
istibda
(İstibra') Ayırmak. Uzak etmek.
Küçük abdest bozduktan sonra idrardan temizlenmek, sidik eserinin tamâmen kesilmesini beklemek.
Nikâhla alınan dul bir kadının gebe olmadığına kanaat getirmek için, kadın bir âdet görünceye kadar beklemek.
istiğna
Gönül tokluğu, nazlanma, uzak durma.
istiklal / istiklâl
(Kıllet. den) Kendi başına olmak, kimseye bağlı olmayış, müstakil oluş.
Az bulma, kâfi görmeme.
Rey sahibi olup keyfi iş görme ve başkasının emrine ve fikrine tâbi olmaktan uzak kalma.
istinkaf / istinkâf
Çekimserlik, uzak durma.
istişmam
Koklamak. Kokusunu almak.
Hissetmek, sezmek, dolayısı ile anlamak.
Uzaktan haber almak.
itidal-i mizacı
Karakterinin, tabiatının ölçülülü ve aşırılıklardan uzak olması.
ıtmas
Bir şeye geriden uzaktan bakmak. Helâk etmek.
kab-ı kavseyn
İmkân ve vücub ortasında bir makam.
İki yay uzaklığı mesafesi.
kaddese
Takdis etti, takdis eder, takdis etsin, mutlu olsun (gibi mânada en mübarek bir şeyin kudsiliğini, kusur ve noksanlıktan uzaklığını, müberra olduğunu bildirir fiil.)
kafir-i matrud / kâfir-i matrud
Kavulmuş kâfir, uzaklaştırılmış, tard edilmiş kâfir.
kain ve bain / kâin ve bâin
Tasavvuf ilmi terimlerinden. Halk (insanlar) ile berâber görünen, fakat hakîkatte onlardan uzak ve kalben Allahü teâlâ ile berâber olan.
kalender
Dünyayı terkederek elini çekip Allah yolunda giden kimse.
(Farsça)
Dünyâdan elini çekip herşeyi hoş gören kimse.
(Farsça)
Dünya alâkalarından uzak, alâyişe aldanmaz hakikat adamı. Filozof.
(Farsça)
karib / karîb
Çok yakın. Yerce ve mekânca uzak olmayan.
Yakın hısım.
Yakın, yakın olan, uzak olmayan, soyca yakın.
kaşih / kâşih
Düşmanlığını gizleyip izhar etmeyen.
Dağılıp uzaklaşan kimse.
kasiyy
Uzak, baid. Irak.
kavanin-i ezeliye-i sübhaniye / kavânîn-i ezeliye-i sübhâniye
Her türlü kusur ve eksiklikten uzak ve temiz olan Allah'ın ezelî kanunları.
kazef
Irak, baid, uzak.
kazuf
Irak, uzak, baid.
kazz
Bükülmüş ibrişim. Ham ipek.
Sıçramak.
Irak olmak, uzak olmak.
kelale / kelâle
Akrabalığı uzaktan olma.
Yorulma, tükenme.
Bıçak kör olma.
kelalet / kelâlet
Yorgunluk. Bitkinlik. Usançlık.
Bıçak ve kılıç gibi şeylerin kesmez olması.
Akrabalığı uzak olanlar. (Amcazâdeler topluluğu gibi).
Kör ve kesmez olan.
kelam / kelâm
Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından. Cenâb-ı Hakk'ın, âlet, harf ve sese ihtiyaçtan münezzeh (uzak) olarak söylemesi.
Îmân ve îtikâd bilgilerini delîlleri ile anlatan ilim.
kelime-i sübhani / kelime-i sübhânî
Allah'ın her türlü noksanlıktan uzak olduğunu dile getiren kelime.
kelime-i tenzih / kelime-i tenzîh
Allahü teâlânın her türlü noksan sıfatlardan temiz ve uzak olduğunu ifâde eden "Sübhânellah" sözü.
kemalat-ı kudsiye / kemâlât-ı kudsiye
Noksanlıklardan uzak mükemmellikler.
kemend
Eskiden idam için boyna geçirilen yağlı kayış.
(Farsça)
Uzakta bulunan herhangi bir nesneyi yakalayıp çekmek için üzerine atılan ucu ilmekli uzunca ip.
(Farsça)
Geyik ve benzeri hayvanların yuları.
(Farsça)
Güzelin saçı.
(Farsça)
kemin / kemîn / كمين
Pusu, tuzak.
(Farsça)
kemingah / kemingâh
Pusu yeri. Tuzak kurulan yer.
(Farsça)
kemingüşa
Pusu kuran. Tuzak kuran.
keminsaz
Pusu tutmuş olan. Tuzak kurmuş olan.
(Farsça)
kerem-i sübhaniye
Bütün noksanlıklardan uzak olan Allah'ın cömertliği, ikramı.
keyd
Tuzak. Kötülük, hile.
Men'etmek.
Kusmak.
Çakmağın tezce ateşi çıkmayıp geçmek.
Cenk etmek, dövüşmek.
Karganın ötmesi.
kiffe
(Çoğulu: Kifef) Ağ. Tuzak.
Terazi kefesi.
Her yuvarlak nesne.
komplo
Bir kişiye karşı toplu olarak alınan karar. Tuzak. Suikast.
(Fransızca)
konsey
İdare vazifesi yüklenmiş kişilerin topluluğu.
(Fransızca)
Müzakere hâlinde bulunan kimselerin meydana getirdiği kurul.
(Fransızca)
Bu tarz bir toplantının yapıldığı yer.
(Fransızca)
kuddus / kuddûs / قُدُّوسْ
Kusur ve noksanlıklardan uzak, pak ve temiz olan Allah.
Her türlü ayıp ve noksanlardan uzak olan (Allah).
kudret-i kudsiye
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın güç ve iktidarı.
kuds
Mübareklik. Kudsilik. Nezafet. Pâk olmak. Noksanlardan uzak olmak.
kudsi / kudsî
Her türlü kusur ve noksandan uzak.
kudsiyet-i kudret
Kudretin her türlü eksiklikten uzak olması.
kudum / kudûm
Uzak ve uzun bir yoldan gelmek.
Ayak basmak.
İleri geçmek. İlerilik.
Uzak bir yerden, uzun bir yoldan gelme.
Ayak basma.Teşrif etme.
Uzaktan gelme, ayak basma.
kudumiyye
Uzak yoldan gelen bir büyük zâta, oranın halkı tarafından takdim edilen hediye.
Edb: Böyle bir vaziyetten dolayı yazılan kaside.
kur'an-ı sübhani / kur'ân-ı sübhânî
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın Kur'ân'ı, kâinat kitabı.
küre
(Kürre yanlıştır) Yuvarlak cisim.
Şeklin sathındaki bütün noktalar merkeze aynı uzaklıktadır. Dünya da yuvarlak olduğundan "Küre-i arz" denilmiştir. "Küre-i zemin" de denir.
kusu
Uzaklık, ırak olmaklık.
Son olmaklık.
lede-l-müzakere
Müzakere anında, konuşma sırasında.
leyya
Sudan uzak olan yer.
lezzet-i mukaddese
Her türlü noksanlıktan uzak lezzet.
ma'zel
(Çoğulu: Meâzil) Irak, uzak, baid.
ma'zil
Ayrı. Ayrı bir yer.
Uzak. Baid.
maariz / maarîz
(Tekili: Mi'raz) Kapalı mânâlar.
Edb: Birden fazla mânası olan bir kelimenin, en uzak mânasını kasdetmeler.
maarizü'l-kelam / maarîzü'l-kelâm
Kapalı mânâlar; birden fazla anlamlı kelimelerin en uzak mânâsı.
mahrum
Maddi veya manevi nimetlerden uzak kalmak.
Malı bereket bulmaz olan bedbaht. Felâhtan nasibsiz olan.
İffetinden dolayı zengin zannedildiğinden sadakadan mahrum olan.
makasıd-ı aksa / makasıd-ı aksâ
En uzak, en son ve en büyük maksadlar.
makasıd-ı sübhaniye / makasıd-ı sübhâniye
Her türlü eksiklikten uzak olan Allah'ın kâinatı yaratmasındaki maksatlar.
matred
Irak eden, uzaklaştıran.
matrud
Kovulmuş. Tardedilmiş. Uzaklaştırılmış olan.
medhur
Uzaklaştırılmış veya kovulmuş olan. Tardedilmiş olan.
mehasin-i mücerrede
Soyut güzellikler; maddî olmaktan, her türlü sınırlayıcı özelliklerden uzak olan güzellikler.
mehcur
(Hicr. den) Uzaklaşmış, uzakta kalmış, ayrı düşmüş. Bırakılmış, metruk, unutulmuş, gayr-i müstâmel.
Saçma sapan, hezeyan. Amel edilmeyen. Kullanılmaz olmuş. Ayrılmış.
Uzaklaşmış, terk edilmiş.
mehcuriyet
Uzaklık, ayrılık.
Bırakılıp unutulma, metrukiyet.
mehme
(Çoğulu: Mehâme) Irak, uzak.
Issızlık.
Korkunç sahrâ. Büyük çöl.
mekan-ı baid / mekân-ı baîd
Uzak mekân, uzay yer.
mekr
Bir kimseye, hiç beklemediği, ummadığı yerden hîle yapmak, tuzak kurmak sûretiyle zarar vermeye çalışmak.
İstidrâc yâni Allahü teâlânın bir kimseye bir müddete kadar devamlı olarak hakkında hayırlı olmayan nîmetler verip, onun da bunu Allahü teâlânın bir lütfu ve ihsânı, tuttuğu yolu
mekr-i ilahi / mekr-i ilâhî
Allahü teâlânın mekr (hîle) yapanların mekrini kendilerine çevirmesi, kötülüklerini, kurdukları tuzaklarını bozması, mekrlerine karşılık onları cezâlandırması.
memnuniyet-i mukaddese
Mukaddes memnuniyet; her türlü kusur ve noksandan uzak bir memnuniyet.
menatık-ı baide / menatık-ı baîde
Uzak mıntıkalar. Uzak bölgeler.
merahil-i baide / merahil-i baîde
Uzak konaklar. Uzak menziller.
mesafat
(Tekili: Mesâfe) Mesafeler. Uzaklıklar.
mesafat-ı baide / mesâfât-ı baide
Uzak mesafeler.
mesafe / mesâfe / مسافه
Uzaklık. Uzunluk.
Ara.
Bir nevi uzaklık ölçme usulü.
Uzaklık.
Ara, uzaklık.
Uzaklık.
(Arapça)
mesafe-i baide / mesafe-i baîde
Uzak mesafe.
meşiet-i sübhaniye / meşiet-i sübhâniye
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Cenâb-ı Hakkın zâtına has muradı ve dilemesi.
meslek-i batıla / meslek-i bâtıla
Bâtıl ve haktan uzak yol, yanlış meslek.
meth
Yerinden koparmak ve çıkarmak.
Cima. Tohum bırakmak için çekirgenin kuyruğunu yere sokması.
Vurmak ve uzaklaştırmak.
mevaki-i baide / mevaki-i baîde
Uzak mevkiler.
mevat arazi / mevât arâzi
Ölü arâzi. Bir kimsenin mülkünde bulunmayan, mer'a, baltalık ve harman yeri olarak kimseye verilmemiş olan ve gür sesli bir kimsenin köy ve kasaba evlerinin son bulduğu yerden bağırıp sesi duyulmayacak derecede köy ve kasabadan uzak yâni tahmînen yarım saatlik uzaklıkta olan dağlık, taşlık, kıraç, o
meyt
Irak olmak, ırak etmek. Uzak olmak, uzaklaştırmak. Karışmak.
mi'zal
(Çoğulu: Meâzil) Zayıf ahmak adam.
Silâhsız kimse.
Davarını halktan ayırıp uzak yerlerde otlatan kimse.
milvah
Tuzak yanında koydukları kuş.
Semiz olmayan hayvan.
mısyed
Av avlamağa mahsus âlet. Tuzak, kapan.
mu'cizat-ı sübhaniye / mu'cizât-ı sübhâniye
Her türlü eksiklikten uzak olan Allah'ın mu'cizeleri.
muahhir
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Peygamberlerini, evliyâsını, sevdiklerini kendine yaklaştırıp, kâfirleri (inanmayanları), fâcirleri, düşmanlarını, sevmediklerini kendisinden uzaklaştıran, hor ve hakîr edip alçaltan.
muarra
Fenalıktan uzak. Boş. Beri. Yüksek. Temiz. Çıplak.
muavaza / muâvaza
İki tarafın da ivaz vererek, anlaşarak yaptığı akit. Sayışma. Bir şeyi diğer bir şeye bedel, ivaz olarak vermek. Aslı olmadığı halde menfaat celbi için hususi bir surette müzakere ile yapılan hileli iş. Yapmacık.
müb'id
Uzaklaştıran, uzaklaştırıcı.
müba'id
(Müba'ide) Uzaklaştıran.
mübaadet
(Bu'd. dan) Birbirini sevmeyip uzak ve soğuk durma. Nefret etme.
İki kişi birbirinden uzaklaşma.
müberra / müberrâ / مُبَرَّا
Beri. Müstesnâ. Fenalıktan uzak kalmış. Münezzeh. Temiz. Noksansız.
Arınmış, uzak.
(Kusurdan) uzak olan.
müberra olmak
Temiz ve beri olmak, uzak olmak.
mücanebet
Kaçınma, uzak durma.
müctenib
İctinâb eden, uzak duran, çekinen, bir şeye karışmayan, sakınan.
müctenip
Çekinen, uzak duran.
müdhamme
Ağaçlarının ve nebatlarının çok ve taze olmaları dolayısıyla uzaktan koyu yeşil renkte görünen bahçe.
müfarakat / müfârakat
Uzaklaşma, ayrılma.
muhabbet-i kudsiye
Kusur ve noksandan uzak olan sevgi.
muhacir
Göç eden, bir memleketten kalkıp, başka bir yere yerleşen.
Mc: Allah'ın yasak ettiğinden uzaklaşan.
muhteriz / محترز
Kaçınan, uzak duran.
(Arapça)
mukaddes
Mübârek, kutsal. Ayb, çirkin ve kötü şeylerden uzak; temiz.
(Kuds. den) Takdis edilmiş olan. Temiz ve pâk. Noksan ve kusurdan müberra ve uzak olan. Her çeşit noksan, ayıp ve kusurlardan münezzeh ve uzak olan. Kudsi.
mukaddim
Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden: Mahlûklardan (yaratılmışlardan) bâzısını bâzısından önce var ve yok eden; dilediğini kendine yakınlaştıran, dilediğini uzaklaştıran, kendisine yakın kıldığı meleklerini, peygamberlerini aleyhimüsselâm ve âlimlerini üstün kılan.
mükaleme / mükâleme
Konuşma, müzakere, muhavere.
Karşılıklı konuşma. Anlaşma. Müzakere. Muhavere. Söyleşme.
mükayede / mükâyede
(Keyd. den) Hile tertip etme, tuzak yapma.
mukim / mukîm
Doğduğu veya evlendiği veya hep kalmak niyyeti ile yerleştiği yerde oturan veya 104 km ve daha uzak bir yerde giriş çıkış günlerinden başka on beş gün veya daha fazla kalmaya niyet eden kimse. Mâlikî ve Şâfiî mezheblerinde dört gün kalmaya niyet eden ve kendi memleketine giren mukîm olur.
muksa
Uzaklaştırılmış. Uzak kalınmış.
mümatene
Irak olmak, uzak olmak.
münezzeh / مُنَزَّهْ
Tenzih edilmiş, temiz, arı, noksanlıklardan uzak.
Kusur, eksiklik ve muhtâçlıktan uzak. Allahü teâlânın noksan sıfatlardan uzak olduğunu bildirmek için kullanılan bir tâbir.
(Nezahet. den) Tenzih edilmiş, teberri edilmiş.
Pâk, kusur ve noksanlıklardan uzak. Hiç bir şeye muhtaç olmayan. Kötülükten, kusurdan ve noksanlık gibi şeylerden tenzih edilen.
(Kusurdan) uzak olan.
münferic
İnfirac eden. Çok açık. Açılan, genişleyen.
Gam, gussa ve kederden kurtulmuş.
Arası geniş. Açık olan. İki tarafı birbirinden uzak olan.
müravih
Uzaklaştıran.
müşaabe
Uzaklaşmak.
Ölmek, vefat etmek.
müsaf
(Tekili: Mesâfe) Uzaklıklar, mesâfeler.
müsafir
Seferde ve muharebede olan. Yola çıkmış olan, yolcu. Yoldan gelen, başkasının evine gelmiş olan.
Fık: Onsekiz fersahtan uzak olan yerlere giden.
müşatare
Uzaklık. Iraklık.
Bir şeyi yarı yarıya bölüşme. Paylaşma.
müsebbihan
Tesbih edenler. Bütün noksan sıfatlardan, her çeşit kusurdan Cenab-ı Hakkın uzak, temiz ve pâk olduğunu ikrar edenler, söyleyenler.
(Farsça)
müstab'ed / مستبعد
Uzak.
(Arapça)
müsteb'ad
(Bu'd. dan) Uzak görülen, akla yakıştırılmayan, olacağı sanılmayan.
müsteb'id
Uzak farzeden, uzak gören, uzak sayan. Uzaklaşmış.
müstebid / müstebîd
Uzak gören.
mütebaid / mütebâid
Uzaklaşan. Bir birinden uzak bulunan.
Birbirinden uzak.
Uzaklaşan.
mütecanib
(Cenb. den) İçtinab eden, çekinen, sakınan, uzaklaşan, karışmıyan.
mütegayyib
(Gayb. dan) Gözden kaybolan, görünmez olan, uzaklaşan.
mütekebbir
Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Yaratılanların sıfatlarından uzak, vehim ve aklın anlamasından yüksek, azamet ve kibriyâ (büyüklük) sıfatıyla her şeyden ayrılmış olup, her şeyden yüce ve yüksek olan.
Kibirlenen, kendisini başkalarından üstün gören, kendini beğenen.
mütemahil
Uzak ve uzun.
mütesavvıf
Gafletten uzak yâni her an Hakk'ı zikreden, kalbini mânevî kirlerden temizleyen ve Allahü teâlâdan başka her şeyi gönlünden çıkaran, rûhunu cenâb-ı Hakk'ın zikri ile (anmakla) süsleyen tasavvuf ehli, velî, mürşid, ahlâk-ı hasene sâhibi. Çoğulu mütesa vvifûn, mütesavvifîn ve mütesavvife'dir.
müzakerat
(Tekili: Müzâkere) Müzâkereler. Bir fikir hakkında karşılıklı görüşmeler. Bir arada muhtelif fikirleri beyan etmek.
müzih
Uzaklaştıran.
na'naa
Irak etmek, uzaklaştırmak.
Hızlı konuşmak, tez tez söylemek.
Katı deprenmek.
Yemeğe nane koymak.
nadiye
Sudan uzak olan hurma ağacı.
naha'
Boyun kemiğindeki beyaz iliğe varana kadar kesmek.
Yemen taifesinden bir kavim.
Hâlis etmek.
Uzaklık, ıraklık.
nair
Haykıran, nâra atan.
Uzak. Irak, baid.
nas
Iraklık, uzaklık.
natv
Iraklık, uzaklık, bu'd.
nayi / nayî
Uzak.
ne'y
Uzak olmak.
nebve
Uzaklaşmak.
Ok hedefe varamamak.
Bir yerin havasının mizaca uygun olmaması.
Kılıncın vurulan şeye saplanmayıp geri sıçraması.
Pek çirkin ve kötü suretten gözün kaçması.
nefs-i tağut / nefs-i tâğut
Her türlü lezzetlerin kaynağı olan, insanı daima kötülüğe sevk eden, Allah'a iman ve kulluktan uzaklaştıran azgın duygu.
nim-bedevi / nim-bedevî
Yarı bedevî, yerleşik fakat medeniyetten uzak yaşama tarzı.
nüda
(Çoğulu: Endâ-Endiye) Yağmur.
Boğaz ıslatıcı nesne.
Çiy, rutubet.
Atâ, bahşiş.
Sesin uzaklara gitmesi.
nüzhet
İç açıklığı, safa, eğlenme, gönül ferahlığı.
(Farsça)
Temizlik, paklık.
(Farsça)
Karışık, bulaşık ve kalabalık yerlerden uzak olmak. Buud.
(Farsça)
nuzub
Sinmek.
Iraklık, uzaklık.
Suyun, toprak tarafından emilmesi.
paralel
Yun. Müvazi.
Geo: Bütün noktaları birbirinden aynı uzaklıkta olan çizgi veya hat, düzlük, satıh.
rabbü'l-alemin teala ve tekaddes hazretleri / rabbü'l-âlemîn teâlâ ve tekaddes hazretleri
Bütün âlemleri idare ve terbiye eden, yücelik sahibi olan ve her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan Allah.
racim / racîm
"Allahü teâlânın rahmetinden kovulmuş uzaklaştırılmış" mânâsına şeytanın Kur'ân-ı kerîmde bildirilen sıfatı.
rahmet-i sübhani / rahmet-i sübhânî
Her türlü kusur ve eksiklikten yüce ve uzak olan Allah'ın rahmeti, merhamet ve şefkati.
riyasızlık
Gösterişten uzak olma.
riyazet
Nefsi kırma, dünya lezzetlerinden uzaklaşmaya çalışma.
riyazetçi
Fâni şeylerden uzaklaşarak, bir köşeye çekilip kendi halinde az gıda ile yaşayan kişi.
ruhban / ruhbân
Evlenmeden bekâr yaşamayı tercih eden, dünyâdan yüz çevirip, insanlardan uzak yaşayan kimseler, râhibler. Hıristiyanlıkta sâdece ibâdetle meşgûl olan din adamları sınıfına verilen ad. Hıristiyan din adamları evlenmedikleri ve insanlardan uzak yaşadık ları için bu ad verilmiştir.
ruzname
Vakit cetveli, takvim.
Günlük gazete, günlük hâdiselerin yazıldığı kâğıt.
Bir meclis veya hey'etin müzakerat proğramı.
Hergünkü gelir ve giderin kaydedilip yazıldığı defter.
sabsab
Irak, uzak, baid.
sadaka-i maneviye / sadaka-i mâneviye
Belâları uzaklaştıran mânevî sadaka.
safilin / safilîn
Alçaklar, aşağılar, sefiller. Allah'tan (C.C.) uzak olanlar.
Aşağı taraflar.
sahaif-i nukuş-u sübhaniye / sahâif-i nukuş-u sübhâniye
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın nakışlarını gösterdiği sahifeler.
sahih ced / sahîh ced
Ölenin babasının babası veya babasının babasının babası gibi derecesi yakın olsun uzak olsun aralarında kadın bulunmayan dede. Yâni araya kadın girmeyen büyük baba.
sahih hadis / sahîh hadîs
Âdil yâni yalancılıktan uzak, büyük günah işlemeyen ve hadîs ilmini bilen kimselerden işitilen, Resûlullah efendimize kadar, rivâyet edenlerden hiçbiri noksan olmayan ve mütevâtir yâni birçok Sahâbînin Resûl-i ekremden ve başka birçok kimselerin onla rdan naklettikleri hadîsler ve meşhûr, yâni ilk z
sahik
Uzak.
Müretteb olan söz.
Hemen anlaşılmaz derece.
Çok karışık ve anlaşılmaz söz.
şahıs
(Çoğulu: Eşhâs) Kişi, kimse. İnsanın cismanî hey'eti.
İnsanın uzaktan görülen karaltısı.
şahsen
Şahıs olarak, ferd olarak. Şahısça, kendi.
Yalnız uzaktan görerek.
şaht
Iraklık, uzaklık, bu'd.
said
Yukarıdaki temiz toprak, pislikten uzak pâk toprak. Yeryüzü.
Yol, tarik.
Mezar, kabir.
Yüksek.
Yukarı çıkan.
salim / sâlim
Sağlam.
Sıhhatli. Sağ. Noksansız, eksiksiz.
Her türlü tehlikeden uzak olan. Emin ve korkusuz olan.
Gr: Kelimelerdeki harfler bozulmadan cemi' eki katılarak yapılan çoğul hali. Sâlimûn, sâlihât, sâdıkûn, sâdıkât gibi yapılan cemiler.
İçinde harf-i illet bulunma
samanyolu
Uzaktan parlak bir yol gibi görünen yıldızlar kümesi.
sanai'
(Tekili: Sania) Tertibli, uydurma işler. Tuzaklar.
Sanayi.
sania
Uydurma, düzme. Tuzak, hile.
İş, amel, fiil.
santrifüj
yun. Merkezden uzaklaşan kuvvet. Merkezkaç kuvvet.
şatata
Haktan ve akıldan uzak, hadden aşan söz.
şatir
Irak, uzak, baid.
Garip, yalnız, kimsesiz.
sebeb-i def'-i musibet / سَبَبِ دَفْعِ مُص۪يبَتْ
Belâyı uzaklaştırma sebebi.
sebeb-i def-i musibet
Belâyı uzaklaştırma sebebi.
sebeb-i tehcir
Sürgün sebebi, uzaklaştırma sebebi.
seby
Harpte esir alınma.
Uzaklaştırma.
Bir yerden başka bir yere sürüp giderme.
şecaat-i maddiye
Maddî kahramanlık, yiğitlik (Maddî bakımdan ilerlerken ifrat ve tefritten uzak olan orta ve doğru hâli ayakta tutma).
sefine-i sübhaniye / sefine-i sübhâniye
Her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan Allah'ın bir gemi gibi yaratarak uzayda gezdirdiği dünya.
şefkat-i mukaddese
Bütün çirkinliklerden uzak bir şefkat.
şekaz
Gitmek.
Uzaklık.
Bir adamın gözünün çok değer olması.
selam / selâm
Esmâ-i hüsnâdan (Allahü teâlânın güzel isimlerinden). Zâtı ayıplardan (kusurlardan), sıfatları noksanlıklardan ve işleri kötülüklerden uzak, temiz olan.
İki müslüman karşılaşınca veya ayrılırken birinin diğerine; "Es-selâmü aleyküm" veya "Selâmün aleyküm" yâni dünyâda ve âhirette sel
selamet / selâmet
Her türlü korku ve tehlikeden uzak olma, kurtulma.
selem
Teslim etmek.
Ayıplardan uzak olmak.
Selef.
Peşin para ile veresiye mal alma.
şemh
Uzak niyet ve kasıt.
Tekebbür etmek, kibirlenmek.
serab / serâb / سَرَابْ
Çölde uzaktan su gibi görünen ve ışığın kırılmasından ileri gelen parlaklık.
seradan süreyya'ya kadar / serâdan süreyya'ya kadar
Yerden Ülker yıldızına kadar (Birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenir).
seradan süreyyaya / serâdan süreyyaya
Yerden Ülker yıldızına kadar; birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenen bir ifadedir.
seradan süreyyaya kadar / serâdan süreyyaya kadar
Yerden Ülker yıldızına kadar (Birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenir).
şereke
(c.: Şerek-Eşrâk) Ağ, tuzak.
Ulu yol, büyük yol.
Yol ortası. (Bu mânaya. Çoğulu: Şürek)
şeriat-ı mutahhara
Temiz, mübarek şeriat; Allah tarafından bildirilen temiz, şüphelerden uzak hükümler, İslâmiyet.
şesu'
Uzak.
Ayakkabısının tasması parçalanmış olan.
şetat
Hadden aşırı olmak.
Hakdan uzak.
Zulüm, cevr, yalan, kizb, saçma.
şeten
(Çoğulu: Eştân) Sağlam bükülmüş uzun urgan.
Uzak olmak.
Sağlam yapmak.
şetun
Irak, uzak, baid.
sevad
Karaltı. Uzakta karaltı halinde görülen kalabalık.
Ekseri insanlar.
Şehir. Kasaba. Karye. Köy.
Karartı. Yazı karalama.
şey'
Miktar.
Uzaklık.
Arslan eniği.
şey'an
Uzaktan gören.
İleriyi gören, her şeyin sonunu düşünen.
seyr
Yürüyüş.
Eğlenme ve ibret için bakma. Gezip görme.
Görülecek şey ve yer.
Uzaktan bakıp karışmama.
Yolculuk.
şeytan
Kovulmuş, uzaklaştırılmış. Kibir ve gurûru sebebiyle Allahü teâlânın "Âdem'e secde ediniz" emrine isyân edip, karşı geldiği için, O'nun rahmetinden uzaklaştırılan varlık, İblis.
şibak
(Tekili: Şebeke) Kafesler, şebekeler, ağlar, tuzaklar.
sıfat-ı kemaliye / sıfât-ı kemâliye
Allah'ın her türlü kusur ve eksiklikten uzak olan mükemmel sıfatları, nitelikleri.
sıfat-ı sübhaniye / sıfât-ı sübhâniye
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın sıfatları.
sihr
(Sihir) Büyü, gözbağıcılık, büyücülük, hilekârlık.
Aldatmak.
Haktan uzaklaşmak. Bâtıl şeyi hak diye göstermek.
Lâtif ve dakik olan şey. Büyü kadar te'siri olan şey.
Şiir ve güzel söz söyleme gibi, insanı meftun eden hüner.
sırr-ı tesbihat
Cenâb-ı Hakkın bütün noksan sıfatlardan uzak ve bütün kemâl sıfatlara sahip olduğunu ifade eden sözlerin sırrı.
sübhan
Eksikliklerden uzak ve mükemmel sıfatlar sahibi olan Allah.
sübhanallah
"Allah eksikliklerden uzaktır" mânâsında bir tabir.
sübhanellah / sübhânellah
Allahü teâlâyı noksanlık ve kusur olan şeylerden tenzîh ederim, uzak tutarım mânâsına, mübârek, kıymetli bir söz.
suhk
Uzak olmak.
Cehennemde bir derenin adı.
Mahrumiyet.
suikast
Kötü kast, tuzak.
şülle
Niyyet.
Uzak emir.
şünue
Uzak olmak. Irak olmak.
şura
Müzakere, konuşma yeri, meclis, divan.
şüsu'
Uzak olma.
Ayakkabıya kayış tasma takma.
şutur
Irak, uzak, baid.
Irak, uzak, baid.
Bir memesi birisinden uzun olan koyun.
İki emziği kurumuş olan deve.
şuunat-ı sübhaniye / şuûnât-ı sübhâniye
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevkeden Zâtına ait kutsal özellikler.
taaffüf
İffetli olma. İffetli görünme.
Tekellüfle salihlik yapma. Ahlâk dışı şeylerden kaçınma.
İstemekten uzak durma.
tabiiyyun
Tabiatçılar. Naturalistler. "Her şeyi tabiat yapıyor" diyen, maddeye dalmış, Allah'tan (C.C.) mânen uzaklaşmış kişiler.
tagrib
(Gurbet. den) Birini gurbete gönderme.
Memleketten çıkarma, uzaklaştırılma.
Kovma.
tağrib / tağrîb
Tağrîb etmek:
Uzaklaştırmak.
tah
Atmak.
Uzaklaştırmak, ırak etmek.
Cimâ etmek.
taharrüc
Zahmetli yerden uzaklaşmak.
Günah işlemek.
tahattur
Hatırlamak.
Muhatara ve tehlikeden kaçıp uzaklaşmak.
tahliye
Serbest bırakılma.
(تحليه) Tezyin; güzel özelliklerle donatmak, süslemek.
(تخليه) Tenzih; noksanlardan uzak tutma.
tahr
Uzaklaştırmak. Irak etmek.
Atmak.
Göz çapağını dışarı atmak.
Seri, hızlı.
Oku uzak giden yay.
tahrif olma
Değiştirilme, aslından uzaklaştırılma.
tahrifat / tahrîfat / تحریفات
Anlamından uzaklaştıracak şekilde üstünde kalem oynatmalar.
(Arapça)
takazzür
Çirkin şeylerden uzak olmak.
takdiskar / takdiskâr
Takdis eden, mukaddes ve kusurlardan uzak olduğunu ifade eden.
tamam-ı ismet
Hata ve günahlardan tamamıyla uzak.
tamis
Uzak.
tarah
Uzak mekân.
tard / طرد
Sürme, kovma, uzaklaştırma.
Mektebden veya vazifeden uzaklaştırma. Hizmetten çıkarma.
Kovma.
(Arapça)
Görevden uzaklaştırma.
(Arapça)
Tard etmek:
Kovmak.
(Arapça)
tard etme
Kovma, uzaklaştırma.
tard etmek
Uzaklaştırmak, kovmak.
tardetmek
Kovmak, def etmek, uzaklaştırmak.
tared
Irak etmek, uzaklaştırmak.
Sürüp reddetmek.
tarh
Uzaklaştırmak.
Vaz' etmek.
İndirmek.
Bırakmak, elinden atmak.
Yerleştirmek.
Temel bırakmak.
Mat: Çıkarma.
tarid
Kovulmuş, uzaklaştırılmış, sürülmüş, çıkarılmış.
Bir kimsenin birinci çocuğundan sonra doğan ikinci çocuğu.
tarik-i hidayet / tarîk-i hidayet
Hakkı hak, batılı da batıl olarak görüp, doğru olanı yapma, sapıklıktan ve batıl yoldan uzaklaşma yolu.
tasannusuz / tasannûsuz
Yapmacık hareketten uzak.
Yapmacık hareketlerden uzak.
tasel
Serabın uzaktan su gibi görünmesi.
tayy-i mekan / tayy-i mekân
Mekânı, mesâfeyi katetme, geçme, mesâfelerin dürülmesi. Allahü teâlânın izniyle az zamanda çok uzak yerlere gitme.
tayyib
İyi, hoş. İyi davranış. Temiz.
Hz. Peygamber'e (A.S.M.) Cenab-ı Allah (C.C.) en güzel kokular vermiştir. Bu yüzden kendisine Tayyib denilmiştir.
Fık: Helâlin her türlü şüphelerden uzak, saf ve temiz kısmına denir.
teala ve tekaddes / teâlâ ve tekaddes
Allahü teâlânın ism-i şerîfi anıldığında, işitildiğinde veya yazıldığında: "Yüce ve noksan sıfatlardan münezzeh (uzak, temiz)" mânâsına hürmet, saygı ifâdesi.
teb'id / teb'îd / تبعيد
Uzaklaştırma. Bir yerden bir yere sürme, kovma.
Uzaklaştırma.
Uzaklaştırma.
(Arapça)
Sürgün etme.
(Arapça)
Teb'îd edilmek:
(Arapça)
Uzaklaştırılmak.
(Arapça)
Sürgün edilmek.
(Arapça)
Teb'îd etmek:
(Arapça)
Uzaklaştırmak.
(Arapça)
Sürgün etmek.
(Arapça)
tebareke ve teala / tebâreke ve teâlâ
Allahü teâlânın ism-i şerîfi anıldığında ve yazıldığında, söylenen ve yazılan, "Yüce ve noksan sıfatlardan münezzeh (uzak, temiz)" mânâsına ta'zîm ve hürmet ifâdesi.
tebaud / tebâud
Uzaklaşma.
Uzaklaşma.
tebaüd / tebâüd / تباعد
Uzaklaşma. Uzağa çekilme.
Uzama.
Uzaklaşma.
(Arapça)
Tebâüd etmek:
Uzaklaşmak.
(Arapça)
tebaud eden / tebâud eden
Uzaklaşan.
tebaüd-ü acib / tebâüd-ü acîb
Hayret verici ölçüde birbirinden uzaklaşma.
tebaüdat / tebaüdât
(Tekili: Tebaüd) Birbirinden uzak düşmeler. Uzaklaşmalar.
teberra / teberrâ / تبرا
Uzak durma. Sevmeyip yüz çevirme.
Uzak durma.
(Arapça)
teberri / teberrî
Arınma, uzaklaşma.
Uzaklaşma; mensubiyeti, hürmeti reddetme, kabul etmeme.
Uzaklaşmak, uzak durmak.
teberri etmek / teberrî etmek
Uzaklaşmak.
tebezzuk
(Büzâk. dan) Tükürme.
tebid / tebîd
Uzaklaştırma.
tebrie
Kusur ve noksandan uzak tutma.
tebrie etmek
Beraat etmek, kusur ve noksanlıktan uzak tutmak.
tebrik
Gözlerini dike dike bir yere bakmak.
Günaha girmek.
Uzak bir yere sefer etmek.
Çetinlik, zorluk sebebi ile yorulmak.
Kadının süslenip püslenmesi.
Evi ziynetleyip süslemek.
tecafi
Uzak olma. Yerinden bir tarafa ayrılma.
tecennüb
Uzak durma, çekinme.
Sakınma, uzak durma.
tecnib
Irak etmek, uzaklaştırmak.
Atın ayağının eğri olması.
tecrid etmek
Soyutlamak, uzaklaştırmak.
tecrid-i zihin
Zihnen soyutlanma, zihnini uzaklaştırma.
tehechüc
Uzaklaşmak. Irak olmak.
tekbir / tekbîr
Allahü teâlâyı yüceltmek, noksan sıfatlardan, şirkten (ortağı bulunmaktan), yarattıklarına benzemekten tenzîh etmek, uzak tutmak.
"Allahü teâlâ büyüktür. Kullarının ibâdetlerine muhtâç değildir. İbâdetlerin O'na faydası yoktur" mânâsına "Allahü ekber" sözü.
Ramazan ve Kurban
tel'in
Lânetleme, lânet etme. Bir kimsenin Allahü teâlânın rahmetinden uzak olmasını dileme.
tele / تله
Tuzak.
Ağıl.
Kapan, tuzak.
(Arapça)
telepati
Gelecekte veya uzaktaki bir hâdiseyi hissetme hâli.
yun. Gelecekte veya uzakta olan bir hâdiseyi o anda duyma hâli.
Birinin düşündüklerini veya uzakta geçen bir olayı hiçbir bağlantı olmadan algılama, uza duyum.
televizyon
Elektromanyetik dalgalar vasıtasıyla hareketli veya hareketsiz şekillerin resmini uzaklara nakletme usulü.
(Fransızca)
Bunun alıcı cihazı.
(Fransızca)
temadi
Devam etmek. Sürüp gitmek.
Uzak olmak.
Müntehi ve muktezi olmamak.
tena'nu'
Uzak olmak, uzaklaşmak.
tenai
Uzaklık.
tenezzehe
Noksan sıfatlardan uzak (meâlinde Allah C.C. için söylenen duâdandır.)
tenezzüh / تَنَزُّهْ
Uzaklaşmak.
Gezinti. Bağ ve bahçe gibi yerlere gam ve kederi izale için çıkmak.
Kusur, pislik ve ayıptan uzak olmak.
Kusurdan uzak olma.
tenezzüh-ü zati / tenezzüh-ü zâtî / تَنَزُّهُ ذَاتِي
Kendi zatında her türlü kusur ve noksandan uzak ve temiz oluş.
Zata mahsus tenezzüh. Yani zatının bütün noksan sıfatlardan, kusurlardan temiz ve uzak oluşu.
(Allah'ın) Zatının her türlü kusur ve noksanlıktan uzak olması.
tenhıye
Irak etmek, uzaklaştırmak.
Gidermek.
Silkmek.
Çıkarmak.
tenkil / tenkîl / تنكيل
Uzaklaştırmak. Tepeleyip sindirmek.
Başkalarına ders ve ibret olacak şekilde ceza vermek. Rezil ve rüsvay eylemek.
Zincire vurmak.
Uzaklaştırma.
(Arapça)
Ortadan kaldırma.
(Arapça)
Cezalandırma.
(Arapça)
tenkilat / tenkilât
(Tekili: Tenkil) Örnek olacak biçimde cezâlandırmalar.
Düşmanları tepelemeler.
Uzaklaştırmalar.
tenzih / tenzîh / تنزیه / تَنْز۪يهْ
Suç ve noksanlıktan uzak saymak. Cenab-ı Hakk'ı (C.C.) her çeşit kusur, noksan, şerik gibi hallerden uzak bilip söylemek.
Kabahati yok olduğu anlaşılmak ve onu ifade etmek.
Suç ve noksanlıktan uzak saymak.
Kabahatsiz olduğu anlaşılmak ve onu ifade etmek.
Allahü teâlâyı, şânına lâyık olmayan şeylerden, her türlü eksik ve noksanlıklardan uzak tutmak.
Arındırma, uzak tutma, kusur kondurmama.
(Arapça)
Tenzîh etmek:
Uzak tutmak, kusur kondurmamak.
(Arapça)
Kusurdan uzak tutma.
tenzih-i hakiki / tenzih-i hakikî
Cenâb-ı Hakkı, her çeşit kusur ve noksan sıfatlardan uzak tutmak.
terahi
İşde gayretsizlik, gevşeklik, ihmal.
Uzaklaşma.
Sonraya bırakma.
Gecikme, geç kalma.
Geri durma, geri çekilme.
terr
Vurmak.
Kesmek.
Uzak olmak.
tesbih
Allahü teâlâyı, O'na yakışmayan her şeyden ve mahlûkların (yaratılmışların) alâmetlerinden ve yok olmaktan tenzîh ve takdîs etmek, yâni uzak tutmak mânâsına "Sübhânallah" sözü ve benzerleri.
Namaz kılmak.
Namazdan sonra, Sübhânallah, Elhamdülillah ve Allahü ekber cümleleri sö
tetahhur
Temizlenme.
Günah işlemekten uzaklaşma.
tevekkül
İşi başkasına ısmarlamak.
Sebeblere tevessül ettikten sonra neticesini Allah'a bırakmak. Allah'tan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini Allah'dan istemek. Kadere razı olmak. Hakka güvenmek.
Yeis ve kederden uzak olmak.
Âcizlik göstermek
tevfikat-ı sübhaniye / tevfikat-ı sübhâniye
Bütün kusur ve eksikliklerden münezzeh ve uzak olan Allah'ın verdiği yardım ve başarılar.
tevriye
Örtüp gizlemek.
Sözünü veya bir haberi izah etmeyip gizlemek.
Edb: Birkaç mânası olan bir kelimenin en uzak mânasını kasdetmek.
tezahhul
Irak olmak, uzaklaşmak.
tezahzuh
Uzak olmak.
tezekkür
Akla getirme, hatırlama, anımsama.
Birkaç kişinin toplanarak bir işi konuşması, görüşme, müzakere etme.
tinave
Müzakereyi terketmek. Görüşmeyi bırakmak.
ücra / ücrâ
Pek uçta ve kenarda olan. Uzak. (Bu kelime, Arapça zannedilerek "hücra" yazılması yanlıştır.)
(Farsça)
Uzak, pek uçta.
udva'
Kuru, sert yer.
Üzerine oturulduğunda rahat olmayan yer.
Evin uzak olması.
uşve
Gece vakti uzaktan görünen ateş.
uzuf
Nefsi kötülüklerden ve şüphelerden menedip uzaklaştırmak.
vareste / vâreste / وارسته
Kurtulmuş, uzak.
Kurtulmuş, rahat.
(Farsça)
Uzak.
(Farsça)
vareste kılma
Uzak kılma, kurtarma.
vareste-i arz / vâreste-i arz
Arz etmekten beri, uzak.
vareste-i rayb ve zunun / vareste-i rayb ve zunûn
Zan ve şüphelerden beri, uzak.
vater
Sonundaki. Çok uzak.
(Farsça)
velvele-i teşhir ve takdis
Güzellikleri sergilemek ve bütün eksikliklerden uzak görmeyi dile getiren sesler.
vesile-i def-i bela / vesile-i def-i belâ
Belâları ortadan kaldırma, uzaklaştırma vesilesi, aracı.
vilayet / vilâyet
Evliyâlık, velîlik makâmı, Allahü teâlâya yakın olma, gafletten uzak bulunma.
vüzur
Tuzak.
Süprüntü sepeti.
yakin / yakîn
Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek. (Yakîn: Ma'rifet ve dirayetin ve emsalinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i yakîn denir, ma'rifet-i yakîn denilmez. Ayn-el yakîn: (kelimenin merfu hali ayn-ul yakîndir.) Göz ile görür derecede veya görerek, müşahede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman
Şek ve şüpheden uzak olan; kesin.
Sağlam, sarsılmayan, şüphe ve tereddüt bulunmayan îtikâd, îmân.
Ölüm.
zahid / zâhid
Takvâ sahibi olan; nefsî isteklerden uzak kalan.
zahzah
Uzak, baid.
zahzaha
İkrar etme, uzaklaştırma.
Uzak, baid olma.
zat-ı akdes-i ilahi / zât-ı akdes-i ilâhî
Her türlü kusur ve noksandan sonsuz derece uzak olan Zât, Allah.
zecca'
Adımı birbirinden uzak olan.
zevalsiz
Geçicilikten, yokluktan uzak olma. Yok olup gitmeyen, sürekli.
zevd
Ayırmak.
Uzaklaştırmka, ırak etmek.
Defetmek, menetmek.
zevra'
Bağdat.
Dicle nehri.
Eğri ve eğilmiş nesne. Yay.
Derin kuyu.
Uzak yer.
zevre
Uzaklık.
Ziyaret etmek.
zevzat
Doğurmak.
Sür'atle gitmek.
Reddedip uzaklaştırmak.
zeyek
İki uyluk arasının geniş olup birbirine uzak olması.
zeyh
(Zeyhân) Zulüm etmek. Haktan uzaklaşmak.
Mahvolmak.
Gitmek.
Uzak olmak.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
daştan
رقاصه
tekaza
enzar-ı dikkat
daavat-ı insaniye
harir
sahabi
Havf
şevk ü
berc
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
uzak
Renk
nutu
kötü insan
Çeviri
MENİ
Zürriyet
dişi deve
emin olma
kaçan