Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
tila
ifadesini içeren
566
kelime bulundu...
a'raş
(Tekili: Arş) Tahtlar.
Çatılar, damlar.
abs
Kurumak, katılaşmak.
acaib-i mucizat / acâib-i mûcizât
Mucizeyle yaratılan mahluklardaki şaşırtıcı özellikler.
acibe-i hilkat
Her zaman yaratılan şekilden farklı olarak yaratılmış olan. (Meselâ: Normalinden çok fazla büyük cüsseli veya üç ayaklı olmak gibi)
adem / âdem
Kur'ân-ı kerîmde ismi geçen peygamberlerden. Yeryüzünde yaratılan ilk insan ve ilk peygamber, bütün insanların babası.
adn cenneti
Yedi kat göklerin üzerinde yaratılan sekiz Cennetten derece bakımından en yüksek olanı.
aglef
Sünnetsiz.
Sandıkta kapalı.
Mc: Katılaşmış, duygusuz kalb.
ahal
Birşeye yaramıyarak atılacak olan şey, çerçöp.
(Farsça)
ahkam-ı zımniye / ahkâm-ı zımniye
Açıkça söylenmeyip dolayısıyla anlatılan hükümler, esaslar.
ahzan
(Tekili: Hüzn) Hüzünler, kederler, sıkıntılar, tasalar, gamlar.
aklam
(Tekili: Kalem) Kalemler. Oklar. Yayla atılan eski zaman silahlarından biri.
akson
yun.Tıb: Sinir hücrelerinden çıkan uzantıların en önemlisi.
ala / alâ
Gr:Arabçada harf-i cerdir. Buna isim diyen de olmuştur. Müteaddit mâna ile kelimenin başına getirilir; manevî istilâ ve tefevvuk bildirmek için ekseriyâ mecrurunu istilaya delâlet eder. Bazan mecrurunun mukabiline müstâli olur. (maa) gibi müsahabet için gelir. (lâm) gibi tâlil için olur. Müc
alak-ı dem
Kan pıhtısı, pıhtılaşmış kan.
alavere
Vapurlara kömür vermek için bordaya kurulan kademeli iskele.
Tulumbanın basıp emme suretiyle işlemesi.
Herc ü merc. Karışıklık, kargaşalık.
Bir şeyin elden ele verilerek veya atılarak aktarılması.
alem-i ecsad / âlem-i ecsâd
Yerler, dağlar, gökler gibi, ölçülebilen ve tartılabilen madde âlemi. Buna âlem-i halk, âlem-i şehâdet ve âlem-i mülk de denir.
alem-i mümkinat / âlem-i mümkinat
Mümkin varlıklar âlemi; varlığı ile yokluğu eşit olup varlığı ancak Allah'ın var etmesine bağlı olanlar, yaratılanların tamamının oluşturduğu âlem.
amaç-gah / âmâç-gâh
Nişan atılan yer, nişan yeri. Hedef mahalli.
(Farsça)
an mim amed
Tar: İslâmiyeti ve Türkçeyi öğretmek maksadıyla, devşirilerek toplanan ve Türk köylülerine satılan acemi oğlanlardan, müddetini tamamlayarak Rumeli Ağasının tezkeresiyle ulüfeye yazılanların kayıtlarına verilen işaret.
(Farsça)
anise
Sıkı bağlanmış.
(Farsça)
Koyulaşmış, katılaşmış şey. (Kan ve mürekkeb gibi akıcı maddeler.)
(Farsça)
anka-i meşrebane / anka-i meşrebâne
Anka meşrepli olma; masallarda bir efsane olarak anlatılan anka kuşu misâli bir meşrepte, bir yolda olma.
arazi-i emiriyye / arâzi-i emiriyye
Huk: Beytülmâle mahsus olup devlet tarafından şahıslara dağıtılan yerler. (Tarla, çayır, koru ve emsali gibi.)
arazi-i emiriyye-i sırfa / arâzi-i emiriyye-i sırfa
Huk: Beytülmâle mahsus menfaatleri ve tasarruf haklarından hiçbiri bir cihete verilmeyip devlete ait olan ve şahıslara dağıtılan memleket arazisi.
arteziyen
Burgu gibi bir âletle açılıp su fışkırtılan kuyu.
(Fransızca)
asa'
Yaş olan şey kuruyup katılaşmak.
aşevi
Yoksullara parasız olarak yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane.
Para ile yemek yenilen yer, lokanta.
Düğün gibi toplantılarda, yemekleri hazırlamak için iğreti mutfak olarak kullanılan yer.
Bazı tekkelerde yemek pişirilen yer.
aslüfasl
İşin aslı ve ayrıntıları.
aşure
(Aşurâ) Arabi aylardan olan Muharrem ayının onuncu günü. Aynı günde çeşitli hububat ve kuruyemişler katılarak yapılan tatlı.
ateşi mahluklar / âteşî mahlûklar
Ateşten yaratılan varlıklar.
atıl / âtıl
(Âtıla) İşlemez. Boş. Tenbel.
Bozulmuş.
atliye
(Tekili: Tılâ) Merhemler.
ayat-ı kevniye / âyât-ı kevniye
Kâinatta yaratılan varlıkların Cenâb-ı Hakkın varlık ve birliğine olan işaretleri, delil oluşları.
ayb-ı hadis / ayb-ı hâdis
Huk: Satılan eşya müşteri elinde iken ârız olan ayıb. (Müşterinin satın aldığı kumaşı kesip biçmesiyle meydana gelen hâl gibi)
ayn
Birşeyin kendisi.
Boşlukta yer kaplayan ve ağırlığı olan yâni tartılabilen her şey, madde, cisim.
Alış-verişte, belli, meydanda, mevcut ve hâzır olan veya hâzır olmayıp da bulunduğu yeri, cinsi, miktârı belli edilen mal.
İnsanın zekât için ayırdığı ve yanında hazır bulunan mal
azva
(Tekili: Zav ve Zû) Parıltılar, ışıklar, aydınlıklar.
bad-gir / bad-gîr
Vantilatör.
(Farsça)
Baca.
(Farsça)
Semaver ve nargilenin başlığı.
(Farsça)
bakaya / bakayâ
Kalıntılar.
balgam
Solunum yolları tarafından salgılanan ve ağızdan dışarı atılan sümük, irin ve kan karışımı maddedir.
Eskiden bedende bulunduğu sanılan dört unsurdan biri.
başıbozuk
Bir harp çıktığında orduya süvari veya piyade olarak katılan gönüllü asker. Başıbozuk tâbiri, gelişigüzel ve intizamsız idare tarzına da alem olmuştur. Bir zamanlar bu tâbir, asker olmayan siviller için de kullanılmıştır.
(Türkçe)
bast-ı yed
Elini bir şeye uzatmak.
Mc: Tasallut ve istilâ manasındadır.
batıl satış / bâtıl satış
Sahîh olmayan, yâni dînen bulunması lâzım gelen şartların hepsi veya bir kısmı bulunmayan satış, alış-veriş. Satılacak malın mütekavvim olması (kullanılmasına dînen izin verilmesi, kıymetli ve kullanılabilir olması) bu şartlardandır. Buna göre; domuz, içki ve denizdeki balık mütekavvim değildir.
bekaya / bekâya / بقایا
Geriye kalanlar; kalıntılar.
(Arapça)
beliyyat / beliyyât
Belâlar, musibetler, sıkıntılar.
bem
Bazı sıfatlara katılarak mübalağa beyan eder.
ber-taraf
Bir yana atılan, ortadan kalkan.
Bertaraf etmek:
Ortadan kaldırmak, yok etmek.
berhabe
Minder. Döşek, yatak.
Aynı döşek veya yatakda beraber yatılan kimse.
berhiz
Atılan, kalkan, sıçrayan. Zorbalık eden.
(Farsça)
bertaraf
Bir tarafa atılan, bir yana atılmış, ortadan çıkmış, zâil olmuş.
(Farsça)
Çıkarılıp bir yana atılan.
besise
Bir çeşit yemek.
Yağ ve undan yapılan bir çeşit bulamaç.
Ayrılık, nifak, iftira, ihtilaf.
betil
Hz. İsa'nın (A.S.) anası olan Hz. Meryem'in lâkabı.
Salkımları sarkmış ağaç.
Nehirlerdeki akıntılar.
Ağacın gövdesinden veya ana ağaçdan ayrılıp başka kök salan fidan.
betkiş
Atılacak okların içine konulup omuza asılan mahfaza. Ok mahfazası, okluk.
(Farsça)
bevarik
(Tekili: Bârika) Şimşek ve yıldırım parıltıları.
Parıltılar, gözleri kamaştırıcı olan şeyler.
bevarik-i süyuf / bevârik-i süyuf
Kılıçların parıltıları.
beyan buyurulan
Açıklanan, anlatılan.
beynunet / beynûnet
Fâsıla, iki şey arasındaki mesafe, aralık.
Fark, ihtilaf, muhalefet. Zıddiyet, anlaşmazlık, terslik.
Ayrılmak, firkat.
İki şey arasındaki mesafe, aralık.
İhtilaf, anlaşmazlık, ara açıklığı.
biçrek
Kandırılıp aldatılarak kendisiyle daima alay edilen kimse.
(Farsça)
bilfiil / بالفعل
Gerçekten, yaparak, katılarak, bizzat.
(Arapça)
biliştirak / biliştirâk / بالاشتراک
Katılarak.
(Arapça)
biyokimya
Canlıların kimya ile ilgili yapılarını, tepkilerini, belirtilerini inceleyen bilim dalıdır. 19. Asırda başlatılan bu çalışmalarla proteinler, vitaminler, hormonlar anlaşılır duruma gelindi.
büfe
İçinde sofra takımı konulan dolap.
(Fransızca)
Davetlileri ağırlamak için çeşitli yiyecek ve içeceklerin hazır bulundurulduğu masa.
(Fransızca)
İstasyon lokantası.
(Fransızca)
Sigara, kibrit, gazete, sandviç v.s. satılan yer.
(Fransızca)
burjuvazi
Burjuvaların meydana getirdiği içtimaî (sosyal) sınıf. Avrupa'da burjuvazi, ticaret ve sanayi ile zenginleşti. Soylular sınıfı ile mücadele ederek Fransız İhtilali ile iktidara geldi. İhtilalde işçilerin, köylülerin, fakir halk tabakalarının desteğini sağladı. Onlara eşitlik, hürriyet, adalet vaad e
(Fransızca)
caka
(Argo) Gösteriş, çalım. Caka, mal mülk, giyim, kuşam, yahut hareket davranış yoluyla olabilir. İslâm'da gösterişin her şekli haram ve günahtır. Bugün bazı kimseler ve aileler gösteriş belâsı yüzünden maddî sıkıntılara düşmekte, israfa sürüklenmektedir. İşledikleri günahın cezasını bu dünyada da çeki
cann
Ateşten mahlûk cinlerin babası olan.
Bir beyaz yılan cinsi.
Cin taifesi. İnsanlardan evvel yaratılan bir nevi mahlûklar, cinler.
celde
Kamçı ile vücuda vuruşlardan her bir vuruş. (Fıkhî ıstılah)
cemal-i şuaat / cemâl-i şuaât
Parıltıların güzelliği.
cerh ve ta'dil / cerh ve ta'dîl
Hadîs ilmine âit iki ıstılah (terim). Cerh, yaralamak. Bir hadîs âliminin, bâzı sebeplerle râvînin (hadîs rivâyet eden kimsenin) rivâyetini (naklini) reddetmesi. Ta'dîl, düzeltmek. Bir hadîs âliminin, bir râvinin rivâyetinin kabûl edilebileceğini açı klaması.
cilahik
Eskiden kemankere ile ve şimdi de tüfek ile atılan yuvarlak nesne.
cimri
Hasis, varyemez, pinti. Elindeki mal veya parayı harcayamıyan ve türlü sıkıntılara katlanarak daha çok biriktirmeye çalışan kimse. Cimrilik, müsriflik (savurganlık) gibi İslâmda kötü huy olarak bilinir. Cömertlik ve tutumluluk ise övünülen ahlâkî vasıflardandır. Cömertlikte de ölçülü olmak tavsiye e
(Farsça)
cin
Ateşin alev kısmından yaratılan, her şekle girebilen; evlenme, yeme-içme, çoğalmaları bulunan ve gözle görülmeyen varlıklar. Fârisî dilinde cine peri denir.
cinnet-i müstevliye
İstilâ eden, ortalığı kaplayan delilik.
cüz'i teferruat / cüz'î teferruat
Küçük ayrıntılar.
dafik
Atılarak dökülen. Su ve emsali gibi akarak dökülen.
dağdağa / دغدغه
Zorluklar, sıkıntılar.
dağdağa-i hayat
Hayatın sıkıntıları.
dağdağa-i hayat-ı cismaniye
Maddî hayatın sıkıntıları.
dağdağa-i siyaset
Siyasî kargaşa ve çalkantılar.
dahme
Mezar, kabir. türbe.
(Farsça)
Donanma geceleri atılan hava fişeği.
(Farsça)
daire-i mümkinat / daire-i mümkinât
Varlığı ile yokluğu eşit olan şeyler dairesi, yaratılanlar âlemi.
dar-ı imtihan / dâr-ı imtihan
İmtihan yeri.
Dünya.
Dar-ı mihnet, meydân-ı ibtilâ gibi tâbirler de aynı mânada kullanılır.
daru-hane
İlâç satılan yer, eczahane.
(Farsça)
dekaik
İncelikler, ayrıntılar.
delil-i imkani / delil-i imkânî
İmkân delili; sayısız ihtimaller, seçenekler arasından yaratılan varlıkların, o seçenekleri tercih eden bir yaratıcıya delâlet etmesi.
dermeyan edilen
İleri sürülen, anlatılan, söylenen.
destgah-ı levh-i mahfuz-u hakikat / destgâh-ı levh-i mahfuz-u hakikat
Gerçekte herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhasının tezgâhı.
deviyy
Nerden geldiği anlaşılamayan sesler, gürültüler, patırtılar.
devke
Karışmak, ihtilât.
direktuvar
Fransız ihtilâlinin üçüncü yılında Konvansiyon'un yerine geçen idare şekli.
(Fransızca)
duş azmak / dûş azmak
Rüyâda iken kirlenmek, ihtilâm olmak.
ebazir
(Tekili: Ebzâr) Yemeklere katılan baharatlar, kurumuş kekikler.
ebu leheb
(Ebi Leheb) Asıl adı: Abduluzza'dır. Güneş gibi, âlemleri aydınlatan Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselâm'ın nurundan gözünü kapadı ve küfre hizmete çalıştı, iman etmedi. Peygamberimizin amcası idi. Karısı ve oğulları sırf düşmanlık için çalıştılar. Adı "Alev babası" mânasında olan "Ebu Leheb" kaldı
ebu talha zeyd bin sehl
Ashab-ı Kiram arasında, sayılı kahramanlardan ve atıcılardandır. Resul-ü Ekreme (A.S.M.) atılan oklara göğsünü germiştir. 20 Hadis-i Şerif rivayet etmiştir. Hicri 34 tarihinde vefat etmiştir. Bütün muharebelere katılmış bir kahraman-ı İslâmdır. (R.A.)
ecnas-ı mahlukat / ecnâs-ı mahlûkat
Yaratılanların cinsleri, türleri.
eczahane / eczâhâne
Eczacı dükkanı. Ecza dolabı. İlaç satılan mağaza.
(Farsça)
İlaç yapılıp satılan işyeri.
edat
Kendi kendine anlamı olmayıp isim ve fiillere katılarak anlam gösteren kelime. 2 Âlet.
ehl-i kıyam
Ayaklananlar, ihtilal girişiminde bulunanlar, isyan edenler.
ehl-i salib
Bayrağında salib (haç) bulunanlar. Hristiyanlar.
(Farsça)
Osmanlılardan 209 sene evvelki tarihte Haçlı Seferlerine katılan Hristiyan Ordusu.
(Farsça)
ekvan
Yaratılanlar.
ekvani / ekvanî
Yaratılanlarla ilgili.
elbürz
Kafkas sıradağlarının en yükseği.
(Farsça)
Hakkında türlü türlü hurafeler ve masallar anlatılan Kaf Dağı.
(Farsça)
Uzun boylu ve yakışıklı kimse.
(Farsça)
enbeste
Koyulaşmış, katılaşmış, sıvılığını kaybetmiş.
(Farsça)
Uyuşmuş, miskinleşmiş insan.
(Farsça)
endaht edilen
Atılan, silâh boşaltılan.
endeme
Mazideki sıkıntıları hatırlama, geçmişdeki ıztırabları tahattur etme.
(Farsça)
enkaz-ı maddiye
Maddi yıkıntılar.
erş
Fesat, niza, ihtilaf, rüşvet.
Fışkırmak.
Tırmalamak.
Fık: Yaralanan veya kesilen bir uzuvdan dolayı verilmesi lâzım gelen diyet.
es'ar
(Tekili: Sı'r) Narhlar. Satılan şeylerin bilinen ve değişmeyen fiatları.
eşbah
(Tekili: Şebâh) Şahıslar, cisimler, vücudlar.
Büyük kapılar.
Uzaktan görünen karaltılar, hayâller.
Renk, levn.
eşcan
(Tekili: Şecen) Şecenler, elemler, gamlar, kederler, tasalar, sıkıntılar, ıztırablar.
eşrefimahlukat / eşrefimahlûkât
Yaratılanların en şereflisi.
esvide
(Tekili: Sevâd) Sevâdlar, karanlıklar, siyahlıklar. Karaltılar.
Çok mallar, fazla mülkler.
etrah
(Tekili: Terah) Tasalar, kederler, elemler, gamlar, üzüntüler, sıkıntılar, ıztırablar.
evagi
(Tekili: Agıye) Bahçe, tarla ve bostanları sulamak için açılan arklar, su akıtılacak yerler.
evsaf-ı nisbiye / evsâf-ı nisbiye
Kıyaslamayla olan vasıflar; diğerlerine göre diye anlatılan vasıflar.
evvelbaba
İlk baba, her türün bir anda yaratılan ilk ferdi.
evzan
(Tekili: Vezin) Vezinler. Tartılar.
eyvan-ı kisra
Dicle Nehri kenarında sol tarafta Medâyin şehrinde yıkıntıları bulunan eski İran (Acem) Padişahına mahsus bir saray. Bu saray, Peygamberimizin (A.S.M.) doğduğu gece çatlamıştır.
faaliyet-i müstevliye
Her tarafı istila eden, kaplayan faaliyet.
fakam
Bir kimsenin ağzını yumduğunda alt dişlerinin öne çıkıp, üst dişleriyle üstüste gelmesi.
Dolmak, imtilâ olmak.
fal
Atılan boncuk ve baklaya, koyunun kürek kemiğine ve benzerlerine bakmak sûretiyle gaybdan, gelecekten haber verme işi.
falcı
Fala bakan, gaybı bildiğini iddiâ eden. Gaybı anlamak için güyâ bir takım vâsıtalara mürâcaat eden kimse. Atılan boncuk ve baklaya, koyunun kürek kemiğine ve sâir şeylere bakıp bunlardan manâ çıkarır görünen; gaybden haber verdiğini iddiâ eden kimse.
fasikül
Bir kitabın ayrı bir kapak içinde satılan bölümlerinden her biri.
(Fransızca)
fedakarlık / fedakârlık
Varlığını feda edip her türlü sıkıntılara göğüs gererek dâvası uğruna sebat etme.
feha
(Çoğulu: Efhâ) Çorbaya katılan veya dövüp yemek üzerine ekilen bir ot.
Soğan.
fehire / fehîre
İçine kızmış taşlar bırakarak kaynatılan ve üzerine un konulan ayran.
feraiz / ferâiz
Bir kimse vefât edince, bıraktığı malın kimlere verileceğini ve nasıl dağıtılacağını öğreten ilim, mîrâs hukûku.
Farzlar. Farîzanın çokluk şekli.
feri / ferî
Ayrıntılarla ilgili.
ferid / ferîd
Katılaşmış şey, donmuş nesne.
(Farsça)
Avcı kuş.
(Farsça)
feriyye
Ayrıntılar.
feşafeş
Hışıltı.
(Farsça)
Atılan okun, havada giderken çıkardığı ses.
(Farsça)
feth-i bilad
Beldelerin istilâsı, şehirlerin zabtı.
fettah-ı allam / fettâh-ı allâm
Herşeyi en ince ayrıntılarına varıncaya kadar bilen ve her şeye ayrı ayrı sûretler veren; Allah.
fikr-i ihtilal / fikr-i ihtilâl
İhtilâl düşüncesi; toplumun dengelerini bozacak düşünce.
fitne
İnsanın akıl ve kalbini doğrudan doğruya, hak ve hakikatten saptıracak şey.
Muhârebe.
Azdırma.
Karışıklık. Ara bozmak. Dedikodu.
Küfr. Fikir ihtilâfı.
Şikak. Kavga.
Delilik.
Mihnet ve beliye.
Mal ve evlâd.
Potada altın v
füru' / fürû'
Dallar, budaklar, ayrıntılar.
füruat / fürûat
Kökten ayrılan kısımlar, ayrıntılar.
Detaylar, ayrıntılar; aynı soydan gelenler, esastan olmayan talî meseleler.
Ayrıntılar.
füsürde dil
Kalbi donmuş. Hissiz. Kalbi katılaşmış.
gaben-i fahiş / gaben-i fâhiş
Piyasadaki en yüksek satılandan altın ve gümüşte %2,5 ve daha fazlasına, urûzda yâni ölçülüp tartılan ve taşınabilen mallarda %5, hayvan için %10, binâ için %20'den, ibâdet konularında lâzım olan şeylerde de piyasadaki fiyatından iki misli fazla olan aldanmalar.
gamim / gamîm
Yoğurt yapmak için kaynatılan süt.
Yoğurt.
garaz
(Çoğulu: Ağraz) Maksat, niyet, gaye, kasıt. Kötü niyet. Kin.
Ok atılan nişan.
Izdırab. Acı.
Zelillik.
gasl
Yıkamak, yıkanmak. Ölünün cenâze namazı kılınmadan ve kefenlenmeden önce teneşir tahtası üzerinde, ayakları kıbleye gelecek şekilde sırt üstü yatırıp, göbeğinden dizlerine kadar bir örtü ile kapatılarak yıkanması.
gavail
(Tekili: Gaile) Musibetler, belâlar.
Dertler, sıkıntılar, kederler, hüzünler.
Felâketler, âfetler.
gayrullah
Allahtan başkası, yaratılanlar.
Allah'tan gayrisi, yaratılan her şey.
gazve
Din düşmanı olan cephenin üzerine taarruz. Muharebe. Cenk. Sefer. Din muharebesi. Gazve, gazivden alınmış olup cenk ve kıtal manasınadır. Düşmanla vuruşmak demektir. Siyer ıstılahında Gaza ve gazve tâbirleri Peygamber Efendimizin bizzat hazır bulunduğu muharebeye denir. Peygamber Efendimizin bizzat
gıldırgıç
Mücellit ıstılahlarındandır. Kitapların kenarlarını kesmeğe mahsus, rende biçiminde bir âlettir.
gülabdan
İçine gülsuyu konularak mevlüt gibi toplantılarda serpmeye mahsus kap. Bu, çiniden, gümüşten veya altundan yapılırdı. Buhurdanlar ile birlikte bir takım teşkil ederdi.
guş-asb
Rüya.
(Farsça)
İhtilam. Uyurken cenabet olmak.
(Farsça)
hadd-i evsat
Man: Hadd-i asgar ile hadd-i ekberden çıkartılan diğer bir hüküm veya netice. Meselâ: Âlem hâdistir. Bunu, bu dâvayı isbat için: "Çünkü: Âlem mütegayyerdir ve her mütegayyer hâdistir" dediğimizde: Âlem, "hadd-i asgar"; hâdis, "hadd-i ekber", mütegayyer, "hadd-i evsat" olur.
hafer
Çukurdan çıkartılan toprak.
Dişin çürümüş kısmı veya kiri.
hafz
Taşımak için hazırlanmış ev eşyası. Ev eşyası taşıtılan deve.
Bir şeyi eğmek veya elden bırakmak.
hakikat-i mümkinat / hakikat-i mümkinât
Yaratılanların, var edilenlerin gerçeği.
hali kalmayan / hâli kalmayan
Boş kalmayan (yani her zaman bir kısım ihtilâlci insanlar bulunan).
hamak
İki ağaç veya direk arasına asılarak içine yatılan ağyatak.
hamire / hamîre
Hamur içine katılan maya.
hanif / hanîf
İslâmdan önce eski dinlerin kalıntılarıyla kulluk eden kimse.
harahir
(Tekili: Harhara) Tıb: Akciğerden gelen hırıltılar.
Uykuda iken horlamalar.
hasaret
Cıvık ve sulu şeyin koyulaşıp katılaşması.
Dahâmet peyda etme, irileşme.
haşirdeki mizan
Haşir meydanındaki amelleri tartan terazi; insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek Allah'ın huzurunda toplanmasının ardından günah ve sevapların tartılacağı İlâhî terazi.
hasis
Çabuk. Çok aceleci.
Ayartılan, tergib ve teşvik edilen.
hatai
Tezhib ıstılahlarındandır. Resim gibi tabiatı taklid ederek yapılmayıp, san'atkârlar arasında kabul edilen çeşitli gül şekli gibi irili ufaklı yapılan şekiller.
Türkistan'da Hatay şehrinde imal edilen bir cins dayanıklı kâğıt.
hazırlöp
Kabuğu içinde suda pişip katılaşmış yumurta.
Mc: Emek sarfetmeden elde edilen kazanç.
hazuf
Sür'atle yürüdüğünden ayağı altından taşlar atılan eşek.
helesaya çıkmak
Eskiden ramazanlarda iftardan sonra para toplamak için çocuklar tarafından teşkil edilen çalgılı heyetlere katılanlar tarafından nakarat makamında söylenen bir tabirdir. Dilenciliğin kibarcalarından sayılır.
hevl
Korku. Korku verici.
Ürkmek. Dehşet. Yılgınlık. İhtilâl-ı dimağ (beyindeki bozukluk) sebebi ile bâzı hayâli suretler tevehhüm ederek ondan korkmak.
hibek
(Çoğulu: Hubük) Rüzgârın lâtif estiği zaman denizde veya kumda meydana getirdiği yol yol kırıntılar ve dalgacıklar. Saçların kıvırcıklığından hâsıl olan dalgalanmalar. Kelimenin aslı olan "habk" sıkı bağlayıp muhkem kılmak; ve kumaşı sıkı, sağlam ve üzerinde san'at eseri zahir olacak vecihle güzel b
hicaz demiryolu madalyası
Şam-Hicaz demiryolunun yapımı için para yardımı bulunanlarla, demiryoluna ait işlerde hizmetleri görülenlere verilmek üzere II.Abdülhamid tarafından çıkartılan üç ayrı madalya. 16.9.1902 tarihli nizamname ile çıkarılan bu madalyanın bir tarafında "Hamidiye Hicaz demiryoluna hizmet eden hamiyyetmendâ
hilafi / hilafî / hilâfî
Hilafa, ihtilafa sebeb olana dair.
İhtilaflı olan.
İhtilaf sebebi olan.
hilafiye / hilâfiye
İhtilaf konuları.
hıns
Bâtıldan hakka veya haktan bâtıla meyletmek. Yeminini bozmak. Günah.
hışt
Küçük mızrak şeklinde, ortasında ipten örtülü bir halka olan ve orta parmağa geçirilerek atılan eski bir savaş âleti.
Kerpiç.
Tuğla.
hıyar-ı tağrir
Âkitlerden birinin diğer taraftan aldatılarak bir malı gabn-ı fâhiş ile satmasından veya satın almasından dolayı satış muamelesini fesh hususunda muhayyer olmasıdır.
hıyar-ı vasf
Bir akitte vücudu şart kılınan veya örfen meşhud bulunan mergub bir vasfın mevcud olmaması sebebiyle âkitlerden biri için sabit olan muhayyerliktir. (Sağılır diye satılan bir ineğin, sütten kesilmiş olması gibi.)
hiz / hîz
Atılan, kalkan, sıçrayan.
(Farsça)
hizip gülü
Tezhib ıstılahlarındandır. Yazma mushaflarda hizblerin başına konulan işaretlere verilen addır.
hormon
yun. Salgı bezlerinden çıkıp kana katılan maddelerin genel adı.
hududname
Memleket sınırını belirleyen vesika. Harp veya diğer bir ihtilaf sonunda iki taraf murahhaslarınca yerinde tetkik edilerek tanzim olunan harita ve rapor.
(Farsça)
Memleket dahilindeki bir çiftlik veya arazinin sınırlarını göstermek üzere yapılmış olan vesika.
(Farsça)
hulm
Rüya, hülya.
İhtilâm olmak. Açık saçık rüya.
Akıl.
hulüm
(Çoğulu: Ahlâm) Düş, rüyâ. (Rüyâ tâbiri iyilerinde; hülm tâbiri kötülerinde kullanılır.)
İhtilam olmak.
Akıl.
humbara
Küçük küp.
(Farsça)
Ask: Demir veya tunçtan dökülmüş, içi boş ve yuvarlak olarak yapılan ve içine patlayıcı maddeler doldurularak havan topu veya elle atılan harp aleti. Havan topu ile atılana havan humbarası, elle atılana da el humbarası denirdi.
(Farsça)
Para biriktirmek için kullanılan topr
(Farsça)
huru'
Tanelerinden hintyağı çıkartılan ağaç.
Sütleğen otu.
Yumuşak ot.
huzafe
Sahtiyan kırpıntısı.
Bez kırpıntıları.
i'tilafat
(Tekili: İ'tilaf) Uyuşmalar, anlaşmalar.
ibadette bid'at / ibâdette bid'at
Peygamber efendimiz ve Eshâbı zamânında bulunmayıp da dîne sonradan katılan reformlar, değişiklikler.
ibtila / ibtilâ
İmtihan. Allahü teâlânın, kulunu, çeşitli sıkıntılar vermek sûretiyle imtihan etmesi, denemesi.
Bir şeye düşkünlük. Mübtelâ olmak.
icab
Lâzım. Gerekli. Lüzum. Sebeb olmak.
Ist: Akitlerde ilk söylenen söz. Bir mal sahibinin müşteriye karşı, "Bu malımı sana şu kadar paraya sattım" demesidir. Müşterinin de kabul etmesine dair olan sözüne "kabul" denir. Şer'i ıstılahta buna "icâb ve kabul" denir.
icare-i gayr-i mün'akide
İn'ikad şartlarını tamamen veya kısmen câmi' olmayan icaredir ki, buna "İcare-i batıla" da denir.
ictimaat / ictimâât / اجتماعات
Toplantılar, bir araya gelişler.
(Arapça)
ifrazat / ifrâzât
Akıntılar, salgılar.
ihtar edilen
Hatırlatılan, ikaz edilen.
ihtilacat
(Tekili: İhtilâc) İhtilaclar, çarpıntılar, seğirtmeler.
ihtilacat-ı asabiye
Asabî çarpıntılar.
ihtilaf-ı re'y
Fikir ihtilafı, fikirlerin başka başka olması.
ihtilafat
Anlaşmazlıklar, uyuşmazlıklar. İhtilaflar.
ihtilaken
İhtilak suretiyle, yalan uydurarak.
ıhtilal
(İhtilal) Halel vermek, zarar vermek.
Muhtaç olmak.
ihtilal / ihtilâl / اختلال
(Çoğulu: İhtilalât) Ayaklanma, devlete isyan. Bozukluk, karışıklık.
Şerre çalışmak, düzensizlik.
Bozukluk, arıza.
(Arapça)
İhtilal.
(Arapça)
ihtilal-i ruhiye / ihtilâl-i ruhiye
Ruhî karışıklıklar, çalkantılar.
ihtilalat / ihtilâlât / ihtilâlat / اختلالات
(Tekili: İhtilâl) Ayaklanmalar, isyan etmeler, ihtilaller.
İhtilâller, ayaklanmalar.
İhtilâller, karışıklıklar, iç çalkantılar.
Bozukluklar.
(Arapça)
İhtilaller.
(Arapça)
ihtilalat-ı beşeriye / ihtilâlât-ı beşeriye
İnsanlardaki ihtilaller, karışıklıklar.
ihtilalci / ihtilâlci
İhtilâl yapan, karıştıran.
ihtilalkarane / ihtilâlkârâne
İhtilâl yaparcasına.
ihtilas
(Çoğulu: İhtilasât) Çalma, sirkat, hırsızlık.
Usulca ve elçabukluğu ile aşırma.
Bir çeşit ok atma tavrı.
ihtilasat
(Tekili: İhtilas) Hırsızlıklar, çalmalar, sirkatler.
ihtilaskaran / ihtilaskâran
(Tekili: İhtilaskâr) Çalanlar, aşıranlar, ihtilas edenler.
ihtilat / ihtilât / اختلاط
Karışma.
(Arapça)
Görüşme, kaynaşma.
(Arapça)
İhtilât etmek:
Karışmak.
(Arapça)
ihtilatgah / ihtilatgâh
İhtilat yeri.
(Farsça)
ikilik
t. İki kuruş kıymetindeki eski gümüş para.
İki kısımdan meydana gelmiş.
Ayrılık, ihtilâf, ikiye bölünme, iki taraf olma.
iknaiyyat-ı hitabiyye
Kelâm ilmine ait bir ıstılahtır. Zannî olan aklî delil demektir. Bürhanın aşağı mertebesidir. Aklı, muhalif fikirlerle karışmamış ve bürhanı anlayamayacak kimseler için kullanılır. İsbattan çok ikna vasfı taşır.
ikraz / ikrâz
Borç verme, ödünç verme. Bir kimsenin nakid para, hacim ölçüsü ile alınıp satılan malını, daha sonra mislini (benzerini) almak üzere bir şahsa vermesi.
iktibasat / iktibâsât / اقتباسات
Alıntılar.
(Arapça)
iktiham
Hücum ve istilâ eylemek.
Dayanmak. Tahammül etmek. Katlanmak. Güçlükleri yenmek.
Mülâhazasız bir işe başlamak.
Bir şeyi hakir addetmek.
ilm-i adab / ilm-i âdâb
Yemek, içmek, yatıp kalkmak, giyinmek, sefer gibi hâllere dair hadisler için, ilm-i hadis istılâhında kullanılan tâbirdir.
ilm-i fiten
Asr-ı saadetten sonra zuhur eden hâdiselere, fitnelere dâir olan hadis-i şeriflere, ehl-i hadis ıstılahında İlm-i Fiten denilmektedir.
ilm-i hadis
(İlm-i Rivayet - İlm-i Ahbâr - İlm-i Âsâr) Resulüllah'ın (A.S.M.) akvâli (sözleri), ef'ali ve hallerine dâir ilimdir. Ehl-i hadis ıstılahında; tarihe ve siyere dâir hadis-i şeriflere bazan İlm-i Hadis-ül Halk, bazan da Sîre (Sîret) tabir edilir.
ilm-i tevhid
Allah'ın varlığı ve birliğini isbat ve izah etme ilmi.
Akaide müteallik hadis-i şeriflere ehl-i hadis ıstılahında İlm-i Tevhid tabir edilir.
iltihab-ı edeme
Tıb: Cildin iltihablanarak katılaşması.
iltihak eden
Katılan.
iltihaken
Katılarak.
imtihan
Deneme, Tecrübe etmek.
Bir şeyin hakikatına ıttılâ peyda etmek için çok dikkatle düşünmek.
Salâhiyet veya salâhiyetsizliğini anlamak için yapılan teftiş ve tecrübe.
inabe yolu / inâbe yolu
Müridlik. Sâlikin (tasavvuf yolunda) nefsin isteklerini yapmamak ve istemediklerini yapmak sûretiyle ve çeşitli sıkıntılara katlanarak Allahü teâlâya kavuşma yolu.
incimad
Donma, katılaşma.
inşikak-ı asa / inşikak-ı asâ / inşikak-ı âsâ
Değneğin kırılması.
Mc: İhtilaf, karışıklık, ikilik. Birliğin bozulması.
Değneğin bölünmesi, âsânın ikiye ayrılması; 'ihtilaf ve ayrılıklarla, birliğin bozularak kuvvetin dağılması' mânâsında bir deyim.
intizamat-ı mahlukat / intizamat-ı mahlûkat
Yaratılan varlıklar içindeki düzen, intizam.
irem
Kurşun veya ok atılan nişan tahtası.
ırıp
Balık tutmak için atılan büyük ağ.
işgal
Zabtetme, istilâ etme.
Birisini işten alıkoyma, başka şeyle meşgul etme, oyalama, uğraştırıp kendi işine mâni olma.
İstilâ etme, ele geçirme.
ıskat
Düşürmek. Düşürülmek. Aşağı atmak. Hükümsüz bırakmak.
Silmek.
Ölünün azaptan kurtulması ümidi ile ölen kimse nâmına dağıtılan sadaka.
ism-i mensub
Gr: Kelimenin sonuna Türkçede "Li", Arabça ve Farsçada kelime sessiz harfle bitiyorsa, bir "î", sesli harfle bitiyorsa; yerine göre sesli harf atılarak veya atılmayarak "î" veya "vî" harfi getirilerek yapılan, nereli ve nereye mensub olduğunu ifade eden isimdir. İstanbullu, İstanbulî; Mekkeli, Mekkî
işmam / işmâm
"Şemm"den:
Koklatma, koklatılma.
Tecvid ıstılâhında harfin zamme harekesine işaret etme.
istiare-i temsiliye
Temsilî istiare; istiarenin, teşbih unsurlarından "benzetilen" ögesi ile yapılan, benzeyenin teferruatlı olarak tasvir edildiği istiare çeşididir. Temsilî istiarede anlatılan kavram bütün manzumeye veya yazıya işlenmiştir.
iştidad
(Şiddet. den) Şiddetlenme.
Sertleşme, katılaşma.
Büyüme. Artma, çoğalma, ziyâdeleşme.
istihracat
Çıkarımlar; ilmî ve mânevî güçle Kur'ân-ı Kerimden çıkartılan mânâlar.
istikra / istikrâ
Birey veya olayları tek tek inceleyerek onlardaki ortak vasıfları tesbit etmek sûretiyle çıkartılan genel sonuç; tümevarım, endüksiyon; yani peygamberleri tek tek araştırıp "peygamberliğin sebebi olan küllî esaslar"ı tespit etmek bir istikra işlemidir. İşte bu esaslar Peygamber Efendimizde en mükemm
istila / istîlâ / استيلا
Yayılma, ele geçirme.
(Arapça)
İstîlâ etmek:
Yayılmak, ele geçirmek.
(Arapça)
ıstılahat / ıstılâhât
Istılahlar. İlmî tabirler.
Istılahlar, terimler.
ıstılahi / ıstılahî
Istılaha dair. Istılaha âid ve müteallik.
istinsah edilen
Yazarak çoğaltılan.
iştirak eden
Katılan, ortak olan.
istiva
Müsavi oluş. Temasül.
İ'tidal, istikamet ve karar.
Kemalin sâbit olması.
Kaba kuşluk zamanı.
Yükselmek, yüksek olmak. Üstün olmak.
İstila eylemek.
ittifak noktaları
Ortak noktalar, ihtilâflı olmayan noktalar.
ıttılaat
(Tekili: Ittılâ') Bilmeler, ıttılâlar, öğrenmeler, haberli olmalar.
ızdırabat
Izdıraplar, acılar, darlıklar, sıkıntılar.
ıztırabat
Istıraplar, sıkıntılar.
(Tekili: Iztırâb) Elemler, acılar, sıkıntılar, azablar. Vesveseler.
kainat / kâinat
Var edilen şeylerin hepsi. Yaratılanlar. Mevcudat. Âlemler.
kakül
(Kâgül) Alnın üzerine sarkıtılan kısa kesilmiş saç.
(Farsça)
karamil
Örülüp ucu sarkıtılan saç bağı.
kararit
(Tekili: Kırat) Kuyumcu tartıları. Kıratlar.
karavana
Kışla, okul, hastane gibi kurumlarda dağıtılacak yemeğin konulduğu kap.
karhane / kârhane
İş yeri, iş yapılan yer.
(Farsça)
Süt satılan yer. Süt fabrikası.
(Farsça)
kart
Tazeliği geçmiş, katılaşmış.
Gençliği geçmiş, geçkin, yaşça büyük.
kasavet-i vahşiye
Vahşî katılık, vahşette katılaşmış.
katarat ve lemeat-ı hayat
Hayat damlaları ve parıltıları; damlalara ve parıltılara benzeyen mahlûkatın hayatları.
kemend
Eskiden idam için boyna geçirilen yağlı kayış.
(Farsça)
Uzakta bulunan herhangi bir nesneyi yakalayıp çekmek için üzerine atılan ucu ilmekli uzunca ip.
(Farsça)
Geyik ve benzeri hayvanların yuları.
(Farsça)
Güzelin saçı.
(Farsça)
kemend-i mahbub-i ilahi / kemend-i mahbûb-i ilâhî
Allahü teâlânın sevdiklerini kendisine çekmek için gönderdiği sebebler, dert, belâ ve sıkıntılar.
kevn
Yaratılan, âlem.
kevni / kevnî
Yaratılanlarla ilgili.
kevniye
Yaratılanlarla ilgili olan.
kinaiyyat
(Tekili: Kinâye) Temsillerle anlatılan imalı ve dokunaklı sözler.
kirpik
Göz kapağının kenarındaki kıllar.
Bir nevi taş.
Hayvan ve nebatların beden yapısında bâzı küçük ve ince uzantılar.
kıssa
Anlatılan gerçek veya uydurma olay, hikâye.
kıssadan hisse almak
Anlatılan bir şeyden ders çıkarmak.
kitab-hane
Kitabevi, kütüphane. Kitap okunan veya satılan yer.
(Farsça)
kitabe
Kabartılarak veya oyularak sert levhalar üzerine yazılan yazı. Levha olarak yazılan manzum olmayan nesir halinde levha yazma ilmi.
Mezartaşı yazısı.
kıyam
Ayakta durmak. Ayağa kalkmak.
Ayaklanmak. İsyan.
Ölümden sonra tekrar dirilmek.
Bir işe başlamak, devam etmek.
Satılan bir mal hakkında müşteri ile anlaşıp kararlaşma.
Canlanmak.
Kıyâmet günü (mânâsına da gelir).
Namazın iftitah tekbiri
köle
Esir, alınıp satılan insan.
komita
(Slavca) Maksadına ulaşmak için ekserî silah kullanan, siyasî, gizli ihtilaki cemiyet. Eşkiya.
kubbe-nişin
İstanbulda Topkapı Sarayı'nda Kubbealtı denen yerde toplanan kabine üyeleri denebilecek toplantıya katılan vezirlerin herbiri.
(Farsça)
küdur
(Tekili: Keder) Kederler, hüzünler, üzüntüler, sıkıntılar, ıztırablar.
külef
(Tekili: Külfet) Külfetler, zahmetler, sıkıntılar, zorluklar.
Merâsimler.
kutbe
Nişan okunun temreni.
Erkek ismi.
Nişanlara atılan ufak ok.
lağım
Kaleleri düşürmek için gedik açmak veya düşman ordugâhına zarar yapmak maksadıyla açılan ve barut konulup atılan yerler. Bu işi yapanlara "lâğımcı" denilirdi. Sonradan bu türlü işlere "İstihkâm" denilmiş ve o ad altında askeri teşkilât yapılmıştır.
Kazurat ve çirkef sularının akmasın
lahık / lâhık
Yetişen, ulaşan, erişen. Eklenen, katılan.
Fık: Namaz başlangıcında imama uymuşken ayrılarak tekrar namaz bitmeden imama uyan.
lahıka / lâhıka
Ek, ilâve, katılan şey. Zeyl. Sonradan ilâve edilen, eklenen.
lahika / lâhika
Eklenen, katılan.
latmahar / latmahâr
Tokat yiyen. Şamar atılan kimse.
(Farsça)
lebbeyk
Hac, umre veya her ikisini yapmak üzere niyyet ederken yâni ihrâma girerken başlayıp, Mina'da Cemre-i akabede (büyük cemrede) şeytan taşlanırken atılan ilk taşla söylemesi son bulan mübârek sözler: Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk innelhamde venni'mete leke vel-mülke
ledünn
(İlm-i ledünn) Garib bir ilim ismidir. Ona vakıf olan, mesturat ve hafâyayı, gizlilikleri münkeşif bir halde göreceği gibi, esrar-ı İlâhiyyeye de ıttıla' kesbeder. Bu ilm-i şerifin hocası ve sultanı Fahr-i Kâinat Aleyhi Ekmelüttahiyyât vessalâvât Efendimiz Hz. leridir. Bu ilmin ehli ise, Enbiyâ-ı iz
lemaat
Parıltılar.
lemeat / lemeât / لمعات / لَمَعَاتْ
(Tekili: Lem'a) Parlayışlar, parıltılar.
Parıltılar.
Parıltılar.
Parıltılar.
(Arapça)
Parıltılar, Lem'alar isimli eser.
lemeat-ı cemal-i esma / lemeât-ı cemâl-i esmâ
İsimlerin güzelliğinin parıltıları.
lemeat-ı cemaliye / lemeât-ı cemâliye
Güzellik parıltıları.
lemeat-ı hayatiye / lemeât-ı hayatiye
Hayat ile igili parıltılar.
lemeat-ı hikmet / lemeât-ı hikmet
Hikmet parıltıları.
lemeat-ı hüsün ve cemal / lemeât-ı hüsün ve cemâl
Güzellik parıltıları.
lemeat-ı i'caz / lemeât-ı i'câz
Mu'cizelik parıltıları.
lemeat-ı i'caziye / lemeât-ı i'câziye
İ'caza dair lem'alar. İ'caz, insanları âciz bırakma, hayrete düşürme parıltıları.
Mu'cizelik parıltıları.
lemeat-ı kast / lemeât-ı kast
Amaç ve hedefi gösteren parıltılar.
lemeat-ı meşveret / lemeât-ı meşveret
Fikir alışverişi yapmanın parıltıları.
lemeat-ı müteferrika / lemeât-ı müteferrika
Çeşitli parıltılar.
lemeat-ı rahmet / lemeât-ı rahmet
Rahmet parıltıları.
lemeat-ı şems
Güneşin parıltıları.
lemeat-ı tevhidiye / lemeât-ı tevhidiye
Allah'ın birliğini gösteren parıltılar.
lemehat
(Tekili: Lemha) Bir defa göz atmalar.
Parıltılar, çakmalar.
lenger
Gemiyi yerinde sâbit kılmak için denize atılan zincir ucundaki büyük demir çapa.
(Farsça)
Bakırdan yayvan ve kenarları genişçe sahan veya tepsi.
(Farsça)
levh-i a'la / levh-i a'lâ
Levh-i Mahfûz; herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhası, Allah'ın ilminin bir adı.
levh-i mahfuz
Herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhası, Allah'ın ilminin bir adı.
levh-i mahfuz-u azam / levh-i mahfuz-u âzam
Herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı büyük mânevî kader levhası.
lisan-ı kal
Söz ile anlatılan mâna. Konuşma dili.
lisans
Herhangi bir mevzuda verilen izin. Müsaade belgesi.
(Fransızca)
Üniversite tahsili tamamlanınca alınan diploma.
(Fransızca)
Bir sporcunun resmi yarışmalara katılabilmesi için spor federasyonu tarafından kendisine verilen kayıt fişi veya kimlik kartı.
(Fransızca)
İthal veya ihracı serbest bırakılmayarak
(Fransızca)
lokman hekim / lokman hekîm
Kur'an-ı Kerim'de ismi geçen büyük zatlardan olup öğütleri ve ahlâkî, tıbbî sözleri ile tanınmıştır. Peygamber Davud (A.S.) zamanında yaşadığı rivayet edilmektedir. Peygamber veya veli olduğu hususunda ihtilaf vardır.
lu'bet
Oynayan veya oynatılan şey. Oyuncak.
Herkesi hayrette bırakıp şaşırtacak şey.
maami'
(Tekili: Ma'maa) Ateş çatırtıları.
mabudiyet-i amme / mâbudiyet-i âmme
Yaratılan tüm varlıkların Allah'a ibadet etmesi.
madca'
Yatılan yer.
Kabir. Mezar.
magarib
(Tekili: Magrib) Batılar, magribler, garplar.
Akşamlar.
magmaga
Karışmak, ihtilat.
mahkiyun anh / mahkîyun anh
Anlatılan, söz konusu olan; hikâyenin konusu olan şey, kimse.
mahkiyyun anh
Kendisinden bahsedilen, kendisinden anlatılan.
mahlukat / mahlûkât
Yaratılanlar, Allahü teâlânın yarattığı şeyler.
mahtelef-el melevan
Gece ve gündüzün ihtilâfı ve değişmesi müddetince.
makil / makîl
Öğle uykusuna yatılacak yer. Kaylule yeri. Rahat edecek yer. Kuşluk uykusu.
maksim
(Çoğulu: Makasim) Taksim edilecek, dağıtılacak yer.
Suyun kollara ayrılma yeri. Masluk, savak.
maruz / mâruz
Arzolunan, verilen, anlatılan, karşı karşıya kalan.
maruzat / mâruzât
Anlatılanlar.
masik
Yapışkan.
Zapteden, istilâ eden, tutan.
masnuat-ı muntazama / masnuât-ı muntazama
Düzenli bir şekilde yaratılan san'at eseri varlıklar.
masnuat-ı müzeyyene
Süslü bir şekilde yaratılan san'at eseri varlıklar.
masnuat-ı rabbaniye / masnuat-ı rabbâniye
Allah tarafından san'atla yaratılan varlıklar.
matarih
(Tekili: Matrah) Bir şey atılan yerler.
Tarhedilecek yerler.
matrah
(Çoğulu: Matârih) (Tarh. dan) Mahal, yer.
Tarh olunacak şey, tarh edilecek nesne.
Bir şey atılan yer.
maye-i masnuat / mâye-i masnuat
San'atla yaratılan varlıkların özünü teşkil eden mayası.
mazca'
(Madca) Yatılacak yer. Mezar, kabir.
mebi' / mebî'
Satılmış şey, satılan mal.
Satılan veya satın alınan mal.
mecalis
Meclisler. Toplantılar. Toplantı yerleri.
medlul / medlûl
Kendisine delil getirilen, mânâ, anlatılan.
mefhum-u işari / mefhûm-u işârî / مَفْهُومُ اِشَار۪ي
İşaretle anlatılan ma'nâ.
mekarih / mekârih
(Tekili: Mekrehe) İnsana tiksinti veren şeyler.
Sıkıntılar, dertler.
meksur
Çoğaltılan, çoğaltılmış.
melami'
(Tekili: Lem'a) Parıltılar. Aydınlıklar.
mendub
Yapılması beğenilen iş. Şeriatın yasak etmediği veya emretmediği iş olmakla beraber yapılmasında sevab ve mendubiyet olan amel. Müstehab.
İyilikleri anlatılarak arkasından gözyaşı döküp ağlanan ölü.
menkul / منقول
Anlatılan, taşınabilen.
Nakledilen. Akli olmayıp mukaddes kitapla bildirilen.
Bir yerden başka yere taşınmış olan. Taşınabilen.
Anlatılan.
Nakledilen, anlatılan.
Nakledilen.
(Arapça)
Anlatılan, rivayet edilen.
(Arapça)
menkulat / menkulât
Taşınanlar, anlatılanlar.
menşer
Neşredilip dağıtılan yer.
merid / merîd
Katı, yoğun. Güçlü, kuvvetli kimse.
Süt içinde ıslatılıp yumuşatılan hurma.
Baş kaldıran. Sadece fesadlık çıkaran. İnatçı. Şerli. Haddini aşmakta, azgınlıkta ve günahkârlıkta çok ileri gitmiş olan.
mermiyat
(Tekili: Mermi) Atılmış şeyler.
Ateşli silâhlarda atılan tâneler, mermiler.
mermuz
(Remz. den) Açıktan belirtilmeyip, işaret ve remz ile anlatılan. İmâ edilmiş olan.
Remz edilen; işaret ve remz ile anlatılan, şifreli.
mermuzat
(Tekili: Mermuz) İşaret ve remz ile anlatılan şeyler.
mermuze
Dolaylı anlatılan.
mervi / mervî
Rivâyet edilen. Anlatılan. Nakledilen.
Rivayet edilen, anlatılan.
mes'ele-i hilafiye / mes'ele-i hilâfiye
Hakkında ihtilaf bulunan mes'ele.
mesail-i cüz'iye-i fer'iye-i hilafiye / mesail-i cüz'iye-i fer'iye-i hilâfiye
İhtilaf konusu olan, hakkında farklı görüş belirtilebilen cüz'î (bireylerle ilgili) ve fer'î (imanla ilgili olmayan, amellerle ilgili) meseleler.
mesail-i hilafiye / mesail-i hilâfiye
İhtilaf mevzuu olan mes'eleler.
İhtilâf mevzuu olan, hakkında farklı görüş belirtilebilen meseleler.
mesail-i içtihadiye-i hilafiye / mesâil-i içtihadiye-i hilâfiye
Üzerinde ihtilaf edilen içtihadi meseleler.
meşak / meşâk
Eziyetler, sıkıntılar.
meşakk / meşâkk
Eziyetler. Sıkıntılar. Meşakkatler. Mihnetler.
meşakk-ı hayat / meşâkk-ı hayat
Hayatın meşakkat, zahmet ve sıkıntıları.
meşakkat-i bedeniye
Bedenen çekilen zorluklar, sıkıntılar.
meta
Satılacak mal, eşya.
Sermaye.
mevadd-ı ihtilaf / mevadd-ı ihtilâf
İhtilâfa sebep olan maddeler; parçalanma, değişim, başkalaşım ve uyuşmazlık gibi sonuçlara sebep olan maddeler.
mevzun / mevzûn
Ölçülü, tartılı, ağırlıkla ölçülen, tartılan mal.
mey-hane
İçki satılan ve içilen yer.
(Farsça)
mezahim / mezâhim
Zahmetler. Sıkıntılar. Belâlar.
Zahmetler, sıkıntılar.
mezahim-i hazıra / mezâhim-i hazıra
Şimdiki sıkıntılar, zahmetler.
mezheb
Gidilen yol, dinin esaslarında aynı ayrıntılarında farklı görüşler.
mihan
(Tekili: Mihnet) Mihnetler, sıkıntılar.
mihen / محن
Sıkıntılar.
(Arapça)
mişvar
Tarz, tavır, gidiş, gidişât.
Gümeçten bal peteği sağılan âlet.
Davar satılacak yer.
mıtred
(Çoğulu: Metârıd) Avın ardından atılan kısa süngü.
moda
Geçici yenilik. Elbise ve süslenmede geçici hevesler ve fantezi düşkünlüğü sebebiyle çıkartılan yeni tarz ve şekiller. Bunlar israfı artırır ve iktisada aykırıdır.
(Fransızca)
moloz
Yapılardan artan veya viranelerden çıkartılan ufak taşlar.
Bir işe yaramaz insan.
mübalagat / mübalâgat
Mübalâğalar, abartılar.
mücac
Ağızdan atılan tükrük.
mücehhez / مُجَهَّزْ
Donatılan.
mucib-i ihtilal / mûcib-i ihtilâl
İhtilâl sebebi, karışıklık nedeni.
müfad
Anlatılan anlam.
mufassal
Tafsilatla, uzun uzun anlatılan, ayrıntılı.
müfredat
Basit şeyler.
Toptan bilinen şeylerin ayrıntıları.
Ayrıntılar, parçalar.
müftereyat
Başkasının üzerine atılan suçlar, kabahatler. İftiralar.
muhat
İhâta olunmuş. Etrafı çevrilmiş. Etrafı kuşatılan. Bir şey içinde bulunan.
mühder
Dökülen, akıtılan, ihdâr edilen. Heder edilen.
muhtelef
Uyuşmamış. Birbirine uymamış. İhtilâf olunmuş.
muhtelef-ün fih
Hakkında ihtilâf olunan mes'ele.
muhtelefün fih / muhtelefün fîh
Hakkında ihtilaf olunan mesele.
muhtelefun fiha / muhtelefun fîhâ
Hakkında görüş birliği olmayan, ihtilâflı.
muhtelefün fiha / muhtelefün fîhâ
Hakkında ihtilaf olunan mesele.
muhtelefünfih / muhtelefünfîh / مختلف فيه
İhtilaflı.
(Arapça)
muhteli'
Kocasından boşanan kadın. İhtilâ eden kadın.
muhtelim
İhtilâm olmuş.
muhtereat
Yoktan yaratılanlar.
muktebes / مُقْتَبَسْ
Alıntılanmış.
mülabeset
(Lebs. den) Karışma. Münâsebet. Ülfet ve ihtilât etmek. Birbirine benzeyen iki şeyin karıştırılarak birbirine benzetilmesi.
Takribi cihet.
münasebat-ı dakika-i hafiye / münâsebât-ı dakika-i hafiye
Gizli ve ince münasebetler, bağlantılar.
münasebat-ı hafiyye / münâsebât-ı hafiyye
Gizli münasebetler, bağlantılar.
münasebat-ı kelamiye / münâsebât-ı kelâmiye
İfadeler arasındaki ilişki ve bağlantılar.
münasebat-ı şedide / münasebât-ı şedide
Kuvvetli bağlantılar.
münasebat-ı tevafukiye / münâsebât-ı tevafukiye
Birbirine uygun gelişmelerdeki bağlantılar, ilişkiler.
münasebat-ı tevafukıyet / münâsebât-ı tevafukıyet
Uygunluk arz eden münâsebetler, bağlantılar.
münaza-un fih
Hakkında ihtilaf mevcut olan şey, münakaşa edilen mes'ele. Aradaki husumete sebeb olan.
müncemid
Donmuş, katılaşmış.
münderecat / münderecât
Bir şeyin içine dercedilmiş şeyler, anlatılan şeyler, muhteva.
münekkah
Tenkıh edilmiş, fazlalıkları atılarak düzeltilmiş, temizlenmiş.
münşell
Şelâle hâlinde atılarak akan.
munzamm
Zamm edilen. İlâve edilen.
Ek. Üste konan, katılan.
mürtecel
Düşünülmeden hemen söylenmiş söz veya şiir.
Kelimenin lügat mânası ile ıstılah mânası arasında münasebet bulunmayan kısmına mürtecel; münasebet bulunan kısmına da menkul denir.
Fık: Konuşulandan başkasına bir alâka bulunmaksızın sarih bir ihtimal ile kullanılan lâfızdır. Mese
müsabık
(Sebk. dan) Müsabakaya giren, yarışmaya katılan.
Geçen.
musademat-ı azime / musademat-ı azîme
Büyük çarpışmalar, çalkantılar.
musalleb
(Sulb. dan) Katılaştırılmış.
musarraha
Açık ve bütün ayrıntılarıyla anlatılmış.
müsebbabat
Sebeplerin sonuçları olan şeyler; sebeplerle yaratılan varlıklar.
müşkilat-ı azime / müşkilât-ı azîme
Büyük zorluklar, sıkıntılar.
müşkülat-ı azime / müşkülât-ı azîme
Büyük zorluklar, sıkıntılar.
müsned
(Çoğulu: Mesânid) İsnad edilmiş, nisbet edilmiş olan.
Gr: Haber (yüklem). Meselâ: "Bu yazı güzeldir" cümlesindeki (güzeldir) kelimesi gibi.
Edb: Açık olmayan heceye (kapalı heceye) de müsned denir.
Ehl-i Hadis ıstılahınca: Müsned; içindeki metinler, senetleri ile mezk
mustalah
Istılahlı. Garib ve az kullanılır kelime ve terimlerle dolu olup pek anlaşılmayan.
mustalahat / mustalahât
(Tekili: Mustalah) Istılah haline getirilmiş kelimeler.
mustalahi / mustalahî
Istılahlı konuşan.
müşteri
Malı parayla alan. Satılan malı alan.
Bir yıldız ismidir. Jüpiter.
İstekli, arzulu.
müstevli / müstevlî
İstilâ eden, ele geçiren, zapteden. Galib olan. Yayılan, her tarafı kaplayan.
İstilâ eden, ele geçiren.
İstilâ eden, kaplayan.
müstevliyane / müstevlîyane
İstilâ edercesine, kaplayarak.
mutalla
(Tılâ. dan) Yaldızlanmış, yaldızlı.
mutasallib
(Sulb. dan) Sertleşen, katılaşan.
Sağlam, sert.
Salâbetli. Din işlerinde çok gayretli.
müteharrık
Yırtılan, taharruk eden.
mütehassir
(Hasr. dan) Pıhtılaşmış.
mütehettik
(Hetk. den) Yırtılan, tehettük eden.
Edebsiz, utanmaz. Hayasız.
mütekalib / mütekâlib
(Çoğulu: Mütekâlibîn) (Kelb. den) Köpek gibi birbirinin üstüne atılan.
mütekebbir
Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Yaratılanların sıfatlarından uzak, vehim ve aklın anlamasından yüksek, azamet ve kibriyâ (büyüklük) sıfatıyla her şeyden ayrılmış olup, her şeyden yüce ve yüksek olan.
Kibirlenen, kendisini başkalarından üstün gören, kendini beğenen.
mütelahik
(Lühuk. dan) Biribirinin arkasından gelen. Birbirine katılan.
mütemezzik
Yırtılan, parçalanan.
müteşaddık
Istılahlı konuşan.
müteşakis
(Şeks. den) Birbiriyle ihtilaf ve kötü muaşeret eden şahıs. Birbiriyle iyi geçinemeyen. Katı huylu.
mütesallib / مُتَصَلِّبْ
Sertleşmiş, katılaşmış olan.
Sertleşmiş, katılaşmış.
Katılaşmış.
Sağlamlaşmış, katılaşmış.
müteşeddid
(Şiddet. den) Katılaşmış, pekleşmiş, sertleşmiş olan.
Şiddetlenen, hızlanan.
mütevazin / mütevâzin
Tevazün eden, tartıları bir olan.
Tartıları aynı olan.
mutneb
Uzatılmış. Uzatılan söz. Sözdeki itnâb, yâni; uzunluk.
muttala
Çıkış, doğuş noktası; ıttıla olunacak mahal.
muttala'
Gelecek yer.
Ittıla' mevzii.
müvella
Muayyen bir dâvâyı veya ihtilafı hall için veyahut hakem, bilirkişi olmak üzere kadılar tarafından tayin eden salahiyetli kimse.
muzaga
Çiğnenen lokmadan ağızda kalan kırıntılar.
naki'
(Çoğulu: Enkia) Kuru üzümü su içinde ıslatarak yapılan şarap.
İçinde hurma ıslatılan havuz.
Suyu çok olan kuyu.
Kandıran, kandırıcı.
nakledilen
Anlatılan.
nakliyat
Nakil işleri, taşıma işleri.
Anlatılanlardan öğrenilenler.
Nakiller.
narh
Çarşıda pazarda satılan her türlü mal için hükûmet tarafından konulan fiyat.
nebiz
(Çoğulu: Enbize) Hurma şarabı.
Yola bırakılıp atılan çocuk.
nesais
(Tekili: Nesise) Fesatlık için yapılan fısıltılar.
nevadi
(Tekili: Nâdi) Toplantılar, meclisler.
niseb-i adediye
Sayısal orantılar, bağlantılar.
nukul
Nakiller, rivâyetler. Başkasından anlatılanlar. Hikâyeler.
nukuş-u masnuat / nukûş-u masnûât
Sanatlı olarak yaratılan varlıklardaki nakışlar.
nüşuta
Devenin ayağındaki ilmikli düğüm. (İcabına göre çekip uzatılarak çözülür.)
ok
Yay veya keman denilen kavis şeklinde bükülmüş bir ağaç çubuğa gerili kirişe takılarak uzağa atılan ucu sivri demirli ince ve kısa değneğe verilen addır. Ok, silâhın icadından evvel insanlar tarafından kullanılmış ise de, en büyük mahareti Türkler, Araplar göstermişlerdir.
özr sahibi / özr sâhibi
Bir namaz vakti içinde yâni namaz vaktinin başından sonuna kadar, abdest alıp yalnız farzı kılacak kadar bir zaman, abdestli kalamayan yâni idrâr ve başka akıntılar gibi abdesti bozan şeylerden biri kendisinde devamlı mevcûd olup durduramayan kimse. İstihâzalı olan.
perakende
Dağınık. Dağıtma.
(Farsça)
Azar azar yayılan veya satılan.
(Farsça)
perende
Uçan, uçucu.
(Farsça)
Av kuşu.
(Farsça)
Çark gibi dönerek atılan takla.
(Farsça)
rabıta-i nuraniye
Nurlu bağlantılar.
radif
Kızmış taşla ısıtılan süt.
Kızmış taş üzerine pişirilen et. (Merzuf da derler.)
rahk
Sarmak, istilâ etmek.
raiyye
Otlatılan hayvan sürüsü.
Bir hükümdar idaresinde bulunan ve vergi veren halklar.
raiyyet
Bir hükümdar idaresinde olanlar, birinin idaresine bağlı olanlar. Devletin idâresindeki umum insanlar.
Sürü. Otlatılan hayvan sürüsü.
ran
(Reyn. den fiil) Kalb katılaşması, lekelenmek. Kalbin kasavetlenmesi.
Pas, kir.
recm
Taşlamak, taşa tutmak, taş ile insan öldürmek.
Atılan taş.
Kabre taştan nişan dikmek.
Şeytan üzerine atılan nücum.
Tardetmek, kovmak, sövmek. Terketmek.
Zan ve kıyas etmek.
Taşa tutma, taşlama, birine atılan taş.
remzşinas
Bir maksad anlatan şekil, resim vb.
(Farsça)
Gizli ve kapalı olarak anlatılan şeyleri ve işaretleri bilen.
(Farsça)
reşahat / reşahât
(Tekili: Reşehât) (Reşha) Reşhalar. Sızıntılar, serpintiler.
Sızıntılar.
Reşhalar, sızıntılar.
reşahat-ı ihtiyar / reşahât-ı ihtiyar
İşin en iyi seçimle yapıldığını gösteren sızıntılar.
İrade ve dileme sızıntıları.
reşahat-ı kuvvet
Güç, enerji sızıntıları (yani çekimi).
reşaşat
Su sızıntıları, serpintiler.
Sızıntılar, serpintiler.
reşehat / reşehât / رشحات
(Tekili: Reşha) Reşhalar, damlalar, sızıntılar.
Damlalar, sızıntılar.
Sızıntılar.
(Arapça)
resse
(Çoğulu: Rises-Risâs) Eski ve çürümüş, köhne.
Ev eşyasından eskiyip atılanı.
riba'l-fadl / ribâ'l-fadl
Ölçü veya tartıyla alınıp satılan şeyleri, kendi cinsleriyle peşin olarak, karşılığı olmayan bir fazlalıkla değişmek.
riba-i fazl
Tartılan veya ölçülen bir cins eşyanın kendi cinsi karşılığında fazlasıyla satılması. Meselâ: Bir kilo buğdayı aynı cins bir kilo yüz gramla değiştirmek gibi.
ribe'n-nesie / ribe'n-nesîe
Gecikme ribâsı. Bir cinsten olan iki şeyin birini, diğeri karşılığında veresiye olarak satmak veya başka başka cinslerden olup; ağırlık, hacim veya uzunluk ölçüsüyle yâhut belirli ölçülerde olup, sayıyla alınıp satılan iki şeyi veresiye değişmek. Mik tarlar eşit olsa bile ribâ sayılır.
rışk
Atılan ok.
rivayet / rivâyet
Hikâye edilen, anlatılan, hadîs nakli.
sabii / sabiî
İtaattan ayrılmakla bâtıla meyleden.
Yıldıza tapan sapkınlar veya yıldıza tapan ehl-i dalâlet kimselerden olanlar.
sadedil
Kalb sâfi, derin mes'elelere aklı ermeyen insan. Temiz kalbli olup, kolayca aldatılabilen kimse.
(Farsça)
safdil
Saf, ahmak, bön, kolay aldatılan kimse.
(Farsça)
şah-ı levlak / şâh-ı levlâk
Yaratılanların şahı, kainatın yaratılış sebebi Hz. Muhammed (a.s.m.).
sahabe / sahâbe / صحابه
Hz. Muhammed'in sohbetlerine katılan müslüman.
(Arapça)
sahabi / sahâbî / صحابى
Hz. Muhammed'in sohbetlerini katılan müslüman.
(Arapça)
sahire
İçine kızmış taş koyup kaynatılan ve üstüne yağ döküp içilen süt.
saime / sâime
Senenin yarısından fazla, meralarda, kırlarda sırf sütleri alınmak veya üreme ve beslenmeleri için otlatılan (koyun, keçi, sığır, manda, at ve deve cinsinden olan), ehlî hayvanlar.
şakk-ı asa / şakk-ı asâ
Değneği kırmak.
(Farsça)
Mc: İhtilâfa sebeb olmak, topluluktan ayrılmak.
(Farsça)
salim / sâlim
Sağlam.
Sıhhatli. Sağ. Noksansız, eksiksiz.
Her türlü tehlikeden uzak olan. Emin ve korkusuz olan.
Gr: Kelimelerdeki harfler bozulmadan cemi' eki katılarak yapılan çoğul hali. Sâlimûn, sâlihât, sâdıkûn, sâdıkât gibi yapılan cemiler.
İçinde harf-i illet bulunma
samir
Gece toplantıları.
sebil / sebîl
Açık ve büyük yol. Büyük cadde.
Allah rızası için su dağıtılan yer.
Açık ve büyük yol, büyük cadde, Allah rızası için su dağıtılan yer.
Yol; su dağıtılan yer ve dağıtılan şeyler.
sebilhane
Sebil olarak su dağıtılan yer.
(Farsça)
seceat / seceât
Cıvıltılar, ritimli sesler.
şefa'at-ı kübra / şefâ'at-ı kübrâ
Kıyâmette, o günün dayanılmaz dehşeti ve şiddetli sıkıntıları sebebiyle, insanların mürâcaatları üzerine Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem), onların muhâkeme ve hesâblarının bir an evvel görülmesi için Allahü teâlâya yalvarması ve bu dileğinin kabûl olması. O gün herkes kendi başını
şefi'
Şefaat eden.
Satılacak bir mal için satın almada üstünlük hakkı olan.
sehale
Altın, gümüş gibi değerli maddelerin kırıntıları.
şehbender
Ticaret nezaretinin teşekkülünden evvel ticaret işlerine bakmak ve tüccarlar arasındaki ihtilâfları halletmekle vazifelendirilen memurun ünvanı idi.
şekavet-i uhreviye
Âhiretteki sıkıntılar.
selle
Koyun ve keçi sürüsü.
Yıkmak, hedm.
Kuyu içinden çıkartılan toprak.
selman-ı farisi / selman-ı farisî
İran'ın İsfahan şehrinde doğmuş olan büyük bir sahâbe. Evvelce ateşperestti, sonra Hristiyan oldu. Daha sonra papazların nasihatiyle İslâmiyetin geleceğini anlamıştı ve arıyordu. Yeni Peygamber'e (A.S.M.) kavuşmak için Şam'dan Hicaz'a geldi ve orada kendisini köle yaptılar. Peygamber Aleyhissalâtü V
semen
Baha, kıymet. Değer. Tutar. Satılan şeyin fiatı.
semen-i misl
Satılan malın piyasadaki fiyatı.
semir
Arkadaş, refik.
Gece anlatılan kıssa ve hikâye.
şerh
Açıklama ve tefsir, bir kitabı bütün ayrıntılarıyla anlatma.
seyyiat
(Tekili: Seyyie) Kötülük, günahlar, suçlar. Kötülüğe karşı çekilen sıkıntılar.
sidretülmünteha
Yaratılanların bittiği sınır.
sıfat-ı zatiyye / sıfat-ı zâtiyye
Allahü teâlânın zâtında (kendisinde) bulunup diğer varlıklarda bulunmayan, yalnız Allahü teâlâya mahsûs sıfatları. Bu sıfatların sonradan yaratılan varlıklarla hiçbir sûrette bağlantıları yoktur. Bu sıfatlara sıfat-ı Vücûdiyye ve sıfat-ı Ulûhiyyet de denir.
şika
(Tekili: Şekve) Şikâyetler, sızıltılar.
şis
Çekirdeği katılaşmış olmayan hurma. (Hurma aşılanmasa çekirdeği katılaşmaz.)
sohbet-i ihvan
Din kardeşleri ile faydalı hakikatlar üzerine sohbet etmek.Resül-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm buyurmuştur ki: Üç şey müstesna, dünyada rahat yoktur:1- Tilâvet-i Kur'an2- Münacat-ı Rahman3- Sohbet-i İhvan.
şuaat
Işıklar, parıltılar, nurlar.
şuaat-ı marifetü'n-nebi / şuâât-ı mârifetü'n-nebî
Peygamberi tanıma parıltıları, nurları.
sücun
(Tekili: Sicn) Hapishaneler, zindanlar, ceza evleri.
Mc: Dünyanın sıkıntıları.
şüf'a
Bir malı müşteriye, mal olduğu fiata satmak.
Huk: Satılmakta olan bir yerde hissesi bulunan veya oraya bitişik komşu olanın satılan şeyi almakta birinci derecede hakkı olması. Şüf'a sahibi kendinden habersiz satılan şeyi, dava ederse, bedelini ödeyerek müşteriden geri alabilir.
<
sultan-ı levlak / sultan-ı levlâk
Bütün herşeyin onun sevgisi ve getirdiği nur sebebiyle yaratılan Sultan; Peygamber Efendimiz (a.s.m.).
sünen
Sünnetler.
Ehl-i hadis ıstılahında: Ahkâm hadislerine Sünen tâbir edilir.
ta'miye
(Amâ. dan) Körletme. Kör etme.
Kapalı şekilde anlatmak.
Edb: Ebced hesabiyle düşürülen bir tarihin, hesabı doldurmak için çıkartılacak veya eklenecek sayılarını işaret etme.
tabaka-i mahlukat / tabaka-i mahlûkat
Yaratılanlar varlıkların bir sınıfı, bir tabakası.
tabil
(Çoğulu: Tevâbil) Yemeklere katılan biber, nane, tarçın gibi şeyler.
Çömlek içinde pişen nesne.
tadacüm
İhtilâf. Anlaşmazlık.
Eğrilik.
tafsilat / tafsilât
Ayrıntılar.
tafsilatıyla / tafsilâtıyla
Bütün ayrıntılarıyla.
(Arapça - Türkçe)
tagallüb
Zorbalık.
Hilâf-ı hak olarak musallat olmak. İstilâ etmek.
Üstün gelmek.
tağliz / tağlîz
Katılaştırma, kalınlaştırma, sertleştirme.
tahaşşün
(Huşunet. den) Katılaşma, sertleşme.
tahassür
Pıhtılaşmak. Kanın pıhtılaşması.
tahassür-i dem
Kanın pıhtılaşması.
tahkik
Doğru olup olmadığını araştırmak veya doğruluğunu, yanlışlığını meydana çıkarmak. İncelemek. İçyüzünü araştırmak.
Bir şeyi eksiksiz ve ziyâdesiz yapmakta mübâlağa etmektir. Bir şeyin hakikatına ermek, künhüne vâkıf olmak, nihayetine erişmek demektir. Kur'an kıraat ıstılahında ise: He
tahmis
Ateşte kızdırıp kavurmak.
Kahve kavrulan ve satılan yer.
takrirat / takrirât
(Tekili: Takrir) Ağızdan anlatılan şeyler.
talar
Dört direk üzerine yapılan ve geceleri yatılan yer.
(Farsça)
Salon, büyük oda.
(Farsça)
tali
Tilavet eden, okuyan.
İkinci derecede. Sonradan gelen.
Man: Birbirine bağlı iki kaziyeden ikincisi. Meselâ: "Duman çıkıyorsa ateş vardır" sözünde "Ateş vardır" sözü tâli'dir.
tasallub / tasallûb
Sertleşmek. Katılaşmak.
Sağlamlaşmak.
Gayret etmek.
Katılaşma.
Katılaşma, sertleşme.
tasallüb / تَصَلُّبْ
Katılaşma, sertleşme.
Katılaşma, sertleşme.
taslib
(Salb. dan) Haça germek. Haç çıkarmak.
(Sulb. dan) Sertleştirmek. Katılaştırmak, katılaştırılmak.
tavtie
Anlatılacak maksadı destekleyecek tarzda önceden bazı sözler söyleme.
tazyikat-ı dünyeviye
Dünyadaki sıkıntılar.
tebayün
İki şey arasındaki uyuşmazlık. Birbirinden ayrı ve başka olmak. İhtilâf vuku bulmak. Zıtlık.
tebellür
Billurlaşmak. Parlak, şekilli olup ve donup katılaşmak.
Açığa çıkmak. Meydana çıkmak.
teceffüf
Kuruma, kuruyup katılaşma.
tecemmüd
Donma. Sertleşme. Katılaşma.
Donma, katılaşma.
tecemmüdat / tecemmüdât
(Tekili: Tecemmüd) Sertleşmeler, katılaşıp donmuş şeyler.
tefasil / tefâsîl / تفاصيل
(Tekili: Tafsil) Tafsiller, ayrıntılar.
Ayrıntılar.
(Arapça)
tefavüt-ü şekavet
Sıkıntıların, musibetlerin farklılığı.
tefekkühat-ı ilmiye
Meyve ziyafetleri hükmünde olan ilmin detayları, ayrıntıları.
teferru'at / teferru'ât / تفرعات
Ayrıntılar.
(Arapça)
teferruat / teferruât / تَفَرُّعَاتْ
Ayrıntılar.
Bir şeyin bütün incelikleri, ayrıntıları.
Ayrıntılar.
Ayrıntılar.
tefrii / tefriî / tefrîi
Ayrıntılamakla ilgili.
Teferruat ve ayrıntılara ayırmakla ilgili.
tefsir
Mestur, gizli bir şeyi aşikâr etmek. Mânâyı izhâr etmek.
Anladığını anlatmak. Bildiği kadar açıklamak.
Kur'ân-ı Kerim'in mânâsını anlatan kitab.
Ehl-i Hadis ıstılahında Tefsire dâir hadis-i şeriflere Tefsir denilir.
tekebbüd
(Kebed. den) Sertleşme, katılaşma.
tel'a
(Çoğulu: Tilâ) Su yolu, su mecrası.
Sel yolu.
Yerin alçağı ve yükseği. Çukurluk ve tepe.
telhisen
Kısaltılarak, hülâsaten, özet olarak, hülâsa tarzında.
tell
(Çoğulu: Tilâl) Tepe, yığın, küme.
Düz yer üstüne yatırmak.
tenkih-ül menat
Menatın, yani illetin ayıklanması. Usul-ü Fıkhın kıyas bahsine ait bir ıstılahtır. Kıyasın dört rüknünden biri olan illetin, diğer benzeri hususiyetlerden ayıklanmasıdır. Şöyle ki: Şâri (Allah C.C.) bir hükmü bir sebebe bina eder. Fakat o illetle beraber hükme te'siri olmayan birçok özellikler de bu
tereşşuhat / tereşşuhât
Sızıntılar, izler.
Sızıntılar, belirtiler.
tereşşuhat-ı gaybiye
Gaybî sızıntılar, damlalar.
terim
Fransızca olan "Terme" kelimesinden uydurulmuştur. "Istılah" veya "tabir" yerinde kullanılır.
tesadüfat
Tesadüfler, rastlantılar.
tesallüb
Katılaşma.
tesdis / tesdîs / تسدیس
Altılama.
(Arapça)
teseccu'
Kuşların cıvıltıları.
Seci' yapmalar.
teselsül / تَسَلْسُلْ
İddiâyla delilin birbirine bağlı olmasıyla ihtilâfın sürüp gitmesi.
tevabil
(Tekili: Tâbel ve Tâbil) Yemeklere katılan nâne, karanfil, tarçın ve biber gibi şeyler. Baharat.
tevzi edilen
Dağıtılan.
tıla'
Tâze üzüm şırasının, ateşte veya güneşte ısıtılarak üçte birinden fazlasının uçmasıyla elde edilen içki.
tilamize
(Bak: TİLAMİZ)
tilavet / tilâvet / تلاوت
Güzel Kur'ân okuma.
(Arapça)
Tilâvet etmek:
Usûlüne göre Kur'ân okumak.
(Arapça)
tılh
(Çoğulu: Tılâh-Talâyıh) Zayıf.
Yorulmuş.
Geç gelmek.
tulatıle
(Talâtıla) (Çoğulu: Talâtıl) Hayvanları içeri koymak. Bel ağrısı.
Zahmet.
tülüv
Tilâvet.
Bir kimseye uyup ardınca gitmek.
ücret
Bir iş, hizmet, bir şeyden faydalanma veya satılan bir şey karşılığında verilen para veya mal, karşılık.
ulema-i muhakkik / ulemâ-i muhakkik
Meseleleri çok ince ayrıntılarına kadar inceleyerek hüküm veren âlimler.
ülü'l-azm
Şerîat sâhibi, yeni din getiren peygamberlerden altı tânesine ve en büyüklerine verilen ad. Bunlar; Âdem, Nûh, İbrâhim, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed aleyhimüsselâmdır. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını insanlara anlatırken çok sıkıntı çektikleri ve bu sık ıntılara sabr ettikleri için kendilerine bu isim
ulufe
Yeniçerilere ve sipahilere dağıtılan maaş.
Bir nevi hayvan yemi.
üzeyr
(A.S.) Kur'an-ı Kerim'de ismi bulunan büyük zâtlardandır. Peygamber olup olmadığı hakkında ihtilâf vardır.
variş
Bir topluluk yemek yerken davetsiz olarak yemeğe katılan kimse.
vekayi-i mezkure / vekayi-i mezkûre
Anlatılan vakıalar, olaylar.
vezni / veznî
Vezinle ilgili, vezne ait.
Tartılan şey.
vezniyyat / vezniyyât
Tartılan şeyler.
yusuf
Hz. Yakub'un (A.S.) oniki oğlundan en küçüğü idi. Babası kendisini çok severdi. Gördüğü bir rüyayı babası tabir ederek peygamber olacağını ve bütün kardeşlerinin kendisine itaat edeceklerini söyledi. Kardeşleri kendisini kıskandıkları için bir hile ile izini kaybetmek istediler ve bir kuyuya attılar
zarurat / zarûrât / ضرورات
Sıkıntılar, mecburiyetler.
(Arapça)
zelazil
Zelzeleler. Yer sarsıntıları.
zellaka / zellâka
Dilin ucuyla veya dudak hareketiyle çıkartılan hafif harfler.
zelzele-i içtimai ve beşeri / zelzele-i içtimaî ve beşerî
İnsanın sosyal hayattaki sarsıntıları.
zenim
Soyu bozuk, soysuz. Aslında o kavimden olmayıp sonradan ona katılan kimse.
Aşağılık.
zımn
İç taraf.
Maksad, gaye.
Açıktan söylenmeyip dolayısıyle anlatılan.
İç yüz, dolaylı anlatılan.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
mütenaim
muazzEZ
alelıtlak
Vahdehu La şerike leh
amare
lin
düm
murafaa
Merdu
hatme
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
tila
İmdad
o taraf
öğle vakti
ruhban
Zafer kazan
Kal'al
keyn
TAs
vechesi