REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te tasla ifadesini içeren 155 kelime bulundu...

ahcar / ahcâr / احجار

  • (Tekili: Hacer) Taşlar.
  • Taşlar.
  • Taşlar.
  • Taşlar. (Arapça)

ahcar-ı semaviye / ahcâr-ı semaviye

  • Gök taşları, meteorları.

akhaf

  • (Tekili: Kıhf) Ağaç kaplar, ağaçtan yapılmış kaplar.
  • Kafa tasları.

akılfüruş

  • Akıllılık taslayan.

arzu-yu taazzum

  • Büyüklük taslama arzusu.

bad-ı şimali / bâd-ı şimalî

  • Kuzey rüzgârı. (Farsça)
  • Nefes, soluk. (Farsça)
  • Ah sesi, ah çekme. (Farsça)
  • Allah'ın inâyeti. (Farsça)
  • Medih. (Farsça)
  • Söz. (Farsça)
  • Büyüklük taslama, kibirlilik. (Farsça)
  • şarap. (Farsça)

balyoz

  • Vaktiyle Avrupa devletlerinin büyükelçi ve büyük konsoloslarıyla, general ve amiral gibi kişilerine verilen bir ünvandır. (Fransızca)
  • (Yunancadan) Kazık çakmak, büyük taşları kırmak için kullanılan uzun saplı, iri ve ağır çekiç. (Fransızca)

bath

  • (Çoğulu: Bitah) İçinde kum ve çakıl taşları olan geniş su akıntısı.
  • Yüz üzeri düşme.
  • Serilip yatan adamın boyu.
  • Bırakma.

berilyum

  • yun. Zümrüt gibi bazı taşların bileşiminde bulunan bir elementtir. (Be) sembolü ile gösterilir.

bi-reng / bî-reng

  • Renksiz. Taslak halinde resim. (Farsça)

bolis çukuru

  • Kendini beğenenlerin, kibirlilerin, büyüklük taslayanların, Cehennem'de şiddetli azâba uğrayacakları yer.

bunduk

  • Yuvarlak küçük taşlar.
  • Yuvarlak küçük kurşun.
  • Fındık.

büyüklenmek

  • Kendini büyük görmek, büyüklük taslamak. (Kötü huylardan biridir, günahtır.) (Türkçe)

cem'are

  • Galiz, kaba nesne. Yüksek taşlar.
  • Kabile ismi.
  • Küçük kuş.

cemre

  • (Çoğulu: Cimâr) Şiddetli karanlık.
  • Ateşli kömür parçası, kor.
  • İlkbaharda suya, yere, havaya düştüğü söylenen sıcaklık.
  • Hacıların Mina Vâdisinde şeytan taşlamaları.
  • Hacıların şeytan taşlarken attıkları taşlar veya bu taşların atıldığı yer. Çoğulu cimâr ve cemerât'tır. Minâ'da birbirlerine birer ok atımı mesâfede bulunan üç taş yığını vardır. Bunlardan birincisine Cemre-i ûlâ (birinci cemre), ikincisine Cemre-i vustâ (orta cemre) ve üçüncüsüne Cemre-i Akabe adı

cevahir / cevâhir

  • (Tekili: Cevher) Cevherler. Çok kıymet verilen ve az bulunan şeyler, çok kıymetli mâden veya taşlar.
  • Mc: Çok kıymetli söz veya faydalı yazılar.
  • Cevherler, kıymetli taşlar.
  • Değerli taşlar.

efahis

  • (Tekili: Ufhus) Taşların aralarında veya kayalıkta bulunan kuş yuvaları.

engare

  • Tamamlanmayan, eksik kalan iş, nakış veya taslak. (Farsça)
  • Hikâye, efsâne, roman, kıssa. (Farsça)
  • Başdan geçen bir olayı tekrarlama. (Farsça)
  • Hesap defteri. (Farsça)
  • Utanarak geri geri çekilme. (Farsça)

ensab

  • (Tekili: Nasb) Dikili taşlar. Müşriklerin, yanında kurban kestikleri putlar.

erkan-ı mühimme / erkân-ı mühimme

  • Bir topluluğun ileri gelenleri, önemli büyükleri; köşe taşları.

eshab-ı fil / eshâb-ı fîl

  • Peygamber efendimizin doğmasına yaklaşık iki ay kala Kâbe'yi yıkmak için Mekke yakınlarına kadar gelen, fakat Allahü teâlânın gönderdiği Ebâbîl kuşlarının üzerlerine bıraktıkları mercimek büyüklüğündeki taşlarla perişân olan Ebrehe ve içinde bir çok fillerin de bulunduğu ordu.

esinne

  • (Tekili: Sinân) Kılıçlar, seyfler.
  • Süngüler.
  • Bileği taşları.

faziletfuruş / fazîletfuruş

  • Üstünlük taslayan.

faziletfuruşluk

  • Üstünlük taslama, üstünlüklerini satmaya çalışma.

fehire / fehîre

  • İçine kızmış taşlar bırakarak kaynatılan ve üzerine un konulan ayran.

füruş

  • "Satan, taslayan" mânâsında son ek.

fusus

  • (Tekili: Fass) Yüzük taşları.
  • Yüzük taşları.

hacerat

  • (Tekili: Hacer) Taşlar, kayalar.

hamiyet-furuş

  • Hamiyetlilik taslayan; hamiyet ve gayret iddiasında bulunan.

hamiyetfuruş / hamiyetfurûş

  • Hamiyetli görünmeye çalışan, hamiyet iddiasında olan; fedakârlık taslayan.
  • Hamiyetlilik taslayan.

hamiyetfüruş

  • Gayretkeş, hamiyetli görünmeye çalışan, hamiyet iddiasında olan; fedakârlık taslayan.

harem

  • Mekke-i mükerreme şehrinden biraz daha geniş olup, hudûdunu İbrâhim aleyhisselâmın diktiği taşların gösterdiği yer, alan. Bu sâha içine gayr-i müslimlerin girmesi yasak ve ihrâmlı iken bâzı işleri yapmak harâm olduğu için Harem denilmiştir.
  • Müslümanların evlerinde, saray, konak ve be

harita

  • yun. Yeryüzünün veya bir parçasının belli bir ölçüye göre küçültülerek muvafık bir yere çizilen taslağı.
  • Dağarcık, kulplu kese.

hasb

  • (Çoğulu: Havâsıb) Taş atmak.
  • Ufak taşları savuran rüzgâr.

hazine-i cevahir

  • Cevherlerden, değerli taşlardan oluşan hazine.

hazuf

  • Sür'atle yürüdüğünden ayağı altından taşlar atılan eşek.

hicar

  • (Tekili: Hacer) Taşlar.

hiciv / هجو

  • Yergi, taşlama. (Arapça)

hicv / هجو

  • Hiciv, yerme, taşlama.
  • Yergi, taşlama. (Arapça)

hicviyye / هجویه

  • Hicv sözü veya yazısı, taşlama.
  • Taşlama, hicivle ilgili şiir veya düzyazı. (Arapça)

hımare

  • (Çoğulu: Hamâyir) Ayak üstü.
  • Havuzun etrafına koydukları taş.
  • Avcıların av vurmak için çevrelerine ev gibi dizdikleri taşlar.

horos

  • Tar: Eskiden İstanbul'da ekmekçi, francalacı ve uncu değirmenlerinde mevcut üst ve alt taşlarının bulunduğu ve etrafından hayvanın döndüğü yere, esnaf arasında verilen addır.

iffet-füruş

  • Namus ve iffetten söz eden. Namusluluk taslayan. (Farsça)

ilan-ı tekvini / ilân-ı tekvinî

  • Umumi âfetler ve gök taşları düşmesi gibi Cenab-ı Hakk'ın tekvinî âyetleri ve ibretli hâdiseleri ile hakaik ve hikmet-i İlâhiyesini ilân edip bildirmesi.

kabadayı

  • Mc: Cesur, kahraman, cengâver. Eskiden kabadayılar ağırbaşlı, fenalıktan kaçınır, iyiliği sever insanlar oldukları için muhitlerinde hürmet görürlerdi.
  • Kimseden korkmaz görünerek şuna buna meydan okuyan kimse, yiğit taslağı.

kafes

  • Tel, ince demir veya ağaç çubuklarından yapılan ve içine kuş ve saire konulan şey.
  • Dışardan içerisi görünmesin diye, ince tahta çubuklarından yapılıp harem pencerelerine takılan siper,
  • Ahşap bir binanın kaplama ve sıvası olmaksızın direklerden ibaret taslağı.

kaziz

  • Ufak taşlar, taş parçaları.
  • Topluluk, cemaat.

kibir

  • Büyüklük, büyüklenme, büyüklük taslama.

kibr / كبر

  • Büyüklük, büyük olma, büyüklük taslama, yüksekten bakma.
  • Büyüklük taslama, şişinme. (Arapça)

konsolos

  • İtl. Yabancı ülkelerde yurttaşlarının haklarını korumak ve bağlı bulunduğu hükümete siyasî ve ticarî bilgileri vermekle vazifeli hariciye memuru.

kroki

  • Bir konu veya nesnenin başlıca özelliklerini yansıtacak biçimde hazırlanmış taslağı.

layiha-ı kanuniye

  • Kanun taslağı.

lebbeyk

  • Hac, umre veya her ikisini yapmak üzere niyyet ederken yâni ihrâma girerken başlayıp, Mina'da Cemre-i akabede (büyük cemrede) şeytan taşlanırken atılan ilk taşla söylemesi son bulan mübârek sözler: Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk innelhamde venni'mete leke vel-mülke

ledm

  • Taşı taşla vurmak.
  • Yere düşen taştan çıkan ses.
  • Kaftana yama vurmak.
  • Defetmek, kovmak.

lihaf

  • (Tekili: Lahfe) Yumuşak beyaz taşlar.
  • Yufka kaymak.

mahzen ve medfen-i mücevherat / mahzen ve medfen-i mücevherât

  • Kıymetli taşların ve hazinelerin bulunduğu define ve mahzen.

malumatfuruş / malûmatfurûş / معلومات فروش

  • Bilgiçlik taslayan. (Arapça - Farsça)

malumatfuruşluk / malûmatfurûşluk

  • Bilgiçlik taslama. (Arapça - Farsça - Türkçe)
  • Malûmatfurûşluk etmek: Bilgiçlik taslamak. (Arapça - Farsça - Türkçe)

mancınık

  • Eskiden kale kuşatmalarında kalelere ağır taşlar fırlatmak için kullanılan savaş âleti.
  • Eskiden kale kuşatmalarında ağır taşlar fırlatmak için kullanılan, bir ucunda bir kepçe, öbür ucunda da bir karşı ağırlık bulunan kaldıraç biçiminde eski bir savaş âleti.

mercum

  • (Recm. den) Recmolunmuş. Taşlanmış, taşa tutulmuş.

meylü'l-ağalık

  • Ağalık meyli; ağalık taslama.

mi'vel

  • (Çoğulu: Meâvil) Büyük taşları ve kayaları parçalamaya yarıyan sivri kazma.

mina / minâ

  • Mekke-i mükerremenin doğusundaki dağların eteğinden Arafât'a giden yol üzerinde bulunan yer. Hac ibâdeti esnâsında kurban kesmek ve cemre (şeytan) taşlamak için buraya gidilir. İbrâhim aleyhisselâm, kurban etmek için, oğlu İsmâil'i buraya götürmüştü.

mitin

  • Taşları kayaları paçalamada kullanılan büyük çekiç. (Farsça)

miyanser

  • Yarısı kıymetli taşlarla süslü bir cins taç. (Farsça)

moloz

  • Yapılardan artan veya viranelerden çıkartılan ufak taşlar.
  • Bir işe yaramaz insan.

mücevherat / mücevherât

  • Kıymetli taşlar.
  • (Tekili: Mücevher) Kıymetli taşlar. Mücevherler. Süs ve zinet için kullanılan kıymetli şeyler.
  • Mücevherler, kıymetli taşlar.

mücevherat dükkanı / mücevherat dükkânı

  • İçerisinde kıymetli taşların, sanat eserlerinin satıldığı dükkân.

mükabere / mükâbere

  • Büyüklük taslayarak doğruyu kabul etmeme.

mükabere etme / mükâbere etme

  • Büyüklük taslayarak doğruyu kabul etmeme; göz göre göre inkâr etme.

mükabir / mükâbir

  • Büyüklük taslayarak doğruyu kabul etmeyen; göz göre göre yalanlayan.

mükellel

  • (İklil. den) Başında taç bulunan. Taç giymiş olan.
  • Parlak, müzeyyen, süslü.
  • Tacına inci taşları dizilen.

müna

  • (Minâ) Arzular.
  • Birinin yerine kaim-i makam olmak, birinin yerine geçmek.
  • Suya giden yol.
  • Mekke-i Mükerreme'de hacıların kurban bayramında kurban kestikleri ve şeytan taşladıkları mukaddes yer.

murassa / مرصع

  • Değerli taşlarla süslenmiş. (Arapça)

murassa'

  • Süslü. Kıymetli taşlarla süslenmiş. Sırmalı.
  • Birbirine yanaştırılmış. Oturtulmuş.
  • Edb: İki mısra veya iki fıkrası birbiri ile aynı vezin ve kafiyede olan söz veya beyit.
  • Bir nevi yazı.

murassaatlı

  • Değerli taşlarla süslenmiş.

musaara

  • Büyüklük taslayarak birisinin yüzüne bakmayıp başını çevirmek.

müşahhıs

  • (Şahs. dan) Teşhis eden, taslağın adını koyan.

müstahcer

  • (Hacer. den) Taş hâline gelmiş. Sertleşip taşlaşmış.

müsveddat

  • (Sevvad. dan) Müsveddeler, karalamalar, taslaklar.

müsvedde / مسوده

  • Taslak. (Arapça)

mütahaccir

  • Taşlaşmış.

mutasallıf

  • Bilgiçlik taslayan, şarlatan, gösterişçi.

mutasallifane

  • Nezaket, bilgiçlik taslayanlar gibi.

mutazarrıf

  • (Çoğulu: Mutazarrıfîn) (Zarf. dan) Zarafet taslayan, tazarruf eden.

mutazarrıfin / mutazarrıfîn

  • (Tekili: Mutazarrıf) (Zarf. dan) Zariflik taslayanlar, tazarruf edenler.

mütehaccir / متحجر / مُتَحَجِّرْ

  • Taşlaşmış, taş haline gelmiş.
  • Taşlaşmış.
  • Taşlaşmış, fosilleşmiş. (Arapça)
  • Taşlaşmış.

mütehakkim

  • Zorba, zorbalık eden, tahakküm eden. Hâkimlik taslayan.

mütekebbir

  • Büyüklenen, büyüklük taslayan.

mütekebbirane / mütekebbirâne

  • Büyüklenerek, kibirlenerek, büyüklük taslayarak. (Farsça)

müteşair / müteşâir

  • (Çoğulu: Müteşâirîn) (Şi'r. den) Şâirlik taslayan.

müteşairiyet / müteşâiriyet

  • Şairlik taslama.

müteşeyyi'

  • Şiilik taslayan. Şii tâifesine girmiş olan.

müteşeyyih

  • Şeyhlik taslayan, kendini şeyh gibi gösteren.
  • İhtiyarlaşan.
  • Şeyhlik iddia eden, şeyhlik taslayan.
  • Şeyhlik taslayan.

müteşeyyih-i müteevviğ

  • Şeyhlik taslayıp ağa olmaya çalışan.

nakal

  • Bir yerden naklolunduğunda bâki kalan ufak taşlar.
  • Devenin tabanına ârız olur bir hastalık.

nasaib

  • (Tekili: Nasibe) Dikili taşlar.

naşize / nâşize

  • Kocasına üstünlük taslayan kadın.

nemrud

  • Zâlim ve gaddar olarak tanınmış ve Allaha karşı kibir ve isyan ile büyüklük taslamış bir kralın ismidir. Milâddan evvel 2640 yılında yaşadığı sanılmaktadır. Peygamber İbrahim Aleyhisselâm zamanında yaşamış ve onu ateşe atarak yakmak istemiş, mu'cize ile İbrahim Aleyhisselâm ateşten kurtulmuştur. Bâb
  • Zalim ve gaddar olarak tanınmış ve Allah'a karşı isyan etmiş, büyüklük taslamış bir kral. Hz. İbrahim zamanında yaşamıştır.

nirenc

  • (Çoğulu: Nirencât) Düzen, hile.
  • Resim, taslak.

nireng

  • Düzen, hile, aldatmaca. (Farsça)
  • Taslak, resim. (Farsça)
  • Büyü, efsun. (Farsça)

pehle

  • Mezar sandukalarının yan taşlarına verilen ad. (Farsça)

piyade / piyâde / پياده

  • Yaya, yürüyen. (Farsça)
  • Askerlikte piyade sınıfy. (Farsça)
  • Satranç taşlarından paytak. (Farsça)

racim / racîm / رجيم

  • Taşlanmış, recmedilmiş. (Arapça)

radhe

  • (Çoğulu: Radh-Ridh) Taşlı yer, taşlık arazi.
  • Büyük taşlardan olan çukur yer. (İçinde su birikip kalır.)

radif

  • Kızmış taşla ısıtılan süt.
  • Kızmış taş üzerine pişirilen et. (Merzuf da derler.)

radm

  • Binayı taşla yapmak ( O binaya "razim" derler.)

rasaf

  • Kaldırım. Kaldırım taşları.

recim / recîm

  • (Recm. den) Taşlanmış, taşa tutulmuş.
  • Lânetlenmiş, mel'un.
  • Taşlama.
  • Taşlanmış.

recm / رجم

  • Taşlamak, taşa tutmak, taş ile insan öldürmek.
  • Atılan taş.
  • Kabre taştan nişan dikmek.
  • Şeytan üzerine atılan nücum.
  • Tardetmek, kovmak, sövmek. Terketmek.
  • Zan ve kıyas etmek.
  • Taşa tutma, taşlama, birine atılan taş.
  • Taşlama.
  • Taşlama; muhsan (evli) olup, zinâ eden kadın ve erkeği taşlayarak öldürme.
  • Taşa tutma, taşlama.
  • Taşlama, taşa tutma. (Arapça)
  • Recm edilmek: Taşlanarak öldürülmek. (Arapça)

recm-i nücum

  • Yıldızlarla taşlama.

recm-i şeyatin / recm-i şeyâtîn

  • Şeytanların recmi, taşlanması.

recm-i şeytan

  • Şeytan taşlama.

recmedilme

  • Taşlanma.

recmetme

  • Taşlayarak öldürme.

recmetmek

  • Taşlamak, taşlamak suretiyle öldürmek.
  • Mc: Aleyhte konuşmak.

remy-i cimar / remy-i cimâr

  • Hac ibâdeti esnâsında Kurban bayramının birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerinde Minâ'da bulunan ve Cemre adı verilen taş yığınlarına nohut büyüklüğündeki taşları atmak. Buna şeytan taşlama da denilmektedir.

ress

  • Taşla yapılmış, taşla örülmüş kuyu.
  • Semud taifesinden kalmış bir kuyunun adı.
  • Maden.
  • Dere.
  • İnsanlar arasında ıslah ve ifsad etmek.

rücum

  • (Tekili: Recm) Taşa tutmalar, taşlamalar.

sabiyy-i müteşeyyih

  • Şeyhlik taslayan çocuk.

şahide

  • (Müe.) Kadın şâhid. (Farsça)
  • Mezar taşı. (Farsça)
  • Mezara dikine dikilen ve üzerinde yazı ve çiçek motifi bulunan baş ve ayak taşları. (Farsça)
  • Dilber, güzel. (Farsça)

satranç

  • 32 taşla, 64 haneli bir tahta üzerinde, iki kişi arasında muhakemeye dayanılarak oynanan ve meşru olmayan bir oyundur.

şekl

  • Şekil, biçim, benzer, taslak.
  • Tür, çeşit.
  • Beniz, çehre.

senkendaz

  • Eski kalelerde kale dibine sokulan düşmana yukarıdan ağır taşlar vesaire atmak için altı açık cumba gibi çıkmalara verilen addır. Kale kapılarını müdafaa için üst taraflarına da böyle senkendazlar yapılırdı.

şeytan-ı racim / şeytân-ı racîm / شَيْطَانِ رَج۪يمْ

  • Kovulmuş, taşlanmış şeytan.

siccil

  • Kumlu çamurun taşlaşmış hâli. Kumlu çamurdan terekküb ve tahaccür etmiş taş.
  • Ateşte pişerek taş gibi olmuş tuğla.

suhur

  • (Tekili: Sahr) Kayalar, büyük taşlar.

ta'riz / ta'rîz / تعریض

  • Laf çarpma, dokundurma, taşlama. (Arapça)

taazzum

  • (Azm. dan) Kibirlenmek. Büyüklük taslamak.
  • Kemikleşmek.

tac

  • Hükümdarların başlarına giydikleri mücevherli ve kıymetli taşlarla süslü başlık.
  • Müslümanların, Peygamberimizin sünnetine uygun olarak veya onu temsilen başlarına sardıkları örtü; sarık, imame.
  • Gelinlerin başlarına koydukları cevahirli süslü başlık.
  • Kuşların başındaki
  • Hükümdarların başlarına giydikleri değerli taşlarla işlenmiş giyecek.

tafazzul / تفضل

  • (Fazl. dan) Üstünlük taslama.
  • Bilgiçlik taslama. (Arapça)

tahaccür / تحجر / تَحَجُّرْ

  • Taşlaşmak. Taş kesilmek. Donup kalmak.
  • Taşlaşma.
  • Taşlaşma.
  • Taşlaşma. (Arapça)
  • Tahaccür etmek: Taşlaşmak. (Arapça)
  • Taşlaşma.

tahaccürat

  • (Tekili: Tahaccür) Taşlaşmalar, taş kesilmeler.

tahsib

  • Ufak taşları mescide veya başka yere döşemek.

taktaka

  • (Tıktıka) Taşlardan çıkan ses.
  • Hayvanların ayak sesleri veya bunları anlatmak için söylenen kelime.

tavaf-ı sadr / tavâf-ı sadr

  • Hac esnâsında cemrelerin taşlanması bittikten sonra Mina'dan Mekke'ye inildiğinde yapılan tavâf. Buna Tavâf-ı vedâ da denilir. Hac vazîfeleri bununla sona erer.

tazarruf / تَظَرُّفْ

  • Zarafet.
  • Zariflik taslama. İncelik göstermek. Külfetle zarif olmak.
  • Zarafet taslama.

tebertum

  • Büyüklük taslama.
  • Hiddetlenme, öfkelenme, kızma.

teellüf

  • Müelliflik, yazarlık, taslama.

teemmür

  • (Emr. den) Amirlik taslama.

tefaddul

  • Faziletlilik iddiasında bulunmak. Üstünlük taslamak.
  • Bir kimseyi inâyet, ihsan ve kerem ile memnun etmek.
  • Üstünlük taslama.

tefazzul / تفضل

  • Üstünlük taslama, fazilet satma.
  • Bağışlama, iyilik.
  • Üstünlük taslama. (Arapça)

tekebbür / تكبر

  • Büyüklük taslama. (Arapça)

tekellüm-ü şecer ve hacer ve hayvan

  • Ağaçların, taşların ve hayvanların konuşması.

teracüm

  • Taşla atışmak.

terasuf

  • (Kaldırım taşları biçiminde) birbirine yanaşarak sıkışma, istif olma.

tercim

  • (Recm. den) Taşlama. Taşlayarak öldürme. Recmetme.

teşaur / teşâur

  • Şâirlik taslamak. Kendini şâir gibi göstermek.
  • Şairlik taslama.

teşeyyu'

  • Şiilik taslamak. Şii olma.
  • Vedalaşmak.
  • Ardınca ve peşinden gitmek.

teşeyyuh

  • Şeyh olduğunu iddia etmek. Şeyhlik taslama.
  • İhtiyarlama, yaşlanma.
  • Şeyh olduğunu iddia etme, şeyhlik taslama.

tıktıka

  • Taşların birbirine dokunması sonucu çıkan ses.

ukala / ukalâ

  • Akıllılar, akıllılık taslayanlar.

zadgeganlık / zâdgegânlık

  • Zâdgegânlık satmak: Soyluluk taslamak.

zaris

  • Taşla yapılmış kuyu.

zerrat-ı arziye / zerrât-ı arziye

  • Yerin, maddenin yapı taşları.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın