REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te ulum ifadesini içeren 160 kelime bulundu...

adalet

  • Zulüm etmemek. Herkese hakkını vermek ve lâyık olduğu muâmeleyi yapmak. Mahkeme. Hak kanunlarına uygunluk. Haksızları terbiye etmek. İnsaf. Mâdelet. Dâd. Cenab-ı Hakk'ın emrini emrettiği şekilde tatbik etmek. Suçluya Allah'ın emrini icra etmek.

adil / âdil

  • Adâletli; hakkı gözeterek iş yapan, zulüm ve haksızlık etmeyen.
  • Îtikâdı doğru olan, büyük günâh işlemeyen ve küçük günâha devâm etmeyen yâni İslâmiyet'e uymaya çalışan sâlih müslüman.

adiyat / âdiyât

  • (Adiv. den ism-i faildir) Hızla koşmak, seyirtmek. (At, deve v.s. koşanların hepsine ıtlak olunabilir.)
  • Mc: Düşmanlık, zulüm.
  • Dâima muharebeye koşup hücum eden cemaat.
  • Uzaklık. (Kamus)

adl

  • Hakkaniyet. Adâlet üzere oluş. Cevr ve zulüm etmeyip nefislerde ve akıllarda istikameti kaim ve mâlum olan emir ve hâleti icra etmek. Doğruluk.
  • Her şeyi yerli yerince yapmak, beraber etmek.
  • Meyletmek.

alavere

  • Vapurlara kömür vermek için bordaya kurulan kademeli iskele.
  • Tulumbanın basıp emme suretiyle işlemesi.
  • Herc ü merc. Karışıklık, kargaşalık.
  • Bir şeyin elden ele verilerek veya atılarak aktarılması.

amair / amâir

  • (Tekili: Amâyir) (İmâret) İmâretler. Mâmur etmeler.
  • Sâlih fakirlerin veya kendisini idare edemiyen veya çalışamıyan talebe-i ulumun, fukarâ-i sâlihînin iâşesinin te'min edilmeleri.

amme / âmme

  • Tülbent sargı.
  • Su içinde üstüne binip yüzülen şişirilmiş tulum.
  • Umumi. Herkese ait.

anarşizm

  • Anarşiyi istiyen tahribci bir nazariye. Anarşistlik. İnsanın insan tarafından idaresi esasına dayanan her türlü devlet, hukuk düzenlerinin adaletsiz, haksız ve zulüm olduğunu iddia eden ve devletsiz, kanunsuz, her insanın kendi başına buyruk yaşıyacağı bir düzensizlik istiyenlerin görüşü.

asef

  • (Asf) Büyük kadeh.
  • Bir şeyi almak.
  • Yoldan çıkmak. Zulüm eylemek. Körü körüne gitmek.
  • Birisini istihdâm eylemek. Irgatlık etmek, tarlada işçilik etmek.
  • Ölüm. (Kamus'tan alınmıştır.)

asf

  • Büyük kadeh.
  • Zulüm ve zorla bir şeyi almak.
  • Zulüm. Haksızlık.
  • Can çekişme.
  • Emek çekip kâr kazanma.
  • Bir tarafa eğilme.
  • Sür'atle gitme.
  • Rüzgârın kuvvetle esmesi.
  • Taze ekin yaprağı.
  • Ekin taze iken biçme.

asuf

  • (Asf. dan) Çok zulüm eden. Çok zâlim.

ayn-ı zulüm

  • Zulüm ve haksızlığın ta kendisi.

azar

  • İncitme. Tâzib. Kırılma. Tekdir. Zulüm. Ukubet. (Farsça)

azar-dide

  • Zulüm görmüş. Küskün. (Farsça)

azar-reside

  • Zulüm görmüş, kırılmış, incitilmiş. (Farsça)

bağteten

  • Ansızın, zulüm, isyan.

bagy

  • Azgınlık. Zulüm, İsyan.
  • İstemek, talep etmek.
  • Haddini tecâvüz etmek.
  • Yaranın şişmesi.
  • (Yağmur) şiddetle yağmak.

bağy

  • Azgınlık, zulüm, isyan.
  • Zulüm, tecavüz.

bahs

  • Noksanlık. Azlık. Nâkıs. Az.
  • Akarsu ile sulanmayıp yağmur suyu ile mahsül alınabilen tarla.
  • Zulüm. İşkence.
  • Uzaklık.
  • Gümrük almak.
  • Göz çıkarmak.

baladesti / bâlâdestî

  • El üstünlüğü, galibiyet. (Farsça)
  • Zulüm. (Farsça)

bi-dad / bî-dad

  • Zâlimlik. Zulüm. İşkence. Adaletsizlik.Ne mümkün zulm ile bî-dâd ile imhâ-yı hakikat.Çalış, kalbi kaldır muktedirsen âdemiyyetten.

bidad / bîdâd / بيداد

  • Zulüm. (Farsça)

cale

  • Nehrin bir kenarından diğer kenarına geçebilmek için ağaçtan, sazdan veya şişirilmiş tulumlardan yapılan sal. (Farsça)

cefa

  • Eziyet. Sıkıntı. Zulüm.
  • Bir şey yerinde durmayıp bir tarafa ayrılmak.

cenah

  • Kanat, taraf, kısım. (Vicdanın ziyası ulum-u diniyyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacı ile hakikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassub, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder. Mün.)

çeres

  • Zindan, hapishane. (Farsça)
  • Zulüm, işkence. (Farsça)
  • Mer'a, otlak. (Farsça)
  • Üzüm teknesi. (Farsça)

cereyan-ı nemrudane / cereyan-ı nemrudâne

  • Nemrud gibi zulüm ve zorbalıkla ve dinsizlikle iş gören akım.

cevir / جور

  • (Cevr) Cefa, eziyet, sıkıntı, üzüntü. Zulüm.
  • Tas: Tarikat adamının ruhen ilerlemesine mâni olan şey.
  • Haksızlık, üzülme, üzme, zulüm. (Arapça)
  • Cevir çekmek: Acı çekmek, zulüm görmek. (Arapça)

cevr / جور

  • Zulüm, haksızlık; adâletin zıddı.
  • Haksızlık, üzme, üzülme, zulüm. (Arapça)
  • Cevr etmek: Haksızlık etmek, üzmek, acı çektirmek. (Arapça)

cevr ü zulm

  • Ezâ ve zulüm.

cinan-ı ulum / cinan-ı ulûm

  • İlm-i Kur'ân ve imân cennetleri. Maarif-i İlâhiye ve tahkikî ve yakinî imân derslerinin okunduğu ulemâ-i İslâm ve talebe-i ulûm meclisleri.

dahmes

  • Sirke tulumu.
  • Her nesnenin karası.

davz

  • Zulmetmek, zulüm yapmak.
  • Çiğnemek.

daym

  • Zulüm. Sıkıntı. İhtiyaç.

dehş

  • Bulanıklık, karanlık. Zulümat. (Farsça)
  • Bir işe başlama. (Farsça)

devr-i istibdad

  • İstibdat devri, baskı ve zulüm dönemi.

devr-i istibdat

  • Baskı ve zulüm dönemi.

devre-i istibdat

  • Zulüm ve zorbalık dönemi.

deyacir

  • (Tekili: Deycür) Karanlıklar, zulümatlar.

düci

  • (Tekili: Dücye) Karanlıklar, zulümat.

ehl-i gaflet ve tuğyan

  • Gaflete dalanlar ve zulüm ve taşkınlıkta çok ileri gidenler.

ehl-i tuğyan

  • Azgınlık ve taşkınlık yapanlar, zulüm ve küfürde çok ileri gidenler.

enva-ı zulm / envâ-ı zulm

  • Zulüm çeşitleri.

esaret-i hayvani / esaret-i hayvanî

  • Hayvanlara yakışır bir esirlik. Zulüm, işkence ve haksızlık içinde hayat geçirmek.

eşedd-i zulm-ü nemrudane

  • Nemrud'un yaptığı gibi şiddetli zulüm.

eşedd-i zulüm / اَشَدِّ ظُلُمْ

  • En şiddetli zulüm.

eys

  • Varlık. Vücud. Mevcud.
  • Kahir. Zulüm.
  • Zarar, ziyan.
  • Ümidsiz olmak. Ye'se düşmek.

eza

  • Ticarette kaybetme, zarar etme.
  • Kibir ve gururunu bıraktırma.
  • Sıkıntı, eziyet, zulüm, cevr, sitem, renc, incinmek. İnsanın kerih görüp mahzun olduğu şey.
  • Hayır ve sadaka yoluyla mal vermede gururlanmak. Tetavül etmek.

gadir / غَدِرْ

  • Zulüm, acımasızlık, hıyanet.
  • Zulüm.

gadirli

  • Zulümlü.

gadirsiz

  • Zulümden kaçınarak, âdaletli davranarak.

gadr / غدر

  • Zulüm, acımasızlık.
  • Verdiği sözde durmamak.
  • Zulüm, haksızlık.
  • Hainlik, vefasızlık, zulüm, merhametsizlik, haksızlık.
  • Haksızlık, zulüm. (Arapça)

gadr-ı mutlak

  • Tam zulüm ve merhametsizlik.
  • Mutlak gadr, zulüm.

gadren / غَدْرَنْ

  • Zulümle.

garb

  • (Çoğulu: Gurub) Güneşin battığı taraf. Batı.
  • Sığır derisinden yapılan büyük kova.
  • Sakaların su koydukları büyük tulum.
  • Atıldıktan sonra bulunmayan ok.
  • Yürügen at.
  • Nasır acısı (gözde olur).
  • Göz yaşı.
  • Göz yaşının geldiği damar.
  • Ke

gaşm

  • Zulüm etmek, zulüm yapmak.

gerziş

  • Zulümden şikâyet etme. (Farsça)

hakn

  • Sütü tuluma koyup toplamak ve sağıldıkça üzerine koymak.
  • Men etmek, engel olmak.

hamit

  • Şiddetli, sağlam.
  • Üzerinde kıl olmıyan yağ tulumu.

handefeşan

  • Gülümsemeler dağıtan, gülmeler saçan. (Farsça)

hangah

  • Allah rızası için ve misafirleri minnet altında bırakmamak ihlâsı ile fakir ve dervişlere ve talebe-i uluma yemek verilen ve misafir edilen yer. (Farsça)

hayf

  • (Hayfâ) Emansızlık. Haksızlık. Zulüm. Cevr. (Vah vah, yazık, eyvah, yazıklar olsun meâlinde söylenir.)

herir / herîr

  • Köpek uluması.
  • Köpek hırlaması.

herr

  • Köpek uluması, köpek hırlaması.

hik / hîk / خيك

  • Tulum.
  • Tulum. (Farsça)

hikçe / hîkçe

  • Küçük tulum. (Farsça)

i'tisaf

  • Zulüm ve haksızlık etmek. Doğru yoldan ayrılmak. Haksızlık.
  • Haksızlık, zulüm, doğru yoldan ayrılma.

ibtisam

  • Tebessüm etmek. İnce ve hafif gülümsemek.

ichaf

  • Zulüm etme, gaddarlık.
  • Gidermek.
  • Noksan etmek, eksiltmek.

ilhad

  • Zulüm yapma, eziyet etme.

ilm-i alet / ilm-i âlet

  • Ulûm-i âliyye denilen sekiz yüksek din bilgisini öğrenebilmek için lâzım olan yardımcı ilimlerdir. Bunlara ulûm-i ibtidâiyye, başlangıç ilimleri de denir. Ulûm-i âliyye şunlardır:Tefsîr, usûl-i kelâm, kelâm, usûl-i hadîs, ilm-i hadîs, usûl-i fıkh, fı kh, ilm-i tasavvuf. Böylece din bilgileri yirmi o

istem

  • Zulüm ve sitem.

istibdad

  • Başlı başına olmak. Keyfî idare sistemi.
  • Zulüm ve tahakküm. İdaresi altındakilerin istemediği şeyleri yalnız kendi keyfine göre zorla ve zulümle yaptırmaya çalışmak. Kanun ve nizamlara bağlı olmayarak, çok defa da kanun namına kanunsuzluk yaparak, keyfi hükmünü icra ettirmek. Kimseyi

istibdad-ı rezile

  • Alçakça baskı, zulüm.

istibdad-ı şeytani / istibdad-ı şeytanî

  • Şeytanca baskı, zulüm.

istibdadat-ı acibe / istibdâdât-ı acîbe

  • Hayret verici baskılar, zulümler.

istinahe

  • Yaygarayı basma.
  • Ağlamak isteme.
  • Kurdun uluması.

jaji / jajî

  • Tereyağı ile karışık peynirin tuluma konan şekli. (Farsça)

kabiliyet-i zulüm

  • Zulüm yapma kabiliyeti, potansiyeli.

kahır

  • Aşırı üzüntü, acı, keder.
  • Ezici davranış, zulüm.
  • Baskı ile iş gördürme, zorlama.

kahr ü cehl

  • Zulüm ve cehalet.

kelm

  • (Çoğulu: Külum-Kilâm) Cerâhat.

kırba

  • (Çoğulu: Kıreb-Kırebat) Saka tulumu. Deriden su kabı.
  • Tıb: Çocuklarda karın şişmesi.
  • Süt tulumuna da kırba denir.
  • 13 bin dirhemlik veya 32 okıyyelik bir kab.

lahif

  • Zulüm görmüş, ıztırab ve sıkıntı çekmiş.

makam-ı tasdik

  • Doğruluma makamı, konumu.

mazalim

  • (Tekili: Mazleme) Haksızlık ve adaletsizlikler. Zulümler.
  • Adâlet dâiresi.

mazleme

  • (Çoğulu: Mezâlim) Zulüm ve adaletsizlik. Haksızlık. Can yakma.

mazlum / mazlûm / مظلوم

  • Zulüm görmüş. Kendine zulmedilmiş.
  • Halim, selim, sakin, sessiz.
  • Zulüm görmüş, sessiz.
  • Zulum gören.

mazlumane / mazlûmâne

  • Zulüm görmüşe yaraşır surette.
  • Sessizce. Sessizlikle.
  • Zulüm görmüşcesine.

mazlumin / mazlumîn

  • Zulüm görmüş kimseler.

mazlumiyyet

  • Mazlumluk. Zulüm görmüşlük.
  • Sessizlik, yavaşlık.

mazmun

  • Meâl. Mâna. Mefhum.
  • Nükteli, san'atlı, ince söz.
  • Ödenmesi lâzım olan.
  • Fık: Gasb, telef veya zulüm sebebi ile ödenmesi lüzum etmiş şey.

mebsem

  • (Çoğulu: Mebâsim) Tebessüm etmek, hafif gülümsemek.

medaris

  • Medreseler. Ders okunan yerler. Talebe-i ulumun ikametgâhları. Din, imân, ahlâk dersi ve fenni ilim okutulan ve aynı zamanda talebenin ikamet ettiği mektebler.

medrese-i yusufiye

  • Hz. Yusuf'un (A.S.) iftira, haksızlık ve zulüm ile hapiste kalmasından kinâye olarak, İmân ve Kur'an hizmetinden dolayı tevkif edilenlerin hapsedildiği yere verilen isim.

meşk

  • Kırba. Tulumdan yapılmış su kabı. (Farsça)

meyl-i zulüm

  • Zulüm yapma meyli, eğilimi.

mezalim / mezâlim / مظالم / مَظَالِمْ

  • Zulümler. Haksızlıklar. Eziyet ve işkenceler.
  • Zulümler.
  • Zulümler.
  • Zulümlerr. (Arapça)
  • Zulümler.

mis'eb

  • Bal konulan tulum, bal tulumu.

mu'tesif

  • (Asf. dan) Zulüm yapan. Doğru yoldan ve adaletten ayrılıp haksızlık yapan.

mübtesim

  • (Tebessüm. den) Gülümsiyen, tebessüm eden.

muhacir / muhâcir

  • İslâmiyet'in başlangıcında, sırf müslüman oldukları için Mekkeli müşriklerin zulüm ve işkencelerine mâruz kalıp, dinlerini, îmânlarını korumak için, evlerini, mallarını ve mülklerini bırakarak Resûlullah efendimizin izni ile önce Habeşistan'a, son ra Medîne-i münevvereye hicret eden Mekkeli

musadere

  • Zulüm ve cebir etmek.

müsadere

  • (Sudur. dan) Yasak edilen bir şeyin kanuna göre elden alınması. Zulüm ve cebir.

mutazallim

  • (Çoğulu: Mutazallimîn) (Zulm. den) Kendisine yapılan haksızlık ve zulümden şikâyet eden, sızlanan.

mutazallimane / mutazallimâne

  • (Zulm. den) Kendine yapılan zulüm ve haksızlıkdan dolayı sızlanan kimseye yakışır şekilde.

mutazallimin / mutazallimîn

  • (Tekili: Mutazallim) (Zulm. den) Sızlananlar. Kendilerine yapılan haksızlık ve zulümden dolayı şikâyet edenler. Tazallüm edenler.

mütebessim / متبسم

  • (Besm. den) Tebessüm eden. Hafif ve lâtif tarz ile gülen. Gülümseyen.
  • Gülümseyen.
  • Gülümseyen, tebessüm eden. (Arapça)

mütebessimane / mütebessimâne

  • Gülümseyerek, tebessüm ederek, mütebessim olarak. (Farsça)

na'ra

  • (Çoğulu: Na'rât) Yüksek sesle uzun uzun bağırma.
  • Tar: Eskiden yangına giderken ve dönerken kalabalık caddelerde, geçitlerde, dönemeçlerde, meydanlarda tulumbacıların içlerinden "naracı" adı verilen birinin bağırması yerinde kullanılır bir tâbirdir. Nâra atmakla yangın münasebetiyle s

ne-şebperestem

  • Karanlık ve zulümatı seven ve isteyen değilim.

nebh

  • Köpeğin ürüyüp uluması.

nebih

  • İt avazı, köpek uluması.

nıhv

  • (Çoğulu: Enhâ) Tulum. Yağ tulumu.

nimhande

  • Gülümseme, tebessüm. (Farsça)

perçem

  • Kâkül. (Farsça)
  • Tepede bırakılan saç. (Farsça)
  • Mızrak ve bayrak gibi şeylerin başlarına konulan püskülümsü şeyler. (Farsça)

perde-i müstebidane

  • Yapılan baskı ve zulüm perdesi.

şahik-ul-cebel / şâhik-ul-cebel

  • Dağda, çölde veya baskı ve zulüm rejimleri altında yaşayıp da peygamberleri ve onların getirdikleri dinleri işitmemiş kimseler.

sebeb-i istibdat

  • Baskı, zulüm sebebi.

şehid-i ahiret / şehîd-i âhiret

  • Bir kimsenin Allah için olan cihâdın hazırlığı esnâsında tâlimlerde veya zulüm ile öldürülmesi veya cihâdda ve eşkıyâ, âsî, yol kesici, gece hırsızla vuruşmada yaralanarak hemen ölmeyip bir namaz vakti çıkıncaya kadar yaşayan veya başka yere götürülü p, orada ölen. Âhiret şehîdi.

sekkaki / sekkakî

  • (Hi: 555-626) Harzem'li olup edebiyat ve kelâm ilminde çok kıymetli ve mühim bir İslâm âlimidir. "Miftâh-ül Ulûm" isminde sarf ve nahivden ve aruz kafiyesinden bahseden eseri vardır. Sadeddin-i Taftazanî bu kitabı şerhetmiştir.

şemşir-i zulm

  • Zulüm kılıcı.

şetat

  • Hadden aşırı olmak.
  • Hakdan uzak.
  • Zulüm, cevr, yalan, kizb, saçma.

setih

  • Arkası üstüne yatmış.
  • Dağarcık.
  • Büyük tulum.

sevm

  • Satılık bir şeye kıymet takdir etme, paha biçme.
  • Su-i kasd. Zulüm ve minnete giriftar etmek. Derde sokmak.
  • Dağlamak.
  • Başına buyruk olup istediği yere gitmek.
  • Kuş havada dolaşmak.
  • Satışa arzetmek.
  • Satın almak istemek.
  • Fâide yetiştirmek.<

sitem / ستم

  • Haksızlık, zulüm. (Farsça)
  • Nâzikâne çıkışma. (Farsça)
  • Eziyet, cefa. (Farsça)
  • Zulüm. (Farsça)
  • Haksızlık. (Farsça)

sitem-kar / sitem-kâr

  • (Çoğulu: Sitemkârân) Haksızlık ve zulüm yapan. Zâlim. (Farsça)

sitem-keş

  • Zulme ve haksızlığa uğrayan. Zulüm çeken. Mazlum. (Farsça)

sitem-reside

  • Siteme uğramış, zulme uğramış. Zulüm çekmiş. (Farsça)

süveyda-ül kalb

  • (Sevâd-ül kalb, Sevdâ-ül kalb) Kalbin ortasında varlığı kabul edilen siyah nokta. Kalbdeki gizli günah. Buna Habbet-ül kalb, Esved-ül kalb de denir. Kalbdeki basiret mahalli diye bilinir. Eskiden bir kısım muhakkikler, kalbin mezkur mahalline; Mahall-i ulum-u diniyye demişler. Ekseriyyetle mahall-i

süyuti / süyûtî

  • Osmanlı dönemi medreselerinde okutulan tefsir metodu ile ilgili imam Suyûtî'nin "el-itkân fî ulûmi'l-Kur'ân" adlı eseri.

taaddi / taaddî / تعدی

  • Zulüm. (Arapça)
  • Haksızlık. (Arapça)
  • Taaddî etmek: (Arapça)
  • Zulmetmek. (Arapça)
  • Haksızlık etmek. (Arapça)

taadiyat / taadiyât / تعدیات

  • Zulümler. (Arapça)
  • Haksızlıklar. (Arapça)

tagallüb

  • Baskı ve zulüm yapma.

tagun

  • Azgın kimseler.
  • Cenab-ı Hakk'ın emir ve kanunlarından gaflet edip haksızlık edenler, zulüm edenler.

tebagi

  • Birbirine zulüm etmek.

tebessüm / تبسم

  • Gülümseme. Nazikâne ve dişlerini göstermeyerek gülme.
  • Gülümseme.
  • Gülümseme, kendinin işitmeyeceği şekilde sessiz gülme.
  • Gülümseme.
  • Gülümseme. (Arapça)
  • Tebessüm etmek: Gülümsemek. (Arapça)

tebessüm etme

  • Gülümseme.

tebessüm-künan

  • Gülümser tarzda, gülümseyerek. (Farsça)

tebessümat

  • (Tekili: Tebessüm) Gülümsemeler, tebessümler.

tebessümkarane / tebessümkârane / tebessümkârâne

  • Gülümsercesine.
  • Gülümsercesine.

tebia

  • Zulümle ve zorla alınmış olan kumaş.

tecribi ilimler / tecribî ilimler

  • Tecribe ve müşâhede (gözlem) ile elde edilen bilgiler, ulûm-i akliyye (aklî ilimler).

tefer'un

  • Firavunlaşma. Zâlimlik etme, zulüm yapma.
  • Çok fazla kibirlenme.

tetavül

  • Uzun olma, uzama.
  • Zulüm etme.
  • Birbirine muhalefet, kibir ve taazzum etme.
  • Musallat olma.
  • Mugayeret eylemek.

tugyan

  • Zulüm ve küfürde çok ileri gitmek. Azgınlık, taşkınlık. Taşkın mizaçlılık.
  • Kan galebe etmesi hali.
  • Resmî devlet kuvvetlerine karşı durmak.
  • Su baskını.

tuğyan

  • Zulüm ve küfürde çok ileri gitmek, azgınlık, taşkınlık.
  • Azgınlık, taşkınlık, zulüm ve küfürde çok ileri gitme.

tulme

  • (Çoğulu: Tulum) Ekmek.
  • Havuz dibinde kalan su.

udvan

  • Düşmanlık, haksızlık, zulüm.

ukke

  • Tulum, deriden yapılan kap.
  • Tulum; deriden yapılan kab.
  • Tulum, deri kap.

varidat-ı zulmiye

  • Zulüm yoluyla sağlanan girdiler, menfaatler.

vatb

  • (Çoğulu: Vitâb-Evtub) Süt kabı ve tulumu.

vika' / vikâ'

  • (Çoğulu: Evkiye) Kırba ve tulum ağzını bağladıkları nesne.

zalim / zâlim / ظالم

  • Zulmeden, zulüm yapan.
  • Zulüm eden. (Arapça)

zaman-ı istibdat

  • Baskı, zulüm dönemi.

zaman-ı isyan ve tuğyan ve küfran

  • İtaatsizlik, zulüm ve küfürde çok ileri gitme ve Allah'ın varlığına, birliğine inanmama, nimetini inkar etme devri.

zemel

  • Bir yanı üzerine çöküp öbür yanını yukarıya kaldırarak koşmak.
  • Devenin ayağına ârız olan aksaklık.
  • Su tulumunun sarkması.

zeyh

  • (Zeyhân) Zulüm etmek. Haktan uzaklaşmak.

zeyhan

  • Zulüm etmek. Zâlimlik yapmak.

zıkki / zıkkî

  • Deriden yapılmış su tulumu.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın