REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te tiri ifadesini içeren 721 kelime bulundu...

a'sab-ı muharrike / a'sâb-ı muharrike

  • Hissi, duyguyu vücuttaki haber merkezine bildiren sinirler. Hareket ettirici sinirler.

abd

  • Kul, köle, Allah'ın kulu. Mahluk, insan. Hizmetçi. (Hür'ün zıddı). "Abd kelimesi Allah'ın bazı isimleriyle birleştirilerek erkek isimleri meydana getirilir. Abdullah (Allah'ın kulu). Abdulbâki (Ebedi olan Allah'ın kulu) gibi. Bu isimleri taşıyan insanlar buna lâyık olmaya çalışmalıdırlar."

abdest

  • Namaz ve diğer bâzı ibâdetlerin yerine getirilebilmesi için yapılması lâzım gelen yüzü, dirseklerle berâber kolları yıkamak, başın dörtte birini mesh etmek ve topuklarla berâber ayakları yıkamaktan ibâret temizlik. Namazın dışındaki farzlardan biri.

açar

  • İştah açmaya yarayan turşu v.s. (Farsça)
  • İnişli yokuşlu yer. (Farsça)
  • Karıştırılmış, birleştirilmiş. (Farsça)

ağda

  • Bir kapta karıştırılıp pişirilerek koyulaşmış ve lüzucet kazanmış her nevi şeker vesaire.

ahfa / ahfâ

  • Kalbe bağlı duyguların en gizli, en kapalı olanıdır ki, Cenâb-ı Hak sıfat, şuûnat ve Zât'ına ait en gizli, en mahrem mânâları izin verdiği ölçüde bu duyguya hissettirir.

ahlat

  • (Tekili: Hılt) Çok karıştırılabilir, karıştırılmağa elverişli.

ahtapot

  • Çok ayaklı, kafadan bacaklı bir nevi deniz hayvanıdır ve yakaladığı canlı hayvanı kıstırıp kanını emer. (Fransızca)
  • Canlı yengece benzeyen bir çıban. (Fransızca)

akçe

  • Osmanlı Devletinin ilk zamanlarından îtibâren bastırılan ve kullanılan gümüş para birimi. İlk sikkesi gümüşten yapıldığı için ak (beyaz, parlak) para mânâsına akçe denildi.

akliyyun

  • (Rasyonalistler) Herşeyin hakikatını akıl ile bulma iddiasında olan, hadiseleri yalnız akıl ile araştırıp hakikat ve hikmetlerini tam bulamayıp, aklına güvenip dine tâbi olmayan filozoflar ve onların yolunda kalarak dalâlete gidenler. Bunlar iki kola ayrılır. Uluhiyeti ve vahyi inkâr eden birinci kı

aks-i kaziye

  • (Mantıkta) Doğru farzedilen bir hükmün, konusu ile yükleminin (mahmulünün) ters çevrilmesi ile zaruri bir sonucun elde edilmesidir. Çeşitli şekilleri vardır. Meselâ : "Her insan canlıdır." sözünde konu olan insan ile, yüklem olan canlı sözü yer değiştirilerek (aksedilerek) şu hüküm elde edilir: "Baz

ala / alâ

  • Gr:Arabçada harf-i cerdir. Buna isim diyen de olmuştur. Müteaddit mâna ile kelimenin başına getirilir; manevî istilâ ve tefevvuk bildirmek için ekseriyâ mecrurunu istilaya delâlet eder. Bazan mecrurunun mukabiline müstâli olur. (maa) gibi müsahabet için gelir. (lâm) gibi tâlil için olur. Müc

amazon

  • Milattan önce yaşamış İskitlerin kadın askerlerine verilen isim. Göğüslerini dağlatarak küçükten harbe alıştırılan bu İskit kadınlarının şiddetli muharebeler yaptıkları yazılıdır.
  • Güney Amerika'da büyük bir nehir adı.

amel-i uhrevi / amel-i uhrevî

  • Âhirete yönelik gerçekleştirilen iş, hizmet.

an / ân

  • Arabçada harf-i cerrdir. Ekseri ismin, kelimenin başına getirilir. Türkçe karşılığı "den, dan" diyebiliriz. Bedel için olur. Meselâ: Ona bedel ben geldim, cümlesinde olduğu gibi. Tâlil için olur. Bu'd yerinde kullanılır. Zarfiyyet için, mücâveze için ve harf-i cerr olan "min" mânasına, "bâ" mânasına
  • Uzağı gösteren işâret ismi. Şu. Bu. O. (Farsça)
  • Güzellik câzibesi. Melâhat. Güzellik. (Farsça)
  • Cemi edâtı. Kelimenin sonuna getirilerek cemi' yapılır. Meselâ: Âlimân: Âlimler. Anân: Onlar. Merdân: Adamlar. İnsanlar. Zenân: Kadınlar.Kelimenin sonuna getirilerek sıfat edatı yapılır: Ters: Korku. (Farsça)

ane / âne

  • Kelime sonuna getirilerek zarfiyet ifâdesi için kullanılan nisbet edatıdır. Meselâ: Mütefekkirâne (: Mütefekkire yakışır halde) kelimesinde olduğu gibi. (Farsça)

angarya / آنْغَارْيَه

  • Ücretsiz yaptırılan iş.

arazi-i haraciye / arâzi-i haraciye

  • Müslümanlar tarafından fetholunan ve ulul-emir tarafından müslim olmayan eski sahibi elinde bırakılan veya hâriçten müslim olmayanlar getirilerek yerleştirilen arâzi.

arazi-i uşriyye / arâzi-i uşriyye

  • Mahsûlünden (ürününden) uşur denilen zekatın alındığı topraklar. Müslüman devletlerde harb ile alınıp gâzîlere (askerlere) taksim edilen veya isteyerek İslâm'ı kabûl edenlerin ellerinde bırakılan yâhut devlet reisinin (başkanının) izni ile müslümanlar tarafından işlenip faydalanılır hâle getirilen m

armatür

  • Lât. Fiz: Kuvvet akımını toplu bir hale koymak için mıknatısın kutupları arasına yerleştirilen demir parçası.
  • Kondansatördeki iki iletken yüzeyden her biri.

arzın halifesi

  • Yeryüzünde Allah'ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan.

asab-ı muharrike ve hassase / âsâb-ı muharrike ve hassâse

  • Hareket ettirici, hissedici sinirler.

asayiş

  • Emniyet, güvenlik, korku ve endişeden uzak hâl. Kanun, nizam hakimiyeti. İnsan cemiyetlerinde iktidar, hâkimiyet, bir zümrenin, bir sınıfın elinde olmaktan kurtulamamasından ve bir kısım insanlarca yapılan, istedikleri zaman değiştirilen kanunlara diğer insanların saygısı temin edilemediğinden asayi (Farsça)

aşub / aşûb / âşûb / آشوب

  • Karıştırıcı, karıştıran mânalarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. (Farsça)
  • Kargaşa. (Farsça)
  • Karıştırıcı. (Farsça)

aşure / âşure

  • Bir çok meyve ve hububat karıştırılarak pişirilen tatlı; derleme, karışık.

aver

  • Averden "getirmek" fiilinin emir köküdür, kelime sonuna getirilerek; yapan, eden, olan, veren, götüren gibi manalara sebeb olur. (Farsça)

averde

  • Getirilmiş nakl olunmuş. (Farsça)

aya / ayâ

  • Tedavisi mümkün değil, iyileştirilmez.
  • Kabiliyetsiz, kudretsiz.

ayine

  • Ayna. Mir'ât. Kendisine tecelli ve aksedeni gösteren veya bildiren şey. (Ayna, ışığı aksettirip gösterdiğinden dolayı esmâ-i İlâhiyeyi de bize gösteren ve Cenab-ı Hakk'ın sıfatlarına âyinelik eden mevcudata da mecazen "âyine" denilmektedir.) (Farsça)
  • Vasıta ve mazhar mânasına da gelebilir.(Farsça)

ayn harfi

  • Kur'ân-ı kerîmde Ömer-ül-Fârûk'un radıyallahü anh namaz kıldırırken, ayakta okumayı bitirip, rükû'a eğildiği yeri gösteren işâret. Ayn harfi hep âyet-i kerîmelerin sonunda bulunmaktadır.

azürde-hatır / azürde-hâtır

  • Gönlü kırılmış, hatırı kırılmış. (Farsça)

ba-i kasem / bâ-i kasem

  • Arabçada yemin maksadı ile kelime başına getirilen bâ. "Billâhi" gibi.
  • Farsçada: Bâ diye yazılırsa; ile, beraber, birlikte, sâhip mânalarına gelir. Arapçadaki Zû gibidir.

bab-üt-tevessül / bâb-üt-tevessül

  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptırdığı mescidin kuzeye açılan kapısı. Bu kapı Osmanlı sultanlarından Abdülmecîd Han tarafından yeniden yaptırıldığından Bâb-ı Mecîdî diye de bilinir.

babil kulesi / bâbil kulesi

  • Tevrat'ın rivayetine göre Hz. Nuh'un (A.S.) oğulları tarafından gökyüzüne ulaşmak için yaptırılmış büyük bir kuledir. Rabbimiz bu kulede çalışmakta olanların dillerini değiştirmiş ve birbirlerini anlamaz hale getirmiştir. Bundan dolayı tamamlanamamış ve 72 dil burada meydana gelmiştir. (Buna "tebelb

bad / bâd

  • "Olsun, ola, olaydı" mânasına gelir ve kelimelerin sonuna getirilir. Meselâ: Aferin bâd : Aferin olsun. Çok yaşa. Afiyet bâd : Afiyet olsun. (Farsça)

bahar

  • Güzellik.
  • Güzel.
  • Papatya.
  • Ölçek.
  • Put, sanem.
  • Atılmış pamuk.
  • Tarçın, karanfil ve karabiber gibi güzel kokulu ve ısıtıcı tohumlar ki, bazı yiyecek ve içeceklere de karıştırılır.
  • Sığır gözü.
  • İyi kokulu bir sarı çiçek.

bahira / bahîra

  • Süryâni rahiblerindendir. Zamanın ilim ve fenlerine vâkıf ve bilhassa hey'et ve nücumda ihtisas sahibiydi. Bu sebepten rahiblerin câhilleri kendisinden hoşlanmazlardı. Hazret-i İsâ'nın ulûhiyetini ve Hz. Meryem'in ümmullah olduğunu inkâr ve ilân ettiğinden, bulunduğu manastırın reisi tarafından kovu

bahis / bâhis

  • Anlatan. Bahseden. Araştıran. Araştırıcı.
  • Bir şeye dâir bilgileri içine alan. Bir mes'eleye dair beyanatı ihtiva eden.

balon

  • Hava veya hafif gazlarla doldurulan küre. Bugünkü uçaklar balonculuğun geliştirilmesiyle elde edilmiştir. Zeplin adı verilen güdümlü balonlar hava ulaşımında ve savaşta kullanılmıştır. (Fransızca)

bani

  • Kurucu. Yapan. Yapıcı. Yaptırıcı. Binâ eden.

barikat

  • Bir yolu kapamak üzere, ele geçirilen her türlü eşyadan faydalanılarak meydana getirilen engel. (Fransızca)

baskül

  • Büyük ağırlıkları, küçük bir ağırlık yardımıyla tartmayı sağlamak üzere birkaç kaldıracın uygun bir tarzda birleştirilmesiyle meydana getirilmiş âlet. (Fransızca)

baz

  • Yeniden, tekrar oynatan, oynayan, geri ve arka tarafa doğru... gibi manalara gelir. Kelimenin sonuna veya baş tarafına getirilerek kullanılan bir "ek" dir. Meselâ: Ateşbâz : Ateşle oynayan. (Farsça)

bazar

  • Alış-veriş. Ahz ü itâ. (Farsça)
  • Alış-veriş yeri. Pazar. Üstü açık yer ki, hergün veya belirli günlerde herkes satacağını oraya çıkarıp pazarlıkla veya açık artırmayla satar. (Farsça)
  • Fiat kararlaştırılıp alış-verişte uyuşmak için yapılan konuşma veya çekişme, pazarlık. (Farsça)

be

  • Kelime başına getirilerek, Türkçedeki: "de, da, den, dan, ile, için" mânalarında kullanılır. (Farsça)

becil

  • Büyük, itibarlı, muhterem, hatırı sayılan kimse.
  • Şişman.

beftere

  • Avcılar tarafından kullanılan ve hususi olarak alıştırılmış kuş. (Farsça)

ber

  • (Burden) "Götürmek" mastarının emir köküdür. Kelimenin sonuna getirilerek terkipler yapılır. Emirber : Emir dinleyen, emir götüren. Fermanber : Emir veren. Emir dinleyen... gibi. (Farsça)

berdar

  • Asılmış, yukarı kaldırılmış. (Farsça)
  • Tutucu. İtaat edici ve ettirici. (Farsça)
  • Meyveli. Meyve verici olan. (Farsça)

bergab

  • Su bendi. Suyun biriktirildiği yer. Baraj. (Farsça)

berhem-zede

  • Karmakarışık, altı üstüne getirilmiş. (Farsça)

berim

  • Siyah ve beyaz ipliklerden meydana getirilen ip.
  • Cemaat.
  • Etsiz yemek.

berkeşide

  • Kınından çıkarılmış, sıyırılmış, çıkarılmış. (Farsça)
  • Mc: İlerletilmiş, çekilip meydana getirilmiş. (Farsça)

berzede

  • Toplanılmış, biriktirilmiş, bir araya getirilmiş. (Farsça)

beste

  • Bağlanmış, bitiştirilmiş, bağlı. (Farsça)
  • Kapalı. Tutucu. Donmuş. (Farsça)
  • Bir nevi ipek kumaş. (Farsça)
  • Gr: "Besten" fiilinin ism-i mef'ulüdür. Kelimelerin başına veya sonuna getirilerek mürekkeb kelimeler (Birleşik kelimeler) yapılır. (Farsça)
  • Müzikte: Şarkının makam ve âhengi. (Farsça)

bevarik

  • (Tekili: Bârika) Şimşek ve yıldırım parıltıları.
  • Parıltılar, gözleri kamaştırıcı olan şeyler.

bevs

  • Acele, ileri geçme, ileri gitme.
  • Bıktırıncaya kadar israr etme.
  • Bir kimseden kaçıp gizlenme.
  • Bir şeyin rengi.

beyan / beyân / بيان

  • Açıklama, ifade etme, dile getirme. (Arapça)
  • Beyân edilmek: Açıklanmak, dile getirilmek. (Arapça)
  • Beyân etmek: Açıklamak, dile getirmek. (Arapça)

beyt

  • Mısra, şiir satırı.

bi / bî

  • İstek bildirmek için emir sigasının başına getirilr. Meselâ: (Farsça)
  • Kelimenin başına getirilerek o kelime menfi yapılır.Misâlleri için, "BİA" kelimesinden sonraki kelimelere bakınız. (Farsça)

bi-

  • Başına eklendiği kelimeyi "e" haline getirir. İle, için mânâlarını vererek Farsçadaki "be" edatıyla aynı vazifeyi görür. Harf-i cerdir. Yâni; kendinden sonraki kelimeyi esre ("İ" diye) okutur. Yemin için de kullanılır.

bid'at / بدعت

  • Sonradan ortaya çıkma. (Arapça)
  • Dinde yeni getirilmiş şey. (Arapça)

bila / bilâ

  • Olmayarak, sahib olmıyan "...sız,...siz" mânâları yerine kullanılan edattır. Kelimenin başına getirilerek menfi mânâ hasıl olur.

borsa

  • (Ticarette) Vasıfları belli ölçülere uyan yani standartlaştırılabilen malların örnekleri üzerinden alım satımının yapıldığı devlet kontrolü altında teşkilâtlanmış pazar yeri.

bürhan-ı mantıki / bürhan-ı mantıkî

  • Kesin kaziyelerden teşkil ettirilen kıyasa, bürhana denir.

butlan-ı his

  • Ameliyat için bir uzvun hissinin iptâli, duyarsız hâle getirilmesi.

cahd-ı mutlak, cahd-ı müstağrak

  • Arab gramerinde menfî olan iki geniş zaman sigası. Muzari fiillerinin başına (Lem) ve (Len) getirilerek olur.

calib

  • Çekici. Celbedici. Kendi tarafına çekip getirici olan.

cami' / câmi'

  • Toplayan.
  • Müslümanların ibâdet etmek için toplandıkları yer, mâbed.
  • Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Çeşitli hakîkatleri ve enfüs (iç) ve âfâktaki (dıştaki) zıt işleri birleştirici, kıyâmet gününde yeryüzünde olan cinleri, insanları ve mahlûkâtı bir araya getirici insanların dağı

cariye / câriye

  • Harbde esir alınıp İslâm memleketine getirilen kadın köle.

çark

  • (Çarh-Çerh) Dönen pervaneli tekerlek. (Farsça)
  • Vapur, değirmen ve dolap çarkı. (Farsça)
  • Bir makinenin dönen tekerleği, çok zaman bu tekerlek makineyi çalıştırır. Her çeşit tekerlekli makine. (Farsça)
  • Dönerek işleyen âlet. (Farsça)
  • Koz: Birbiri içinde dönen feleklerden mürekkeb kâinat, felek, efl (Farsça)

çarmih / çârmîh

  • Dört çivi. Birbiri üzerine dikey olarak konulmuş iki tahtadan meydana gelen, suçluları îdâm etmek için kullanılan haç şeklindeki darağacı. Bu cezâya çarptırılan kişi iki yana açılmış kollarından ve bağlanmış ayaklarından çivilenerek öldürülürdü.

cebri / cebrî

  • Zorla icra olunan, rızası olmadan zorla yaptırılan.
  • Cebriye fırkasından olan.

celb-i maslahat

  • İyilik, dirlik ve düzeni sağlayıcı, fayda getirici.

cem edilen

  • Toplanan, bir araya getirilen.

cem-i müennes

  • Gr: Müfredinin şeklini bozmadan sonundaki müennes alâmeti olan (e "t") kaldırılıp yerine (ât) getirilir. Müslime(t) : Müslimât gibi.

cem-i müzekker

  • Gr: Müfredinin şeklini bozmadan sonuna (în, ûn) getirilerek yapılan cemi: Müslimîn, müslimûn gibi.

cerda

  • Mahrum, çıplak.
  • Tüysüz, dazlak.
  • Çorak, verimsiz toprak, arazi.
  • Karıştırılmamış.

cezmen

  • Kestirip atmak sûretiyle.

cihan-pesendane

  • Dünyaya meydan okuyarak kabul ettirir bir şekilde.

çimengah / çimengâh

  • Çim ve çiçek ekip dikilen, yetiştirilen yer.

cimnastik

  • yun. Vücud organlarını alıştırıp kuvvetlendirmek için yapılan idman. Beden terbiyesi.

cism-i müebbed-i müşeyyed

  • Ebedleştirilmiş, sonsuzlaştırılmış sağlam cisim.

cülube

  • Başka yerden satmaya getirilen şey.

cumhur-u muhakkıkin / cumhûr-u muhakkıkîn

  • Hakikati araştırıp bulan kişilerden oluşan seçkin topluluk.

cümmel

  • (Cümel) Harflerin, sayı kıymetine göre hesaplanması. Ebced.
  • Bir kaç urganın birleştirilmesinden meydana gelmiş olan çok kalın gemi halatı.

cüsve

  • Bir yere biriktirilmiş taş.

cuyende

  • Arayıcı, araştırıcı, isteyen. (Farsça)

cüz

  • Kısım, parça. Bir şeyin bir parçası.
  • Kitab forması.
  • Küllün mukabili.
  • Kur'ân-ı Kerim'in otuzda bir parçası.
  • Kanaat. İktifâ eylemek.
  • Düğümü sağlam yapmak. Bir şeyi pekiştirip muhkem kılmak.
  • Kız evlâdı.

daiye / dâiye

  • Arzu, hırs, gerektirici sebep.

dakik

  • İnce, ufak, nâzik.
  • Toz haline getirilmiş şey, un.
  • Dikkatli ölçülü davranan titiz kimse.

dalif

  • (Çoğulu: Düllef) Nişandan öteye düşen ok.
  • Ağır yük getirip adımlarını birbirine yakın atan adam.

damime

  • (Çoğulu: Damâyim) Sonradan yapıştırılmış şey.

damız

  • Hayvan üretmeye mahsus dam. Hayvan yetiştirilecek ahır.

debbağhane

  • Hayvan derilerinin kullanılacak duruma getirilme işleminin yapıldığı yer.

def' / دفع

  • Uzaklaştırma. (Arapça)
  • Def' edilmek: (Arapça)
  • Uzaklaştırılmak. (Arapça)
  • Giderilmek. (Arapça)
  • Def' etmek: (Arapça)
  • Uzaklaştırmak. (Arapça)
  • Gidermek. (Arapça)

def-i a'da / def-i a'dâ

  • Düşmanların uzaklaştırılması.

def-i beliyyat / def-i beliyyât

  • Belâların def edilmesi, uzaklaştırılması.

delail-i mücesseme-i musattaha / delâil-i mücesseme-i musattaha

  • Bir satıh hâline getirilmiş cismânî deliller (düz bir kâğıt üzerine şekli çizilmiş deliller).

derc edilen

  • Yerleştirilen.

dıhrıs

  • (Çoğulu: Dehâris) Terzilerin kullandığı tiriz denen cisim.

dikta

  • Lât. Diktatörlerin davranışları.
  • Hiç ses çıkarmadan yerine getirilecek emir.

divan / dîvân / دیوان

  • Meclis. (Arapça)
  • Padişah meclisi. (Arapça)
  • Şairin şiirlerinin bir araya getirildiği eser. (Arapça)

diyas

  • Ekini davar ayağı ile bastırıp çiğnetmek.
  • Kılıcı ruşen etmek, kılıcı parlatmak.

duhuliye

  • Eskiden, satılmak üzere şehir ve kasabalara getirilen her cins ticaret malından alınan vergi.
  • Bir yere girmek için verilen para.

düldül

  • Peygamber Efendimize (a.s.m.) Mısır hükümdarınca hediye edilen katırın ismi.

ebdal / ebdâl

  • Bedeller. Dünyânın nizâmı, düzeni ile vazîfeli olup, Allahü teâlânın insanlardan gizlediği büyük zâtlar. Biri vefât edince, yerine başkası getirildiğinden bu isimle anılmışlardır. Bunlara Ricâlü'l-Gayb da denir.

ecil

  • İşini geriye bırakan, geciktiren.
  • Geciktirilen, geriye bırakılan şey.
  • Bir yerde birikip toplanmış su.

ecr-i müsemma / ecr-i müsemmâ

  • Mukavele ve pazarlıkla kararlaştırılan ücret.

ehadis-i müteşabihe / ehâdîs-i müteşabihe

  • Çok mânâlara gelebilen ve bu mânâların arasında benzerlik olduğu için mânâları birbirine karıştırılan hadisler.

ehl-i tenkit

  • Eleştirmenler, kritik ve eleştiri yapan kimseler.

eklektizm

  • yun. Fls: Birbirinden farklı görüşlerin bazı ortak taraflarını bulup uzlaştırıcı bir görüş ileri sürme.

ekran

  • Üzerine bir cismin hayalinin aksettirildiği saydam olmayan düz satıh.

emhar

  • (Tekili: Mehr) Mehrler, nikâh bedelleri. Zevceynin ayrılmaları halinde kadına verilecek olan ve nikâhta kararlaştırılan para ve sair eşyalar.
  • (Mühür) Taylar, at yavruları.

emyus

  • Anason dedikleri ot.
  • Kendisinden tuz meydana getirilen taş ki, Türkçe ona "tuz taşı" derler.

Emzik / Bibs / Kidful

  • About Page template By Adobe Dreamweaver CC
    sample

    Bibs Kauçuk Emzik


    Söz konusu emzik olunca, BIBS Colour gerçek bir klasik. Yaklaşık 40 yıldır Danimarka'da tasarlanıp üretilen BIBS Colour emzikler, %100 doğal kauçuk ucuyla, hava akışı sağlayan delikleri ve cilt tahrişini önlemek için geliştirilen hafif eğimli yapısı ile gerçek bir efsane! BIBS Colour, yuvarlak ve yumuşak kauçuk uç kısmı ile anne memesine en yakın forma sahip olduğundan, çocuklar tarafından kolay kabul ediliyor. Anne memesini taklit ederek, emiş sırasında hava akışı sağlıyor. Ultra hafif ve sağlam yapısı ile bebeğinizi yormuyor. BPA, PVC ve phthalates gibi zararlı maddeler içermiyor ve dünyaca geçerli EN 1400 standardına göre üretiliyor. Hiçbir emzik markasında göremeyeceğiniz kadar fazla renk çeşitine sahip olan BIBS Colour, klasikleşen zamansız tasarımı ve elegant duruşu ile tasarım ve işlevselliği birleştiriyor. BIBS Colour, bir emzikten beklenen tüm detaylara sahip olmasının yanısıra; bir emzikten beklenmeyen güzellikte tasarımı ile, tüm dünyada hem anneleri hem çocukları kendine hayran bırakıyor…

    https://www.kidnkind.com/bibs

sample

Kidful Bitkisel Boyalı Emzik Askısı


KIDFUL Emzik Askıları, çocuk ürünlerinde kullanıma uygun olan, en kaliteli %100 gerçek deriler kullanılarak EN 12586 standartlarına göre üretilir. KIDFUL'un organik serisinde kullanılan boyalar tamamen bitkiseldir ve kimyasal madde içermez. KIDFUL'un özel olarak üretilen metal klipsi kurşun ve krom içermez. Metal klipsin kıyafetlere zarar vermemesi için, klips içerisinde plastik aparatı bulunur. KIDFUL emzik askısını, güçlü lastik ve güçlü bağlantı yapısı ile, uzun seneler yıpranma sorunu yaşamadan kullanabilirsiniz...
https://www.kidnkind.com/kidful


Kidnkind Emzik Anne Bebek ve Tekstil Ürünleri Ticaret Limited Şirketi


Web sitesi :www.kidnkind.com

Telefon : 0(216) 606 21 06

(www.kidnkind.com)

en'am / en'âm

  • Bazı Kur'an âyetlerinin veya sûrelerinin bir araya getirilmesiyle ortaya çıkarılan dua kitabı.

enduhte

  • Biriktirmiş, biriktirilmiş. Kazanmış, kazanılmış, Hazırlanmış. (Farsça)
  • Ödenmiş. (Farsça)

engihte

  • Yükseltilmiş, karıştırılmış, oynatılmış, koparılmış. (Farsça)

enne

  • Gr: Kat'iyyet bildirir ve kelimenin başına getirilir.

erkan ve ahkam-ı zaruriye / erkân ve ahkâm-ı zaruriye

  • İslâmın yerine getirilmesi zorunlu temel esasları ve hükümleri.

erşem

  • Yemeğin kokusundan iştahı gelep karnı acıkan (adam).
  • Vücuduna iğne batırıp çivit ile şekil veya resim yapan adam.

erzide

  • Pahası kesilmiş, kıymeti kararlaştırılmış, değeri belli edilmiş olan şey. (Farsça)

eş'iya

  • (A.S.) Beni-İsrail peygamberlerindendir. (M.Ö. 759-700) tarihlerine kadar Beni-İsrail arasında peygamberlik yapmış, birçok mucizeler göstermiştir. Zamanının padişahı tarafından takib ettirilerek bir ağaç oyuğunda gizli olduğu halde, ağaçla beraber biçki ile kesilerek şehid edilmiştir. 66 babdan ibar

esbab-ı mucibe

  • Gerektirici sebepler.

eser

  • Yapı, birinin meydana getirdiği şey.
  • Bir hususa dâir Peygamberimizden (A.S.M.) rivâyet bulunması. Sünen-i Resul.
  • Bir şeyin varlığına delâlet eden te'sir.
  • Meydana getirilen kitap. Kitap te'lifi.

evamir-i teşriiye / evâmir-i teşriiye

  • Allah'ın peygamberleri aracılığıyla insanlara bildirdiği ve yerine getirilmesini istediği emirler.

fahl

  • İleri gelen. Üstün. Hatırı sayılır adam.
  • Erkek. (hayvan)
  • Aygır.
  • Beyitler, hadis-i şerifler, rivâyetler anlatan kimse.

faraziye

  • (Hipotez) Var sayma, kabul. Bir hâdiseyi, bir olayı açıklamak, bir düşünceyi isbat etmek için isbatı yapılmamış başka düşünceleri dayanak olarak alma. Müsbet ilimlerde araştırmanın bir merhalesini meydana getirir. İncelenen hâdiseyi açıklaması muhtemel olan faraziyeler düşünülür. Faraziyenin doğrulu

farz-ı kifaye / farz-ı kifâye

  • Dinen mutlaka yerine getirilmesi gereken ancak bir kısım Müslümanın yapması ile diğerlerinin üzerinden düşen vazife, cenaze namazı kılmak gibi.

fe

  • (Buna ta'kib edâtı denir) "Sonra, hemen" mânalarını ifâde için fiillerin başına getirilen edât harfi. Bazan mecaz olarak vav yerinde de kullanılır.

feryad-ı matem

  • Matem hâlinde derin üzüntülerin bağırıp çağırarak dile getirilmesi.

fetişizm

  • Bazı eşyaları putlaştırıp aşırı düşkünlük gösterme.

fevziye

  • Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması üzerine II.Sultan Mahmud tarafından eski odalar mevkiine verilen isimdir. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması esnasında, yeni odalar Kara Cehennem'in attığı yağlı paçavralarla yanmış, eski odalar da ocağın ilgasından birkaç gün sonra yıktırılmıştır. Gerek yanan ve gerekse

feza

  • (Efzâ) Artıran, ziyadeleştiren, çoğaltan (mânâlarına gelip, kelime sonlarına getirilerek birleşik kelime yapılır.) Meselâ: Can-feza : Can verici. Hayret-feza : Çok hayret verici. Ruh-feza : Ruh verici. (Farsça)

fi-i maktu' / fî-i maktu'

  • Biçilmiş kıymet, kararlaştırılmış değer.

fikr-i hiciv

  • Eleştiri düşüncesi.

fikr-i tenkit

  • Eleştiri düşüncesi.

füru

  • Aşağıda. Âciz. Beceriksiz. Geride kalmış... mânaları ifade eder, kelimenin önüne veya sonuna getirilerek ek olarak kullanılır. (Farsça)

gabise / gabîse

  • Keş ile karıştırılmış yağ.

gaile açmak

  • Sıkıntılı ve uğraştırıcı bir şeyler ortaya çıkarmak.

galat-ı basar

  • Görme duyusunun yanılması. (Meselâ: Su içine batırılmış olan bir çubuğun, kırılmış gibi görünmesi.)

galil

  • (Çoğulu: Gılâl) Güneşin harareti.
  • Susuzluk harareti.
  • Kin, hased.
  • Devenin yulafına karıştırıp yedirdikleri hurma çekirdeği.

gaser

  • Rüzgârın çukur yere getirip yığdığı.

gasl

  • Yıkamak, yıkanmak. Ölünün cenâze namazı kılınmadan ve kefenlenmeden önce teneşir tahtası üzerinde, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırıp, göbeğinden dizlerine kadar bir örtü ile kapatılarak yıkanması.

gats

  • Batırılma, daldırılma.
  • Batırma, daldırma.

gaye-i idhal

  • Yerleştirilme gayesi.

gayr

  • Diğer, başkası, mâadâ, âher, yabancı. (İstisnâ edâtıdır. Başlarına getirildiği kelimeyi nefy yapar.)

gayr-i kabil-i tebdil / gayr-i kâbil-i tebdil / غير قابل تبدیل

  • Değiştirilmez.

gayr-i kabil-i telif / gayr-i kâbil-i telif / غير قابل تأليف

  • Birleştirilemez, uzlaştırılamaz.

gıbta-resa / gıbta-resâ

  • İmrendirici, gıpta ettirici. (Farsça)

gırajova ateşi

  • Tar: Eskiden kale müdafaalarında hücum edenlere karşı ve deniz savaşlarında düşman gemilerini tutuşturmak için kullanılan ve su ile sönmeyen bir cins ateş. Balmumu, kükürt, ispirto, kâfuru karmasından ibarettir. Bu ya doğrudan doğruya tutuşturulur veya buna batırılmış yuvarlak yün parçaları ateşlene

giran / girân / gîrân

  • Pahalı. Tartısı ağır olan. Ağır. Dolu. (Farsça)
  • Sert. Katı. (Farsça)
  • Bıktırıcı. Usandırıcı. (Farsça)
  • Ağır, sakil.
  • Fenâ, kokmuş.
  • Bıktırıcı, usandırıcı.
  • Ağır, bıktırıcı.

gümgeşt

  • Kaybolmuş, yitirilmiş. (Farsça)

güncide / güncîde

  • Bir şey veya zarf içine sığmış olan. Sıkıştırılmış. (Farsça)

gurm

  • Bir kimse üzerine eda edilmesi, yerine getirilmesi lâzımgelen şey. Borç ve diyet gibi. (Garâmet de olur)

hacer-ül esved

  • (El-Hacer-ül Esved) Kâbe'de bulunan meşhur siyah taş. Rengi siyah olduğundan "Esved" denmektedir. (İslâm Ansiklopedisi'ne göre: Kâbe'nin şark köşesinde olup, yerden bir buçuk metre yükseklikte kapıya yakın bir yerde yerleştirilmiş, üç büyük ve bir kaç tane de küçük parçadan müteşekkil ve gümüş bir h

hadesten taharet / hadesten tahâret

  • Namaza başlamadan önce yerine getirilmesi gereken farzlardan biri. Abdesti olmayan kimsenin abdest alması, cünüb olanın, hayız ve nifas hâli sona eren kadının boy abdesti alması.

hadis-i mensuh / hadîs-i mensûh

  • Peygamber efendimiz tarafından ilk zamanda söylenip, sonra değiştirilen hadîsler.

hah

  • (Hasten : "İstemek" mastarından yapılmıştır.) Kelimenin sonuna getirilerek isteyen, ister mânasında terkib yapılır. Meselâ: Bed-hah : Kötülük isteyen. (Farsça)

halide

  • Saplanmış, dürterek bastırılmış. (Farsça)

halife / halîfe

  • Yeryüzünde Allah'ın emirlerini yerine getirip Onun namına tasarrufta bulunan ve varlıklar üzerinde Onun adına egemen olan insan.
  • Birinin yerine geçen.
  • Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vekîlî ve yeryüzündeki bütün müslümanların reîsi (başı).
  • Bir tasavvuf büyüğünün yetiştirip, hayâtında veya vefâtından sonra insanları terbiye etmek ve talebe yetiştirmekle vazîfelendirdiği talebesi.

ham madde

  • Bir şeyin meydana getirilmesi için işlenilen ana maddelerden her biri.

hamdele

  • "Elhamdülillah" demenin kısaca ismi. Bu sözün masdar haline getirilip kısaltılması.

hamil / hamîl

  • Kefil.
  • Başka yerden getirilen oğlan.

handebahşa

  • Güldürücü, tebessüm ettirici. (Farsça)

hane

  • Ev, mesken, beyt. (Farsça)
  • Mat: Basamak, bölüm, göz. (Farsça)
  • Bazı kelimelerle birleştirilip mürekkep isim yapılan bir "ek" tir. "Hasta-hane, ecza-hane, yazı-hane, kıraat-hane" gibi. (Farsça)

hardal

  • Çok küçük tohumları olan ve yaprakları yenen bir nebat ismi. Döğülerek macun haline getirilir ve sofrada iştah açmak için kullanılır.

haşem

  • Burun içinde olan bir illettir ve kokuyu değiştirir.
  • Genzin tıkanıp burnun koku almaması.
  • Etin kokması.

hashasa

  • Açık ve âşikâr olma.
  • Bir şeyi diğer bir şey içinde "iyice birleşmesi için" karıştırıp sallama.

haşr-i insani / haşr-i insanî

  • İnsanın öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah'ın huzuruna getirilmesi.

hasr-ı kelami / hasr-ı kelâmî

  • Konuşmanın yalnız belli şeyler üzerinde yoğunlaştırılması.

hatem-i tai / hatem-i taî

  • (Ebu Adi bin Abdullah bin Said) Arab kabile reislerinin büyüklerinden ve şairlerinden olup, cömertliği ile meşhurdur. Adı, cömertlik ve keremde darb-ı mesel halini almıştır. Bazı şiirleri toplanarak bir divan yapılmış ve Londra'da bastırılmıştır. Hz. Peygamber'in (A.S.M.) zamanına yetişmiş ise, de,

hatemkari / hatemkârî

  • Bir sathın "yüzeyin" üzerine süs şekilleri oyarak meydana getirilen boşlukları, o satha benzeyen başka bir madde veya mâdenle doldurmak suretiyle yapılan tezyinât.

hatıf

  • Süratli kapıp götürücü.
  • Göz kamaştırıcı şimşek.

hatır-azürde

  • Hatırı kırılmış. (Farsça)

hatır-ı melekani / hâtır-ı melekânî

  • İbâdete, tâate rağbet etmeye dâir insanın kalbine melek tarafından getirilen düşünce. Buna ilhâm da denir.

hatır-ı nefsani / hâtır-ı nefsânî

  • Kötülükleri istiyen nefs tarafından kalbe getirilen düşünce. Buna hâcis denir.

hatır-ı şeytani / hâtır-ı şeytânî

  • Günâhı beğenmeye, süslemeye, güzel göstermeye dâir kalbe şeytan tarafından getirilen düşünce. Buna vesvese denir.

hatır-mande

  • Gücenmiş, kalbi incinmiş, hatırı kırılmış. (Farsça)

hatm-ı hacegan / hatm-ı hâcegân

  • Nakşibendiyye yolunda fâidesi, feyz ve bereketi çok olan bir vazîfe. Bu yolun veya ona bağlı kolun büyüğünün koyduğu evrâdın (Belli zikr ve duâların okunmasının) toplu veya yalnız olarak yerine getirilmesi.

havamis-i süleymaniye

  • Tar: Süleymaniye Medresesini teşkil eden medreselerden beşinin müderrisine verilen ünvan. İlk zamanlarda havamis namı altında beş medrese ve beş aded de müderris bulunurken daha sonraları müderrislerin sayıları arttırılmış ve bundan dolayı "havamis" kelimesi de "hamise"ye kalbolunmuştur. Havamis med

havass-ı (hamse-i) batına / havass-ı (hamse-i) bâtına

  • Kalbe bağlı beş duyğu: Hiss-i müşterek (hayâl kuvveti), müdrike (akıl), vehim (vâhime), hâfıza, mutasarrıfa (meydana getirici hayal kuvveti).

havatıf

  • Göz kamaştırıcı şeyler.

havi

  • İçine alan, ihtiva eden, kaplayan. Câmi'.
  • Biriktirici.
  • Kuşatan.

hayat-feza

  • Hayat artırıcı, hayat bahşedici. (Farsça)

hayt-ı vasıl

  • Birleştirici bağ, irtibat bağı.

hazım

  • Hazmettirici, sindirici.

hecime

  • Tulukta biriktirilip ekşitildikten sonra içilen ve köremez denilen süt.
  • Yoğurt.

hedaya-yı hidayet / hedâyâ-yı hidâyet

  • Doğru yola ulaştırıcı hediyeler, ihsanlar.

hediy

  • Beytullah için getirilen kurbanlar.

hergele

  • Binilmek ve yük taşımak için alıştırılmamış at, kısrak, beygir veya merkep sürüsü.
  • Böyle bir sürüye dahil olan hayvan.
  • Mc: Terbiye ve görgüden büsbütün mahrum adam.
  • Bir işe yaramaz işçi kalabalığı.

hiciv

  • Eleştiri.

hidemat-ı şakka

  • Taş taşımak, toprak kazmak gibi, mahkûmlara yaptırılan ağır hizmetler.

hikmet-i derc

  • Konma, yerleştirilme gayesi, esprisi.

hizb

  • Bazı duaların ve ayetlerin bir araya getirilmesiyle oluşan kitap.

hizb-i mahsus

  • Kur'ân'dan seçilen özel bölümlerin bir araya getirilmiş hâli.

hizb-i mahsus-u kur'ani / hizb-i mahsus-u kur'ânî

  • Kur'ân'dan seçilen özel bölümlerin bir araya getirilmiş hâli.

hubne

  • Koltuk altına koyup getirilen şey.
  • Kaftan eteği.
  • Don.

huruf-u nasibe / huruf-u nâsibe

  • Gr: Muzari (geniş zaman) fiilinin başına getirildiğinde o fiili nasbeden harfler. (En), (Len), (İzen), (Key) harfleri gibi.

i'lal

  • Harf-i illetlerin kolaylık için başka harfe değiştirilmesine denir. ( ) nin ( ) olduğu gibi.

i'lanname

  • İçinde ilân yazılı olan kâğıt. (Farsça)
  • Bir hususun herkese ilân edilmesi için hükümetçe hazırlanıp bastırılan resmi kâğıt. (Farsça)

i'mak-ı bi'r

  • Kuyunun derinleştirilmesi.

i'tibar

  • (İtibâr) Ehemmiyet vermek. Hürmet, riâyet ve hatır saymak. Kulak asmak. İbret alıp uyanık olmak. Birisini veya sözünü makbul farzetmek.
  • Taaccüb etmek.
  • Şeref, haysiyet.
  • Bir şeyin gerçek değil, kararlaştırılan değeri.
  • Ticarette söz veya imzaya olan itimad.
  • <

i'tikal

  • Sağmak için koyunun ayaklarını iki bacağı arasına alma.
  • Devenin dizini büküp bağlama.
  • Güreş yaparken rakibini sarmaya getirip yıkma.

ibadetullah

  • Allah'a ibadet etme, Ona kullukta bulunma; emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınma.

ibtiyaz

  • Biriktirip yığma.

iç cebehane

  • Şimdiki askerî müzeye eskiden verilen addır. İç cebehâne tâbiri bilahare "Hazine-i esliha", Üçüncü Sultan Ahmed devrinde "Dâr-ül esliha", daha sonraları da "Harbiye ambarı" olarak değiştirilmiş, en sonunda "askerî müze" şeklini almıştır. (Türkçe)

iç oğlanı

  • Saray hizmetine alınıp devletin çeşitli makamlarına namzed olarak yetiştirilen gençler. İç oğlanı, Yıldırım Bayezid zamanında yeni teşekküle başlayan saray hizmetlerinde bulunmak üzere yeniçerilik için toplanan devşirmelerden ayrılmak suretiyle meydana getirilmiş ve bu usûl sonradan yapılan kanunla (Türkçe)

icazet-i külli / icazet-i küllî

  • Vaktiyle Osmanlı serdarlarına ve sefirlerine müsâlaha, muahede akdi ve sair işler hakkında verilen mezuniyet. Tam salâhiyet demektir. Bu salâhiyeti alan kumandan veya sefir, üzerine aldığı işi merkezden sormaya ihtiyaç kalmadan maslahatın icabettirdiği ve kendi aklının erdiği vechile yapıp bitirirdi

icmad-ı ma / icmad-ı mâ

  • Suyun dondurulması. Suyun buz haline getirilmesi.

icra / icrâ / اجرا

  • Yürütme, yapma, yerine getirme. (Arapça)
  • Yapılma, yerine getirilme, yürütülme. (Arapça)
  • İcrâ edilmek: Yürütülmek, yapılmak, yerine getirilmek. (Arapça)
  • İcrâ etmek: Yürütmek, yapmak, yerine getirmek. (Arapça)

icra-yı icabi / icra-yı icabî

  • Lüzum eden muamelenin yerine getirilmesi.

icra-yı vazife / icrâ-yı vazife

  • Vazifenin yerine getirilmesi.

icraat

  • (Tekili: İcrâ) Meydana getirilen işler. Yapılan işler.
  • Ameliyat. Tatbikat.

iddihar edilen

  • Biriktirilen, depolanan.

iddihar olunan

  • Biriktirilen, depolanan.

ifa / îfâ / ایفا

  • Yapma, yerine getirme. (Arapça)
  • Ödeme. (Arapça)
  • Îfâ edilmek: (Arapça)
  • Yapılmak, yerine getirilmek. (Arapça)
  • Ödenmek. (Arapça)
  • Îfâ etmek: (Arapça)
  • Yapmak, yerine getirmek. (Arapça)
  • Ödemek. (Arapça)

ifa-i hak / ifâ-i hak

  • Hakkın yerine getirilmesi.

ifa-i vazife / îfa-i vazife

  • Görevin yerine getirilmesi.

ifade / ifâde / افاده

  • Söylem, anlatım, dile getirme. (Arapça)
  • İfâde edilmek: Anlatılmak, belirtilmek, dile getirilmek. (Arapça)
  • İfâde etmek: Anlatmak, belirtmek, dile getirmek. (Arapça)

ihdas / ihdâs / احداث

  • Kurma, oluşturma, meydana getirme. (Arapça)
  • İhdâs edilmek: Kurulmak, oluşturulmak, meydana getirilmek. (Arapça)
  • İhdâs etmek: Kurmak, oluşturmak, meydana getirmek. (Arapça)
  • İhdas olunmak: Kurulmak, oluşturulmak, kon (Arapça)

ihlal / ihlâl / اخلال

  • Bozma, lekeleme, halel getirme. (Arapça)
  • İhlâl edilmek: Bozulmak, halel getirilmek. (Arapça)
  • İhlâl etmek: Bozmak, halel getirmek. (Arapça)

ihlal edici / ihlâl edici

  • Bozucu, karıştırıcı.

ihsanperver

  • İhsan edici. İyiliği çok sever. (İhsan ihsandır, eğer nev'e olsa veya muhtaca ve fakire olsa. Sehavet o vakit tam sehavettir, eğer millet için olsa, yahut milleti tazammun eden bir ferde olsa güzeldir. Şayet muhtaç olmayan şahsa olsa, şahsı tembel eder. Çingeneliğe alıştırır. Elhasıl, millet bâkidir (Farsça)

ihtiyat akçesi / اِحْتِيَاطْ آقْچَه سِي

  • Tedbir için biriktirilen para.

ihtiyat hazinesi

  • Tar: Savaş ve diğer fevkalâde masraflara karşılık olmak üzere sarayda biriktirilen paralar. Gelirleri havass-ı hümayun hâsılatı, ganimetlerin beşte biri ve başka hükümdarlardan gelen hediyelerdi. Buna "iç hazine" veya "enderun hazinesi" de denilirdi.

ihzariye

  • Aleyhine açılan dâva münasebetiyle getirilen şahıslardan, gönderilen mübaşir veya muhzirin masrafı karşılığı olarak tahsil edilen para. İhzariyeye mübaşir ve muhzirin at ve araba masrafından başka yemek, içmek gibi şahsî masrafları da ilâve edilirdi.
  • Birinin mahkemeye çağrılması için

ik'ar-ı abar / ik'ar-ı âbâr

  • Kuyuların derinleştirilmesi.

ik'ar-ı enhar

  • Nehirlerin derinleştirilmesi.

ikale

  • Pazarlığı bozma. Her iki tarafın isteğiyle alışveriş mukavelesini bozma. Bir hukuki muamele ile meydana gelen vaziyetin diğer bir hukuki muamele ile eski haline getirilmesi.
  • Demediği halde "Dedin" diye iddia etme.

ikindi divanı

  • Tanzimattan evvel sadrazamların kendi konaklarında yaptıkları divanlar. Bu divan ikindi namazından sonra toplandığı için bu adı almıştı. Bâb-ı Âlî teşkilâtının ilk şekli olarak Divan-ı Hümayun, muayyen günlerde toplandığı zaman, vezir-i azamlar da divanda bitirilemeyen veya arza lüzum görülmeyen işl (Türkçe)

ikmal / ikmâl / اكمال

  • Tamamlama, bitirme. (Arapça)
  • Bütünleme. (Arapça)
  • İkmâl edilmek: Tamamlanmak, bitirilmek. (Arapça)
  • İkmâl etmek: Tamamlamak, bitirmek. (Arapça)

ıksa / ıksâ

  • Uzaklaştırılma. Uzaklaştırma.

iktan

  • Yapıştırma veya yapıştırılma.

ilaf / ilâf

  • Ülfet ettirme, ülfet ettirilme, alıştırma, uzlaştırma.

ilbad

  • Yamama, yırtıkları kapatma.
  • Yapıştırma veya yapıştırılma.

ilm-i bedi'

  • İlm-i beyânın üç bölümünden üçüncü bölümüdür ki, bediiyat da denir. Muktezâ-yı hâle uygun bir kelâmın lâfız ve mânâ bakımından daha da güzelleştirilmesinin kaidelerinden bahseder. Bu kaidelere Edebî San'atlar da denir.Her şeyin güzellik cihetlerinden bilhassa Arabi terkiblerden bahseder, kelâmın güz

ilsak

  • Yapışmak. Bitişmek. Ulaşmak. Yapıştırılma. Kavuşturulmak.

imame / imâme

  • Eskiden müslümanların başlarına sardığı, bugün ise, sadece din görevlilerinin namaz kıldırırken ve dînî vazîfeleri yerine getirirken giydikleri başlık üzerine sarılan sarık.
  • Tesbîhin ucundaki uzun tâne.

imar-ı dünya / imâr-ı dünya

  • Dünyanın bayındır hâle getirilmesi, düzenlenmesi.

imaret / imâret

  • Bayındırlık; bir yerin ömür sürülür, yaşanır hâle getirimesi.

imaret-i arz

  • Yeryüzünün imar edilmesi, ömür sürülür, yaşanır hâle getirilmesi.

imata

  • Uzaklaştırma yahut uzaklaştırılma.

imece

  • Köyün umumi işlerinde veya köylünün kendi işlerinde köy halkının müştereken çalışması. Beraberce birçok kimsenin toplanıp elbirliğiyle bir kişinin işini halletmesi ve herkesin işinin sıra ile bitirilmesi.

imtiha-yi seyf

  • Kılıcın bilenmesi, keskinleştirilmesi.

incil / incîl

  • Allahü teâlânın, Îsâ aleyhisselâma gönderdiği ve sonradan tahrif edilen, aslı değiştirilmiş olan mukaddes kitab.

infirad / infirâd / انفراد

  • Bir başına kalma. (Arapça)
  • İnfirâd ettirilmek: Bir başına bırakılmak. (Arapça)

inkızaf

  • Kovulma, def olunma, atılma, uzaklaştırılma.

insanın haşri

  • İnsanların, öldükten sonra dağılmış olan zerreleri âhirette Allah tarafından tekrar bir araya getirilerek bedenlerinin inşa edilmesi ve diriltilmesi.

intikad / intikâd / انتقاد

  • Eleştiri, tenkit. (Arapça)

iplikhane

  • Eskiden suç işlemiş kimselerin hapsedilip çalıştırıldıkları yere verilen addır.
  • Gemilere lüzumlu halatlarla yelken bezini yapan eski bir deniz müessesenin adı idi.

irad / irâd

  • Getirilme, ortaya konulma.

is'af

  • İs'af olunmak: Yerine getirilmek.

isa'

  • Zenginleştirme veya zenginleştirilme.
  • Genişletme.

isal edici / isâl edici

  • Ulaştırıcı.

işgal

  • Zabtetme, istilâ etme.
  • Birisini işten alıkoyma, başka şeyle meşgul etme, oyalama, uğraştırıp kendi işine mâni olma.

ishakiyye köşkü

  • Sadrazam İshak Paşa tarafından Sultan İkinci Bayezid için, Topkapı surları dahilinde yaptırılmış olan köşkün adıdır. Bânisinin ismine nisbetle bu adı almıştır.

iskan / iskân / اسكان

  • Yerleştirme. (Arapça)
  • Yerleştirilme. (Arapça)
  • İskân edilmek: Yerleştirilmek. (Arapça)
  • İskân etmek: Yerleştirmek. (Arapça)

ıslah olunma

  • Düzeltilme, iyileştirilme.

ıslahpezir / ıslâhpezîr / اصلاح پذیر

  • Islah edilebilir, iyileştirilebilir. (Arapça - Farsça)

ism-i mensub

  • Gr: Kelimenin sonuna Türkçede "Li", Arabça ve Farsçada kelime sessiz harfle bitiyorsa, bir "î", sesli harfle bitiyorsa; yerine göre sesli harf atılarak veya atılmayarak "î" veya "vî" harfi getirilerek yapılan, nereli ve nereye mensub olduğunu ifade eden isimdir. İstanbullu, İstanbulî; Mekkeli, Mekkî

ısmarlama

  • Sipariş verme, emanet etme. Hususi siparişle yaptırılmış, hazır alınmayan.

istibdal

  • (Bidl ve Bedel. den) Değiştirmek, değiştirilmek.
  • Bir vakfı mülk ile mübadele etmek.
  • Birşey verip yerine başka şey istemek.
  • Askerliği biten erlere tezkere verip yenilerini almak.

istibhas

  • Bir şeyin doğruluk ve hakkâniyetini anlayabilmek için, iyice araştırıp tahkik etme.

istidad-ı ihzari / istidad-ı ihzarî

  • İstidat geliştirici ön hazırlık.

istifa-yı kısas

  • Kısas hakkının bilfiil yerine getirilmesi. Câni hakkında kısas cezasının tatbik edilmiş olması.

istifkad

  • (Fakd. den) Kaybolmuş olan bir şeyi araştırıp soruşturma.

istihdam edilme

  • Çalıştırılma.

istikra / istikrâ

  • Birey veya olayları tek tek inceleyerek onlardaki ortak vasıfları tesbit etmek sûretiyle çıkartılan genel sonuç; tümevarım, endüksiyon; yani peygamberleri tek tek araştırıp "peygamberliğin sebebi olan küllî esaslar"ı tespit etmek bir istikra işlemidir. İşte bu esaslar Peygamber Efendimizde en mükemm

istimlak / istimlâk / استملاک

  • Kamulaştırma. (Arapça)
  • İstimlâk edilmek: Kamulaştırılmak. (Arapça)
  • İstimlâk etmek: Kamulaştırmak. (Arapça)

istinabe

  • Duruşmada yasal gerekçelerle bulunamayan zanlının, ilgili mahkemece, yasal prosedürün yerine getirilmesi için zanlıya en yakın bölgedeki bir mahkeme veya kişileri yetkili kılması.

istinga

  • İtl. Yelkenlerin yukarı kaldırılıp toplanması ve bu işin yerine getirilmesi için verilen kumanda.

istizade

  • (Ziyade. den) Arttırılmasını arzulama, çoğaltılmasını isteme.

itilafkar / itilafkâr / ائتلافكار

  • Uzlaştırıcı, birleştirici. (Arapça - Farsça)

itmam / itmâm / اتمام

  • Tamamlama, bitirme. (Arapça)
  • İtmâm edilmek: Tamamlanmak, bitirilmek. (Arapça)
  • İtmâm etmek: Tamamlamak, bitirmek. (Arapça)

ıyadet / ıyâdet

  • Hastayı ziyaret edip hatırını sormak, gidip görmek.
  • Hastayı ziyaret edip hatırını sormak.

izaka

  • (Zevk. den) Tattırma veya tattırılma. Lezzet ve zevk hissettirme.

jandarma

  • Yurt içinde asayişi sağlamak gayesiyle meydana getirilen ve orduya mensup silâhlı kuvvet. Ve bu kuvvette yer alan asker. (Fransızca)

kabil-i kıyas / kâbil-i kıyas / قابل قياس

  • Kıyaslanabilir, karşılaştırılabilir.

kabil-i kıyas olmayan

  • Kıyası mümkün olmayan, karşılaştırılamaz.

kabil-i tebdil

  • Değiştirilmesi mümkün, değiştirilebilir.

kabil-i tenkit

  • Tenkit edilmesi mümkün, eleştirilebilir olma.

kabzımal

  • Meyve ve sebze yetiştiricileriyle, satıcı arasındaki aracı.

kadih

  • (Kadh. dan) Bir kimse hakkında kötü söz söyleyen. Zemmedici, çekiştirici, kötüleyici.

kadr

  • Bir alış-verişte karşılıklı olarak değiştirilen iki maldan herbirinin ölçek veya ağırlıkla ölçülen mal olmaları.

kafir-i matrud / kâfir-i matrud

  • Kavulmuş kâfir, uzaklaştırılmış, tard edilmiş kâfir.

kahhar / kahhâr

  • Ziyadesiyle kahreden, kahredici, yok edici, batırıcı.
  • Allah'ın isimlerinden biri.

kalb

  • Gönül. Yürek denilen, et parçasına yerleştirilmiş nûrânî ve mânevî kuvvet.
  • Tasavvuf yolunda birinci mertebe.

kali / kalî

  • Dedikoducu, gıybet eden, çekiştirici.
  • Söylemekle. Söylenmiş. Söz olarak. Söze dair ve müteallik.

katı-ı tarik-ı ilahi / kâtı-ı tarîk-ı ilâhî

  • İnsanların Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymalarına ve rızâsına kavuşmasına mâni olan, hidâyet ve saâdetlerini engelleyen, saptırıcı, yol kesici.

kavadih

  • (Tekili: Kadiha) Çekiştirenler, zemmediciler, kötüleyiciler.
  • Çekiştirilecek ve zemmedilecek şeyler.

kaziye-i şartiyye-i muttasıla

  • Man: Mevzu ile mahmulü birer cümle olmakla, birinde bir şeyin üzerine olunan hüküm, diğerinde gösterilen şarta mütevakkıf olan kaziyyedir. (Eğer bir cisim ağır ise, bir yere yerleştirilmedikçe düşer gibi.)

ke

  • "Gibi" mânasındadır. (Arapça teşbih edâtı) Kelimenin başına getirilir. Meselâ: (Kezâlike: Bunun gibi)
  • Harfin ve kelimenin sonuna gelirse "sen" zamiri yerindedir. Meselâ (Kitâbü-ke: Senin kitabın)

kefaret-i yemin vermek

  • Yerine getirilemeyen yeminin karşılığını ödemek.

kelb-i muallem

  • Ava alıştırılmış köpek.

kemal-i belagat / kemâl-i belâgat

  • Hal neyi gerektiriyorsa tam ona göre, mükemmel bir şekilde konuşma.

kenud

  • Çok küfran-ı nimet eden kimse. Çok levm ve küfreden cahud.
  • Birşey yetiştirilemiyen verimsiz arazi.
  • Kocasının hukukuna ve iyiliklerine küfran eden nankör kadın.
  • Yemeğini misafirden sakınarak yalnızca yiyen cimri.
  • Kölesini, uşağını çok döven kimse.

kervansaray

  • Büyük yollarda kervanların konaklamalarına mahsus büyük hanlar. (Selçuklular ve Osmanlılar devrinde hayır eseri olarak yaptırılmışlardı.)

kifat

  • Cem'olmuş, toplanmış, biriktirilmiş.
  • İçinde birşey toplanıp biriktirilen yer.
  • Hızlı uçmak, gitmek.
  • (Tekili: Küfv) Küfüvler, benzerler, eşler, denkler.

kirs

  • (Çoğulu: Ekrâs-Ekâris) Her nesnenin aslı.
  • Bir araya getirilmiş beytler.
  • Biri biri üstüne yığılmış kalmış davar tersi.

kıyasımaalfarık / kıyâsımaâlfârık

  • Birbirine benzemeyenlerin karşılaştırılması.

köle

  • Bütün tarihî devirlerde başka milletlerden, yabancılardan zorla kaçırılıp hürriyetten mahrum hale getirilerek hizmette kullanılan erkek. (Türkçe)

komprime

  • Toz halinde iken sıkıştırılıp ufak hap haline getirilmiş ilaç. (Fransızca)

kudret-i samedaniye matbahları / kudret-i samedâniye matbahları

  • Rızıkların İlâhî kudretle olgunlaştırıldığı mutfaklar.

kudüs

  • Filistin'de, Süleymân aleyhisselâm tarafından inşâ ettirilen Mescid-i Aksâ'nın bulunduğu şehir. Bu şehir târih kitaplarında İlyâ adıyla da zikredilir.

küreyvat-ı hamra

  • Kırmızı kan kürecikleri. Kana kırmızı rengini veren, çekirdeksiz, yuvarlak, küçük hücrecikler olup kanın her mm.küpünde beş milyon kadar bulunurlar, beden hücrelerine erzak dağıtırlar ve bir kanun-u İlâhî ile hücrelere erzak yetiştirirler. (Tüccar ve erzak memurları gibi)

kurfusa

  • Mak'adı üstüne oturup dizlerini karnına yapıştırıp iki kolunu baldırları üstüne kavuşturmak.

kurmay

  • Ordunun muharebeye hazırlanmasında ve savaş sırasındaki sevk ve idaresi için hususi tarzda yetiştirilmiş subay.
  • Mc: Becerikli.

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

kütüb-i salife / kütüb-i sâlife

  • Allahü teâlâ tarafından, Peygamber efendimizden önce gelmiş olan peygamberlere gönderilen fakat sonradan tahrif edilmiş, değiştirilmiş olan ilâhî kitablar. Bunlara semâvî kitablar da denir.

kütüm

  • Bir otun yaprağı. (Mersin yaprağına benzer; kına ile karıştırıp boya yaparlar.)

kuvve-i müeyyide / قوهء مؤیده

  • Yaptırım gücü.

kuvve-i münbite

  • (Ağaç ve bitkileri) Bitirip yeşillendirme ve büyütme gücü.

kuvve-i nabite / kuvve-i nâbite

  • Yetiştirme gücü; bitirip geliştirme, bitirip yetiştirme gücü (tarımsal verimlilik gücü).

la'net

  • Bedduâ; bir kimsenin kötülüğünü, Allahü teâlânın af ve merhametinden mahrum olmasını, ihânet edenlerin veya kötülüklerin gerektiği cezâya çarptırılmasını istemek.

lahk

  • (Lehak) Geriden yetişmek, ardından yetiştirilmek.
  • Alüvyon. Liğ. Akarsuların taşımasıyla gelen maddeler.

lam-ı tarif / lâm-ı tarif

  • İsimlerin başına getirilen belirleme edatı.

lebh

  • Bir büyük ağacın adı. (Bir kimse kabuğunu yarsa filhâl o kişiye uyuşukluk gelir; o ağaçtan tahtalar biçip gemi yaparlar. Rivâyet olunur ki, iki tahtasını birbirine bitiştirip bir yıl su içinde dursa ikisi bir olup yekpâre olur, Mısır'da yetişir. Ahter-i Kebir'den)

lebs

  • Giyecek şey.
  • Giyme. Giyinme.
  • Bir mânayı diğer bir mânâ ile karıştırmak. Sözün karışık ve şüpheli olması. Sözü karıştırıp şüpheye düşmek.

leffen

  • Beraber sararak. İliştirilmiş olarak. Rabtedilmiş olarak.

lem

  • (Arabçada cezm harfidir) Muzari fiilinin başına getirilirse, nefyeder, cezmeder, sâkin okutur. "Gelir" fiilini "gelmedi" yaptığı gibi.

levm-i laim / levm-i lâim

  • Çekiştiricinin, kınayanın kınaması.

levme

  • Kınanmaya ve çekiştirilmeğe sebep olacak şey.

ma'dele-i ulya / mâ'dele-i ulyâ

  • Yüce adaletin gerçekleştirildiği yer.

ma'sur

  • Zor, güç, zorlaştırılmış.

ma-imeşkuk / mâ-imeşkûk

  • Şüpheli su; ehlî merkebin ve ondan doğan katırın artığı olan su.

madde-i tenkit

  • Tenkit unsuru, eleştiri noktası.

maglata-i şeytaniye

  • İnsanları aldatmak ve yoldan çıkarmak için söylenen karıştırıcı sözler. Şeytanın insan kalbine vesvese vermesi.

magtus

  • Su, gaz veya hava gibi şeylerin içine batırılmış.

mahasal-ı ömr / mâhasal-ı ömr

  • Evlât. Çocuk.
  • Hayat boyunca çalışılarak vücuda getirilen eser veya elde edilen şey.

mahlut / mahlût / مَخْلُوطْ

  • (Halt. dan) Karıştırılmış. Katılmış. Karışık.
  • Karıştırılmış, karışık.
  • Karışık, karıştırılan.

mahtumane / mahtûmâne

  • Bitirircesine, bir kitabı bitirince verilen ziyafet gibi.

maklub / maklûb

  • Altı üstüne getirilmiş, ters çevrilmiş, başka şekle sokulmuş.

maklubiyet

  • Ters döndürülmüşlük, altı üstüne getirilmişlik. Maklub olma hâli.

malayutak / mâlâyutak

  • Tâkat getirilmez, güç yetmez, dayanılmaz.
  • Güç yetirilmez.

mamur / mamûr / معمور

  • Bayındır, imar edilmiş. (Arapça)
  • Mamûr edilmek: Bayındırlaştırılmak, imar edilmek. (Arapça)
  • Mamûr etmek: Bayındırlaştırmak. (Arapça)
  • Mamûr olmak: Bayındır olmak. (Arapça)

maruz bırakılma / mâruz bırakılma

  • Açık hâle getirilme, açık hedef yapılma.

masdar-ı ca'li / masdar-ı ca'lî

  • (Mec'ul) yapma olan masdar. Arapçada, bazı isim ve sıfatların sonlarına (-iyyet) ilâve edilerek yapılır. Meselâ: İnsan: İnsaniyyet, Şâir: Şâiriyyet. Câhil: Câhiliyyet. Merbut: Merbutiyyet gibi.Arapça veya Farsça kelimenin sonuna (-îden) eki getirilerek yapılır. Meselâ: Cenk. den, Cengîden: Cenk etme

matemfeza / mâtemfezâ

  • Yası ve mâtemi ziyadeleştirip arttıran. (Farsça)

matrud

  • Kovulmuş. Tardedilmiş. Uzaklaştırılmış olan.

matvi / matvî

  • Dürülmüş, sıkıştırılmış.

mazhar buyurulan

  • Eriştirilen, kavuşturulan.

mebkale

  • (Çoğulu: Mebâkıl) Sebzevat yetiştirilen yer.

mecbur

  • Zor görmüş. Zorla bir işe girişmiş. İcbar görmüş.
  • Hatırı alınmış, gönlü yapılmış. (Hakiki manası: Kırıldıktan sonra bütünlenmiş.)

mecmu / mecmû

  • Toplanmış, bir araya getirilmiş.

mecmu'

  • Bütün, hepsi. Topluca. Yığılmış. Cem' olunmuş. Bir araya getirilmiş şey.

mecmua / mecmûa / مجموعه

  • Toplanıp biriktirilmiş, tertip ve tanzim edilmiş şeylerin hepsi.
  • Seçilmiş yazılardan meydana getirilen kitap. Risâle.
  • Kolleksiyon.
  • Dergi. (Arapça)
  • Küçük risale veya farklı kitapların bir araya getirildiği eser. (Arapça)

medhur

  • Uzaklaştırılmış veya kovulmuş olan. Tardedilmiş olan.

medkuk

  • Döğülmüş, toz hâline getirilmiş.

medlul / medlûl / مَدْلُولْ

  • Delâlet olunan. Gösterilen.
  • Mânâ. Meâl. Mefhum. Delil getirilen şey. Bir kelime veya bir işâretten anlaşılan.
  • Delil getirilmiş şey.
  • Delalet olunan, gösterilen.
  • Bir kelimeden veya bir işaretten anlaşılan.
  • Kendisine delil getirilen, mânâ, anlatılan.
  • Delil getirilen.

medlul-ü mecazi / medlûl-ü mecâzî / مَدْلُولُ مَجَاز۪ي

  • Mecazî olarak delil getirilen.

medluliyet / medlûliyet

  • Kendisine delil getirilme.

medluliyyet / medlûliyyet

  • Kendisine delil getirilme.

meftul

  • (Fetl. den) Bükülmüş, kıvrılmış. Fitil hâline getirilmiş.

mehr-i misl

  • Mehir söylenmeden veya mehir vermemek şartı ile yapılan bir nikahtan sonra, kadının, baba tarafından akrabâsının kadınlarına bakılarak bunlara verilen mehir kadar verilmesi kararlaştırılan altın, gümüş, mal veya herhangi bir menfeat.

mehr-i müeccel

  • Boşanma veya ölüm halinde, kız tarafına verilmesi nikâhta kararlaştırılmış olan para.

mehr-i müsemma

  • İki tarafın rızası ile nikâh bedeli olarak kararlaştırılan para.

melfuz

  • Söylenmiş, dile getirilmiş olan.

melsuk / melsûk

  • Yapıştırılmış. Bitiştirilmiş.
  • Yapıştırılmış.

memalik / memâlik

  • Mülk hâline getirilen yerler ve köleler.

memluk / memlûk

  • Hür olmayan insan. İslâm hukûkunda harbde esir alınıp, İslâm memleketine getirilen kimse, köle.

mend

  • Kelimelerin sonuna getirilerek "sahip" mânasına edattır. (Farsça)

menkus

  • (Naks. dan) Noksanlaştırılmış. Eksik olan.

menşe'

  • Bir şeyin çıktığı yer, esas, kök.
  • Yetişilen yer, bitirilen mektep.

mensuh / mensûh

  • Hükmü yürürlükten kaldırılmış. Sonraki hükümle değiştirilmiş dînî hüküm.

menzilhane

  • Konak yeri. Hayvan değiştirilen yer. (Farsça)

merfu'

  • Yükseltilmiş. Yüksekte. Terfi ettirilmiş. Ref' olunmuş.
  • Hükümsüz bırakılmış.
  • Gr: Zamme ile harekelenmiş harf. Yani: Harfin harekesi, ötre (mazmum) "u, ü, o, ö şeklinde" okunan harf.

merkeziyyet

  • İşlek yerde, merkezde bulunmuş olmak.
  • Bütün işlerin bir yerden idare edilir olması, merkezleştirilmesi.

merkuz

  • (Rekz. den) Dikilmiş. Saplanmış. Batırılmış. Sâbit kılınmış.
  • Tahrik olunmuş, harekete getirilmiş.
  • Ayakla tepilmiş.

mesafih

  • Sahife haline getirilmiş şeyler, kitaplar.
  • Mushaflar, Kur'ânlar.

mescid-i aksa / mescid-i aksâ

  • Kudüs'te Süleymân aleyhisselâm tarafından yaptırılan mescid. Beyt-i Mukaddes (Makdis).
  • Kudüs'te Hz. Süleyman tarafından yaptırılan mukaddes mescid.

mesel / مَثَلْ

  • Bir şeyin üzerine getirilen örnek.

mesh / مَسْخْ

  • Mest denilen ayakkabıyı abdestle giydikten sonra, abdest bozulup, yeniden alırken, ayakları yıkamayıp elleri ıslatarak, sağ elin yaş beş parmağını sağ mest, sol elinkini de sol mest üzerine boylu boyunca yapıştırıp ayak parmakları ucundan bacağa do ğru çekme.
  • Bir uzva veya sargıya ıs
  • Şeklini değiştirip çirkin bir hâle sokma.

meshuk

  • (Sahk. dan) Döğülerek toz haline getirilmiş.

meskukat

  • (Tekili: Meskuk) Sikke hâline getirilmiş mâdeni paralar. Akçeler.

mev'id

  • Va'din yerine getirildiği yer.
  • Vaad etmek. Vaad. Söz vermek.

mevaid-i kazibe / mevaid-i kâzibe

  • Yerine getirilmeyen va'dlar. Yapılmayan va'dlar.

mevkit

  • (Çoğulu: Mevâkit) Tâyin ve tesbit edilip kararlaştırılan yer veya zaman.

mevsule / mevsûle

  • Bitiştirilmiş.
  • Bitiştirilmiş.

meyasir

  • (Tekili: Meysur) Kolaylaştırılmış şeyler.

mezzer

  • Halep vilâyetinden getirilen siyah taş.

mi'rac / mi'râc

  • Merdiven.
  • Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem elli iki yaşında uyanık iken, beden ile, hicretten altı ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi, Mekke-i mükerremede Mescid-i Harâm'dan Kudüs'e ve oradan göklere ve bilinmeyen yerlere götürülüp, getirilmesi.

midilli

  • At cinsinin küçük çaptaki nev'ine verilen addır. Bu türlü atlar Midilli adasında yetiştirildiği için bu adı almıştır.

mısra / mısrâ

  • Şiirin her bir satırı.

mısra'

  • Kapı kanadı.
  • Edb: Bir manzum yazının her bir satırı. Tam bir vezin ölçüsüne göre tanzim edilmiş söz.

mizac

  • Huy, tabiat, fıtrat, bünye.
  • Bir şeyle karıştırılmış olan başka bir şey.

moda

  • Geçici yenilik. Elbise ve süslenmede geçici hevesler ve fantezi düşkünlüğü sebebiyle çıkartılan yeni tarz ve şekiller. Bunlar israfı artırır ve iktisada aykırıdır. (Fransızca)

mu'teber

  • İtibâr gören. Beğenilen.
  • İnanılır. Güvenilir. Hatırı sayılır. Hükmü geçen.

mu'tekil

  • Sağmak için koyunun ayaklarını iki bacağı arasına çekip alan.
  • Devenin dizini büküp bağlıyan.
  • Güreşte rakibini sarmaya getirip yıkan.

muacciz

  • Sıkıcı. Bıktırıcı. Usandırıcı. Taciz edici. Rahatsız eden. Yapışkan. Sırnaşık.

muaddel

  • Tadil edilmiş. Eski hâli değiştirilmiş.

muaddele

  • Adaletli; adalet ölçülerine uygun hale getirilmiş.

muahez

  • Muâheze olunan. Tenkid edilen, çekiştirilen.

muahez değil

  • Eleştiri konusu değil, sorguya tâbi tutulmaz.

muahhir

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Peygamberlerini, evliyâsını, sevdiklerini kendine yaklaştırıp, kâfirleri (inanmayanları), fâcirleri, düşmanlarını, sevmediklerini kendisinden uzaklaştıran, hor ve hakîr edip alçaltan.

muarreb

  • Arablaştırılmış. Arablaşmış.

muayyen

  • Görülmüş olan, kat'i olarak belli olan, belli, ölçülü, tayin ve tesbit olunmuş, karalaştırılmış.
  • Belli, belirli, tayin edilmiş, kararlaştırılmış.

müb'id

  • Uzaklaştıran, uzaklaştırıcı.

mübadele

  • Değişme. Bir şeyin başka bir şeyle değiştirilmesi. Trampa.
  • Bir şeyin başka bir şeyle değiştirilmesi, değiş-tokuş, trampa, takas.

mübadil

  • Mübâdele olunmuş. Başkasının yerine getirilmiş, bir şeye bedel tutulmuş.

mübeddel

  • (Bedel. den) Değiştirilmiş, değişmiş, değişmiş. Tebdil edilmiş.

mübellag

  • Tebliğ edilen. Bildirilen.
  • Eriştirilen.

mücehhel

  • (Cehl. den) Bilinmez bir hâle getirilmiş.

mucib-i tetkik ve nakz

  • Kararı bozma ve tekrar araştırıp inceleme gerektirici durum, gerekçe.

mucip / mûcip

  • Gerektirici sebep, gerekçe.

müdahhar

  • Depolanmış, biriktirilmiş.

müdakkikane / müdakkikâne

  • Dikkatlice, araştırıp inceleyerek.

müddahar

  • Toplanıp saklanmış.
  • Biriktirilmiş.

müddehar / مُدَّخَرْ

  • Biriktirilmiş, yığılmış. İstif edilmiş. İddihar edilmiş.
  • Biriktirilmiş, bir araya getirilmiş.
  • Biriktirilmiş.

müddehir

  • Biriktirilen, toplayıp saklayan. İddihar eden.

müdehhar

  • Biriktirilip cem' olunmuş, bir araya getirilmiş olan.

müdehharat / müdehharât

  • İstif edilmiş, yığılmış ni'metler. Biriktirilmiş mallar.

müdehhir

  • Biriktirip toplayan. Cem'eden. Depo eden.
  • Müdehhar mânasına da gelir.

müdevven

  • (Divan. dan) Tedvin olunmuş. Kitap hâline getirilmiş. Bir arada toplanıp tanzim edilmiş.

müekked

  • Te'kidli, kuvvetli, sağlamlaştırılmış, kuvvetlendirilmiş. Tekrar edilmiş.
  • Tekidli, pekiştirilmiş.
  • Sağlamlaştırılmış.
  • Tekrar edilmiş, pekiştirilmiş.

müellef

  • (Ülfet. den) Yazılmış toplanmış.
  • Te'lif edilmiş, kitap olarak meydana getirilmiş, birleştirilmiş.

müellefe

  • Ülfet ve imtizac ettirilmiş. Alıştırılmış.
  • Nâkıs. Noksan.
  • Adedi bine çıkarılmış.
  • Alıştırılmış, yazılmış.

müellefe-i kulub / müellefe-i kulûb

  • Kalbleri İslâm'a ısındırılmak istenenler. Kalblerine îmân yerleştirilmesi istenilen veya yeni îmân etmiş müslümanlar ve kötülükleri önlemek istenilen bâzı kâfirler olup, zekât verilen sekiz sınıftan biri iken hazret-i Ebû Bekr zamânında kendilerine zekât verilmesinin nesh yâni hükmünün kaldırıldığı

müeyyed

  • Teyid edilmiş, sağlamlaştırılmış.
  • Te'yid edilmiş. Doğrulanmış. Kuvvetlendirilmiş. Sağlam. Sağlamlaştırılmış. Tekzib edilmemiş. Yardım görmüş.

müeyyide / مؤیده

  • Destekleyen, yaptırım.
  • Te'yid eden. Te'yid edici. Kuvvetlendirici.
  • Kanun ve ahlâk emirlerinin yerine getirilmesini te'min eden kuvvet.
  • Yaptırım. (Arapça)

müferres

  • Farsçalaştırılmış.

müfettel

  • (Fetl. den) Fitilleştirilmiş. Fitil gibi bükülmüş.

mugayyer

  • (Gayr. dan) Değiştirilmiş, başkalaştırılmış. Tağyir edilmiş.

mugberr-ül hatır / mugberr-ül hâtır

  • Hatırı kalmış, gücenmiş.

mugrak

  • (Gark. dan) Batmış veya batırılmış (suya). Gark edilmiş.

muhaddid

  • Keskinleştirici, bileyici.
  • Sınırlıyan, sınırını tâyin eden. Tahdid eden. Hududlandıran.

muhakkik / مُحَقِّقْ

  • Hakikatı araştırıp bulan. İç yüzüne inceliyerek vakıf olan.
  • Hakikat âlimi. Hakikatlara hakkı ile vakıf ve ehl-i tahkik olan büyük İslâm âlimi.
  • Araştırıcı âlim.

muhakkikane / muhakkikâne

  • Araştırırcasına.

muhakkıkin / muhakkıkîn

  • Hakikati, gerçeği bulup meydana çıkaranlar, araştırıcılar.

muhakkikin / muhakkikîn / مُحَقِّق۪ينْ

  • Hakikatı bulup meydana çıkaranlar.
  • İç yüzünü araştırıp bulan büyük İslâm âlimleri ve velileri. Hakikat araştıran, hak âlimleri.
  • Araştırıcı âlimler.

muhakkıkin-i islamiye / muhakkıkîn-i islâmiye

  • Hakikatleri araştırıp delilleriyle bilen büyük İslâm âlimleri.

muhakkikin-i sofiye / muhakkikîn-i sofiye

  • Meseleleri delilleriyle araştırıp bilen tasavvuf erbabı kimseler.

muharref

  • (Harf. den) Tahrif edilmiş. Değiştirilmiş. kalem karıştırılmış. Bozuk. İfsâd ederek tahrib edilmiş.
  • Tahrif edilmiş, değiştirilmiş, bozulmuş.
  • Değiştirilmiş, bozulmuş.

muharrefat

  • (Tekili: Muharref) Tahrif edilmiş ve değiştirilmiş şeyler.

muhassısa

  • Hususileştirici.

muhavvel

  • Ismarlanmış, değiştirilmiş.
  • Hâvâle edilmiş. Ismarlanmış. Tebdil ve tağyir edilmiş. Değiştirilmiş. Bırakılmış.
  • Değiştirilmiş.
  • Havale edilmiş, gönderilmiş, ısmarlanmış.

muhdes

  • Sonradan meydana getirilmiş.

mühezzeb / مُهَذَّبْ

  • Islah edilmiş. Düzeltilmiş. Lüzumsuzu çıkarılmış, temizlenmiş. Safileştirilmiş.
  • İyi hale getirilmiş, terbiye edilmiş.

muhkem

  • Sağlam, sağlamlaştırılmış, kuvvetli.
  • Sağlam. Metin. Sıkı sıkıya. Kuvvetli. Tahkim edilmiş. Sağlamlaştırılmış.
  • Fık: Tefsir edilenlerden daha kuvvetli olan söz. İhtimalli olmayan söz.

muhtezen

  • Biriktirilip ambar veya hazineye konmuş.

mukarreb

  • (Kurb. dan) Yakınlaşmış. Yakınlaştırılmış. Yakın.
  • Büyük zât veya padişah gibi kimselere hizmette yaklaşmış olan.
  • Yakınlaştırılmış.
  • Cennette dereceleri en yüksek olan.
  • Tasavvufta, nefslerinin sevgisinden kurtulmuş, kalbinde Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyin sevgisi kalmayan, yalnız Allahü teâlâyı isteyen.

mukarrer / مقرر

  • Kararlaştırılmış. (Arapça)
  • Kesin. (Arapça)

mukarrerat / mukarrerât

  • Kararlaştırılan şeyler, kararlar.

mukavva

  • (Kuvvet. den) Sağlamlaştırılmış, kavileştirilmiş.

mükevven

  • (Kevn. den) Yapılmış. Tekvin edilmiş olan. Yaratılmış. Meydana getirilmiş olan.

muksa

  • Uzaklaştırılmış. Uzak kalınmış.

müksif

  • Kalınlaştırıcı.
  • Tortu çöktürücü.

muktaziyat

  • Gerektirici sebepler; gerekler.

mukteza

  • Lâzım getirilmiş. Lüzumuna binaen istenmiş. İcab eden. Lâzım gelen.

mülabese / mülâbese

  • Benzer şeylerin ayırt edilemiyerek birbirine karıştırılması.
  • Münasebet, yakınlık.

mülabeset / mülâbeset

  • (Lebs. den) Karışma. Münâsebet. Ülfet ve ihtilât etmek. Birbirine benzeyen iki şeyin karıştırılarak birbirine benzetilmesi.
  • Takribi cihet.
  • Karışma, münasebet, iki şeyin karıştırılarak birbirine benzetilmesi.

mülazım

  • Bir kimseye bağlı gibi olan.
  • Maaşsız acemilik hizmeti.
  • İlmiyyede: Medrese tahsilini bitirip icazet alan. Stajyer.
  • Eskiden askerlikte yüzbaşıdan aşağı rütbelerin derecesi, ünvanı.

mülevves

  • Kirli. Pis. Bulaşık. Bulaştırılmış.
  • Alıkoyulup sonraya bırakılmış veya durdurulmuş olan.
  • Tazelenmek için suda ıslatılmış şey.
  • Karışık, intizamsız.

mülezzez

  • Bir yere biriktirilip toplanmış, yığılmış ve ulaştırılmış nesne.

mülk şirketi

  • İki veya daha çok kimsenin, mîrâs veya hediye sûreti ile veya parasını belirli oranda verip satın alarak, bir mala berâber sâhib olmaları; yâhut mallarını ayrılmayacak şekilde karıştırıp ortak olmaları.

mülsak

  • (Melsuk) Bitiştirilmiş, yapıştırılmış olan. İlsak edilmiş.
  • Yapıştırılmış, bitiştirilmiş.

mültebis / مُلْتَبِسْ

  • Birbirine karıştırılmış.
  • Karıştırılan.

mültehik

  • (Lühuk. dan) İltihak etmiş olan. Katılmış, katıştırılmış.

mülzem / مُلْزَمْ

  • Cevab veremez hâle getirilen.

mülzim

  • İlzam eden, susturucu.
  • Lüzumlu gören. Gerektiren.
  • Verilen hükmün mutlak yerine getirilmesindeki mecburiyet.

mümessel

  • Temsil getirilen.

mümessel-i leh

  • Kendisi için misal getirilen.
  • Hakkında temsil getirilen.

münafeşe

  • Hesap görürken iyice araştırıp, birşeyi terk etmemek.

munazzeme

  • Düzenli ve sistemli hale getirilmiş.

müncez

  • Sözü yerine getirilmiş, incâz edilmiş.

mündemic / مُنْدَمِجْ

  • Bir şeyin içine yerleştirilmiş.

münderic

  • Derc edilmiş, yerleştirilmiş.

münderiç

  • Yerleştirilmiş.

münhasif

  • Sönükleşen, parlaklığını yitirip görünmez hâle gelen.

muntafi

  • Sönmüş. Sönen.
  • Bastırılmış.

munzar

  • Geciktirilmiş, te'hir edilmiş. Sonraya bırakılmış.

munzic

  • Hazmettirici, sindirici.
  • Tıb: Yara veya çıbanı cerahatlendiren.
  • Kemâle eren, inzâc eden.

murabbayat

  • (Tekili: Murabbâ) Kaynatılıp kıvamına getirildikten sonra dondurulmuş meyve suyu tatlıları.

murassa'

  • Süslü. Kıymetli taşlarla süslenmiş. Sırmalı.
  • Birbirine yanaştırılmış. Oturtulmuş.
  • Edb: İki mısra veya iki fıkrası birbiri ile aynı vezin ve kafiyede olan söz veya beyit.
  • Bir nevi yazı.

murassaat

  • (Tekili: Murassa') Murassâlar. Cevher ve inciler gibi şeylerle. Süslenmiş olanlar. Takdir edilip yerleştirilmiş süslü ve kıymetli şeyler.

müreffih

  • (Rüfuh. dan) Rahatlandırıcı, rahat ettirici.
  • Refaha eren. Rahat ve bolluğa kavuşan.

mürsiye

  • Çakılmış. Yerleştirilmiş.

murtaz

  • Alıştırılmış, tâlimli hayvan.

müsafeha / müsâfeha

  • İki müslümanın, sağ elin avuç içlerini birbirine yapıştırıp, iki baş parmağın yanlarını birbirine değdirerek el sıkışması.

müşagabe

  • Demegoji; tartışma ve eleştiriyi meslek kabul edenlerin yolu.

musahhaf

  • Yanlışlıkla değiştirilmiş.

musahhar / مُسَخَّرْ

  • İtâat ettirilmiş.

musahhariyet / مُسَخَّرِيَتْ

  • İtâat ettirilmişlik.

müşahhas / مُشَخَّصْ

  • Şahıslaştırılmış, somut.

müsakkal

  • Ağırlaştırılmış. Sakilleştirilmiş.

musalleb

  • (Sulb. dan) Katılaştırılmış.

musammem / مُصَمَّمْ

  • Kararlaştırılmış, hakkında karar verilmiş.
  • Hakkında karar verilmiş, kararlaştırılmış.
  • Kararlaştırılmış.

musattah

  • Satıh haline getirilmiş. Düz ve yassı hâle konulmuş olan. Satıhlandırılmış. Düzleştirilmiş.

müşattar

  • Edb: Mısraları arasına ilâveten ayrıca mısralar getirilmiş gazel veya keside..

müsebbeb

  • (Sebeb. den) Sebebleri ve vesileleri mevcut olan. Sebeb ile meydana getirilmiş olan.

müşedded

  • Kuvvetlendirilmiş, şiddeti artırılmış.
  • Gr: İki defa yanyana okunan harf, şeddeli harf. Böyle harflere huruf-u müşeddede denir.

müsekkin / مسكن

  • Teskin edici, sakinleştirici.
  • Yatıştırıcı.
  • Sakinleştirici, yatıştırıcı. (Arapça)

musel

  • (Vusul. den) Yetiştirilmiş, vardırılmış, ulaştırılmış.

müselles

  • (Selase. den) Üç, üçlü. Üçleştirilen. Üç köşeli olan. Üçgen.

müşeyyed

  • Kuvvetlendirilmiş, sağlamlaştırılmış.

müsta'bed

  • Köle haline getirilen, kul olan, kulluğu istenen.

müsta'mer

  • Muhacir yerleştirilerek imar edilen yer.
  • Müstemleke, sömürge.

müstahkem

  • Sağlamlaştırılmış, istihkâm edilmiş.
  • Tahkim edilmiş, sağlamlaştırılmış.
  • Sağlamlaştırılmış.

müstahleb

  • Süt gibi beyaz ve sübye tarzında hazırlanmış, süt haline getirilmiş ilâç.

müstahsal

  • (Çoğulu: Müstahsalât) (Hâsıl. dan) Yetiştirilmiş, hâsıl olmuş, üretilmiş.

müstahsil

  • Yetiştiren, yetiştirici, üretici.

müstahzar

  • (Huzur. dan) Hazır, hazırlanmış.
  • Huzura getirilmiş. Zihinde tutulan.

müstakrib

  • (Kurb. dan) Yaklaştırıcı, yaklaştıran.

mustalahat / mustalahât

  • (Tekili: Mustalah) Istılah haline getirilmiş kelimeler.

mustani'

  • Birini yetiştirip adam eden kimse.
  • Yedirip içiren, ikram eden, ziyâfet veren.

müste'cel

  • Belirli bir vakte kadar geciktirilen. Muayyen bir zamana kadar te'hir edilmiş olan.

müste'di / müste'dî

  • Birinin zulmüne karşı başka birinden yardım dileyen.
  • Birini sıkıştırıp malını zorla alan.

müsteb'ad

  • (Bu'd. dan) Uzak görülen, akla yakıştırılmayan, olacağı sanılmayan.

müstebdel

  • (Bedel. den) Değiştirilmiş, istibdâl edilmiş.

müstehak

  • Hak edilmiş, yiyip içilerek bitirilmiş, bitirilen, tüketilen.

müstehlek

  • İstihlâk edilmiş, yiyip içilerek bitirilmiş.

müstenciz

  • Va'din yerine getirilmesini isteyen.

müsteşrik

  • (Şark. dan) Doğu memleketlerinin din, dil ve tarihlerini ve diğer bâzı hususları araştırıp tesbite çalışan batılı âlim. Garplı âlim. (Orientalist)
  • Doğu memleketlerini, din, dil ve târihleri başta olmak üzere her yönden araştırıp tesbite çalışan batılı ilim adamı. Garplı bilgin, oryantalist, şarkiyâtçı.

mütasarrıfa

  • İnsandaki görünmeyen his organlarının beşincisi; his organları vâsıtası ile elde edilen duyuları ve mânâları karşılaştırıp, yeni mânâlar elde etmeye yarayan kuvvet.

müteazzir

  • Özürlü, zararlı, yerine getirilmesi zor.

mütefakkid

  • Araştırıp soran, tedkik eden.

müteharri / müteharrî / متحری

  • Araştırıcı, araştıran. (Arapça)

mütehattır

  • (Hutur. dan) Hatırlayan, hatırına getiren, tahattur eden.

müteneffizan

  • (Tekili: Müteneffiz) Nüfuzlu ve hatırı sayılır kimseler. Sözü dinlenir kişiler. (Farsça)

mütenekkiren

  • Kıyafet değiştirip kendini tanıtmayarak.

mütesekkin

  • Teskin edici, yatıştırıcı. Yatışan, teskin olan, sükunet bulan.

müteşerriz

  • Dibi sağlamlaştırılmış kitap.

muvahhid

  • Allah'ın birliğine inanan. Tevhid eden.
  • Birleştirici olan.

muvazene-i hal

  • Halin, durumun karşılaştırıması.

müzad

  • Arttırılmış, çoğaltılmış, ziyade edilmiş.

müzayakasız

  • Birbirini sıkıştırıp birbirine engel olmaksızın.

müzayede

  • Artırma, ziyadeleştirme.
  • Devletçe veya bir müessesece satılığa çıkarılan bir malın veya arazinin arttırılmaya konulması. Müzayede; biri kapalı zarfla, diğeri açık arttırma ile olmak üzere iki türlü yapılır. Müzayedede konulan şey, en çok arttırma yapana ihâle edilir.

müzdad

  • Çoğaltılmış. Ziyâdeleştirilmiş.
  • Arttırılmış, çoğaltılmış.
  • Artırılmış, çoğaltılmış.

müzehhep

  • Yaldızlanmış, altın suyuna batırılmış.

müzevvec

  • (Zevc. den) Çiftleştirilmiş, tezvic edilmiş.

na

  • Farsçada nefy edatıdır. Müsbet mânâyı menfi yapar. Kelimenin başına getirilir. Meselâ: Nâ-ehil : Ehliyetsiz, ehil olmayan.

na-meysur

  • Ele geçirememiş. Elde edememiş. (Farsça)
  • İşi kolaylaştırılmış. (Farsça)

nak

  • Nisbet edatı olarak kelimelere eklenir, sıfat meydana getirilir. Meselâ: Gam-nâk : Gamlı, kederli. (Farsça)

nakkar

  • Müzik, çalgı.
  • Gagalıyan.
  • Ağaç, taş ve madeni eşyayı oyarak ve çukurlaştırıp kabartarak ona mücessem şekiller veren sanatkârlar.

nakli delil / naklî delil

  • Şer'î hükümler için naklî delil esastır. Yalnız akıl ile din namına hüküm getirilmez ve böyle bir hükmün dinle alâkası olmaz. Dinî meselelerde aklın ve ilmin vazifesi; dinî hükümlerdeki hikmetleri ve hakkaniyet delillerini görüp izhar etmektir. Kur'anın bazı âyetlerinde yapılan akla havaleler ve Kur

naşir

  • Neşreden, yayan.
  • Bir müellifin eserini bastırıp çıkartan. Editör.

neam, la / neam, lâ

  • Evet, hayır. "doğru; fakat, meselenin içinde senin hatırına gelmeyen şu da var" manasındadır.

neam-la

  • Evet, hayır. " Doğru fakat, mes'elenin içinde senin hatırına gelmeyen şu da var." mânâsınadır.

nefed

  • Bitirme, tükenme, bitirilme.

nehhat

  • Çalıştırılan sığır.
  • İnce.
  • Hımar, eşek.
  • Sadaka toplamaya memur olan kişinin işini bitirdikten sonra ücretini alması.

nemaim

  • (Tekili: Nemime) Dedikoducular, çekiştiriciler.

nemek-sud

  • Tuzlanmış, tuza bastırılmış, tuzlu şey. (Farsça)
  • Pastırma. (Farsça)

nes'i / nes'î

  • Câhiliyet devrinde belirli vakti geciktirilmiş haram aylar.

nev-icad

  • Evvelce yok iken sonradan yapılmış. Yeniden meydana getirilmiş. (Farsça)

nev-inan

  • Acemi at, bineğe yeni alıştırılan at. (Farsça)

niguhide

  • Çekiştirilmiş, zemmolunmuş, gıybet edilmiş. (Farsça)

nişdet

  • Araştırıp sorma.
  • Kaybolan bir şeyi arama.

nizam-ı cedid

  • Yeni nizam. Osmanlı Devletinde III. Sultan Selim zamanında yeni nizamla yetiştirilen bir askerî teşkilât.

nokta-i istimdad

  • Yardım isteme noktası. İnsanın kalbindeki sonsuz emel ve arzuların yerine getirilmesine olan ihtiyaç.

nüsha-i kur'aniye / nüsha-i kur'âniye

  • Ciltlenmiş, kitap hâline getirilmiş Kur'ân nüshası.

nüsük

  • İbâdet. Hac ve umrede yerine getirilmesi lâzım olan işlerin herbiri.

ocak imamı

  • Tar: Yeniçeri Ocağı'nın imamı. Cami-i Miyane adını alan ve ilkin mescid halinde bulunan Orta camii, Hicri 1000 senesinde büyütülerek cami haline getirilmiştir. Camiin imamı, hatibi, müezzini, muarrifi ve kayyumu vardı. İmam, Yeniçeriler arasında okuyup yazan ve tahsil görenlerden seçilirdi.

palude

  • Süzülmüş, saf hâle getirilmiş. (Farsça)

pan

  • Yun. "Bütün, karşı" mânasına kelimenin başına getirilerek kullanılır. Meselâ: Panzehir : Zehire karşı ilâç.

perverde

  • Terbiye görmüş, yetiştirilmiş, beslenmiş. (Farsça)
  • Beslenmiş, yetiştirilmiş.

perverde edilmek

  • Beslenmek, yetiştirilmek.

perverende

  • Besleyen, büyüten. Besleyici, büyütücü. (Farsça)
  • Terbiye edici, yetiştirici. (Farsça)

perveriş

  • Besleme, besleyiş. Beslenme. (Farsça)
  • Terbiye etme, yetiştirme, eğitme. Terbiye edilip yetiştirilme, eğitilme. (Farsça)
  • İlerleme, terakki. (Farsça)

perverişyab / perverişyâb

  • Beslenen. (Farsça)
  • Terbiye edilen, terbiye gören, eğitilen, yetiştirilen. (Farsça)

perverişyafte / perverişyâfte

  • Terbiye edilmiş, büyütülmüş, yetiştirilmiş, eğitilmiş. (Farsça)

peyk

  • Bir şeyin etrafında, ona tabi olarak dönen. Seyyare. (Farsça)
  • Haber ve mektup getirip götüren. (Farsça)

rabıt-rabıta / râbıt-rabıta

  • Bağlayıcı, bitiştirici.
  • Nefsini ezip kendini Allah'a bağlamış.

racim / racîm

  • "Allahü teâlânın rahmetinden kovulmuş uzaklaştırılmış" mânâsına şeytanın Kur'ân-ı kerîmde bildirilen sıfatı.

ramik

  • Miskle karıştırılan siyah bir madde.

ran

  • Bacağın uyluk kısmı. Uyluk. (Farsça)
  • Kelimenin sonuna getirilerek. " Süren, sürücü" mânasını ifade eden birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hükümrân : Hüküm süren. (Farsça)

rebike

  • Hurmayı yağla ve keş ile karıştırıp hamur ederek yapılan bir yemek.
  • Öğünmüş keşi, un ve yağ ile karıştırıp yapılan yemek.
  • Bulamaç aşı.

refl

  • Kaftanını uzun diktirip yürürken eteklerini çekip sallamak.

reml

  • Hac ibâdeti yerine getirilirken, tavâfın (Kâbe'nin etrâfında dönmenin) ilk üçünde, erkeklerin kısa adımlarla, omuzları silkerek, çalımlı yürümeleri.

renc-ber

  • (Renc; sıkıntı, zahmet. Ber; çeken) Tarla ve bahçede yahut başka işlerde kazmak veya taş, toprak taşımak gibi işlerde çalıştırılan gündelikçi. Amele, ırgat. (Farsça)
  • Çiftçi. (Farsça)

rencidegi / rencidegî

  • İncinip hatırı kırılmış olma. (Farsça)
  • Dertlilik, kederlilik. (Farsça)

rencidehatır / rencidehâtır

  • Gücenmiş, hatırı kırılmış. (Farsça)

rendeçlenme

  • Pürüzsüz hâle getirilme.

resan

  • Ulaştırı yağan yağmur.

resanende

  • Ulaştırıcı, getirici. (Farsça)

reşk-endaz / reşk-endâz

  • İmrendirici, gıpta ettirici. Kıskandırıcı. (Farsça)

resül

  • Peygamber. Yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile bir ümmete veya bütün beşeriyete Allah tarafından Peygamber olarak gönderilmiş olan zât. Mürsel de denir. Yeni bir kitap ve şeriatla gelmeyip kendinden evvelki Resülün getirdiği kitap ve şeriatı devam ettirirse, ona Nebi denir.
  • Haberci

revir

  • Alm. Okul, kışla gibi yerlerde ufak hastalıkları olanların yatırıldıkları hasta odası, ilk bakım yeri.
  • Bölge, mıntıka.

rezz

  • Bir şeyi yere batırmak.
  • Çekirgenin, kuyruğunu yere batırıp yumurtasını dökmesi.

rezzak / rezzâk

  • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Her yarattığı ve rızık vereceği mahlûkunun rızkını yaratıcı ve ulaştırıcı ve o rızık ile faydalanma sebeblerini hazırlayan ve rızık gönderen Allahü teâlâ.

rifa'

  • Ekini tarladan getirip harman yerine ilettikleri vakit.

rıhtım

  • Gemilerin yanaşmalarına müsait şekle getirilmiş kıyı. (Farsça)

rihve-i mehmuse harfleri

  • "Fe, ha, se, he, şın, hı, sad, sin" Bu harflerde sesin kemâli ile nefes birlikte akar. Rehavet ve hems sıfatı, zayıf sıfatlardır, bunun için rehavet sesin kâmilen akmasını, hems de nefesin kâmilen akmasını icabettirir.

riyazat

  • Manevî ilerleme için gerçekleştirilen eğitim.

robot

  • Elektrikle veya mekanik yollarla hareket ettirilerek çeşitli işler yaptırılabilen otomatik cihaz. (Fransızca)

rububiyetperver

  • Terbiye etmeyi ve olgunlaştırıp mükemmelleştirmeyi seven.

safa-bahş

  • Eğlendiren, rahatlandıran, kederi def'eden, hatırı hoş eden. (Farsça)

sahibü'n-nur ve'l-azm ve'l-irade ve'l-irşad

  • Nurun, azmin, iradenin ve doğrulara ulaştırıcı irşadın sahibi.

sahih kan / sahîh kan

  • Sekiz yaşını bitirip, dokuz yaşına bastıktan birkaç gün veya ay, yâhut seneler sonra, sıhhatli bir kızın veya âdet zamânı son dakikasından îtibâren tam temizlik (on beş gün) geçmiş olan kadının önünden çıkan ve Hanefî mezhebine göre, en az üç gün (ye tmiş iki saat) devâm eden kan; hayız ve aybaşı ka

saik-i tenkit / sâik-i tenkit

  • Eleştiriye sevk eden sebep.

sebeb-i dai / sebeb-i dâî

  • Birşeyin ortaya çıkmasındaki gerektirici sebep.

şebeh

  • (Şibih) Benzer, nazir, benzeyen şey.
  • Bakır ile çinkodan karıştırılıp yapılan pirinç madeni.

şecce

  • Başa ve yüze vurarak meydana getirilen yara.

sedd-i zülkarneyn

  • Hz. Zülkarneyn tarafından yaptırılan set.

seff

  • Dokumak.
  • Yapmak.
  • Ahzetmek, almak.
  • Toz haline getirilmiş ilâç.
  • İlâcı toz haline getirme.

sembol

  • Kararlaştırılmış bir mânası olan işaret. Bir mânanın şekil veya madde halinde gösterilmiş sureti. (Fransızca)

şevb

  • Karıştırmak.
  • İçilecek olan şeye katılıp karıştırılan şey.

şeytan

  • Kovulmuş, uzaklaştırılmış. Kibir ve gurûru sebebiyle Allahü teâlânın "Âdem'e secde ediniz" emrine isyân edip, karşı geldiği için, O'nun rahmetinden uzaklaştırılan varlık, İblis.

silahşör

  • Silahları karıştırıcı, silahlarla oynayıp uğraşıcı.
  • Eski zamanda bir sınıf silahlı asker, hususiyle muhtelif silahları kullanmakta fevkalâde meleke ve maharet ile mümtaz olup, maiyyette istihdam olunanlara verilen addı. Yeniçeri Ocağı zâbitlerinin bir takımı hakkında da kullanılır bi

sinimmar

  • Ay, kamer.
  • Gece uyumayan erkek.
  • Harami.
  • Tar: Rum milletinden bir üstâdın adıdır. Numan bin Münzir için Hira'da bir köşk yapmıştı. Bunun bir eşini daha kimseye yapmasın diye Numan bin Münzir o köşkün üstünden attırıp öldürdü. (Ahter-i Kebir'den)

sinyal

  • Kararlaştırılmış bir haberi verme işareti. İşaret. (Fransızca)

sirişte

  • Yoğrulmuş, karıştırılmış. (Farsça)

sohbet-i irfaniye / sohbet-i irfâniye

  • İlim ve bilgi kazandıran sohbet; gerçeğe ulaştırıcı sohbet.

sühan-çin

  • Söz getirip götüren, söz toplayan, dedikoducu. (Farsça)

suhriyen

  • (Sıhriyya) Musahhar kılınan, hizmette çalıştırılan.
  • Gülünç olan.

sukut-ı musammem

  • Düşmesi kararlaştırılmış. İktidardan düşürmek için hakkında karar alınmış.

sukut-u musammem

  • Düşmesi kararlaştırılmış, iktidardan düşürülmesine kesin karar alınmış.

sulh-amiz / sulh-âmiz

  • Ara bulucu, barıştırıcı. (Farsça)

sünnet-i hasene

  • İlk asırda (Resûlullah efendimiz ve O'nun arkadaşları olan Eshâb-ı kirâm zamânında) asılları îtibâriyle bulunan, sonraları daha da geliştirilen, minâre, mektep yapmak ve kitâb yazmak gibi, İslâm'ın izin verdiği, hattâ emrettiği güzel ve faydalı işler.

ta'dilen / ta'dîlen / تعدیلا

  • Değiştirilerek, değişiklik yapılarak. (Arapça)

ta'lik / ta'lîk / تعليق

  • Askıya alma. erteleme. (Arapça)
  • Ta'lîk edilmek: Asılmak, iliştirilmek, tutturulmak. (Arapça)

ta'mim / ta'mîm / تعميم

  • Genelleştirme, yayma. (Arapça)
  • Genelleştirilme, yayılma. (Arapça)

ta'rib / ta'rîb / تعریب

  • Arapçalaştırma. (Arapça)
  • Ta'rîb edilmek: Arapçalaştırılmak. (Arapça)
  • Ta'rîb etmek: Arapçalaştırmak. (Arapça)

ta'vik / ta'vîk / تعویق

  • Askıya alma, geciktirme, erteleme, oyalama. (Arapça)
  • Ta'vîk edilmek: Geciktirilmek, ertelenmek, askıya alınmak. (Arapça)
  • Ta'vîk etmek: Geciktirmek, ertelemek, askıya almak. (Arapça)

tagmiz

  • Sıkmak.
  • Gövdesini sıktırıp ovdurmak.

tagrib

  • (Gurbet. den) Birini gurbete gönderme.
  • Memleketten çıkarma, uzaklaştırılma.
  • Kovma.

tağyir / tağyîr / تغيير

  • Değiştirme, başkalaştırma. (Arapça)
  • Tağyîr edilmek: Değiştirilmek. (Arapça)
  • Tağyîr etmek: Değiştirmek. (Arapça)

tağyir ve tebdil eden

  • Değiştirip dönüştüren.

taharri / taharrî / تحری

  • (Hary. dan) Aramak. Araştırmak. İncelemek. Araştırılmak.
  • Arama. (Arapça)
  • Araştırma. (Arapça)
  • Taharrî edilmek: (Arapça)
  • Aranmak. (Arapça)
  • Araştırılmak. (Arapça)
  • Taharrî etmek: (Arapça)
  • Aramak. (Arapça)
  • Arştırmak. (Arapça)

tahin

  • Darı unu.
  • Öğütülmüş tahıl.
  • Şekerle karıştırılarak helvası yapılan öğütülmüş susam.

tahkik / تحقيق

  • Araştırma, gerçeği arama. (Arapça)
  • Tahkik edilmek: Araştırılmak. (Arapça)
  • Tahkik etmek: Araştırmak. (Arapça)

tahkim / تحكيم

  • Sağlamlaştırma. (Arapça)
  • Tahkim edilmek: Sağlamlaştırılmak. (Arapça)
  • Tahkim etmek: Sağlamlaştırmak. (Arapça)

tahkimat / tahkîmât / تحكيمات

  • Sağlamlaştırmalar. (Arapça)
  • Sağlamlaştırılmış yer. (Arapça)

tahlil

  • Müşkül meseleyi halletmek.
  • Bir şeyi kolaylıkla tutmak.
  • Eritmek.
  • Bir şeyi helâl kılmak.
  • Yemine kefaret etmek.
  • Man: Terkibin zıddıdır. Bir kıyas neticesinin mantık şekillerinin hangisinden olduğunu bilmek için delilin tahlili, araştırılması.
  • Fiz:

tahlit

  • (Halt. dan) Karıştırma. Karıştırılma. Bozma. Saflığını giderme. Fâsid etme.

tahrif olma

  • Değiştirilme, aslından uzaklaştırılma.

tahrir / تحریر

  • Yazma. (Arapça)
  • Yazılma. (Arapça)
  • Kitap yazma. (Arapça)
  • Serbest bırakma. (Arapça)
  • Tahrîr edilmek: Yazılmak. (Arapça)
  • Tahrîr etmek: Yazmak. (Arapça)
  • Tahrîr ettirilmek: Yazdırılmak. (Arapça)

tahvil / تحویل

  • Değiştirme. (Arapça)
  • Borç senedi. (Arapça)
  • Tahvil edilmek: (Arapça)
  • Değiştirilmek, dönüştürülmek. (Arapça)
  • Teslim edilmek. (Arapça)
  • Tahvil etmek: (Arapça)
  • Değiştirmek. (Arapça)
  • Teslim etmek. (Arapça)

takarrür / تقرر

  • Karar kılma. (Arapça)
  • Yerleşme. (Arapça)
  • Takarrür etmek: (Arapça)
  • Karar kılmak. (Arapça)
  • Kararlaştırılmak. (Arapça)
  • Yerleşmek. (Arapça)

takriz / takrîz / تقریظ

  • Eleştiri. (Arapça)

talim ve terbiye etme / tâlim ve terbiye etme

  • Belli bir amaca erişecek şekilde eğitme ve geliştirip olgunlaştırma.

tallahi / tallâhi

  • Allahü teâlânın ism-i şerîfinin başına "te" harfi getirilerek yapılan yemin sözü.

tarid

  • Kovulmuş, uzaklaştırılmış, sürülmüş, çıkarılmış.
  • Bir kimsenin birinci çocuğundan sonra doğan ikinci çocuğu.

tarife / târife

  • Bir işlemin nasıl gerçekleştirileceğini gösteren belge.

tarsif

  • Birbirine bitiştirip kuvvetlendirme, sağlamlaştırma.

tarzim

  • Bir çok şeyi bir yere getirip, toplayıp bir yük yapmak.

tasavvuf

  • Ahlâk ve kalb ilmi. Kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak. Kalbde îmânın vicdânileşmesi, yâni Ehl-i sünnet îtikâdının kalbde sağlamlaşması ve şüphe getirici te'sirlerle sarsılmaması, nefs-i emmâreden doğan tenbelliklerin ve sıkıntıl arın giderilip, ibâdetlerde kolaylık ve lezzet hâ

tasbih

  • Rüzgârdan dolayı otun kuruması.
  • Sütü su ile karıştırıp içirmek.

taslib

  • (Salb. dan) Haça germek. Haç çıkarmak.
  • (Sulb. dan) Sertleştirmek. Katılaştırmak, katılaştırılmak.

tasnif

  • Bir âlimin, te'lif etmeden, kendi usûlünce daha önce benzeri olmayan bir kitâb yazması.
  • Hadîs ilminde tedvîn edilen yâni toplanıp bir araya getirilen hadîs-i şerîflerin konularına ayrılması, kitablara geçmesi.

tatrim

  • Tamamlamak.
  • Ata tâlim ettirip hünerli ve iyi huylu yapmak.

te'cil / te'cîl / تأجيل

  • Geciktirme, erteleme. (Arapça)
  • Te'cîl edilmek: Geciktirilmek, ertelenmek. (Arapça)
  • Te'cîl etmek: Geciktirmek, ertelemek. (Arapça)

te'hir / te'hîr / تأخير

  • Geciktirme. (Arapça)
  • Gecikme. (Arapça)
  • Te'hîr edilmek: Geciktirilmek. (Arapça)
  • Te'hîr etmek: Geciktirmek. (Arapça)

te'lif / te'lîf / تأليف

  • Barıştırmak. Husumeti defetmek. Ülfet ve imtizac ettirmek.
  • Çeşitli şeyleri birleştirip karıştırmak.
  • Eser yazmak.
  • Noksan bir adedi bine çıkarmak.
  • Yanyana getirme, alıştırma. (Arapça)
  • Kaleme alma, yazma. (Arapça)
  • Te'lîf edilmek: (Arapça)
  • Bir araya getirilmek, birleştirilmek. (Arapça)
  • Kaleme alınmak, yazılmak. (Arapça)
  • Te'lîf etmek: (Arapça)
  • Bir araya getirmek. (Arapça)
  • (Arapça)

te'lifbin / te'lifbîn / تأليف بين

  • Uzlaştırıcı, birleşirici. (Arapça - Farsça)

te'sisat

  • (Tekili: Te'sis) Te'sisler, kuruluşlar. Kurulup temelleştirilen şeyler.

te'yid / te'yîd / تأیيد

  • Pekiştirme. (Arapça)
  • Te'yîd edilmek: Pekiştirilmek. (Arapça)
  • Te'yîd etmek: Pekiştirmek. (Arapça)

teb'id / teb'îd / تبعيد

  • Uzaklaştırma. (Arapça)
  • Sürgün etme. (Arapça)
  • Teb'îd edilmek: (Arapça)
  • Uzaklaştırılmak. (Arapça)
  • Sürgün edilmek. (Arapça)
  • Teb'îd etmek: (Arapça)
  • Uzaklaştırmak. (Arapça)
  • Sürgün etmek. (Arapça)

tebdil / tebdîl / تبدیل

  • Değiştirme, dönüştürme, değişiklik. (Arapça)
  • Tebdîl edilmek: Değiştirilmek, dönüştürülmek. (Arapça)
  • Tebdîl etmek: Değiştirmek, dönüştürmek. (Arapça)
  • Tebdîl olmak: Dönüşmek. (Arapça)

tebdil edilen

  • Değiştirilen.

tebdil edilmek

  • Değiştirilmek.

tebdil edilmiş

  • Değiştirilmiş.

tebdilen / tebdîlen / تبدیلا

  • Değiştirerek, dönüştürerek. (Arapça)
  • Değiştirilerek, dönüştürülerek. (Arapça)

tebliğ-i risalet / tebliğ-i risâlet / تَبْلِيغِ رِسَالَتْ

  • Peygamberlik yoluyla dinin ulaştırılması, bildirilmesi.

tebuk

  • Hicaz'ın kuzey tarafında Medine-i Münevvere'den Şam'a giden yolun ortasında bir yerdir ve Peygamber Efendimizin son gazvesinin yeri olmakla meşhurdur. Tebuk'te Peygamberimiz tarafından yaptırılan bir duvar bir hurmalık ve bir de çeşme var olduğu rivayet edilir.

tecessüs

  • İnsanların gizli hallerini, ayb ve kusûrunu merâk edip, iç yüzünü araştırıp öğrenmeye çalışmak.

tedarük

  • (Tedârik) Ele geçirmek. Edinmek. Hazırlamak.
  • Araştırıp bulmak.
  • Ardı ardına erişip katılmak ve tevâli etmek.

tedvin / tedvîn

  • Bir araya toplayarak tertipleme.
  • Edb: Aynı mevzuya ait bahisleri, çalışmaları bir araya getirip kitap hâline getirme.
  • Biraraya getirip toplama, düzenleme; kitab hâline getirme.
  • Tedvîn edilmek: Kitap haline getirilmek.

teferrug

  • (Ferâg. dan) Vaz geçme, fârig olma.
  • Bir işi bitirip kurtulma.
  • Satın alınan bir mülkün tapusunu kendi üzerine çevirme.

tehtan

  • Yağmurun ulaştırı yağması.

telfik

  • Birleştirme, ekleme. İstif.
  • Bir yere getirip ulaştırmak.

telid

  • (Telide) (Veled. den) Yabancı memlekette doğduğu halde küçük yaşta İslâm diyârına getirilerek orada büyütülmüş ve oranın tâbiiyetini kabul etmiş olan kişi.

temahhuz

  • (Temahhud) Doğum sancısı çekmek.
  • Hayvanın gebe oluşu.
  • Süt yayıkta yayılarak yağı alınıp safileştirilmesi.
  • Fitne çıkarma.

temin / temîn / تأمين

  • Gerçekleştirme, sağlama. (Arapça)
  • Gerçekleştirilme, sağlanma. (Arapça)
  • Emin kılma, güvence verme. (Arapça)
  • Temîn edilmek: (Arapça)
  • Sağlanmak, gerçekleştirilmek. (Arapça)
  • Güvenci verilmek, emin kılınmak. (Arapça)
  • Temîn etmek:(Arapça)

temsillerin darbı

  • Benzetmelerin getirilmesi, örneklemelerin yapılması.

temtit

  • "Ekber" derken bir elif fazlalaştırıp "ekbâr" demek.
  • Med edip çekmek.

tenkid / tenkîd / تنقيد

  • Eleştiri.
  • Eleştiri, değerlendirme.
  • Eleştiri. (Arapça)
  • Tenkîd edilmek: Eleştirilmek. (Arapça)
  • Tenkîd etmek: Eleştirmek. (Arapça)

tenkidat / tenkidât / tenkîdât / تنقيدات

  • Eleştiriler.
  • Eleştiriler. (Arapça)

tenkidat-ı rakipkarane / tenkidat-ı rakipkârâne

  • Rekabet edercesine yapılan eleştiriler.

tenkidat-ı siyaset

  • Siyaset eleştirileri, tenkitleri.

tenkidat-ı ukala / tenkidât-ı ukalâ

  • Akıllıların tenkitleri, eleştirileri.

tenkidkar / tenkidkâr

  • Eleştirici.

tenkidkarane / tenkidkârane / tenkidkârâne

  • Eleştiri şeklinde.
  • Eleştirircesine.

tenkih

  • Araştırıp, dikkat edip bir şeyin sonuna hakikatına ermek.
  • Bir şeyin fazla ve gereksiz kısımlarını çıkarıp kısaltarak düzeltmek.
  • Temizlemek.
  • Bütçe tanzimi için maaşları azaltmak.

tenkit

  • Eleştiri.

tenkit edilme

  • Eleştirilme.

terbiyegerde

  • Terbiye edilmiş. Yetiştirilmiş. (Farsça)
  • Terbiye edilmiş, yetiştirilmiş.

terfend

  • (Terfende) Turfanda. Mevsiminden önce yetiştirilmiş meyve veya sebze. (Farsça)

terkib

  • Birkaç şeyin beraber olması. Birkaç şeyin karıştırılması ile meydana getirilmek.
  • Birbirine karıştırılmış maddeler.
  • Gr: Terkib-i nâkıs ve terkib-i tam olarak iki kısma ayrılır. Terkib-i nâkıs: Cümle kadar olmayan terkiblerdir. Terkib-i tam ise; bir cümleden ibarettir. Birbirin

terkib-i bend

  • Edb: Birkaç bendden meydana getirilmiş manzumenin hususan gazel şekli olup müteaddit manzumeler birer beytle birbirine bağlanmıştır.

terkibat

  • (Tekili: Terkib) Terkipler. Birkaç şeyin karıştırılmasıyla meydana gelen şeyler.

tertib-i mebadi / tertib-i mebâdi

  • Bir işin gerçekleştirilmesi için gerekli ön şartların yerine getirilmesi.

tervic

  • Revaç vermek. Değerini arttırmak.
  • Müsait karşılamak. Kabul ettirip, geçerli kılmak.

teşeffü'

  • Bir isteğin, dileğin yerine gelmesi için, peygamberleri veya evliyâyı vesîle ederek (araya koyarak), onların hatırı için diyerek Allahü teâlâya yalvarma, duâ etme, isteme.

teşekkül eden

  • Kurulan, meydana getirilen.

tesis edilen

  • Kurulan, yerleştirilen.

tesis olunma

  • Kurulma, yerleştirilme.

teskir

  • (Sekr. den) Sarhoş etme.
  • Gözü kamaştırıp görmesini zayıflatmak.

tesniye

  • Vasıflandırma.
  • Gr: Arapçada bir kelimenin iki şeye delâlet etmesi hâli, kelimeyi iki şeye delâlet ettiren siga. Bu şekil kelimenin sonuna "elif-nun" veya "ye-nun" getirilerek yapılır. Meselâ: Recul: Adam. İki adam demek için: Reculân () veya Reculeyn () denir.

teşrik tekbiri / teşrik tekbîri

  • Arefe günü yâni Kurban bayramından önceki gün, sabah namazından, bayramın dördüncü günü ikindi namazına kadar yirmi üç vakit her farz namazdan sonra getirilen tekbîr; "Allahü ekber, Allahü ekber, lâ ilâhe illallahü vallahü ekber. Allahü ekber ve lill ahil-hamd" sözleri.

tetebbu

  • Araştırıp incelemek, derinliğine inceleyip tanımak.

tetebbu'

  • Araştırıp tetkik etme. Derinliğine inceleyip tanıma, öğrenme. Öğrenmek için okuma.

tetebbuat / tetebbuât

  • Araştırıp incelemeler.
  • Araştırıp incelemeler. Arayıp öğrenmeler.
  • Araştırıp incelemeler.

tetkik edilen

  • İncelenen, araştırılan.

teveccüh

  • Yönelme.
  • Peygamberleri aleyhimüsselâm veya evliyâyı vesîle (vâsıta) yaparak, onların hâtırı için istenilen bir şeye kavuşturması için Allahü teâlâya yalvarmak. Buna, istigâse, tevessül ve teşeffü' de denir.
  • Tasavvuf yolunda ilerleme, yükselme sebeblerinden en önemli olanı. Bir velîni

tevessül

  • Bir isteğin, bir maksadın hâsıl olması için bir şeyi vesîle, sebeb yapmak. Allahü teâlânın sevdiklerini araya koyarak; "Onların hâtırı, hürmeti için" diyerek duâ etmek veya bu sûretle yapılan duâ. İstiğâse ve teşeffû' da denir

tevhid / tevhîd / توحيد

  • Birleştirme. (Arapça)
  • Tevhîd edilmek: Birleştirilmek. (Arapça)
  • Tevhîd etmek: Birleştirmek. (Arapça)

tevhid-i medaris / tevhid-i medâris

  • Medreselerin, okulların birleştirilmesi; Osmanlı döneminde dinî ilimlerin tahsil edildiği eğitim kurumlarının bir araya getirilmesi.

tevkifi / tevkîfî

  • İslâmiyet'in bildirmesine bağlı olan ve değiştirilmesi câiz olmayan.

tevrat

  • Hz. Musâ Aleyhisselâm'a nâzil olan kitab-ı mukaddesin nâm-ı celili. (Hakiki Tevrat, Kur'an-ı Kerim ile barışıktır. Şimdiki ise, çok yerleri değiştirilmiş, tahrif edilmiştir. Bu kitabın aslından az bir şey kalmıştır. Aklı başında ve İslâmiyeti, Kur'an-ı Kerim'i tetkik eden Yahudiler de hidayeti seçmi

teyakkun

  • İyiden iyiye araştırıp şüphesiz tam olarak bilmek.
  • Tam yakınlık hâsıl etmek.

teysir

  • (Yüsr. den) Kolaylaştırma. Kolaylaştırılma.

tezakkum

  • Lokma lokma etmek.
  • Kaymak ile hurmayı karıştırıp yemek. (O taama "zekkum" derler.)

tezkir / tezkîr / تذكير

  • Hatırlatma. (Arapça)
  • Tezkîr edilmek: Hatırlatılmak, dile getirilmek. (Arapça)
  • Tezkîr etmek: Hatırlatmak, dile getirmek. (Arapça)

tezyid / tezyîd / تزیيد

  • Arttırma. (Arapça)
  • Tezyîd etmek: Arttırmak. (Arapça)
  • Tezyîd olunmak: Arttırılmak. (Arapça)

tiraşide

  • Tıraş olmuş, tıraş edilmiş. (Farsça)
  • Yontulmuş, düzleştirilmiş. (Farsça)

turfanda

  • Mevsiminden önce yetiştirilen meyve veya sebze.

ulema-i hakikat

  • İman hakikatlerini araştırıp elde eden âlimler.

vacib / vâcib

  • Allah ve resulü tarafından yerine getirilmesi kesin olarak emredilmiş olan şey (diğer bir mânası; delili farz ifade edecek derecede kesin olmayan, fakat hiç terk edilmeden yapılması istenen amel; vitir ve bayram namazları gibi.
  • Varlığı zorunlu olan.
  • (Vücub. dan) (Çoğulu: Vâcibât) Lüzumlu, mecburi olan.
  • Fık: Yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve borç olup, yapılmadığı takdirde büyük günah olan Allah'ın emirleri. Yapılması zannî delil ile belli olan. Terki câiz olmayan. Yapılması şer'an kat'i derecede bir delil ile sâbit
  • Gerekli, zorunlu olan, yerine getirilmesi her müslüman için gerekli ve zorunlu olan Allah'ın emirleri.

vacibe / vâcibe

  • Yapılıp yerine getirilmesi vâcib derecesinde lüzumlu olan şey.

vacibülifa / vâcibülîfâ / واجب الایفا

  • Yapılması gereken, yerine getirilmesi gereken. (Arapça)

vaz edilme

  • Konulma, yerleştirilme.

vaz olunan

  • Konulan, yerleştirilen.

vecibe

  • Borç hükmünde olan vazife.
  • Kanun ve ahlâkın icabı, yerine getirilmesi lâzım gelen şey.

vefa

  • Ahdinde, sözünde durma.
  • Sevgi ve dostlukta sebat ve devam.
  • Ödeme.
  • Yetişme.
  • Dince ve akılca lâzım gelen şeyi yerine getirip uhdesinden çıkma.

vücuda getirilen

  • Meydana getirilen.

vücuda getirilme

  • Meydana getirilme, oluşturulma.

zade

  • Evlâd, oğul. (Farsça)
  • İyi insan. (Farsça)
  • Nikâh neticesi olmuş çocuk. (Farsça)
  • Kelime sonuna getirilerek birleşik kelimeler de yapılır. Meselâ: Şah-zade (Şehzade) : Padişah evlâdı. (Farsça)

zamm / ضم

  • Ekleme, arttırma. (Arapça)
  • Zamm edilmek: Eklenmek, arttırılmak. (Arapça)
  • Zamm etmek: Eklemek, arttırmak. (Arapça)
  • Zamm olunmak: Eklenmek, ilave edilmek. (Arapça)

zellet-ül kari / zellet-ül kârî

  • Kırâat hatâsı. Namazın içindeki farzlardan kırâati yerine getirirken (Fâtiha ve zamm-ı sûreyi okurken) meydana gelen hatâ, yanlış okuma.

zencir-bend

  • Zincire vurulmuş, zincirle bağlı mânasına gelir. Eskiden azılı katiller ve deliler, zincirle bağlandıkları için bu tâbir meydana gelmiştir. (Farsça)
  • Edb: Her mısranın son kelimesi, bir sonra gelen mısraın ilk kelimesini teşkil etmek şekliyle meydana getirilen manzumelere verilen addır. Divan (Farsça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın