Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
tünü
ifadesini içeren
133
kelime bulundu...
aciyy
(Çoğulu: Acâyâ) Anası öldüğünden, başka kimsenin sütüyle beslenen çocuk.
Anası sütünü vermeyip yemeği öğrettiği çocuk.
adatın harıkı / âdâtın hârıkı
Âdetlerin, kanunların olağanüstünü, bir mu'cize olarak gerçekleşmiş olanı.
afyon
Lât. Haşhaş sütünün birikmesinden ibaret bir madde.
aks-i misal
Görüntünün yansıması.
alelumum
Genellikle, bütünüyle.
antranik
Ermeni örgütünün liderlerinden biri.
asile
(Çoğulu: Asâil) Bir şeyin tamamı, bütünü.
Öğleden sonranın son kısmı, akşam üzeri.
Ölüm, mevt.
atmosfer
Dünyanın çevresini kuşatan 100 km. kalınlığında, çeşitli gazlardan meydana gelen gaz tabakası. Başka gök cisimlerini kuşatan gaz tabakalarına da atmosfer denir.
Bir yerdeki mânevi hava.
Basınç birimi. 0 derecede 76 cm. yükseklikteki bir civa sütununun 1 cm. karelik alan üzeri
atum / atûm
Akşam vaktinin dışında sütünü vermeyen deve.
barimetre
Gürültünün şiddetini ölçmeğe yarıyan âlet.
(Fransızca)
behş
Muki otunun yaşı.
Kara yüz.
bil'umum / bil'umûm / بِالْعُمُومْ
Bütünüyle, tamamıyla.
bilkülliye
Bütünüyle.
bitamamiha / bitamâmihâ
Tamamen, bütünüyle, hepsi.
bitamamihi / bitamamihî
Tamamıyla, bütünüyle, hepsi birden.
cezair
(Tekili: Cezâyir) (Cezire) Cezireler, adalar.
Kuzey Afrikada Fas ile Tunus arasında olan ülke ve bu ülkenin merkezi olan şehir.
cilve-i in'ikas / cilve-i in'ikâs
Görüntünün yansıması.
cübab
Devenin sütünün üstüne gelen köpüğü.
cümlesi
Hepsi, bütünü.
cüz' / جُزْؤْ
Bir bütünü meydana getiren parçalardan her biri.
Bütünü oluşturan parçalardan herbiri.
darib
(Darb. dan) Sütünü sağan kimseye vuran dişi deve.
Ağaçlı yer.
Karanlık gece.
Vurucu, vuran. Darbeden, çarpan. Döven.
dayı
Tunus ve Cezayir'in, Osmanlı idaresinde bulunduğu sıralarda buraları Osmanlılara tâbi olarak idare eden kimselere verilen ünvan.
Annenin erkek kardeşi.
eblağ
Yerinde adamına göre güzel söz söylemenin en üstünü.
ecell-i mahlukat / ecell-i mahlukât
Mahlukların en üstünü. İnsan.
efdalü'l-halk
Yaratılmışların en faziletlisi, en üstünü.
eleman
Bir bütünün parçaları.
(Lât: Element) Unsur. Bileşik bir şeyi meydana getiren basit şeylerden biri. Bir bütünün parçaları.
erkan / erkân
Bir şeyin bir parçasını veya bütününü meydana getiren şeyler, esaslar. Rüknün çoğuludur.
fakkah
Ezhar otunun çiçeği.
fettah / fettâh
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarına hayır kapılarını, dileklerine kavuşmak istiyen kullarına kapalı kapıları açan, peygamberlerini düşmanlarının elinden kurtarıp, memleketlerin fethini müyesser (kolay) kılan; evliyâsına (sevdiği kullarına) melekûtünün (gözle görülmeyen
fevkalküll
(Fevk-al kül) Hepsinin fevkinde. Bütününün üstünde.
filcümle
Genellikle, bütünüyle.
furkan / furkân / فرقان
Kur'ân.
(Arapça)
İyi ile kötünün ayrıldığı yerleri gösteren.
(Arapça)
gabibe / gabîbe
Sabah sağılan koyun sütünün üzerine akşam yine sağıp, ertesi güne bekletilip ekşiyen süt.
gırar
Devenin sütünün azalması.
Az uyku.
Miktar.
Cihet, Misâl.
Yol.
Birbiri ardınca olmak.
Her nesnenin kenarı.
Büyük kıl çuval.
guzr
Çokluk, kesret.
Devenin sütünün çok olması.
haşef
Hurmanın yaramazı.
Eski elbise diken.
Devenin sütünün çok olması.
hemegan
Cümlesi, tamamı, bütünü, hepsi.
(Farsça)
hepten
Bütünüyle, tamamıyla.
heşaş
Açık yüzlü şen yeynicek kişi.
Sağan kimseye sevip sütünü veren koyun.
hey'et-i mecmua
Bir şeyin teferruatına ve cüz'lerine bakılmaksızın bütününün gösterdiği hal ve manzara.
hıbbe
Hımhım otunun tohumu.
igyal
Hâmile kadının sütünü vermesi.
ihtikak
(Hikke. den) Sürtünüp kaşınma.
imtiras-ı himar
Eşeğin sürtünüp kaşınması.
istikra-i tam / istikrâ-i tâm
Tümevarım, endüksiyon; bir bütünü oluşturan parçaların hepsini inceleyerek o bütün hakkında hüküm vermek.
kablo
Telgraf, telefon hatlarında veya elektrik akımı iletmede kullanılan izole edilmiş tellerin bütünü.
(Fransızca)
kaburga
Göğüs kemiklerinin beheri. Göğüs kemiklerinin bel kemiğine bağlanmak suretiyle meydana getirdikleri şeklin bütünü.
Gemi, sandal, kayık gibi deniz nakil vasıtalarının hayvan kaburgasına benzeyen ve omurga üzerine kaldırılan eğri ağaçları.
kadro
ing. Bir işin yürütülebilmesi için icab eden bir cinsten şeylerin, bilhassa insanların tamamı veya bütünü.
kaffeten / kâffeten
Bütünü. Hepsi birden.
kamilen / kâmilen
Noksansız, eksiksiz olarak. Tam olarak. Kâmil olarak. Bütünü ile. Tamamen.
kamim
Tere otunun kurusu.
kapıkulu
Osmanlı devletinin daimi ordusunu teşkil eden yaya ve atlı askerlerin bütününe verilen addır.
kariyer
Bir insanın kendisini hasretmiş olduğu meslek.
(Fransızca)
Bir meslekte alınan merhalelerin bütünü.
(Fransızca)
katıbeten
Tamamıyla, bütünüyle, cümleten, hepsi.
Hiçbir zaman, aslâ.
katl-i am / katl-i âm
Halkı bütünüyle kılıçtan geçirme.
kayd
Bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi her bir parçası.
kesr
Kırmak. Parçalamak. Parçalara ayırmak.
Mat: Bir bütünün parçalarından her biri.
ketmetmek
Söylemeyerek gizlemek, üstünü örtmek.
kırla
Bir kuş cinsidir ve sulardan balık avlar; derler ki su içine girdiğinde bir gözüyle üstünü gözler, bir gözüyle su içinde avını gözler. Gayet korkak bir kuştur.
kitab-ı mübin / kitâb-ı mübîn / كِتَابِ مُب۪ينْ
Kaderde olan her şeyin gerçekleşmesinde esas tutulan kānunların bütünü; Allahın geçmiş ve gelecekten ziyâde, şimdiki hâle bakan ilmi.
kıyafet
Bir şeyin dış görünüşü, zâhiri.
Bir kimsenin giydiklerinin bütünü.
Heyet, şekil, suret.
Feraset.
Bir kimsenin ardınca olmak.
kolon
Sütun.
(Fransızca)
Matbaacılıkta, dizilen yazı sütunu.
(Fransızca)
kompleks
Bir anda kavranamıyacak şekilde çeşitli sebeblerden, unsurlardan meydana gelmiş.
(Fransızca)
Basit olmayan. Mürekkep.
(Fransızca)
İnsanların davranışlarına, ruh hâllerine yön veren birbirine bağlı şuuraltı hayallerinin bütünü.
(Fransızca)
küll-i alem / küll-i âlem
Âlemin bütünü.
külliyat-ı hakaik / külliyât-ı hakaik
Gerçeklerin bir araya gelmesi, gerçekler bütünü.
külliyen
Bütünüyle.
Bütünüyle.
kurtum
(Çoğulu: Karâtım) Usfur otunun tohumu.
küsfüre
Kanbel otunun tohumu.
kutbiye
Deve ve koyun sütünün birbirine karışması.
kuyud ve hey'at / kuyud ve hey'ât
Bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
kuyudat / kuyûdât
Kayıtlar; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçaları, bütün unsurları.
Kayıtlar; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
kuyudat-ı kelam / kuyûdât-ı kelâm
Sözün kayıtları; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
lasaf
Bir cins hurma.
Gübre otunun diplerinde biter hıyar gibi bir nesne.
Yapışmak.
Kurumak.
Parlamak.
leht
Bir bütünün cüz'ü. Bir şeyin parçası.
(Farsça)
lücube
Davarın sütünün çekilip azalması.
ma-fevk
Üstünü. Üstün olanı.
Bir şeyin üstü, üst tarafı. Baş.
magrib
(Mağrib) Batı taraf. Garb. Güneşin battığı cihet. Akşam vakti. Afrikanın şimâl tarafı. Türkiye'ye nisbetle garbda bulunan Fas, Tunus, Cezayir ve İspanya tarafı.
mahall-i tecelli / mahall-i tecellî
Görüntünün, aksin belirdiği yer.
maksad-ı külli / maksad-ı küllî
Bütünündeki maksat.
manevileşmiş / mânevîleşmiş
Mânâ boyutunun yaşam seviyesine yükselmiş.
mecmu' asar / mecmu' âsâr
Eserlerin bütünü, yaratılmış varlıkların hepsi.
mecmu-u alem / mecmu-u âlem
Âlemin bütünü.
mecmu-u kainat / mecmu-u kâinat
Kâinatın tamamı, bütünü.
mecmu-u kavanin-i itibariye / mecmu-u kavânin-i itibariye
Varsayıma dayalı kanunlar bütünü.
mecmu-u vahşet ve cinayet
Vahşiliklerin ve cinayetlerin bütünü.
mecmuu / mecmûu
Bütünü, tamamı.
meşş
Elini bez ile silmek.
Bir şeyi aldıktan sonra yine almak.
Davarın sütünü sağıp bazısını koymak.
meşyuha
Yavşan otunun yetiştiği yer.
meyş
Halt etmek, karıştırmak.
Koyun sütünü keçi sütüne karıştırmak.
Yünü kıla karıştırmak.
Sözün birazını söyleyip, bir kısmını söylememe.
müfredat
Bir bütünü meydana getiren şeylerin her biri.
Bir şeyin içindekiler.
Basit ve gayr-i mürekkeb şeyler.
Toptan mâlum olan şeylerin tafsilâtı, birer birer zikrolunmuşları.
Edb: Tek tek ve ayrı ayrı beyitler.
Gr: Bir ibareyi meydana getiren kelimelerin her
mürekkebat / mürekkebât
Bir bütünü oluşturan parçalar.
mus'a
(Çoğulu: Musu) Böğürtlen otunun meyvesi.
Bir kuşun adı.
müşavir
İstişare olunacak kimse, kendisine danışılan kişi.
İdare işlerinde yakın yardımcı memur.
Kovanlık üstünde yapılan örtünün direkleri.
müstagşi
Örtünüp bürünen.
mütelebbid
Birbiri üstünü yığılıp kat kat olmuş.
nehur
Burnuna vurmayınca veya burnuna parmak sokmayınca sütünü salıvermeyen deve.
nev'in umumu
Türün bütünü, insanlığın tamamı.
nübüvvet yolu
Tasavvufta insanları Allahü teâlânın sevgisine, rızâsına kavuşturan iki yoldan birincisi ve en üstünü. Velî bir zâtın sohbetinde yetiştikten sonra arada sebeb ve vâsıta olmadan feyzin, kalb bilgilerinin asıl'dan yâni Resûlullah efendimizden alındığı yol. Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan ikinci yo
resul-i ekrem / resûl-i ekrem
Peygamberlerin en üstünü, en kıymetlisi olan Muhammed aleyhisselâm.
rükn
Bir şeyin bir parçasını veya bütününü meydana getiren şey.
Namazın içindeki farz.
Kâbe'nin dört köşesinden her birine verilen isim.
rükn-ü salabet / rükn-ü salâbet
Sağlamlığın, pekliğin direği, sütunu.
sahra-yı kebir
Büyük çöl. Cezayir, Tunus ve Libya'nın güneyinden Çat Çölü hizasına kadar uzanan Afrika'nın en büyük çölü.
sanayi
San'at, zanaat, beceri, hüner; ham maddeleri işleyerek mamul madde haline sokmak için uygulanan işlem ve araçların bütünü; endüstri.
şarid
Tutunup beğenilmiş ve yayılmış şiirler.
Şiir tarzındaki ata sözleri.
şart-ı vücud-u küll
Bütünün varlığının şartı.
şazeli / şazelî
(Ebu Hasan Şazelî) Nureddin Ebu Hasan-ı Şazelî de denildiği gibi Ali bin Abdullah diye de anılmaktadır. Tunus'lu olup Şazeliye Tarikatı kurucusu olarak bilinir. Tasavvufî, ilmî bir çok eseri vardır. Tarikatının tekke ve zaviyesi yoktur. Hicri 654 yılında Mekke-i Mükerreme'ye giderken sahrada dâr-ı b
şehdanec
İncinin irisi ve iyisi.
Kendir otunun tohumu.
şeriat-ı fıtriye-i kübra / şeriat-ı fıtriye-i kübrâ
Kâinattaki düzen ve intizamı sağlayan, bütün varlıkların tabi olduğu büyük kanun; tabiat kanunlarının bütünü.
server-i alem / server-i âlem
Âlemin efendisi, en üstünü Muhammed aleyhisselâm.
setair
(Tekili: Sitâre) Örtünülecek veya perdelenecek şeyler.
seyyid-ül-istiğfar / seyyid-ül-istiğfâr
Duâ ve istiğfârların başı. İstiğfâr duâlarının büyüğü. Allahü teâlâdan günâhın bağışlanmasını istemek için yapılacak duâların en üstünü, en kıymetlisi.
sif'
Toprak.
Buhmâ otunun dikeninin az olması.
şıkk
Bir bütünün parçalarından her biri.
İki ihtimalden ve iki cihetten her biri.
İkiye ayrılmış şeyin bir kısmı.
sitare
(Setr. den) (Çoğulu: Setâir) Örtünülecek, perdelenecek şey.
sokrat
Eski bir Yunan Feylesofu. (M.Ö. 470-400) Vahdaniyete ve ruhun bakiliğine inanmış ve bu fikrini yaymağa çalışmış. "Dünyada yalnız bir şey öğrenebildim, o da hiç bir şey bilmediğimdir." sözü meşhurdur. Devrinin inanışına zıd fikirlerinden dolayı mahkemece kendisine idam kararı verilmiş, baldıran otunu
sütun-u iman
İman sütunu, direği.
ta'rif
(İrfan. dan) Bir şeyi belli noktalar ve işaretlerle inceden inceye anlatıp bildirmek, tanıtmak. Kavl-i şârih.
Bir maddeyi bütünüyle bir ibare halinde anlatmak.
Gr: Bir ismi marife etmek.
Arafat'ta vakfe yapmak.
tahfe
Bakla otunun yukarı ucu.
talam
Esrar otunun tohumu.
tayy-i mekan / tayy-i mekân
Mekân ve mesafe boyutunu atlama, aşma.
tecelli-i timsal / tecellî-i timsal
Görüntünün belirmesi, yansıması.
tekemmüm
(Kümm. den) Örtünüp bürünme.
telcin
Davarın sütünü sağıp memesini boşaltmak.
Kalınlaştırmak.
tenevvüme
(Çoğulu: Tünüm) Kırlarda yetişen küçük yemişli bir ağaç.
teskif
Evin üstünü örtmek.
teveffi
Ölme, vefat.
Bütününü aldırma.
tınab
(Çoğulu: Tunub) Kazığa bağlanan çadır ipi.
umumen
Bütünüyle.
umumun
Genelin, bütünün.
urvet-ül-vüska / urvet-ül-vüskâ
Tutunulacak en sağlam kulp.
İslâmiyet veya Kur'ân-ı kerîm.
Dinde güvenilir, kendisine uyulacak büyük âlim mânâsına, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin üçüncü oğlu olan Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî'nin lakabı.
üstad-ı a'zam
En büyük üstad. Muallimlerin en üstünü ve reisi olan.
vahdetü'l-mevcud
"Yaratıcı, kâinatı oluşturan varlıkların toplamıdır. Allah da kâinat da birdir. Tek olan ilâh kâinatın bütünüdür" şeklinde kâinat hesabına Allah'ı inkâr eden materyalist felsefî düşünce sistemi.
zeydiyye fırkası
Hazret-i Ali'yi sevdiğini söyleyip, diğer Eshâb-ı kirâma düşmanlık besleyen, onlar hakkında kötü sözler söyleyen şîanın kollarından. On iki imâmın dördüncüsü olan Zeynelâbidîn'in oğlu Zeyd'e tâbi olan ve hazret-i Ali, Eshâbın en efdalidir (üstünüdür); bununla berâber Ebû Bekr, Ömer, Osman'ın (r.anhü
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
hidi
Mutasar
Hüsn-ü hilkat
Melküt
güzar
İstinad
Asitane
karibun
hodbin
sagar
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
tünü
Bıyık
misafir
Çeviri
Başarı
Sapkin
vermek
mecbur
Sara
bektaşi