Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
soz
kelimesini içeren
302
kelime bulundu...
misak / mîsâk
Söz verme, sözleşme, andlaşma.
Allahü teâlânın, Âdem aleyhisselâma ve bütün zürriyetine (ondan gelecek insanlara); "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye hitâb buyurması, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye cevab vermeleri.
Yemîn ile kuvvetlendirilen söz verme.
agende-guş
Söz dinlemeyen, aldırmayan, alçak ve hayırsız kimse.
(Farsça)
agtem
Sözü tutkunarak söyleyen. Kekeme.
ahann
Sözü burun içinden söyleyen. Burnundan konuşan.
ahd
Söz vermek.
Söz verme, sözleşme, ahit.
ahde vefa / ahde vefâ
Sözünde durma, sözünü yerine getirme.
ahdi bozmak
Sözünde durmamak.
ahid / عهد / عَهِدْ
Söz, yemin.
(Arapça)
Söz verme.
ahidşiken / عهدشكن
Sözünden dönen, antlaşmayı bozan.
(Arapça - Farsça)
ahz-ı misak
Söz alma.
akid
Söz, sözleşme.
aksam-ı kelamiye / aksâm-ı kelâmiye
Sözün kısımları.
akval / akvâl / اقوال
Sözler.
Sözler, konuşmalar.
Sözler.
(Arapça)
alem-i kelam / âlem-i kelâm
Söz dünyası.
atbin / âtbin
Sözü doğru faziletli kimse.
(Farsça)
att
Sözü tekrar tekrar söylemek.
babü's-sin / bâbü's-sin
Sözlük ve lügatlerde "sin" harfinin bulunduğu bölüm, Sin maddesi.
bahis açma
Söz etme.
bahis mevzu
Söz konusu.
bahis mevzuu
Söz konusu.
bamukavele / bâmukâvele / بامقاوله
Sözleşme ile, sözleşmeli.
(Farsça - Arapça)
bast-ı makal
Söz açma.
be-kavl
Sözüne göre, dediğine göre.
(Farsça)
bedahd / بدعهد
Sözünde durmayan.
(Farsça - Arapça)
belagat / belâgat
Sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi.
Sözün güzel ve yerinde söylenmesi, bunu öğreten ilim.
belağat / belâğat
Sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi.
beliğane / belîğâne
Sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi.
bera'at-ı istihlal / bera'ât-ı istihlâl
Söze güzel ve etkili başlangıç.
camiiyet ve harikiyet-i lafziye / câmiiyet ve harikiyet-i lâfziye
Sözün harikalığı ve kapsamlılığı.
camiiyet-i lafziye / câmiiyet-i lâfziye
Sözün kapsamlılığı, çok geniş ve genel mânâları içine alması.
camiülkelim / câmiülkelim
Sözü az, mânâsı çok olan ifade.
cemceme
Sözü gizli söyleme, harfleri tâne tâne söyleyip açık beyan edememe.
cencene
Sözü burun içinden söylemek, genizden konuşmak.
ceri'-ül lisan / ceri'-ül lisân
Sözünü esirgemiyen, çekinmeden söyliyen.
cezalet / cezâlet
Sözde kelimelerin düzgün dizilişinden doğan güzellik.
cism-i natık / cism-i nâtık
Söz söyleyen cisim. Konuşan cisim. İnsan.
civanmerd
Sözünde sağlam. İyilik sever. Kahraman.
dahs
Sözünü fesâhatle açık bir şekilde söylemek.
delalet-i kelam / delâlet-i kelâm / دَلَالَتِ كَلاَمْ
Sözün delil olması.
dem vurmak
Söz etmek.
demvurmak
Söz etmek.
diku'l-elfaz / dîku'l-elfaz
Sözlerin ve ifadelerin bir mânâyı aktarmada yetersiz kalışı, lâfız darlığı.
dua-yı kavli / duâ-yı kavlî
Sözle yapılan dua ki bildiğimiz meşhur duâlardır.
ebhem
Söz söylemeye muktedir olmayan. Konuşmaya iktidarı bulunmayan adam.
efsah-ı füseha
Sözü düzgün, akıcı ve etkili konuşanların en ileri geleni.
ekavil / ekâvîl / اقاویل
Sözler.
(Arapça)
elfaz / elfâz / الفاظ
Sözler.
Sözler, lafızlar.
(Arapça)
elkıssa
Sözün kısası, sözden anlaşıldığına göre, hülâsa.
ergan
Söz dinlemek.
esrar-ı kelam / esrâr-ı kelâm / اَسْرَارِ كَلَامْ
Sözün sırları.
evceh-i akval / evceh-i akvâl
Sözlerin en uygunu, kavillerin en münasebetlisi.
evsaf-ı mebhuse
Sözü edilen, bahsi geçen vasıflar, nitelik ve özellikler.
faraza / farazâ
Sözün gelişi, söz gelişi, farz edelim ki.
fatiha-i kelam / fâtiha-i kelâm
Sözün başlangıcı.
fenn-i bedii / fenn-i bedîi
Sözün güzel olması usûl ve kaidelerinden bahseden belâgat ilminin bir bölümü.
fesahat / fesâhat / فَصَاحَتْ
Sözün açık ve hatasız olması.
fesahat-i harika
Sözün hayranlık verici şekildeki düzgünlük, açıklık ve akıcılığı.
feth-i kelam / feth-i kelâm
Söze başlama.
feyac
Söz, kelam.
fezail-i kelamiye / fezâil-i kelâmiye
Sözün üstünlükleri.
gammaz
Söz taşıyıcı.
güftar / güftâr / گفتار
Sözler, lâkırdılar.
(Farsça)
Söz.
(Farsça)
gumuz
Sözün kapalı ve karışık oluşu.
guya / gûyâ / گویا
Sözümona.
(Farsça)
hakk-ı kelam / hakk-ı kelâm
Söz hakkı.
halavet-i kelam / halavet-i kelâm
Sözün güzelliği ve akıcılığı.
hanhana
Sözü burun içinden söylemek. Hımhımlık.
harf-endaz
Söz atan; dokunaklı, haysiyete ilişen söz söyleyen.
hasıl-ı kelam / hâsıl-ı kelam / hâsıl-ı kelâm / hasıl-ı kelâm / حاصل كلام
Sözün özeti.
Sözün özü.
Sözün kısası.
hasr-ı kelam / hasr-ı kelâm / حَصْرِ كَلَامْ
Sözü mahsûs kılma.
haşv-i melih
Söz arasında ikinci bir kelime veya cümle ile ikinci derecede bir mâna ifade etmek.
haşviyyat
Söz arasında, lüzumsuz, fazladan olan sözler.
hatm-i mekal
Sözü bitirmek, söze son vermek.
hayal-perestlik
Sözde, hakikati rencide edecek şekilde lüzumsuz hayallere yer vermek.
hendelin / hendelîn
Sözü çok olan kimse.
hitab
Söz söyleme. Topluluğa veya birisine karşı konuşma.
hulasa-i kelam / hulasa-i kelâm / hulâsa-i kelâm
Sözün hülâsası. Sözün özü.
Sözün özeti.
hülasa-i kelam / hülâsa-i kelâm
Sözün özü, kısası.
hulf
Sözünden dönme.
hulfetmek
Sözünde durmamak.
hulfü'l-va'd
Sözünden dönme.
hulfü'l-vaid / hulfü'l-vaîd
Söz verdiği halde azap ve cezayı yerine getirmeme.
hulfül-vaad
Sözünden dönme.
hulfülvaad
Sözünden dönme.
Sözden dönme.
hunne
Sözü burun içinden söylemek.
hurdegir
Sözün içinde tenkid edilecek noksan arayan.
(Farsça)
hüsn-ü kelam / hüsn-ü kelâm
Sözdeki güzellik.
icaz-ı muhill
Sözün istenilen mânayı ifadeye kifayet etmemesi yüzünden mânanın bozulması halidir.
idare-i kelam / idâre-i kelâm
Sözü mümkün mertebe yürütmek, işi idare etmek.
ifa-yı vaad
Sözünü yerine getirmek.
ihlaf / ihlâf
Sözden dönme, yalan söyleme.
ihtiyan
Sözde durmama, emanete hiyanet etme.
ilm-i meani / ilm-i meânî
Sözün hâle uygunluğundan bahseden edebî ilim dallarından biri.
incirar-ı kelam / incirar-ı kelâm
Söz gelişi.
insak-ı kelam / insak-ı kelâm
Söz düzgünlüğü, kelâmın akıcılığı.
irad-ı kelam / irad-ı kelâm
Söz irad etme, söz söyleme.
irca-i kelam / irca-i kelâm
Sözü yine maksada çevirme ve getirme.
irticali / irticâlî
Sözlü konuşma.
irtikak
Söz gücü olan kimsenin, söz söylemekten âciz kalması.
işkal / işkâl
Sözün kendisinde bulunan bir incelik, derinlik sebebiyle veya bir edebi san'attan dolayı mânâsı, düşünülmeden anlaşılamayacak derecede kapalılık.
istiglak
Sözde durma. Kesin olarak pazarlık etme.
istihza / istihzâ
Söz, yazı, işâret veya çeşitli davranışlarla bir kişinin ayıp ve eksikliklerini ortaya çıkarmak, onunla eğlenmek, alay etmek.
istimal-i silah / istimal-i silâh
Söz silâhını kullanmak.
ita'at / itâ'at
Söz dinleme, boyun eğme, emre göre hareket etme. Sözünden çıkmama.
itaat / itâat
Söz dinleme.
itaatkarane / itâatkârâne
Söz dinleyerek.
ıtnab
Sözü uzatma.
itnab / itnâb
Sözü uzatma; herhangi bir yeni fayda için, maksadı alışılagelmişin dışında uzun bir söz ile ifade etme.
ıtnab / ıtnâb / اطناب
Sözü uzatma.
(Arapça)
kabil-i hitab
Sözden anlar. Kendisi ile konuşulabilir olan kimse.
kal / kâl / قال
Söz, konuşma.
Söz, ifade.
Söz, laf.
(Arapça)
kāl / قَالْ
Söz.
kale
Söz söylemek.
kalen
Sözle.
kàlen
Sözle.
kalen ve fiilen
Sözle ve fiille.
kali / kalî
Sözle.
kalıb-ı kelam / kalıb-ı kelâm
Söz kalıbı; söz ve ifadelerin içine döküldüğü kalıp.
kalli
Sözlü. Dil ile.
(Türkçe)
kamus / قاموس
Sözlük.
(Arapça)
kasr-ül kelam / kasr-ül kelâm
Sözü az etmek. Kısa konuşmak.
kat'iyyü'd-delalet olmak / kat'iyyü'd-delâlet olmak
Sözün hangi mânâyı gösterdiği kat'î ve şüphesiz olmak.
kavil / قَوِلْ
Söz, kelâm.
Söz, sözleşme.
Söz.
kavl / قول
Söz, ifade.
Söz.
Söz.
(Arapça)
kavl etme
Söz açma.
kavl ve amel
Söz ve fiil, iş.
kavlen / قَوْلاً
Sözle.
Sözle.
Sözlü olarak.
kavlen ve fiilen
Sözle ve davranışla.
kavli / kavlî / قَوْل۪ي
Sözlü olarak.
Söz ile ilgili, söz olarak, sözde.
Sözle alâkalı. Söz niteliğinde.
Söz ile.
kavli dua / kavlî dua
Sözle yapılan dua.
kelam / kelâm / كلام / كَلَامْ
Söz, ilâhî sıfatlardan biri.
Söz.
(Arapça)
Söz.
kelamen / kelâmen
Söz ve konuşma ile.
kelami / kelâmî
Söz ve kelâma ait. Sözle alâkalı.
kelime / كلمه
Sözcük.
Sözcük.
(Arapça)
kil / kîl / قيل
Söz, kelâm, denilen.
Söz.
(Arapça)
küçük sözler
Sözler kitabı içerisinden alınmış olan bazı bölümlerden oluşan kitapçık.
kuyudat-ı kelam / kuyûdât-ı kelâm
Sözün kayıtları; bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibi.
laf / lâf / لاف
Söz.
(Farsça)
lafız / lâfız / لفظ / لَفِظْ
Söz, kelime.
Söz.
Söz.
(Arapça)
Söz.
Söz, kelime.
lafz / lâfz / لفظ
Söz.
Söz, lafız.
(Arapça)
lafzen / lâfzen
Sözle.
lafzi / lafzî / lâfzî / لَفْظ۪ي
Sözlü.
Sözle ilgili.
Sözle, kelimeyle ilgili.
lafziye / lâfziye
Sözde ve yazıda görülen ve çok defa tasannua kaçan kelime süsleri.
Sözle ilgili olan.
li-kailihi / li-kailihî
Söz söyleyenin.
lisan-ı hal ve kal
Söz ve hâl dili.
lisan-ı kal
Söz ile anlatılan mâna. Konuşma dili.
lisan-ı kàl
Söz ile anlatım.
lisan-ı kal / lisân-ı kal
Söz dili, sözle anlatım.
lübse
Sözün karışıklığı.
lugatname / lûgatname
Sözlük.
ma'na-yı mecazi / ma'nâ-yı mecâzî / مَعْنَايِ مَجَاز۪ي
Sözün gerçek manasının dışında kullanılması.
ma'nay-ı mecazi / ma'nây-ı mecâzî / مَعْنَايِ مَجَاز۪ي
Sözün gerçek ma'nasının dışında ifade ettiği ma'na.
ma'raz-ı kelam / ma'raz-ı kelâm
Sözün arz olunduğu yer; konu, alan (kitaplar vs.).
maariz / maâriz
Sözün gizli mânâları.
maarizu'l-kelam / maârîzu'l-kelâm
Sözün katmanları arasından çıkan ince mânâlar.
maden-i kelam / mâden-i kelâm
Sözün mâdeni; ifadenin kaynağı.
makal / makâl / مقال
Söz. Lâkırdı. Kavl. Söyleyiş.
Söz.
(Arapça)
makale
Söz, gazete yazısı.
makam-ı nüfuz / makam-ı nüfûz / مَقَامِ نُفُوذْ
Sözü geçme, i'tibar makamı.
makasıd-ı kelam / makasıd-ı kelâm
Sözün gayeleri, maksatları.
makavil
Sözler. Kaviller. Lisânlar. Diller.
makmaka
Sözü boğazı içinden söylemek.
malemyekün
Sözden ibâret.
mana-yı zahiri-yi mecazi / mânâ-yı zâhirî-yi mecazi
Sözün zahirine ait mecazî mânâsı; sözün ilk etapta anlaşılan açık mânâsının mecâzî anlamı (Hakiki anlamı değil. Çünkü hayat vermek Allah'a mahsustur.).
me'ani ilmi / me'ânî ilmi
Sözün yerinde kullanılmasından, hâle, duruma göre uğrayacağı değişikliklerden bahseden ilim.
meal / meâl
Sözün kısaca anlamı.
meani-i elfaz / meâni-i elfaz
Sözlerin ve ifadelerin mânâları.
mebani-i kelam / mebani-i kelâm
Sözün esâsını teşkil eden şeyler.
mebhus-u anha
Sözü geçmiş, bahsedilen şey.
mebhus-ün anh
Sözü geçmiş şey. Bahsolunan şey.
mecaz / mecâz
Sözün başka mânâda kullanılması.
mecmu-u kelam / mecmu-u kelâm
Sözlerin tamamı.
mefhum-u kelam / mefhum-u kelâm
Sözün ifade ettiği mânâ.
mefhum-u muhālif / mefhûm-u muhālif / مَفْهُومُ مُخَالِفْ
Sözden anlaşılan ma'nanın zıddı.
mefhum-u muvafık / mefhûm-u muvâfık / مَفْهُومُ مُوَافِقْ
Sözden anlaşılan ma'na.
merd
Sözünün eri.
mesuk-u lehü'l-kelam / mesûk-u lehü'l-kelâm
Sözün söyleniş gayesi.
mevkuf satış / mevkûf satış
Sözleşme, alıcı ve verici açısından İslâmiyet'e uygun olduğu hâlde; başkasının hakkı karışmış olan alış-veriş.
mevsuk-ul kelim
Sözlerine inanılır. Söylediği şeylere itimad edip güvenilir.
mevud / mevûd
Söz verilmiş.
mevzu-i bahis / موضوع بحث
Sözkonusu.
(Arapça - Farsça)
mevzu-u bahis
Söz konusu.
mevzubahis / mevzûbahis
Söz konusu.
meydan-ı muaraza
Sözle mücadele meydanı.
mezbur / mezbûr
Sözü edilen.
meziyat-ı kelamiye / meziyât-ı kelâmiye
Sözün, kelâmın özellikleri, hususiyetleri.
miftah-ı kelam / miftâh-ı kelâm
Sözün anahtarı.
misak / misâk / mîsak / ميثاق
Sözleşme, anlaşma.
Sözleşme.
Sözleşme.
Sözleşme.
(Arapça)
muakıd / muâkıd
Sözleşen.
muaraza / muâraza
Sözle mücadele.
muaraza-i bil-huruf
Söz, yazı veya fikir ile birisine karşı gelmek. Sözlü mücâdele.
mübahesat / mübâhesât
Söz etmeler, konuşmalar.
mübahese / mübâhese
Söz etme, konuşma.
mübareze
Sözle çekiştirme. Kavga. Cidal. Döğüşmek.
mücazefe / mücâzefe
Söz ile karşısındakinin hakkını örtme, aldatma.
Söz ile karşısındakinin hakkını örtme, aldatma.
muhassal-i kelam / muhassal-i kelâm
Sözün kısası.
mukabele-i bilhuruf
Söz ile konuşmak ve hakikatı müdafaa etmek suretiyle karşı çıkıp mukabele etmek.
mukamik
Sözü boğazı içinden söyleyen.
mukavelat / مقاولات
Sözleşmeler.
(Arapça)
mukavele / mukâvele / مقاوله
Sözleşme.
Sözleşme, yazılı sözleşme.
Sözleşme.
Sözleşme, yazılı sözleşme.
Sözleşme.
(Arapça)
mukavelename / مقاوله نامه
Sözleşme metni.
(Arapça - Farsça)
mülzimane
Sözde susturmağa zorlıyarak. Sustururcasına.
mümasaha
Sözle birbirine yumuşak davranma.
münakaşa-i lisaniye
Söz ile tartışma.
münasebat-ı mefhumiye / münasebât-ı mefhumiye
Sözdeki mealin gerçeğe uygunluğu.
münasebet-i siyak-ı kelam / münasebet-i siyâk-ı kelâm
Sözün gidiş münasebeti, öncesiyle ve sonrasıyla olan ilişkisi.
müncez
Sözü yerine getirilmiş, incâz edilmiş.
muntavi'
Söz dinler. Muti.
müreccim
Sözü tam söyleyip yerli yerince edâ ve beyân eden.
müşacir
Sözle nizâ eden, kavga eden.
müşterek lafız
Sözlük anlamıyla birden fazla anlama gelen kelime. Meselâ: "Yüz" gibi.
müstetbeat / müstetbeât
Söze tabi olan mânâlar; telvih ve telmih yoluyla işaret edilen mânâlar gibi çağrışımlar.
Sözün yan mânâları, söze tabi olan mânâlar.
müstetbeat-üt terakib
Sözdeki birbirine bağlı, işaretli mânalar.
mutabık-ı makam
Sözün konumuna uygun.
müttefik-ul kavl
Söz birliği.
muvaade
Sözleşme, va'dleşme.
muvafakat-ı mefhumiye
Sözden çıkarılan meallerin uygunluğu.
muvafat
Sözünün eri olma.
nafiz-ül kelim
Sözü geçen.
nafiziyet
Sözü geçerlik, nâfizlik.
nakılmeclis
Söz taşıyan. Dedikoduculuk yapan. Gammaz.
nakş-ı kelami / nakş-ı kelâmî
Sözle ilgili nakış, süs, söz dokusu.
nass-ı kelam / nass-ı kelâm / نَصِّ كَلَامْ
Sözün (Kurânın) açık hükmü.
nazm-ı kelam / nazm-ı kelâm
Söz ve ifadenin tertip ve dizilişi.
nemime / nemîme
Söz götürme. Lâf taşıma. Bir kimse aleyhindeki sözleri ifsad maksadıyla kendisine eriştirme.
Söz götürme, taşıma, kişi aleyhindeki sözleri ona eriştirme, koğuculuk etme.
Söz taşıma.
nemmam / nemmâm
Söz taşıyıcı.
Söz taşıyan, koğuculuk yapan. Duyulması istenmeyen bir sözü başkalarına götürüp söyleyen.
netice-i kelam / netice-i kelâm
Sözün özü.
Sözün kısası.
örfi / örfî / عُرْف۪ي
Söz hükmündeki kelimeler.
redd-i kelam / redd-i kelâm
Söze itiraz etme, karşılık verme.
rehamet
Sözün, sesin yavaş, ince ve tatlı olması.
rümis
Sözüne güvenilmeyen kimse. Verdiği söze itimad edilmeyen kişi.
sahib-i kelam / sahib-i kelâm
Sözün sahibi.
sahib-vücud
Sözü geçer, mevki sâhibi kimse.
sanayi-i lafziye
Söz ile, lâfızla yapılan san'at şekilleri. (Cinas, tenasüb ve tezad gibi.)
şecere-i kelimat
Sözler ağacı.
sedacet-i kelam / sedacet-i kelâm
Söz sadeliği.
şekergüftar
Sözü şeker gibi tatlı.
(Farsça)
selaset / selâset
Sözün akıcılığı, ifadedeki ahenk, kolaylık ve akıcılık.
semacet-i ibtida
Sözün başlangıcındaki çirkinlik.
serd / سَرْدْ
Sözü peş peşe ve güzel bir edâ ile söyleme.
Söz söyleme.
sevk-i kelam etmek / sevk-i kelâm etmek
Söz ileri sürmek.
sibak u siyak
Sözün gelişi. Sözün (öncesinin sonraya olan) uygunluğu.
sibak-ul kelam / sibak-ul kelâm
Sözün ilk halindeki bağlantısı, sözün evvelinde geçenden çıkan mânâ.
sıddık / صدیق
Sözünün eri.
(Arapça)
şifahen / şifâhen / شفاها
Sözlü olarak.
Sözle, ağızdan. Konuşmak suretiyle.
Sözlü olarak.
(Arapça)
şifahi / şifahî / şifâhî / شفاهى
Sözle, görüşerek konuşma.
Sözlü.
Sözlü olarak.
(Arapça)
siyak
Söz gelişi, bir sözün hemen öncesinde geçen sözler.
siyak u sibak / siyâk u sibak / سياق و سباق
Sözün gelişi.
(Arapça)
siyak ve sibak-ı kelam / siyak ve sibak-ı kelâm
Sözün başıyla sonu; sözün akışı.
siyak ve sibaka mülayemet / siyak ve sibaka mülâyemet
Sözün öncesinin sonrasına, sonrasının öncesine uygunluğu.
Sözün evveline güzel bir netice, sonrasına iyi bir başlangıç olması.
siyak-ı kelam / siyak-ı kelâm
Sözün gelişi, sevkediliş.
Sözün gidişatı; sözün söyleniş şekli, ifade tarzı.
sual-i mukadder / suâl-i mukadder / سُؤَالِ مُقَدَّرْ
Sözün gelişinden anlaşılan soru.
sühan
Söz, kelâm. Kavl, lâfz.
(Farsça)
suhan / سخن
Söz.
(Farsça)
sühan / سخن
Söz.
(Farsça)
sühan-çin
Söz getirip götüren, söz toplayan, dedikoducu.
(Farsça)
sühan-fehm
Sözün, kelâmın değerini takdir eden.
(Farsça)
sühan-gu / sühan-gû
Söz söyleyen, söz söyleyici.
(Farsça)
sühan-şinas
Söz bilen, sözün kıymetini takdir eden.
(Farsça)
sühandan / سخندان
Söz bilen, sözden anlayan.
(Farsça)
suhen / سخن
Söz.
(Farsça)
ta'sil-i kelam / ta'sil-i kelâm
Sözü ballandırma. Kelâmı tatlılaştırma.
taahhüdname / taahhüdnâme
Söz verdiğine ve taahhüd ettiğine dair yazılan vesika.
(Farsça)
taahhüt
Söz verme, üzerine alma.
taat
Söz dinleme, ibadet.
tabakat-ı kelamiye / tabakat-ı kelâmiye
Söz tabakaları, alanları.
takdir-i kelam / takdir-i kelâm
Sözün gelişi; sözde zikredilmeyen bir lafzı sözün gelişinden anlayıp belirtmek.
tarih-i mezkur / tarih-i mezkûr
Sözü edilen tarih.
tarizen / târizen
Sözle dokundurarak, dokunaklı söz söyleyerek.
tatvil / tatvîl
Sözü uzatma, uzun tutma.
tatvil-i kelam / tatvîl-i kelâm
Sözü uzatma.
tavaud
Sözleşmek.
teahüd
Sözleşmek. Ahidleşmek.
tecemcüm
Sözünü söylemekte güçsüz olmak. Konuşamamak.
tegamgum
Sözü düz söylememek.
tehafüt
Sözü gizlice söyleşmek.
telmihat / telmihât
Söz arasında; bir kıssa, fıkra, atasözü veya tarihî bir hadiseye işarette bulunmalar.
telvin-i hitab / telvîn-i hitâb
Sözün renklendirilmesi, çeşitlendirilmesi.
tenakuz / tenâkuz
Sözün birbirini tutmaması. Çelişki.
tenezzülat-ı kelam / tenezzülât-ı kelâm
Sözün muhatapların seviyelerine uygun olarak ayarlanması.
tenezzülat-ı kelamiye / tenezzülât-ı kelâmiye
Sözün muhatapların seviyelerine göre ayarlanması.
teşbih-perestlik
Sözde lüzumundan fazla teşbihe, benzetme san'atlarına yer verme.
tesbihat-ı maneviye / tesbihat-ı mâneviye
Sözle değil de mânâ ile yapılan tesbihat.
tevcih-i hitap
Sözü birine yöneltme, birine hitap etmeler.
tevcih-i kelam / tevcih-i kelâm
Sözü birine yöneltme, biriyle konuşma.
têvil
Sözü çevirme, ayrı mânâ verme.
tezvir
Söze yalan karıştırma.
tezvirat / tezvirât
Söze yalan karıştırmalar.
tezyinat-ı lafziye / tezyinat-ı lâfziye
Sözle ilgili süslemeler, cinas, seci' gibi anlamdan ziyade kulağa hitap eden söz san'atları.
üslub-perestlik / üslûb-perestlik
Sözün mânâ ve maksada uygunluğuna değil de ifade tarzının güzelliğine önem verme.
va'd
Söz verme. Söz verilen şey. Bir kimsenin yapacağına veya yapmayacağına dâir söz vermiş olduğu husus. Bir şeyi yapmak veya bir şey için söz vermek va'ddır. Hayır işlenecek iş için masdar "va'd" veya "vaide" dir. İşlenecek şey şer ise; ev'ide denir. Masdarı "Îâd" dır. Va'd hayırda, îâd ve vaîd şerde k
Söz verme, söz verilen şey.
Allahü teâlânın; emirlerini yerine getirenleri çeşitli nîmetlerle mükâfâtlandıracağını, karşı gelenleri ise, azâb ile cezâlandıracağını bildirmesi, söz vermesi. Buna va'd-ı ilâhî de denir.
Bir kimsenin, başka birisine bir husûsta söz vermesi.
vaad
Söz verme.
Söz verme.
vaad eden
Söz veren.
vaad etmek
Söz vermek.
vaad ve ahdeden
Söz veren ve yemin eden.
vecazet
Sözün veciz oluşu. Kelâmın kısa oluşu.
vefa / vefâ
Sözünde durma, kendini seveni unutmama, ilgiyi kesmeme.
Sözünde durmak.
vefa-i ahid / vefâ-i ahid
Sözünü yerine getirme, sözünde durma konusu.
vefaperver
Sözünde duran. Vefâlı.
(Farsça)
velhasıl / velhâsıl
Sözün kısası, özü, kısacası.
Sözün kısası.
vücud-u müteşabihat ve müşkilat / vücud-u müteşâbihat ve müşkilât
Sözün hangi mânâya geldiği kapalı ve zor anlaşılır ifadelerin varlığı.
zahir hamiyetperverlik / zâhir hamiyetperverlik
Sözde hamiyetperverlik; sadece sözde kalan vatan ve milleti koruma sevigisi.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
ariyeten
şayia
hak-rub
muttasıf
tabib
tenaum
Eyyü
gayz
temasil
حادثات
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
soz
Azgin
Zamm etmek
Celb olunmuş
İstinbat
têlif
OR
serse
Made
Guzel koku