REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te sikiŞ ifadesini içeren 62 kelime bulundu...

acemaşiran / acemaşîran / عجم عشيران

  • Türk mûsikisinde bir makam. (Arapça)

behir

  • Nefesi sıkışıp çok soluyan kimse. Nefes darlığı olan.
  • Göğüsdarlığı hastalığı sebebiyle solumaktan yol yürüyemiyen kimse.

bestenigar / bestenigâr / بسته نگار

  • Türk mûsikîsinde bir makam adı. (Farsça)

büzürg

  • (Çoğulu: Büzürgân) Cesim, kebir, azîm, büyük, ulu. (Farsça)
  • Reis, baş, başkan, şef. (Farsça)
  • Türk musikisinde bir mürekkep makamın adı. (Farsça)

çar-gah / çar-gâh

  • Dört taraf ki, bunlar; şark, garb, şimal, cenub'dur. (Farsça)
  • Dünya, küre-i arz, cihan. (Farsça)
  • Türk musikisinde bir makam adıdır. (Farsça)

çargah / çârgâh / چارگاه

  • Türk musikîsinde bir makam. (Farsça)

dagt

  • Zahmet. Meşakkat.
  • Bir şeyi bir yere zorla sıkıştırmak. Sıkışmak.

dil-güşa

  • İç açan, gönül açan, kalbe ferah veren. (Farsça)
  • Türk musikisinde bir mürekkeb makam. (Farsça)

diyk

  • Darlık, sıkışıklık.

girift

  • Yakalama, tutma. (Farsça)
  • Dolaşık. Birbiri içine girik. Girintili çıkıntılı, karışık. (Farsça)
  • Motifleri birbirine girik ve içiçe geçme olan tezyinat tarzı. Buna aynı zamanda arabesk de denilir. (Farsça)
  • Türk musikisinin nefesli sazlarından olup, bugün unutulmak üzeredir. Ney'e benzer. Girift ç (Farsça)

güncide / güncîde

  • Bir şey veya zarf içine sığmış olan. Sıkıştırılmış. (Farsça)

hasr

  • Bir şeyin içine alma. Yalnız bir şeye mahsus kılma.
  • Bir çember içine almak. Askerle etrafını kuşatmak.
  • Sıkıştırma. Kısaltma.
  • Okurken tutulup kalmak.
  • Vakfetmek.
  • Zaman ayırmak.
  • Sıkıştırma.
  • Etrafını çevirme, mahsus kılma, tahsis etme.

hemze

  • Elif veya elif yerine kullanılan işaret. Elif, vav, ya, he üzerine konulan ve "e" diye okutan işaret.
  • Parmakla sıkma, dürtme, sıkıştırma.

hezm

  • Bozma, mağlub etme, hezimete uğratma.
  • Sıkıştırma, sıkma, bir şeyi sıkıp ezme.

hüzzam / حزام

  • Türk musikîsinde bir makam. (Arapça)

i'sar

  • Fakirlik.
  • Borçluya karşı takaza etmek, sıkıştırarak alacağını istemek, güçleştirmek.

idmac

  • Bir şeyi bir şeyin içine koymak.
  • Sıkıştırmak.

igsas

  • Sıkıştırma, tazyik etme.
  • Bir yer ahalisini sıkıntıya düşürme.

ihhikak

  • Kördüğüm olma.
  • Mc: Sıkışıp kalma. Halledilmeyip çözülmez hale gelme.

ihsar

  • (Hasr. dan) Birisini işinden alıkoymak.
  • Fık: Hac için ihrama girmiş bir zâtın, Arafat'ta durmakla ziyaret tavafından; ve umre için ihrama girmiş bir kimsenin de tavaftan men edilmesi. Böyle men edilen zâta "muhsar" denir.
  • Kısaltma, kısalma.
  • Sıkıştırma.

in'isar

  • Ezip sıkma, sıkıştırma, suyunu çıkarma.

indirac

  • İçine konma, arasına sıkışma. Derecelenme.

irtibas

  • Perişan ve zor durumda kalma.
  • Pek karışık ve sıkışık olma.

komprime

  • Toz halinde iken sıkıştırılıp ufak hap haline getirilmiş ilaç. (Fransızca)

kritik

  • yun. Tenkid. Sıkışık durum, sıkıntılı.
  • Tıb: Hastalığın en kötü zamanı.
  • Tenkit, sıkışık durum.

matvi / matvî

  • Dürülmüş, sıkıştırılmış.

mengene

  • Tazyik veya sıkıştırma için kullanılan demir veya tahta âlet.

mesh

  • Bir şeyin suretini çirkin ve kötü hale çevirmek.
  • Hayvanı kovarak koşturup onu sıkıştırmakla yormak, bitâb hale getirmek.

muktir

  • Dar hâlli, durumu sıkıntılı.
  • Kocasını nafaka bakımından sıkıştıran kadın.

