REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te toprak ifadesini içeren 226 kelime bulundu...

acak

  • “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır Ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” Gazi Mustafa Kemal Atatürk
  • “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır Ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” Gazi Mustafa Kemal Atatürk
  • Toprak. (Farsça)

afer

  • Toprak. Yer. Arz.
  • Ekin suladıkları vaktin evveli.

ahşican

  • (Tekili: Ahşic) Zıtlar. Dört unsur. (Toprak, su, ateş, hava.) (Farsça)

akır / âkır

  • Kısır, verimsiz, kumlu toprak.
  • Çocuksuz kadın.
  • Oğlu veya kızı olmayan erkek.
  • Yaralayan, yaralayıcı.

alem-i turab / âlem-i turab

  • Toprak âlemi, dünyası.

alüvyon

  • Nehirlerin sürükleyerek taşıdığı toprak.

anasır-ı erba'a / anâsır-ı erba'a / عناصر اربعه

  • Dört unsur ateş, hava, su, toprak.

anasır-ı erbaa / anâsır-ı erbaa

  • Dört unsur: Toprak, hava, su, nur (veya ateş).

anasır-ı külliye / anâsır-ı külliye

  • Büyük unsurlar; toprak, hava, su, ateş.

anasır-ı zahiriye / anâsır-ı zahiriye

  • Görünen unsurlar; toprak, ateş, hava, su.

anasır-ıerbe'a / anâsır-ıerbe'a

  • Dört temel unsur. Maddelerin asıllarını teşkil ettiği kabûl edilen dört unsur; toprak, su, hava, ateş.

arazi / arâzi / arâzî

  • (Tekili: Arz) Yerler. Ekilen toprak. Ekilen yerler.
  • Yerler, topraklar, tarlalar.

arazi-i haliye / arâzi-i hâliye

  • Boş, sahipsiz bırakılmış topraklar.

arazi-i haraciyye / arâzi-i harâciyye

  • Harac vergisine tâbi olan topraklar. Müslüman olmayanlardan sulh ile alınıp harac vergisi karşılığında mülkiyeti eski sâhiplerine bırakılan veya harbde zorla alınıp müslüman olmayan sâhiplerinin elinde bırakılan, yâhut zımmînin (müslüman olmayan vata ndaşın) müslüman hükümdârın izni ile işlediği ölü

arazi-i metruke / arâzi-i metrûke

  • Terk edilmiş, bırakılmış topraklar, araziler.

arazi-i mevat / arazi-i mevât

  • Huk: Hiç kimse tarafından kullanılmayan ve halka verilmeyen, meskun mahallerden biraz uzakta bulunan taşlık ve kıraç arazi.
  • İşlenmemiş toprak.

arazi-i miriyye / arâzi-i mîriyye

  • Mîrî yâni devlete âit topraklar. Harp ile alınarak, gâziler arasında taksim edilmeyip, beytülmâle (devlet hazînesine) bırakılan veya uşr yâhut harac toprağı iken sâhibi ölüp, hiç mîrasçısı bulunmayan topraklar. Arâzi-i Memleket, Arâzi-i Emîriyye de denir.

arazi-i mukaddese / arâzi-i mukaddese

  • Mukaddes yerler. Kudsi topraklar.

arazi-i uşriyye / arâzi-i uşriyye

  • Mahsûlünden (ürününden) uşur denilen zekatın alındığı topraklar. Müslüman devletlerde harb ile alınıp gâzîlere (askerlere) taksim edilen veya isteyerek İslâm'ı kabûl edenlerin ellerinde bırakılan yâhut devlet reisinin (başkanının) izni ile müslümanlar tarafından işlenip faydalanılır hâle getirilen m

aristokrasi

  • yun. Âlimlerin ve cemiyette en iyilerin iktidarına dayanan hükümet şekli. Tarihte soylu, imtiyazlı, toprak sahibi, zenginlerin hâkimiyetine dayanan hükümet şekli. Bu şekli ile oligarşi veya plütokrasi adıyla da anılmaktadır. İmtiyazlı azınlığın, çoğunluğu idare etmesidir.

arz

  • (Erz) Yeryüzü, toprak, zemin, dünya.
  • Aşağı ve alçak.
  • Memleket, ülke.
  • Küre.
  • İklim.
  • Davarın ayağının altı.

arzi / arzî

  • (Arziye) Toprağa ait ve müteallik. Yere ait, toprakla alâkalı.
  • Semavî olmayan. Beşerî olan.

aşar / âşâr

  • Öşürler, toprak ürünlerinin vergileri.

azoik

  • En eski jeolojik zaman.
  • İçinde fosil bulunmayan toprak.

baire

  • Sürülmemiş, ekilmemiş, sert toprak.

balast

  • ing. Demir yollarında traverslerin altına; şoselerde ise düzeltilmiş toprak üzerine döşenen taş parçaları.

bayir

  • Sürülmemiş, açılmamış, sert, ham toprak.

berr / بر

  • Yer, toprak, kara.
  • (Çoğulu: Ebrâr) Va'dinde sâdık. Sözünde duran. Muhsin. Keremkâr.
  • Nimetleri herkese, umuma ihsan eden.
  • Gerçeklik, sıdk.
  • Susuz, kuru yerler.
  • Toprak. Yeryüzü, yer.
  • Doğru sözlü, hayır işleyen kimse.
  • Kara, toprak.
  • Toprak. (Arapça)
  • Kara. (Arapça)
  • Kıta. (Arapça)

bevga

  • Yumuşak toprak.

bıka

  • (Tekili: Buka) Topraklar, memleketler, ülkeler.

bika'

  • (Tekili: Buk'a) Ülkeler, memleketler. Topraklar, yerler.

bum

  • Yer, toprak, zemin, memleket, yurt. (Farsça)
  • Huy, haslet, tabiat. (Farsça)
  • Sürülmemiş tarla, arazi. (Farsça)

cadis

  • Viran, harap, yıkık.
  • Çorak, kurak, işlenmemiş, ekilmemiş toprak, gelir getirmeyen boş arazi.

ce'b

  • Kesbetmek, elde etmek, kazanmak.
  • Yaban eşeğinin büyüğü.
  • Kırmızı toprak boya.
  • Göbek.

cebe'

  • Kuyu içinden çıkan toprak ki, etrafına öbek öbek dökerler.

cerda

  • Mahrum, çıplak.
  • Tüysüz, dazlak.
  • Çorak, verimsiz toprak, arazi.
  • Karıştırılmamış.

cerre

  • (Çoğulu: Cürr-Cirar) Topraktan yapılan desti ve bardak.
  • Ağaçtan yaptıkları su kabı.

cezire

  • Ada. Dört tarafı su ile çevrilmiş toprak parçası. (Üç tarafı su ile çevrili kara parçasına yarımada denir.)

cirar

  • (Tekili: Cerre) Toprak testiler.

circis

  • Mühür yapılan mum.
  • Toprak.
  • Küçük üvez.

coğrafya

  • Yeryüzünün şimdiki hâlini çeşitli cihetlerden inceleyen ilim. Bölümlerinden olan Fizikî Coğrafyada: Karalarla denizlerin durumları ve iklimleri;İktisadî Coğrafyada: Toprak mahsulleri, sanayi ve ticaret işleri;Siyasî Coğrafyada: Irk, dil, millet hususiyetleri ve devlet sınırları anlatılır.Bunlardan b

çorak

  • Verimsiz toprak.

cumhur

  • Halk topluluğu. Hey'et, takım. Aynı kararı veya hükmü kabul edenler.
  • Âlimlerin çoğu, ekseriyeti.
  • Seçimle idare edilen devlet.
  • Bir yere toplanmış kum, toprak.

cürf

  • Dere kenarında selin dibini yalayıp oymuş olduğu bıçık üzerinde kalan toprak veya çamur çıkıntısıdır ki, her an için yıkılıp çökmeğe hazır bir vaziyette bulunur.
  • Estiyan adı verilen bir ot.

dabbetü'l-arz / dâbbetü'l-arz

  • Kıyâmet alametlerinden olup topraktan çıkan varlık.

dahhas

  • (Çoğulu: Dehâhis) Toprak içinde kaybolup bulunmayan küçük bir böcek.

dak'a

  • Toprak.

defn

  • Cenâzenin yıkanıp kefenlendikten ve namazı kılındıktan sonra kabre konularak üzerinin toprakla örtülmesi.

delik

  • Hurma ve yağdan yapılan bir yemek.
  • Oğmaç aşı.
  • Rüzgârın yerden savurup tozuttuğu toprak.

delta

  • yun. Nehirlerin taşıdığı toprakların (alüvyonları) akarsuyun, denize veya göle döküldüğü yerde yığılmasıyla meydana gelen kısım.

derebeyi

  • Ortaçağda kendi arazisi içindeki insanlara istedikleri gibi hükmeden, devamlı olarak birbirleriyle savaşan geniş toprak sahiplerinden her biri.
  • Mc: Asi, zorba.

desse

  • Toprak içinde gömülüp yatan bir nevi yılan.

dig

  • Topraktan yapılmış tencere, çömlek. (Farsça)

dıkka

  • (Çoğulu: Dükuk) Rüzgârın savurduğu toprak.
  • Uzaklaşmış olan şey.

diyar / diyâr / دیار

  • Ülke, topraklar, memleket. (Arapça)

ebu-t-turab

  • Hz. Alinin (R.A.) bir lâkabı. (Bu isim Hz. Ali Radiyallahu anh, toprak üzerine oturduğu veya yattığından dolayı tevâzuuna işareten Peygamber Efendimiz (A.S.M.) tarafından verilmiştir.)

ehun

  • Toprakta meydana gelen delik, yarık. (Farsça)

ekalim / ekâlîm / اقاليم

  • Ülkeler. (Arapça)
  • Büyük toprak parçaları. (Arapça)

elcezire

  • Mezopotamya. Dicle ve Fırat nehirleri arasında bulunan yerin adı. Bugün Irak'ın toprakları arasındadır.

emval-i zahire / emvâl-i zâhire

  • Zekât hayvanları ve topraktan elde edilen mahsûl gibi gizlenmesi mümkün olmayan mallar.

enbire

  • Üzeri toprakla sıvalı olan damlarda sıvanın altına konulan çalı, saz, talaş gibi şeyler. (Farsça)

enzad

  • (Tekili: Nazad) Şanlı, şerefli, namlı ve tertibli kimseler.
  • Toprak tabakaları.

etribe

  • (Tekili: Turab) Topraklar.

evani-i turabe / evânî-i turâbe / اوانى ترابه

  • Toprak çanak çömlek. (Arapça - Farsça)

evtan

  • (Tekili: Vatan) Vatanlar, insanın doğup büyüdüğü ve sevdiği memleketler, hatta uğrunda can verilen topraklar.

eyalat / eyâlât / ایالات

  • Eyaletler. (Arapça)
  • Memleketler, topraklar. (Arapça)

fahhar

  • Çok öğünen. Çok iftihar eden. Fahur.
  • Çanak, Çömlek. Toprak testi.

falih

  • İsteğine kavuşan. Kurtulan. Felâh bulan.
  • Toprak süren. Çiftçi.

fence

  • Bir nevi toprak çanak.

fetih

  • Açma; bir şehir veya ülkeyi İslâm topraklarına katmak.

feyha

  • Bir nevi toprak çanak.
  • Genişlik, vüs'at.

fial

  • Çocuk oyunudur. (Bir şeyi toprak içinde gizleyip sonra taksim edip "hangimizin hissesinde çıkar" diye ararlar.)

gabra

  • Yeryüzü, toprak, arz.
  • Nebat envâından bir nev'i.
  • Kuraklık, kıtlık.
  • Çok tuzlu.
  • Toprak rengi.

gavl

  • (Çoğulu: Gavâyil) Helâk etmek.
  • Kin tutmak.
  • Çok miktar toprak.
  • Feyizden uzaklık.

gavta

  • Ağaçlık, sulak yer.
  • Toprakta çukurluk.

gerd

  • Baht, talih. Fayda. (Farsça)
  • Toz, toprak. (Farsça)
  • Hüzün, keder, gam, tasa. (Farsça)

gerd-alud / gerd-âlûd

  • Toz toprak içinde. (Farsça)

gerd-alude / gerd-âlûde

  • Toza toprağa bulaşmış, tozlu topraklı. (Farsça)
  • Mc: Maddiyatı olan kimse, paralı, zengin. (Farsça)

gil

  • Su ile ıslanmış toprak, balçık. Lüleci çamuru, kil. (Farsça)

gird-alud

  • Toz toprak içinde kalmış, toza bulanmış. (Farsça)

gubre

  • Toprak renkli olmak.

gubşe

  • Toprak renkli omak.

güveç

  • Yemek pişirmeye mahsus toprak kap.

hafer

  • Çukurdan çıkartılan toprak.
  • Dişin çürümüş kısmı veya kiri.

hak / hâk / خاک

  • Toprak.
  • Toprak. Turab. (Hâk ol ki, Hüdâ mertebeni eyleye âli.Tâc-ı ser-i âlemdir o kim hâkk-ı kademdir.) (Farsça)
  • Toprak.
  • Toprak. (Farsça)
  • Hâk ile yeksân edilmek: Yerle bir edilmek. (Farsça)
  • Hâk ile yeksân etmek: Yerle bir etmek. (Farsça)
  • Hâk ile yeksân olmak: Yerle bir olmak. (Farsça)

hak ile yeksan / hâk ile yeksan

  • Toprakla bir yıkık, harap, yerle bir.

hak-i harim / hâk-i harîm

  • Kutsal toprak.

hak-i pak / hâk-i pâk

  • Temiz toprak.

hak-pay / hâk-pay

  • Ayağın tozu, ayağın toprağı. Ayağın batığı toprak. (Farsça)

hak-sar / hâk-sar

  • Toz toprak içinde kalmış. Perişan hâlli. (Farsça)

hakbiz / hakbîz

  • Toprak kalburu. (Farsça)

haki / hakî / hâkî / خاكى

  • Toprak rengi. Toprakla alâkalı. (Farsça)
  • Toprakla ilgili.
  • Hâki, toprak rengi. (Farsça)
  • Toprak ile ilgili. (Farsça)

hantem

  • (Çoğulu: Hanâtim) Kara bulut.
  • Desti.
  • İbrik.
  • Topraktan yapılan kap.

harac

  • Güçlük, sıkıntı, eziyet.
  • Bir farzı yapma veya haramdan sakınma esnâsında karşılaşılan güçlük.
  • Müslüman olmayan vatandaşlardan seneden seneye alınan toprak vergisi.
  • Vaktiyle müslüman olmayan vatandaşlardan alınan vergiye denirdi. Arazi hasılatından veya çalışanların emeğinden elde edilirdi. Reşit ve vücudu sağlam olan gayr-ı müslim erkek verirdi. Buna harac-ı rüus veya cizye denirdi. Topraktan alınan vergiye de harac-ı araziye denilirdi.

hasa

  • Toprak saçmak.

hashas

  • Toprak.
  • Ufak taş.

hasv

  • Toprak saçmak.
  • Az birşey vermek.

hasva'

  • Toprak parçası.

hayta

  • Serseri, serkeş kimse.
  • Ask: Osmanlılarda görevli bir sınıf askere verilen ad. Hayta birlikleri, üstün savaş kabiliyeti olan askerlerden kurulur, lüzumunda düşman topraklarına akın yapmak için de kullanılırdı. Sonraları düzenleri bozulduğunda eşkiyalığa başladılar; bundan dolayı "hayt

hazabi / hazabî

  • (Tekili: Hizbâ) Arızalı topraklar, engebeli yerler.

hazefat-ı safile / hazefât-ı sâfile

  • Kıymetsiz şeyler; çamurdan, topraktan yapılmış kiremit, tuğla, çanak, çömlek gibi değersiz şeyler.

hazefiyye

  • Çanak çömlek gibi topraktan yapılan şeyler ve bunları yapma san'atı.

heyelan / heyelân / هيلان

  • Toprak kayması.
  • Toprak kayması.
  • Toprak kayması, heyelan. (Arapça)

heyrea

  • Çoban düdüğü.
  • Meyyitin kabrine toprak dökmek.

hidemat-ı şakka

  • Taş taşımak, toprak kazmak gibi, mahkûmlara yaptırılan ağır hizmetler.

hizba

  • (Çoğulu: Hazâbî) Engebeli arazi, ârızalı toprak.

höyük

  • Kazıldığında içinden eski eserler çıkan alçakça toprak tepe.

husve

  • Topraklı yer.

ibrik

  • (Çoğulu: Ebârik) Topraktan, tenekeden, hattâ bakırdan, gümüşten, altundan yapılan emzikli su kabı.
  • Abdest almağa, çay, kahve v.s. yapmağa yarayan ayrı ayrı ve türlü türlü kaplar.
  • İyi ve parlak kılıç.

ihya-ı mevat / ihyâ-ı mevât

  • Faydalanılmayan ölü toprakları işlemek, faydalanılır hâle getirmek.

ılgar

  • Düşman topraklarına ansızın yapılan hücum, akın.
  • Başıboş hayvanın dörtnala koşması.

indisas

  • Toprak altına gömme.

intaş

  • (Tohum) toprakta çimlenme.

ırak-ı arab / ırâk-ı arab

  • Arap Irak. Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan ve Bağdat'ın kuzeyine kadar uzanan topraklara Osmanlı İmparatorluğu zamanında verilen isim.

ıştın

  • Toprak kandili.

iştin

  • Toprak kandil.

itrab

  • Toprak serpme. Topraklama.

ittihad-ı millet / ittihâd-ı millet

  • Milletin birliği; aynı topraklar üzerinde yaşayan ve aralarında din, dil, duygu, ortak tarih, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğunun birlik ve beraberliği.

ka's

  • Çirkin kokulu toprak.

kadah

  • Küçük toprak çanak.

kalemrev / قلمرو

  • Ülke, diyar, topraklar. (Arapça - Farsça)

kazaz

  • Ufak taş.
  • Döşek üstünde olan toprak.
  • Toz toprak bulaşmaz nesne.

kazz

  • Büyük taş.
  • Topraklı olan.
  • Topluluk, cemaat.

keden

  • Toprak suyu çekip, yerinde bulanıklık kalmak.

kendu

  • Epey genişçe toprak. (Farsça)

kısır

  • Çocuğu olmaz, doğurmaz.
  • Münbit olmayan ve mahsul alınamayan verimsiz toprak.

kizyun

  • Toprak parçası.

külçe

  • Eritilip tasfiye olunmamış veya topraktan çıkartıldığı gibi bulunan maden.
  • Büyük parça şeklinde dökülmüş maden.

küngan / küngân

  • Toprak ve çimento gibi şeylerle yapılan su borusu, su yolu. (Farsça)

küre

  • Toprak ocak. Mâdenci ocağı. (Farsça)

kuule

  • Ayağının arkasıyla yerden toprak saçmak.

ma'den

  • Maden.
  • Bir haslet veya hususiyetin kaynağı.
  • Herşeyin aslî mekânı, menbâ ve me'hazı olan yer.
  • Toprak, taş, kum gibi maddelerle karışık demir vesairelerin vaziyetlerine de maden denir.

mahfur

  • Kazılmış toprak. Hafriyat olunmuş.

mahsul

  • Husul bulan. Hâsıl olan.
  • Elde edilen şeyler.
  • Toprak ve hayvanlardan elde edilen şey.

mahsulat-ı arziye / mahsulât-ı arziye

  • Toprak mahsulleri.

malaz

  • Sürülmüş toprak.
  • Sular altında kalmış tarla.

marın

  • (Mârına) Çekiçle dövülerek açılmağa müsait olan.
  • Kireçtaşı.
  • Çeşitli renklerde olan bir çeşit toprak.

matamir / matamîr

  • (Tekili: Matmure) Mezarlar, kabirler.
  • Bazı şeyleri saklamak için kullanılan toprakaltı yerler.

matmur

  • Gömülmüş, defnedilmiş. Toprak altına konulmuş.

matmure

  • Toprak altında bazı şeyleri saklamağa mahsus yer.
  • Kabir, mezar.

meder

  • Tezek, toprak tezeği.
  • Çakıl. Kuru çamur. Kuru balçık.
  • Köy, mahalle.

memalik / memâlik / ممالك

  • Ülkeler. (Arapça)
  • Topraklar, diyarlar. (Arapça)

memalik-i osmaniye

  • Osmanlı toprakları.

merz

  • Toprak, yer. (Farsça)
  • Sınır, hudut. (Farsça)

meters

  • Harpte, korunmak gayesiyle yapılan toprak tümsek, siper. (Farsça)
  • Kapının açılmaması için arkasına konulan ağaç. (Farsça)

mevalid / mevâlid

  • Mahsuller, topraktan yeni çıkan şeyler.

mevalid-i selase / mevâlid-i selâse

  • Üç çocuk; dört unsurun (su, hava, toprak, güneş) birleşiminden meydana gelen madenler, bitkiler ve hayvanlar.

mevalid-i türabiye / mevâlid-i türâbiye

  • Topraktaki mevâlid. Mâdenler, nebatlar.
  • Topraktaki madenler.

mevat

  • (Mevt. den) Cansız şeyler. Sürülmemiş topraklar.
  • Sahibsiz yerler.

mevsume

  • Tamamen baştan aşağı süslü zırh.
  • Bahar yağmuru ile ıslanmış toprak.

mihfar

  • Toprak kazan âlet. Kazma.

milliyetçilik

  • Aynı vatanda aynı toprakta doğup yetişenlerin din, örf-âdet ve menfeat birliği.

miri toprak / mîrî toprak

  • Beytülmâle yâni devlete âit toprak.

mişk

  • Aşı dedikleri kızıl toprak.

mukataa

  • (Kat'. dan) Kesişmek.
  • Ülfeti terk eylemek.
  • Birbirinden kesmek ve kesişmek.
  • Muayyen bir kira karşılığında arazinin kesime verilmesi.
  • Ekilen toprak için verilen muayyen vergi.

mülki tamamiyet / mülkî tamamiyet

  • Ülke varlığı, toprak bütünlüğü.

müsakat şirketi / müsâkât şirketi

  • Bağda üzüm, bahçelerde meyve ve bostanlarda sebze yetiştirmek için, toprak sâhibi ile çalışacak kimse arasında yapılan şirket, ortaklık.

müzarea şirketi / müzârea şirketi

  • Zirâat ortaklığı. Harman yapılan ürünleri yetiştirmek için, tarla yâni toprak birinden, çalışma, işçilik diğerinden olmak ve mahsûlü sözleşilen nisbette (miktârda) aralarında paylaşmak üzere, kurulan şirket.

nebat

  • (Çoğulu: Nebatât) Topraktan yetişen, biten her çeşit şey. Bitki.
  • Yemen diyarında bir kabile adı.

nebh

  • (Çoğulu: Nevâbih) Kabarcık.
  • Toprak.

necise

  • Kuyudan çıkardıkları toprak.

nehhal

  • Toprak kazan, kazıcı.

nesl

  • Kuyudan toprak çıkarmak.
  • Sadaktan ok çıkarmak.

nuzub

  • Sinmek.
  • Iraklık, uzaklık.
  • Suyun, toprak tarafından emilmesi.

öşr

  • Onda bir. Topraktan alınan mahsûlün zekâtı.

Payidar / pây-dâr /

  • “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır Ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet pây-dâr kalacaktır”

    Gazi Mustafa Kemal Atatürk


payidar / pâyidâr

  • İyice yerleşmiş, sağlam, sürekli.

    “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır Ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır”
    Gazi Mustafa Kemal Atatürk


perde-i türabiye

  • Toprak perdesi.
  • Toprak perdesi, yer yüzü.

pih-suz

  • "Yağ yakıcı": Toprak kandil. (Farsça)

pota

  • Toprak veya mâdenden yapılmış, kimyacı, eczâcı, mâdenci veya kuyumcu âletlerindendir. Altın, gümüş ve benzeri mâdenlerin eritilimesine mahsustur. (Farsça)

ragame

  • (Çoğulu: Rugâm) Toprak.

renc-ber

  • (Renc; sıkıntı, zahmet. Ber; çeken) Tarla ve bahçede yahut başka işlerde kazmak veya taş, toprak taşımak gibi işlerde çalıştırılan gündelikçi. Amele, ırgat. (Farsça)
  • Çiftçi. (Farsça)

safsaf

  • (Çoğulu: Safsâfe) Her nesnenin kemi, kötüsü, hor ve hakiri.
  • Döğülmüş yumuşak toprak.
  • Mâkul olmayan kelimeler.
  • Mânâsız şiir.
  • Yaramaz ve kötü işler.

sagsega

  • Toprak içine bir şey gömmek.
  • Yemeği yağlı ve iyi pişirmek.
  • Dişi depretmek.

sahıre

  • (Çoğulu: Savahır) Topraktan yapılmış bir kap.

sahrınç

  • Yağmur sularını biriktirmek için bina altında ve toprak içinde yapılan etrafı duvarlı veya çimento sıvalı su mahzeni.

sai / sâî

  • Emvâl-i zâhirenin zekâtını toplayan me'mûr; sâime (senenin ekserisini çayırda otlayan) hayvanların ve toprak mahsûllerinin zekâtlarını toplamakla vazîfeli kimse, zekât me'muru.

said

  • Yukarıdaki temiz toprak, pislikten uzak pâk toprak. Yeryüzü.
  • Yol, tarik.
  • Mezar, kabir.
  • Yüksek.
  • Yukarı çıkan.

sayda'

  • Çömlek yapılan toprak.
  • Kaba ve galiz yer.
  • Belde ismi.

şe'v

  • Geçmek, takaddüm eylemek.
  • Son, nihayet.
  • Devenin yuları.
  • Zembil.
  • Kuyudan kazıp toprak çıkarmak. Kuyudan çıkan toprak.
  • Kaygan.

sefa'

  • Buğday başının kılçığı.
  • Orak.
  • Kuyu içinden çıkan toprak.

sefiyy

  • Saçılmış toprak.
  • Bulut.

sehek

  • Balık kokusu.
  • Demir pası.
  • Rüzgârın yerden savurduğu toprak.
  • Bir şeyin pis pis kokması.

selle

  • Koyun ve keçi sürüsü.
  • Yıkmak, hedm.
  • Kuyu içinden çıkartılan toprak.

sera / serâ / ثرا

  • Yer, toprak. Arz.
  • Malı çok olmak. Zengin olmak.
  • Yer, toprak.
  • Toprak. (Arapça)

serer

  • (Çoğulu: Esirre) Ayın son gecesi.
  • Ebenin doğan çocuğun göbeğinden kestiği parça.
  • Mantar üstünde olan kabuk, balçık, toprak (Bu mânâya Çoğulu: Esrâr ve C: Esârir).

sevr

  • Osmanlı topraklarını paylaşmayı esas alan sözleşme.

şeytan

  • İblis. (Cenab-ı Hakk'ın emrine isyan ettiğinden rahmetinden kovulmuş, şerleri ve muzır şeyleri temsil eder ve ateşten yaratılmıştır. Bütün melekler Cenab-ı Hakk'ın emriyle Hazret-i Âdem'e secde ettiği halde Şeytan: "O, topraktan yaratılmıştır, ben ateşten yaratıldım. Ben ondan daha kıymetli ve yükse

sif'

  • Toprak.
  • Buhmâ otunun dikeninin az olması.

sifal

  • (Sifâle) Topraktan yapılmış (çanak, çömlek, testi gibi) şey. (Farsça)
  • Orak. (Farsça)
  • Fıstık, ceviz, bâdem kabuğu. (Farsça)

sifalin / sifâlîn / سفالين

  • Topraktan yapılmış. (Farsça)

siper

  • Arkasına saklanılacak şey. Koruyan. (Farsça)
  • Mânia. Sığınak veya set arkası, duvar altı gibi kuytu yerler. (Farsça)
  • Okun, giderken kabzayı zedelememesi için sol elin üzerine konulan âlet. (Farsça)
  • Muharebede askerin kurşun ve gülleden korunması için toprak kazılarak açılan ve ön tarafına, çıkan (Farsça)

şiyam

  • Yerden kazılan toprak.

sukve

  • Toprak kap.

şure

  • Çorak, tuzlu, verimsiz toprak. (Farsça)

ta'fir

  • Tozlu ve topraklı yapmak.
  • Ağartmak, beyazlatmak.
  • Kirletmek. Mülevves etmek.
  • Oğlan kaçsın diye kadının, emziğine toprak sürmesi.
  • Güneşte et kurutmak. (O kurumuş ete "afir" derler.)

tabaka-i türabiye

  • Toprak tabakası.

tabayi'-i esasiye

  • Temel ve esas olan tabiatlar, karakterler, yaradılışlar.
  • Toprak, su, hava gibi veya oksijen, hidrojen karbon, azot gibi unsurların hususiyetleri.

taharet / tahâret

  • Necâset denilen yâni maddeten pis olan şeylerden ve hades denilen hükmî ve mânevî pisliklerden (abdestsizlik, cünüplük, kadınlar için hayz ve nifas hâllerinden) su ile abdest alarak, su yoksa, toprak ve toprak cinsinden şeylerle teyemmün ederek yapıl an temizlik. Temiz olana tâhir, temizleyiciye de

tahsa'

  • Toprak saçmak.

taht-el arz

  • Yer altı. Toprak altı.

tahtessera

  • (Taht-es serâ) Toprak altı.

tays

  • Çok adet.
  • Yer yüzünde olan toprak ve süprüntü.
  • Nesli çok olan karınca ve sinek.

terb

  • Bir nesneyi toprakla örtmek, üstüne toprak saçmak.

terba

  • Toprak. Yer, arz.

terbab

  • Toprak.

teşa'us

  • Tozlu topraklı olmak. Kirlenmek. Paslanmak.

teterrüb

  • Toz toprak içinde kalma.

tevreb

  • Toprak.

teyemmüm

  • Kasd.
  • Fık: Su bulunmadığı veya su bulunup da kullanılması mümkün olmadığı takdirde temiz olan toprak cinsinden bir şey ile, abdestsizliği veya gusülsüzlüğü -hadesi- gidermek maksadiyle yapılan bir ameliyedir.
  • Su bulunmadığı veya bulunup da özür sebebiyle kullanmak mümkün olmadığı takdirde; temiz toprak veya taş, kum, kerpiç gibi toprak cinsinden bir şey ile hadesi yâni mânevî kirliliği, abdestsizliği gidermek için, elleri toprağa sürüp yüzü ve kolları mesh etmek.
  • Kast.
  • Su bulunmadığı veya bulunup ta kullanılması mümkün olmadığı takdirde temiz toprak cinsinden bir şeyle abdestsizliği veya gusülsüzlüğü giderme işi.
  • Su yoksa toprakla temizlenme.

tirban

  • (Tekili: Türâb) Topraklar.

turab / turâb

  • Toprak, toz.
  • Toprak.

türab / türâb / تراب

  • Toprak.
  • Toprak. (Arapça)

turabi / turâbî

  • Toprakla ilgili.

türabi / türâbî

  • Toprağa ait, toprakta yaşayan.

türban

  • (Tekili: Türâb) Topraklar.

unsur-u türab

  • Toprak unsuru.

ur

  • Önünde hendek olan istihkâm. Yüksek ve müstahkem yer, toprak tabya. Burç.

uşr

  • Topraktan alınan mahsûlün zekâtı.

vizam

  • Her nesnenin ağırlığı.
  • Başka birşeyle karışmış olan nesne. (Buğdayla karışmış toprak gibi.)

ya'fur

  • (Çoğulu: Yaâfir) Tüyleri toprak renginde olan ceylân.
  • Ceylân yavrusu.
  • Gecenin beşte veya altıda bir bölümü.
  • Peygamberimizin merkebinin adı.

yakazan

  • Uyanık kimse.
  • Tozu yükselen toprak.

zalim

  • (Çoğulu: Zılem-Zılmân) Deve kuşunun erkeği.
  • Kaymağı alınmadan içilen süt.
  • Hiç bozulmamış yerden kazılan toprak.

zeamet / zeâmet

  • Osmanlılar zamânında subaylara verilen ve geliri en az yirmi bin ve en çok 99.999 akçe olan toprak.

zemin-i şure / zemin-i şûre

  • Çorak ve verimsiz toprak.

zıa

  • İşlenir toprak. Tarla.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın