Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
tabi
ifadesini içeren
831
kelime bulundu...
merhaba
"Hoş geldiniz" mânâsına iltifât tâbiri.
"Râhat oturun" mânâsına bir iltifat tâbiri.
ab-ı hayat
Kan. Ebedî hayata sebep olan hayat suyu (diye tâbir edilen) bu kelime, edebiyatta : "çok güzel ifâde, lâtif söz, parlaklık, letâfet" mânalarında geçer.
Tas : Aşk-ı hakiki, aşk-ı ilâhi, ilm-i ledün, mârifetullah'tan kinayedir. Âb-ı Hızır, âb-ı hayvan, âb-ı beka gibi isimlerle de söyle
abdullah ibn-i abbas
Ashab-ı Kiram'ın fakih ve müctehidlerindendir. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) amcasının oğludur. Ashâb-ı Kirâm arasında mümtaz bir mevki'e hâizdir. Sahih-i Buhari'de mezkûr olduğu üzere Resul-i Ekrem (A.S.M.), Abdullah hakkında : "İlâhi onu dinde fakih kıl ve kitabını ona öğret!" diye dua buyurmuştu. Bu
abr
Rüya tabir etmek. Düş yormak.
Yaş akıtmak. Sudan veya başka yerden geçmek.
Söylemeden bir şeyi düşünmek.
adale
Tıb: Bedenin hareketini icra eden ve birbirinden, ince bir perde ile ayrılan sinirli et kısımlarından her biri. Hepsine birden et (Lahm) tâbir edilir.
adet / âdet
Usul, görenek, alışılmış davranış. Huy, tabiat. Toplumda nesiller boyunca uyulan ve kamuoyunda (umumî efkârda) saygı ve müeyyideye sahip hareket kaideleri (Sosyoloji). İslâm cemiyetinde âdetler de İslâmî olur, İslâma uygun olur. Müslüman, İslâma aykırı âdetlere uymaz. Cemiyetin yabancı âdetlerle boz
adetullah / âdetullah
(Sünnetullah da denir.) Tabiatta canlı cansız bütün varlıkların nasıl hareket edeceklerini belirliyen Allah'ın emirleri, O'nun koyduğu değişmez düzen. Meselâ oksijenle hidrojenin birleşmesinden su meydana gelir. Işık, geldiği açıya eşit bir açı ile yansır ki, bunlar birer âdetullahdır. "Âdetullah" y
adgasu ahlam / adgâsu ahlâm
Karışık rüyâlar. Tâbire değmeyen rüyâlar.
agnam
(Tekili: Ganem) Koyunlar, keçiler.
Hayvanlardan alınan vergi anlamında kullanılan bir tabirdir.
ahd-i cedid / ahd-i cedîd
Hıristiyanların kutsal kitabı olan Kitâb-ı mukaddes'in ikinci bölümü.
ahlak / ahlâk
(Hulk.C.) Huy, tabiat. İnsanın davranış tarzı, tutum ve tavrı, bir cemiyette makbul ve iyi sayılan davranış kuralları. Bu kural ve kaideleri inceliyen ilim. Ahlâkın kaynağı ve mahiyetini inceliyen felsefe.Filozoflar hangi hareketlerin iyi, hangilerinin kötü olduğu ve insanın neden ahlâk kaidelerine
Huy, tabiat, insanın davranış tarzı, tutum ve tavrı.
ahlakıyyun / ahlâkıyyun
Ahlâk ilmi ile uğraşan âlimler; bunlar iki kısımdır. Bir kısmı ahlâk-ı hasene olan İslam ahlâkını telkin eder, diğer kısmı ise, dine tâbi olmayan ve hakiki ahlâkı bulamamış olanlardır.
ahu
Saç ve sakalı ak olup şayan-ı hürmet ve tâzim olan. Ahubaba, yalnız bu tabirde kullanılır.
akd-i zimmet
İslâmlarla muharebe etmiş veya eden bir şahsın veya bir cemaatın İslâm ahd u emânını, yani tâbiiyyetini kabul etmesi.
akliyyun
(Rasyonalistler) Herşeyin hakikatını akıl ile bulma iddiasında olan, hadiseleri yalnız akıl ile araştırıp hakikat ve hikmetlerini tam bulamayıp, aklına güvenip dine tâbi olmayan filozoflar ve onların yolunda kalarak dalâlete gidenler. Bunlar iki kola ayrılır. Uluhiyeti ve vahyi inkâr eden birinci kı
akreb-i mekniyyat
Huk:Meşrut-un lehi bildiren zamirin en yakın mercii mânasını anlatır. Meselâ: Bir vakfiyede vâkıf tevliyetini evvelâ kendisine, sonra oğlu "A" ya, sonra çocuklarına şart etse, çocukları tabirindeki zamir vâkıfın kendisine değil de en yakın merci'i bulunan "A" nın çocuklarına hamlolunur. (Huk.L.)
al / âl
Âile, akrabâ, tâbî.
al-i beyt / âl-i beyt
Hz. Peygamberin (A.S.M.) sülâle-i tahiresinden yetişenler ve sünnet-i seniyyesinin menbaı ve muhafızı ve bihakkın sünnete ittibâ ve onu idâme ettirenler. Al-i Resul, Al-i Nebi, Al-i Muhammed ve Ehl-i Beyt gibi tâbirlerle de söylenir.
ala
İtl. İtalyancadan gelen tabirlerin başında bulunup (usulünce, tarzında) manasını ifade eder. Meselâ: Alaturka: Türk tarzında gibi.
alem / âlem
Bütün cihan. Kâinat.
Dünya.
Her şey.
Cemaat.
Halk.
Cemiyet. Dehr.
Hususi hal ve keyfiyet.
Bir güneş ile ona tâbi olan ve etrafında devreden seyyarelerin teşkil ettiği dâire.
alem-i hab / âlem-i hâb
Uyku ve rüyâ âlemi. Bazan âlem-i mâna, âlem-i misal, âlem-i nevm gibi tâbirler de kullanılır.
alfabe
Bir lisandaki sesleri gösteren harflerin, belli bir sıraya göre dizilmiş takımı.
(Fransızca)
Okuyup yazmayı yeni öğrenecekler için başlangıç kitabı.
(Fransızca)
Bir işin başlangıcı.
(Fransızca)
alkış
Tar: Padişahlarla vezirlerin kadirlerini yükseltmek maksadıyla yapılan merasim hakkında kullanılan bir tabir.
anasır-ı tabayi / anâsır-ı tabâyi
Tabiattaki unsurlar; dağ, taş, deniz vs. gibi.
animizm
Sosy: Ruhları İlâh sayan batıl bir din. Ruhlar cisimler gibi Allah'ın mahlukudur. Onun emirlerine tâbidir.
arazi-i haraciyye / arâzi-i harâciyye
Harac vergisine tâbi olan topraklar. Müslüman olmayanlardan sulh ile alınıp harac vergisi karşılığında mülkiyeti eski sâhiplerine bırakılan veya harbde zorla alınıp müslüman olmayan sâhiplerinin elinde bırakılan, yâhut zımmînin (müslüman olmayan vata ndaşın) müslüman hükümdârın izni ile işlediği ölü
asabiyet-i kavmiye
Vatanperverlik. Menfi milliyetçilik, Asabiyet-i câhiliye, asabiyet-i milliye, asabiyet-i nev'iyye gibi tabirler de aynı mânayı ifâde eder..
asalet
Temiz soyluluk. Soy sop temizliği. Köklülük.
Rüsuh.
Metanet. Necabet. Zâdegânlık.
Kendi işi için bizzat ve kendisi nâmına hareket.
Edb: Yazıda veya sözde bayağı tâbirlerin bulunmaması.
asar / âsâr
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden veya O'nun huzûrunda bulunmakla şereflenen arkadaşlarından (Sahâbe) ve onları görmekle şereflenen müslümanlardan (Tâbiînden) bildirilen haberler.
ashab-ı kütüb-i sitte / ashâb-ı kütüb-i sitte
Kütüb-ü sitte ashabı, meşhur altı sahih hadis kitabı olan Sahih-i Buhâri, Sahih-i Müslim, İbn-i Mâce, Ebu Davud, Tırmizi ve Neseî'nin yazarları.
asi / âsi
Doktor, cerrah, tabib.
(Farsça)
Kederli, hüzünlü.
(Farsça)
aşk-ı lahuti / aşk-ı lâhûtî
Cenab-ı Hakk'a olan sevgi ve muhabbet. Aşk-ı İlâhî, aşk-ı hakikî, aşk-ı mânevî gibi tâbirler Cenab-ı Vacib-ül Vücud'a dâir şiddetli muhabbet ve sevgiyi ifâde eder.
aşk-ı tabiat
Tabiat aşkı.
asr-ı saadet ve tabiin / asr-ı saadet ve tâbiîn
Mutluluk asrı olan sahabe dönemi ve sahabelere tâbi olan bir sonraki dönem.
astronot
yun. Feza yolculuğu yapan vasıtaları kullanan kişi. (Amerikada ve batıda astronot; Rusyada ve komünist ülkelerde kozmonot tâbiri kullanılmaktadır.)
ateş-hulk
Sert tabiatlı, huysuz.
(Farsça)
ateş-mizac
Huysuz, geçimsiz, sert tabiatlı kimse.
(Farsça)
atf-ı beyan
Mâkablini yâni mâtufun aleyhin mefhumunu izah ve te'kid için atfolunan tâbir. Meselâ: "Meseleyi izâh ve teşrih eyledi" cümlesindeki "ve" gibi.
atl
şerir. Sert tabiatlı. Yaramaz.
Şiddetle çekmek.
atom
yun. Maddenin bölünemez en küçük parçası manasında eski çağ felsefesinde kullanılan bir tâbir, günümüze kadar gelmiş ve ilmî tabir olarak kalmıştır. Atom, maddenin bölünmez bir parçası değil, kendisi de daha küçük parçalardan yaratılmış çok küçük bir âlemdir. Dünyada, kâinatta ve atom âleminde hep a
avamil
(Tekili: Amil) Sebepler.
Ayaklar.
Valiler. Hâkimler.
Gr: Arabçada kelime sonlarının okunuşuna te'sir eden hususları öğreten ilim ve ona dâir kitab.
Birgivi Hazretlerinin "Nahiv" ilmine dâir olan kitabının ismi.
ayıklanma
(Biyolojide) Çevre şartlarına en iyi uyabilen canlıların hayatta kalıp çoğaldığı, uyamıyanların öldüğü ve nesillerinin yok olduğu, böylece canlılardan tabii bir tekâmül (evrim) meydana geldiğini savunanların ileri sürdüğü bir tâbirdir.
(Türkçe)
azze ensaruh / azze ensâruh
Yardımı çok olsun. (Bu tabir, padişahlara ait dua yerinde olup eski fermanlarda geçer.)
bab / bâb
Kapı.
Bir kitâbın bölümlerinden her biri.
Bozuk bir yol olan Bâbîliğin kurucusu Ali Muhammed'in kendisine verdiği ad.
babur-name
Bâbur Şah'ın Vekayi ismindeki meşhur hatıra kitabı.
(Farsça)
bac-güzar / bâc-güzar
Vergi veren, haraç veren.
(Farsça)
Geçiş parasına tâbi.
(Farsça)
bakka
Sivrisinek.
Tahtabiti.
başıbozuk
Bir harp çıktığında orduya süvari veya piyade olarak katılan gönüllü asker. Başıbozuk tâbiri, gelişigüzel ve intizamsız idare tarzına da alem olmuştur. Bir zamanlar bu tâbir, asker olmayan siviller için de kullanılmıştır.
(Türkçe)
bazirgan / bazirgân
Eskiden Musevi tüccarlar hakkında kullanılan bir tabirdi.
bed-tıynet
Yaradılışı, fıtratı, tabiatı fena ve kötü olan, soyu bozuk, bayağı adam.
(Farsça)
belagat / belâgat
Hitâbettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı güzel söz söyleme san'atı. Muktezâ-yı hâle mutâbık söz söylemek.
Belâgat, hem düzgün, hem yerinde söz söylemeyi öğreten ilmin de adı olur. Ve maani, beyan, bedi' diye üç kısma ayrılır. Bu gün Edebiyat denilen bilgiye,
belagat-ı kur'aniye / belâgat-ı kur'âniye
Kur'ân belâğatı, Kur'ân'ın güzel ve yerli yerinde ve muhatabın hâline uygun anlatımı.
beliğ / belîğ
Belagâtçi; belâğat ilminin inceliklerini bilen, maksadını noksansız ve güzel sözlerle anlatabilen kimse.
berahihte
Daha ziyade silâh hakkında kullanılan bir tâbirdir. Çıkarılmış, çekilmiş mânâlarına gelir.
(Farsça)
beray / berây
İçin, dolayı, binâen. (Arabçadaki "Li, li ecli" yerinde bir tâbirdir.)
(Farsça)
beyan-ı ifhamiye
Bildirmek ve anlatabilmek için yapılan açıklama.
bezm-i elest
Cenab-ı Hak ruhları yarattığında "Ben Rabbiniz değil miyim? meâlinde soru sorduğunda, ruhlar, "Evet Rabbimizsin" diye cevap vermeleri ânına "Elest meclisi" veya "Bezm-i elest" tabir edilir.
bidayet mahkemesi
Bu tâbir eskiden Asliye Mahkemeleri için kullanılırdı.
bikle
Fıtrat, yaradılış, tabiat.
Kılık, kıyafet. Şekil, biçim.
bittab / bittâb
Tabiatıyla.
bittabi / bittabî
Tabiî ki, elbette.
Tabiatıyle.
bizişk
Tabib, hekim, doktor.
(Farsça)
buhari / buharî
(Hi: 194-256) Buhâralı. 600 bin hadisten seçilen 7275 hadis ile en mu'teber ve en sahih Sahih-i Buharî ismi ile anılan hadis kitabının müellifi.
En önemli hadîs kitabının yazarı.
buhari-işerif / buhârî-işerîf
İslâm dîninde Kur'ân-ı kerîmden sonra en kıymetli, en üstün kitap. Kütüb-i sitte adı verilen meşhur altı hadîs kitabının birincisi.
bum
Yer, toprak, zemin, memleket, yurt.
(Farsça)
Huy, haslet, tabiat.
(Farsça)
Sürülmemiş tarla, arazi.
(Farsça)
bürhan-ı katı'
Kat'î, en sağlam ve şeksiz delil.
Farsça bir lügat kitabının ismi.
buy
Koku.
(Farsça)
Ümit, umma.
(Farsça)
Sevgi, muhabbet.
(Farsça)
Tamah.
(Farsça)
Huy. Tabiat.
(Farsça)
Kısmet, pay, nasib.
(Farsça)
cahiliyyet
Cahilliğe âit.
İslâmiyet'ten önceki câhiliye devrine âit. Cahiliyet sadece İslâmiyet öncesine ait değildir. Bu gün "tabiatçılık, maddecilik" gibi çeşitli adlarla eski puta tapıcılık daha da yobazlaşarak devam ediyor. Allah'ı inkâr ederken tabiatı ve maddeyi onun yerine koyarak kendil
çar-erkan-ı cuvani / çar-erkân-ı cuvanî
Padişahın özel hizmetlerinde bulunan ve Enderun'un azamlarından olan dört kişi hakkında kullanılan bir tabirdir.
cehennem
Allah yerine, tabiat, madde, sebepler vb. yaratılmış şeyleri ilâh kabul eden; Allah'a kul olacaklarına, arzularına ve heveslerine, başka insanlara ve mahlukata kul olanların işledikleri cürüm ve suçtan dolayı İlâhi adaletle ceza görecekleri yer. Cehennem'in varlığını bütün geçmiş peygamberler ve onl
cem'
(Çoğulu: Cümu) Hurmanın iyi olmayanı. Farklı şeyleri bir yere getirmek mânasına mastar.
Az olarak cemaat için isim olur.
Toplama. Bir yere getirme, biriktirme. Yığma.
Gr: Arabçada (ve tesniye olmayan dillerde) ikiden çok olan şeylere delâlet eden kelime. (Kitabın başı
cem-ul cevami'
Eski medreselerde okutulan Dört Hak Mezhebin fıkıh usûlünü içine alan, Usûl-i Fıkh'ın en son kitabı. Müellifi Şâfiî âlimlerinden İbn-üs Sübkî'dir.
cemaat
Topluluk. Bir yere toplanmış insanlar. Takım, bölük.
Fık: Bir imama uyup namaz kılan müslümanların heyeti. Bir mezhebe tâbi bir heyet teşkil eden ahali.
Aralarındaki münasebetleri din, örf ve âdetlere göre tanzim eden, akrabalık, komşuluk, hemşehrilik gibi rabıtalarla birbiri
cengiziyan
Cengiz soyundan gelenler, bunlara tâbi olan kimseler.
(Farsça)
cennet-i kur'aniye / cennet-i kur'âniye
Kur'ânî cennet; bu tabirle, insana dünya ve âhiret saadetini bahşeden Kur'ân'î hakikatler ve esaslar kastediliyor.
cevahir-ül-kelimat
Şemsi adındaki bir zat tarafından Arapçadan Türkçeye kaleme alınan 108 sahifelik bir lügat kitabının adı.
cibillet
Huy, fıtrat, yaradılış, tabiat, cibilliyet.
cibilli / cibillî
Cibilliyet. Yaratılıştan olan. Asıl maya, huy, tabiat, tıynet.
cihad-ı ekber / cihâd-ı ekber
Büyük cihâd. Nefsin, insan tabiatının, bedeninin kötü isteklerini yerine getirmemek için yapılan mücâdele.
cild
Deri.
Meşin.
Kitab kabı.
(Masdar olarak) Kitabın dikilip kap geçirilmesi.
Bir büyük kitabın bölündüğü kısımların her biri.
cilve-i hitab-ı rabbani / cilve-i hitab-ı rabbânî
Herşeyi yaratıp terbiye eden Allah'ın hitabının cilvesi, yansıması.
ciriyya
Tabiat, mizac, fıtrat, yaradılış.
Huy, haslet.Adet, alışkanlık.
cismani kur'an-ı kebir / cismânî kur'ân-ı kebîr
Maddî yapı kazanmış büyük Kur'ân, kâinat kitabı.
cüz' / جزء
Parça.
(Arapça)
Medrese alfabe kitabı.
(Arapça)
dahilek ya dellale'l-kur'an / dahîlek yâ dellâle'l-kur'ân
"Sana tâbi oldum ey Kur'ân hakikatlerinin dellalı olan Üstad".
dall-i bi-l ibare / dâll-i bi-l ibare
(Dâllibilibâre) Fık: Bir ifade veya sözden muayyen bir mânanın ve hükmün anlaşılması. Meselâ: "Zekât, müslümanların fakirlerine verilir, hiçbir zengine verilmez" ibaresi zekâtın yalnız müslüman fakirlere verileceğine delâlet-i mutabıkıyye ile delâletidir. Zengin olan belli şahıslara da verilemeyeceğ
dall-i bi-l iktiza / dâll-i bi-l iktiza
(Dâllibiliktiza) İktizası ile delâlet eden.
Ist: Şer'an muhtacun ileyh olan bir lâzime delâlet eden lâfızdır. Başka bir tâbir ile; vaz'olunduğu mânadan mukaddem isbatına şer'an lüzum ve ihtiyaç mevcud olan bir medlule delâlet eden ibaredir. Meselâ: Bir kimse bir şahsa hitaben: "Evini
damar
t. İstidad. Huy, tabiat, inat.
İnsan bedeninde kanın dolaştığı yollar, şiryan.
Irk.
Toprağın içindeki maden filizleri ve su tabakası.
Damar veya köke benzeyip bir cismin her tarafına uzanan yollar.
Mermer ve ona benzer dalgalı şeylerdeki çizgiler.
damping
ing. Bir pazarı elde etmek veya bir malı elden çıkartabilmek için benzerlerinden çok düşük fiyatla satma.
danişmend
(Çoğulu: Dânişmendân) Bilgili, ilimli.
(Farsça)
Tanzimattan evvel, kadıların yanında stajyer olarak çalışan kimseler için kullanılan bir tâbirdi.
(Farsça)
dar-ı imtihan / dâr-ı imtihan
İmtihan yeri.
Dünya.
Dar-ı mihnet, meydân-ı ibtilâ gibi tâbirler de aynı mânada kullanılır.
daribe
Tabiat.
Kılıçla vurulmuş.
Eğrilmiş yün.
davud / dâvud
Kur'an-ı Kerim'de ismi geçer ve Benî İsrail Peygamberlerindendir. Hz. Süleyman'ın (A.S.) babasıdır. Hem Peygamber, hem Sultandı. İbranice Zebur kitabı kendisine nâzil olmuştur. Sesi çok güzeldi. M.Ö. 1010 da vefat ettiği nakledilir.
dayı
Tunus ve Cezayir'in, Osmanlı idaresinde bulunduğu sıralarda buraları Osmanlılara tâbi olarak idare eden kimselere verilen ünvan.
Annenin erkek kardeşi.
delalet-i selase / delalet-i selâse
Üç çeşit delâlet. Bunlar da: Delâlet-i mutabıkıye, delâlet-i tazammuniye, delâlet-i iltizamiyedir.1- Delalet-i mutabıkıye: Bir kelâmın vaz'olunduğu, yani kasdedilen mânanın tamanına delâletidir. Meselâ: İnsan lâfzı, insanın tam mahiyeti olan, hayvan-ı natık, (yani, konuşan hayat sahibi varlık) mânas
delil-i nakli / delil-i naklî
Naklî delil, Kitabî delil. Kur'ân-ı Kerim ve Hadis-i şeriflere istinad eden delil.
ders-i amm
Bir medreseyi bitirdikten sonra, tâbi tutulan imtihan sonunda medrese talebelerine ders vermek salâhiyetini kazanan.
Asistan.
Herkese ders vermeğe salâhiyetli âlim.
desia
Atâ, bahşiş, hediye.
Huy, hulk, tabiat.
deşne-i subh
Tan yeri. (Bu tabir, tan yerinin ilkönce hançer şeklinde göründüğünden kinaye olarak denmiştir.)
devle
"Devlet" kelimesinin Arapça tabirlerde geçen bir şekli.
İki asker muharebe ettiklerinde birinin diğerine galip olması. (Düvlet malda; devlet harpte ve mertebede kullanılır.)
devletlü necabetlü / devletlü necâbetlü
Osmanlılar zamanında şehzâdeler için kullanılan bir tabirdir.
dirak
Tâbi olmaklık, itaat etmeklik.
divan
Şiir kitabı, yüksek idare meclisi, mahkeme, sedir.
divan-ı eş'ar / divan-ı eş'âr
Şiirler divanı, şiirler kitabı.
doğa
(Bak: Tabiat)
dübb-ü ekber
Büyük ayı tâbir edilen, kutup yıldızı ile beraber etrafındaki yedi yıldız.
dunehu hart-ül katat
"Elini dikenli ağaç üzerine çekmek, ondan daha kolay." meâlinde bir tabirdir.
düstur / düstûr / دستور
Kural, prensip.
(Arapça)
Kanun kitabı.
(Arapça)
ecza / eczâ
Cüzler.
Eczacılıkta kullanılan maddeler.
Bir kitabın parçaları. Kur'ân-ı Kerim'in cüzleri.
eddai
"Mâlum bir duâcı. Duâcınız. Hayrınızı isteyen" meâlinde imza yerine yazılan bir tâbir.
edeb-i kelam / edeb-i kelâm
Söz güzelliği, söz zarifliği.
Edb: İfade arasında bayağı ve çirkin tabirlerin bulunmaması. İfadenin güzel oluşu.
edille-i erbaa
(Edille-i şer'iye) Fık: Fıkıh ilminin istinad ettiği deliller: Kitab (yani Kur'an-ı Kerim'deki deliller), sünnet, icma-ı ümmet ve kıyas-ı fukaha. (Usul-ü erbaa ve edille-i asliye tabirleri de aynı mânada kullanılır.)
edille-i taliye / edille-i tâliye
Huk: Örf, âdet, teâmül, istishab, asıl ve amel, maslahat-ı mürsele, kaide-i külliye, âsâr-ı sahabe ve âsâr-ı kibar-ı tabiîn gibi deliller.
ef'a
Engerek yılanı.
Mc: Fena huylu, tabiatı kötü olan adam.
ehl-i ehva / ehl-i ehvâ
Heva ehli, arzu ve isteklerine tabi olanlar.
ehl-i iman ve hakikat
Allah'a ve Allah'tan gelen her şeye inanan ve Kur'ân'a tâbi olan kimseler, mü'minler.
ehl-i iman ve islam / ehl-i iman ve islâm
Allah'a inanan ve İslâma tâbi olanlar, mü'min ve Müslümanlar.
ehl-i islamiyet / ehl-i islâmiyet
İslâma tâbi olan, Müslümanlar.
ehl-i kur'an / ehl-i kur'ân / اَهْلِ قُرْآنْ
Kur'ân'a tabi olanlar.
ehl-i re'y
İçtihadda, dînî hükümleri bildirmede İmâm-ı A'zam ve Irâk âlimlerinin yoluna tâbi olanlar. Bunlara ehl-i kıyâs, eshâb-ı re'y de denir.
ehl-i rivayet / ehl-i rivâyet
Dînî kaynaklardan hüküm çıkarırken Hicâz âlimlerinin yoluna tâbi olanlar. Bunlara; ehl-i hadîs, ehl-i eser de denir.
ehl-i sünnet
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) söz ve hareketlerine şüphesiz, kat'i ve sağlam delillerle uyan. Sahabe ve onlara tâbi' olanların mezhebi ve o mezhepte olan. Bunların muhaliflerine "ehl-i bid'a" veya "fırak-ı dâlle" denir.
(Farsça)
ehl-i tabiat
Herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğine inananlar.
ehl-i zimmet
İslâm devletinin himaye ve tabiiyyetinde bulunan hıristiyanlar.
İslâm Devletinin tâbiiyetinden olan Hıristiyanlar. İslâm Devleti tarafından korunan müslümandan başka kimse. Zimmi.
eimme-i isna aşer / eimme-i isnâ aşer
On iki imâm. Silsile-i sâdâttan olup müceddit olan imâmlar hakkındaki bir tâbirdir. Bu zâtlar esasât-ı İslâmiye ve hakaik-i Kur'âniye ve imâniyenin, dini esasların ve şeriatın muhafazasına çalışan, saltanat işlerine karışmayan mânevi riyâset ve ilim sahibi şahsiyetlerdir.
ela / elâ
Arabçada söze başlarken kullanılır. İstiftah harfi tâbir edilir. Beş vecih üzere bulunur: 1 - Tevbih ve tenbih, 2 - İnkâr, 3 - İstifham-ı anin-nefiy, 4 - Arz, 5 - Teşvik ve rağbet ettirme, makamlarında.
emma-ba'dü / emmâ-ba'dü
"Bundan sonra" manasına olup bir başlangıç hitabından sonra söylenir. Buna fasl-ı hitab denir.
emzice
(Mezc. den) Mizaclar, tabiatlar, huylar, meşrebler.
Mizaçlar, tabiatlar, huylar.
en'am / en'âm
Deve, sığır, koyun gibi hayvanlar.
Kur'ân-ı Kerimin altıncı Suresinin adı ve bir kısım Kur'ân âyetlerinden ve Surelerinden müteşekkil dua kitabı.
Bazı Kur'an âyetlerinin veya sûrelerinin bir araya getirilmesiyle ortaya çıkarılan dua kitabı.
enir
Çirkin huy, fena tabiat, kötü mizac.
esbab-ı basita-i camide-i tabiiye / esbab-ı basîta-i câmide-i tabiiye
Tabiata ait câmit, basit sebepler.
esbab-ı camide / esbab-ı câmide
Cansız tabiî sebepler.
esbab-ı tabii / esbab-ı tabiî
Tabiî, doğal sebepler.
esbab-ı tabiiye / esbab-ı tabîiye / esbâb-ı tabîiye / اَسْبَابِ طَب۪يعِيَه
Tabiattaki sebepler.
Tabiattaki sebebler.
eşbeh
Mert, yiğit, kabadayı, cesur kimse. (Bu tâbir bilhassa yeniçeriler hakkında kullanılırdı.)
eser
Nişan, alâmet. Çoğulu âsârdır.
Haber, hadîs-i şerîf, Eshâb-ı kirâm ve tâbiîne âit iş, söz ve takrirler yâni görüp de mâni olmadıkları hususlar.
eshab ve etba / eshâb ve etba
Sahabeler ve tabiin.
eshab-ı temyiz / eshâb-ı temyîz
Hanefî mezhebinde, fıkıh âlimlerinin altıncı tabakası. Bunlar kuvvetli hükümleri zayıf olanlardan, zâhir haberleri (İmâm-ı Muhammed'in Hanefî mezhebinin temeli olan meşhûr altı kitâbında bildirdiği haberleri), nâdir haberlerden (İmâm-ı Muhammed'in, İmâm-ı a'zâm ve talebelerinin diğer kitâblarda bild
esrar-ı kitabullah
Allah'ın kitabı olan Kur'ân-ı Kerim.
etba / etbâ / اتباع
Tabi olanlar, uyanlar.
Tâbî olanlar, bağlılar.
Tabi olanlar.
etba'
Tâbi olanlar, bağlı olanlar, emri altında bulunanlar.
etba-i ehl-i sünnet
Ehl-i Sünnete tabi olanlar, uyanlar.
etbautebe-i tabiin / etbautebe-i tâbiîn
Sahâbe ve Tâbiînden sonra Peygamber efendimizin övdüğü nesillerden üçüncüsü olan Tebe-i tâbiîni görenler.
etıbba / etıbbâ
Tabipler, doktorlar.
Tabipler, doktorlar.
etibba / etibbâ
Tabibler, tıb ilmini bilenler, doktorlar.
Tabibler, doktorlar.
etıbba / etıbbâ / اطبا
Doktorlar, tabipler.
(Arapça)
evliya
(Tekili: Veli) Veliler. Nefsine değil, dâimâ Cenab-ı Hakk'ın rızâsına tâbi olmağa çalışan, ibâdet ve taatta, takvâ ve riyâzatda çok yüksek mertebelere ulaşıp Allahın (C.C.) mahbubu ve karibi olan büyük ve ender zâtlar.
evvel-i menazil
İlk konaklanan yerler; kitabın ilk bölümlerinde yer alan başlıklar.
eynessera-min-es-süreyya
(İmkânsızlık bildiren bir tâbirdir ki) Yer nerede, Süreyyâ nerede?.. Süreyyâ ile yer bir olur mu? (meâlindedir ve birbirlerine zıt ve uzak olan şeyler için söylenir.)
eyvallah
Bir kısım müslümanlar arasında tasdik işareti veya yemin ifade eden bir tâbirdir. Bazan Allaha ısmarladık yerine söyliyenler de vardır. Fakat makbul olanı; ayrılırken de buluşurken de selâmlaşmaktır ve bu sünnet-i seniyyedir.
fahşa
Büyük günahlar. Çirkinlikler. Zina gibi şehevâta tâbi olmakta ifrat ile alâkadar olan günahlardır ki, lisanımızda fuhşiyat tâbir olunur. Ve bunlar, insanların en çirkin hâlleridir.
falname / fâlnâme / فالنامه
Fal kitabı.
(Farsça)
fasikül
Bir kitabın ayrı bir kapak içinde satılan bölümlerinden her biri.
(Fransızca)
fass
Yüzük taşı.
Kemiğin oynak yeri.
Meyve içi. Lüb.
Kitabın bend ve mebhası.
Mektup ve emsâlinin mühürünü açmak.
Mc: Gözbebeği.
fe-keyfe
"Nasıl?" anlamına kullanılan eski bir tabir.
felsefe-i tabiiye / felsefe-i tabîiye / فَلْسَفَۀِ طَب۪يعِيَه
Yaratılışı ve her şeyi tabiata dayandıran felsefe.
Tabiatı yaratıcı zanneden felsefe.
felsefe-i tabiiye ve maddiye
Herşeyi tabiata ve maddeye dayandıran felsefe.
fena fiş-şeyh / fenâ fiş-şeyh
Tasavvuf ilminde talebenin velî olan hocasının arzû ve isteklerine tâbi olması, irâdesini isteğini onun eline bırakması. Ölü yıkayıcının elindeki meyyit (ölü) gibi olması. Ona hiç bir işinde muhâlefet etmemesi.
fenafişşeyh
(Fenâ fiş-şeyh) Tas: Bütün maneviyatını şeyhin manevî şahsiyetinden, feyzinden almak manasına gelen bir tabirdir.
fenn-i hikmet-ül eşya
Tabiat bilgisi. Eşyadaki intizam, mükemmellik ve insanlara olan faydaları ve onlardan faydalanmak hakkında bilgi veren ilim kolu.
fenn-i tıb
Tabiblik, doktorluk. Maddi hastalıklara ilâç ve şifa bulmağa çalışan ilim.
ferhenk
Edeb. İyi terbiye.
(Farsça)
Hüner. Hikmet. Azamet. Mârifet. Bilgi.
(Farsça)
Lügat kitabı.
(Farsça)
ferkadan
Şimâl kutbuna yakın parlak ve küçük ayı kümesine tâbi ve gece istikamet bulmağa yarayan, sık sık karşı karşıya gelen iki yıldız (İkizler mânasına).
ferraş
Cami, mescid, imaret gibi müesseselerin temizliğini sağlamak; ve kilim, halı ve hasır gibi mefruşatını yayma hizmetleriyle vazifeli olan kişiler hakkında kullanılır bir tâbirdir. Ferraş; arapçada, yayıcı, hizmetçi, döşeyici anlamlarına gelir. Yeniçeri teşkilâtında bu işi görenlerle, Kâbe'yi süpürenl
fertute
Kadın esirler hakkında kullanılan tâbirlerdendir. Esir edilen kadınlar hakkındaki diğer tâbirler şunlardır: Mâriye, ümmülveled, acuze, duhter, yekdest, yekçeşm, mâyube.
fesr
Beyan etmek, açıklamak.
Tabibin suya bakması.
fetiş
Sahibine uğur getirdiğine ve tabiatüstü özellikler taşıdığına inanılan nesne veya hayvan.
fevatih
(Tekili: Fâtiha) Fâtihalar. Başlangıçlar.
Son vermeler.
Bir kitabın mukaddemeleri.
fevka't-tabia
Tabiatüstü.
fi'l-i şeni'
Irza vuku bulan tasallut hakkında kullanılan bir tabirdir. Bununla birlikte, mutlaka cima' manâsına değildir.
fidye-i necat
Bir kimsenin esirlikten veya başına gelen bir belâdan kurtulmak için, kendisi veya kendi namına başkası tarafından mecburen verilen para vesaire hakkında kullanılan bir tabirdir. Tabirin karşılığı, can kurtarma akçası demektir.
fihris
(Fihrist) Bir dükkânda veya bir kitabın içerisinde ne bulunduğunu sıra ile gösteren liste. (Kataloğ)
(Çoğulu: Fehâris) Her nesnenin aslı.
Kanun.
fihriste
Kitabın konularını gösteren liste.
fıkıh
(Fıkh) Derin ve ince anlayış. Bir şeyi, hakkı ile, künhü ile bilmek. İnsanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olarak dinî hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmek. Müslümanlar, müslüman olmaları itibariyle Allah'ın emirlerine tâbidirler, uyarlar. Fıkıh ilmi, hangi şartlarda Allah'ın hangi emrin
fikr-i tabiat
Tabiat fikri.
firaş-ı kavi / firaş-ı kavî
Fık: Evli kadının firaşı mânâsına gelir bir tabirdir. (Bununla bilâdavet neseb sabit olup, nefy ile neseb nefy olunmayıp, lâkin laan ile nefy olunur.)
firaş-ı mütevassıt
Fık: Ümmü veledin firaşı mânâsına gelen bir tabirdir. Firaş-ı mütevassıtta bilâ davet neseb sahih olmaz.
firaset
Zihin uyanıklığı. Bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti. Bir kimsenin ahlâk ve istidadını yüzünden anlamak. Firasetin bir nev'i, sebebini anlamadan ve ilham eseri olarak vücuda gelen seziştir. Diğer nev'i ise kesbîdir. Muhtelif huy ve tabiatları bilmek neticesinde hâsıl olur.
Yiğitlik.
firavun
Eski Mısır krallarının lâkabı; katı yürekli, inatçı ve zâlim kimseler için kullanılan bir tabir.
fırışka
Bütün yelkenleri camadana vurmaksızın kullanabilmeğe münasib olan rüzgâr hakkında söylenilen bir tabirdir. Bu rüzgârın, saniyedeki sür'ati 5-12 metredir.
firişte-sıfat
İyi huylu kimse, huy ve tabiatça melek gibi olan.
(Farsça)
fırka-i naciye / fırka-i nâciye
Kurtuluş fırkası. Cehennem'den kurtulacağı bildirilen fırka. İslâm dîninde doğru îtikâd üzere olanlar. Peygamber efendimiz ve Eshâbının ve bu büyüklere tâbi olan Ehl-i sünnet âlimlerinin yolunda bulunanlar.
fisebilillah / fîsebîlillâh
Allah yolunda. Bir işin karşılıksız, sâdece Allahü teâlânın rızâsı için yapıldığını ifâde eden bir tâbir.
fıtrat
Yaratılış, huy, tabiat, mizaç.
fıtrat-ı beşeriye
İnsanın yaratılışı, tabiatı.
fıtrat-ı ilahiye / fıtrat-ı ilâhiye
San'at-ı Rabbaniye ve kudret-i İlâhiyenin dâima değişen bir defteri olan ve yanlış olarak "Tabiat" namı verilen Cenab-ı Hak'ın fıtrat kanunları ve mahlukatın yaradılışı.
fıtrat-ı insan
İnsanın fıtratı, tabiatı, yaratılışı.
fıtrat-ı insaniye
İnsanın yaratılışı, tabiatı.
fıtrat-ı insaniyet
İnsanlığın yaratılışı, tabiatı.
forsa
Buharlı gemilerin icadından evvel yelkenli gemilerde kürek çekmeğe mahkum harp esirleri. Bunlar, kaçmamaları için birer ayakları güvertelere çakılı bulunurlardı. Ayaklarından bağlı olmaları münasebetiyle bunlara payzen namı da verilirdi. Bununla birlikte payzen tabiri, daha çok cürüm ve cinayet erba
frenk sakalı
Eskiden frenkleri taklid suretiyle bırakılan sakal hakkında kullanılan bir tabirdi. Çeneye gelen kısım uzunca bırakılıp, yukarı tarafları kısa kesilen veya traş edilen sakal demektir.
fünun-ı tabiiyye / fünûn-ı tabiiyye
Tabiat ilminin çeşitleri.
fünun-u tabiiye
Tabiatın dış görünüşüyle ilgilenen ilim dalları.
furkan-ı cismani / furkan-ı cismânî
Cisim haline gelmiş, hakkı batıldan ayıran Kur'ân gibi Allah'ı tanıttıran kâinat kitabı.
gaflet
Dikkatsizlik, endişesizlik, vurdumduymazlık. En mühim vazifeyi düşünmeyip, Cenab-ı Hakk'a itaat gibi işleri bilmeyip, başka kıymetsiz şeylerle uğraşmak. Nefsine ve hevesâtına tâbi olarak Allahı ve emirlerini unutmak.
galle-i vakf
Vakfın faide ve mahsulü. Bununla vakfın tabiî ve hukukî semereleri anlaşılır. Vakıf paraların ticareti ve vakıf akarların kirası, vakıf bahçelerin sebze ve meyveleri bu kabildendir.
gamic
Huy ve tabiatı doğru ve istikametli olmayan.
garabet
Yabancılık. Gariblik.
Tuhaflık.
Âcizlik, beceriksizlik.
Gizli olmak. Hilaf-ı âdet olmak.
Iraklık.
Edb: Ne demek olduğu herkesçe anlaşılmayacak kelime ve tabirlerin söz arasında kullanılması.
gatt
Birbirine tâbi olmak.
Gizlemek.
Mükedder etmek, üzmek.
Suya dalmak.
gazve
Din düşmanı olan cephenin üzerine taarruz. Muharebe. Cenk. Sefer. Din muharebesi. Gazve, gazivden alınmış olup cenk ve kıtal manasınadır. Düşmanla vuruşmak demektir. Siyer ıstılahında Gaza ve gazve tâbirleri Peygamber Efendimizin bizzat hazır bulunduğu muharebeye denir. Peygamber Efendimizin bizzat
geçer akça
Rayiç para yerine kullanılır bir tabirdir. Bu tabir, eskiden halk arasında yapılan senetlerde, hükümet tarafından akdolunan mukavelelerde kullanılırdı.
(Türkçe)
gem vurmak
Mecaz yoluyla mâni olmak, zabtetmek, bağlamak yerinde kullanılan bir tabirdir.
gılman-ı enderun
Tar: Topkapı Sarayı (Yenisaray) iç oğlanları hakkında kullanılan bir tabirdir. Bunlar derece ve hizmet itibariyle başka başka odalara ayrılmışlardı.
giran-sirişt
(Çoğulu: Giransiriştân) Tembel, ağır tabiatlı, ağır kanlı.
(Farsça)
güfte
Her hangi bir makama göre bestelenen manzume.
Farsça "söylemek" demek olan "güften" mastarından gelen bu tabirin mânası, söylenmiş söz demektir.
gülhane hatt-ı hümayunu
Tar: Gülhanede okunan hatt-ı hümayun münasebetiyle meydana gelmiş bir tabirdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun bir zamanlar dünyayı titreten kuvvet ve kudreti, çeşitli sebep ve te'sirlerle büyük bir zaafa uğramış ve en nihâyet devlet, bir vilâyet hükmünde olan Mısır'ın idaresini ele geçiren Mehmed Ali Pa
güzare
Rüyâ tâbir etme, düş yorma.
(Farsça)
güzariş
Rüya tâbir etme.
(Farsça)
haber
Herhangi bir konuda alınan yazılı veya sözlü bilgi.
Sünnet, hadîs-i şerîf.
Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiînden bildirilen söz.
habis / habîs
(Hubs. dan) Fesadcı. Hilekâr. Alçak tabiatlı. Kötü. Pis.
habname / hâbnâme / خواب نامه
Rüya kitabı.
(Farsça)
Rüya tabiri kitabı.
(Farsça)
hacegan-ı divan-ı hümayun / hâcegân-ı divan-ı hümayun
Eskiden devlet dairelerindeki yazı işlerinin başında ve bir takım mühim memuriyetlerde bulunanlar hakkında kullanılan bir tâbirdi. İkinci Mahmud zamanında yenilikler yapılıp memuriyete mahsus rütbeler ihdas olunurken hâcegânlık da rütbe sayılmış ve bunlara ait nişanla, resmi günlerde giyecekleri elb
hadis-i maktu' / hadîs-i maktû'
Söyleyenleri (râvîleri), Tâbiîn-i kirâmakadar bilinip, Tâbiîn'den rivâyet olunan hadîs-i şerîfler.
hadis-i mürsel / hadîs-i mürsel
Sahâbe-i kirâmın ismi söylenmeyip, Tâbiîn'den (Sahâbeyi görenlerden) birinin, doğruca Resûl-i ekrem buyurdu ki dediği hadîs-i şerîfler.
hak tabir / hak tâbir
En doğru tâbir, ifade.
hakikat
(Çoğulu: Hakaik) Bir şeyin aslı ve esâsı. Mahiyeti. Gerçek. Doğru. Sahih. Künh. Sâbit ve vâki.
Kadirbilirlik. Sadâkat, doğruluk. Kâinat ve tabiat ve uluhiyet hakkında bütün teşbih ve mecazlardan âri ve zâhir olan gerçek.
"Mecâz" karşılığı, esas olarak kullanılan kelime.
<
hakim / hakîm
Hikmetle muttasıf olan ve mevcudatın hakikatına vâkıf olan. Hikmet mütehasssı. İlm-i hikmette mütebahhir ve mütehassıs olan. İş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olan.
Tabib, doktor.
hakim-üş şer' / hâkim-üş şer'
Kadılar (hâkimler) için kullanılan bir tâbirdir. Kadılar davaları şer'î hükümler dairesinde hall ü faslettikleri için bu tâbir meydana gelmiştir. Şeriat hâkimi demektir.
halaik
(Tekili: Halayık) (Halk) Mahlukat. Yaratılmışlar.
Huylar. Tabiatlar.
halef-isadıkin / halef-isâdıkîn
Selef-i sâlihînden yâni Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiînden sonra gelen Ehl-i sünnet âlimleri.
halife-i müslimin / halife-i müslimîn
Yavuz Sultan Selim Han'dan sonraki Osmanlı Padişahları hakkında kullanılmış bir tabirdir. Müslümanların halifesi demektir.
halife-i ruy-i zemin
Yeryüzünün halifesi mânâsına gelen bu tabir, Yavuz Sultan Selim Han'dan sonra Osmanlı Padişahları hakkında kullanılmıştır.
halika
(Çoğulu: Halayık) Tabiat, mahlukât.
halk-ı ef'al / halk-ı ef'âl
Mu'tezile fırkasının bir tabiridir. Hayvan ve insanların, kendi fiillerinin hakiki müessiri olduğunu iddia etmelerine verilen isimdir. (Bu iddiâlarını Ehl-i Sünnet ulemâsı müsbet delillerle reddetmiştir.)
hamuşan
Mevlevi tâbirlerindendir. Konya'da Mevlâna'nın türbesi haricinde ve kıble cihetindeki büyük kabristana verilen isimdir.
Sessizler, susmuş olanlar, uykuda olanlar.
har-meniş
Eşek huylu, eşek tabiatlı.
(Farsça)
haratin-i hassa / haratîn-i hassa
Osmanlılar zamanında Topkapı Sarayı'ndaki bir sınıf san'atkârın adı idi. Bunlar demir ve ağaç eşyayı tesviye ederlerdi. Bugünkü tâbirle tornacı demekti. Bileziklerden çarklara ve silâh yivlerine kadar her çeşit şey yaparlardı.
hasail / hasâil / خصائل
Hasletler, tabiatlar.
(Arapça)
hasais
(Tekili: Hasîse) Kötü huylar, fena tabiatlar.
hasan-ı basri
(Hi: 21-110) En ileri Tâbiînden olup hadis ve fıkıhta büyük âlimlerdendir. Basra'da medfundur. Mezheb sahibi bir müçtehiddir. Sahabe-i Kiram'dan 130 zat ile görüşmüş, Buharî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Neseî, İbn-i Mace kendisinden hadis nakletmişlerdir.
hasba
Hafif tahkir yerinde kullanılan bir tabirdir. Halk dilinde "haspa" şeklinde kullanılır.
hasen-ül hulk
Huyu ve tabiatı güzel.
haşibe
Tabiat, mizaç, huy.
hasıraltı etmek
Ist: Unutmak, saklamak, gizlemek, terviç etmemek manasında kulanılan bir tâbirdir. Hasır, eskiden halı ve kilim yerinde kullanıldığı ve onun altında kalan şeyler unutulup gittiği için bu tâbir meydana gelmiştir.
hasis
(Hisset. den) Kötü huy, fena tabiat.
Ufak, değersiz.
Tamahkâr, cimri.
haşiye / hâşiye / حاشيه
Sahife kenarına veya altına yazılan izah. Bir kitabın izah ve şerhini yapan yazı. Kenar, pervaz.
Kenar.
(Arapça)
Şerh kitabı.
(Arapça)
haslet / خصلت
Huy. Ahlâk. Yaradılıştan olan tabiat.
İnsanın yaratılışındaki huy, mîzâc, tabîat, karakter.
Tabiat, huy, yaratılış.
Tabiat, yaratılıştan gelen huy.
(Arapça)
hasm-ı tabiat-yılan
Yılan tabiatlı düşman.
haşmet
(Hışmet) Kendisine tabi olanlardan dolayı, "haşem" den olan, büyüklük ve heybet. Tantana-i azamet. Hürmetten gelen çekinme.
Hiddet, kızgınlık.
Alçak gönüllülük.
hata savab cetveli
Basılmış bir kitabın mürettib yanlışlarını göstermek için sonuna ilâve edilen cetvel. (Hatâ: Yanlış; savab: Doğru demektir.)
hatai
Tezhib ıstılahlarındandır. Resim gibi tabiatı taklid ederek yapılmayıp, san'atkârlar arasında kabul edilen çeşitli gül şekli gibi irili ufaklı yapılan şekiller.
Türkistan'da Hatay şehrinde imal edilen bir cins dayanıklı kâğıt.
hatırat / hâtırat / خاطرات
Hatıralar.
(Arapça)
Anı kitabı.
(Arapça)
hatun-u kıyamet / hâtun-u kıyamet
Hz. Peygamberimizin (A.S.M.) kızı Hz. Fatıma'ya mecaz yoluyla söylenen bir tabirdir.
hayyakallah / hayyâkallah
Allah seni yaşatsın. Allah ömrünü uzun etsin, meâlinde ve dua makamında söylenen bir tâbirdir.
hekim
Tabib, doktor.
helesaya çıkmak
Eskiden ramazanlarda iftardan sonra para toplamak için çocuklar tarafından teşkil edilen çalgılı heyetlere katılanlar tarafından nakarat makamında söylenen bir tabirdir. Dilenciliğin kibarcalarından sayılır.
helümme cerra
(Helümme cerren) "Var kıyas eyle... Çek beri getir." gibi kinâye için söylenen bir tabirdir.
hem suçlu hem güçlü
Suçlu olduğu hâlde suçunu bilmez ve suçsuz olduğunu iddia eder kimse hakkında kullanılan bir tâbirdir.
hem-huy
Bir ahlâk ve tabiatda bulunan. Huyları bir olan.
(Farsça)
herifçioğlu
Kızılan kimse hakkında zamir gibi kullanılan argo bir tabirdir.
herru
"Ne olursa olsun. Ya batar ya çıkar." mânâsındaki "ya herrû ya merrû tâbirinde geçer.
hey'et
Şekil. Suret. Görünüş.
Birlik teşkil eden şahısların mecmuu.
Gök ve yıldız ilmi. Astronomi.
Duruş, vaziyet, keyfiyet. Tabiat ve cibilliyet. Bir şeyin cibilli vaziyeti.
heyamola
Eskiden ramazanlarda para toplamak gayesiyle mahalle çocukları tarafından teşkil edilen bir nevi dilenci alaylarında söylenen bir tâbirdir.
Eskiden gemiciler gemi demirini çekerken veyahut bir amele inşaatta ağır bir şey kaldırırken yahut da şahmerdanı yukarı çekerken kuvvetbirliğini
hicir
Başkalarından üstün ve faziletli olan. Bir kimsenin sireti ve mesleği. Huy, âdet, tabiat.
hidayet / hidâyet
Doğru yolu gösterme, doğru, Allahü teâlânın râzı olduğu yolda bulunma.
Cenâb-ı Hakk'ın insanın kalbinden her sıkıntı ve darlığı çıkarıp, yerine rahatlık, genişlik verip, kendi emir ve yasaklarına uymada tam bir kolaylık ihsân etmesi ve kulun rızâsını kendi kazâ ve kaderine tâbi eylem
hikmet-i tabiiye
Tabiatı konu alan fen ilmi.
hil'at-i hass-ül has
Tar: En değerli kumaştan yapılan hil'atler için kullanılan bir tâbirdir. Bu türlü kaftanlar şeyh-ül İslâm, sadrazam ve Mekke şerifi gibi en yüksek derecedeki devlet memurlarına giydirilirdi.
hile-i şer'iye
Müşkül bir mes'eleyi, şer'i esaslar üzeri, hazakatla hall ve izah etmek ve şer'an muahaze ve mes'uliyeti mucib olmayacak surette te'vilini bulmaktır. Bu tabir kanuna, yani şeriata karşı irtikâb edilen, hile, oyun, aldatma veya şer'î bir hükmü bertaraf etmek mânasına olmayıp, ancak karışık bir durumu
hilkat
Yaratılış.
Tabiat.
hilm
Yumuşaklık, insanın tabiatında olan yumuşaklık duygusu.
him
Huy, mizac, tabiat.
himmet
Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı Hakk'a ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret.
Allah indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi.
Tabiî şevk ve meyil ve heves.
Lütuf, yardım.
hıncahınç
Ağzına kadar ve tıka basa dolu. Dopdolu. (Bu tabir bir yer veya taşıt için kullanılır.)
hısal
(Tekili: Haslet) Hasletler, huylar, tabiatlar. Ahlâk.
hisal-hısal
Huylar, tabiatlar.
hisse-i şayia / hisse-i şâyia
Fık: Müşterek bir malın her bir cüz'üne sirayet eden hisse, pay.
Ortaklar arasında taksim edilmemiş olan müşterek mal. Meselâ: Bir kitaba, bir kaç kişi ortak ve taksim de mümkün değil ise; her hissedarın kitabın umumuna sahip olması.
hitab-ı abdülkadir
Şeyh Abdülkadir-i Geylânî'nin hitabı.
hitab-ı ezeli / hitab-ı ezelî
Ezele ait hitap; başlangıcı olmayan sonsuzluk âleminin hitabı; Allah'ın sözü.
hitab-ı ilahi / hitab-ı ilâhî
Allah'ın hitabı.
hitab-ı ilahiye / hitab-ı ilâhiye
Allah'ın hitabı.
hitab-ı izzet / hitâb-ı izzet / خِطَابِ عِزَّتْ
Cenab-ı Hakk'ın kuluna hitâbı.
hitab-ı kur'ani / hitab-ı kur'ânî
Kur'ânda yer alan hitap, Allah'ın hitabı.
hitab-ı teşrifiye / hitab-ı teşrifîye
Şereflendiren hitap; Allah'ın "ebedî kalmak üzere Cennete girin" şeklinde şereflendiren hitabı.
hitab-ı yezdani / hitab-ı yezdânî
Allah'ın hitabı.
hitap çiçeği
İnsanın Allah'ın hitabına muhatap olabilme özelliği.
hizb
Cemaat.
Takın, kısım, fırka. Parti.
Âlim ve sâlih bir zâtın re'yine tâbi olup onunla bir gaye uğrunda beraber çalışanlar.
hizb-üş şeytan
Şeytana ve nefislerine tâbi olanların grubu. Allah'ın kanun ve nizamına tâbi olmadan kafalarına güvenerek ve nefsanî arzularına uyarak gitmek isteyenler. Milleti, memleketi ve mukaddesatı yıkmağa çalışan ve ahlâksızlığa alıştıranların ve dinsizlerin topluluğu ve cereyanı.
hizbü'l-azam-ı kur'ani / hizbü'l-âzam-ı kur'ânî
Kur'ân'dan alınmış bazı âyetlerden oluşan dua kitabı.
hizbullah
Allah için din uğrunda ciddi gayret sâhibi olan ve din düşmanlarıyla aslâ hakiki dost olmayan mücahid cemaat. "Hizb-ül Kur'an" tabiri de aynı mânada kullanılır. (Kur'an-ı Kerim'de 5:56 ve 58:22 âyetlerinde zikredilir.)
hizbüşşeytan / حِزْبُ الشَّيْطَانْ
Şeytana tâbi' olanlar.
hoppa
Herşeye girişen hafif mizaçlı çocuk tabiatında olan kimse. Yersiz davranışlarda bulunan, dilediğince davranan kişi. Delişmen, şımarık.
hoşmeniş
Huyu, tabiatı iyi. Güzel huyları olan.
(Farsça)
huceste-hisal
Güzel huylu, tabiatı uğurlu.
(Farsça)
hukeşan
Tar: Hacı Bektaş şeyhinin Yeniçeri Ocağı nezdindeki vekiline mahsus doksandokuzuncu ortaya 1591 senesinde tâyin olunan Bektaşi müritleri hakkında kullanılır bir tâbirdi. Yeniçeri ocağından yiyip içen ve yeniçeri odalarında yatıp kalkan bu duacıların vazifeleri sabah akşam ordunun selâmet ve muvaffak
(Farsça)
hükumet konağı / hükûmet konağı
Devlet memurlarının bulunduğu bina. Bunun yerine: "Bab-ı hükûmet, daire-i hükûmet" tabirleri de kullanılırdı.
hülasa-i kitap / hülâsa-i kitap
Kitabın özü, esası.
hulefa-i raşidin / hulefâ-i râşidîn
Her bakımdan olgun ve Resûlullah Efendimize uyan yüksek halîfeler mânâsına, Resûl-i ekremden (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra sırasıyla halîfe olan hazret-i Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali (radıyallahü anhüm) için kullanılan tâbir.
hulk
Huy. Ahlâk. Tabiat. Yaratılıştan olan haslet. Seciyye. Cibilliyet.
İnsanın doğuştan veya sonradan kazandığı ruhî ve zihnî hâller.
Huy, tabiat.
Huy, tabiat.
hulkan
Huy ve tabiatça. Ahlâk cihetiyle.
huluk
Huy. Tabiat. Ahlâk.
hulüm
(Çoğulu: Ahlâm) Düş, rüyâ. (Rüyâ tâbiri iyilerinde; hülm tâbiri kötülerinde kullanılır.)
İhtilam olmak.
Akıl.
hümanizm
Lât. Edb: İslâmiyete mugayir ve aykırı eski Yunan ve Lâtin edebiyatı ve felsefesi taraftarlığı hareketi.
Fls: İnsan menfaatını hayatta değer ölçüsü kabul eden ve dine tâbi olmayan, insana aşırı hâkimiyet tanımak isteyen ve maddeperest, dinsiz, imansız bir cereyan, bir fikir ve bâtıl
huşunet-i mizac / huşunet-i mizâc
Mizâc sertliği, huy ve tabiat sertliği.
huşunet-i tab'
Tabiat ve huy kabalığı.
hutuvat-ı sitte
Altı adım. (Kur'an-ı Kerim'deki "Hutuvat-üş şeytan" tabirinden istifaze ile, şeytanların ve onların insî mümessilleri olan şerir insanların fitnekâr ve dalâlete sevkedici adımları, izleri ve desiseleri gibi mânalarla alâkalı olarak "bir mühim eser"e verilen isim) Şeytanın altı desisesi.
hüve hüvesine
(Türkçe bir tabirdir) Noktası noktasına, hiç değişiklik yapmadan, aynen.
huy
Mizac, tabiat, ahlâk, âdet.
(Farsça)
Ter.
(Farsça)
Mîzâc, tabiat, ahlâk.
i'caz / i'câz
Aciz bırakma.
Mucize göstererek muhatabı cevap veremez duruma düşürme.
Aciz bırakma.
i'lem eyyühe'l-aziz" notekey
'Bil ey aziz, saygıdeğer kardeşim!' mânâsında muhatabı uyarmak ve dikkatini çekmek için kullanılan bir ifade.
i'tikadda mezheb / i'tikâdda mezheb
Îmân edilecek, inanılacak husûslarda tâbi olunan, uyulan yol.
ibaret
Meydana gelmiş, toplanmış. Bir şeyden teşekkül etmiş. Bir şeyin aynı. Bir şeyin içindekini ve aslını beyan. Bir halden bir hale tecavüz eylemek.
Rüya tabir etmek.
ibn-i uyeyne
(Hi: 107-198) Ebu Muhammed Süfyan bin Uyeyne, ikinci derecede tâbiinden olup aslen Kufeli olduğu hâlde Mekke-i Mükerreme'de kalmıştır. Hadisde, tefsirde ve bilhassa Hadis-i Şerifleri tefsir etmede derin âlim olup yedi bin Hadis-i Şerif nakletmişti. Zâhid, müttaki ve sâlih bir zât olup kuru arpa ekme
ibn-i vakt
Zamanın uyarına giden, vaktin icaplarına göre hareket eden kişi. Zamane adamı.
Mizaç ve tabiata göre söz söyleyen kimse.
ibnullah
"Allahın oğlu" mânâsında sapkınlık ifade eden bir tabir.
ibtidai / ibtidaî
Başlangıca ait, en önce olarak. İlk, evvelâ.
Ham, işlenmemiş.
İlk tahsil veren okul. (Daha da evvel bunun yerine "Sıbyan Mektebi" tabiri kullanılırdı.)
ibtitar
Tâbi olma, uyma, ittiba etme.
iç cebehane
Şimdiki askerî müzeye eskiden verilen addır. İç cebehâne tâbiri bilahare "Hazine-i esliha", Üçüncü Sultan Ahmed devrinde "Dâr-ül esliha", daha sonraları da "Harbiye ambarı" olarak değiştirilmiş, en sonunda "askerî müze" şeklini almıştır.
(Türkçe)
icalet
El kitabı. Lüzum etttiği zaman müracaat olunup faydalanılan, cepte ve elde taşınabilir küçük kitap.
Acele ile ve derhal yapılan iş.
ıdafe
Misafir edinmek.
Ulaştırmak.
Tâbi olmak, uymak.
iffetli
(İffetlü) Namus, hayâ ve iffet sahibi kadın.
Doğru, rüşvet yemez, haram yemez, istikametli kimse.
Eskiden kadınlara yazılan mektub hitabı.
ifrazciyan
Darphanede sikke (para) kesenler. Altun, gümüş ve bakır madenlerini para haline getirdikleri için bu tabir meydana gelmiştir.
ihtilak
Huy ve tabiat edinme.
Yalan uydurma.
ihtira'
Evvelce keşfolunmamış, bilinmeyen bir şeyi keşfetmek. İcad etmek.
Edb: Hiç kimse tarafından kullanılmamış tabirler ve mazmunlar kullanma.
ihvan-ı basafa / ihvan-ı bâsafa
Mevlevi tabirlerindendir. Saf, yani kalbinde gıll u gış bulunmayan kardeşler mânâsınadır.
ikaniyye / ikâniyye
Yakînî bilgiye tabi olanlar. Din ve bilginlerce ileri sürülen şeyleri delil aramaksızın doğru sayan anlayış.
iki dirhem bir çekirdek
Mc: "Pek süslü" yerine kullanılır bir tabirdir. Osmanlı altını iki dirhem bir çekirdek ağırlığında olduğu için bu tâbir meydana gelmiştir.
ikrar bi-l kitabe
Bir kimsenin diğer bir kimseye olan borcunu kitabetle yani yazı ile tasdik etmesi. Tabirin mânası yazı ile ikrar'dır.
ıktıda
Tâbi olma. Uyma.
iktida / iktidâ
Uymak, tâbi olmak. Birinin hareketini örnek alarak ona benzemeye çalışmak. İttiba etmek.
Tâbi olmak, uymak. Taklid etmek.
Uymak, tabi olmak.
ıktıdaen
Uyarak, ıktıda ederek, tâbi olarak.
iktidaen
Uyarak, tâbi' olarak.
ilave
(Çoğulu: İlâvât) Katma, ek yapma, arttırma, zam.
Bir kitabın sonuna gerek yazarı ve gerek başkası tarafından sonradan eklenen kısım. Zeyil.
Bir gazetenin çıkardığı sayıdan başka ona ek olarak ve ayrıca çıkardığı sayı.
İmzadan sonra mektubun altına yazılan şey.
ilham / ilhâm
Peygamberlerin kalblerine, uyanık iken, melek görünmeden ilâhî vahyin bırakılması.
Sâlihlerin, iyi kimselerin kalbine gelen İslâmiyet'e uygun mânâlar.
Allahü teâlânın bildirmesi. Sevk-i tabîî. Bugün buna içgüdü denilmektedir.
ilm-i adab / ilm-i âdâb
Yemek, içmek, yatıp kalkmak, giyinmek, sefer gibi hâllere dair hadisler için, ilm-i hadis istılâhında kullanılan tâbirdir.
ilm-i hadis
(İlm-i Rivayet - İlm-i Ahbâr - İlm-i Âsâr) Resulüllah'ın (A.S.M.) akvâli (sözleri), ef'ali ve hallerine dâir ilimdir. Ehl-i hadis ıstılahında; tarihe ve siyere dâir hadis-i şeriflere bazan İlm-i Hadis-ül Halk, bazan da Sîre (Sîret) tabir edilir.
ilm-i mevalid
Tabiat, eşya ilmi. Hayvanat, nebatât ve maddelerine ait ilim.
ilm-i tevhid
Allah'ın varlığı ve birliğini isbat ve izah etme ilmi.
Akaide müteallik hadis-i şeriflere ehl-i hadis ıstılahında İlm-i Tevhid tabir edilir.
ilmiye ricali
İlmiye tarikinin yüksek tabakasına verilen addır. Bunun yerine "ricâl-i ilmiye" tabiri de kullanılırdı. İlmiye mensubları cübbe ile sokağa çıktıkları halde ilmiye ricali lata yahut biniş giyerlerdi.
iltifat
Güzel sözle samimi olarak okşamak. Yüz göstermek. Teveccüh etmek. İyilik etmek. Lütfetmek.
Dikkat, itina.
Edb: Bir mevzu anlatılırken, o anda kalbe doğan bir ilham coşkunluğu ile -mevzu dışına çıkmadan- sözün ve hitabın yönünü değiştirme san'atıdır. Meselâ: (Asım'ın nesli...
ilyasin / ilyasîn
İlyas demektir. Bazı kıraetlerde "âl yasin" okunduğundan, her iki kıraete de mutabık olmak için imlâsı, "el yasin" suretinde yazılır.Yasin, İlyas Aleyhisselâm'ın babası olmakla Âl-i Yasin, yine İlyas demek olur. Yasin bir de Resul-i Ekrem'in isimlerinden olduğuna göre, bazıları Âl-i Yasin'den murad;
ilzam etme
Delillerle muhatabı susturma.
imam-ı hanbeli / imam-ı hanbelî
(Hi: 164-241) (Ahmed İbn-i Muhammed İbn-i Hanbelî) Hanbelî Mezhebinin imamı olup ezberinde bir milyon hadis vardı. Müsned adlı kitabında otuzbin hadis mevcuttur. Zühd ve takvası çok ileri idi. (K.S.)
imaret kemeri
Eskiden medresenin en güçlü, kuvvetli, kıdemli ve sözü dinlenen talebesi hakkında kullanılır bir tabirdi. Ayrıca bu tabir, medrese talebelerinden iaşe işlerine bakmak üzere bir sene müddetle seçilenler hakkında da kullanılırdı. Bunlar, bellerine kemer taktıkları için bu isim verilmişti.
imtisalen / imtisâlen
Bağlı olarak, imtisal ederek, uyarak, tâbi olarak.
Uyarak, tabi olarak.
imtizac
Muvafık ve mutabık olmak. Mezcolmak, uyuşmak. İyi geçinmek. Karışmak.
inabe
Günahları terk ile Hakka dönüş. Hakka tâbi bir mürşide bağlanmak.
incil
Dört büyük kitabdan birisi. Hristiyanların mukaddes kitabı olup, Hazret-i İsa'ya (A.S.) gelen kitab.
Beşaret, müjde.
indiyye
Kendi görüşüne tabi olan.
inkılab ale-l a'kıb / inkılâb ale-l a'kıb
Ökçeler üzerine dönmek demektir ki, asker yürüyüşünde olduğu gibi, tam sağdan veya soldan geri dönmektir. İki ökçeyi birden yerinde çevirmek suretiyle inkılâb ale-l a'kıb, ayakları çaprazlaştırdığından yürümeyi imkânsız bırakır. Kur'an'da bu tâbir ya harbde firardan kinaye veya dinde irtidaddan meca
insicam
Suyun dökülüp devamlı akışı. Düzgünlük. Sağlam ve ıttırad ile ârızasız tertib üzere olmak.
Devamlı yağmur yağmak.
Edb: Düzgün, tertibli, pürüzsüz söz. Kitabın ifadesi güzelce ve düzgün tertib üzere olmak.
intıbak
(Tıbk. dan) Uygun olmak, muvâfakat. Mutabık, mümâsil ve muvâfık olmak.
intıbakat
(Tekili: İntıbak) Uygun ve münasib gelmeler. Mutabık gelmeler.
isa
Dört büyük peygamberden birisidir. Hakiki Hristiyanlık dininin peygamberidir. Kur'an-ı Kerim'de meziyet ve senası geçmektedir. İncil, mukaddes kitabıdır. Vahiy ile kendine gönderilmiştir. Ancak kendisinden sonra Havarileri tarafından yazılmıştır.
isa ruhullah / isâ ruhullah
İsâ Allah'ın ruhudur (Yani, Beytullah ifadesinde olduğu gibi, sebepler perdesini kaldıran bir tabirdir. "İsa (a.s.), babasız olarak doğrudan İlâhî kudretin tecellisiyle yaratılmıştır" demektir).
islambol
Eskiden İstanbul yerine kullanılan bir tabir idi. Ulema takımı yakın zamana kadar zarfların üzerine İstanbul yerine İslâmbol yazarlardı.
istanbul
Türkiye'nin en büyük şehri ve Osmanlı İmparatorluğu'nun taht şehri (1453-1922). İslâm halifeliğinin son merkezi (1516-1924). Türklerden önce Bizans "Doğu Roma" İmparatorluğu'nun taht şehri idi (395-1453).
İstanbul ismi, Rumca şehre veya şehirde demek olan (İstin polin) tabirinden gal
istanbul efendisi
İstanbul kadıları (hâkimleri). Bu tabir hicri 1000 tarihinden sonra kullanılmağa başlanmış ve daha sonraları terkolunmuştur.
isti'bar
İbret alma, ders alma.
Rüya tabir ettirme.
istiklal / istiklâl
(Kıllet. den) Kendi başına olmak, kimseye bağlı olmayış, müstakil oluş.
Az bulma, kâfi görmeme.
Rey sahibi olup keyfi iş görme ve başkasının emrine ve fikrine tâbi olmaktan uzak kalma.
ıstılah / ıstılâh / اصطلاح
Tabir, deyim. Belirli bir topluluğun, bir lafzı lügat mânasından çıkararak başka bir mânada kullanmaları.
Bir ilim veya mesleğe âid kelime. Terim. Erbab-ı ilim arasındaki ve herkesin anlamadığı kelime.
Muvafakat. Uygunluk. Barışmak. İttifak.
Terim, tabir.
(Arapça)
ıstılahat / ıstılâhât / اصطلاحات
Her hangi bir ilme ait kelimeler, tabirler, terimler.
Istılahlar. İlmî tabirler.
Terimler, tabirler.
(Arapça)
istislam
Uyma, tabi olma.
Müslümanlığı kabul etme. İslâm olma.
Yolun ortasından gitme.
istitba'
Tâbi olmayı istemek. Peşinden sürüklemek.
itba / itbâ / اتباع
Tabi kılma.
(Arapça)
itba'
Tâbi' kılmak. Ardına katmak.
Gr: Bir kelimenin sonuna ilâve edilen tekerleme nev'inden mânasız söz. (Yazmak mazmak, Okumak mokumak gibi.)
itidal-i mizacı
Karakterinin, tabiatının ölçülülü ve aşırılıklardan uzak olması.
ittiba / ittibâ / اتباع
Tâbi olma, uyma, ardısıra gitme.
Tabi olma, uyma.
Tâbi olma, bağlanma, uyma.
Tabi olma, uyma.
Tâbi olma.
ittiba eden / ittibâ eden
Tabi olan, uyan.
ittiba etme / ittibâ etme
Tâbi olma, bağlanma.
ittiba etmek / ittibâ etmek
Tabi olmak, uymak.
ittiba eyleme / ittibâ eyleme
Tâbi olma, bağlanma.
ittiba'
Tabi' olma. Arkasından gitme. İtaat etme. Tebaiyyet ve imtisal etme.
ittiba-ı sünnet-i ahmediye / ittibâ-ı sünnet-i ahmediye
Hz. Muhammed'in (a.s.m.) sünnetine tabi olma.
ittibaan
Tabi olarak, uyarak, yolundan giderek.
ittibaen / ittibâen
Tâbi olarak, ittiba ederek, uyarak.
Tabi olarak, uyarak.
jiyan
Kızgın, kükremiş, hışımlı. (Bu tabir, ekseriyetle arslanlar hakkında kullanılır.)
(Farsça)
kabe kavseyn / kâbe kavseyn
Peygamber efendimizin Mîrac gecesinde bilmediğimiz bir şekilde Allahü teâlâya yakınlığından kinâye olan bir tâbir.
kabkaba
Haykırma, kükreme. (Deve ve arslan hakkında kullanılan bir tâbirdir.)
kabul-i adem
Kalben ademi kabul etmektir. Hakkı inkâr etmek, hatalı bir hüküm ve itikattır. Hak mesleği kabul etmeyip indi ve şahsi görüşünü ileri sürerek başka bir yolda gitmektir, bir iltizamdır. İmânın zıddına şahsi görüşüne tâbi olmak, bâtılı kabul etmektir.
kafiye
Tâbi olan şey.
Herşeyin son tarafı.
Edb: Manzum yazılan satırların ses bakımından sonlarının aynı olması. (Yaman, duman, saman... gibi.)
kafv
Bir kimsenin ardına düşüp ittibâ etmek, ona tâbi olup uyma.
kaide-i tabiiye / kaide-i tabiîye
Tabiî kural, prensip.
kainat mecmuası / kâinat mecmuası
Kâinat kitabı, bütün yaratılmışlar.
kalenderi / kalenderî
Feylesofluk; kalenderlik; dervişlik; serserilik.
(Farsça)
Edb: Halk edebiyatı tâbirlerindendir. Halk şâirleri "mef'ulü, mefaîlü, mefaîlü, feûlün" vezninde tanzim ettikleri gazele bu adı verirler.
(Farsça)
kalfa
Sarayla konaklardaki cariyeler hakkında kullanılan bir tâbir idi. Konaklarda bu tâbir, daha çok bunların eskileri ve yaşlıları hakında kullanılırdı. Gençlerine "kız" denilir ve adlarıyla çağrılırlardı.
Eski tarz mekteblerde öğretmen yardımcısı.
Bir san'atta usta ile çırak ara
kalu bela / kalû belâ
Cenab-ı Hak ruhları yaratıp, onlara Rabbiniz değil miyim, meâlinde: "Elestü Bi-Rabbiküm" buyurduğunda, ruhlar: "Evet Rabbimizsin" meâlindeki Kalu Belâ diye cevap verdiklerini bildiren Kur'andaki bir tâbirdir.
kamus
Deniz. Derya.
Denizin ortası, derin yeri.
Büyük Lügat Kitabı.
kamus-i arabi / kamus-i arabî
Arapça lügat kitabı, Arapça sözlük.
kamus-i türki / kamus-i türkî
Türkçe lügat kitabı, Türkçe sözlük.
Şemseddin Sâmi'nin yayınladığı Türkçe lügat.
kanun
Tabiat olaylarının bağlı olduğu değişmez kaide.
kanun-u tabii / kanun-u tabiî
Tabiat kanunu.
kanun-u tabiiye
Tabiî kanun; kâinatta ve sosyal hayatta doğal olarak yürürlükte olan kanun.
kanunname
Kanun kitabı. Anayasa.
(Farsça)
Kanun kitabı, kanunların yazılı olduğu kitap.
katalog
Kitaplık halinde, yahut neşriyata tabi bulunan bir şeye ait etraflı geniş liste, eşya listesi.
(Fransızca)
kavaid
(Tekili: Kaide) Kaideler. Hareket porgaramları. Dil öğreten bir kitaptaki kaideler. Arab lisanındaki kaidelerin dercedildiği gramer kitabı.
kavanin-i adet / kavânîn-i âdet
Allah'ın kâinata koyduğu tabiat kanunları.
kavanin-i icraat / kavânîn-i icraat
Kâinattaki, tabiattaki İlâhî icraat ve faaliyet kanunları.
kavanin-i tabiiye
Allah'ın kâinata koyduğu tabiat kanunları, kâinattaki kanunlar.
kavm
(Kavim) Bir peygambere tâbi ve bağlı insan topluluğu. Aralarında dil, âdet, örf, kültür birliği olan cemâat, topluluk. Millet. Bir işe başlamak.
Pazar kurmak.
Müşteri ile anlaşmak.
kaza tabipliği
İlçe tabipliği; ilçe sağlık müdürlüğü.
kazan kaldırmak
Yeniçerilerin isyanı münasebetiyle kullanılan bir tabirdi. Yeniçeriler isyan ettikleri zaman yemek pişirilen kazanlarını da, toplandıkları At Meydanı'na getirdikleri için bu tabir meydana gelmiştir. Sonradan da devlete karşı koymağa kalkanlar hakkında kullanılırdı.
(Türkçe)
kaziye-i hamliyye
Man : Mahmulün (yâni, haberin), mevzua (yani mübtedaya) sübut veya nef'i ile hükmü hâvi olan kaziyye. Tabir-i diğerle: Mahmulün mevzua kayıtsız ve şartsız olarak isnad olunduğu kaziyyeye denir. "Dünya fânidir" gibi.
ke
"Gibi" mânasındadır. (Arapça teşbih edâtı) Kelimenin başına getirilir. Meselâ: (Kezâlike: Bunun gibi)
Harfin ve kelimenin sonuna gelirse "sen" zamiri yerindedir. Meselâ (Kitâbü-ke: Senin kitabın)
kecmizac
Mizaç ve tabiatı hoş olmıyan. Huysuz.
(Farsça)
kectab'
Mizacı, tabiatı ters olan kimse, aksi.
(Farsça)
kelimat ve tabirat-ı aliye / kelimat ve tâbirat-ı âliye
Yüksek, yüce ifadeler, tabirler.
kelimat-ı kitab-ı kainat / kelimât-ı kitab-ı kâinat
Kâinat kitabının ifade ettiği mânâlı ifadeler.
kelime-i menhute
Aslı iki kelime olan bir tâbirin bir kelime ile söylenişi: "El Hamdüllilâh" yerine "Hamdele" söylenmesi gibi. "Bismillâh" yerine "Besmele" denmesi gibi.
kelimullah
"Cenab-ı Hakk'ın hitab eylediği zat" (meâlindedir). Hazret-i Musa'nın (A.S.) bir ünvanıdır. Çünkü O, Tur-u Sina'da Cenab-ı Hakk'ın kelâmını, hitabını duymak mazhariyetine erişmiştir.
Resul-i Ekrem (A.S.M.) mi'rac-ı şerifinde Cenab-ı Hak ile tekellüme mazhar olduğundan bir ismi de Kel
kerim
Her şeyin iyisi, faydalısı. Kerem ile muttasıf olan, ihsan ve inayet sâhibi. Şerefli ve izzetli. Muhterem, cömert, müsamahakâr. (Kur'an-ı Kerim tâbirindeki kerim; muazzez, mükerrem mânâsınadır. Kur'an-ı Kerim'de bu kelime 27 defa geçer ve ancak iki defa Cenab-ı Hak hakkında kullanılmıştır.)
kes'
El veya ayak ile bir nesnenin arkasına vurmak.
İttibâ etmek, tâbi olmak.
Yemen'de bir kabile adı.
kesret-i etba'
Tâbi olanların çokluğu. Tarafdarların kesretli oluşu.
keyf
Afiyet, sağlık, sıhhat.
Memnunluk, hoşlanma.
Neş'e, sevinç, sürur.
Mizaç, tabiat.
İstek, taleb, arzu, heves.
Gönül açıklığı.
kıraat
Okuma. Düzgün ve çabuk okuma.
Okuma kitabı.
Fık: Namazda Kur'an-ı Kerim'den bir miktar okumak.İnsan bir yazıyı ya kendi kendine yahut başkasına dinletmek üzere okur. Hususi mütâlaa nasıl olsa olur. Fakat dinletmekten maksad, anlatmak olduğu için o yolda okumanın dikkat edilec
kıs
"Kıyas et, buna benzet, bununla ölç!" mânalarına gelir ve bazı tâbirlerde geçer. Meselâ: (Ve kıs ala hâzâ: Bunun üzerine kıyas et.)
kitab-ı abdülkadir
Şeyh Abdülkadir-i Geylânî'nin kitabı.
kitab-ı alem / kitab-ı âlem
Âlem kitabı, kâinat kitabı.
kitab-ı avrupa sahaifi / kitab-ı avrupa sahâifi
Avrupa kitabının sayfaları; Avrupa tarihinin yaprakları.
kitab-ı belağat / kitab-ı belâğat
Maksada ve hâle uygun söz söyleme kitabı.
kitab-ı davet / kitab-ı dâvet
Hak ve hakikate çağrı kitabı.
kitab-ı dua
Dua kitabı.
kitab-ı dua ve ubudiyet / kitab-ı dua ve ubûdiyet
Dua ve kulluk kitabı.
Dua ve kulluk kitabı.
kitab-ı edeb
Edebiyat kitabı.
kitab-ı emir ve davet
Emir ve davet kitabı.
kitab-ı emr ü davet / kitab-ı emr ü dâvet
Emir ve dâvet kitabı.
kitab-ı fikir
Fikir kitabı.
kitab-ı hakikat
Hakikat kitabı.
kitab-ı hikmet
Hikmet kitabı; her şeyin belirli fayda ve gayelere yönelik olarak tam yerli yerinde olduğunu bildiren kitap.
kitab-ı hikmet ve şeriat
Hikmet ve kanun kitabı.
kitab-ı hikmet-i samedaniye / kitab-ı hikmet-i samedâniye
Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ancak herşey Kendisine muhtaç olan Allah'ın hikmetlerle dolu kitabı, İlâhî amaç ve hikmetleri gösteren kitap.
kitab-ı hüsnün / kitâb-ı hüsnün
Güzelliğinin kitabı.
kitab-ı ilm-i kelam / kitab-ı ilm-i kelâm
Kelâm ilmi kitabı.
kitab-ı kainat / kitab-ı kâinat
Kâinat kitabı; bir kitap gibi yazılmış olan bütün âlem.
kitab-ı kebir-i alem / kitab-ı kebîr-i âlem / kitâb-ı kebîr-i âlem / كِتَاب كَبِيرِ عَالَمْ
Büyük âlem kitabı, kâinat.
Büyük âlem kitabı.
kitab-ı kebir-i kainat / kitab-ı kebîr-i kâinat
Büyük kâinat kitabı.
kitab-ı mantık
Mantık kitabı.
kitab-ı şeriat
Şeriat, kanun kitabı.
kitab-ı şeriat ve ahkam / kitab-ı şeriat ve ahkâm
Kanun ve hükümler kitabı.
kitab-ı tarih
Tarih kitabı.
kitab-ı tasavvuf
Tasavvuf kitabı.
kitab-ı ubudiyet / kitab-ı ubûdiyet
Ubudiyet, kulluk kitabı.
Kulluk kitabı.
kitab-ı yavakit / kitab-ı yavâkit
İmâm-ı Şa'rânî'nin eseridir. Kitabın tam adı el-Yevakit ve'l-Cevahir fî Beyani Akaidi'l-Ekâbir'dir.
kitab-ı zikir
Zikir kitabı.
kitabi / kitabî
Kitaba dair ve müteallik. Kitaba tabi olan. Kitaba uygun. Kur'an, İncil, Tevrat kitablarından birine inanan. Semavî kitaplardan birine inanan.
kitabsız kafirler / kitabsız kâfirler
Ehl-i kitâbın dışındaki kâfirler, dinsizler.
kitabullah / kitâbullah
Allah'ın kitabı, Kur'ân.
Allah kitabı, Kur'-ân-ı Kerim.
Allahın kitabı, Kurân.
kiyan
Tabiat.
kıyas-ı istisnai / kıyas-ı istisnaî
Bir hükmün neticesinin aynı veya nakzı, mukaddemelerinden birinde bilfiil zikredilirse, ona kıyâs-ı istisnâi denilir. Başka bir tâbirle: Neticesi veya zıddı bizzat kendisinde zikredilen kıyas. "Eğer bu cisim ise, mutlaka bir yer tutar" gibi. Veya "Güneş doğmuş ise, gündüz olmuştur" gibi.
küçük sözler
Sözler kitabı içerisinden alınmış olan bazı bölümlerden oluşan kitapçık.
kudek-meniş
Çocuk tabiatlı. Çocuk mizaclı.
(Farsça)
kuduri / kudurî
(Hi: 362 - 428) Bağdadlıdır. Ahmed İbn-i Muhammed Bağdâdi diye de anılır. Hanefi fıkıh âlimlerindendir. Bu zatın, fıkha dâir meşhur kitabının ismi de Kudurî'dir.
kudve
Halkın uyup tâbi oldukları kimse.
kur'an-ı azamet / kur'ân-ı azamet / قُرْاٰنِ عَظَمَتْ
Büyüklük kitabı.
kur'an-ı ekber / kur'ân-ı ekber
Büyük Kur'ân; kâinat kitabı.
kur'an-ı ekber-i alem / kur'ân-ı ekber-i âlem
Bir Kur'ân gibi olan büyük kâinat kitabı.
kur'an-ı rabbani / kur'ân-ı rabbânî
Herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah'ın Kur'ân'ı; kâinat kitabı.
kur'an-ı samedani / kur'ân-ı samedânî
Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde, kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın Kur'ân'ı, kâinat kitabı.
kur'an-ı sübhani / kur'ân-ı sübhânî
Her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah'ın Kur'ân'ı, kâinat kitabı.
kuran / kurân
"Okunan" mânâsında ilâhî kitabımızın adı.
kürek cezası
Tanzimattan önce ve yelkencilik devrinde işledikleri ağır cürümden dolayı harp gemilerinden kürek çekmek üzere gemi hizmetine verilen kimseler. Bu gibiler, gemilerde kürek çektikleri için bu tâbir meydana gelmiştir.
küs'
Tâbi olmak, ittiba etmek, uymak.
kuta'
Düş yormak, rüya tâbir etme.
Su kesilmek.
Başka yere gitmek.
kütüb-i sitte
Altı kitab. Kur'ân-ı kerîmden sonra, İslâm dîninin ikinci kaynağı olan hadîs-i şerîfleri ihtivâ eden ve doğruluğu İslâm âlimleri tarafından tasdîk edilen altı hadîs kitâbının hepsine birden verilen ad. Bunlar; İmâm-ı Buhârî'nin Sahîh-i Buhârî'si, İmâ m-ı Müslim'in Câmi'us-Sahîh'i, İmâm-ı Mâlik'in Mu
Altı hadis kitabı: Buhârî, Müslim, İbn Mâce, Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî.
kütüb-ü sitte-i hadisiye / kütüb-ü sitte-i hadîsiye
Hadise dair yazılan en sahih, en doğru ve kabul görmüş altı büyük hadis kitabı.
kütüb-ü sitte-i makbule
Kabul görmüş, güvenilir altı büyük hadis kitabı (Sahih-i Buharı, Sahîh-i Müslim, İbn-i Mâce, Ebû Davud, Tirmizî ve Neseî).
kütüb-ü sitte-i sahiha
Doğru ve güvenilir olan altı büyük hadis kitabı (Sahih-i Buhari, Sahîh-i Müslim, İbn-i Mâce, Ebû Davud, Tirmizî ve Neseî).
kütübüsitte
Güvenilir olan altı hadîs kitabı.
lahn
Güzel ve kaideli ses.
Nağme.
Kaideye uymayan yanlış okuyuş.
Usulüne uygun okumak.
Sadece muhatabın anlıyacağı şekilde remizle söz söylemek.
Meyl.
Fehmeylemek.
Lisan.
Lügat. Fetva. Mânâ. Mefhum.
lala
Osmanlı İmparatorluğu zamanında sadrazamlar hakkında "Atabek" karşılığı olarak kullanılan bir tâbir olduğu gibi, şehzâdelerin mürebbilerine de bu ad verilirdi.
(Farsça)
Saraya alınan acemilerin terbiyesine memur edilenler.
(Farsça)
Eskiden büyük memurlarla zenginler de çocuklarının terbiyesine
(Farsça)
lazım-ı beyyin / lâzım-ı beyyin
Bu tabirin masdariyet şekli "Lüzum-u beyyin" olup ikisi aynı mânaya gelir. Herhangi bir şey hatıra gelince hiç bir delil ve emareye ihtiyaç olmadan o şeyle beraber düşünülmesi zaruri olan diğer bir şey. Meselâ: İnsan denildiği zaman, kabiliyet-i ilim ve san'at akla gelmesi gibi...
letafet-i tab'
İnsan tabiatındaki, mizacındaki hoşluk, şirinlik.
levazım
İhtiyaç maddeleri. Lüzumlu madde.
Ask: Silâhlı kuvvetlerin yiyecek ve giyecek maddelerini, silâh ve cephane dışında kalan çeşitli araç ve ihtiyaçlarını ifade etmek üzere kullanılan umumi tabirdir.
levh-i mahv ve isbat
Bir tabirdir. Levh: Görünen ve ibret verici bir vaziyeti ifade eder. Mahv ise; o vaziyetin birden ortadan kalkması, mahvolmasını ifade eder. Gökyüzü bulutlarla kaplı, şimşek çakar, yağmur yağar bir levha halinde iken birden hava açılır, hiç bir şey yokmuş gibi, eski manzarayı mahvolmuş hâlde görürüz
lisan-ı beliğane / lisân-ı beliğâne
Belâgatli dil, maksadı muhatabın hâline tam bir uygunluk içinde anlatan dil.
lugat
Kelime. Söz.
Her milletin dili.
Lügat kitabı, sözlük.
luka
Meşhur olmuş dört İncil kitabından birisidir. Hz. İsa Aleyhisselâm'dan sonra mühim Hristiyan doktorlarından birisi olan Luka adındaki zatın yazdığı İncil'dir. Bu Zâtın (Mi: 70) yılında vefât ettiği yazılıdır.
lüzum-u zati-i tabii / lüzum-u zâti-i tabiî
Birşeyin bizzat kendisinde zorunlu olarak doğal bir şekilde bulunan ve ondan ayrılması düşünülemeyen şey; meselâ tam olmasa da "Ateşin lüzum-u zâti-i tabiîsi sıcaklıktır." denilebilir.
ma-ba'dettabia
(Mâba'de-t tabia) Metafizik. Beş duygu ile bilinmeyen varlıklar hakkında fikrî araştırma yapan felsefe kolu. Bu felsefe ile alâkalı olan.
ma-fi-l-bab
Kapı içinde. Bir kitabın içindeki bölümde (babda) olan şey.
maba'd e't-tabiiye / mâba'd e't-tabiiye
Tabiat ötesi, metafizik.
maçin
Çin'e tâbi, Doğu Türkistan tarafındaki çöllerde ve Târim nehrinin güneybatısındaki dağlarda oturan Türk milletinden bir kavimdir ve simaca Moğol ile Aryâ cinslerinden mürekkeb oldukları anlaşılıyor. İçlerinde sarı saçlı ve mavi gözlü adamlar dahi bulunuyorsa da lisan bakımından Doğu Türkistan'ın aha
maddiyun ve tabiiyyun taunu / maddiyun ve tabiiyyun tâunu
Her şeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia etme ve her şeyi madde ile açıklamaya çalışma vebası.
mahitab-ı ahirzaman / mâhitab-ı âhirzaman
Âhirzamanın mehtabı.
mahlul-u mufassal
Tapu usulüne ait bir tâbir olup, köyler ve mezarlar tımarıydı. Berat ile verilirdi.
mahser
Huy, tabiat.
mahtumane / mahtumâne / mahtûmâne
Bir kitabı hatmettikten sonra verilen ziyafet.
(Farsça)
Bir kitabı hatmettikten sonra verilen ziyâfet.
Bitirircesine, bir kitabı bitirince verilen ziyafet gibi.
makam-ı ali / makam-ı âlî
Yüce ve âli makam. Eskiden bu tabir, bakanlıklar hakkında kullanılırdı.
mal-i zımar
Bir kimsenin mâlik olduğu halde, onlardan faydalanması kabil olmayan; başka tabir ile, elinden çıkıp galib-i hale nazaran bir daha eline girmeleri umulmayan mallar.
maliki / mâlikî
Ehl-i sünnetin ameldeki dört hak mezhebinden biri olan Mâliki mezhebine tâbi olan, bağlı olan kimse.
mantuk
Bir lâfzın nutuk hâlinde, söz sahasında üzerine delâlet ettiği şey. " Şu kitabı satın aldım", sözünde bu lâfzın mantuku, o kitabın satın alınmış olmasıdır.
Söz, nukut, mânâ, mefhum.
masadak
Bir sözü veya hükmü tasdik eden husus. "Söylendiği gibi, denildiği şekilde, doğru, sâdık, olduğu gibi, muvâfıktır, mutâbıktır, tıpkısı" gibi mânâlara gelir. Mânânın fertlerine de mâsadak denilebilir.
masiva / mâsivâ
Ondan gayrısı. (Allah'tan) başka her şey hakkında kullanılan tâbirdir) Dünya ile alâkalı şeyler.
Allahü teâlâdan başka her şey. Âlem, tabîat, mahluklar.
matbuh
(Çoğulu: Matâbih) (Tabh. dan) Kaynatılmış veya haşlanmış (ilâç).
Pişirilmiş yemek.
matüridi / mâtürîdî
Ehl-i sünnetin (Peygamber efendimiz ve Eshâbının yolunda olanların) îmânla ilgili bilgilerde tâbi olduğu iki imâmından biri. Ebû Mansur-ı Mâtürîdî.
Îmân bilgilerinde Ebû Mansûr Mâtürîdî'nin bildirdiği gibi inanan kimse.
me'mum
Tâbi olan, uyan.
mebni
Yapılmış. Kurulmuş.
Bir şeye dayanan. Nazar ve itibâr ve isnad olunarak.
... den dolayı... e binâen.
Gr: Son harfi harekesi değişmeyen kelime. Tasrife tâbi olmayan (fiil çekimine uğramıyan) kelime.
mecelle
Mecmua. Fikir topluluğu. Risale. Kitab. Hikmetli sahife.
Fıkıh kitabının muâmelât kısmının toplu bir parcası.
İslâm Hukukuna dâir bir mecmua.
mecmua-i desatir / mecmua-i desâtir
Düsturlar, kurallar kitabı.
mecmua-i eş'ar
Şiirler mecmuası, kitabı.
mecmua-i hakaik / mecmua-i hakâik
Hakikatler kitabı.
mecmua-i işarat / mecmua-i işârât
İşaretler mecmuası, kitabı.
mecmua-i kainat / mecmua-i kâinat
Kâinat kitabı.
mecmua-i kavanin / mecmua-i kavânîn
Kanunlar kitabı.
mecmuatü'l-ahzab
Şeyh Ahmed Ziyaeddin Gümüşhânevi'nin derlediği üç ciltlik dua kitabı.
mecra-yı tabii / mecrâ-yı tabiî
Tabii yol, doğal akım kanalı.
mef'ul
Yapılan iş. Fâilin eseri.
Gr: Fâilin fiilinin te'sir ettiği şey. "Nuri kitabı okudu" cümlesinde, kitab mef'uldür.
mefhar-ı kainat / mefhar-ı kâinat
(Mefhar-i Mevcudat) Kâinatın, kendisi ile iftihar ettiği zat mânâsına Hz. Muhammed'e (A.S.M.) alem olmuş bir tâbirdir.
meftuhane
Başlangıç için verilen ziyâfet. Bir kitabı okumaya veya yeni bir derse başlarken, talebelere hocası tarafından verilen başlama ziyafeti.
(Farsça)
mele'
(Çoğulu: Emlâ) Bir cemâatin ileri gelenleri.
Hırs, tama'.
Zan.
Güzellik.
Fls: Kâinatta hiçlik şeklinde boşluk olmadığını, her yerin dolu olduğunu ifade eden bir tabirdir.
Dolu mekân.
Kalabalık, güruh, cemaat, topluluk. Halk.
meleke
Yerleşmiş huy, alışkanlık, tabiat.
meniş
Tabiat, huy, mizac.
(Farsça)
merah
Yer. Mekân.
Sevinç.
Rahat edilecek yer.
Meşhur bir nahiv kitabının ismi.
meşarib
Meşrebler. Mizaclar. Tabiatlar. Huylar.
Fehimler. Anlayışlar. Ahlâklar.
Su içecek şeyler. Maşrabalar.
Köşkler.
mesfur
Yazılmış, adı geçmiş. (Bu tabir, eskiden daha ziyade hakaret görmesi icabeden aşağılık kimseler hakkında kullanılırdı.)
mesih / mesîh
Olumlu mânâda isa aleyhisselâm için söylenen bir tabir.
meşreb / مشرب
Yaratılış, tabiat, huy.
Yaratılış, tabiat.
(Arapça)
İçme yeri.
(Arapça)
meşşaiyyun
Meşşâiler. Derslerini gezerek veren, peygamberlere uymayarak yalnız akıl ve fikir ile hakikatı bulmaya çalışan ehl-i dalâlet. Dinsizlik yolunu açanlar, sadece akla itimad eden ve vahye tâbi olmayan imânsızlar.
metafizik
(Bak: Mâba'det tabia)
metbu / metbû / متبوع
Tabi olunan, uyulan.
Kendisine tabi olunan, uyulan.
Hükümdar.
Uyulan, izinden gidilen, tâbi olunan.
(Arapça)
metbu' / metbû' / مَتْبُوعْ
Kendine uyulan. Tâbi olunan. Halkın, kendine tâbi olduğu zat.
Hükümdar.
Kendisine tâbî olunan, uyulan.
Tâbi' olunan.
metbuiyet / metbûiyet
Diğer unsurların kendisine tabi olma özelliği.
Başkalarının kendisine uyması, tâbi olunan kimse.
metbuiyyet
Kendine uyulmaklık. Başkasının kendisine tâbi olması. Birisine tâbi oluş.
mevlana / mevlânâ
Mesnevî adlı kitabın da yazarı olan ünlü velî ve şair.
meyl-i tabii / meyl-i tabiî
Yaratılışta olan meyil, tabiî.
mezamir / mezâmir
Zebur kitabının sureleri.
Düdükler.
Zebur kitabının süreleri.
mezheb
Yol. Gidilen yol. Tutulan çığır.
Dinin esaslarında ve esas temel mes'elelerde bir olmakla beraber, teferruatta bazı muhtelif mes'eleler olması sebebiyle birbirinden az farklı müctehidlerin yolları. Müctehidlerden, kendilerine tâbi olunanların seçtikleri meslekleri. Füruatta Hanefi ve
mezheb taklidi
Amelde yapılacak işlerde bir müctehidin ictihâdlarına, fetvâlarına tâbi olma. Mevcût dört hak mezhebden birini öğrenip, kabûllenip, onunla amel etme.
Dört mezhebden birine uyan kimsenin bir işi yapmada ihtiyâç veya zarûret (başka hiçbir çâre bulunmama) veya meşakkat (güçlük) bulundu
mezhebsiz
Müctehid (dînî delîllerden hüküm çıkarabilen büyük âlim) olmadığı hâlde, dört hak mezhebden birine tâbi olmayan, mezhebleri kabûl etmeyen ve dînî delillerden kendi anlayışına göre hüküm çıkarıp, buna göre amel eden veya böyle birine uyan kimse.
mihail
Resul-i Ekremin (A.S.M.) geleceğini haber veren ve bir ismi de Mişâil olan eski zaman Peygamberlerinden bir Zâttır. Kitabının 4. bab'ında: "Ahir zamanda bir ümmet-i merhume kaim olup, orda hakka ibadet etmek üzere, mübarek dağı ihtiyar ederler. Ve her iklimden oraya birçok halk toplanıp Rabb-ı Vâhid
minyatür
Eski el yazısı kitapları süslemek için sulu boya ile yapılan ince resimler hakkında kullanılır bir tâbirdir. İtalyanca "minyatura" kelimesinden alınmadır. Buna vaktiyle küçük nakış demek olan "hurde nakış" denilirdi.
İnce bir san'atla yapılmış küçük resimler.
misak-ı ezeli / mîsak-ı ezelî
Bezm-i elest veya Kalû-Belâ ile de tabir edilir; ezelî sözleşme; Allah ruhları yarattıktan sonra, onlara.
mişna / mişnâ
Yahûdîlerin Tevrât'tan sonra mukaddes kabûl ettikleri Talmûd kitâbının iki kısmından biri.
mizac / mizâc
Huy, tabiat, fıtrat, bünye.
Bir şeyle karıştırılmış olan başka bir şey.
Huy, tabîat, bir kimsenin yaratılıştan gelen özelliklerinin hepsi.
Huy, tabiat, yaratılış.
mizaç
Yaratılış, tabiat.
mizac / mizâc / مزاج
Huy, tabiat, mizaç.
(Arapça)
mizac-ı nazik / mizac-ı nâzik
İnce yaradılış. Nâzik tabiat.
mizmar
Düdük, kaval.
Mukaddes Zebur Kitabının her bir suresi.
Hançere, nefes borusu.
moğol
Turâni milletlerinin en büyüklerinden bir kabile olup Türkler ve Mançurlarla cinsi yakınlıkları vardır. Asyanın ortalarında bugün Çin Devletine tâbi olan ve Moğolistan ismiyle bilinen geniş bir çölde ve Sibirya ve Türkistan'ın da bazı taraflarında bulunurlar.Cengiz Hanla beraber Asyanın batı tarafla
muabbir
(İbâret. den) Rüyâ tabir eden. Görülen rüyalardan mânâ çıkaran.
muabbirin / muabbirîn
(Tekili: Muabbir) Görülen rüyalardan mânâ çıkaranlar. Rüya tabir eden kimseler.
muahez değil
Eleştiri konusu değil, sorguya tâbi tutulmaz.
mübelliğ
Tebliğ eden, bildiren, duyuran.
Aynı namazı imâma tâbi olarak kılarken onun aldığı namaz tekbirlerini arka saflardaki cemâate duyuran kimse.
müceddid-i elf-i sani / müceddid-i elf-i sâni
"İkinci bin senesinin müceddidi" demek olan bu tabir, İmam-ı Rabbani Ahmed-i Farukî Hazretlerinin nâmıdır.
müevvel
Te'vil edilmiş. Zâhirî mânâdan başka mânâ verilmiş. Tefsir edilmiş olan. Tabir edilmiş.
müevvil
Rüya tabir eden.
Başka mânâ veren. Başka mânâ ile açıklayan. Te'vil eden.
müftihane / müftihâne
Bir kitabı okumaya başlarken verilen ziyâfet.
muhammedi / muhammedî
Hz. Muhammed'e (A.S.M.) mensub olan. Müslüman. (Ecnebi dillerinde geçen bu mânadaki tabirlere göre Muhammedî, Muhammedîlik: Müslüman ve Müslümanlık mânasına gelmektedir.)
muhammediler / muhammedîler
Müslümanlar; Muhammed Aleyhisselâma tabi olanlar.
muhannes
Kadınlaşmış erkek. Alçak tabiatlı.
Korkak. Nâmerd. Kalleş.
muhatab-ı samedaniye / muhatab-ı samedâniye
Her şeyin Kendine muhtaç olduğu, fakat Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın muhatabı.
muhatab-ı zihniye
Zihnin muhatabı, fikren muhatap alınan kimse.
mukaddime
Evvel gelen. Öne geçen. Her şeyin evveli.
Bir kitapta asıl maksada başlamadan evvel kitapda olan bahisler hakkında ve kitabın muhteviyatına dâir yazılan makale, önsöz.
Alın. Nâsiye. Alındaki perçem.
mukaffi / mukaffî
Resul-i Ekremin (A.S.M.) bir ismidir. (Çünkü, O'nu dünyanın hiç bir şeyi Allah'a tâbi olmaktan ayıramamış ve bütün enbiyâ ve resullerin iyi yollarını da tâkib etmiştir.)
mukallid
Amelde, yapılacak işlerle ilgili konularda müctehid denilen derin âlime tâbi olan, uyan kimse.
İnanılacak şeylerin delillerini araştırmadan, anlamadan, sâdece anasından babasından duyarak îmân eden.
Fıkıh âlimlerinin yedinci derecesinde bulunan âlim.
muktedi / muktedî
Tâbi olan, uyan. İmama uyan.
mülahaka
Sonradan yetişmek ve tâbi olmak.
mülteka
Kavuşup buluşulacak yer, iki şeyin birleştiği yer.
Kavşak.
Hanefi hezhebinin meşhur bir fıkıh kitabının ismi.
münezzeh
Kusur, eksiklik ve muhtâçlıktan uzak. Allahü teâlânın noksan sıfatlardan uzak olduğunu bildirmek için kullanılan bir tâbir.
münselib
(Selb. den) Kaçırılmış, kalmamış, kaldırılmış. (Bu tâbir; huzur, asayiş, emniyet ve rahat hakkında kullanılır.)
müntabık
Mutabık ve muvafık, uygun olan.
münteha-yı kitab
Kitabın sonu. Kitabın nihayeti.
mürsel hadis / mürsel hadîs
Tabiînin, sahabeyi atlayarak rivayet ettiği hadis, yani sahabeden değil tabiînden gelen hadis.
Sahâbe-i kirâmın (Resûlullah efendimizin sohbetinde yetişen mübârek insanların) ismi söylenmeyip, Tâbiîn'den (Sahâbe-i kirâmı görüp, sohbetinde yetişen kimselerden) birinin, doğruca, Resûl-i ekrem buyurdu ki, diyerek bildirdiği hadîs-i şerîfler.
mürtebit
(Murtabıt) Bağlı, birbirine bitişik, bağlantılı, beraber.
musarra'
Edb: İki mısra'ı da kafiyeli olan beyit. Bir mısra'ı kafiyeli olana "Müfred" denir.Musarra' beyte, gazel veya kasidenin baş tarafında bulunursa; matla; terci' ve terkib-i bentlerin arasında bulunursa; vâsıta tâbir olunur.
müşayaa
Biriyle dostluk etme.
Birine uyma, tâbi olma.
Çağırmak.
Haykırmak.
musevi / musevî / mûsevî
Hz. Musa'nın (A.S.) dinine tâbi olan. Yahudi.
İmam-ı Musa Kâzım nesline mensub olan. Sadat-ı Museviyeden.
Musa aleyhisselâma tabi olan, Yahudi.
Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiği hak dîne inanan ve bu dîne tâbi olan kimse.
musevilik / mûsevîlik
Allahü teâlânın Mûsâ aleyhisselâm vâsıtasıyla İsrâiloğullarına gönderdiği din. Mukaddes (ilâhî) kitabı Tevrâttır. Îsâ aleyhisselâma kadar olan peygamberler bu dîni insanlara tebliğ ettiler. Îsâ aleyhisselâmın gelmesiyle Mûsevîlik dîninin hükmü kaldır ıldı.
musika-i ilahiye / musika-i ilâhiye
İlâhî müzik, Allah'ın kâinata yerleştirdiği, Allah'ın ilhamıyla varlıkların çıkardığı tabii nâmeler ve sesler.
müslim
Mûteber ve güvenilir olduğu bütün İslâm âlimleri tarafından kabul edilen, Kütüb-i sitte denilen altı hadîs kitâbının ikincisi.
Allahü teâlânın, peygamberi Muhammed aleyhisselâm vâsıtasıyla gönderdiklerine îmân edip, O'nun emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçan kimse.
Ünlü hadîs kitaplarından biri, bu kitabı yazan âlimin namı.
müsta'bir
(Çoğulu: Müsta'birîn) Rüya tabir ettiren.
müsta'birin / müsta'birîn
(Tekili: Müsta'bir) Rüyâ tabir ettiren kimseler.
müstahfız
Tar: Yeniçeriliğin kaldırılmasından evvel, kale, hisar ve memleket muhafazasında bulunan kimseler hakkında kullanılan bir tabirdi. İlk zamanlardaki müstahfızlık, daim hizmet hâlinde olduğu için kendilerine timar verilirdi. Sonraki müstahfızlık ise, harp gibi lüzum görüldüğü zaman askerlik hizmetine
müstesna
İstisna edilen. Ayrı tutulan, ayrı muameleye tabi olan. Kaide dışı bırakılmış olan.
müstesnaiye / müstesnâiye
Başkalarından üstün, başkalarından ayrı bir tarza tâbi. Başkalara benzemeyen.
müstetbeat / müstetbeât
Edb: Söze, kelâma tâbi olan mânalar. Sözdeki telvihat ve telmihat. Söz söylerken arasında işaretle anlatmalar.
Söze tabi olan mânâlar; telvih ve telmih yoluyla işaret edilen mânâlar gibi çağrışımlar.
Sözün yan mânâları, söze tabi olan mânâlar.
müstetbi'
Kendisine tâbi olunmasını isteyen.
mutabaat / mutâbaat
Karşılıklı anlaşma. Uyma tâbi olma. Bir şeye uyup muvafakat etme.
Tabi olma, uyma.
mütabaat / mütâbaat
Birine tâbi olmak, uymak. Birini takib etmek.
Tâbi olmak, uymak.
mütabaat etmek / mütâbaat etmek
Tâbi olmak.
mütabe'at / mütâbe'at
Tâbi olmak, uymak.
mütabi'
Tâbi olan, uyan.
mütabiin / mütabiîn
(Tekili: Mütabi') Tâbi olanlar, uyanlar, iktidâ edenler.
mutaffifin
Alışverişte muhatabının hakkını tam vermeyenler.
mutavaat
İtaat etme. Baş eğme. Tâbi' olma.
Gr: Fâilleri ile mef'ulleri bir olan fiil.
mütemehhil
Teenni ve sükûn üzere olup acele etmeyen.
Zamana muhtaç, büyüyüp gelişmesi belli bir zaman içinde olan şey, tedric kanununa tabi olan.
müteradif
Birbirine bağlı, tâbi olan. Birbirinin ardınca giden.
Gr: Yazılışı ayrı, fakat mânası aynı olan kelime.
müttebi
İttiba eden, tabi olan, uyan.
Tabi olan, uyan.
müttebi'
İttiba eden. Uyan, tâbi olan. Muktedi.
muvafakat-i şehvet-i nefis
Nefsin şehvetine tâbi olma, uyma.
muvatta / muvattâ
İmâm-ı Mâlik bin Enes hazretlerinin, derlediği (topladığı) hadîs kitâbı.
muzaaf fiil
Gr: Fiilin kökündeki iki harfin aynısı beraber olan fiil. Medde - Şedde gibi. Başka tâbirle: Fiilin orta harfi ile son harfi (harf-i lâm'ı) aynı harfin tekerrüründen ibaret olan kelime.
na
Arabçada "Biz" mânasına gelen zamirdir. Meselâ: Kitabünâ : "Kitabımız" misalinde olduğu gibi, kelimenin veya fiilin sonuna eklenen bitişik zamirdir.
na'ra
(Çoğulu: Na'rât) Yüksek sesle uzun uzun bağırma.
Tar: Eskiden yangına giderken ve dönerken kalabalık caddelerde, geçitlerde, dönemeçlerde, meydanlarda tulumbacıların içlerinden "naracı" adı verilen birinin bağırması yerinde kullanılır bir tâbirdir. Nâra atmakla yangın münasebetiyle s
na-hemvar
Eğri, düz olmayan.
(Farsça)
Uymayan, mutabık gelmeyen.
(Farsça)
Uygunsuz.
(Farsça)
nabız-gir
Her mizaç ve tabiata göre davranıp muamele etmesini bilen.
(Farsça)
nadi
Nidâ eden, haykıran, çağıran.
Halkın, meşveret gibi, birşey konuşmak üzere bir yere toplanmaları. Nitekim İslâmdan evvel Mekke'de Kureyş'in toplandığı meclis binasına "Darünnedve" denilirdi. Nâdi; orada ve o gibi yerlerde toplanan heyettir ki; bezm, meclis, mahfil, kongre tâbirleri g
nafaka-i iddet
Fık: Kadının iddeti içinde muhtaç olduğu nafaka. Koca, boşadığı karısını iddeti bitinceye kadar infakla mükellef olduğu için bu müddet zarfındaki nafaka hakkında bu tâbir meydana gelmiştir.
nahile
Huy, tabiat, mizac.
name-i hümayun
Tar: Osmanlı Padişahları tarafından İslâm ve Hristiyan Hükümdarlarla Osmanlı Devletine tâbi imtiyazlı olar Mekke Şerifine, Kırım Hanına, Eflâk ve Boğdan Voyvodalarına, Erdel Kralına, Gürcü ve Dağıstan Hanlarına gönderilen mektublara verilen addır.
nane molla
Mc: Beceriksiz, işe yaramaz, ağır hareketli mânalarında kullanılan bir tâbirdir.
nar-ı beyza
"Akkor, beyaz ateş" mânâsında olan bu tâbir fizikte: 1800 derece kadar olan hararette erimeyen cismin sıcaklık hâli demektir.
Bir meyve adı.
nasih
(Nesh. den) Battal eden, hükümsüz bırakan.
Kitabın kopyasını çıkaran.
nassiye
(yun: Dogmatizm) Fls: Bir görüşün doğruluğuna peşin olarak inanan ve bu inanışlarını tenkide tabi tutmayanların düşünüş tarzı. Son heceleri .. izm ile biten görüşler, taraftarlarınca peşin olarak kabul edildiklerinden birer dogmatik görüş örneğidir. Meselâ; komünizm, materyalizm, darvinizim, birer d
natüralizm
(Osm: Tabiiye) Fls: Kâinatta hâdiselerin ve varlıkların meydana gelişinde tabiat kuvvetleri dışında hiçbir sebep ve müessir kuvvet ve yaratıcı kabul etmeyen inkârcı, maddeci görüş.
nazariyat / nazariyât
Kitabî bilgiler, görüşler, ispatlanmamış düşünceler.
nazik-hulk / nâzik-hulk
Yaradılışı ve tabiatı nâzik olan.
nebi / nebî
Yeni bir din getirmeyen, daha önce gönderilmiş olan bir Resûlün dînine dâvet eden, çağıran peygamber. Resûllere (yeni bir dinle gönderilen peygamberlere) tâbi olan peygamberler.
necaset-i hafife
Hanefî mezhebine göre pis olduğuna dair şer'î bir delil mevcud olan şeydir. Diğer bir tabire göre murdar olmadığı rivayet edilen şeydir. (Eti yenen hayvanların bevilleri gibi.) Bedenin veya elbisenin dörtte birinden az miktarı namaza mani olmaz.
nef'
Fayda, yararlılık.
Fls: Faydacılık. Yani: Bir şeyin doğru olup olmadığını, o şeyin faidesine göre değerlendiren yanlış bir nazariyedir. Kudsi dinimiz olan İslâmiyette ise: Bir şeyin doğru veya yanlış; iyi ve kötü olması, Allahın emir ve nehyine tâbidir.
nefs-i emmare
İnsanın çirkin ve şeytanın teşviklerine itirazsız ve mücahedesiz tâbi olması hâli.
nefsi nefsi / nefsî nefsî
"Benim nefsim", "nefsim nefsim" mânâsına yalnız kendini düşünmeyi ve kendisiyle olan alâkayı ifâde eden bir tâbir.
nehite
(Çoğulu: Nehâyet) Tabiat.
nehizet
Tabiat.
At kulağına benzer dokunmuş nesne.
nemçe
Tar: Osmanlılar tarafından Avusturya ve Avusturyalı mânasında kullanılan bir tâbir idi.
nihad / nihâd / نهاد
Huy, tabiat, hilkat, bünye, yaratılış.
(Farsça)
Yaratılış, tabiat.
(Farsça)
nihas
Asıl. Tabiat.
nijad
Nesil, soy, neseb.
(Farsça)
Cibilliyet, tabiat.
(Farsça)
nitasi / nitasî
Anlayışlı tabib, doktor.
nizamen
Nizam dairesinde. Nizama ve kanuna tabi olarak.
nümüvv-ü tabii / nümüvv-ü tabiî
Tabiî ve normal bir süreçte meydana gelen gelişme.
okyanus
Büyük deniz. Bahr-ı muhit.
Arapça büyük lügat kitabı.
ortodoks
Hıristiyanlık mezheblerinden. Ortodoks mezhebinin rûhânî (dînî) lideri patrik olup, merkezi İstanbul Fener'deki patrikhânedir. 1054 (H.446)'da İstanbul patriği olan Mihael Kirolarius, Roma'daki papadan ayrılarak Ortodoks kilisesini (mezhebini) kurdu. Roma'daki papaya tâbi olanlara katolik, İstanbul'
pa-berca / pâ-bercâ
Ayağı yerde demek olan bu tâbir, mecaz yoliyle kaim, sabit, berkarar, daim, bâki mânâlarında da kullanılır.
pendname / pendnâme / پندنامه
Öğüt kitabı.
(Farsça)
Öğüt kitabı.
(Farsça)
perde-i cümud
Donmuş, katı perde.
Mc: Alem, tabiat.
Akıl ve hissiyatı kendisi ile meşgul edip, dini ve ulvi hakikatlardan ayıran, gaflet veren perde.
perde-i cumud-u tabiat / perde-i cumûd-u tabiat
Tabiatın donuk ve cansız perdesi.
Tabiatın donuk, cansız perdesi.
peyk
Bir şeyin etrafında, ona tabi olarak dönen. Seyyare.
(Farsça)
Haber ve mektup getirip götüren.
(Farsça)
peyrev
Ardı sıra giden, tâbi olan, izinden giden, uyan.
(Farsça)
pişegan / pişegân
(Tekili: Pişe) Meslekler, san'atlar. İşler.
(Farsça)
Huylar, âdetler, tabiatlar.
(Farsça)
resm-i küşad
Yeni yapılan mekteb, fabrika, kışla, hükümet konağı, demiryolu vs. gibi şeylerin umuma açılışı yerinde kullanılan bir tâbirdir. Yeni tabirde " Açılış töreni" demektir.
resül-ür rahat
Resül-i Ekrem'in (A.S.M.) bir ismidir. Kendisine tâbi olup onun getirdiği hakikatları tasdik ve iman ile insanlar büyük nimetlere ve rahatlara mazhar olduklarından kendisine bu isim verilmiştir. Ve kendisi buyurmuştur ki: "Ben dinin doğruluğu ve kolaylığı için peygamber gönderildim." ... İnsanlara e
riayet
İyi karşılamak, ağırlamak, hürmet etmek.
Uymak, tâbi olmak.
Otlamak veya otlatmak.
Hıfzetmek, korumak.
riayeten
Saygı ve hürmet göstererek. Sayarak. Hürmet ederek.
Tâbi olarak.
rovelver
Peşpeşe altı mermi atabilen bir tür tabanca, altıpatlar.
sa'd-ı taftazani / sa'd-ı taftazanî
(M. 1322-1389) Horasan'da doğmuş büyük bir İlm-i Kelâm âlimidir. En meşhur eseri, "Makasıd" adlı kelâm kitabıdır.
sabareftar
(En fazla at için kullanılan bir tâbirdir) Rüzgâr gibi çabuk ve hafif giden.
(Farsça)
Hoş ve lâtif yürüyüşlü.
(Farsça)
sabikun / sâbikûn
Asıl îtibâriyle peygamberler aleyhimüsselâm, onlara tâbi olmak bakımından Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîn, peygamberlere vâris olmak bakımından müctehidler, müfessirler (tefsir âlimleri), muhaddisler (hadîs âlimleri) ve tasavvuf büyükleri.
sadr-ı evvel
Peygamber efendimiz ve arkadaşlarının (sahâbe-i kirâmın) ve onları gören müslümanların (Tâbiînin) yaşadığı asır.
şah-ı levlaki / şâh-ı levlâki
Sen olmasaydın hitabına mazhar olan şah, Hz. Muhammed (a.s.m.).
sahife-i kevn ve vücud
Kâinat kitabındaki yaratılmış, varlıklar sayfası.
sahih-i buhari / sahîh-i buhârî
Kur'ân-ı kerîmden sonra, doğru oldukları, bütün İslâm âlimleri tarafından tasdîk edilmiş olan meşhur altı hadîs kitâbından birincisi.
sahihayn / sahîhayn
Kur'ân-ı kerîmden sonra, doğru oldukları, bütün İslâm âlimleri tarafından tasdîk edilmiş olan altı hadîs kitâbından Sahîh-i Buhârî ile Sahîh-i Müslim'in ikisine birden verilen isim.
şairü't-tab'
Şair tabiatlı; gördüklerini şiir üslûbuyla anlatan.
şan
(Çoğulu: Şuun) Büyük sevap.
Şeref.
Irz, namus.
Nam, şöhret, şan, ün.
Mahiyet.
Gösteriş, çalım.
Tabiat, huy, âdet.
Hal, keyfiyet.
sanatüttedelli / sanâtüttedelli
Muhatabın söyleneni anlayabilmesi için onun seviyesine inme mânâsında belagat ilminde bir sanat türü.
sebr ve taksim
Mantıkta bir isbatlama tarzı ve usulüdür. Bu iki kelime beraber kullanıldığı gibi, "delil-i taksim, delil-i münkasım" gibi tâbirlerle de söylenir. Bu isbatlamada bir şeyin aslında bulunan vasıflar, illet olmaktan birer birer ibtal edildikten sonra, tam illet olmaya elverişli olan tesbit edilir. (Lât
secaya
(Tekili: Seciye) Karakterler, huylar, seciyeler, ahlâk ve tabiatlar.
secaya-yı aliye / secâyâ-yı âliye
Yüksek huy ve karakterler, tabiatlar.
seci'
Edb: Nesrin kafiyesidir. Seci'ler, ya cümlelerin sonunda yahut arasında bulunur. Sondaki seci'ler bir kelime vasıtasiyle birbirine bağlanır, onlara "Seci'-i mukayyed" denilir. Aradaki seci'ler ise yekdiğerlerine bağlı olmadıklarından onlara sec'i-i mutlak tâbir olunur. İçiçe olan seci'lere "Seci' en
seciha
Tabiat.
Miktar.
seciye-i hamiyet
Din, vatan, aile gibi değerleri koruma duygusu, karakteri, tabiatı.
seciyye
Ahlâk, tabiat, huy.
sefer der vatan
Nakşibendiyye yolunun on bir temel esâsından biri. Sâlikin (tasavvuf yolunda bulunan kimsenin) kötü ahlâk, beşer (insan) tabiatının sıfatlarından kurtulması, beşerî sıfatlardan meleklere âit sıfatlara, kötü, çirkin vasıflardan, iyi, güzel ahlâka geçm esi.
şehametlu / şehametlû
Tar: İran Şahları hakkında ünvan olarak kullanılan bir tâbir idi.
sehl-i mümteni'
Edb: "Hem kolay, hem güç" mânasına bir tâbirdir. Yazılışı veya söylenişi kolay göründüğü hâlde taklidine kalkışınca, taklidi imkânsız eser demektir.
seki
Direğin altında konulan taş ayak, kürsü taşı, kapıların yanlarında ve bahçelerde havuzların etrafında yapılan sed ve peyke, odaların zeminden yüksekçe olarak bir kısmına yapılan döşeme yerlerinde kullanılır bir tabirdir.
Atın ayağındaki beyaz nişana da bu ad verilir.
sekkaki / sekkakî
(Hi: 555-626) Harzem'li olup edebiyat ve kelâm ilminde çok kıymetli ve mühim bir İslâm âlimidir. "Miftâh-ül Ulûm" isminde sarf ve nahivden ve aruz kafiyesinden bahseden eseri vardır. Sadeddin-i Taftazanî bu kitabı şerhetmiştir.
selef
Sahabe ve tabiin gibi ilk örnek Müslüman nesil.
Önce gelenler. Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn (Eshâb-ı kirâmı gören büyükler) ve Tebe-i tâbiîne (Tâbiîn'i gören büyüklere) verilen isim.
selef-i salihin / selef-i sâlihîn
Sabahe ve Tabiîn gibi ilk devir müslümanları, ilk devir İslâm büyükleri.
Hicrî ilk asrın müslümanları. Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiînin büyükleri.
Ehl-i Sünnet ve Cemaat'in ilk rehberleri: Tabiîn ile Ashabın ileri gelenleri ve Tebe-i Tabiînden olan müslümanlar.
selefiye
İtikadca Ehl-i Sünnet Mezhebi üzerinde olan Sahabe ve Tâbiîn'in gittikleri yol. Ve bu yolda giden fakihler, muhaddisler ve bu mezhebden olanlar.
Cenab-ı Hakk'ın varlığında ve diğer hususlarda Kur'an-ı Kerim aşikâr ne söylemiş ise aynen kabul edenler. Bunlara "Eseriyye" de denir.
selefiyye
Selef-i sâlihînin (Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn, Tebe-i tâbiînin) yolunda olduklarını iddiâ ettikleri hâlde, onların yolundan ayrılan bozuk îtikâdlı kimseler.
selika
Üstüne binen kişinin, ayaklarını sallamasından dolalyı, devenin yanlarında meydana gelen ayak izleri.
Tabiat.
sem'-i hikmet
Hikmetli sözleri dinlemek. Hikmetten ibret ve ders almak. En hayırlısına tabi olmak.
şemail
(Tekili: Şimal) Huylar, ahlâklar, tabiatlar.
semavi kitab / semâvî kitab
Hak dinlerin kitapları. Semâvî kitapların bize bildirileni yüz dörttür. Bunlardan on suhuf Şist (Şit) aleyhisselâma otuz suhuf İdris aleyhisselâma, on suhuf İbrâhim aleyhisselâma indirildi. Mushaflar; Tevrât Mûsâ aleyhisselâma, Zebur kitabı Dâvûd aleyhisselâma, İncîl kitabı Îsâ aleyhisselâma ve Kur'
semere-i ittiba / semere-i ittibâ
Tâbi olmanın meyvesi.
şems-i ezel ve ebed sultanı
Ezel ve ebedin sultanı olan Güneş; bu tabir ezelden ebede kadar bütün varlık âlemini aydınlatan Allah için bir benzetme olarak kullanılır.
şems-i ezeli / şems-i ezelî
Vâcib-ül-vücud ve ebediyyen var olan, her şeyi nurlandıran Allah (C.C.) hakkında teşbihen söylenen bir tabirdir.
şems-i ezeliye
Ezelî Güneş; bu tabir ezelden beri bütün varlıkları aydınlatıp hayat veren Allah için bir benzetme olarak kullanılır.
şems-i sermedi / şems-i sermedî
Devamlı Güneş, bu tabir devamlı olarak herşeyi nurlandıran ve aydınlatan Allah için bir benzetme olarak kullanılır.
serdi-i tabiat / serdî-i tabiat
Tabiat ve huy sertliği.
şerh
Yarmak, açmak, açıklamak; bir kitâbın metnini kelime kelime açıklayıp îzâh etmek.
Açıklama ve tefsir, bir kitabı bütün ayrıntılarıyla anlatma.
şerh-i kitab-ı hak
Hak ve gerçek olan kitabı, Kur'ân'ı açıklama, izah etme.
şeriat-ı fıtriye-i kübra / şeriat-ı fıtriye-i kübrâ
Kâinattaki düzen ve intizamı sağlayan, bütün varlıkların tabi olduğu büyük kanun; tabiat kanunlarının bütünü.
şeriat-i fıtriye-i kübra / şeriat-i fıtriye-i kübrâ
Allah'ın yaratılışa koyduğu, bütün varlıkların tabi olduğu büyük kanun.
şeriat-ı fıtriye-i kübra-yı ilahiye / şeriat-ı fıtriye-i kübrâ-yı ilâhiye
Kainattaki düzen ve intizamı sağlayan, bütün varlıkların tabi olduğu büyük, İlâhi kanunlar.
şeriat-ı fıtriyye-i ilahiye / şeriat-ı fıtriyye-i ilâhiye
Allah'ın yaratılışa koyduğu, bütün varlıkların tabi olduğu İlâhi kanunlar.
şeriat-ı hilkat
Yaratılış kanunu, Allah'ın yaratılışa koyduğu, bütün varlıkların tabi olduğu kanunlar.
şeriat-ı iradiye
Allah'ın iradesiyle oluşan şeriat, tabiat kanunları.
şeriat-ı kübra-yı ilahiye / şeriat-ı kübrâ-yı ilâhiye
Allah'ın kâinata koyduğu ve bütün varlıkların tabi olduğu büyük anayasa, kanunlar mecmuası.
şeriatıfıtriye / şerîatıfıtrîye
Allahın tabiata koyduğu kanunlar.
servet-i fünun
Fenlerin (ilimlerin) zenginliği mânasına gelen bu tabirde, 1891-1900 tarihleri arasında çıkmış olan bir mecmua ve bu mecmua etrafında toplanmış olan kimselerin 1895'den 1901'e kadar meydana getirmiş oldukları Edebiyat-ı Cedide denilen edebî çığıra verilen addır.
sevad-ı a'zam
Büyük şehir.
Mekke-i Mükerreme.
İnsanların ekseriyeti. (Maişetçe neden bu kadar muktesit yaşıyorsun? diyenlere cevaben: Ben sevad-ı azama tâbi olmak isterim, sevad-ı azam ise; bu kadar tedarik edebilir. Ben ekalliyet-i müsrifeye tâbi olmak istemem, demişlerdir.) (Tarihçe-i Ha
sevk-i tabii / sevk-i tabiî
İçgüdü, düşünme sonucu olarak değil, tabii hareket.
şevketlu / şevketlû
Tar: Padişahlar hakkında kullanılmış bir tâbir olup, azamet ve heybet sahibi mânalarına gelir.
sevkitabii / sevkitabiî
Hayvanlarda düşünmeyerek, tabiatın sevki ve zorlamasıyla yapılan hareket, içgüdü.
sifsir
(Çoğulu: Sefâsir-Sefâsire) Simsar. Bir şeyi alıp satan.
Zarif, zerâfetli.
Hizmetçi, hâdim.
Tabi, itaat eden, uyan.
sihr
Tabiat kuvvetleri, fizik, kimyâ ve biyoloji kânunları dışında gizli sebebler kullanarak, garip şeyleri yapmayı sağlayan iş, büyü.
şime
(Çoğulu: Şiyem) Huy, tabiat.
şirhar
Tar: Acemiliğe alınmayan veya sayısı beşten az olan esirlerden bir kısmı. Pencik kanuni hükümlerine göre esirler: Şirhâr, beççe, gulamçe, gulâm, sakallı ve pir olmak üzere sınıflara ayrılır ve bu tertibe göre vergiye tâbi tutulurdu. Üç yaşına kadar olan çocuklara, süt emen mânâsına gelen şirhâr; üç
(Farsça)
sirişt
Yaradılış, hilkat, huy, tabiat.
(Farsça)
şiyem
(Tekili: Şime) Huylar, tabiatlar.
sübhanallah
"Allah eksikliklerden uzaktır" mânâsında bir tabir.
süfliyat
Fâni dünya ile alâkalı işler. Nefsâni, heva ve hevese tabi olan kimselerin işleri.
sükk
Meşhur bir Arap tabibin adı.
Ağzı ve dibi dar olan kuyu.
sukuk
Şeriat mahkemesince verilen ilâmlar ve onda geçen tabirler.
süleyman çelebi
İlk mevlid yazan ve bunda en çok muvaffak olan ehl-i velâyet bir zât olup, hicri 780'de Bursa'da vefat etmiştir. "Vesilet-ün Necât", meşhur mevlid kitabının esas adıdır.
sultan reşad
(Mi: 1844-1918) Meşrutiyet devri Osmanlı Padişahıdır. Merhametli ve halim tabiatlı olan bu dindar ve abdestsiz gezmiyen padişah, Mevlevi Tarikatına bağlı idi. Boş vakitlerini Mesnevi okumakla geçirirdi.
sünen
Sünnetler.
Ehl-i hadis ıstılahında: Ahkâm hadislerine Sünen tâbir edilir.
sünnetullah
Yanlış olarak "tabiat kanunları" denilen ilâhî kanunlar.
sünni / sünnî
Peygamber efendimizin ve Eshâbının inandığı gibi inanan ve Ehl-i sünnet âlimlerine tâbi olan müslüman. Ehl-i sünnet vel-cemâat îtikâdında olan kimse.
sürcuce
Tabiat.
Tarikat.
süreyya
Ülker (Pervin) yıldızı. Yedi (veya altı) yıldızlardır ki; ikişer ikişer karşılıklı dururlar ve Ayın geçtiği yerlere yakın görünürler. Gerdanlığa benzemesinden Felekiyâtta "Ikd-ı Süreyya" tabir edilir.
sus
Huy, tabiat, tıynet.
Buğday ve arpa biti. Hububata düşen kurt. Güve.
Miyan kökü.
ta'bir
(Tâbir) İfade, anlatma. Söz. Mânası olan söz. Deyim.
Terim.
Rüya yorma. (Ubur. dan) Herhangi bir şeyden ve hâdiseden, başka bir hak ve faydalı mânaya geçmek, intikal etmek ve ibretlendirmek ve ders almak.
ta'bir-i samedani / ta'bir-i samedanî
Allah'a mahsus tâbir. Kur'an'da beyan buyurulan en iyi tabir.
ta'birat
(Tekili: Ta'bir) Tabirler. İfade şekilleri. Anlatmalar.
ta'zir
Siyaset.
Tehdit etmek.
Tazim ve tathir. Temizlemek ve hürmet etmek.
Lügatta red, icbar, tahkir, te'dib, hak üzere tevkif mânalarına gelen bu tabir, İslâm hukukunda: Hakkında muayyen bir şer'î ceza olmayan suçlardan dolayı ulülemr (hükümdar, padişah) veya vekili tarafı
tab'
Tabiat. Karakter.
Damga basmak. Mühür basmak. Kitab basmak. Mühür.
tab'an / طبعا
Yaratılıştan. Doğuştan. Huy ve tabiat itibariyle.
Doğal olarak, tabiatıyla.
(Arapça)
tabayi / tabâyi
Tabiatlar, temel özellikler.
Mizaçlar, tabiatlar.
tabayı'
İnsanların tabiatları, mizaç ve karakterleri.
tabayi' / tabâyi' / طبایع
Mizaçlar, tabiatlar, huylar. Yaratılışlar.
Mizaçlar, tabiatlar.
Tabiatler, huylar.
(Arapça)
tabayi'-i esasiye
Temel ve esas olan tabiatlar, karakterler, yaradılışlar.
Toprak, su, hava gibi veya oksijen, hidrojen karbon, azot gibi unsurların hususiyetleri.
tabel
(Tâbil) (Çoğulu: Tevâbil) Yemeklere konulan baharat.
tabi / tâbi / تابع
Uyan, tabi olan.
(Arapça)
Boyun eğen.
(Arapça)
tabi'iyyun / tabî'iyyûn
(Bak. TABÎ'İYYECİLER)
tabiat
(Tabia) Yaratılış, huy, karakter.
Âlem ve içindekiler. Şeriat-ı fıtriyye. Hadiselerin ve varlıkların bağlı olduğu kanunlar. Allah, tabiatı yarattığı ve varlıkların nasıl hareket edeceğini kanunlariyle ve emirleriyle tayin ettiği halde Allah'ı inkâr edip tabiat yapıyor diyenler büyük
tabiat bataklığı
Materyalist düşünce; tabiat için, "insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç" düşüncesi.
tabiat dalaleti / tabiat dalâleti
Materyalist düşünce; tabiat için, "insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç" düşüncesi.
tabiat fikri
Materyalist düşünce; tabiat için söylenen, "insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç" düşüncesi.
tabiat tağutları / tabiat tâğutları
Tabiat putları; insanları Allah'a karşı isyana sevk eden tabiattaki her şey.
tabiat tağutu / tabiat tâğutu
Tabiat putu.
tabiat-ı arz
Yerin tabiatı.
tabiat-ı eşya
Varlıkların özelliği, tabiatı.
tabiat-ı hayal
Hayâlin tabiatı, yapısı.
tabiat-ı hevai
Hava gibi görünmez ve lâtif özellikte olan tabiat.
tabiat-ı hevaiye / tabiat-ı hevâiye
Hava gibi hafif ve lâtif özellikte olan tabiat.
tabiat-i hevaiye
Hava gibi görünmez olan tabiat.
tabiat-ı insani / tabiat-ı insanî
İnsanın tabiatı, karakteri.
tabiat-ı mana / tabiat-ı mânâ
Mânânın tabiatı.
tabiat-ı masiyet / tabiat-ı mâsiyet
Günahın tabiatı, doğası; Allah'a karşı yapılan isyankârlığın ve günahın temel özellikleri, yapısı.
tabiat-ı mevhume
Gerçekte olmadığı halde var diye düşünülen tabiat ve ondaki tesir.
tabiat-ı müessire
Tesir sahibi, yaratıcı tabiat.
tabiat-ı zalimane / tabiat-ı zâlimane
Zâlim tabiat, zulmeden karakter.
tabiatı taklid
Tabiatta cari olan kanunları kelâmda da kendine göre tatbik etme.
tabiatperest / طَبِيعَتْپَرَسْتْ
Tabiata tapan.
Her şeyin kendi kendine olduğunu veya tabiatın meydana getirdiğini kabul eden. Allah'tan (C.C.) gaflet edip, kâinatın tesadüfen olduğunu zu'meden.
(Farsça)
Tabiatı yaratıcı zanneden kimse.
Tabiatı yaratıcı zanneden.
tabiatperestlik
Herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia etme, tabiatçılık.
tabib
(Çoğulu: Tabibân-Etibbâ) Doktor, hekim.
tabiban / tabibân
(Tekili: Tabib) Doktorlar, tabibler, hekimler.
tabii / tabiî
Tabiat icabı olan. Tabiatla alâkalı. Normal. Kendiliğinden.
Tabiatla ilgili, kendiliğinden.
tabii felsefe / tabiî felsefe
Tabiatçı, materyalist felsefe; herşeyin tabiatın tesiriyle olduğunu savunan felsefî görüş.
tabii lüzum-u zati / tabiî lüzum-u zâtî
Birşeyin bizzat kendisinde zorunlu olarak doğal bir şekilde bulunan ve ondan ayrılması düşünülemeyen şey; meselâ "Ateşin tabiî lüzum-u zâtîsi sıcaklıktır." denilebilir. Ancak gerçek lüzum-u zâtî Cenâb-ı Hakkın sıfatlarında vardır.
tabiiyet / tâbiiyet
Bir başkasına uymak, tabii olmak.
tabiiyun
Tabiatı yaratıcı olarak kabul edenler, materyalistler.
tabiiyunluk
Tabiatçılık, her şeyin tabiatın tesiriyle var olduğunu iddia etme.
tabiiyyet
Tabi'lik. Tâbi olma. Bir kimseye mensub bulunma. Bir devletin teb'asından olma.
tabiiyyun / tabiiyyûn
Allahın kanunu ve sanatı olan tabiatı ilâh sananlar.
Tabiatçılar. Naturalistler. "Her şeyi tabiat yapıyor" diyen, maddeye dalmış, Allah'tan (C.C.) mânen uzaklaşmış kişiler.
Tabiatçılar, herşeyi tabiatın yaptığını, yarattığını idda edenler.
Tabiatçılar, herşeyin tabiatın tesiriyle olduğunu savunanlar.
tabiiyyunluk
Tabiatçılık, materyalistlik.
tabir-i diğer / tâbir-i diğer
Diğer tâbirle, başka bir ifâdeyle.
tabir-i diğerle / tâbir-i diğerle
Diğer tâbirle, başka bir ifâdeyle.
tabir-i samedani / tabir-i samedânî
Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşey Kendisine muhtaç olan Allah'ın yüce ifadesi, tabiri.
tabirat / tâbirat / tâbirât
Tabirler, ifadeler.
Tabirler.
tabirat-ı nebeviye ve ilahiye / tabirat-ı nebeviye ve ilâhiye
Allah ve Resulünün tabirleri, ifadeleri.
tabiun / tabiûn
(Tekili: Tâbiîn) (Tâbiî)
tadbir
Tabiatı muhkem olmak.
Nameyi iplikle bağlamak.
tarih-i tabii / tarih-i tabiî
Tabii bir tarih; yaratılış, oluş tarihi.
tarik-ı tabii / tarik-ı tabiî
Tabiî yol ve yöntem.
tasdik-i gaybinin hatemi / tasdik-i gaybînin hâtemi
Sikke-i Tasdik-i Gaybî kitabının diğer bir adı.
tatbib
Kırbayı ev direğine asmak.
Tabiblenmek, doktor olmak.
taus-u yemeni / taus-u yemenî
Yemen'li Tâus Ebî Abdurrahman. (Kırk defa hacceden ve kırk sene yatsı abdesti ile sabah namazını kılan ve Sahabelerle görüşen ve Tâbiînin azîm imamlarından olan zât. (R.A.)
teahhüd
Hıfzetmek, korumak.
Uymak, tâbi olmak, riâyet etmek.
teb'an
Bir şeyin arkasından gitmek ve ona tabi olmak.
teba'
Tabi olma. Uyma.
tebaa
Tâbi olanlar. Birisinin veya bir devletin emri altında olanlar.
tebaiyet
Tabi olma, uyma.
tebaiyyet
Uyma, tabi olma. İtaat, inkıyad ve imtisal etme.
tebaiyyeten
Tâbi olarak. Uyarak.
tebayi
Tabiatlar, mizaçlar, huy ve karakterler.
tebe
Tabi olanlar, uyanlar.
tebe-i tabiin / tebe-i tabiîn / tebe-i tâbiîn
Tabiînden olan birisinden (yâni ikinci derecede olarak) hadis nakletmiş olan. Veya Tabiîn olanlardan ders almış, onlara uymuş müslümanlar.
Tabiinleri görmüş veya onlardan ders almış Müslümanlar.
Peygamber efendimizin Eshâbını gören ve sohbetinde bulunmakla Tâbiîn denen büyükleri görmekle şereflenenler.
tebea
(Tekili: Tâbi) Tâbi olanlar, uyanlar.
tebean
Tâbi olarak. Uyarak.
Tabi olarak, uyarak, bağlı olarak.
tebei / tebeî
Kasdî olmayan.
Tâbi olarak.
Başkasının vücuduyla kaim olan.
Müstakil olmayıp başkasına tâbi olarak.
tebeiye / tebeîye
Dolaylı, başka bir şeye tabi olan.
tebeiyet / تَبَعِيَتْ
Tâbi' olma.
teebbün
İzine uyma. Tâbi olma, birinin yolundan gitme.
tefe'ül
Fal açmak.
Bazı hâdiseleri, tevafukları uğurlu saymak. Meselâ: Bir kitabı rast gele açarak ilk tevafuk eden yeri okuyup ona dikkat ederek onu uğurlu ve esas bir ders sayma gibi.
Olacak şeyi tahmin etmek. (Zıddı: Teşe'üm)
Kapalı bir kitabı, belirli dualar okuyarak rastgele açma ve açılan sayfayı ibret alma maksadıyla okuma işlemi.
tefe'ülen
Tefe'ül ederek; bir kitabı rastgele açarak uygun gelen yeri yorumlayarak.
telid
(Telide) (Veled. den) Yabancı memlekette doğduğu halde küçük yaşta İslâm diyârına getirilerek orada büyütülmüş ve oranın tâbiiyetini kabul etmiş olan kişi.
telif zamanı
Bir kitabın yazılma süresi.
teliyye
Borç bakiyyesi.
Tâbi olmak, uymak.
temyiz
Bir şeyi diğerinden seçip tarif etmek, ayırmak. Seçmek. İyiyi kötüden ayırmak.
Yargıtay.
Gr: Belirsiz olan kelime ve sayıları belirli hale koymak. Meselâ: "İşrune dirhemen" (yirmi dirhem) ve "Retle zeyten" (Bir retl zeytin yağı) tâbirlerinde "dirhemen" ve "zeyten" gibi.
<
tenevvuk
Tabiat, huy.
Hâtır.
Bir işte mübalağa etmek.
tercüman-ı beliğ
Çevirileri açık seçik ve muhatabın hâline uygun tercüman.
terdid
Geri çevirmek, geriletmek.
Edb: Karşısındakini merakta bırakacak ve neticeyi sezdirmeyecek şekilde söz etmek.
İki ihtimâlle fikir anlatmak. Muhatabın beklemediği bir surette sözü bitirerek söze kuvvet vermek.
terim
Fransızca olan "Terme" kelimesinden uydurulmuştur. "Istılah" veya "tabir" yerinde kullanılır.
tersi'
Oymacılık.
Mücevherler takarak süslemek.
Edb: Bir beyti teşkil eden mısralar ile bir fıkrayı terkib eden cümlelerdeki lâfızları vezin ve kafiye itibari ile birbirine uygun olarak tertib etmektir. Külfetli ve gayr-ı tabii bir usuldür. Meselâ: Merhum Namık Kemâlin:Ecza-i beşer
teşrii masuniyyet / teşriî masuniyyet
(Masuniyyet-i teşriiye) Milletvekillerinin Meclis'te izhar ettikleri fikir ve verdikleri reylerden, mes'uliyete tâbi olmamaları.
tetbi'
Peşini bırakmayıp iyice araştırma.
Uyma, tâbi olma.
tevabi / tevâbi
Tabi olanlar, bağlı olanlar, uyanlar.
tevabi'
(Tekili: Tabi') Maiyyet. Bir kimseye tâbi olanlar. İman ve İslâmiyet veya herhangi bir hususta birisine bağlı bulunanlar.
Uşaklar.
Bir merkeze bağlı olan yerler.
Gr: Evvelki kelimeye göre hareke alan kelimeler.
tevabil
(Tekili: Tâbel ve Tâbil) Yemeklere katılan nâne, karanfil, tarçın ve biber gibi şeyler. Baharat.
tevrat
Hz. Musâ Aleyhisselâm'a nâzil olan kitab-ı mukaddesin nâm-ı celili. (Hakiki Tevrat, Kur'an-ı Kerim ile barışıktır. Şimdiki ise, çok yerleri değiştirilmiş, tahrif edilmiştir. Bu kitabın aslından az bir şey kalmıştır. Aklı başında ve İslâmiyeti, Kur'an-ı Kerim'i tetkik eden Yahudiler de hidayeti seçmi
tezadd-ı tabi' / tezadd-ı tâbi'
Sonradan gelenin, tâbi olanın zıt olması. Tâbi olanın zıt oluşu.
tıba'
Tabiat. Yaradılış.
Tabiatlar. Yaradılışlar.
tıbb
Tabiblik, doktorluk.
Her şeyi gereği gibi bilmek.
Rıfk. Suhulet.
İrade.
Hastayı ilâçlarla tedaviye çalışmak.
Şan.
Şehvet.
tilv
Tâbi.
tıynet
Huy, tabiat, kişinin yapısı.
tündmeşreb
Titiz, sert tabiatlı.
(Farsça)
tus
Tabiat.
Asıl.
uçbeyi
Hudutlardaki sancakbeyleri hakkında kullanılan bir tâbir idi. Orta çağlarda Türk Devletinin uçbeyleri yarı müstakil idiler. Bağlı bulundukları devletler zayıfladıkça istiklâl dereceleri artar, neticede müstakil devlet olarak ortaya çıkanlar olurdu. Akkoyunlular, Karakoyunlular ve nihayet Osmanlılar
ulema-i rasihin / ulemâ-i râsihîn
Kur'ân-ı kerîmin ve hadîs-i şerîflerin derin ve ince mânâlarını, işâretlerini anlayan yüksek din âlimlerine verilen isim. Bunlar; Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn, Tebe-i tâbiîn ve her bakımdan onlara tâbi olan müctehidler, tefsîr ve hadîs âlimleri ve tasavvuf büyükleridir.
ulemaüs-su ashabı / ulemâüs-sû ashabı
İlmi kötüye kullanarak dünyaya yönelik menfaatler için ilmi âlet yapan âlimler ve onlara tâbi olanlar,uyanlar.
uluhiyet-i sariye ve hayat-ı sariye / uluhiyet-i sâriye ve hayat-ı sâriye / ulûhiyet-i sâriye ve hayat-ı sâriye
Vahdet-ül vücud ehlince kullanılan tasavvufî tabirler olup; İlâhî sıfatların ve hayatiyetin eşyaya sirayet etmesi, yani tecelli etmesi mânasında olan bu tabirlerden, ehil olmayanlar; Allah'ın tecessümünü veya eşyaya hulûl'ünü veya eşya ile ittihad ve ittisal'ini zu'metmek gibi bâtıl vehimlere düştül
Vahdetü'l-vücud ehlince kullanılan tasavvufî tabirler olup; İlâhî sıfatların ve hayatın eşyaya sirayet etmesi.
ulum-u tabiiye / ulûm-u tabiiye
Tabiî bilimler, fen ilimleri.
ulviyet-i hitab
Hitabın yüceliği.
ümem-i salife / ümem-i sâlife
Geçmişteki ümmetler. İslâmiyetten evvel diğer Peygamberlere tâbi olmuş ümmetler.
ümm-ül kitab
Kitabın anası, esası. Levh-i Mahfuz ve ilm-i İlâhî. (Yâni: Kur'ân, İlm-i İlâhîde, Levh-i Mahfuz'da ezelî ve ebedî olarak mahfuz bulunduğundan Kur'anın aslı ve anası mânasında kullanılan bir tabirdir.)
Kur'an-ı Kerim'in müteşabih olmayan muhkem âyetlerine de kitabın anası, esası mânas
ümmet
Topluluk, cemâat. Bir peygambere inanan tâbi olan insanlar. Bir dîne bağlı topluluğun tamâmı.
ümmet-i icabet / ümmet-i icâbet
Kendilerine gönderilen peygamberin dâvetini kabûl edip, ona inanan ve tâbi olan kimseler.
ünvan-ı mülahaza / ünvan-ı mülâhaza
Bir şeyin hakikatını bir derece düşünebilmek için olan isim, tabir ve vasıta.
üslub-u mücerred
(Sade üslub) Bu üslupta tabiîlik, akıcılık, selâset, kısalık, mânâ ve maksada kifayet sıfatları vardır. Bu üslup, âlet ilimlerinde, ders kitablarında, konuşmalarda ve beşerî muamelelerde kullanılır.
üslub-u mücerret / üslûb-u mücerret
Sade, basit üslûp (Bu üslûpta tabiîlik, akıcılık, kısalık, mânâ ve maksada yetecek kadar izah nitelikleri vardır. Ders kitaplarında, günlük hayatta ve konuşmalarda genellikle bu üslûp kullanılır).
üslub-u müzeyyen
(Ziynetli ve parlak üslub) Bu üslub tergib ve terhib (teşvik etme ve sakındırma) gibi hususları tazammun eder. Hitabiyat ve iknaiyatta kullanılır.
usul bilgileri / usûl bilgileri
İmâm-ı a'zam Ebû Hanîfe ile İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed'in kavillerini (ictihâdlarını, re'ylerini, sözlerini) içerisinde bulunduran El-Mebsût, Ez-Ziyâdât, El-Câmi-us-Sagîr, Es-Siyer-us-Sagîr, El-Câmi-ül-Kebîr, Es-Siyer-ül-Kebîr kitablarındaki fıkıh (din) bilgileri. Bu altı kitabı İmâm-ı Muha
üsvet
Beraberlik.
Halka reis olmak.
Dert ortağı. Sâdık arkadaş. Manevî tabib.
Nümune ve örnek tutulacak olan insan.
utbul
(Çoğulu: Atâbil) Uzun boylu güzel kadın.
üveys-el karani / üveys-el karanî
Hz. Ebu Bekir ve Ömer (R.A.) devirlerinde Medine-i Münevvere'de çok hürmet gören ve Tabiînin büyüklerinden olup hadis-i şerif ile medh ü senâsı yapılan büyük bir veli. Peygamberimiz (A.S.M.) zamanında yaşamış ise de vâlidesine çok hürmetinden dolayı Peygamberimizle görüşememiş, fakat ona bütün ruh u
vak'a-i hayriye
Tar: Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması münasebetiyle kullanılan bir tabirdir. İlk önceleri büyük hizmetleri görülen Yeniçeriler, zamanla nizam ve intizamlarını kaybettikleri gibi, son zamanlarda uygunsuz hareket ve isyanlarla memleketin başına belâ kesildikleri için, ocağın lağvı hayırlı sayılmış ve b
vasati saat / vasatî saat
Hakiki güneşe tâbi olmak üzere, muntazam hareket ettiği tasavvur olunan mevhum bir güneşin, o yerin nısfun nehârından (meridyeninden) arka arkaya iki defa geçişi arasındaki zamanın yirmi dörtte biri.
ve'd-dua
"Duâlarımız sizinle birliktedir" anlamına gelen bu tâbir, evvelce mektupların altlarına yazılırdı.
vehb
(H.-110) Tabiînden olan bu şahıs İsrailî rivayetlerin en mühim kaynağı addolunur. Birçok İsrailiyatı havi kitapları okumuş ve tefsire de aktarmıştır.
vezir
Osmanlı Devleti zamanında en yüksek mülkiye rütbelerine ulaşmış paşa. Hükümdar vekili. Pâdişahın yakınlarından ve onun yükünü üzerine alanlardan, mülkün idaresinde fikir ve tedbir ile meded ve yardım eden. Bu tabir "Vizr" kelimesinden gelir. "Vezr" kelimesinden alınsa; "halkın sığınağı" demek olur.
vezne
Tartı. Terazi.
Tartı yeri. Eskiden altun ve gümüş paralar sayı ile olduğu gibi tartıyla da alınıp verildiği için bu tabir meydana gelmiştir. Para alınıp verilen yer mânasında da kullanılır. Devlet daireleri ile büyük müesseselerde para alıp veren memura Veznedar denir.
Barut
voyvoda
Reis, subaşı, ağa gibi çeşitli mânalara gelen bir tabirdir.Voyvodalık Osmanlılarda Milâdi onyedinci asırda başlamıştır. Eyalet valileri ve sancak mutasarrıfları uhdelerine tevcih olunan eyalet ve sancakların mülhak kazalarına halkın isteğiyle yerlilerin ileri gelenlerinden birini voyvoda tayin ederl
yed-i beyza / yed-i beyzâ
Musa Aleyhisselâm'ın mu'cize olarak gösterdiği beyaz ve parlak eli. Bu tabir mecaz olarak keramet ve hârikulâde haller ve meziyetler hakkında kullanılır.
yunani / yunanî
Eski Yunanlılar döneminde çeşitli varlıklara ve tabiat olaylarına ilâhlık veren bâtıl dinlere mensup olan.
yusuf
Hz. Yakub'un (A.S.) oniki oğlundan en küçüğü idi. Babası kendisini çok severdi. Gördüğü bir rüyayı babası tabir ederek peygamber olacağını ve bütün kardeşlerinin kendisine itaat edeceklerini söyledi. Kardeşleri kendisini kıskandıkları için bir hile ile izini kaybetmek istediler ve bir kuyuya attılar
yusuf aleyhisselam / yûsuf aleyhisselâm
Kur'ân-ı kerîmde adı geçen peygamberlerden. Mısır ahâlisine gönderilen peygamber. Yâkûb aleyhisselâmın oğludur. Yâkûb aleyhisselâmın neslinden gelen ilk peygamberdir. Allahü teâlâ ona rüyâ tâbiri ilmini öğretti.
zade-i tab'
(Zâde-i tabiat - Zâde-i hâtır) Bir kimsenin kabiliyetinden, tabiatından meydana gelen eseri.
zahiri mezheb / zâhirî mezheb
Huk: Hanefî imamlarından İmam-ı Muhammed'in (El-Mebsut, El-Câmi-üs Sagir, El-Câmi-ül Kebir, Ez-Ziyâdât, Es-Siyer-üs Sagir, Es-Siyer-ül Kebir) nâmları ile mâruf olan altı kitabında münderiç bulunan mes'elelere denir. Buna "Zâhir-ür rivâyât mesâili" denir. İmam bu eserlerde kendi fıkhî görüşlerini değ
zarif
Zarafetli. İnce ve nâzik tavırlı. Güzel. Şık. İnce nükteli.
İnce nükteli ve güzel tâbirlerle konuşan.
zarif-üt tab'
İnce, zarif tabiatlı, güzel huylu.
zarifü't-tab'
Zarif tabiatlı, güzel huylu.
zebur
Kitap. Mektub.
Peygamber Hz. Dâvud'a (A.S.) vahiy ile gelen mukaddes kitabın adı.
zencir-bend
Zincire vurulmuş, zincirle bağlı mânasına gelir. Eskiden azılı katiller ve deliler, zincirle bağlandıkları için bu tâbir meydana gelmiştir.
(Farsça)
Edb: Her mısranın son kelimesi, bir sonra gelen mısraın ilk kelimesini teşkil etmek şekliyle meydana getirilen manzumelere verilen addır. Divan
(Farsça)
zenne
Kadın kısmı.
Eskiden orta oyununda kadın rolü yapan erkek sanatkârlar hakkında kullanılan bir tâbirdi. Eskiden kadınlar, oyunda rol alamadıkları için erkekler kadın kıyâfetine girer ve oyunda kadın rolü yaparlardı.
zeydiyye fırkası
Hazret-i Ali'yi sevdiğini söyleyip, diğer Eshâb-ı kirâma düşmanlık besleyen, onlar hakkında kötü sözler söyleyen şîanın kollarından. On iki imâmın dördüncüsü olan Zeynelâbidîn'in oğlu Zeyd'e tâbi olan ve hazret-i Ali, Eshâbın en efdalidir (üstünüdür); bununla berâber Ebû Bekr, Ömer, Osman'ın (r.anhü
zeyn-ül abidin
(Zeynel âbidîn) Lügat mânası: İbadet edenlerin zineti.
(Hi: 38-94) Oniki İmamın dördüncüsü olan zât (R.A.). Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın torunu olan Hazret-i Hüseyin'in ortanca oğlu. Asıl adı: Ali'dir. Tâbiînin büyüklerindendir. Medine-i Münevvere'de vefat etmiştir. (Rahmetull
zıhar
İki şey arasında münasebet ve mutabakat meydana getirmek. İki şeyi birbirine mutabık eylemek. Arka arkaya, mukabil kılmak.
Karşılıklı yardımlaşmak.
Fık: Bir kocanın, karısını müebbeden mahremi olan birisinin bakması câiz olmayan bir yerine teşbih etmesi.Meselâ, bir adam karıs
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
Ebahir
mükellefiyet-i askeriye
keyfiyet-i vaziyet
sulbi
atra
Fevkal
muhaddir
haleb
Aģyãr
amerika
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
tabi
amerika
Tercuman
Merdiven
hute
Nazın
Buyurdu
Boğa burcu
hadd-i itidal
murafaa