Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
unun
ifadesini içeren
784
kelime bulundu...
hakk-ul-yakin / hakk-ul-yakîn
Bir şeyin hakîkatine kavuşma, mâhiyetine erişme, bulma, tatma. Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp, kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen kesin ilim, bilgi.
Bir şeyin hakîkatine kavuşma, mâhiyetine erişme, bulma, tatma. Allahü teâlânın beğendiği ahlâk ile ahlâklanıp, kalb gözünün açılması ve mânevî perdelerin kaldırılması neticesinde elde edilen kesin ilim, bilgi.
163. madde
Eski Türk Ceza Kanununun 163. maddesi.
a'meş
Gözünün yaşı durmayıp akan.
Tomlaç gözlü.
a'ver
Tek gözlü. Bir gözü kör. Yek-çeşm. (Âhirzamanda gelecek Süfyan adındaki bir zâlimden "Aver" diye rivayetlerde bahsedilmesi, sadece dünyayı görecek bir gözü olduğu ve âhireti görecek imân gözünün olmadığından kinayedir.)
abıkevser / âbıkevser
Kevser adlı cennet havuzunun suyu.
abkame
Anadolunun bazı doğu illerinde ve Bağdat'da yapılan, turşu veya salataya benzer bir çeşit yiyecek maddesi.
(Farsça)
Ekşi hamurdan pişirilerek sirkeye konulan ve turşu olarak kullanılan bir gıda maddesi.
(Farsça)
acz
Beceriksizlik. İktidarsızlık. Kuvvetsizlik. Güçsüzlük. Yapamamak.
Zarardan korunmak gücünün olmaması.
Bir şeyin geri tarafı.
acz yolu
Çok güçsüz olduğunu ve her an Allah'ın yardımına muhtaç olduğunun bilmek suretiyle Allah'a varma yolu.
adalet-i izafiye / adalet-i izâfiye
Göreceli adalet; toplumun selâmeti için birey hukukunun feda edilmesini öngören adalet.
adalet-i kanun
Kanunun adaleti.
adem
Yokluk, varlığın zıddı.
Tasavvufda sâlikin (tasavvuf yolcusunun) kendisini kaplayan mânevî hal sebebiyle kendinden geçmesi hâli.
afyon
Lât. Haşhaş sütünün birikmesinden ibaret bir madde.
ahseb
Çok iyi hesab edilmiş, münâsib.
Çok fazla cimri, hasis.
Miskin.
Saçının rengi kırmızıya yakın.
Tüyünün rengi boz renk olan kızıl deve.
ahşem
Burnu koku almayan.
Burnunun içi kokan kimse.
ahval-i beşer / ahvâl-i beşer
İnsanoğlunun halleri.
akd
Anlaşma. Sözleşme.
Düğümleme. Düğümlenme. Bağ bağlama. Bağlanma.
Huk: Nikâh, hibe, vasiyet, bey' u şirâ gibi şer'î bir muameleyi iki tarafın iltizam ve taahhüd etmeleridir, icab ile kabulün irtibatından ibarettir. Böyle bir muameleye mün'akid denir. Bunun böyle vücuda gelmesi
akid / âkid
Kuyunun çevresi, etrafı.
akıntı
Bir sıvı cismin mütemadiyen hareketi, akış.
Nehir veya deniz suyunun bir tarafa doğru cereyanı.
Bazı hastalıklarda vücuttaki bir delikten cerahat akması.
akrostiş
yun. Edb: Mısraların ilk harfleri yukarıdan aşağıya doğru okununca manalı bir kelime veya has isim çıkacak şekilde düzenlenmiş manzume.
aks-i kaziye
(Mantıkta) Doğru farzedilen bir hükmün, konusu ile yükleminin (mahmulünün) ters çevrilmesi ile zaruri bir sonucun elde edilmesidir. Çeşitli şekilleri vardır. Meselâ : "Her insan canlıdır." sözünde konu olan insan ile, yüklem olan canlı sözü yer değiştirilerek (aksedilerek) şu hüküm elde edilir: "Baz
aks-i misal
Görüntünün yansıması.
aktar-ı arz / aktâr-ı arz / اَقْطاَرِ اَرْضْ
Yeryüzünün her tarafı.
aktar-ı zemin / aktâr-ı zemin
Yeryüzünün dört bir tarafı.
ala / alâ
Gr:Arabçada harf-i cerdir. Buna isim diyen de olmuştur. Müteaddit mâna ile kelimenin başına getirilir; manevî istilâ ve tefevvuk bildirmek için ekseriyâ mecrurunu istilaya delâlet eder. Bazan mecrurunun mukabiline müstâli olur. (maa) gibi müsahabet için gelir. (lâm) gibi tâlil için olur. Müc
alem-i ceberut / âlem-i ceberut
Âlem-i azamet ve kudret. (Bununla âlem-i esmâ ve sıfât kasdolunur. Muhakkıkların ekserisine göre bu, âlem-i evsattır. Yâni üstte olan Lâhut âlemi ile altta bulunan melekut âlemi arasındaki âlem. Amiriyyet-i umumiyyeyi muhit olan berzahtır. Ceberut, ibranice "kudret" mânasındadır).
alemin imkan-ı mevti / âlemin imkân-ı mevti
Dünyanın ölümünün mümkün olması, ihtimal dahilinde olması; kıyametin kopması.
alhan
Deve kuşunun erkeği.
Karnı çok aç kişi.
alih / âlih
Deve kuşunun dişisi.
Hafif mizaçlı.
aliyy-ül murtaza
Esedullah, Aliyy-ibni Ebi Talib, Ebutturâb, İmâm-ı Ali isimleri ile de anılır.Hz. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) amcası Ebu Tâlib'in oğlu olup Hicretten yirmiüç yıl önce doğmuş ve Bi'setin ikinci günü daha on yaşında iken imân etmiş, hiç putlara tapmamıştır. Bunun için mübârek ismi söylendiğinde, Kerrema
altın kozak
Padişahlar tarafından yabancı hükümdarlara gönderilen nâme-i hümayunun konulduğu muhafaza.
amentü billahi ve bi'l-yevmi'l-ahir / âmentü billâhi ve bi'l-yevmi'l-âhir
"Allah'a ve âhiret gününe iman ettim".
antranik
Ermeni örgütünün liderlerinden biri.
ar'are
Dağ başı. İki burun deliğinin arası.
Servi ağacı. Çocuk oyunundan bir oyun.
arab
Güzel. Nûh aleyhisselâmın Sâm adlı oğlunun soyundan gelenler.
arabe / arâbe
(Çoğulu: Arâbât) Keçi veya koyunun memesine geçirilen torba.
Açık saçık konuşma.
arafat
Mekkenin 16 kilometre doğusunda Hacıların arefe günü toplandıkları tepe ve bunun eteğindeki ova. Tepenin diğer bir adı Cebel-ür Rahme (Rahmet dağı)dır. Adem (A.S.) ile Havva anamız Cennet'ten çıkarıldıktan sonra burada bir araya geldiler. İbrahim Peygamber (A.S.) Cebrail ile burada konuştu. Hz. Muha
arazi-i uşriyye / arâzi-i uşriyye
Mahsûlünden (ürününden) uşur denilen zekatın alındığı topraklar. Müslüman devletlerde harb ile alınıp gâzîlere (askerlere) taksim edilen veya isteyerek İslâm'ı kabûl edenlerin ellerinde bırakılan yâhut devlet reisinin (başkanının) izni ile müslümanlar tarafından işlenip faydalanılır hâle getirilen m
areometre
yun. Sıvıların yoğunluk derecesini ölçmeye yarayan âlet. Arşimet'in keşfettiği kanuna istinad edilerek yapılan bu alet, içi boş cam bir silindir ile bunun üst kısmındaki dereceli bir çubuktan ibarettir.
arş-ı azam / arş-ı âzam
Allah'ın sınırsız egemenliğinin ve büyüklüğünün tecelli ettiği makam.
arş-ı azamet
Allah'ın sınırsız egemenliğinin ve büyüklüğünün tecelli ettiği yer.
arş-ı hüda / arş-ı hüdâ
Allah'ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği makam.
arş-ı rububiyet
Allah'ın büyüklüğünün, hüküm ve egemenliğinin tecelli ettiği yer.
arz-ı rum
(Erzurum) Rum memleketi. Şimdiki Anadolu. Anadolunun şarkındaki bir vilâyet adı.
arzu-şikesten
Arzunun olamaması, yerine gelmemesi. Hayâl kırıklığı, inkisar-ı hayâl.
(Farsça)
asbag
Alnı veya kuyruğunun ucu beyaz olan at.
Kuyruğunun ucu beyaz olan kuş.
asellak
Deve kuşunun erkeği.
asesbaşı
Osmanlı İmparatorluğunun eski devirlerinde polis müdürü.
ashab-ı fil / ashâb-ı fil
İslâmiyetten önce Kâbe-i Muazzamayı tahrib için Mekke'ye hücum eden Habeş ordusunun ismi ( Önlerinde fil bulunduğundan, zırhlı vasıtalar gibi ondan faydalandıklarından bu isim verilmiş olduğu nakledilir.
asheb
Tüyünün üstü kızıl, içi beyaz olan deve.
asiye / âsiye
Kederli, hüzünlü kadın.
Sütun, kolon, direk.
Hz. Musa'yı (A.S.) Nil nehrinden çıkararak büyütüp yetiştiren kadın. Firavunun zevcesinin ismi.
asr-ı sani / asr-ı sâni
İkinci asır.
Ist: Fey-i zevâle ilâveten, herşeyin gölgesi kendi boyunun iki misli daha uzadığı zamandan başlayan ikindi vaktidir. (Fey-i zevâl; güneş tam ortada iken, gölgenin uzunluğudur.)
astane
Eşik, atebe.
(Farsça)
Paytaht.
(Farsça)
Mânevi büyüklerin kabri.
(Farsça)
Büyük tekke.
(Farsça)
Merkez. (Osmanlı İmparatorluğunun merkezi olması münasebetiyle İstanbul manasına da gelir.)
(Farsça)
atan
(Çoğulu: Atân) Kovası el ile çekilen kuyu.
Kuyunun ve havuzun etrafında deve çekip duracak yer.
Su kenarı.
Kokmak.
Dibâgat etmek.
atım
t. Ateşli silahların boşaltılması, atılması.
Kurşun menzili, kurşunun gidebildiği, yetiştiği mesâfe.
Silahın bir defa atılması için lâzım gelen barut vesaire.
atmosfer
Dünyanın çevresini kuşatan 100 km. kalınlığında, çeşitli gazlardan meydana gelen gaz tabakası. Başka gök cisimlerini kuşatan gaz tabakalarına da atmosfer denir.
Bir yerdeki mânevi hava.
Basınç birimi. 0 derecede 76 cm. yükseklikteki bir civa sütununun 1 cm. karelik alan üzeri
ayan
(İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği.
Çiftçi âletlerinden olan saban okunun bileziği.
ayn-ı hak
Hakkın, doğrunun ta kendisi.
ayn-ı heva / ayn-ı hevâ
Boş istek ve arzunun tâ kendisi.
ayn-ı şükran
Medih ve övgünün ta kendisi.
ayn-üs sevr
Boğa gözü.
Koz: Semânın kuzey yarım küresinde bulunan boğa burcunun en parlak yıldızı.
ayş / عيش
Yaşama, keyif alma, gününü gün etme.
(Arapça)
ayyuk
Samanyolunun dâima sağ tarafında olan çok parlak ve uzak bir yıldızın ismi.
Mc: Gökyüzünün pek yüksek yeri.
Gökyüzünün pek yüksek yeri.
azir
Özür dileyen, özrünün afvedilmesini isteyen.
Özür.
Sünnet düğünü.
azun / azûn
Öylece, onun gibi, bunun gibi, böylece.
(Farsça)
ba-vücud ki / bâ-vücud ki
Bununla beraber, böyle iken.
(Farsça)
bab-ı ali / bâb-ı âlî
Yüksek kapı.
Tanzimattan önce sadrazam kapılarının, daha sonra da hükümet dairelerinin çoğunun içinde toplandığı bina.
Mc: Osmanlı Hükümeti.
badire
Birdenbire meydana gelen hâl. Felâket. Musibet.
Kabahat.
Birden, zahmetsizce söylenen söz.
Kılıcın, namlunun veya her çeşit nebatın ucu.
Zor geçit.
balon
Isıtılmış hava veya havadan daha hafif bir gazla doldurulan ve bununla havada uçabilen balon şeklindeki araç.
bankiz
Kutub bölgelerinde deniz suyunun donmasıyla meydana gelen buzların tamamı. Bunlar ençok Kuzey Buz Denizinde görülürler.
barigah-ı kibriya / bârigâh-ı kibriyâ
Cenâb-ı Hakkın sonsuz büyüklüğünün tecellî ettiği yüceler yücesi makam.
bariha
Dünkü gece, evvelki günün gecesi.
Dünkü gün, dün.
barimetre
Gürültünün şiddetini ölçmeğe yarıyan âlet.
(Fransızca)
basıt / bâsıt
Açan. Yayan. Serici.
Ferahlık veren.
Dilediği kulunun rızkını genişlendiren Allah (C. C.).
Mücerred olup, mürekkep ve müellef olmayan.
Tıb: Bir uzvu uzatıp açan adele.
bayrak-ı vahdaniyet
Allah'ın bir ve tek olduğunun sembolü olan bayrak.
bazgeşt / bâzgeşt
Nakşibendiyye yolunda on bir temel esastan biri. Sâlik'in (tasavvuf yolcusunun) Kelime-i tevîhdden sonra kalbinden; "İlâhî! Maksûdum Sensin. Matlûbum (maksadım) Senin rızândır."demesi.
bedpeyman
Verdiği sözde durmayan. Sözünün eri olmayan. Sözünü tutmayan.
(Farsça)
behş
Muki otunun yaşı.
Kara yüz.
bekà-yı nev'
Bir canlı türünün varlığını sürdürmesi.
beraat
Temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması.
beraet / berâet
Temize çıkarmak. Bir şahsın, hakkında iddia edilen suçtan uzak olduğunun veyâ işlediği söylenilen suçun gerçekte suç olmadığının anlaşılması.
Kurtuluş vesîkası.
Temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması.
berat / berât
Temize çıkma, suçsuz olduğunun anlaşılması.
berem
(Çoğulu: Ebrâm) Kumar oyununa dâhil olmayan.
berh
Balık, semek.
(Farsça)
Parça, kısım, hisse, nasib.
(Farsça)
Su birikintisi.
(Farsça)
Şimşek, berk.
(Farsça)
Yaş olan odunun, yanarken çıkardığı yaşlık.
(Farsça)
beşerin hayat-ı nev'iyesi
İnsan türünün hayatı.
bev
Deve yavrusunun derisi. (Bunu samanla doldurup anasına gösterirler. tâ ki sağılmaktan kaçmasın diye.)
beyadıka
(Tekili: Beyâzıka) (Beydak ve Beyzak) Küçük yapılı, bodur boylu ve çabuk yürüşlü adamlar, paytaklar.
Satranç oyununda paytaklar, piyadeler.
beyincik
Art kafa çukurunda beyin kökünün üst arka kısmında bulunan merkezi sinir sisteminin bir organıdır. Mühim bir görevi, hareketlerimizin âhenk içinde olmasını sağlamaktır.
bi'r-i zemzeme
Zemzem suyunun kaynadığı zemzem kuyusu.
bi'set
Gönderme, gönderilme. Bir peygambere peygamber olduğunun bildirilmesi.
bi-çun vebi-çigune / bî-çûn vebî-çigûne
Hiçbir şeye benzemeyen, nasıl olduğu anlaşılamayan. Allahü teâlânın nasıl olduğunun bilinemeyeceğini ve akıl ile anlaşılamayacağını, idrâk olunamayacağını ifâde eden bir terim.
bi-lisan-il-arz
Arzın diliyle. Yeryüzünün lisân-ı hâliyle.
bi-namaz / bî-namaz
Namaz kılmayan, namazı terkeden, namazsız. Beynamaz. Namaz, İslâmın temel şartlarından biridir. Peygamberimiz (A.S.M.), namaz dinin direğidir demiştir. Namazını terkeden dininin direğini yıkmış olur. Beş vakit namaz için bir saat yetmektedir. İnsan bir günün 24 saatinden bir saatini Allah'ın huzurun
(Farsça)
binaberin
Bunun üzerine, bu sebebe binâen, bundan dolayı.
(Farsça)
binaen ala zalik / binaen ala zâlik
Bunun üzerine, bundan dolayı.
binaenalahaza / binâenalâhâzâ
Bundan dolayı, bunun üzerine.
Bunun üzerine, bundan dolayı.
binaenaleyh / binâenaleyh / بِنَاءً عَلَيْهْ
Bundan dolayı, bunun üzerine.
Bunun üzerine, ondan dolayı.
Bunun üzerine.
bronş
yun. Tıb: Nefes borusunun akciğerlere giden iki kolundan her birinin adı.
bugra
Turna kuşu veya turna kuşu sürüsünün önünde uçan turna horozu.
(Farsça)
bundan maada / bundan mâada
Bundan başka, bunun yanısıra.
(Türkçe - Arapça)
burak
Binek. Cennet'e mahsus bir binek vâsıtası. (Kelimenin kökü; (Berk) dir. Burak'ın Hadis-i Şerife göre ta'rifi: "Merkepten büyük, katırdan küçük hacimde bir dâbbe ki; ayağını gözünün müntehasına basar." Bu ise bir berk ve elektrik sür'atini anlatır. (E.T. sh: 3150)
burhan-ı vücub-u vücud
Allah'ın varlığının zorunlu oluşunun ve var olmak için bir sebebe muhtaç olmamasının delili.
cadde-i hakikat
Hakikatin, doğrunun olduğu cadde.
cahar
Kuyunun içinin geniş olması.
cahız / câhız
Asıl ismi Amr İbn-ül Bahr olan ve gözünün hadekası çıkık olduğu için bu isimle anılan büyük bir Arab edibi.
Patlak gözlü adam.
calinos
(Kalinos) yun. İlk devirlerde yaşamış olan bir Yunan Filozofunun adı.
cami' / câmi'
Toplayan.
Müslümanların ibâdet etmek için toplandıkları yer, mâbed.
Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Çeşitli hakîkatleri ve enfüs (iç) ve âfâktaki (dıştaki) zıt işleri birleştirici, kıyâmet gününde yeryüzünde olan cinleri, insanları ve mahlûkâtı bir araya getirici insanların dağı
camia
Topluluk. Birlik. Kütle.
Dâr-ül fünûn.
canfeza
Gönüle ferahlık veren, can artıran.
Ayın 23. gününe verilen ad.
çarha
Ordunun ilerisinde bulunan askerlerin yaptıkları tâlim.
(Farsça)
Çıkrık gibi dönen yuvarlakça bir cins dolap.
(Farsça)
cebbar / cebbâr
İlâhî isimlerdendir. Dilediğini yapan, kudret ve güç sahibi Allah.
Zalim, müstebit kişi.
Gökyüzünün güneyinde bulunan bir yıldız kümesi.
cebeci
Eski Osmanlı İmparatorluğunun ordusunun zırhlı sınıfına mensub nefer.
(Farsça)
cebir hissedilme
Cebriye mezhebinin yorumununun görülmesi.
celaleddin-i harzemşah
(Vefâtı M.: 1231) Mengü berdi (Allah verdi) ismi de verilir. Harzemşah soyunun 7nci ve son hükümdarıdır. Tarihte cesaret ve irfanı ile tanınmıştır. O zamanın deccalı olan Cengiz'in kahır ve şiddeti karşısında İrân ve Turân korku ve zillete düştüğünde Celâleddin, Cengiz'in ordularını müteaddit defala
cenah
Kanat, taraf, kısım. (Vicdanın ziyası ulum-u diniyyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassub, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder. Mün.)
cenn
(Cünün) Bir şeyi setretmek, gizlemek.
Ana karnındaki cenin, gizli olmak.
cevza
Astr: İkizler burcu. Gökyüzünün kuzey yarım küresinde yer alan iki tane parlak yıldızlı bir burcdur. Güneş, mayıs ayında bu burca girer.
cilve-i in'ikas / cilve-i in'ikâs
Görüntünün yansıması.
ciran
(Çoğulu: Cürün) Devenin boynunun önünde boğazlanacak yerinden boğazı çukuruna kadar olan yer.
coğrafya
Yeryüzünün şimdiki hâlini çeşitli cihetlerden inceleyen ilim. Bölümlerinden olan Fizikî Coğrafyada: Karalarla denizlerin durumları ve iklimleri;İktisadî Coğrafyada: Toprak mahsulleri, sanayi ve ticaret işleri;Siyasî Coğrafyada: Irk, dil, millet hususiyetleri ve devlet sınırları anlatılır.Bunlardan b
cübab
Devenin sütünün üstüne gelen köpüğü.
cul
(Çoğulu: Ecvâl) Akıl.
Rey.
Kuyu duvarı. Aşağısından yukarısına kadar kuyunun taraflarından her bir tarafı.
cümle-i ihbariye / cümle-i ihbâriye
(Cümle-i haberiye de denir) Bir hâdiseyi, bir nesneyi bildiren cümle. Bunun zıddı: cümle-i inşâiyedir; emir ve nehiyleri bildirmek gibi.
cumuat
(Tekili: Cum'a) Perşembe gününden sonra gelen günler. Cum'alar.
çünan
Böyle. Bu şekilde. Bunun gibi.
(Farsça)
cüzam
(Cüzzam) Hansel basilinin (mikrobunun) sebep olduğu bulaşıcı bir deri hastalığı.
da'kese
Mecusiler oyunundan bir oyun. ("destibend" de derler.)
dagma'
Yüzünün rengi siyaha yakın olan dişi koyun.
dahs
Koyunun derisiyle eti arasına yüzmek için elini sokmak.
Fesad, ifsâd.
daimi huzur / dâimî huzur
Sürekli olarak Allah'ın huzurunda bulunduğunun bilincinde olma.
dar-ül-fünun
Üniversite. (1 Ağustos 1933'de İstanbul Dâr-ul Fünunu yerine Üniversite kurulmuştur.)
deflasyon
Paranın piyasada azalmasıyla satın alma gücünün artması.
(Fransızca)
defn-i meyyit
Ölünün gömülmesi.
delalet-i nass / delâlet-i nass
Nassın delâleti. Nass'da (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfte) zikredilen şeyin hükmünün, müşterek (ortak) illet sebebiyle zikredilmeyen şey hakkında da sâbit olduğuna delâlet etmesi. Bâzı âlimler delâlet-i nass'a, kıyâs-ı celî(açık kıyâs) demişlerdir.
delil-i adem
Birşeyin yokluğunun delili.
demak
Tipi (Kış gününde rüzgârın karı her tarafa savurmasıdır.)
demokrasi
yun. (Demos: Halk; Kratia: İdare, iktidar) Halk iktidarına dayanan hükümet şekli. Devlet iktidarını elinde bulunduranların, halkın çoğunluğunun iradesiyle seçildiği hükümet şeklidir. Tatbikatı üç şekildir:1- Vasıtasız hükümet şekli: Halk, devlet iktidar ve hâkimiyetini vasıtasız olarak kullanır. Kan
dernek
Eğlence için yapılan toplanma.
Düğün.
Cemiyetler kanununa göre kurulmuş cemiyet.
desatir-i saadet-i dareyn / desatir-i saadet-i dâreyn
Dünya ve âhiret mutluluğunun düsturları, kanunları.
devr
Bir şeyi elden ele aktarma. Vefât eden bir müslümanın sağlığında kılamadığı namaz, tutamadığı oruç ve veremediği zekât gibi borçlardan kurtulması için birkaç fakirin kendilerine ölünün vasî veya velîsi tarafından verilen fidyeyi alıp, gönül rızâsıyla tekrar geri vermek sûretiyle yapılan muâmele.
deylem
Karıncaların ve kenelerin toplandığı yer.
Belâ.
Zahmet.
Düşman.
Türaç kuşunun erkeği.
Cemaat.
Bir kabile adıdır ve ehline "Deylemî" derler.
dı'liye
Deve kuşunun dişisi.
direm
(Dirhem) Eskiden kullanılan bir ağırlık ölçüsü. Şimdiki üç gram ağırlık. Okka denen eski ağırlık ölçüsünün (1/400) kadarıdır. Şer'an, orta büyüklükte yetmiş tane arpa ağırlığı.
(Farsça)
Eskiden kullanılan ve beş kuruş değerindeki gümüş para. Akça.
(Farsça)
divan-ı deavi nezareti / divan-ı deâvî nezareti
Çavuşbaşılığın kaldırıldığı 1836 (Hi: 1252) tarihinde bunun yerine kurulan daire. Fakat 1870 (Hi: 1287) tarihinde Adliye Nezareti'nin teşekkülü üzerine kaldırılmıştır.
doktrin
yun. Hatt-ı hareket. Hareket tarzı. Düstur, tarik. Re'y.
Fls: Bir sistem meydana getiren fikir ve kanaatlerin hepsi. Bir felsefe veya edebiyat okulunun fikirlerinin tümü.
dü-şah
Çatal ağaç.
(Farsça)
Tomruk.
(Farsça)
Eskiden suçlunun boynuna takılan çatal ağaç.
(Farsça)
duhruce
(Çoğulu: Dehâric) Yellengen böceğinin yuvarladığı ters.
Deve kuşunun yavrusu.
dümdar / dümdâr
Askerlikte arttaki emniyeti te'minle vazifeli, geriden gelen ve askeri tâkib eden birlik. Ordunun geriden emniyet kuvveti.
(Farsça)
Mc: Son zamanlarda gelen büyük evliyâullah.
(Farsça)
Ordunun arkasındaki kuvvet.
Ordunun arkasında giden gurup.
ebedd
Gövdeli, iri cüsseli kimse. İki uyluğunun arası geniş ve etli olan kimse.
ebrec
Gözünün akı çok olan güzel gözlü kimse.
edebiyat-ı cedide
1896 - 1901 tarihleri arasında Avrupa te'siri ile meydana gelen edebiyat cereyanına verilen isim. Yeni edebiyat. Servet-i Fünun Edebiyatına verilen ad.
ehl-i keşf-il kubur
Kabir âleminde olanları bilen, kabirdeki ölünün ahvâlini keşfedip doğru olarak haber veren veli, evliya.
elcevap
Bu sorunun cevabı.
eleman
Bir bütünün parçaları.
(Lât: Element) Unsur. Bileşik bir şeyi meydana getiren basit şeylerden biri. Bir bütünün parçaları.
emsiye
(Tekili: Mesâ) Akşamlar, akşam vakitleri. Günün son zamanları.
ender
(Zarfiyet edatıdır) İçinde. Derununda. Dahilinde.
(Farsça)
eriş
Sakatlanan bir uzuv için yaralayandan alınan şer'i diyet.
Satıldıktan sonra kusuru ve noksanları belli olan malın, kıymetinden bunun için indirilen miktar.
erkan / erkân
Bir şeyin bir parçasını veya bütününü meydana getiren şeyler, esaslar. Rüknün çoğuludur.
eş'ari / eş'arî
Ehl-i sünnet vel-cemâat yolunun iki büyük imâmından biri. Ebü'l-Hasen Ali bin İsmâil Eş'arî. 879 (H. 266) yılında Basra'da doğdu. 941 (H. 330) yılında Bağdâd'da vefât etti.
Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdını Ebü'l-Hasen Eş'arî hazretlerinin açıkladığı şekilde öğrenip inanan.
esaret-i nefis
Nefsin esareti; insanı daima kötülüğe, hazır zevk ve isteklere sevk eden duygunun esiri olma.
esbat
(Tekili: Sıbt) Torunlar. Çocuğunun çocukları. Oğlunun oğulları.
Beni İsrâil kabileleri.
eşhuru'l-hac
Hac ayları. Şevval, Zilkade ve Zilhicce'nin ilk on gününden ibaret olan cem'an 70 gün İslâm'dan önce de Araplar bu günlerde Kâbe'yi ziyaret ederlerdi.
eşrar-ı arzin / eşrâr-ı arzîn
Yeryüzünün şerlileri, kötüleri.
evlak
Delilik, cünun.
eyyam-ı teşrik / eyyâm-ı teşrik
Kurban bayramının birinci gününden sonraki diğer üç güne verilen isimdir. Zilhiccenin 11, 12 ve 13 üncü günleridir. Birinci gününe "yevm-i nahr" (kurban günü) denir.
Kurban Bayramı'nın ilk gününden sonraki üç gün.
eyyamü't-teşrik / eyyâmü't-teşrik
Kurban Bayramı'nın ilk gününden sonraki üç gün.
eyzan
Böylece, kezâ, bunun gibi, yine böyle, bu da böyle.
ez-cümle
Bu cümleden, meselâ, bunun gibi.
(Farsça)
ezcümle
Meselâ, bunun gibi.
ezlef
(Çoğulu: Zelef) Burnunun ucu uzun ve ince olan.
fakkah
Ezhar otunun çiçeği.
fal
Atılan boncuk ve baklaya, koyunun kürek kemiğine ve benzerlerine bakmak sûretiyle gaybdan, gelecekten haber verme işi.
falcı
Fala bakan, gaybı bildiğini iddiâ eden. Gaybı anlamak için güyâ bir takım vâsıtalara mürâcaat eden kimse. Atılan boncuk ve baklaya, koyunun kürek kemiğine ve sâir şeylere bakıp bunlardan manâ çıkarır görünen; gaybden haber verdiğini iddiâ eden kimse.
farisan
(Tekili: Fâris) Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş devrelerinde eyâletlerde hudutlardaki muhafız askerler.
farz
Bir kimseyi bir vazifeye tayin etmek veya maaş bağlamak. Bir kimsenin kendi nefsine âid iken başkasına hibe ettiği muayyen bir şey. (Bunun zıddı "karz"dır.)
Takdir veya beyan eylemek.
Bir şeyi delmek, gedik açmak.
Bir dâvaya mevzu ve rükün kılınan husus.
Addet
fazl
Âlimlere yakışır olgunluk.
İmân, cömertlik, ihsan, kerem, ilim, ma'rifet, üstünlük, hüner, tefâvüt, inayet.
Artmak.
Artık, (bunun zıddı naks'tır). Bir şeyden bakiye kalmak.
fecr-i ati / fecr-i âtî
Gelecekteki fecr. 1908 meşrutiyet inkılâbından sonra Servet-i Fünun mecmuası etrafından toplanan bir kısım gençlerin kurmak istedikleri ekolün (cemiyetin) adıdır.
fecr-i sadık / fecr-i sâdık
Sabaha karşı şark ufkunda yayılmaya başlayan beyaz bir aydınlık. Bunun mukabili birinci fecirdir ki, bir aydınlıktan sonra tekrar aydınlık gider. Bu birinci aydınlığa fecr-i kâzib denir. Sabah namazının vakti, fecr-i sâdıkta başlar.
fega
Buğdayın çürümesi.
Hurma koruğunun çürümesi ve çürüğü.
felak
Tan zamanı, subh, fecir.
İki tepe arasındaki düzlük.
Bütün mahlukat.
Suçlunun ayağına vurulan tomruk, falaka.
Cehennem.
felihaza
(Fe-li-zâlik) Bunun için, şunun için, imdi (mânasında.)
felsefe
Madde, hayat, yaratılış, kâinât, ruh, ölüm, ölüm sonrası gibi konularda insan gücünün akla dayanarak ortaya koyduğu düşünce ve görüşlerin tamâmı. Beğendiği düşüncelerini hakîkat olarak anlatmak, yaldızlı, heyecan verici laflarla inandırmaya çalışmak. Tecrübeye, hesâba dayanmayan şahsî düşünceler.
fen'
Malın çok olması.
Misk kokusunun etrafa yayılması.
Bir kimsenin iyiliğini ve ihsanını söyleyip methetmek.
fenn-i teşrih
tıb: Bir cesedin, canlı vücudunun iç yapısını öğrenme bilgisi. (Anatomi)
ferah-ı seheri / ferah-ı seherî
Yeni bir günün müjdesi olan seher vaktinin sevinç ve huzuru.
fettah / fettâh
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarına hayır kapılarını, dileklerine kavuşmak istiyen kullarına kapalı kapıları açan, peygamberlerini düşmanlarının elinden kurtarıp, memleketlerin fethini müyesser (kolay) kılan; evliyâsına (sevdiği kullarına) melekûtünün (gözle görülmeyen
fevc
Dalga. Bölük. İnsan kalabalığı. Cemaat. Takım.
Koşmak. Sür'at etmek.
İyi kokunun dağılıp yayılması.
fevd
Tavşancıl kuşunun kanadı.
Ölmek.
Canip, taraf, yön.
feveran / feverân
Maddi ve manevi kaynayıp fışkırmak.
Köpürmek.
Coşmak.
Kokunun etrafa yayılması.
Depreşmek.
Şiddet.
fevh
Yaradan kan fışkırması.
Bolluk, genişlik.
Güzel kokunun yayılması.
Kaynamak.
fevkalbeşer
(Fevk-al beşer) İnsan gücünün üstünde, insanüstü.
fevkalkanun
Kanun üstü. Kanunun kabul etmediği. Kanunun karışmadığı.
fevkalküll
(Fevk-al kül) Hepsinin fevkinde. Bütününün üstünde.
fi'l-i şeni'
Irza vuku bulan tasallut hakkında kullanılan bir tabirdir. Bununla birlikte, mutlaka cima' manâsına değildir.
figür
Oyuncunun hareketi.
(Fransızca)
Resim, şekil, canlı resim.
(Fransızca)
Mecaz.
(Fransızca)
firaş-ı kavi / firaş-ı kavî
Fık: Evli kadının firaşı mânâsına gelir bir tabirdir. (Bununla bilâdavet neseb sabit olup, nefy ile neseb nefy olunmayıp, lâkin laan ile nefy olunur.)
firaş-ı zaif
Fık: Cariyenin firaşı. (Bununla neseb sâbit olur)
firavunmeşreb / firâvunmeşreb
Firavunun yolunda olan.
fisal
(Tekili: Fasıl) Ayrılmış olanlar.
Yavrunun sütten kesilmesi.
Kısa duvar.
İnsanların lehinde veya aleyhinde söz söyleyerek para toplıyan.
Ana sütünden kesilmiş hayvan yavrusu (Füslan, fislan şeklinde de olur.)
fıskıye
Suyu muhtelif şekillerde yukarıya doğru fışkırtan ve ekseriya havuzların ortasında yapılan borunun üzerindeki aletin adıdır. Buna, Arapçası olan fevvare denildiği gibi, Türkçe olan fışkırak da denilir.
forsa
Buharlı gemilerin icadından evvel yelkenli gemilerde kürek çekmeğe mahkum harp esirleri. Bunlar, kaçmamaları için birer ayakları güvertelere çakılı bulunurlardı. Ayaklarından bağlı olmaları münasebetiyle bunlara payzen namı da verilirdi. Bununla birlikte payzen tabiri, daha çok cürüm ve cinayet erba
fukka'
Ekseriya şerbet içilen kap.
Yağmur suyunun üstünde olan kabarcık ve köpük.
furkan / furkân / فرقان
Kur'ân.
(Arapça)
İyi ile kötünün ayrıldığı yerleri gösteren.
(Arapça)
gabibe / gabîbe
Sabah sağılan koyun sütünün üzerine akşam yine sağıp, ertesi güne bekletilip ekşiyen süt.
gafa
Her şeyin kemi ve yaramazı.
Toza benzer bir âfet. (Hurma koruğunun üstüne gelip olgunluktan men'eder ve lezzetini bozar.)
galat-ı basar
Görme duyusunun yanılması. (Meselâ: Su içine batırılmış olan bir çubuğun, kırılmış gibi görünmesi.)
galle-i vakf
Vakfın faide ve mahsulü. Bununla vakfın tabiî ve hukukî semereleri anlaşılır. Vakıf paraların ticareti ve vakıf akarların kirası, vakıf bahçelerin sebze ve meyveleri bu kabildendir.
gamc
Suyu sora sora içmek.
Deve yavrusunun anasının karnı ve ayaklarının altına gelmesi.
garan
Tavşancıl kuşunun erkeği.
Açlık.
Zayıflık.
gasl
Yıkamak, yıkanmak. Ölünün cenâze namazı kılınmadan ve kefenlenmeden önce teneşir tahtası üzerinde, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırıp, göbeğinden dizlerine kadar bir örtü ile kapatılarak yıkanması.
gasl-i meyyit
Ölünün yıkanması.
gavr-ı in'idam
Yokluk çukurunun dibi.
gayya
Cehennemin beşinci tabakasındaki çok korkunç bir kuyunun adı. İçine düşenin kolay kolay kurtulamıyacağı korkunç yer.
gazat
(Çoğulu: Guzâ) Dağ armudunun ağacı.
Dikenli ağaç.
Seksek ağacı.
gazi
Din uğrunda harbeden. Cihadda yaralanmış veya harbetmiş olan kimse. Harpte ordunun başına geçen kumandan. Muzaffer olan ve harpten sağ dönen.
gebeş
Koyunun erkeği. Koç.
Mc: Akılsız, ahmak adam.
gırar
Devenin sütünün azalması.
Az uyku.
Miktar.
Cihet, Misâl.
Yol.
Birbiri ardınca olmak.
Her nesnenin kenarı.
Büyük kıl çuval.
gönder
Tar: Seferde ordunun ve ileri gelen vezir ve diğer devlet ricalinin atlarına bakmak ve sair zamanlarda ise has ahır ve çayır hizmetlerinde kullanılmak üzere gayr-ı müslimlerden ve hasseten Bulgarlardan tertip edilmiş bir sınıf olan voynukların her mıntıkada iki, üçü ve dördü hakkında kullanı
gubbe
Tavşancıl kuşunun yavrusu.
gül
Küçük ve dikenli bir ağaçta olup şeklinin ve kokusunun güzelliği ile meşhurdur. Şairlere göre bülbülün sevgilisidir. Pek çok cinsi vardır.
(Farsça)
gülhane
İstanbulda Sarayburnu'ndan Topkapı Sarayı'nın duvarlarına ve bir taraftan Çizme Kapısı hizasına kadar devam eden saha. Bunun deniz tarafında, şimdiki hat boyunun batısında vaktiyle sıra ile gül bahçeleri bulunduğundan bu isim verilmiştir.
gull
Kelepçe. Suçlunun boynuna veya ayaklarına takılan zincir, pranga.
guzr
Çokluk, kesret.
Devenin sütünün çok olması.
haç
Birbirini dik olarak kesen iki doğrunun meydana getirdiği, hıristiyanlık dîninin sembolü olarak kabûl edilen şekil. Buna salîb ve istavroz da denir.
hacire
(Çoğulu: Hâcirât) Terbiye sınırlarına sığmayan kötü söz ve hezeyan.
(Çoğulu: Hevâcir) Günün en sıcak anları.
hacz
Men'etmek. Mâni olmak.
İki şeyin arasını ayırmak.
Alacaklı, borçludan alacağını alabilmesi için borçlunun malına el konulmak.
hadd-i imkan / hadd-i imkân
Mümkünün son haddi. Olabilirlilik. İmkân nisbetinde olan.
hakeza / hâkeza / hâkezâ / هٰكَذَا
Öylece. Bunun gibi. Böyle.
Bunun gibi.
Böylece, bunun gibi.
Bunun gibi.
hakikat-i ahmediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) risalet yönünün gerçek mahiyeti.
hakikat-i akrebiyet-i ilahiye / hakikat-i akrebiyet-i ilâhiye
Cenâb-ı Hakkın insana yakın oluşunun hakikati.
hakikat-i ubudiyet-i ahmediye / hakikat-i ubûdiyet-i ahmediye
Peygamberimizin kulluğunun aslı ve esası.
hakikatperest
Hakikate taraftar olan, gerçeğin ve doğrunun tarafını tutan.
hakikatperestlik
Hakikate taraftarlık, gerçeğin ve doğrunun tarafını tutmak.
hakka / hâkka
Kıyamet günü.
Âfet. Devamlı musibet. (Herkesin ve her kavmin amellerini isbat ve izhar eylediğinden kıyamet gününe bu isim verilmiştir)
hal-i sahv / hâl-i sahv
Arızi veya dâimi sebeplerle, şuurunu kaybetmiş bir kimsenin, muvakkaten şuurunun yerine gelmesi hâli.
halidiyye / hâlidiyye
Evliyânın büyüklerinden Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Nakşibendiyye yolunun bir kolu olan Hâlidiyye yolu daha çok Anadolu, Irak ve Sûriye taraflarında yayılmıştır.
halife / halîfe
Birinin yerine geçen.
Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vekîlî ve yeryüzündeki bütün müslümanların reîsi (başı).
Bir tasavvuf büyüğünün yetiştirip, hayâtında veya vefâtından sonra insanları terbiye etmek ve talebe yetiştirmekle vazîfelendirdiği talebesi.
halife-i arz
Yeryüzünün halifesi, yöneticisi.
halife-i evvel
Devlet dairelerinde yazı işlerinde çalışanlar. Tanzimattan evvel kalem teşkilâtı; halife, halife-i sâni, halife-i evvel olmak üzere üç derece idi. Ondan sonra bir kısım dairelerde bunun yerine baş kâtib, bazılarında da mümeyyiz-i evvel denilmiştir.
halife-i ru-yi zemin / halife-i rû-yi zemin
Yeryüzünün halifesi; Hz. Ömer.
halife-i ruy-i zemin
Yeryüzünün halifesi mânâsına gelen bu tabir, Yavuz Sultan Selim Han'dan sonra Osmanlı Padişahları hakkında kullanılmıştır.
halife-i zemin / halife-i zemîn
Yeryüzünün halifesi.
haman / hâmân
Peygamber Hz. Musa (A.S.) zamanındaki Mısır Fir'avununun vezirinin ismi.
Firavunun veziri.
hamdele
Elhamdülillah veya bu mânâdaki sözler. Elhamdülillah sözünün mânâsı, Allahü teâlâya hamd olsun, ben her hâlimde O'ndan memnûnum demektir.
haminne
Hanım nine sözünün bozulmuş şekli, büyük anne.
hamt
Misvak ağacı.
Ekşimiş süt.
Koyunun derisini yüzüp kebap yapmak.
Gadap etmek, kızmak.
Kibirlenmek, tekebbürlenmek.
hanin-ül ciz'
Kuru direğin inleyip ağlayışı. Hurma kütüğünün inlemesi.
harab-ı arz
Yeryüzünün yıkılışı.
harb
(Çoğulu: Hırbân) Toy kuşunun erkeği.
Yarmak.
"Delmek" mânasına mastar.
harbiye
Harb işlerine ait. Harb okulunun adı. Harbiye mektebi.
hareket
Kımıldanma. Davranış. Yola çıkmak. Bir cismin sabit bir noktaya göre yerinin veya durumunun değişmesi. Sarsıntı.
harikulade / hârikulâde
Olağanüstü. İnsan gücünün üzerinde, insanı hayrette bırakan âdet dışı şaşılacak iş.
harita
yun. Yeryüzünün veya bir parçasının belli bir ölçüye göre küçültülerek muvafık bir yere çizilen taslağı.
Dağarcık, kulplu kese.
hark
Herhangi bir kanunun delinmesi, yırtılması, kanunu devre dışı bırakarak yaratma.
harzem
Türkistan'da Aral gölünün güneyindeki delta ve çevresindeki ülke.
haşef
Hurmanın yaramazı.
Eski elbise diken.
Devenin sütünün çok olması.
haser
Gözün tam görmemesi, göz nurunun zayıf olması.
hatm-ı hacegan / hatm-ı hâcegân
Nakşibendiyye yolunda fâidesi, feyz ve bereketi çok olan bir vazîfe. Bu yolun veya ona bağlı kolun büyüğünün koyduğu evrâdın (Belli zikr ve duâların okunmasının) toplu veya yalnız olarak yerine getirilmesi.
havale / havâle
Borçlunun, alacaklıya, borcumu falan kimseden al deyip, alacaklının, bu teklife, sözleşme yerinde râzı olması. Ciro etme.
havale-i muaccele
Huk: Havale konusunun, behemehal ödenmesi lâzım geldiği şekilde yapılan havale.
havale-i mübheme
Huk: Havale konusunun, ta'cil veya te'cili beyan olunmadan yapılan havale.
havass-ı hümayun / havâss-ı hümayun
Tar: Osmanlı İmparatorluğunun fütuhat devirlerinde (yükselme devri) fethedilen araziden devlet hazinesine ayrılan kısım. Her yer zaptedildikçe, arazi: timar, zeamet ve has namıyla üç sınıfa ayrılırdı. Meselâ 250 köyden müteşekkil bir sancağın 100-150 köyü ikişer üçer köy olarak 40-50 tımara ayrılır,
havz-ı ab-ı hayat / havz-ı âb-ı hayat
Hayat suyunun havuzu.
haykatan
Türraç kuşunun erkeği.
hazem
Göğüs kemiği.
Davarın karnının ve böğrünün dolu olması.
helhele
Okuyucunun tesirli nağmeyi tekrar etmesi.
Unu seyrek elekten elemek.
Teenni ile encamını beklemek.
Bir şeye pek yaklaşıp çatmak.
hen'a
Devenin boynunun altına konan işaret.
Menazil-i Kamer'den bir menzil.
herd
Deve kuşunun dişisi.
Yarmak.
Kat'etmek, kesmek.
herec
Sıcaklığın fazlalığından devenin gözünün kararması.
hergele / خرگله
Sürünün başında giden kılavuz eşek.
(Farsça)
Eşek sürüsü.
(Farsça)
Haylaz, yaramaz adam.
(Farsça)
herkül burcu
Gökyüzünün kuzey yönünde Herkül ismi verilen bir yıldız kümesi.
hevda'
Deve kuşunun erkeği.
hey'et-i mecmua
Bir şeyin teferruatına ve cüz'lerine bakılmaksızın bütününün gösterdiği hal ve manzara.
heysem
Toy kuşunun yavrusu.
Tavşancıl yavrusu.
Akbaba yavrusu.
Kurt eniği.
hıbbe
Hımhım otunun tohumu.
hicaz demiryolu
Şam'dan Hayfa'ya kadar uzanan demiryolu. Yapımına 1900'de başlanan bu demiryolunun uzunluğu 1465 km, genişliği ise 1050 m. idi. Başlıca özelliği tamamıyla İslâm dünyasının yardımı ile yapılmış olmasıdır. II.Abdülhamid zamanında yapılan bu demiryolu 1908 yılında tamamlanmıştır.
hicaz demiryolu madalyası
Şam-Hicaz demiryolunun yapımı için para yardımı bulunanlarla, demiryoluna ait işlerde hizmetleri görülenlere verilmek üzere II.Abdülhamid tarafından çıkartılan üç ayrı madalya. 16.9.1902 tarihli nizamname ile çıkarılan bu madalyanın bir tarafında "Hamidiye Hicaz demiryoluna hizmet eden hamiyyetmendâ
hicri kameri sene / hicrî kamerî sene
Resûlullah efendimizin hicret ettiği senenin 1 Muharrem gününü (Mîlâdî 16 Temmuz 622 Cumâ gününü) başlangıç olarak alan ve ayın dünyâ etrâfında on iki defâ dönmesini (354-367 güneş günü) bir yıl kabûl eden takvim senesi. Muharremin birinci günü, hicrî kamerî yılbaşıdır.
hicri kameri takvim / hicrî kamerî takvim
Peygamber efendimizin Medîne'ye hicret ettiği senenin Muharrem ayının birinci gününü başlangıç olarak alan ve gökteki ayın, dünyâ etrâfında on iki defâ dönmesiyle bir yılı tamamlayan takvim.
hicri şemsi sene / hicrî şemsî sene
Resûlullah efendimizin hicret ederek Medîne'ye girdiği Eylül ayının 20'nci Pazartesi günü başlayan ve dünyânın güneş etrâfında bir defâ dönmesini (365,242 güneş gününü) esas alan takvim senesi.
hicri şemsi takvim / hicrî şemsî takvim
Resûlullah efendimizin Medîne'ye hicreti esnâsında Kubâ köyüne ayak bastığı Rebî'ul-evvel ayının sekizinci Pazartesi gününe rastlayan mîlâdî Eylül ayının yirminci gününü başlangıç ve güneş yılını esas alan takvim.
hıdrellez
(Hıdırellez) Rumi Nisan ayının 23. gününe verilen addır. Bu tarih 6 Mayıs'a tekabül eder. Doğrusu Hızır ve İlyas'tır.
hik
Devekuşunun erkeği.
İnce uzun.
hikmet-i cüz-ü ihtiyariye
İnsanın elindeki seçim gücünün hikmeti.
hile-i şer'iyye / hîle-i şer'iyye
Şer'î (dînî) çâre. Müslümanların, İslâmiyet'e uymaları ve haram işlememeleri için ihtiyatlı yol aramaları. Herhangi bir hususta İslâmiyete uymağa mani bir durum bulununca o şeyi yapabilmek için kolay olan bir çâre aramak veya bu sûretle bulunan çıkış yolu.
hilkat-ı arz
Yeryüzünün yaratılışı.
hilkat-i arz / خِلْقَتِ اَرْضْ
Yeryüzünün yaratılışı.
hınna
Kına. Saça, sakala veya kadınların, parmaklarının uçlarına sürdükleri sarımtırak pembe boya ve bunun esası olan toz.
hinne
Cinnet, cünun, delilik.
hirek
Karaman koyunundan daha küçük yapıda, yassı ve geniş kuyruklu bir koyun cinsi.
hitan
Erkek çocuğun sünnet edilmesi.
Tenasül uzvunun sünnet yeri.
hizb-hizib
Kısım, bölük.
Taraftar.
Kur'ân cüzünün dörtte biri.
hizb-ül kur'an
Kur'an Cemaatı. Kur'an'a ciddi ve samimi olarak bağlanıp, ona hizmet için mücahidane bir surette çalışan ve fenâlıklardan korunan müslümanların topluluğu ve cereyanı.
Kur'an'ın bir cüz'ünün dörtte biri.
Zikir ve dua için Kur'an'dan alınmış bir kısım âyetler.
hizmetgüzar
Komisyoncu.
(Farsça)
Şunun bunun işini görüveren.
(Farsça)
huc-i hüdhüd
İbibik ibiği, hüdhüd kuşunun ibiği.
hufale
Arpa, buğday ve pirinç kabuğundan saçılan.
Her kabuklunun arınıp pâk olanı.
Her nesnenin kemi ve yaramazı.
Yağ tortusu.
Şıra sıkıntısı ve kepeği.
hukeşan
Tar: Hacı Bektaş şeyhinin Yeniçeri Ocağı nezdindeki vekiline mahsus doksandokuzuncu ortaya 1591 senesinde tâyin olunan Bektaşi müritleri hakkında kullanılır bir tâbirdi. Yeniçeri ocağından yiyip içen ve yeniçeri odalarında yatıp kalkan bu duacıların vazifeleri sabah akşam ordunun selâmet ve muvaffak
(Farsça)
hükm-ü kanun
Kanunun hükmü.
hükumet konağı / hükûmet konağı
Devlet memurlarının bulunduğu bina. Bunun yerine: "Bab-ı hükûmet, daire-i hükûmet" tabirleri de kullanılırdı.
hünkar mahfili / hünkâr mahfili
Eskiden camilerde padişahlar için yapılmış olan yerler. Bu mahfiller camilerin zemininden yüksek olarak yapılır ve caminin iç kısmını görmek için kafes konulurdu. Bunun haricinde kafesin birkaç yerinde 20-30 cm. en ve boyunda açılabilir küçük pencereler de bulunurdu.
hünsa
Erkek veya kadın olduğu belirsiz olan.
Aynı çiçekte dişi veya erkeklik uzvunun bulunması.
hunut
Mumyalama.
Bir ölünün uzun zaman çürüyüp kokmaması için kullanılan eczalar.
hürriyet
Serbestlik, hür oluş.
Adalet kanununda ve te'dibte, başka hiç kimse, kimseye taarruz ve tahakküm etmemesi ve herkesin hukukunun meşru' olarak korunması, herkesin meşru' hareketlerinde tam serbest olması.
hutame
Cehennemin beşinci tabakası. İnatçı münkirlerin yeri olup, Gayya Kuyusunun bulunduğu kısım.
hutm
Her kuşun gagasına, her davarın burnunun ucuna ve ağızının önüne derler.
huzur-u daimi / huzur-u dâimî
Sürekli olarak Allah'ın huzurunda bulunduğunun bilinci içinde olma.
i'mak-ı bi'r
Kuyunun derinleştirilmesi.
i'tikaf / i'tikâf
İbâdet niyetiyle câmide bir müddet bulunmak. Îtikâf, nezr (adak) olursa vâcib, Ramazan ayının son on gününde sünnet, bunların dışında herhangi bir zamanda namaz kılmayı beklemek, göz-kulak günâh işlemesin niyetiyle mescidde bulunmak ise müstehâbdır (sevâbdır). Îtikâfa girene mü'tekif denir.
Bir şeye devam etmek.
Ist: Bir yere çekilip yalnız ibadetle meşguliyet. Hususan Ramazanın son on gününde, mescidlerde ve buna benzer yerlerde kalıp, ibadet, ilm-i iman ve Kur'an, evrad ve ezkâr gibi ibadetlerle meşgul olmak. Böyle bir kimseye "Mu'tekif" denir.
i'tikal
Sağmak için koyunun ayaklarını iki bacağı arasına alma.
Devenin dizini büküp bağlama.
Güreş yaparken rakibini sarmaya getirip yıkma.
i'tiraf-ı cürm
Maznunun yaptığı suçu söylemesi, itiraf etmesi.
ibsan
Bir kimsenin huyunun veya yüzünün güzel olması.
ibtidai / ibtidaî
Başlangıca ait, en önce olarak. İlk, evvelâ.
Ham, işlenmemiş.
İlk tahsil veren okul. (Daha da evvel bunun yerine "Sıbyan Mektebi" tabiri kullanılırdı.)
icra
Bir işi yürütmek.
Yerine getirmek. Yapma. Tatbik etme.
Vekil göndermek.
Mahkeme kararını yerine getirmek.
Suyu akıtmak.
Huk: Borçlunun alacaklıya karşı ödemekle mükellef olduğu bir borcu, adlî bir teşekkül vâsıtasıyla ödetme.
icra dairesi
Borçlunun, alacaklıya karşı ödemekle yükümlü bulunduğu bir şeyi hukukî yollarla almasını sağlayan daire, kurum.
ictihad / ictihâd
Kudret ve kuvvetini tam kullanarak çalışmak. Gayret etmek. Çalışmak.
Anlayış.
Kanaat.
Fık: Şeriatın fer'î mes'elelerine âit hükümleri, İslâm müçtehidlerinin, usulüne uygun olarak, Kur'an ve Hadis-i Şeriflerden çıkarmaları ve bunun için tam gayret etmiş olmaları. Böyle
İnsan gücünün yettiği kadar zahmet çekerek, çalışma. Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş olan işlerin hükümlerini açıkça bildirilenlere benzeterek meydana çıkarma.
id-i ekber / îd-i ekber
Arefesi Cuma gününe raslayan Kurban Bayramı.
idrak-i basit / idrâk-i basît
Tasavvuf yolcusunun kendini müşâhedede (görmede) fâni (yok) olması.
ıfa'
Devekuşunun yeleği.
Devenin yükünün çok olması.
iftar / iftâr
Oruçlunun, akşam namazı vakti girdikten, yâni güneşin battığı iyice anlaşıldıktan sonra, yiyerek veya içerek orucunu açması.
Oruç tutmama, yime.
igmam
Kederlendirmek. Gamlandırmak. Hüzünlendirmek.
Gökyüzünün bulutlu olması.
ihbat
Mahveylemek. Battal ve geçmez hale koymak.
Kuyunun suyu çoğalmak veya bitmek.
İşin karşılığını vermek.
Amelin sevabını giderip, hiçe indirmek.
ihtilaf-ı matali / ihtilâf-ı matâli
Ay'ın doğuşunun zaman olarak farklı yerlerde farklı oluşu.
ihtilaf-ı metali / ihtilâf-ı metâli
Ay'ın doğuşunun zaman olarak, farklı yerlerde farklı oluşu.
ihtimal
(Haml. den) Mümkün olma, belki. Olması mümkün görünmek.
Kabul eylemek.
Yükselip götürmek.
İhsana mukabil şükretmek.
Kızma ve hiddetlenmekten dolayı yüzünün rengi değişmek.
ihya-yı arz / ihyâ-yı arz
Yeryüzünün diriltilmesi.
ikbar-ı meyyit
Ölünün kabre konulması. Mevtanın gömülmesi.
iki eli yakasında olmak
Mecaz yoluyla âhiret gününde birinden hakkını aramak.
iktiza-i nass / iktizâ-i nass
Âyet ve hadîslerin gerektirdiği şey; nassın (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin) hükmünün anlaşılabilmesi ve istenilen mânânın ortaya çıkması için sözün tamâmına bakılarak gerekli hükmün taktir edilmesi.
ila yevmi'l-kıyam / ilâ yevmi'l-kıyâm
Kıyamet gününe kadar.
ila yevmilkıyam / ilâ yevmilkıyâm
Kıyamet gününe kadar.
ilbas-ı hil'at
Hil'at giydirmek. (Üst elbisesi demek olan hil'at; padişahlar ile sadrazam ve vezirler tarafından memurlarla, âyân ve eşrâfa, taltif makamında giydirilirdi. Sonradan bunun yerine rütbe ve nişan verilmeğe başlanmıştır.)
ilh
"İlâ âhir" sözünün kısaltılmışı.
ilhan
Tar: Cengizlilerin İran kolunun Hülâgu hanedanının hükümdarlarına verilen ünvan.
ilm
Bir şeyi hakkıyla bilmek, anlamak. Cehlin zıddı.
Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından. Her şeyi bilmesi.
Bir şeyin sûretinin, görünüşünün zihinde şekillenmesi, bilme, bilgi.
ilmiye kıyafeti
İlmiye mensublarının giyiniş tarzları. İlmiye kıyafeti; şalvar, cübbe ve sarıktı. Bununla birlikte ilmiye mensublarının kıyafetlerinde bazı değişiklikler de vardı. Orta derecedekiler cübbe ile sokağa çıktıkları halde üst tabakayı teşkil eden ricâl kısmı, lata yahut biniş giyerlerdi. Ayrıca ilmiyenin
ilmiye ricali
İlmiye tarikinin yüksek tabakasına verilen addır. Bunun yerine "ricâl-i ilmiye" tabiri de kullanılırdı. İlmiye mensubları cübbe ile sokağa çıktıkları halde ilmiye ricali lata yahut biniş giyerlerdi.
imam-ı ca'fer-i sadık / imam-ı ca'fer-i sâdık
(Hi: 83-148) Hazret-i Ali'nin (R.A.) torununun torunudur. Medine-i Münevvere'de yaşamıştır. Annesi, Hazret-i Ebu Bekir'in soyundandır. Mânevi nüfuzu çok ileri idi, dine büyük hizmetleri görüldü. Demiştir ki: "Kim nefsi için nefsi ile mücâhede ederse, keramete kavuşur, kim de Allah için nefsi ile müc
iman-ı bi'l-yevmi'l-ahir / iman-ı bi'l-yevmi'l-âhir
Âhiret gününe iman.
imanun bi'l-yevmi'l-ahir / imânûn bi'l-yevmi'l-âhir
"Âhiret gününe iman".
imaret-i arz
Yeryüzünün imar edilmesi, ömür sürülür, yaşanır hâle getirilmesi.
imece
Köyün umumi işlerinde veya köylünün kendi işlerinde köy halkının müştereken çalışması. Beraberce birçok kimsenin toplanıp elbirliğiyle bir kişinin işini halletmesi ve herkesin işinin sıra ile bitirilmesi.
imlas
Karanlık.
Karışma.
Koyunun tüyü dökülme.
imtiyaz madalyası
2. Abdülhamid'in 11/10/1885 tarihli emriyle devlet ve memleket yararına hizmet edenlere, vazifeyle gönderildikleri yerde başarı gösterenlere verilmek üzere çıkarılan madalya. Altun ve gümüşten olmak üzere iki çeşit olan bu madalyaların ön yüzünde II. Abdülhamid'in "Elgazi" tuğrası, bunun altında sal
ince donanma
Tar: Hafif gemilerden meydana gelen donanma. Bunun yerine "Hafif Donanma" da denilir. Bunların en meşhurları: Uçurma, varna, beş çifteleri, karamürsel, aktarma, üstüaçık, çiftekayığı, brolik, celiyye, çamlıca, kütük, at kayığı, kancabaş, âyaska, işkampaviya, şahtur, çekelve, kırlangıç, firkate, kali
infad
Bitirme, tüketme.
Kuyunun suyu tükenme.
inkılab-ı hakikat / inkılâb-ı hakikat
Gerçek ve doğrunun değişmesi, zıttına dönüşmesi.
inkışar
Bir şeyin derisinin veya kabuğunun soyulması.
inkıta-i hilafet / inkıta-i hilâfet
Halifelik kurumunun bir süre kesintiye uğraması.
ipotek
Bir borcun ödeneceği zamana kadar borçlunun alacaklıya vermiş olduğu değerli şey. Rehin.
(Fransızca)
irsad
Gözetlemek.
Hâzır ve âmâde eylemek.
Mükâfat vermek.
Edb: Secili ve kâfiyeli bir cümlede ses uyumundaki ana sesi önce tanıtıp, ondan sonra gelecek kelimeyi tanıtma sanatıdır. Meselâ:Elemin Kays'a kıyas etme din-i mahzunun, Yok idi aklı ne derdi var idi Mecnunun. (Baki)
iş / îş / عيش
Yaşama.
(Arapça)
Eğlenme, gününü gün etme.
(Arapça)
isbat-ı ezeliyet / isbat-ı ezelîyet
Allah'ın, başlangıcı olmayan sonsuz bir varlık olduğunun ispatı.
ısha'
Gökyüzünün açık ve bulutsuz olması.
ıskarça
İtl. Geminin yükünün pek sıkı olarak istif edilmesi.
ıskat
Düşürmek. Düşürülmek. Aşağı atmak. Hükümsüz bırakmak.
Silmek.
Ölünün azaptan kurtulması ümidi ile ölen kimse nâmına dağıtılan sadaka.
ism-i nur
Bütün varlığı aydınlatan, bütün nurlar kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan ve her çeşit nuru yaratan anlamına gelen Allah'ın Nur ismi.
ispat-ı sıdkı
Doğruluğunun ispatı.
israiloğulları / isrâîloğulları
Bir ismi de İsrâil olan Yâkûb aleyhisselâmın on iki oğlunun soyundan gelenler.
işraki / işrakî
Bâtıl İşrakiye felsefesine mensub. İşrakiyyunun dalâletten ve şirkten ibaret bâtıl ve hurafe fikirleri.
iştibak-ün-nücum / iştibâk-ün-nücûm
Güneş battıktan sonra, yıldızların çoğunun görünmesi, yâni güneşin arka kenârının, şer'î ufuk altına on derece irtifâ'a (yüksekliğe) inmesi.
isticvabname
Şahidlerin ve maznunun ifadelerinin yazılı olduğu kâğıt.
(Farsça)
istihare / istihâre
Hayır istemek.
Bir işin hakkında hayırlı olup olmadığını anlamak için abdest alıp iki rek'at namaz kıldıktan sonra bu husustaki duâyı okuyarak o işle ilgili rüyâ görmek üzere hiç konuşmadan uykuya yatmak.
Her gün evden çıkmadan iki rek'at namaz kılıp Allahü teâlâdan o günün ve işinin
istihsan
Güzel bulma, güzel görme.
Kıyas denilen delîlin iki kısmından birisi olan hafî (gizli, kapalı) kıyas, yâni asl (hakkında açıkça hüküm bulunan şey) ile, fer' (hakkında açıkça hüküm bulunmayan şey) arasında müşterek (ortak) olan ve aslın hükmünün fer'e verilmesine sebeb olan illetin (vasfın, ö
istinabe
Niyabet istemek.
Huk: Başka bir tarafta görülen bir muhakeme için, şahid veya maznunun yazılı ifadesinin alınması. Muhakemenin icab ettirdiği muameleleri yapması için bir mahkeme tarafından başka bir mahkemeye veya kendi âzâsından birisine salâhiyet verilmesi.
işü nuş / îşü nûş
Îşü nûş etmek:
Yiyip içmek, gününü gün etmek.
itfal
İnsan vücudunun fenâ bir şekilde kokması.
ittihad-ı millet / ittihâd-ı millet
Milletin birliği; aynı topraklar üzerinde yaşayan ve aralarında din, dil, duygu, ortak tarih, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğunun birlik ve beraberliği.
jeoloji
Yeryüzünün yapısını inceleyen ilim.
kaba necaset / kaba necâset
İnsandan çıkınca abdesti veya guslü gerektiren her şey, eti yenmeyen hayvanların, (yarasa hâriç) ve yavrularının yüzülmüş, dabağlanmamış derisi, eti, pisliği ve bevli ile süt çocuğunun pisliği, bevli ve ağız dolusu kusmuğu, insanın ve bütün hayvanlar ın kanı ile şarab, leş, domuz eti ve kümes ve yük
kabilesinden
Bir konunun sınırları içinde yer alması yönünden; türünden.
kàbiliyet-i makam
Konunun kaldırabileceği kapasite.
kabir
Mezar, ölünün gömüldüğü yer.
kabr
(Kabir) Mezar. Merkad. Ölünün toprağa gömüldüğü yer.
kadime
Ordunun ileri karakolu.
Kuşun kanadının ön tarafındaki uzun tüyleri.
kadiriyet-i mutlaka / kadîriyet-i mutlaka
Allah'ın gücünün sınırsız olarak her şeyde görünmesi.
kadiyanilik / kâdiyânîlik
On dokuzuncu yüzyılda, Hindistan'da Mirzâ Gulâm Ahmed tarafından kurulan bozuk yol. Kurucusunun doğum yeri olan Kâdiyan kasabasına nisbetle bu adla anılmaktadır. İsmine nisbetle, Ahmediyye de denilmektedir.
kahd
Koyunun beyaz kuzusu.
Açılmamış nergis.
kainatın imkan-ı mevti / kâinatın imkân-ı mevti
Kâinatın ölümünün mümkün olması, ihtimal dahilinde olması; kıyametin kopması ihtimâli.
kakunc
Kanbel otu. (İt üzümünün bir nevidir.)
kalb-i sema / kalb-i semâ
Gökyüzünün kalbi, merkezi.
kalbgah / kalbgâh
Ordunun sağ ve sol kanadlarının ortası. Merkez bölümü.
(Farsça)
Canevi.
(Farsça)
kalemrev
Bir hükümdar veya hükümetin hükmünün geçtiği yer.
(Farsça)
kamim
Tere otunun kurusu.
kanunşinas
Kanun ve nizam koyan, kanunun inceliklerini bilen.
(Farsça)
kapıkulu
Osmanlı devletinin daimi ordusunu teşkil eden yaya ve atlı askerlerin bütününe verilen addır.
karkara
Karın gurultusu.
Kumru kuşunun ötmesi.
Kahkaha ile gülmek.
Su içerken bardağın guruldayıp ötmesi.
karnesa
Doğan kuşunun, avının ardına düşmesi.
karsa'
Deve kuşunun erkeği.
karta'
Gözünün birisine sürme çekip diğerini unutan ve gömleğini ters giyen budala kadın.
kartale
Eşek yükünün dengi.
kaşbe
Hasis kişi.
Maymunun dişisi.
kavanin-i ehl-i sünnet / kavânin-i ehl-i sünnet
Ehl-i Sünnet ekolünün kuralları, prensipleri.
kavkal
Bağırtlak kuşunun erkeği.
Keklik.
Turaç kuşu.
kayd
Bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi her bir parçası.
kayser
Bizans imparatorunun lâkabı.
kaza orucu / kazâ orucu
Oruç tutmamayı mubâh kılan (dînde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan veya tutarken bir özür sebebiyle yâhut kast (bilerek) olmadan bozulup, Ramazân bayramının birinci, Kurban bayramının birinci, ikinci ve üçüncü günleri dışındaki zam anlarda gününe gün tutması gereken Ramazân-ı şerî
kaziye-i külliye
Man: Hüküm mevzuunun cemi efradına şâmil olan kaziyye. "İnsanların cümlesi nâtıktır" gibi.
ke
"Gibi" mânasındadır. (Arapça teşbih edâtı) Kelimenin başına getirilir. Meselâ: (Kezâlike: Bunun gibi)
Harfin ve kelimenin sonuna gelirse "sen" zamiri yerindedir. Meselâ (Kitâbü-ke: Senin kitabın)
kefaet
Denklik. Denk olmak. Beraberlik. Bir şeye yeterlik. Küfüv oluş.
Fık: Evlenen erkeğin, alacağı kadına neseb, diyanet, hürriyet ve mal hususlarında müsâvi ve daha üstün olması hususu. (Bunun en mühimmi de diyânet noktasındadır.)
kemalat-ı kibriya / kemâlât-ı kibriyâ
Cenab-ı Allah'ın büyüklüğünün mükemmelliği.
kenne
(Çoğulu: Kınât-Kenâyin-Kenânin) Bir kimsenin gelini, oğlunun hanımı.
kera
Turna kuşunun erkeği.
Hafif uyku.
keşf-ül kubur
Kabirdeki ölünün hâlinden anlamak. Ölünün azab çekip çekmediği ve sair bazı hususların bâzı veli kimselerce bilinmesi.
keşfelkubur / keşfelkubûr
Ölünün kabirdeki durumunu bilme.
kesr
Kırmak. Parçalamak. Parçalara ayırmak.
Mat: Bir bütünün parçalarından her biri.
kesret
Çokluk, sıklık.
Bir şeyin ekserisi ve muazzamı. Bolluk. (Bunun zıddı kıllettir)
ketkete
Kahkaha derecesinden azca gülmek.
Toy kuşunun sesi.
keyul
Muharebe gününde dizilen safların son safı.
keza / kezâ
Bunun gibi.
Bunun gibi.
kezalik / kezâlik
Bunun gibi. Böylece. Bu da böyle.
Bunun gibi.
kımat
Örtü, sargı. Sarılacak bez. Beşik bağırdağı.
Keserken koyunun ayağını bağlamada kullanılan ip.
kırnas
Doğan kuşunun, avının ardınca gitmesi.
kirpik-i akıl
Mc: Akıl gözünün kirpiği. Aklın, hakikatleri anlamasına engel olan şey.
kıs
"Kıyas et, buna benzet, bununla ölç!" mânalarına gelir ve bazı tâbirlerde geçer. Meselâ: (Ve kıs ala hâzâ: Bunun üzerine kıyas et.)
kışde
Yağın tortusu.
Maymunun dişisi.
kısım
(Kısm) Bir parça, bölük, takım, kesim.
Kapalı avucunun alabildiği miktar.
kıstas
Mizan, ölçü. Büyük terazi. Kıyamet günündeki büyük terazi.
Mânevi değer ve kıymet ölçüsü.
En doğru tartan.
Taksit. Taksit ile ödenen şey.
kıyam-ı binefsihi / kıyam-ı binefsihî
(Kıyâm-ı bizâtihî) : Fık: Varlığı, durması kendi zâtı ile olmak mânasında bir sıfat-ı İlâhîdir. Şöyle ki: Hak Teâlâ'nın ezelî ve ebedî olan varlığı kendi zâtı ile kaimdir. Kendi varlığı, kendi hüviyetinin, kendi mukaddes zâtının muktezasıdır. Aslâ başkasının değildir. Bunun için, Allah Teâlâ'ya "Vâc
kıyas-ı istisnai / kıyas-ı istisnâî
Bir kıyasın sonucunun aynı yahut karşıt halinin öncüllerde hem anlam hem de şekil bakımından bulunmasıyla meydana gelen kıyas; meselâ, "mıknatıs bu cismi çekiyor; o halde bu cisim demirdir" cümlesi gibi.
kıyas-ı mukassim
Man: İki şıkkı bulunan ve her iki şıkkın neticesi aynı olan kıyas. (Sultan Mehmed Fatihin, babasına gönderdiği şu haber buna güzel bir numunedir. "Padişan sen isen ordunun başına geç; yok padişah ben isem, sana emrediyorum ordunun başına geç.")
kolordu
Ordunun bir bölümü.
komiser
Emniyet teşkilâtının meslek dereceleri içinde yer alan ve en az lise tahsilini yapmış, polis enstitüsünün orta ve yüksek kısmını tamamlamış üniformalı veya sivil memur.
(Fransızca)
kuas
Koyunun burnunda olan bir hastalık.
kuddus / kuddûs
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Azamet ve celâline, büyüklüğüne lâyık olmayan, noksanlık ve eksiklik getiren şeylerden, his organlarının anladığı, hayâl gücünün hayâl ettiği, hâtıra gelen ve düşünülebilen her türlü vasıftan ve özellikten münezzeh, pâk ve temiz olan.
kudret
Güç, güçlü olma.
Allahü teâlânın sıfat-ı sübûtiyyesinden biri. Allahü teâlânın her şeye gücünün yetmesi.
Kullara âit sınırlı olan güç, kuvvet.
kurban
Allahü teâlâya yakınlık. Mükîm (yolcu olmayan), âkıl (akıllı), bâliğ (ergen, evlenecek çağa gelmiş), hür ve dînen zengin sayılan, müslüman erkek ve kadın tarafından, Allah rızâsı için kurban niyetiyle kurban bayramının ilk üç gününde (Zilhicce ayının on, on bir ve on ikinci günlerinin her hangi biri
kurmay
Ordunun muharebeye hazırlanmasında ve savaş sırasındaki sevk ve idaresi için hususi tarzda yetiştirilmiş subay.
Mc: Becerikli.
kürsu'
Bilek kemiğinin ucunun serçe parmak tarafında olan yumruca kısmı.
kurtum
(Çoğulu: Karâtım) Usfur otunun tohumu.
kusara
İsteğin ve arzunun son derecesi.
küsfüre
Kanbel otunun tohumu.
kuşluk vakti
Güneşin doğup bir miktar yükselmesinden başlayıp Günişin gökyüzünün tam ortasına gelmesinden biraz öncesine kadar olan vakit.
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
kutbe
Nişan okunun temreni.
Erkek ismi.
Nişanlara atılan ufak ok.
kutbiye
Deve ve koyun sütünün birbirine karışması.
kuvam
Koyunun ayaklarını tutan bir hastalık.
kuvve-i müdrike
İdrak kuvveti. Beş duygunun, hissin zihinde duyulması, anlaşılması.
kuyud ve hey'at / kuyud ve hey'ât
Bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
kuyudat / kuyûdât
Kayıtlar; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçaları, bütün unsurları.
Kayıtlar; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
kuyudat-ı kelam / kuyûdât-ı kelâm
Sözün kayıtları; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
lafz-ı zahir / lafz-ı zâhir
İbaresi işitilmekle ancak bilinen, yâni söyleyenin maksadı düşünülmeye muhtaç olmadan derhal mânâsı anlaşılan sözdür. Bunun zıddına hafi denir.
lahm
Et. Her şeyin içi ve üzeri.
Bir işi sağlam kılmak.
Kırık şeyi kuyumcunun yapıştırması. Lehimlemek.
Bir yerde ilişip kalmak.
lasaf
Bir cins hurma.
Gübre otunun diplerinde biter hıyar gibi bir nesne.
Yapışmak.
Kurumak.
Parlamak.
latim / latîm
Babası ve annesi olmayan kişi.
Yüzünün bir tarafı beyaz olan at.
Yarış atlarının dokuzuncusu.
leclac
Sözü tutuk söyliyen.
Satranç oyununun icatçısı.
Bir harfi iki kere söyliyen.
leht
Bir bütünün cüz'ü. Bir şeyin parçası.
(Farsça)
lemem
Günaha yakın olmak.
Küçük günahlar.
Delilik, cünun.
Musibete yakın olmak.
leys
Adem. Yokluk. Gayr-ı mevcud. (Bunun aslı "lâyese" idi. Yâ'yı tahfif için "leyse" oldu.) Hükemâlar arasında "eys" vücud, "leys" adem mânâsında kullanılmıştır.
Gaflet.
Bahâdırlık, kahramanlık.
Yük çekici olmak.
lifafe
(Çoğulu: Lefâif) Sargı.
Kefen. Ölünün sarıldığı bez katlarının herbiri.
Bazı çiçeklerin etrafını çeviren değişik yapraklar.
lihaza
Bundan dolayı, buna binaen, bunun için.
lisan-ı hal-i şevk
Şevk ve arzunun hâl dili, beden dili.
lisans
Herhangi bir mevzuda verilen izin. Müsaade belgesi.
(Fransızca)
Üniversite tahsili tamamlanınca alınan diploma.
(Fransızca)
Bir sporcunun resmi yarışmalara katılabilmesi için spor federasyonu tarafından kendisine verilen kayıt fişi veya kimlik kartı.
(Fransızca)
İthal veya ihracı serbest bırakılmayarak
(Fransızca)
lit / lît
Boyunun bir tarafı.
Boyun.
Baş.
litosfer
yun. Yeryüzünün katı kısmına verilen ad. Taşküre.
liva-i hamd / livâ-i hamd
Hamd (şükür) sancağı. Kıyâmet gününde, canlılar dirilip, Arasat meydanında toplanınca, Allahü teâlâ tarafından Peygamber efendimize ihsân edilecek olan ve altında bütün inananların toplanacağı sancak-ı şerîf.
lu'ta
Koyunun boynunda olan karalık.
Siyah hat.
lücube
Davarın sütünün çekilip azalması.
lügaz
Edb: Manzum bilmecelere denir. Lügaz çözülürse insan, hayvan, eşya veya başka bir mânâ çıkar. Meselâ: (Hikmetullah şehrinin bir tânesiOğlunun karnında yatar annesi.)Bu manzum çözülürse cevap olarak "İpek böceği" çıkar.
lühne
Misafire seferden geldiğinde verilen hediye ve armağan.
Savaş gününde başa giyilen tolga. Az şey.
Kahvaltı.
ma'mafih / ma'mâfîh / مَعَ مَاف۪يهْ
Bununla beraber.
maa-haza / maa-hâza
Bununla beraber. Bununla birlikte.
Bununla beraber, bununla birlikte
maahaza / maahazâ / maahâza
Bununla beraber.
Bununla beraber, böyle olmakla birlikte.
maamafih / maamâfih
Bununla beraber, böyle iken.
Bununla beraber.
Mamâfih, bununla beraber.
maaşir-i beşer
İnsanoğlunun toplulukları; gelmiş geçmiş tüm insanların bulunduğu dev topluluklar.
maazalik / maazâlik / مع ذلك
Şu var ki. Bununla berâber.
Bununla birlikte.
(Arapça)
madde-i musavvire
Tıb: Kanın küreciklerinden başka gıda maddesinden olup, azot ve sair maddeleri içine alan sulu cisim. Canlı hücrelerin vücudunu teşkil eden ve içinde çoğunun çekirdek bulunan albüminli madde. Protoplazma.
maden-i kuvve-i maneviye / mâden-i kuvve-i mâneviye
Manevî kuvvetin, moral gücünün kaynağı.
mahall-i tecelli / mahall-i tecellî
Görüntünün, aksin belirdiği yer.
mahaza
Bununla beraber, bununla birlikte.
mahiyet-i mücerrede / mâhiyet-i mücerrede / مَاهِيَتْ مُجَرَّدَه
Bir şeyin ne olduğunun, kendi maddi vücudundan ve ona has kimliğinden bağımsız soyut hali.
mahiyet-i nev'iyesi
Türünün niteliği, temel özelliği.
mahlukatın hukuku / mahlûkatın hukuku
Hukuk-u ibâd; kul hakları; toplum bireyleri arasında birlikte yaşamaktan doğan, yükümlünün irade ve tercih hakkının bulunduğu haklar; mülkiyet, sağlık, alışveriş, borç gibi.
mahrec
Çıkacak yer.
Ses ve harflerin ağızdan çıktıkları yer.
Mat: Bayağı kesirde çizginin altındaki sayı. (Payda)
Hususi bir meslek için adam yetiştirmeğe mahsus mekteb ve dâire. (Meselâ: Mekteb-i fünun-u harbiye zâbit mahrecidir.)
Tarik-i ilmiyede büyük bir pâyeye v
mahşer
Haşr olunacak, toplanılacak yer. Kıyâmet gününde bütün mahlûkâtın (bütün canlıların) yeniden dirildikten sonra hesap için toplanacakları yer. Arasat Meydanı, Mevkıf.
mahz-ı hak
Hakkın, doğrunun kendisi.
mahzum
Burnunun halkasıyla tutulan sığır ve deve.
Her delinmiş nesne.
makam-ı nur-u tevhid / makam-ı nur-u tevhîd
Her şeyin bir olan Allah'a ait olduğunu gösteren tevhid nurunun aydınlattığı yüksek manevî makam.
makes-i nur-u iman / mâkes-i nur-u iman
İman nurunun yansıdığı yer.
maksad-ı külli / maksad-ı küllî
Bütünündeki maksat.
malik-i yevmiddin / mâlik-i yevmiddîn
Herkesin dünyâda yaptığının mükâfat ve cezasını göreceği yer olan âhiretin, din gününün, mâliki, sahibi olan Allah (C.C.)
Kıyamet gününün sahibi olan Allah.
mamafih / mamâfih / mâmafih / مع مافيه
Bununla beraber.
Bununla birlikte.
(Arapça)
manevileşmiş / mânevîleşmiş
Mânâ boyutunun yaşam seviyesine yükselmiş.
martulos
(Martoloz) Osmanlı Devletinin teşekkülü sıralarında ve yeniçeri teşkilâtından önce, Hristiyanlardan, ordunun geri hizmetlerinde çalışmış olan teşekküllerden biridir. Silâhlanmış kişi mânasında Rumca bir kelimedir.
Eskiden Tuna gemicileri, korsanı mânasında da kullanılmıştır.
masyef
(Çoğulu: Mesâyıf) Yaz gününde oturulacak yer.
Su yolunun eğri büğrü yeri.
matem / mâtem
Ölünün arkasından ağlama; yas tutma.
me'mun
Emin. Mahfuz. Korkusuz. Emniyyet verilmiş. Sağlam. Tehlikeden azâde olan.
Abbasi halifelerinden Hârun Reşid'in kendisinden ve kardeşi Eminden sonra hükümdar olan oğlunun adı.
me'ruza
Ağaç kurdunun yediği ağaç.
mecelle
Tanzîmât'ın îlânından sonra, Ahmed Cevded Paşa'nın başkanlığında bir komisyon tarafından hazırlanan; İslâm hukûkunun muâmelâta (alışveriş, şirketler, hibe v.b.) âit hükümlerinin Hanefî mezhebine göre maddeler hâlinde tertibinden meydana gelen kânunlar veya bu kânunları içerisine alan mecmûa.
mecer
Koyunun karnındaki kuzu büyüdükçe durmaya kadir olmaması.
Büyük asker.
Susuzluk.
mechulünneseb / mechûlünneseb / مجهول النسب
Onun bunun çocuğu.
(Arapça)
meclis-i a'yan / meclis-i a'yân
Osmanlı İmparatorluğu zamanında hükümet tarafından seçilmiş olan meclis. (Bunun karşılığı, zamanımızda, senato meclisidir.)
medha
Deve kuşunun yumurtladığı yer.
meftun
Fitne ve belâya tutulmuş olan. Âşık. Mecnun.
Cünun. Fitne.
mehmuse
Gizli. Gizlenmiş eşya.
Örtülmüş.
Tecvidde: Gizli okunan harfler. Fısıltı ile okunan harfler. Bunun zıddı "Huruf-u mechure" dir.
mekki sureler / mekkî sûreler
İçerisindeki âyet-i kerîmelerin çoğunun Mekkî (hicretten önce inmiş) yâhut, baş kısmı Mekkî âyet-i kerîmeler olan sûreler.
menba-ı hak
Hakkın ve doğrunun kaynağı.
menba-ı nur-u hakikat
Hakikat nurunun kaynağı.
menbit-i sual
Sorunun yeri, sorunun geldiği yer, mahal.
menhus
Kuyruğunun yanları uyuz olan deve.
mensur
(Nesr. den) Dağılmış. Saçılmış.
Gece vaktinde güzel kokan bir çiçek.
Edb: Manzum olmayan nesir halindeki yazı. Bunun mânaca çok güzel ve şiir gibi ahenkli yazılmış olanına "mensur şiir" denir.
meratib-i kibriya / meratib-i kibriyâ
Cenab-ı Allah'ın büyüklüğünün mertebeleri.
mercan
Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde. Bu madde boncuk gibi süs eşyası olarak kullanılır. Mercanlar ancak 40 metre kadar derinlikte yaşayabilirler.
merd
Adam. Kişi. İnsan. Erkek. Sözünün eri.
(Farsça)
Sözünün eri.
Mert, sözünün eri.
merk
Kokmuş deri.
Derinin yününü yolmak.
Kazımak.
Nüfuz etmek, içine işlemek.
merş
(Çoğulu: Müruş) Tırnak ucuyla deriyi yırtmak.
Yağmur suyunun durmayıp üzerinden çabuk geçtiği yer.
İncitici söz.
mesed
Hurma lifi.
Liften yapılan ip.
Deve kılından ve yününden yapılan urgan.
Yemen diyarında biten bir ağacın adı.
Bağ.
mesela
Misal olarak, söz gelişi, şunun gibi, örnek tarzında.
mesih-üd deccal
Deccal'a da bu isim verilmesinin bir sırrı şudur ki: Bir gözü silik, yani kör ve ayıplı olmasındandır. Sadece bu dünyayı görüp, âhireti görecek gözünün kör olmasındandır.
meşrua
Şeriatın kabul ettiği hâl. Yapılması serbest olup, haram olmayan. Allah'ın (C.C.) kanununda müsaade edilen. Şeriatça yapılması günah olmayan.
mest
Adamın elini deve karnında yavrunun yattığı yere sokması.
Bağırsak içinde iken sıvayıp çıkarmak.
meşyuha
Yavşan otunun yetiştiği yer.
mev'il
Sığınacak yer.
Sel suyunun karar kıldığı yer.
mevati / mevatî
Mevâta yani cansız şeye ait, bununla alâkalı.
İşlenmemiş toprağa ait.
mevh
Kuyunun suyu çok olmak.
mevkufiyyet
Maznunun hüküm giyinceye kadar hapsedilmesi. Hapsedilme hâli.
Bağlı olma.
meyasir
(Tekili: Meysere) Ordunun sol kanatları. Sol cenahlar.
Zenginlikler, servetler.
meyh
Kuyunun suyunun çok olması.
meysere
(Çoğulu: Meyâsir) Ordunun sol cenâhı. Sol cenâh.
Zenginlik, servet.
mez'ub
Koyununa kurt gelen.
mezar / mezâr
Ziyaret yeri. Ziyaretgâh.
Mezar. Kabir. Ölünün gömüldüğü yer. Makber.
Kabir, ölünün gömüldüğü yer.
mihrican günü / mihricân günü
Eylül ayının yirmi üçüncü gününe rastlayan mecûsî bayramı.
mikat
Bağırdak ipi, (oğlancıkları beşikte onunla bağlarlar.)
Kesilme ânında koyunun ayağını bağladıkları ip.
miş'at
(Çoğulu: Meşâi) Kuyunun toprağını çıkardıkları zenbil.
mu'cize-i sahabiye / mu'cize-i sahâbiye
Sahabelerle alâkalı olup, pekçoğunun gördüğü, tasdik ettiği mu'cizeler.
mu'tekil
Sağmak için koyunun ayaklarını iki bacağı arasına çekip alan.
Devenin dizini büküp bağlıyan.
Güreşte rakibini sarmaya getirip yıkan.
muasker
(Asker. den) Ordu yeri, asker karargâhı. Ordunun muharebe zamanında toplandığı yer.
müellefe-i kulub / müellefe-i kulûb
Kalbleri İslâm'a ısındırılmak istenenler. Kalblerine îmân yerleştirilmesi istenilen veya yeni îmân etmiş müslümanlar ve kötülükleri önlemek istenilen bâzı kâfirler olup, zekât verilen sekiz sınıftan biri iken hazret-i Ebû Bekr zamânında kendilerine zekât verilmesinin nesh yâni hükmünün kaldırıldığı
muhakkikin-i nev-i beşer / muhakkikîn-i nev-i beşer
İnsan türünün gerçekleri araştıran ve hakikatleri delilleriyle bilen fertleri.
muhallef
Bir ölünün bıraktığı mal.
Geride kalan.
mükabere / mükâbere
(Kibr. den) Kendi sözünün haksızlığını ve karşısındakinin doğruluğunu bildiği hâlde kabul etmemek ve nizâ çıkarmak, kavga etmek. Kendini büyük görmek.
muknia
Kurbağa yavrusunun, yumurtadan çıktığı ilk hâli.
mumya
Uzun müddet çürümemesi için ilâçlanmış ölü. İnsan ve hayvan ölüsünün kurusu.
(Farsça)
Çok zayıf (kimse).
(Farsça)
münkur
(Çoğulu: Menâkır) Dar açılmış kuyunun ağzı.
murad / murâd
İstenilen; arzû edilen şey.
Tasavvuf yolunda bulunanlardan çalışmadan Allahü teâlânın yardım ve dilemesi ile yüksek makâmlara kavuşanlar. İctibâ (çekilenler, istenenler) yolunun sâlikleri, yolcuları.
mürai / mürâî
İki yüzlü, olduğunun aksine kendisini iyi gösteren, gösteriş yapan, riyâkâr.
mus'a
(Çoğulu: Musu) Böğürtlen otunun meyvesi.
Bir kuşun adı.
müşavir
İstişare olunacak kimse, kendisine danışılan kişi.
İdare işlerinde yakın yardımcı memur.
Kovanlık üstünde yapılan örtünün direkleri.
müşerri'
Teşri' eden. Şeriatın kurucusu. Şeriat kanununu meydana getiren.
müsevvif
Hayırlı işleri sonraya bırakan, sonra yaparım diyen, iyi işleri geciktiren, bugünün işini yarına bırakan kimse.
müşeyyea
Bir şeyin ardından bağırıp çağıran kadın.
Koyun sürüsünün ardına uyan koyun.
mushıye
Gökyüzünün bulutsuz, açık olması.
müsta'fi
Bir işten isteği ile çekilen, istifa eden.
Suçunun bağışlanıp afvedilmesini isteyen.
müstebtın
Bir şeyin ledününe, içyüzüne âşinâ olan.
mütecennin
(Cünun. dan) Delirmiş, çıldırmış. Mecnun.
mütemehhil
Teenni ve sükûn üzere olup acele etmeyen.
Zamana muhtaç, büyüyüp gelişmesi belli bir zaman içinde olan şey, tedric kanununa tabi olan.
mütemetti' hac
Hac aylarında ömre yapmak için ihrâma girip, ömre için tavâf ve sa'y yapıp, traş olup ihrâmdan çıkıp sonra memleketine gitmeyerek, o sene terviye gününde veya daha önce, ihrâma girerek müfrid hacı gibi hac yapma.
muvafat
Sözünün eri olma.
naarat-ı ra'diye / naarât-ı ra'diye
Gök gürültüsünün naraları.
nafıka
(Çoğulu: Nevâfık- Nüfeka) Arab tavşanının (diğer adı; tarla fâresi dedikleri hayvanın) iki yuvasından gizli olanın adıdır. Bu hayvan, bunun tavanını yeryüzüne çok yakın yapar. Belirli olan kasia dedikleri yuvasında tehlike hissederse hemen nâfıkanın tavanını delerek kaçar. Münafıklar buna benzediği
nagz
Devekuşunun erkeği.
Başını sallayıp depretmek.
Bulutun koyu ve kesif olması.
nasb
Dikme, bir rütbe alma, bir memurluğa atama. Bazı Arapça kelimelerin sonunun üstünlü olma durumu.
nazar ber kadem
Nakşibendiyye yolunun temel bilgilerinden birisi olup, tasavvuf yolculuğunda adımdan ileriye bakmak ve adımını baktığı yere atmak.
nazar-ı dikkat-i ammeyi celb etme / nazar-ı dikkat-i âmmeyi celb etme
Bütün kamuoyunun dikkatini çekme.
nebean
Kaynayıp yerden çıkmak. Pınar suyunun çıkışı. Fışkırmak.
nefh
Rüzgâr esmek.
Güzel kokunun yayılması. Kokmak.
Vurmak.
Def'etmek, kovmak.
Vuruşmak, kat'etmek.
nefh-i sur
İsrafil Aleyhisselâm'ın Kıyamet gününde "Sur' denilen boruyu üflemesi.
Kıyamet kopması.
nefret-i umumiye
Genel nefret, kamunun nefreti.
nehar
(Çoğulu: Enhür) Fecrin doğuşundan güneşin batışına kadar olan aydınlık.
Toy kuşunun yavrusu.
Altın.
nekş
Kuyunun çamurunu temizlemek.
Bir şeyi bitirmek. Bir işden fâriğ olmak.
Bir şey üzerine gelip toplanmak.
nesis
Aşırı derecedeki açlık.
İnsan gücünün sonu. İnsanın en son tâkati.
Son nefes.
nev'in saadeti
İnsanlık türünün, insanlığın mutluluğu.
nevruziye
Nevruz gününe âit olan. Hususan o gün için yazılan, söylenen manzume.
nezf
Kuyunun suyunu tamamen boşaltma.
Aklı gitme, sarhoş olma. Zevâle gitme.
nezr
Adak yâni bir isteğin yerine gelmesi ve bir korkunun giderilmesi için, farz veya vâcib olan bir ibâdete benzeyen ve başlı başına ibâdet olan bir işi yapacağına dâir Allahü teâlâya söz verme. Mutlak ve muayyen olmak üzere iki kısımdır.
nime-i ruz
Günün ortası. Yarım gün.
nişangah / nişangâh
Hedef yeri. Nişan tahtası.
(Farsça)
Silâh namlusunun üstünde bulunan, nişan almağa yarayan kısım.
(Farsça)
nısf-ı arz
Yeryüzünün yarısı.
nısfıarz
Yeryüzünün yarısı.
nizamiye
İlk askerlik devresi.
Bu nevi askerlik işleriyle uğraşan daire.
Tanzimat ordusunun asıl silâh altında bulunan kısmı.
normal
Kanun, usul ve âdetlere uygun olan. Uygun.
(Fransızca)
Mat: Bir eğri çizgiye teğet olan doğrunun değme noktasından bu doğruya çizilen dik çizgi.
(Fransızca)
nüd'e
Mal çokluğu.
Kavs-i kuzeh. Gökkuşağı.
Et köpüğünün üstü.
İç yağı.
nuhre
Kemik dokusunun çürümesi.
nur ism-i azimi / nur ism-i azîmi
Bütün varlığı aydınlatan, bütün nurlar kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan ve her çeşit nuru yaratan anlamında Allah'ın büyük ismi.
nur ism-i celili / nur ism-i celîli
Bütün varlığı aydınlatan, bütün nurlar kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan ve her çeşit nuru yaratan anlamında Allah'ın yüce ismi.
nur-u ayn-ı alem / nur-u ayn-ı âlem
Kâinatın gözünün nuru.
nur-u basar
Göz nuru, görme duyusunun nuru.
nur-u çırağ-ı yezdan / nur-u çırâğ-ı yezdan
Cenâb-ı Hakkın nurunun çırası, Allah'ın nuruyla tutuşmuş, aydınlatan bir çıra.
nuru'l-envar / nuru'l-envâr
Bütün nurlar Kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan nurların nuru, Allah.
nüşur
Neşirler.
Yaymalar, dağıtmalar.
Öldükten sonraki dirilmeler. (Nüşur, neşir gibi bâzan müteaddi, bâzan lâzım olur. Müteaddi olursa bir şeyi açıp yaymak mânasına gelir ki, lisanımızda neşr ve neşriyat ve menşur bu mânadandır. Bunun lâzımına intişar denilir, lâzım oldukları zama
ordugah / ordugâh / اُورْدُوگَاهْ
Ordunun konakladığı yer. Açıkta konaklayan ordunun konaklama yeri.
(Farsça)
Ordunun konakladığı yer.
Ordunun konaklama yeri.
Ordunun yerleştiği yer.
ordugah-ı zemin / ordugâh-ı zemin
Ordunun barınıp konakladığı yer; dünya.
örf
İslâm hukûkunun kaynaklarından; dînin ve aklın güzel gördüğü, beğendiği şey.
oruç kazası / oruç kazâsı
Oruç tutmamayı mubah kılan (dinde bildirilen) bir özür sebebiyle vaktinde tutulamayan veya kasd (bilerek) olmadan orucunu bozan bir kimsenin, Ramazân bayramının birinci, Kurban bayramının ilk üç günü hâricindeki zamanlarda gününe gün oruç tutması.
paskalya
Hıristiyanların inanışlarına göre, Îsâ aleyhisselâmın haça gerildikten sonra dirilerek göğe yükselmesi ile ilgili olarak her yıl Mart ayının on dördüncü gününden sonra gelen ilk Pazar günü yaptıkları şenlik, âyin.
pişekar / pîşekâr / پيشه كار
Sanatçı.
(Farsça)
Meslek sahibi.
(Farsça)
Ortaoyununda oyunu başlatan sanatçı.
(Farsça)
ra'l
Koyunun kulağından kesilen parça.
ral
(Çoğulu: Rilâl-Ri'lân-Er'ül- Reele) Deve kuşunun yavrusu.
raufe
Kuyuyu temizleyen kişinin üzerine oturması için kuyunun dibine konan taş.
Davarlarını sulayan veya su içen kimselerin oturması için kuyunun kenarına konan taş.
re'l
(Çoğulu: Riâl-Ri'lân-Er'ul) Deve kuşu yavrusunun erkeği.
realite
Gerçekten olan şey. Olduğunun tıpkısı. Gözümüzle gördüğümüz gibi.
(Fransızca)
refref
Mânevî bir binek; Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Miraç mu'cizesi sırasında bindiği dört binekten sonuncusunun adı.
regaib gecesi
Receb ayının ilk perşembe gününün akşamı (Cuma gecesi).
reh-averde
Yolcunun getirdiği hediye.
(Farsça)
resae
Ölünün üzerine ağlayıp, onun iyiliklerini saymak.
ress
Taşla yapılmış, taşla örülmüş kuyu.
Semud taifesinden kalmış bir kuyunun adı.
Maden.
Dere.
İnsanlar arasında ıslah ve ifsad etmek.
retk
Adımların birbirine yakın olması.
Deve kuşunun sür'atle gitmesi.
rezzak / rezzâk
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her yarattığı ve rızık vereceği mahlûkunun rızkını yaratıcı ve ulaştırıcı ve o rızık ile faydalanma sebeblerini hazırlayan ve rızık gönderen Allahü teâlâ.
rihve-i mehmuse harfleri
"Fe, ha, se, he, şın, hı, sad, sin" Bu harflerde sesin kemâli ile nefes birlikte akar. Rehavet ve hems sıfatı, zayıf sıfatlardır, bunun için rehavet sesin kâmilen akmasını, hems de nefesin kâmilen akmasını icabettirir.
ritm
(Reythme) Mısra ve cümlelerdeki ses uygunluğundan gelen iç âhengi. Duygunun ses hâline gelişi.
(Fransızca)
Müvazeneli ve tenasüblü hareket.
(Fransızca)
roma imparatorluğunun inhitat ve sukutu
Roma İmparatorluğunun gerilemesi ve düşüşü.
rü'yet-i hilal / rü'yet-i hilâl
Hilâl (yeni ayın) görülmesi. Kamerî ayların başında ve sonunda hilâlin görülerek ayın başının ve sonunun anlaşılması.
ruga'
Sada, ses.
Deve, sırtlan ve deve kuşunun bağırması.
ruhsat
(Çoğulu: Ruhas-Ruhsat) İzin, müsaade.
Genişlik.
Kolaylık.
Fık: Kulların özürlerine mebni, kendilerine bir suhulet ve müsaade olmak üzere, ikinci derecede meşru' kılınan şeydir. Sefer halinde Ramazan-ı Şerif orucunun tutulmaması gibi. Vuku' bulan ikraha mebni, birisini
İzin, müsaade; kulların özürlerine binaen, kendilerine bir kolaylık ve müsaade olmak üzere ikinci derecede meşru olan şeyler, yolculukta Ramazan orucunun tutulmaması gibi.
rükn
Bir şeyin bir parçasını veya bütününü meydana getiren şey.
Namazın içindeki farz.
Kâbe'nin dört köşesinden her birine verilen isim.
rumeli
Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa Kıt'asındaki kısmı.
rüşeym
Rahimde yavrunun bütün azalarının teşekkül etmiş şekli. (Harekete başlayan rüşeyme, cenin denir)
sa'd bin ebi vakkas
Aşere-i Mübeşşere'den ve ilk İslâm olanların yedincisidir. Peygamberimiz (A.S.M.) ile beraber bütün gazalarda bulundu. Müslüman olduğunda 17 yaşlarında idi. Hz. Ömer zamanında İran'a gönderilen ordunun başkumandanı oldu. Medayin şehrinin fethinde ve Kadsiye meydan muharebesinde muvaffak oldu. Kufe ş
sa'ran
Koyunun memesinin etrafında olan ve memeye benzeyen sivilceler.
saadet-i nev'iye
İnsan türünün, insanlığın mutluluğu, huzuru.
saat / sâat
Bir günün yirmi dörtte biri, saat. Zaman, vakit. Muayyen, belli bir vakit. Altmış dakikalık zaman.
Kıyâmet.
Zaman birimi, altmış dakikalık zaman, bir günün yirmi dörtte biri.
Kıyâmet.
saat-i icabe
Duaların kabul olduğu ve insanlarca gizli ve gaybî olan, Cuma gününde bir vakit.
sabga'
Kuyruğunun ucu beyaz olan koyun.
sadet harici
Asıl konunun dışında.
saet
Doğumdan sonra koyunun rahminden çıkan madde.
şafi'
(Şefaat. den) Şefaat eden. Bir kimsenin suçunun bağışlanması için vasıtalık eden.
şahsiyet-i ademiyet / şahsiyet-i âdemiyet
İnsanoğlunun şahsiyeti, kişiliği.
sahur
Gece uyanıklığı, uykusuzluk.
Ayın etrafındaki hâle.
Yer yüzünün gölgesi.
saka
Ordunun gerisi, ordunun gerisinde bulunan asker takımı.
Üzengi kayışı.
şakk-ı sadr
Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâmın mübârek göğsünün yarılması hâdisesi.
sakre
Güneşin çok olan tesiri.
Çakır kuşunun dişisi.
saksaka
Sığırcık kuşunun ötmesi.
Çok söylemek, çok konuşmak.
Serçenin terslemesi.
şakşaka
Doğan kuşunun veya serçenin ötmesi.
salabet
Metanet, katılık, sulbiyet.
Peklik, dayanma. Sağlamlık.
Mukaddesatı korumak hususunda cesaret, metanet ve sebat gibi sıfatlarla muttasıf olmak. (Bunun zıddı: Lâübalilik)
salib / salîb
Bir şeyin vücudunu veya vukuunu inkâr eden.
Kapıp götüren, zorla alan.
Alan.
Bir şeyin vücudunun olmadığını veya meydana gelmediğini söyleyip isbat eden.
Hıristiyanlık dîninin sembolü kabûl edilen birbirini dik kesen iki doğrunun meydana getirdiği şekil, haç, istavroz.
saltanat-ı seniyye
Osmanlı İmparatorluğunun bir adı.
sancak beyi
Eyalet teşkilâtıyla timar usulünün cari olduğu zamanlarda beş on kazalık yerin mutasarrıfı ile sipahisinin kumandanına verilen addır. Osmanlıların ilk zamanlarında beylere yahut hükümdar evlâtlarına has olarak verilen mıntıkalara "Sancak" denilir, bu sancaklara tasarruf edenlere de "Sancak Beyi" adı
sarat
Suyun çok durmaktan dolayı renginin ve kokusunun değişmesi.
şark
Doğu. Güneşin doğduğu taraf.
Güneş ve güneşin aydınlığı.
Yarmak.
Parıldamak.
Avrupa kültürünün dışında kalan müslüman ülkeleri.
şark uleması
Doğu âlimleri, Anadolunun doğusundaki âlimler.
şart-ı vücud-u küll
Bütünün varlığının şartı.
sathiyet-i arz ve deveran-ı şems
Yeryüzünün düz oluşu ve güneşin dünya etrafında dönmesi.
sayis-hane
Üzerine yük yüklenip yolcunun da bindiği hayvan.
(Farsça)
seaf
Devenin ağzında olan bir hastalıktır ve burnunun ve gözlerinin kılları dökülür. O devenin erkeğine esaf, dişisine nâfâ denir.
Tırnağın çevresinin kopup ayrılması.
şeal
Davar kuyruğunun beyazlığı.
şecaat / şecâat
Yiğitlik, öfke duygusunun normal derecesi.
şefa'at-ı kübra / şefâ'at-ı kübrâ
Kıyâmette, o günün dayanılmaz dehşeti ve şiddetli sıkıntıları sebebiyle, insanların mürâcaatları üzerine Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), onların muhâkeme ve hesâblarının bir an evvel görülmesi için Allahü teâlâya yalvarması ve bu dileğinin kabûl olması. O gün herkes kendi başını
sefer der vatan
Nakşibendiyye yolunun on bir temel esâsından biri. Sâlikin (tasavvuf yolunda bulunan kimsenin) kötü ahlâk, beşer (insan) tabiatının sıfatlarından kurtulması, beşerî sıfatlardan meleklere âit sıfatlara, kötü, çirkin vasıflardan, iyi, güzel ahlâka geçm esi.
şefi-i ruz-i ceza / şefî-i rûz-i cezâ
"Cezâ gününün yâni kıyâmet gününün şefâat edicisi" mânâsına Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm.
Herkesin yaptığı tüm amellerin karşılığını alacağı mahşer gününde, mü'minlere şefaat edecek olan Hz. Muhammed (a.s.m.).
şehdanec
İncinin irisi ve iyisi.
Kendir otunun tohumu.
seher vakti
Duâların kabûl olduğunun bildirildiği, gecenin (güneşin batmasından imsâk vaktine kadar olan zamânın) son altıda biri.
şekaz
Gitmek.
Uzaklık.
Bir adamın gözünün çok değer olması.
sekban
Köpek besleyicisi.
(Farsça)
Padişahın köpeklerini av yerine götüren seyman.
(Farsça)
Vaktiyle Yeniçeri Ordusunda bir asker sınıfının ismi.
(Farsça)
Köy düğününde silâhlı ve oyun yapan gençler kafilesi. (Türkçede seğmen denir.)
(Farsça)
selak
(Çoğulu: Selekân) Yüksek, düz yer. Deve yanırının onulmuş ve yeri ağarmış olan izi.
Çuval kulpunun birisini birisine koymak.
şer'ab
Uzun.
Uzununa kesmek. Uzunlamasına yarmak.
şerab / şerâb
Alkollü içkilerden. Pişmemiş üzüm suyunun havasız fıçılarda durmasıyla gaz habbeleri (kabarcıkları) ve köpük çıkararak kokuşup mayalanması netîcesinde meydana gelen ve içilince sarhoş eden içki. Hamr.
serahor
Osmanlı İmparatorluğunun ilk devirlerinde ordunun bir yerden başka bir yere hareketinde yolların yapılması ile beraber ağırlıkların nakil vesairesi veyahut memleket içinde zelzele, deprem gibi bir âfetin vukuuyla harap olan yerlerin hemen tamir edilmesi işlerinde kullanılanlara verilen addır.
şeref-i beni adem / şeref-i benî âdem
İnsanoğlunun şerefi, şeref vesilesi.
şerh-i sadr
Peygamber efendimizin çocukluğunda ve peygamberliği sırasında (mîrâc gecesinde) mübârek göğsünün açılarak kalbinin çıkarılması ve yıkanıp ilim, hikmet ve mârifet ile doldurulduktan sonra yerine konması hâdisesi.
Göğsün yâni kalbin ilâhî nûr, ilim, hikmet ve mârifet ve sekîne (ferahlı
seta'
Boyunun uzun olması.
şetibe
Uzununa kesilmiş olan sahtiyan parçası.
sevkülceyş
Ordunun sevk ve idaresi.
sı'venn
Deve kuşunun erkeği.
siccin
Sert, şiddetli olan şey.
Dâim olan.
Fâsık ve fâcirlerin amel defterlerinin konulduğu yer.
Cehennemde bir vâdi'nin adı. Fâcirlerin ruhunun gittiği yer.
şiddet-i hamiyet-i islamiye / şiddet-i hamiyet-i islâmiye
İslâmî fedakârlık duygusunun güçlü olması.
şiddet-i takva / şiddet-i takvâ
Allah korkusunun nihayet derecesi.
sıddık / صدیق
Sözünün eri.
(Arapça)
sıddikin / sıddîkîn
Sıddık olanlar, Hazret-i Ebubekir (R.A.) gibi olanlar. Hazret-i Ebubekir (R.A.) gibi olanlar ve Onun izini takib edenler. Allah yolunun sadakatte en ileri olanları.
sif'
Toprak.
Buhmâ otunun dikeninin az olması.
sikaye
Su içilen kap. Maşraba.
İçme suyunun toplanması için yapılan yer.
şıkk
Bir bütünün parçalarından her biri.
İki ihtimalden ve iki cihetten her biri.
İkiye ayrılmış şeyin bir kısmı.
sikke
Damga. Nereye ve kime ait olduğunun bilinmesi için konulan işaret, mühür. Umumi damga.
Dirhem.
Para üstüne vurulan damga.
Düz, doğru yol.
Mevlevilerin keçe külâhlarının ismi.
Basılmış madeni para.
silsile-i şerafet ve siyadet / silsile-i şerâfet ve siyadet
Soyunun bir taraftan Hz. Hasan—şeriflik—, diğer taraftan da Hz. Hüseyin—seyyidlik—vasıtasıyla Hz. Muhammed'in (a.s.m.) soyundan gelme silsilesi.
sinimmar
Ay, kamer.
Gece uyumayan erkek.
Harami.
Tar: Rum milletinden bir üstâdın adıdır. Numan bin Münzir için Hira'da bir köşk yapmıştı. Bunun bir eşini daha kimseye yapmasın diye Numan bin Münzir o köşkün üstünden attırıp öldürdü. (Ahter-i Kebir'den)
sinin
(Tekili: Sene) Sünun. Seneler.
Sina Dağı.
sirac-ı rah-ı hidayet / sirac-ı râh-ı hidâyet
Hidayet yolunun ışığı.
sırr-ı düstur
Düsturun, kanunun sırrı.
sırr-ı i'caz-ı kur'an / sırr-ı i'câz-ı kur'ân
Kur'ân'ın mu'cize oluşunun sırrı, espirisi.
sofiye
Sofilik (sofi yolunun vahdetü'l-vücudu).
sufvan
Atın, üç ayak üzerine durup dördüncünün tırnağını yere dikip durması.
süheyl
Kolay, uygun ve yumuşak.
Semânın güney tarafında ve Yemenden daha iyi görülen bir yıldız adı. (Bunun için buna Süheyl-i Yemâni denir. Kuzey kutup yıldızının naziri, benzeridir.)
sülek
(Çoğulu: Sülekân) Keklik kuşunun erkeği. (Müe: Süleke)
sur / sûr
Kıyamet gününde Hz. İsrafil'in (a.s.) üfleyeceği emir borusu.
şusy
Ölünün şişip el ve ayağının sertleşmesi.
ta'diye
Dağılmak.
Koyunun yününü kırkmak.
ta'kib
Gözlemek.
Yolunda gitmek.
Peşinden yürümek.
Suçlunun suçunu araştırmak.
Bir kimsenin aynı senede yine gazaya gitmesi.
Bir şeyi ciddiyetle istemek.
ta'lik
Asmak.
Geciktirmek.
Bağlanmak.
Bir cümlenin mazmununun husulünü diğer bir cümlenin mazmununun husulüne edat-ı şart ile rabt etmektir. Şu işi görürsen, şuna vâris olacaksın denilse, vâris olma, işin görülmesine bağlanmış olur. Buna ta'liki şart denir.
Muallak k
tabakat-ı ömr-ü insan
İnsan ömrünün aşamaları.
tabirat-ı nebeviye ve ilahiye / tabirat-ı nebeviye ve ilâhiye
Allah ve Resulünün tabirleri, ifadeleri.
taglis
Fık: Kurban bayramının ilk gününde Müzdelife'de bulunanlar için o günün Sabah Namazını fecri müteakib daha ortalık karanlık iken kılmak. (Bu çok efdaldir)
Bir işi üzerine almak.
Sabah karanlığında sefer etmek.
tahakkuk
Bir şeyin doğruluğunun meydana çıkması. Gerçekleşmek. Delil ile isbat edilmek. Sabit ve hakikat olduğu aşikâr olmak.
tahammül-ü beşer fevkinde
İnsanın tahammül gücünün üstünde.
tahfe
Bakla otunun yukarı ucu.
tahfil
Koyunun sütü çoğalsın diye birkaç gün sağmayıp bırakmak.
tahrebe
Ağaç kurdunun ağacı oyup delmesi.
taka'ur
(Ka'r. dan) Çukurlaşma.
Kuyunun derin ve çukur olması.
takdim tehir
Öne alma-sonraya bırakma; yolculukta öğleyi ikindi vaktinde, akşamı yatsı vaktinde kılmaya tehir denilir. Bunun zıttı ise takdimdir.
takip
Gözetmek, yolunda gitmek, peşinden yürümek, suçlunun suçunu araştırmak, izlemek.
taksim-i gurama / taksim-i guramâ
Kârı veya zararı ortaklar arasında koydukları sermaye nisbetinde taksim etmek.
Fık: Bir borçlunun terekesini alacaklıların borç miktarları nisbetinde aralarında taksim etmek.
talam
Esrar otunun tohumu.
tarih-i mu'cem
Bir mısra, beyit veya cümledeki noktalı harflerin ebced hesabı ile yekûnunun delâlet ettiği tarih.
Edb: Ebced hesabında noktalı harflerin hesap edilerek düşürülen tarih. Bir ilmi, müfredâtı ile belirten eser.
tarik-ı velayet serlevhası / tarik-ı velâyet serlevhası
Velilik yolunun başlığı; 29. Mektubun 9. kısmı olan Telvihat-ı Tis'a.
tasriye
Koyunun sütü çoğalsın diye birkaç gün sağmayıp bırakmak.
tass
(Tasse) Oğlancıklar oyunundan bir oyun.
tavaf-ı sadr / tavâf-ı sadr
Hac esnâsında cemrelerin taşlanması bittikten sonra Mina'dan Mekke'ye inildiğinde yapılan tavâf. Buna Tavâf-ı vedâ da denilir. Hac vazîfeleri bununla sona erer.
tayyare-i cevviye
Gökyüzünün, havanın uçakları.
tazavvu'
Bir şeyin güzel kokusunun etrafa yayılması.
tecelli
Görünme. Bilinme.
Kader.
Allah'ın (C.C.) lütfuna uğrama.
İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun te'siriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi.
tecelli-i azamet-i kudret / tecellî-i azamet-i kudret
Allah'ın kudretinin büyüklüğünün tecellîsi, yansıması.
tecelli-i ef'al / tecellî-i ef'âl
Sâlikin, yâni tasavvuf yolcusunun, kulların fiillerini Allahü teâlânın fiilinin zılleri (görüntüleri) olarak görmesi ve bu fiillerin varlığının O'nun fiili ile olduğunu bilmesi. Âlem-i Emrin ilk adımında olan tecellîler.
tecelli-i timsal / tecellî-i timsal
Görüntünün belirmesi, yansıması.
techiz ve tekfin / techîz ve tekfîn
Ölünün kefenlenmesi.
techiz-i meyyit
Ölünün yıkanıp, temizlenip, kefen ve sair ihtiyaçları tedarik edilerek hazırlanması.
tedcic
Gökyüzünün bulutlu olması.
Silâh kuşandırmak.
tedric-i habit / tedric-i hâbit
Edb: İfadenin alçalması. Bir şeyi tarif ederken vasıf bakımından yukarıdan başlayıp aşağıya inmek. Bunun aksini yapmağa da Tedric-i sâid denir.
teh-i çah / teh-i çâh
Kuyunun dibi.
teharrub
Ağaç kurdunun ağacı kemirerek oyması.
tehlib
Atın kuyruğunun kılını kesmek.
tekfur
Tar: Bizans İmparatorluğunun valilik derecesindeki idarî hizmetlerinde bulunan kimseler.
teklif-i malayutak / teklif-i mâlâyutak
Kişinin yapmayacağı, gücünün yetmeyeceği bir şeyi ona yükleme.
televizyon
Elektromanyetik dalgalar vasıtasıyla hareketli veya hareketsiz şekillerin resmini uzaklara nakletme usulü.
(Fransızca)
Bunun alıcı cihazı.
(Fransızca)
temhid / temhîd
Konunun hazırlık bölümü.
tenasüh / tenâsüh
Ölen kimsenin rûhunun başka bir bedene geçtiğine dâir, bâtıl, asılsız bir inanış. Bilhassa, Hindûlar ve geçmiş milletler arasında yaygın idi.
tenedduh
Koyunun otlamaktan semiz ve besili olması.
teneffüs
(Nefes. den) Nefes, soluk alma. Dinlenme.
Tan yeri ağarma.
Deniz suyunun sahile vurması.
Üfürmek.
Okullarda ders araları verilen dinlenme.
teneşir
Serîr; ölünün yıkandığı masa şeklindeki dört ayaklı uzun tahta zemin.
tenkid
Bir kimse veya şeyin iyi veya kötü taraflarını bulup meydana çıkarmak.Tenkid yapıcı veya yıkıcı olabilir. Tenkitten maksat, doğrunun ve yanlışın iyi niyetle ortaya konulması, hakikate ulaştıracak yolun ve imkânların gösterilmesidir. Sadece yanlışı söylemek, doğruyu göstermemek yıkıcı bir tenkiddir.
tensil
(Kuş ve diğer hayvan) tüylerini yeleklerini, yününü ve kılını döküp kavlamak.
terakki
İlerleme. Yukarı çıkma, yükselme.
Artma, çoğalma.
Bilgi ve medeniyetçe yükseliş. (Terakkimizin şartı: 1- Mesailerin tanzimi 2- Emniyet 3- Teavün düsturunun teshilidir.) (H.Şâmiye)
terike
(Çoğulu: Terâyik) Evlenmeyip evde kalmış olan kız.
Deve kuşunun yabana bıraktığı yumurta.
teşmil eder
Şâmil kılar, onları da (zulmünün) içine alır.
teşrik günleri
Kurban bayramının ikinci, üçüncü ve dördüncü günleri. Bayramın birinci gününe yevm-i nahr (nahr günü), ikinci ve üçüncü günleri de kurban günü olduğundan hepsine birden "eyyâm-ı nahr" denir. Ondan evvelki güne Arefe günü denir. Ramazân-ı şerîf bayram ında arefe yoktur. Arefe, kurban bayramına mahsus
tevbis
Köpek yavrusunun gözlerini açması.
teveccüh-ü amme / teveccüh-ü âmme
Kamuoyunun teveccühü, halkın ilgisi.
teveffi
Ölme, vefat.
Bütününü aldırma.
tezellül
Bayağılık, kendini aşağı tutmak. Tevâzûnun aşırı derecesi.
tezriye
Savurmak.
Koyunun yününü kırkıp arkasında bir miktarını bırakmak.
Zelil etmek, kepâze yapmak.
tıls
(Çoğulu: Atlâs) Sahife.
Mahvolmuş nesne.
Tüyü dökülmüş olan deve uyluğunun derisi.
Elbisenin eskimesi.
tım
Deniz.
Deve kuşunun erkeği.
Çok mal.
tir'abe
Deve hörgücünün bir miktarı.
tuhme
Hayvanın burnunun kara olması.
uhud muharebesi
Uhud, Medine-i Münevvere'nin bir mil kuzeyinde kırmızı bir dağ olup, Hz. Peygamberimizin (A.S.M.) ashâbıyla Kureyşliler arasında vuku bulmuş olan Uhud Gazasıyla meşhurdur.Uhud gazası, hicretten 2 sene 6 ay 7 gün sonra olmuştur. Bunun zahirî sebebi: Daha evvel yapılmış olan Bedir Gazasında Kureyşlile
ukul-u beşer
İnsanoğlunun akılları.
ul'ul
Göğüs altında ve karın üzerinde dile benzer bir kemik.
Çekik kuşunun erkeği.
ulviyet-i mahiyet / ulviyet-i mâhiyet / عُلْوِيَتِ مَاهِيَتْ
Birşeyin özünün yüceliği.
ümm-ül veled
Huk: Çocuğunun kendi efendisinden olduğunu söyleyen çocuk doğurmuş cariye.
ümmi sinan
(Vefatı Hi: 958, Mi: 1551) Halvetî Tarikatı, Sinaniye kolunun piridir. Bursa'lı olduğu nakledilir. Karaman'lı olduğu hakkında da rivayet vardır. Risale-i Şerife-i İstanbulî Ümmi Sinan adında bir eseri vardır. (R. Aleyh.) (Osmanlı Müellifleri sh: 214)
umre
Ziyâret. Hac mevsimi dışında Kâbe'yi ve Mekke ve Medine'deki mukaddes yerleri ziyaret etmek. Ist: Kâbe-i Muazzama'yı tavaftan ve Safâ ile Merve denilen iki mukaddes mevki arasında sa'yetmekten ibarettir. Farz olan hacca Hacc-ı Ekber denildiği gibi, Umreye de Hacc-ı Asgar denilir. Cuma gününe tevafuk
Hac zamânı olan beş günden yâni Arefe ve Kurban bayramının dört gününden başka, senenin her günü ihrâma girip Kâbe'yi tavâf etmek, Safâ ile Merve arasında sa'y yapmak ve saç kazımak veya kesmek.
umumun
Genelin, bütünün.
üstümm
(Çoğulu: Esâtim) Deniz suyunun toplandığı yer.
va
"Vah, yazık" meâlinde olup hayf, hasret, esef gibi kelimelerle birlikte söylenir. (Buna Arabçada "edât-ı nüdbe" denir.)Türkçede bunun yerine; vâh, vây, eyvâh edatları kullanılır. Bunlar bâzan şiddet ve te'yid için tekrar edilir.
vafi / vâfi
(Vefâ. dan) Tam, elverişli, kâfi, yeter.
Sözünün eri.
Va'dini mutlak yerine getiren Cenab-ı Hak.
vaftiz
Hıristiyanlığa yeni girenin ve çocuğunun dine girmesi için gerekli sayılan, suya sokma töreni.
vakf
Arapça bir kelimenin sonunun harekesiz okunması.
vallahi / vallâhî
Allahü teâlâya yemin ederim mânâsına, bir sözün, niyyetin, bir işi yapmak veya yapmamak arzûsunun kuvvetli olduğunu gösteren, söylendiği şeye aykırı hareket edildiğinde, yemin keffâreti lâzım gelen sözlerden birisi.
vaşak
Derisinden kürk yapılan bir hayvan ve bunun postu.
vasi
(Vesâyet. den) Bir ölünün vasiyetini yerine getirmeye me'mur edilen kimse. Bir yetimin veya akılca zayıf, hasta olan bir kimsenin malını idare eden kimse.
vasl-ı uryani / vasl-ı uryânî
Tasavvuf yolculuğunun sonunda Allahü teâlâya kavuşma hâli. Nihâyete erme.
vaziyet-i semaviye / vaziyet-i semâviye
Gökyüzünün değişik hâl ve vaziyetlere girmesi.
ve hakeza / ve hâkeza
Ve böylece, bunun gibi.
ve saire
Ve bunun gibi.
vecar
(Çoğulu: Vücür - Evcire) Sel suyunun oyduğu yer.
Arslan ve kurt gibi vahşi hayvanların yatağı. İn.
vecd
Tasavvuf yolunda bulunan bir kimsenin çok zikretmesi (Allahü teâlâyı anması) veya bir başka sebeb netîcesinde hâsıl olan mânevî lezzetleri tadarak rûhunun coşması, kalbinin gayr-i ihtiyârî (elinde olmadan) kendinden geçmesi, taşması hâli.
vekıs'alahaza / vekıs'alâhâzâ / وقس على هذا
Bununla kıyasla.
(Arapça)
vera-ül-vera / verâ-ül-verâ
Ötelerin ötesi. Nasıl ve ne şekilde olduğu bilinmeyen. Allahü teâlânın nasıl olduğunun bilinemeyeceğini ve akıl ile anlaşılamayacağını, idrâk olunamayacağını ifâde eden dînî bir terim.
verak
Bitkilerle yer yüzünün yeşil olması.
veraset-i ırkıye
Doğan yavrunun ecdadına benzemesi.
verşan
(Çoğulu: Virşân-Verâşin) Yaban güvercini.
Kumru kuşunun erkeği.
vesair
Bunun gibileri, benzerleri ve diğerleri.
vesile-i saadet-i dareyn / vesile-i saadet-i dâreyn
İki dünya mutluluğunun vesilesi.
vicar
(Çoğulu: Vücur - Evcire) Sel suyunun oyduğu yer.
Arslan ve kurt gibi vahşi hayvanların yatağı. İn.
vukuf-i adedi / vukûf-i adedî
Nakşibendiyye yolunun on temel esâsından biri. Tasavvuf yolunda ilerlemek ve yükselip olgunlaşmak için yapılan zikri, bildirilen adede (sayıya) göre yapmak. Meselâ bir nefeste 1, 3, 5, 7, 11 kerre Allah demek gibi teke riâyet ederek zikretmek.
ya'kub
Kur'an-ı Kerim'de adı geçen peygamberlerdendir. Yusuf Aleyhisselâm'ın babası ve İshak Aleyhisselâm'ın oğludur. Bir adı da İsrail olduğundan bu sülâleden gelenlere İsrail oğulları mânasına, Benî İsrail denilmektedir. Büyük oğlunun adı Yehud olduğundan sonradan bunlara Yahudi denilmiştir.
yafuf
Turaç kuşunun yavrusu.
ye's
Emelinden kesilmek. Ümidsizlik. Nevmid olmak. Matlubunun hâsıl olmasına ümidini kesmek.
yehud
Yakub (A.S.) ın büyük oğlunun adıdır.
yevm-i fasl
İnsanların kısım kısım ayrıldığı ve davalarının halledildiği kıyamet günü. Bundan başka kıyamet gününe aşağıdaki isimler de verilir: Yevm-ül cem', yevm-ül cevab, yevm-ül cezâ, yevm-üd din, yevm-ül ahd, yevm-ül feza-ul ekber, yevm-ül haşr, yevm-ül hisâb, yevm-ül ivaz, yevm-ül karar, yevm-ül karia, ye
yevmiye
Gündelik. Bir günlük çalışmanın neticesi alınan ücret.
Günlük hadiseleri günü gününe kaydetmeğe yarıyan defter, gazete.
za
"Bu, şu" mânalarına gelir. Ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hâkezâ: Bunun gibi, böyle.
zaarre
Kişinin ahlâk ve huyunun kötü olması.
zahih
Ateş közünün parlaması.
zahire
Dışarı fırlamış olan göz.
Günün yarısında devenin otlamaktan gelmesi.
zalim
(Çoğulu: Zılem-Zılmân) Deve kuşunun erkeği.
Kaymağı alınmadan içilen süt.
Hiç bozulmamış yerden kazılan toprak.
zaruriyyat-ı diniyye
İman edilmesi zaruri olan dinin esasları, (Allah Teâlâya, Âhiret gününe, Meleklere, Peygamberlere, Kitaplara ve hayrın ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmak.)
zat-ı nuru'l-envar / zât-ı nuru'l-envâr
Bütün nurlar Kendi nurunun zayıf bir gölgesi olan nurların nuru, Allah.
zecc
Süngünün arkasıyla vurmak.
Atmak.
Deve kuşunun yelmesi.
zefif
Çabuk davranan. Çevik.
Deve kuşunun yelmesi.
Gelini kocasına göndermek.
Hızla gitmek.
zegab
Kuş yavrusunun üstünde olan sarıca tüyler.
zelef
Burnun küçük ve ucunun, gerisine eşit olması. (O burun sahibine "ezlef" derler) (Müe: Zülefâ)
zelul
Yumuşak huylu. Sert başlı olmayan. İtaatlı ve râm olan.
Hecin devesi.
İnsanların emrindeki yeryüzünün hâli.
zemca
Kuş kuyruğunun çıktığı yeri.
zemel
Bir yanı üzerine çöküp öbür yanını yukarıya kaldırarak koşmak.
Devenin ayağına ârız olan aksaklık.
Su tulumunun sarkması.
zemka
Kuşun kuyruğunun bittiği yer.
zenne
Kadın kısmı.
Eskiden orta oyununda kadın rolü yapan erkek sanatkârlar hakkında kullanılan bir tâbirdi. Eskiden kadınlar, oyunda rol alamadıkları için erkekler kadın kıyâfetine girer ve oyunda kadın rolü yaparlardı.
zerzere
Sığırcık kuşunun ötmesi.
zeydiyye fırkası
Hazret-i Ali'yi sevdiğini söyleyip, diğer Eshâb-ı kirâma düşmanlık besleyen, onlar hakkında kötü sözler söyleyen şîanın kollarından. On iki imâmın dördüncüsü olan Zeynelâbidîn'in oğlu Zeyd'e tâbi olan ve hazret-i Ali, Eshâbın en efdalidir (üstünüdür); bununla berâber Ebû Bekr, Ömer, Osman'ın (r.anhü
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
ram olmak
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
muhakkıkin-i evliya
Dalālet
payan
efrad-ı beşer
halife-i ruy-i zemin
beter
ilhaf
Ve mizan
araç
müstamel
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
unun
Kovalayan
Sonraya
yenilikler
matuh
Ma-i
Cezbe
Takipçi
Sorgu
Değer bilen