munkabız

  • Sıkıntılı. Mânevi sıkıntı.
  • Çekilmiş. Büzülmüş. Daralmış. Toplanmış.
  • Barsakları sıkışmış. Kazâ-i hâcet edemeyen. Kabız.

musafaha / musâfaha / مصافحه

  • El sıkışmak. Tokalaşmak.
  • Muhabbetini, arkadaşlığını, sevgisini izhar etmek.
  • Tokalaşma. (Arapça)
  • Musâfaha etmek: Tokalaşmak, el sıkışmak. (Arapça)

musafaha etmek

  • El sıkışmak.

müsafeha / müsâfeha

  • İki müslümanın, sağ elin avuç içlerini birbirine yapıştırıp, iki baş parmağın yanlarını birbirine değdirerek el sıkışması.

musafih

  • Musâfaha edenlerden veya el sıkışanlardan herbiri.

musika-i zikriye

  • Zikir musikîsi.

müste'di / müste'dî

  • Birinin zulmüne karşı başka birinden yardım dileyen.
  • Birini sıkıştırıp malını zorla alan.

mütekazi

  • (Tekaza. dan) Borçluyu (borcunu ödemesi için) sıkıştıran.

müterasıf

  • Saf şeklinde birbirine yanaşıp sıkışmış olan.

mütezahimin / mütezahimîn

  • (Tekili: Mütezahim) İzdihamdan dolayı birbirinin üstüne çıkanlar. Kalabalıktan sıkışanlar.

mütezayyık

  • Darlaşan, sıkışan, tazayyuk eden.

müzahamet

  • Birbirine zahmet verme. Kalabalıktan gelen sıkıntı, sıkıştırma.
  • Bir yere itişe kakışa hücum etme.

müzaheme / müzâheme

  • Sıkışıklık.

müzahemet / müzâhemet

  • Bir yere yığılıp sıkışma.

müzayakasız

  • Birbirini sıkıştırıp birbirine engel olmaksızın.

müzdehim

  • (Zahm. dan) Kalabalık, izdihamlı, pek sıkışık.

muzik / muzîk

  • (Mudîk) Sıkan, sıkıştıran, darlaştıran.

muztar

  • Sıkışık, zor durumda olan, çâresiz.

neva / nevâ

  • Ses, sadâ, makam, âhenk.
  • Refah.
  • Levazım, kuvvet, zenginlik.
  • Nasip.
  • Türk musikisinde eski makamlardan biri.

şiddet-i tazyik

  • Şiddetli bir sıkıştırma, baskı.

şikke

  • (Çoğulu: Şikek) Balta cinsinden olan silâhların sapı.
  • Girecek deliğe sıkışıp tutmak için sokulan çivi.

takaza

  • Başa kakmak.
  • Sıkıştırmak.
  • Hakkını isterken borçluyu zorlamak.
  • Hakkını dava etme, sıkıştırma.

tazayyuk

  • (Zîk. den) Sıkışma, daralma.

tazyik / tazyîk / تضييق / تَضْي۪يقْ

  • Daraltmak, sıkıştırmak.
  • İcbar etmek.
  • Sıkıntı ve ızdırab vermek.
  • Zorlama, baskı.
  • Fiz: Bir kuvvet harcayarak yapılan basma veya itme işi. Basınç. Katı cisimler, üzerine konuldukları satıhlara; sıvılar, içinde bulundukları kabın hem dibine ve hem de yanlarına; ga
  • Baskı, sıkıştırma.
  • Sıkıştırma, daraltma. (Arapça)
  • Basınç yapma, bastırma. (Arapça)
  • Basınç. (Arapça)
  • Sıkıştırma.

tazyikat / tazyîkât

  • Baskılar, sıkıştırmalar.
  • (Tekili: Tazyik) Tazyikler. Sıkıştırmalar. Baskılar. Zorlamalar.
  • Basınçlar.
  • Tazyikler, baskılar, sıkıştırmalar.

tedric

  • Azar azar, derece derece ilerlemek. Birisini bir şeye yavaş yavaş vardırmak.
  • Sıkıştırmak suretiyle çok güçsüz hâle koymak.
  • Edb: İfadenin derece derece yükselmesi veya alçalması.

tekavüs / tekâvüs

  • Bir yere cem'olmak, yığılmak, toplanmak.
  • Sıkışmak.

teraküm

  • Birikme, yığılma.
  • Birbiri üzerine sıkışma.

terasuf

  • (Kaldırım taşları biçiminde) birbirine yanaşarak sıkışma, istif olma.

tezahüm / tezâhüm

  • Birbirine sıkıntı verme, sürtüşme, sıkışma.
  • Sıkışma, yığılma.

tezayuk

  • Sıkışma.

türkü

  • (Aslı: Türkî) Türk halk musikîsi.

zahm

  • Galebe etmek.
  • Omuz vurmak.
  • Sıkıştırmak.
  • Tazyik.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın