REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te tûy ifadesini içeren 139 kelime bulundu...

aciyy

  • (Çoğulu: Acâyâ) Anası öldüğünden, başka kimsenin sütüyle beslenen çocuk.
  • Anası sütünü vermeyip yemeği öğrettiği çocuk.

acur

  • Kabakgillerden bir hıyar cinsi. Üstü hafif olukludur. Bazıları tüylüce olur.

afur

  • Boz tüylü ve kısa boyunlu olan geyik.
  • Zaman.

ağıt

  • Mersiye. Ölen kimse için söylenen ve onu öven ve üzüntüyü anlatan şiir. Ölen için ağlama. (Müslümanlıkta ölenin arkasından aşırı ağlayıp dövünme iyi değildir.)

agser

  • Boz ve esmer renkli, çok tüylü abâ, kilim.
  • Kurbağa yosunu.
  • Karabatak kuşu.
  • Aşağılık ve âdi (adam).

ahseb

  • Çok iyi hesab edilmiş, münâsib.
  • Çok fazla cimri, hasis.
  • Miskin.
  • Saçının rengi kırmızıya yakın.
  • Tüyünün rengi boz renk olan kızıl deve.

akika

  • Yeni doğan bir çocuğun başındaki ana tüyü. Yahut böyle bir çocuk için Cenab-ı Hakk'a şükür niyetiyle kesilen kurbanın adı. Bu kurbana "Nesike" de denir.

akıl / âkıl

  • Akıllı kimse; iyi ve kötüyü, faydalı ve zararlıyı birbirinden ayırabilen kimse.

akl-ı selim

  • İyiyi ve kötüyü fark eden sağlam akıl, sağduyu.
  • (Hiss-i selim) İyiyi kötüyü farkedip, insana hak ve hakikatı, iman ve İslâmiyeti tâkib ettiren akıl ve düşünüş. Normal ve müsbet düşünce.

as

  • Sansar cinsinden siyah kuyruklu, beyaz tüylü kakum denilen bir hayvan, çok kıymetli olan postu için avlanır.

ashar

  • Saçı kızıl adam. Kırmızı tüylü hayvan.

asheb

  • Tüyünün üstü kızıl, içi beyaz olan deve.

atlas

  • İpekten yapılmış kumaş. Üstü ipek, altı pamuk kumaş.
  • Düz tüysüz.
  • Büyük harita.
  • Atlas Okyanusu.

bagsa'

  • Tüyü siyahlı beyazlı olan ve yer yer de benler bulunan koyun.

bavehim / bâvehim

  • Vehimle, kuruntuyla.

bebr

  • Kaplana benzer, ondan daha büyükçe ve pek yırtıcı bir canavar ki, Hindistanda ve Afrikada bulunur. Saldırdığı zaman derisindeki tüyleri kabarıp korkunç bir manzara arzeder. Arslanı bile korkutur bir hayvandır. (Farsça)

bednam / bednâm / بدنام

  • Kötü tanınmış, adı kötüye çıkmış olan. (Farsça)
  • Adı kötüye çıkmış. (Farsça)

berkan

  • Tüyü kıvırcık olan kuzu postu veya kürkü. (Farsça)

çakşır

  • İnce kumaştan yapılan uzun bir çeşit şalvar.
  • Kuşların ayağındaki tüy.

canhıraş / cânhıraş

  • Tüyler ürpertici.

cerda

  • Mahrum, çıplak.
  • Tüysüz, dazlak.
  • Çorak, verimsiz toprak, arazi.
  • Karıştırılmamış.

çuha

  • Tüysüz ince, sık dokunmuş yün kumaş.

cürd

  • Tüysüz, kılsız.
  • Cilt hastası (deve).
  • Tüyleri kısa olan (at).
  • Bitki örtüsü olmayan (arazi).
  • Piyâdesiz (süvâri).

duh

  • Çorak, otsuz ve çıplak arazi. (Farsça)
  • Tüysüz, çıplak yüz ve baş. Köse ve dazlak. (Farsça)
  • Yapraksız ve meyvasız ağaç. (Farsça)
  • Hasırotu. (Farsça)

ebih

  • Yüzünden örtüyü kaldırmayan tesettürlü kadın.

ecred

  • Tüysüz adam, köse. Genç.
  • Çorak, otsuz yer. Bir şey yetişmeyen arazi.
  • Tüyü yumuşak ve kısa olan at.

em'at

  • Gövdesinde kılı olmayan kimse.
  • Tüyü dökülen kurda "zi'b-i em'at" derler.

emel-i vehmi / emel-i vehmî

  • Temelsiz ümit, kuruntuya dayalı beklenti.

emred

  • Henüz tüyü bitmemiş, sakalı gelmemiş olan genç.

enbüre

  • Dere, çay. (Farsça)
  • Tüyü dökülmüş olan hayvan. (Farsça)
  • Dolap beygiri. (Farsça)
  • İşkembe. (Farsça)

enza'

  • Kılsız, tüysüz kimse.

eş'ar

  • (Tekili: Şa'r) Kıllar. Tüyler. Tüycükler.
  • (Şiir) Şiirler, manzum ve güzel yazılar.

evda

  • Yaban faresi.
  • Kursağının tüyleri beyaz olan güvercin.

evham etmek

  • Olmayan bir şeyi var zannederek şüphelenmek, kuruntuya kapılmak.

farfara

  • Hafif meşreblik. Gürültülü. Gürültüye boğmak.
  • Akılsızlık.

ferman-ı mübin / fermân-ı mübîn

  • Hayrı ve şerri, iyiyi ve kötüyü açıklayan ve bildiren emir, buyruk.

furkan

  • Hak ile bâtılı birbirinden ayıran. İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı farkedip ayıran.
  • Kur'an-ı Kerim.
  • Kur'an-ı Kerim'in 25. suresinin ismi.
  • Hak ile batılı ayırmak, iyi ile kötüyü ayırd etmek.
  • Kur'ân-ı Kerim'in adlarından biri.

gafir / gafîr

  • Çok fazla, sayısız, kalabalık.
  • Örten, etrafını çeviren.
  • Umumi.
  • Boyun, boğaz ve kafada olan tüyler.

gamil / gamîl

  • Tüyü gitmiş yumuşak deri.

gaml

  • Tüyünü yolmak için deriyi dürüp gömmek.

gayr-ı mümeyyiz

  • İyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı birbirinden ayıramayan kimse; bunak veya küçük çocuk gibi.

gururiyet

  • Böbürlenme, kuruntuya kapılarak kendini yüksek görme.

halkışer

  • Kötüyü yaratma.

hamir / hamîr

  • Eyer yapmada kullanılan tüysüz beyaz deri.

hatıb

  • (Hatab. dan) Oduncu, odun toplayan.
  • İyiyi kötüyü ayırd edemeyen kimse.

hav

  • Çuha ve buna benzer kumaşların ters yüzlerinde bulunan tüy.
  • Şeftâli gibi bazı meyvelerin üzerlerinde bulunan ince tüy.

hedd

  • Binayı gürültüyle yıkıp göçürmek. Çok ihtiyarlayıp düşkün hâle gelmek.
  • Zayıf ve korkak.

helyostat

  • Yansıyan güneş ışınlarını, belli bir doğrultuya yöneltmeğe ve bu doğrultuda tutmaya yarayan bir ayna ile bir ayar sisteminden meydana gelen tertibat.

hicabi / hicabî

  • Zar ve perde ile alâkalı ve ona müteallik. Perde ve örtüye âit.
  • Mahcub. Utangaç.

hıyanet / hıyânet

  • Hâinlik. Vefasızlık. İtimadı kötüye kullanmak. Sözünde durmayıp oyun etmek.
  • Hâinlik. Birine kendini emîn tanıttıktan sonra, o emniyeti bozacak iş yapmak; vefâsızlık, îtimâdı kötüye kullanmak, sözünde durmamak.

hüdüd

  • Çok yaşlı ihtiyar. İhtiyar ve zayıf olmak.
  • Bir binayı gürültüyle yıkıp göçürmek.

hurşun

  • (Çoğulu: Harâşın) Ufacık bıtırak. (Davarların tüyüne yapışır.)

huş

  • Akıl, fikir, zekâ, iyi ile kötüyü ayırma hissi. (Farsça)
  • Ruh, can. (Farsça)
  • Ölüm, (Farsça)
  • Zehir. (Farsça)

ifsad etme

  • Bozma, kötüye kullanma.

ihanet / ihânet

  • Hâinlik etmek, güveni kötüye kullanmak, sadâkat göstermemek.
  • İsyân etmek, karşı gelmek.
  • Küçük düşürmek, tahkîr etmek, hafife almak.

ihram / ihrâm

  • Mîkât denilen mahalde (yerde) hacca veya umreye niyet ederek, peştemal gibi dikişsiz iki parça örtüyü giymek ve telbiye getirmek sûretiyle, daha önce mubah (serbest) olan bâzı şeyleri kendine haram kılmak yâni bunları yapmaktan sakınmak. İhrâmlı kims eye muhrim denir. İhrâm elbisesinin belden aşağı

ikşi'rar

  • Ürperme. Ürkmeden dolayı tüylerin diken diken kalkması ve derinin iğne iğne kabarması.

imlas

  • Karanlık.
  • Karışma.
  • Koyunun tüyü dökülme.

ırza-i gayr-i maderi / ırzâ-i gayr-i mâderî

  • Çocuğu hayvan sütüyle besleme.

ırza-i maderi / ırzâ-i mâderî

  • Çocuğu ana sütüyle besleme.

isb

  • Kasık tüyü.

kadime

  • Ordunun ileri karakolu.
  • Kuşun kanadının ön tarafındaki uzun tüyleri.

kataif

  • (Tekili: Katife) Saçaklı, tüylü havlular; ehramlar.
  • Kadayıf tatlısı.

kavadim

  • (Tekili: Kadime) Kuyruklar.
  • Kuşların kanatlarının ön tüyleri.

kej

  • Çarpık, eğri. Kumral. Tüylü keçi. (Farsça)

kufuf

  • Kişinin korkudan tüyü ürperip kalkmak.

laglaga

  • (Çoğulu: Laglag) Ördekten küçük bir güzel kuştur, başında az miktar beyaz tüyü vardır. Türk diyârında yavrusunu çıkarıp kış günlerinde Mısır'a gider.

luk

  • Kısa tüylü yük devesi. (Farsça)

maalesef

  • Üzülerek, üzüntüyle beraber.

mahzuniyetle

  • Üzgün olarak, üzüntüyle.

matemalud / mâtemâlûd

  • Matemli, hüzne bulanmış, üzüntüye boğulmuş.

menfi siyasetçilerin fetvaları / menfi siyasetçilerin fetvâları

  • Siyaseti kötüye kullanan veya rakiplerini yok etmeye yönelik siyaset yapan kişilerin ortaya attıkları hükümler, görüşler.

meriş

  • Üzerinde kuş tüyü olan nesne.

mersiye

  • Birisinin ölümü hakkında yazılan, üzüntüyü dile getiren manzume, ağıt.

mevhum / mevhûm / موهوم

  • Vehmolunmuş, aslı esâsı yokken zihinde kurulmuş olan, kuruntuya dayanan. Hayâlî.
  • Vehmedilmiş, asılsız, kuruntuya dayalı. (Arapça)

mihenk

  • (Mihek) Altının ayarını anlamaya mahsus bir taş. Ölçü. İyiyi kötüyü ayıran, ayar âleti.
  • Mc: Bir insanın kıymetini, ahlâkını anlamaya yarayan vasıta.

mirşem

  • Ekmek tozunu silecek tüy süpürge.

mübin

  • Hayrı şerri, kötüyü iyiyi ayıran.
  • Açık, besbelli.
  • Din-i mübin: İslâm dini.

mucib-i teessür

  • Üzüntüye sebep olan.

muhmel

  • Tüylü ve saçaklı nesne.

mümeyyiz

  • Temyiz eden, ayıran, iyiyi kötüyü farkeden.
  • İmtihandaki talebenin bilgisini imtihan ederek yoklayan kimse.
  • Gr: Tırnak işareti.

münekkid

  • Tenkid edici. Kötüyü iyiyi ayıran ve onları söyleyen, kusurları söyleyen.

müstefti / müsteftî

  • (Fetva. dan) Bir müftüye müracaat edip bir mes'ele hakkında fetva isteyen.
  • Bir müşkülün halledilip çözülmesini isteyen.

mutavvaka

  • Halka biçimi boynunda tüyler olan güvercin kuşu.

mütezemmil

  • Tezemmül eden. Elbiseye, örtüye bürünen.

muy

  • Tüy. Saç. Kıl. (Farsça)

muyan

  • (Tekili: Muy) Kıllar. Tüyler. (Farsça)

nahise

  • Koyun sütüyle karışık keçi sütü.

nu'nua

  • Devenin boyun eti.
  • Horozun boyun tüyü.

nüsal

  • Hayvandan dökülen tüyler.

nüsul

  • Tüy dökme.

per / پر

  • Kanat. (Farsça)
  • Kuşların iri tüyü, yelek. (Farsça)

post

  • Tüylü hayvan derisi.
  • Tüylü hayvan derisi. (Farsça)
  • Mc: Makam, mevki. (Farsça)

rehber

  • Yol gösteren, kılavuz; bir kimseye veya bir topluluğa iyi ile kötüyü görmesinde ve doğru yolu bulmasında yardımcı olan, insanı Allahü teâlânın rızâsına kavuşturmaya çalışan, ilim ve ahlâk sunan zât.

riş

  • Yara. (Farsça)
  • Yaralı. (Farsça)
  • Tüy. Kıl. Kuş kanadı. (Farsça)
  • Sakal. (Farsça)

sa'l

  • Başı küçük olan kimse.
  • Başı küçük deve kuşu.
  • Tüyü gitmiş eşek.

saderu

  • (Çoğulu: Sâderuyân) Yüzünde tüy bitmemiş genç delikanlı. (Farsça)

saf

  • Tüylü ve yünlü hayvan.

şahbal / شاهبال

  • (Şehbal) Kuş kanadının en uzun tüyü. (Farsça)
  • Kanattaki en uzun tüy. (Farsça)

sebed

  • Sepet.
  • Az saç, kıl. Başta az tüy olması.

şehbal / şehbâl / شهبال

  • Kanattaki en uzun tüy. (Farsça)

şehper / شهپر

  • Kuş kanadının en uzun tüyü. (Farsça)
  • Kuş kanadındaki en uzun tüy. (Farsça)

sinn-i temyiz / سِنِّ تَمْيِيزْ

  • İyi ile kötüyü farketme yaşı olan yedi yaşı.
  • (İyi ve kötüyü) Ayırt etme yaşı.

sorguç

  • Başa takılan tuğ.
  • Bazı kuşların tepelerinde bulunan tüyden süs.

su'-i ihtiyar / sû'-i ihtiyâr / سُوءِ اِخْتِيَارْ

  • (İrâdesiyle) kötüyü tercîh etme.

su'-i isti'malat / sû'-i isti'mâlât / سُوءِ اِسْتِعْمَالَاتْ

  • Kötüye kullanmalar.

su-i ihtiyar / sû-i ihtiyar

  • İradenin kötüye kullanımı.
  • İradeyi kötüye kullanma.

su-i istimal / su-i istimâl / sû-i istimâl / سوء استعمال

  • Kötüye kullanma.
  • Kötüye kullanma. Eldeki nimeti veya fırsatı boşuna yahut kendi menfaatine kullanma.
  • Kötüye kullanma.
  • Kötüye kullanma.

su-i istimalat / su-i istimâlat / sû-i istimâlât

  • Kötüye kullanmalar.
  • Kötüye kullanmalar.

su-i kesb / sû-i kesb

  • Fiilin kötüye kullanılması, kötüyü kazanma, elde etme.

su-i tefsir / sû-i tefsir

  • Yanlış ve hatalı yorum, kötüye yorumlama.

süham

  • (Sühamî - Sühamiye) Lezzetli, sindirici, hoş içilecek şey.
  • Kuş yelekleri arasındaki yumuşak tüyler.
  • Yumuşak kumaş, elbise.

suiistimal / suiistimâl / sûiistimal / sûiistimâl

  • Kötüye kullanma.
  • Kötüye kullanma.
  • Kötüye kullanma.

suiistimalat / sûiistimâlât

  • Kötüye kullanımlar.

suistimal / suistimâl

  • Bir şeyi kötüye kullanma.

tagyir

  • Başkalaştırma. Değiştirme. Bozma.
  • İyiden kötüye değiştirme.

tahsir

  • Hasret bırakma. Hasret etme.
  • Kuşun tüyünü bırakması, dökmesi.

tayr

  • (Çoğulu: Atyâr-Tuyur) Kuş.
  • Uçmak (mânasına mastardır.)

temessül etme

  • Benzeme, aynı görüntüyü yansıtma.

tensil

  • (Kuş ve diğer hayvan) tüylerini yeleklerini, yününü ve kılını döküp kavlamak.

teşa'ur

  • (Şa'r. dan) Kıllanma, tüylenme.

teşe'üm

  • Kötüye yorma. Uğursuz sayma. Bu anlayış dinimizde men edilmiştir.
  • Sola dönme.
  • Sola yatma.
  • Bir şeyi uğursuz saymak, kötüye yormak.

teselli verme / tesellî verme

  • Üzüntüyü hafifletme, acıyı dindirme, rahatlatma.

teşêüm

  • Kötüye yorma.

teşvit

  • Tüyü ve kılı gitsin diye ateşe tutmak.

tevehhüm

  • Kuruntuya kapılma, sanma, zannetme.

tevehhümkarane / tevehhümkârâne

  • Vehimlenerek, kuruntuya kapılarak.

teys

  • (Çoğulu: Tüyüs-Tiyese-Etyâs) Erkek keçi, teke.

tıls

  • (Çoğulu: Atlâs) Sahife.
  • Mahvolmuş nesne.
  • Tüyü dökülmüş olan deve uyluğunun derisi.
  • Elbisenin eskimesi.

ulemaüs-su ashabı / ulemâüs-sû ashabı

  • İlmi kötüye kullanarak dünyaya yönelik menfaatler için ilmi âlet yapan âlimler ve onlara tâbi olanlar,uyanlar.

ürümek

  • Havlamak. (İt ürür, kervan yürür)Ürüyen köpek ısırmaz: Tehdit savuran, işi gürültüye boğan kimselerden yılmamak lâzım geldiğini anlatır. (Farsça)

vati

  • Yumuşak ve kolay olan şey. (Kuş tüyünden yapılmış yastık gibi)

vehmi / vehmî / وهمى / وَهْم۪ي

  • Kuruntuya dayalı, evham üstüne kurulmuş. (Arapça)
  • Kuruntuya âit.

verise / verîse

  • Veris otuyla boyanmış nesne.

vicdan / vicdân / وجدان

  • İyi ile kötüyü ayırt edip değerlendirme duygusu. (Arapça)

ya'fur

  • (Çoğulu: Yaâfir) Tüyleri toprak renginde olan ceylân.
  • Ceylân yavrusu.
  • Gecenin beşte veya altıda bir bölümü.
  • Peygamberimizin merkebinin adı.

zahk

  • Hastalıktan dolayı tilkinin tüyü dökülüp derisi açılması.

zegab

  • Kuş yavrusunun üstünde olan sarıca tüyler.

zened

  • (Hâl sigası Zeden masdarından) Vuruyor, çarpıyor, tutuyor (meâlinde). (Farsça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın