REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te sözde ifadesini içeren 69 kelime bulundu...

asalet

  • Temiz soyluluk. Soy sop temizliği. Köklülük.
  • Rüsuh.
  • Metanet. Necabet. Zâdegânlık.
  • Kendi işi için bizzat ve kendisi nâmına hareket.
  • Edb: Yazıda veya sözde bayağı tâbirlerin bulunmaması.

bedpeyman

  • Verdiği sözde durmayan. Sözünün eri olmayan. Sözünü tutmayan. (Farsça)

beyan-ı tefsir

  • Huk: Mücmel ve mübhem bir sözden maksadın ne olduğunu açıklayan beyan.

cezalet / cezâlet

  • Sözde kelimelerin düzgün dizilişinden doğan güzellik.

cinas

  • Benzeyiş, münâsebet.
  • Edb: Birçok mânâya gelebilen söz, imalı, telmihli söz. telâffuzu bir, mânası ayrı olan kelimelerin bir sözde bulunması. Bunu yapmaya "tecnis" denir, o kelimelere de "cinas" denir.

dall-i bi-l ibare / dâll-i bi-l ibare

  • (Dâllibilibâre) Fık: Bir ifade veya sözden muayyen bir mânanın ve hükmün anlaşılması. Meselâ: "Zekât, müslümanların fakirlerine verilir, hiçbir zengine verilmez" ibaresi zekâtın yalnız müslüman fakirlere verileceğine delâlet-i mutabıkıyye ile delâletidir. Zengin olan belli şahıslara da verilemeyeceğ

dall-i bi-l işare

  • (Dâllibilişâre) Sözdeki mânanın işâretine göre delil olmak. Üç nevi delâletten biri ile sevkedildiği mânanın gayrisine yâni; söylenince maksud-u asli olmayan bir mânaya delâlet eden lâfızdır. Meselâ: "Cenab-ı Hak bey'i helâl, ribâyı haram kılmıştır." ibâresi, bey', yani alış-veriş ile ribâ (fâiz) ar

elkıssa

  • Sözün kısası, sözden anlaşıldığına göre, hülâsa.

fasl-ı hitab / fasl-ı hitâb

  • İki söz arasını ayıran kelime veya isimlerden biri. Önsözden sonra asıl maksada giriş.
  • Fık: Şahitlerin gösterdiği delil veya yeminlerinden sonra hâkimin hükmetmesi.
  • Hakkı bâtıldan ayırarak, nizaı ayırt edip kesmek ve halletmek. Herşeyi kemal-i vüzuh ile fasledip hakikatını gö

fuhş

  • Edeb ve terbiyeye uymayan hareket.
  • Haddini aşmak. Çirkin, kötü. İş ve sözde taşkınlık. Haram.
  • Çok günah ve çok fena bir fiil olan zina.

gadr

  • Verdiği sözde durmamak.
  • Zulüm, haksızlık.

harf-aşina

  • Harfleri birbirinden ayırdedebilen.
  • Mc: Sözden anlayan.

hayal-perestlik

  • Sözde, hakikati rencide edecek şekilde lüzumsuz hayallere yer vermek.

hays

  • Hayvan leşinin kokması.
  • Bir kimseyi aldatmak.
  • Sözde durmamak, ahid bozmak.
  • Fâsid olmak.

hücnet

  • Kusur, noksan, ayıp.
  • Bayağılık, karışıklık, soysuzluk.
  • Sözdeki ayıp.

hulf

  • Ahdinde durmamak. Ahdini bozmak. Sözde durmamak.
  • Nakz.

hulfü'l-vaad

  • Verdiği sözden dönme.

hulfülvaad

  • Sözden dönme.

hüsn-ü kelam / hüsn-ü kelâm

  • Sözdeki güzellik.

hüve nüktesi

  • On Üçüncü Sözden bir bölüm.

ibaha mezhebi / ibâha mezhebi

  • Dinî kuralları, ahlâk ve namus prensiplerini, şahsî mülkiyet kavramını tanımayan sözde özgürlükçü batıl bir akım.

ifrat / ifrât

  • Bir işte, sözde veya davranışta haddi aşma, pek ileri gitme, aşırı olma.

ihlaf / ihlâf

  • Sözden dönme, yalan söyleme.

ihtiyan

  • Sözde durmama, emanete hiyanet etme.

ilgaz

  • (Lugaz. dan) Sözde maksadı gizleme.

imrac

  • Ahde vefa etmeme, sözden cayma.
  • Hayvanı çayıra salıverme.

istidradi / istidrâdî

  • Bir sözde asıl gayeden bahsederken bağlantılı olarak ikinci derece başka konulardan bahsetmek.

istidrak

  • Nâil olmak, ulaşmak, varmak.
  • Anlamak.
  • Gr: Bir kelimeyi, evvelki sözden neş'et eden bir tevehhümü kaldırmak için kullanmak.

istiglak

  • Sözde durma. Kesin olarak pazarlık etme.

istinbat / istinbât

  • Bir iş veya sözden gizli bir anlam çıkarmak, tahmin etmek.
  • Bir sözden gizli bir mânâ çıkarma.

kabil-i hitab

  • Sözden anlar. Kendisi ile konuşulabilir olan kimse.

kavli / kavlî

  • Söz ile ilgili, söz olarak, sözde.

lafziye

  • Sözde ve yazıda görülen ve çok defa tasannua kaçan kelime süsleri.

lakinne / lâkinne

  • İstidrak edatıdır. İdrak istemek, anlamak istemek edatıdır ve bulunduğu kelimede bir şeyin anlamak istendiğini bildirir. Evvelki sözden neş'et eden bir tevehhümü kaldırmak için kullanılır.

leclece

  • (Sözde) karasızlık, tereddüt.
  • Lokmayı ağızda döndürmek ve çiğnemek.

ma'na / ma'nâ

  • (Mânâ) İç, içyüz. Bir sözden veya birşeyden anlaşılan. Lâfzın delâlet ettiği şey.
  • Rüya, düş.
  • Dilemek, irade.
  • Lafızdan (sözden) anlaşılan, kastedilen şey.

makam-ı mana-yı mefhum / makam-ı mânâ-yı mefhum

  • Bir sözden çıkarılan mânânın, anlamın derecesi.

makatı'

  • (Tekili: Ka, uzun okunur) Kesmeler. Kesişmeler. Kesişen yerler.
  • (Kat') Sözdeki veya nazımdaki durak yerleri. Heceler.

malemyekün

  • Sözden ibâret.

mananın dikkati / mânânın dikkati

  • Bir sözdeki mânânın derinliği ve inceliği.

manay-ı muradi / mânây-ı murâdî

  • Bir sözde anlatılmak, ifâde edilmek istenilen, kastedilen mânâ.

mefhum

  • Anlaşılan. Mânâ. İfade. Sözden çıkarılan mânâ.
  • Anlaşılmış.
  • Sözden çıkarılan mânâ, kavram.

mefhum-i muhalif

  • Bir sözden çıkarılan zıt mânâ.

mefhum-ı muvafık / mefhûm-ı muvâfık

  • Lafızda (sözde) zikredilmeyen mânânın bizzat zikredilen mânâya hükümde uygunluğu.

mefhum-u muhālif / mefhûm-u muhālif / مَفْهُومُ مُخَالِفْ

  • Sözden anlaşılan ma'nanın zıddı.

mefhum-u muvafık / mefhûm-u muvâfık / مَفْهُومُ مُوَافِقْ

  • Sözden anlaşılan ma'na.

muazale

  • Bir sözün mânasını başka sözle bağlayıp kelâmı arka arkaya getirme.
  • Kafiyeyi ayrılmıyacak şekilde mâkabliyle bağlama.
  • Sözde kelimeleri tekrarla kullanma.

mülzimane

  • Sözde susturmağa zorlıyarak. Sustururcasına.

münasebat-ı mefhumiye / münasebât-ı mefhumiye

  • Sözdeki mealin gerçeğe uygunluğu.

müstetbeat

  • Edb: Söze, kelâma tâbi olan mânalar. Sözdeki telvihat ve telmihat. Söz söylerken arasında işaretle anlatmalar.

müstetbeat-üt terakib

  • Sözdeki birbirine bağlı, işaretli mânalar.

mutneb

  • Uzatılmış. Uzatılan söz. Sözdeki itnâb, yâni; uzunluk.

muvafakat-ı mefhumiye

  • Sözden çıkarılan meallerin uygunluğu.

nakz-ı ahd

  • Anlaşmayı bozma, muâhede hükümlerini bozma. Verilen sözde durmama. (Nebz-i ahd da denir)

nükte

  • Güzel mânâlı söz.
  • Derin düşünerek ve zihni yorarak ilmî, edebî veya başka bir söz ve yazıdan çıkarılan ince mânâ. Meselâ bu sözde bir nükte vardır, bu şiirin nüktelerini anlamak kolay değildir, denir.

nükte-i azime / nükte-i azîme

  • İnce sözdeki mânâ yüceliği.

rücu'

  • Geri dönme, vazgeçme, cayma. Sözünden dönme.
  • Edb: Bir fikri daha kuvvetli anlatmak için söylenilen sözden caymış gibi görünmek.

sakat

  • Bir tarafı bozuk, eksik veya asla bir işe yaramaz olan.
  • Yanlışlık (yazıda veya sözde).

sakta

  • (Çoğulu: Sakatât) Sözdeki bozukluk veya yanlışlık.

sebat

  • Yerinden oynamamak, dayanmak. Kararlı olmak.
  • Sözde durmak, ahde vefâ etmek. İman ve İslâmiyete hizmette, Allah'a ibadet ve taatta sâbit ve berkarar olmak.
  • Bir meslekte, meşru bir kanaatte veya bir fikirde kararlı bulunmak, sağlamlık göstermek.

sühandan / سخندان

  • Söz bilen, sözden anlayan. (Farsça)

takdir-i kelam / takdir-i kelâm

  • Sözün gelişi; sözde zikredilmeyen bir lafzı sözün gelişinden anlayıp belirtmek.
  • Söze değer vermek.
  • Sözün kıymeti. Sözden anlaşılan husus.

tanzimat-ı hayriye

  • Osmanlı Devletinde Sultan Abdülmecid zamanında başlayan ve (1839-1876) tarihleri arasındaki devreye Tanzimat-ı Hayriye denir. Sözde ıslahat için çalışılan devirdir. Bu, Gülhane Hatt-ı Hümayunu namında padişah fermanı ile başlatıldı. Bu devirde her şey yeniden tanzim edilecekti, yeni müesseseler kuru

tariz / târiz

  • Dokundurma, iğneleme; sözde bir yönü göstererek başka bir yönü kastetme sanatı, meselâ; insanlara zarar veren kimseye "İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır." diyerek o kimsenin hayırlı biri olmadığını söylemek gibi.

teşbih-perestlik

  • Sözde lüzumundan fazla teşbihe, benzetme san'atlarına yer verme.

tevcih-i kelam / tevcih-i kelâm

  • Sözle işarette bulunmak.
  • Birbirinin zıddı muhtelif mânaya gelebilen kelimeyi sözde kullanmak.

yekzeban

  • Söz birliği. Ağız birliği. Sözde beraberlik.
  • Aynı dili konuşan. Bir dilde.

zahir hamiyetperverlik / zâhir hamiyetperverlik

  • Sözde hamiyetperverlik; sadece sözde kalan vatan ve milleti koruma sevigisi.

zahir mana / zâhir mânâ

  • Lafızdan (sözden) anlaşılan, açık, görünen mânâ.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın