Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
sulu
ifadesini içeren
246
kelime bulundu...
merfu' hadis / merfû' hadîs
Sahâbe-i kirâmın (Resûlullah efendimizin sohbetinde yetişmiş mübârek arkadaşlarının); "Resûlullah'tan işittim, böyle buyurdu" diyerek haber verdikleri hadîs-i şerîf. Buna, hadîs-i mevsûl de denir.
mescid-i kuba / mescid-i kubâ
Resûlullah efendimizin Mekke'den Medîne'ye hicret ederken Kubâ köyünde yaptıkları mescid.
ab-dest
Namaz ve sair dini ibadetler için usulüne uygun olarak, el, ağız, burun, yüz, dirseklere kadar kolları ve topuk kemiği üzerine kadar ayakları üçer defa yıkamak ve kulaklara, başa ve enseye meshetmektir.
(Farsça)
Azarlama, paylama.
(Farsça)
ab-nak
Sulu, ıslak, nemli.
(Farsça)
abdar / âbdâr / آبدار
Sulu.
(Farsça)
Parlak.
(Farsça)
Hoş.
(Farsça)
abek / âbek / آبك
Sulu, su dolu olan şeyler.
Çıban.
Civa. (Hg).
Sulu.
(Farsça)
Cıva.
(Farsça)
adalet-i izafiye / adâlet-i izafiye
İzafi adalet veya adâlet-i nisbiye de denir. Küll'ün selâmeti için, cüz'ü feda eden adalet usulüdür.
akvarel
Sulu boya resim.
ala
İtl. İtalyancadan gelen tabirlerin başında bulunup (usulünce, tarzında) manasını ifade eder. Meselâ: Alaturka: Türk tarzında gibi.
alafranga
İtl. Frenk tarzında olan, Fransız usulü.
alak / علق
Kan pıhtısı.
(Arapça)
Sülük.
(Arapça)
alaturka
İtl. Türkvari, Türk usulü, Osmanlı usulü.
Türk usûlü.
albümin
Tıb:Nebat ve hayvanların etli ve sulu kısımlarında bulunan karbon, oksijen, azot, hidrojen ve kükürt bileşiği gıdalı madde.
(Fransızca)
alek
Sülük.
Kan pıhtısı.
aleka
(Çoğulu: Alekat) Yapışkan balçık, çamur.
Kan pıhtısı.
Uyuşmuş kan.
Sülük.
ara / arâ
Mıntıka, bölge.
Komşuluk.
Avlu.
Çıplaklık.
Geniş, çıplak arazi.
arazi-i uşriyye / arâzi-i uşriyye
Mahsûlünden (ürününden) uşur denilen zekatın alındığı topraklar. Müslüman devletlerde harb ile alınıp gâzîlere (askerlere) taksim edilen veya isteyerek İslâm'ı kabûl edenlerin ellerinde bırakılan yâhut devlet reisinin (başkanının) izni ile müslümanlar tarafından işlenip faydalanılır hâle getirilen m
arşi ve süllemi / arşî ve süllemî
Devir ve teselsülü inkâr maksadıyla yukarıya doğru gittikçe daralan ve tek bir yaratıcının varlığına dayanan mantıkî delil.
asar / âsâr
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden veya O'nun huzûrunda bulunmakla şereflenen arkadaşlarından (Sahâbe) ve onları görmekle şereflenen müslümanlardan (Tâbiînden) bildirilen haberler.
bab-ı cibril / bâb-ı cibrîl
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem Medîne-i münevverede yaptırdığı mescidinin doğu tarafındaki kıbleye yakın olan kapısı. Bu kapıya, hazret-i Osman'ın evinin karşısında bulunması sebebiyle Bâb-ı Osmân; Resûlullah efendimiz hazret-i Osm an'ın evini ziyâret etmek üzere bu kapıdan girip
bedel-i nakdi / bedel-i nakdî
Eskiden fiili askerlik hizmeti yerine belli bir miktarda para verilmesi usülü idi.
bid'at-ı hasene
Resûlullah'ın ve dört halîfesinin zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olmayan minâre, medrese, mektep yapmak, İslâmî ve faydalı kitaplar yazmak gibi güzel şeyler.
bid'at-ı seyyie
Resûlullah'ın ve Eshâbının zamanlarında bulunmayıp da, dinde sonradan meydana çıkan ve bir sünnetin unutulmasına sebeb olan bozuk inanış ve ibâdet olarak yapılan işler.
bint-ül-fikir
Düşünce mahsulü.
biyoterapi
Tıb: Bazı hastalıkların tedavisinde canlı varlıklardan faydalanma usûlü.
buhur-dan / buhur-dân
Tütsülük.
(Farsça)
buhurdan / بخوردان
Tütsülük, tütsü kabı.
(Farsça)
bur
Fıstıkî renk.
(Farsça)
Sülün.
(Farsça)
Doru at.
(Farsça)
busayri / busayrî
(Şeref-üd-din) (Mi: 1213-1295) Busayr'da doğdu. Meşhur Arap şair ve hattatıdır. "Kaside-i Bürde" sahibidir. Esas ismi "El-Kevakib-üd-Dürriyye fi Medh-i Hayrilberiyye" olan kasidesine; tutulmuş olduğu hastalıktan, rü'yasında Resûlullah'ın hırkasını (bürde) üzerine örtüp şifa bulması sebebiyle "Kaside
cem-ul cevami'
Eski medreselerde okutulan Dört Hak Mezhebin fıkıh usûlünü içine alan, Usûl-i Fıkh'ın en son kitabı. Müellifi Şâfiî âlimlerinden İbn-üs Sübkî'dir.
cemaat
Topluluk. Bir yere toplanmış insanlar. Takım, bölük.
Fık: Bir imama uyup namaz kılan müslümanların heyeti. Bir mezhebe tâbi bir heyet teşkil eden ahali.
Aralarındaki münasebetleri din, örf ve âdetlere göre tanzim eden, akrabalık, komşuluk, hemşehrilik gibi rabıtalarla birbiri
ciret
Komşuluk.
civariyyet
Komşuluk, yakınlık, aynı civarda oluş.
cüvar
(Civâr) Yakınlık. Komşuluk.
Himâyet, korumak.
Riâyet.
Süt emen deve yavrusu.
Karga sesi.
Öküz avazı.
daib / dâib
Âdet ve usulünde devam eden.
daibeyn / dâibeyn
Âdet ve usulünde devam eden iki şey.
de'b-i edeb / دَأْبِ اَدَبْ
Edebin usulü, tarzı.
delil-i arşi ve süllemi / delil-i arşî ve süllemî
Eski mantıkta Vahdaniyyet-i İlâhiyyeyi ve teselsülün muhaliyyetini isbat bahislerinde geçen delillerdendir.
devletçilik
Halk işlerinin, hususan büyük sanayi ve ziraatin devlet vasıtası ile işletmesi usulü. Cemiyetin umuma âid olan işleri ve bu işler için lâzım gelen teşkilât, müessese ve sâirelerini devlet eliyle yapılmasını kabul eden idâre sistemi.
Halkın hususi teşebbüslerini veya büyük müesseseler
devr-i saadet
Saadet devri; Resûlullahın yaşadığı mutluluk asrı.
dirayet tefsiri / dirâyet tefsîri
Resûlullah'tan sallallahü aleyhi ve sellem gelen rivâyetler (açıklamalar) esas alınarak, Kur'ân-ı kerîmin lisan bilgilerine ve zamanın fen bilgilerine, aklî ilimlere göre yapılan açıklaması. Bu tefsîre ma'kul, re'y tefsîri ve te'vîl de denir.
div-çe
Sülük.
(Farsça)
Kadın tuzluğu adı verilen bir bitki çeşiti.
(Farsça)
Ağaç kurdu, güve.
(Farsça)
Arka kaşağısı.
(Farsça)
dünya / dünyâ
Yer küresi.
Ölümden önce olan her şey.
Kalbi Allahü teâlâdan gâfil eden, O'nu unutturan her şey.
Allahü teâlânın haram (yasak) ettikleri ile Resûlullah efendimizin mekrûh dediği şeyler.
ekseriyet-i sülüsan
Ekseriyet kazanacak tarafın en az mevcudun sülüsânı (üçte ikisi) miktarında olması şartıyla olan ekseriyet.
emin / emîn
Kendisine güvenilen.
Peygamber efendimizin lakabı. Peygamber olduğu bildirilmeden önce de, Kureyş kabîlesi Resûlullah'a sallallahü aleyhi ve sellem çok güvenir, inanır ve; "Muhammed-ül-emîn" derlerdi.
Vücuttaki bütün âzâlarını İslâmiyete uygun şekilde ve uygun yerlerde kullan
enis
(Üns. den) Dost, arkadaş, ünsiyet edilmiş olan. Alışılmış, kendisi ile ülfet edilmiş olan. Sevgili.
Sulu ve ağaçlı yerlerde bulunan ve sesi gayet hoş bir kuş. Çeşitli nağmelerde öter, kâh deve gibi kükrer ve at gibi kişner; insana alışır.
Yaban horozu.
ensar / ensâr
Yardımcılar. Mekke'den Medîne'ye hicretten sonra, Resûlullah efendimize ve Mekke'den gelen müslümanlara yakın alâka gösterip, malları, mülkleri, bedenleri ve her şeyleri ile yardım eden Medîneli müslümanlar.
esbab-ı nüzul / esbâb-ı nüzûl
Kur'ân-ı kerîm âyetlerinin, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize indiriliş sebebleri.
eshab-ı kiram / eshâb-ı kirâm
Mü'min olarak Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemi gören ve mü'min olarak öldüğü bilinen mübârek insanlar ve cinler.
eşhedu enne muhammede'r-resulullah / eşhedû enne muhammede'r-resulullah
"Şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın resulüdür".
eslas
(Tekili: Sülüs) Sülüsler, üçde birler, üçde bir parçalar.
essalatü vesselamü aleyke ya resulallah / essalâtü vesselâmü aleyke yâ resulallah
Allah'ın salât ve selâmı üzerine olsun ey Allah'ın Resûlü.
farzi / farzî
Farzedilene, tahmin olunana dair. Takdir ve tahmin usulüne dayanan ve ona müteallik.
fenafirresul / fenâfirresûl
Resûlullaha (a.s.m.), onda fâni olacak seviyede bağlanma.
firudest
Birkaç hânendenin hep bir ağızdan usûlüne uygun olarak söyledikleri nağme.
(Farsça)
galle-i vakf
Vakfın faide ve mahsulü. Bununla vakfın tabiî ve hukukî semereleri anlaşılır. Vakıf paraların ticareti ve vakıf akarların kirası, vakıf bahçelerin sebze ve meyveleri bu kabildendir.
hacc-ı kıran
Hac aylarından önce veya hac aylarında hac ile umrenin ikisi için birden ihrama girilip umre yapıldıktan sonra usulü dairesinde ifa edilen hacca denir. Bunu yapan kimseye "karin" denir.
hacc-ı temettu'
Hac mevsiminde evvelâ umre için ihrama girilip umre yapıldıktan sonra; aynı mevsimde daha yurda, aile ocağına dönülmeden tekrar ihrama girilerek usulü dairesinde yapılan hacdır. Bunu yapan kimseye "mütemetti" denir.
hacc-ül haremeyn / hâcc-ül haremeyn
Usulüne uygun surette, Mekke-i Mükerreme'yi ve Medine-i Münevvere'yi ziyaret eden.
hacce / hâcce
(Çoğulu: Havâcc) Hacca giden, usulüne uygun olarak Kâbe'yi ziyaret ederek hac vazifesini yerine getiren kadın veya kız.
(Çoğulu: Hâcc) Bir cins diken.
hace-i alem / hâce-i âlem
Âlemin, kâinâtın mürşidi, rehberi, yol göstericisi mânâsına Resûlullah efendimize mahsûs bir ünvan.
hadika / hadîka
Etrafı duvarla çevrilmiş bahçe. Sulu, ağaçlı bahçe.
hadir
Öten güvercin. Kişneyen at.
Üstü koyu, altı sulu olan yoğurt.
hadis-i ahad / hadîs-i âhâd
Hep bir kimse tarafından rivâyet edilen, bildirilen, müsned-i muttasıl (Resûlullah efendimize varıncaya kadar, rivâyet edenlerden yâni nakledenlerden hiçbiri noksan olmayan) hadîs-i şerîfler.
hadis-i cibril / hadîs-i cibrîl
Peygamber efendimiz Eshâbı (arkadaşları) ile otururlarken, Cebrâil aleyhisselâmın insan sûretinde gelip; İslâm'ı, îmânı ve ihsânı sorduğunda Resûlullah efendimizin verdiği cevabları bildiren hadîs-i şerîf.
hadis-i kavi / hadîs-i kavî
Resûlullah efendimizin, söyledikten sonra, peşinden bir âyet-i kerîme okuduğu hadîs-i şerîfler.
hadis-i mevsul / hadîs-i mevsûl
Sahâbînin (Resûlullah efendimizin arkadaşları); "Resûlullah'tan işittim, böyle buyurdu" diyerek haber verdiği hadîs-i şerîfler. Bunda, Resûl-i ekreme kadar rivâyet edenlerin hiç birinde kesinti olmaz.
hadis-i nasih / hadîs-i nâsih
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, son zamanlarında söyleyip, önceki hükümleri değiştiren hadîs-i şerîfleri.
halife / halîfe
Birinin yerine geçen.
Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) vekîlî ve yeryüzündeki bütün müslümanların reîsi (başı).
Bir tasavvuf büyüğünün yetiştirip, hayâtında veya vefâtından sonra insanları terbiye etmek ve talebe yetiştirmekle vazîfelendirdiği talebesi.
hamza
Abdulmuttalib'in oğlu olup, Resulüllah'ın (A.S.M.) amcasıdır. Önceleri, İslâm dinine karşı olanlarla beraberdi. Ebucehil'in İslâm düşmanlığını çok ileri götürmesi karşısında, imana girip Ebucehil ve din düşmanlarına karşı çıktı ve İslâm'a büyük hizmetleri oldu. Uhud Gazası'nda 57 yaşında iken şehid
hannane / hannâne
Resûlullah efendimizin dayanarak hutbe okuduğu, Mescid-i Nebevî'de dikili bulunan hurma kütüğü.
haram
Allah ve resulü tarafından kesin olarak yasaklanmış şey.
hasaret
Cıvık ve sulu şeyin koyulaşıp katılaşması.
Dahâmet peyda etme, irileşme.
haşi / hâşî
Huşûlu.
hateneyn
İki dâmât; Resûlullah efendimizin iki mübârek dâmâdı olan hazret-i Osman ile hazret-i Ali.
hayber
Arap Yarımadasında Hicaz bölgesinin doğu sınırında ve Medine-i Münevvere'nin 170 km. kuzeyinde bir kasabadır. Evleri, yüksek bir kayanın üzerinde kurulmuş olan bir kalenin etrafında bulunur. Hicretin yedinci senesinde vuku bulan Hayber Gazası ile meşhur olmuştur. Aynı sene içinde Hz. Resulullah Efen
hazret-i mahbub-u ilahi / hazret-i mahbub-u ilâhî
Allah'ın sevgilisi, Allah'ın resûlü Hz. Muhammed (a.s.m.).
heft-kalem
Yedi çeşit yazı. Tâlik, sülüs, tevki, muhfak, reyhanî, rik'a ve nesih.
hevr
Birisini itham etmek, töhmet. Zan. Takdir ve tahmin etmek.
Binayı yıkmak, yıkılmak.
Sulu, ağaçlı yer.
Koyun sürüsü.
hicret
Bir yerden başka bir yere göç etmek.
Resûlullah efendimizin Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye göç etmesi.
Müslüman bir kimsenin, dînini korumak için, kâfir memleketinden, İslâm memleketine göç etmesi.
İslâm memleketinde fitne ve kötülük bulunan bir yerden iyi bir yere
hicri / hicrî
Resûlullah efendimizin hicreti ile başlayan hicrî kamerî veya hicrî şemsî takvime göre olan târih.
hicri kameri sene / hicrî kamerî sene
Resûlullah efendimizin hicret ettiği senenin 1 Muharrem gününü (Mîlâdî 16 Temmuz 622 Cumâ gününü) başlangıç olarak alan ve ayın dünyâ etrâfında on iki defâ dönmesini (354-367 güneş günü) bir yıl kabûl eden takvim senesi. Muharremin birinci günü, hicrî kamerî yılbaşıdır.
hicri şemsi sene / hicrî şemsî sene
Resûlullah efendimizin hicret ederek Medîne'ye girdiği Eylül ayının 20'nci Pazartesi günü başlayan ve dünyânın güneş etrâfında bir defâ dönmesini (365,242 güneş gününü) esas alan takvim senesi.
hicri şemsi takvim / hicrî şemsî takvim
Resûlullah efendimizin Medîne'ye hicreti esnâsında Kubâ köyüne ayak bastığı Rebî'ul-evvel ayının sekizinci Pazartesi gününe rastlayan mîlâdî Eylül ayının yirminci gününü başlangıç ve güneş yılını esas alan takvim.
hicri sene / hicrî sene
Resûlullah efendimizin Mekke-i mükerremeden Medîne-i münevvereye hicret ettiği seneyi başlangıç olarak alan takvim senesi.
hilafet / hilâfet
Halîfelik, emirlik, imâmlık (devlet reisliği).
Resûlullah'tan (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra bütün müslümanlara imâmlık ederek İslâmiyet'in emirlerinin tatbik edilmesine nezâret edip, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı yapılan her türlü müdâhaleye cevap vermek vazîfesi.
İnsanları
hilafetname
Tarikata intisab ile usulü dairesinde belirli mevkilere çıkarak irşad mertebesine yükselenlerden isteklilerin irşad ve terbiyesine ruhsat ve izni mutazammın şeyhi tarafından verilen mühürlü vesika.
hükumet-i adl / hükûmet-i adl
Huk: Miktarı şer'an muayyen olmayıp ehl-i vukufun (bilirkişinin) usulü dairesinde takdir ve tayin edeceği diyettir. Buna hükm-ü adl de denir.
hulefa-i raşidin / hulefâ-i râşidîn
Her bakımdan olgun ve Resûlullah Efendimize uyan yüksek halîfeler mânâsına, Resûl-i ekremden (sallallahü aleyhi ve sellem) sonra sırasıyla halîfe olan hazret-i Ebû Bekr, Ömer, Osman ve Ali (radıyallahü anhüm) için kullanılan tâbir.
hun-ab
Sulu kan, kanlı su, su ile karışık kan.
(Farsça)
Mc: Kanlı gözyaşı.
(Farsça)
hutbe
Hitâbe, nutuk, konuşma, vâz. Cumâ namazlarından evvel, bayram namazlarından sonra hatîbin (imâmın) minber denilen yüksekçe yerde cemâate karşı okuduğu Allahü teâlâya hamd, Resûlullah'a salât ve selâm ve mü'minlere nasihat ve duâdan ibâret bir ibâdet.
i'lak
(Alak. dan) Sülük yapıştırmak.
icazet alma / icâzet alma
Eski medrese usûlüne göre bir öğrencinin hocasından öğrendiği ilimler hakkında yeterlilik belgesi alması.
icazet vermek
Medrese usulüne göre okuttuğu dersi bitiren talebeye hocası tarafından izin verilmesi. Bu tasdikan verilen mühürlü kâğıda "icazetname", icazet vermiş olan müderrise de "muciz" denilirdi.
ictihad
Kudret ve kuvvetini tam kullanarak çalışmak. Gayret etmek. Çalışmak.
Anlayış.
Kanaat.
Fık: Şeriatın fer'î mes'elelerine âit hükümleri, İslâm müçtehidlerinin, usulüne uygun olarak, Kur'an ve Hadis-i Şeriflerden çıkarmaları ve bunun için tam gayret etmiş olmaları. Böyle
ihkak-ı hak
Haklıya hakkını vermek. Hakkı, usülü dairesinde yerine getirmek.
ilm-i hadis
(İlm-i Rivayet - İlm-i Ahbâr - İlm-i Âsâr) Resulüllah'ın (A.S.M.) akvâli (sözleri), ef'ali ve hallerine dâir ilimdir. Ehl-i hadis ıstılahında; tarihe ve siyere dâir hadis-i şeriflere bazan İlm-i Hadis-ül Halk, bazan da Sîre (Sîret) tabir edilir.
imam-ı şafii / imam-ı şâfiî
(Hi: 150-204) İmam-ı Abdullah bin Muhammed diye de anılır. Üçüncü ceddi olan Şâfiî, hayatında Resulüllâh'ı (A.S.M.) gördüğü için o isimle anılır. Nesebi, Abd-i Menaf'da Peygamberimiz (A.S.M.) ile birleşir. Gençliğinde çok fakir bir hayat yaşadı. Çok ileri muhaddis ve müfessir-i Kur'andır. Usul-ü Had
imamet-i kübra / imâmet-i kübrâ
Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) vekâleten bütün müslümanlara imamlık ederek İslâmiyet'in emirlerinin tatbik edilmesine nezâret edip, İslâmiyet'e ve müslümanlara karşı yapılan her türlü müdâhaleye (saldırı ve sataşmaya) cevap vermek vazîfes i, hilâfet.
iman / îmân
İnanmak. "Allahü teâlâdan başka mâbud, ilâh olmadığına, Muhammed aleyhisselâmın O'nun kulu ve Resûlü olduğuna" ve O'nun Allahü teâlâdan getirdiklerine kalb ile inanıp dil ile söylemek.
imla / imlâ
Usûlüne uygun olarak yazma, yazdırma.
in'ikas
Aksetme, tersine çevrilme.
Işık veya sesin bir şeye çarpıp geri gelmesi.
Aynada parlak şeyde eşyanın temessülü.
inhirat
Bilmediği bir işe danışmadan girişme.
Zarar verme, ziyana sokma.
İpliğe boncuk dizme.
Beden çelimsizlenip zayıflama.
Bir yola süluk etme, girme.
insilak
(Silk. den) Yola girme, süluk etme, yol tutma.
irhaf
Hamuru gevşek ve sulu tutma.
irşad / irşâd
Yol gösterme, rehberlik etme. İnsanları, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına ve Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymaya, her zaman Allahü teâlâyı anmaya, O'nu unutmamaya, kalbde O'ndan başkasının sevgisine yer vermemeye çağırmak, Allahü te âlânın râzı olduğu yolu göstermek.
istiglal
(Galle. den) Kirası veya mahsulü borca mukabil verilmek üzere bir mülkün rehine verilmesi.
kaht
Kıtlık. Kuraklık. Kuraklıktan dolayı mahsulün yetişmemesi.
kari' / kâri'
Kıraat eden, okuyan, okuyucu.
Kur'ân'ı usulünce okuyan.
karv
Ağaç kadeh.
Köpek yalağı.
Hurma ağacının kökü.
Uzun havuz.
Hayanın derisi inip büyümek.
Kast.
Etraflıca araştırmak, tetebbu.
Bir kimsenin mesleğine girmek, onun yoluna süluk etmek.
kelime-i ihlas / kelime-i ihlâs
"Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah" sözü Kelime-i tevhîd de denir.
kelime-i şehadet / kelime-i şehâdet
"Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh" mübârek sözü. Mânâsı şöyledir: "Görmüş gibi bilir ve inanırım ki, Allahü teâlâdan başka, varlığı lâzım olan, ibâdet ve itâat olunmağa hakkı olan, hiç ilâh, hiçbir kimse yoktur. Görmüş gibi bilir, inanırım ki, Muhammed sallalla
Şehâdet ifâdesini hülâsa eden (Eşhedü en Lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resuluh) cümlesi.
kelime-i tayyibe
"Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah" sözü. Kelime-i tevhîd de denir.
Allah ve Resulullah kelâmı. Dua, niyaz ve salâvatlar gibi kelâmlar. Meselâ (Sübhânallah velhamdülillah ve Lâilâhe illâllah vallahü Ekber) kelime-i tayyibedir.
kelime-i tevhid / kelime-i tevhîd
Tevhid-i İlahîyi ifade eden "Lâilahe illallah Muhammedür Resulullah" cümle-i kudsiyesidir.
"Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah" sözü. Mânâsı şöyledir: Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O'nun resûlüdür, peygamberidir. Kelime-i tevhîde; Kelime-i ihlâs, Kelime-i takvâ, Kelime-i tayyibe, Da'vet-ül-hak, Urvet-ül-vüs kâ, Kelime-i semeret-ül-Cennet de denir.
kisve-i şerife / kisve-i şerîfe
Resûlullah efendimizin medfûn bulundukları hücre-i seâdet üstündeki kubbe üzerine serilen örtü.
kitabet
Yazmak. Kâtiblik. Usulüne göre bir şeyi yazmak.
kıyamet alametleri / kıyâmet alâmetleri
Kıyâmetin kopmasının yaklaştığına dâir Resûlullah efendimizin haber verdiği büyük ve küçük alâmetler, işâretler.
lahn
Güzel ve kaideli ses.
Nağme.
Kaideye uymayan yanlış okuyuş.
Usulüne uygun okumak.
Sadece muhatabın anlıyacağı şekilde remizle söz söylemek.
Meyl.
Fehmeylemek.
Lisan.
Lügat. Fetva. Mânâ. Mefhum.
leyle-i mi'rac / leyle-i mi'râc
Mübârek gecelerden, Resûlullah efendimizin Mîrâca çıktığı Receb ayının yirmi yedinci gecesi.
lian / liân
Lânetleşmek. İki kişinin birbirini lânetlemesi.
Fık: Zevc ile zevcenin hâkim huzurunda şer'i usulüne uygun olarak dörder defa şahitlikte bulunduktan sonra, nefislerine lânet ve gadab okumak suretiyle olan yeminleri. Buna: Mülâene, telâun, iltiân da denir.
Lânetleşmek, erkeğin zevcesini (hanımını) zinâ etmekle suçlaması veya bu çocuk benden değildir demesi hâlinde dört şâhid getiremezse, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çağrılarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmedeki bildirildiği şekilde) kar şılıklı yemîn etmeleri ve lânetleşmeleri. Buna mu
madde-i musavvire
Tıb: Kanın küreciklerinden başka gıda maddesinden olup, azot ve sair maddeleri içine alan sulu cisim. Canlı hücrelerin vücudunu teşkil eden ve içinde çoğunun çekirdek bulunan albüminli madde. Protoplazma.
mahlul-u mufassal
Tapu usulüne ait bir tâbir olup, köyler ve mezarlar tımarıydı. Berat ile verilirdi.
masl-üd dem
Kanın sulu kısmı.
mecc
Ağızla su püskürmek.
Sulu şeyler atmak ve saçmak.
medeniyet
Adaletseverlik, insanca iyi ve ferah yaşayış. Şehirlilik. Yaşayışta, içtimaî münâsebetlerde, ilim, fenn ve san'atta tekâmül etmiş cemiyetlerin hâli.
İslâmiyetin emirlerine göre, usulü dâiresinde yaşayış.
mehdi-i al-i resul / mehdî-i âl-i resul
Resulullah'ın neslinden gelen, âhir zamanın en büyük mürşidi, hidâyete sevk edicisi.
mehdi-i resul / mehdî-i resul
Resulullah'ın neslinden gelen, âhirzamanın en büyük mürşidi, hidâyet edicisi.
mehv
İnce kılıç.
Sulu süt.
mensek
(Çoğulu: Menâsik) İbâdet yeri. İbâdetgâh.
İbâdet yapma usulü.
Kurban kesecek yer.
mensucat / mensucât
Bez veya kumaş gibi dokumak suretiyle yapılan tezgâh veya fabrika mahsulü mallar.
mesafe
Uzaklık. Uzunluk.
Ara.
Bir nevi uzaklık ölçme usulü.
mesalik
(Tekili: Meslek) Meslekler. Tutulan yollar. Süluk edilen yollar.
mescid-i dırar / mescid-i dırâr
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz zamânında münâfıkların (inanmadıkları hâlde, müslüman görünenlerin) fitne, fesâd yuvası ve silah deposu olarak Kubâ'da yaptırdıkları mescid.
mescur
Sulu süt.
Dizilmiş salkım olmuş inci.
Yanmış.
Kızdırılmış.
Doldurulmuş. Taşkın su.
Alevli ateş, kızgın fırın.
Deniz.
Boş.
Muhtelit.
Mc: Firavun'un battığı deniz.
mevhum
Aslı olmayıp evham mahsulü olan. Vehim.
minber-i nebevi / minber-i nebevî
Resûlullah efendimizin hutbe okudukları minber.
minyatür
Eski el yazısı kitapları süslemek için sulu boya ile yapılan ince resimler hakkında kullanılır bir tâbirdir. İtalyanca "minyatura" kelimesinden alınmadır. Buna vaktiyle küçük nakış demek olan "hurde nakış" denilirdi.
İnce bir san'atla yapılmış küçük resimler.
mücaveret / mücâveret
Komşuluk, yakınlık.
Mescidde itikâfa çekilmek.
Komşuluk.
Komşuluk, yakınlık.
mücevvid
(Tecvid. den) Kur'ân-ı Kerim'i tecvid usulüne göre okuyan ve tecvidi iyi bilen kimse.
mücteba / müctebâ
Seçilmiş mânâsına, Resûlullah efendimizin mübârek sıfatlarından. Eğer ümmet isen, ol müctebâya, Uymalısın sünnet-i Mustafâ-yı safâya.
müctenih
(Cenah. dan) Meyillenen, bir tarafa eğilen.
Secdede usulüne göre ellerini yere koyup dirseklerini açarak kollarını kanat şeklinde tutan.
müdelles hadis / müdelles hadîs
Resûlullah efendimizin hadîs-i şerîflerini toplama işinde, baştan yalnız birinci râvisi (rivâyet edeni, nakledeni) bildirilmeyen hadîs.
muhacir / muhâcir
İslâmiyet'in başlangıcında, sırf müslüman oldukları için Mekkeli müşriklerin zulüm ve işkencelerine mâruz kalıp, dinlerini, îmânlarını korumak için, evlerini, mallarını ve mülklerini bırakarak Resûlullah efendimizin izni ile önce Habeşistan'a, son ra Medîne-i münevvereye hicret eden Mekkeli
muhammedun resulullah
Muhammed Allah'ın resulüdür.
muhammedün resulullah
Muhammed Allah'ın resulüdür.
mülaane / mülâane
Zevcesini (eşini) zinâ ile suçlayan erkeğin dört şâhit getirememesi hâlinde, zevcenin isteği üzerine eşlerin hâkim huzûruna çıkarak usûlüne uygun (âyet-i kerîmelerde bildirilen ifâdelerle) karşılıklı yemin etmeleri ve lânetleşmeleri.
münharif
(Harf. den) İnhiraf eden, yoldan çıkmış. Eğilmiş, çarpık. Usulünden çıkmış, sağlam olmayan.
Tecviddeki mânâsı için "İnhirâf"a bakınız.
Geo: Dört kenarlı, fakat hiçbir kenarı birbirine müsâvi ve müvâzi (eşit ve paralel) olmayan şekil. Sadece iki kenarı birbirine müvâzi (parale
münharit
(İnhirat. dan) Bir yola süluk eden.
mürg-i zerrin
Sülün.
mürsel hadis / mürsel hadîs
Sahâbe-i kirâmın (Resûlullah efendimizin sohbetinde yetişen mübârek insanların) ismi söylenmeyip, Tâbiîn'den (Sahâbe-i kirâmı görüp, sohbetinde yetişen kimselerden) birinin, doğruca, Resûl-i ekrem buyurdu ki, diyerek bildirdiği hadîs-i şerîfler.
müşagabe
Birbirine şer ve fenalık etmek. Aldatmak.
Fls: Mübahase ve münakaşayı bir gaye sayanların yolu, usulü. (Didimcilik, eristik)
mustafa
Seçilmiş mânâsına, Resûlullah efendimizin mübârek isimlerinden biri. Mü'min olanların çoktur cefâsı, Âhirette vardır zevk ü sefâsı, On sekiz bin âlemin Mustafâsı, Adı güzel kendi güzel Muhammed.
mutlakıyyet
Şartsız ve kayıtsız olarak bir hükümdarın emri ile bir hükümet, devlet veya bir topluluğun idare usulü.
müzarea şirketi / müzârea şirketi
Zirâat ortaklığı. Harman yapılan ürünleri yetiştirmek için, tarla yâni toprak birinden, çalışma, işçilik diğerinden olmak ve mahsûlü sözleşilen nisbette (miktârda) aralarında paylaşmak üzere, kurulan şirket.
na'ce
(Çoğulu: Niâc-Na'cât) Dişi koyun.
Dişi sülün.
Kadına da istiare ile söylenir.
nahv
(Nahiv) Yol, cihet. Etraf, yön.
Misâl.
Miktar.
Kasd ve azmeylemek.
Gr: Kelimelerin birbirine rabt, izafet ve amel eylemeleriyle ilgili olan kaideleri içine alan ilim. Nahiv ilmi ile Arapça kelimelerin yeri ve usulü bilinir, yani cümle tahlili yapılır.
nass
Âyet-i kerîmeler ve hadîs-i şerîfler. Çoğulu nüsûs'tur.
Fıkıh usûlü ilminde mânâsı açık ve meydanda olan âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler.
nebi / nebî
Haber getiren. Peygamber. Yeni bir kitap ve şeriatla gelmeyip kendinden evvelki Resülün getirdiği kitap ve şeriatı devam ettiren Peygamber.
Peygamber, kendisinden önce gelmiş olan resulün şeriatı üzerine amel eden Peygamber.
Yeni bir din getirmeyen, daha önce gönderilmiş olan bir Resûlün dînine dâvet eden, çağıran peygamber. Resûllere (yeni bir dinle gönderilen peygamberlere) tâbi olan peygamberler.
nizami / nizamî
Düzenli, tertipli, usulüne uygun.
Kanun ve nizama ait, onunla alâkalı.
nübüvvet yolu
Tasavvufta insanları Allahü teâlânın sevgisine, rızâsına kavuşturan iki yoldan birincisi ve en üstünü. Velî bir zâtın sohbetinde yetiştikten sonra arada sebeb ve vâsıta olmadan feyzin, kalb bilgilerinin asıl'dan yâni Resûlullah efendimizden alındığı yol. Allahü teâlânın rızâsına kavuşturan ikinci yo
öşr
Onda bir. Topraktan alınan mahsûlün zekâtı.
radga
(Çoğulu: Radg-Ridag) Sulu ve sıvı balçık.
rahih
Yumuşak, sulu balçık.
rahim / rahîm
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Âhirette yalnız müslümanlara acıyan.
Günahkâr müslümanlara âhirette çok acıyıcı mânâsına Resûlullah efendimizin sıfatlarından.
rauf / raûf
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kullarına karşı merhâmeti çok olan ve yaptıkları iyilikleri zâyî etmeyen.
"Ümmetine karşı çok merhâmet eden, acıyan" mânâsına Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin isimlerinden.
ravi / râvî
Rivâyet eden, nakleden; duyduğu veya gördüğü bir sözü, bir işi, bir olayı başkasına haber veren; Resûlullah efendimizin hadîs-i şerîflerini, metin (hadîs-i şerîfin kendisini) ve senedi (nakledenleri) ile birlikte nakleden hadîs âlimi.
ravza
Sulu yer, bahçe, bostan, çimenlik yer.
rejim
Bir devletin sevk ve idare usulü, yolu.
(Fransızca)
Tıb: Hastanın tedavisinde tatbik edilen gıdalandırma yolu. Perhiz.
(Fransızca)
resül
Peygamber. Yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile bir ümmete veya bütün beşeriyete Allah tarafından Peygamber olarak gönderilmiş olan zât. Mürsel de denir. Yeni bir kitap ve şeriatla gelmeyip kendinden evvelki Resülün getirdiği kitap ve şeriatı devam ettirirse, ona Nebi denir.
Haberci
resul-i zişan / resul-i zîşân
Büyük şan sahibi olan Allah'ın Resulü; Hz. Muhammed (a.s.m.).
resulullah / resûlullah
Allah'ın resulü, peygamberi.
Allahın resulü, Peygamberimiz.
revzat
(Çoğulu: Ravz-Ravzât-Riyaz-Rizât) Çayırlı, çimenli ve sulu yer.
Bostan.
sa'y
Çalışma, Çalışıp çabalama. Gayret sarfetme. Bir maksadın meydana gelmesi için elden geleni yapma.
Hızlı yürüme.
Cür'et etme.
Ziyaret etme.
Gammazlık yapma.
Ist: Hac veya Umre'de Safâ ile Merve arasında usulüne göre yedi defa gelip gitmektir.
Hac ve ömre ibâdeti için Mekke-i mükerremeye gelen kimsenin Mescid-i Haram (Kâbe ve avlusu) yakınındaki Safâ ve Merve tepeleri arasında usûlüne göre Safâ'dan başlayarak Merve'ye ve Merve'den Safâ'ya yedi kere gidip gelmesi. Sa'y, dört gidiş ve üç gelişten ibârettir.
Çalışmak, iş görm
Çalışma, gayret sarf etme. Hac veya umrede Safa ile Merve arasında usulüne uygun olarak yedi defa gelip gitmek.
sabikun-ı evvelun / sâbikûn-ı evvelûn
Dinlerini muhâfaza için yurtlarından ayrılan, Resûlullah sallallahü aleyhi ve selleme son derece bağlılık gösteren muhâcirlerden, iki kıbleye karşı namaz kılmış olanlar veya Bedr gazvesinde (harbinde) bulunanlar veya Hudeybiye'de Bîat-ür-Rıdvân'da bu lunanlar veya hicretten evvel müslüman olanlar yâ
şad-abi / şâd-âbî
Sulu olma, suya kanmışlık. Tazelik.
(Farsça)
şadab
(Şâd-âb) Suya kanmış, sulu. Taze.
(Farsça)
sahabe / sahâbe
Peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem sağlığında bir an gören, eğer âmâ ise (gözü görmüyorsa), bir an konuşan, îmân etmiş büyük-küçük mü'minlerin birkaç tânesine veya daha fazlasına verilen isim. Sâhib kelimesinin çokluk şeklidir. Hürmet ve saygı için, "Resûlullah'ın kıymetli ve mübârek a
şahadet getirmek
Kelime-i Şehadete inanıp onu söylemek. Bir Allah'tan başka ilâh olmadığına; Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm'ın, Allah'ın Resulü olduğuna inanarak söylemek.
sahih hadis / sahîh hadîs
Âdil yâni yalancılıktan uzak, büyük günah işlemeyen ve hadîs ilmini bilen kimselerden işitilen, Resûlullah efendimize kadar, rivâyet edenlerden hiçbiri noksan olmayan ve mütevâtir yâni birçok Sahâbînin Resûl-i ekremden ve başka birçok kimselerin onla rdan naklettikleri hadîsler ve meşhûr, yâni ilk z
salib
(Çoğulu: Sulub-Salbân) Haç.
Şiddetli, şedit.
Heybetli.
salik / sâlik
(Sülûk. dan) Bir yolda giden. Belli bir yol tutup giden.
Bir tarikat yolunda olan.
salik-i meczub / sâlik-i meczûb
Tasavvufta cezbesi yâni hak yola çekilmesi sülûkünden sonra olan sâlik.
salikun / sâlikûn
(Tekili: Sâlik) Sâlikler. Sülûk edenler.
sancak beyi
Eyalet teşkilâtıyla timar usulünün cari olduğu zamanlarda beş on kazalık yerin mutasarrıfı ile sipahisinin kumandanına verilen addır. Osmanlıların ilk zamanlarında beylere yahut hükümdar evlâtlarına has olarak verilen mıntıkalara "Sancak" denilir, bu sancaklara tasarruf edenlere de "Sancak Beyi" adı
sebr ve taksim
Mantıkta bir isbatlama tarzı ve usulüdür. Bu iki kelime beraber kullanıldığı gibi, "delil-i taksim, delil-i münkasım" gibi tâbirlerle de söylenir. Bu isbatlamada bir şeyin aslında bulunan vasıflar, illet olmaktan birer birer ibtal edildikten sonra, tam illet olmaya elverişli olan tesbit edilir. (Lât
şehadet kelimesi / şehâdet kelimesi
Kelime-i şehâdet, İslâm'ın beş şartından birincisi. "Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh" mübârek sözü.
sela'
Bir acı ağaç.
Medine'de bir dağ.
Yarmak. Parçalamak.
Ayak yarığı. (Bu mânâya Çoğulu: Sülu)
selc
(Çoğulu: Süluc) Kar.
şelil
(Çoğulu: Eşille) Deve ve at ardına yapılan palas.
Çok sulu dere ortası.
Kısa gömlek.
şemail-i şerife / şemâil-i şerîfe
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin mübârek ahlâk ve âdetleri.
senceref
Sülügen adı verilen kızıl taş.
seyr-i afaki / seyr-i âfâkî
Terbiye ve mâneviyatta tekâmül yollarında, hariç âlemden, âfaktan başlamak suretiyle bulunan delillerle tekâmül edip nefsini ıslâh ve imâni ve Kur'âni hakikatlarda terakki etmek usulü.
seyr-i enfüsi / seyr-i enfüsî
Hafî tariklerin çoğunda takib edilen ve nefsinin iç âlemindeki delillerle, vasıtalarla tekâmüle gidenlerin usûlü.
siccin / siccîn
Şeytanların, kafirlerin (Allahü teâlâya ve Resûlullah efendimize inanmayanların) ve günahkâr mü'minlerin amellerini toplayan bir kitap; insanların ve cinlerin kötülerine mahsûs amel defterleri.
Şakîlerin, kötülerin ve azâb olunan rûhların bulunduğu yer.
Yerin altında veya Ceh
şifre
Gizli ve işaretle yazı usulü.
(Fransızca)
Haberleşmede kullanılan belirli bazı işaretler.
(Fransızca)
Herkesin anlayamadığı, bazı kimselere mahsus anlaşma usulü.
(Fransızca)
sıky
Yer sulamak. Sulu ekin.
sil'a
Bedende olan ur.
Ticaret malı.
Sülük.
silab
(Çoğulu: Sülüb) Kara mâtem donu.
silsile-i aliyye
Yüksek silsile. Peygamber efendimizden hazret-i Ebû Bekr yoluyla ilim ve feyz alarak gelen büyük âlimler silsilesi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem, Ebû Bekr-i Sıddîk, Selmân-ı Fârisî, Kâsım bin Muhammed, Ca'fer-i Sâdık, Bâyezîd-i Bistâmî, Ebü l-Hasen Harkânî, Ebû Ali Farmedî, Yûsuf-i Hemedân
silsilet-üz-zeheb
Altın silsile. Resûlullah efendimizden, hazret-i Ebû Bekr yoluyla feyz ve ilim alarak gelen büyük âlimler silsilesi.
şir'a
(Şeria-Meşrea) Lügat mânası, bir ırmak veya herhangi bir su menbaından su içmek veya almak için girilen yol demektir. Bunda insanların, hayat-ı ebediye ve saadet-i hakikiyeye vusulü için Allah'ın vaz' u teklif ettiği ahkâm-ı mahsusaya ve mezheb-i müstakime bil'istiare ıtlak edilmiştir ki, din demekt
sir-ab
Suya kanma. Suya tok olmak.
(Farsça)
Sulu.
(Farsça)
Körpe, tâze.
(Farsça)
siyer
Gidişât. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin hayâtını, güzel ahlâkını, üstün vasıflarını anlatan ilim dalı; bu hususta yazılmış kitab.
skolastik
Lât. Kurun-u vustâda (Orta çağlarda) Hristiyan âleminde, papazların dinî görüşüne ve onların baskısı altındaki dinî fikirlerine göre yapılan tedrisat usulü.
sülüsi / sülüsî
Sülüsle, yani üçte birle ilgili.
Bir yazı sitili.
sünnet-i hasene
İlk asırda (Resûlullah efendimiz ve O'nun arkadaşları olan Eshâb-ı kirâm zamânında) asılları îtibâriyle bulunan, sonraları daha da geliştirilen, minâre, mektep yapmak ve kitâb yazmak gibi, İslâm'ın izin verdiği, hattâ emrettiği güzel ve faydalı işler.
sünnet-i seniyye
Övülen, medh edilen sünnet; İslâm dîni. Resûlullah'ın yolu.
şurub
Sulu ve şekerli ilaç.
şurup
Sulu ve şekerli içecek.
ta'dil-i erkan / ta'dil-i erkân
Fık: Namazın bütün rükünleri, esaslarını usulüne uygunca yerine getirerek ve namazın tertib ve düzeninin hakkını vererek kılmak. Meselâ : "Secdeyi sükunetle yerine getirmek ve iki secde arasında "Sübhânallah" diyecek kadar doğrularak oturmak. Kıyamda ve rüku'dan sonraki kıyamda sükunet üzere olmak v
ta'lik
Asmak.
Geciktirmek.
Bağlanmak.
Bir cümlenin mazmununun husulünü diğer bir cümlenin mazmununun husulüne edat-ı şart ile rabt etmektir. Şu işi görürsen, şuna vâris olacaksın denilse, vâris olma, işin görülmesine bağlanmış olur. Buna ta'liki şart denir.
Muallak k
tabakat-ı muhaddisin / tabakât-ı muhaddisîn
Resûlullah efendimizin işleri, sözleri ve hâllerini öğreten hadîs ilmi ile uğraşan İslâm âlimlerinin dereceleri.
Hadîs âlimlerini derecelerine göre sıralayıp, hayatlarını ve eserlerini anlatan kitaplar.
tabirat-ı nebeviye ve ilahiye / tabirat-ı nebeviye ve ilâhiye
Allah ve Resulünün tabirleri, ifadeleri.
tahaddi mu'cizesi
Cenab-ı Hakk'ın, Resülüne inzal ettiği Kur'anın şeksiz, şüphesiz bir mu'cize-i ebediye olduğunu sarahaten göstermek için, şüphesi olanlara karşı "Kur'an'ın mislini ve nazirini yapın" diye meydan okuması.
tarz-ı tesbihat
Tesbihat şekli, Allah'ı anma usulü.
tasnif
Bir âlimin, te'lif etmeden, kendi usûlünce daha önce benzeri olmayan bir kitâb yazması.
Hadîs ilminde tedvîn edilen yâni toplanıp bir araya getirilen hadîs-i şerîflerin konularına ayrılması, kitablara geçmesi.
tayhuc
Turaç kuşu (Bir sülün nevidir.)
te'vil / te'vîl
Yorumlamak, açıklamak.
Ehl-i sünnet âlimlerinin, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemden ve Eshâb-ı kirâmdan bildirdikleri tefsirlere (açıklamalara) bağlı kalarak âyet-i kerîmeleri açıklamak veya bu şekilde yapılan açıklamalar ve îzâhlar.
tecdid-i iman / tecdîd-i îmân
Bilerek veya bilmeyerek küfrü gerektiren (îmânı gideren) bir sözü söylemek veya bir işi yapmak yâhut böyle bir şeyi yapmış olma ihtimâli üzerine, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah sözünü; mânâsını bilerek ve inanarak söyleyip, îmânını yenileme, tâzeleme.
tecvid / tecvîd / تجوید
(Cevdet. den) Bir şeyi güzel yapma. Süsleme.
Kur'an-ı Kerim'i usulüne uygun olarak okuma ilmi ve buna dair yazılan kitap.
Usûlüne uygun okuma.
Kur'ân'ı usûlüne göre okuma.
(Arapça)
tedvir
Devrettirmek, döndürmek. Çevirmek.
İdare etmek, yönetmek.
Daire şekline sokmak.
Edb: Bir mısradaki kelimelerin yerini değiştirmekle veznin ve mânanın bozulmamasıdır.
Kur'an-ı Kerim kıraatında: Tahkik ile hadr ortasında bir okuma usulüdür. Her iki yönde meşru m
televizyon
Elektromanyetik dalgalar vasıtasıyla hareketli veya hareketsiz şekillerin resmini uzaklara nakletme usulü.
(Fransızca)
Bunun alıcı cihazı.
(Fransızca)
temeyyü'
Sulanma, sulu hâle gelme. Akma. Cıvıklaşma, sıvı hâle gelme.
tenasüb
Uygunluk, uyma, tutma. Yakınlaşma.
Nisbet, kıyas.
İki adet birbirine nisbet edilerek yapılan hesap usulü.
Edb: Mânaca birbirine uygun kelimeleri bir arada söze güzellik vermek maksadı ile zikretmek.
terkib-i kıyas
Bir davayı isbat için delil arayıp bulma usulü.
teselsül-ü ilel
İlletlerin zincirleme devam etmesi. Sebeblerin teselsülü.
tezerv / تذرو
Sülün.
(Farsça)
tezrice
(Çoğulu: Tüzrüc-Tezâric) Sülün kuşu.
tilavet / tilâvet / تلاوت / تِلَاوَتْ
Güzel Kur'ân okuma.
(Arapça)
Tilâvet etmek:
Usûlüne göre Kur'ân okumak.
(Arapça)
Usûlünce okuma.
tilavet-i kur'an / tilavet-i kur'ân
Kur'an-ı Kerim'i usulüne göre okumak, mânâsını tefekkür etmek.
ulema-i usulü'l-fıkıh ve mütekellimin / ulema-i usulü'l-fıkıh ve mütekellimîn
Kelâm ve fıkıh usulü âlimleri.
üslub-u hakim / üslub-u hakîm
Edebî san'atlardan biridir. Sorulan bir suale, soranın halini nazara alarak başka bir sual gibi telâkki edip, ona göre cevab vermek demektir. Meselâ : Bazı Ashab Resulüllah'a (A.S.M.) hilâlin ince başlayıp, kalınlaşarak bedr şekline gelip, sonra yine başladığı şekle dönmesinin sebebini sordular. Bun
uşr
Topraktan alınan mahsûlün zekâtı.
üssü'l-esas-ı meslek
Gidilen, sülûk edilen yolun temel prensibi.
usul-i bey'u şira / usûl-i bey'u şirâ
Alış-veriş usûlü, metodu.
usul-i şeriat / usûl-i şeriat
İslâm şeriatının temel usulü, kuralı.
Fıkıh usûlü, İslâm hukuku metodolojisi.
usul-ü medeniyet
Medeniyetin usulü, yöntemi.
usul-ü şeriat
Şeriatın esasları, İslâm Hukuku Usûlü.
usuliyyun
Fıkıh usulüyle uğraşan İslâm âlimleri. Usul-ü Fıkıh müellifleri.
usulüddin
Din usulü, kelâm ilmi.
vacib / vâcib
Allah ve resulü tarafından yerine getirilmesi kesin olarak emredilmiş olan şey (diğer bir mânası; delili farz ifade edecek derecede kesin olmayan, fakat hiç terk edilmeden yapılması istenen amel; vitir ve bayram namazları gibi.
Varlığı zorunlu olan.
vasl
Âşığın sevdiğine kavuşması. Kavuşmak.
Birleştirmek, ulaştırmak.
Gr: Ulama, ekleme.
Edb: Sözü teşkil eden cümlelerin atıf ve rabt suretiyle birbirine bağlı olarak yazılması usulü ki, buna Sebk-i Mevsul da ta'bir edilir.
Bir kelimenin sonundaki harfi, bir sonrak
zade-i tab / zâde-i tab
Bir kimsenin düşünce mahsûlü olarak kaleminden çıkan, doğan.
zahir / zâhir
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Varlığında şek ve şübhe olmayan, her eserinde varlığına deliller, işâretler bulunan yüce Allah.
Açık, görünen, dış görünüş, insanın dış görünüşü.
Fıkıh usûlü ilminde; sevk edilmediği, kendisi için buyrulmadığı mânâ, açı
zayh
Çok sulu süt.
zelak
Sülük.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
vekil-i
alani
suhuf-u enbiya
TASRİHAT
tekamül
emma ba'd
Pano
kufan
zeyil
mutasarr
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
sulu
Istisar
şükürsüz
yaşam
mustak
nazik davranma
alel
KARIŞIK
Zanar
Rüda