Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
seyd
ifadesini içeren
173
kelime bulundu...
ahir
Herşeyden sonra da var olan, varlıkların sonrasına da hâkim.
akif / âkif
Devamlı ibadetle meşgul olan.
Bir şeyde sebat eden.
Teveccüh, yönelme.
akrebiyet-i ilahiye / akrebiyet-i ilâhiye / اَقْرَبِيَتِ اِلٰهِيَه
Allahın her şeye her şeyden daha yakınlığı.
amil / âmil
Yapan. İşleyen.
Sebep.
Vergi tahsiline memur kimse.
Mütevelli.
Vâli.
Gr: İraba te'sir eden yüz şeyden altmışı. (Yalnız ismi mecrur yapanlar yirmi adettir).
asa-yı musa / asâ-yı musâ
Hz. Mûsânın (A.S.) Asâsı.
Kafir sihirbâzları Cenab-ı Hakkın izniyle mağlub eden ve taşa vurduğunda hemen Cenab-ı Hakkın izni ile su çıkaran Hz. Mûsânın (A.S.) mucizeli değneği. Bu mucizeye teşbih olarak, her bir zerrede ve her şeyde Allahın (C.C.) varlığını, birliğini ve kudsi sıfatl
aşı
Birşeyden alınıp diğer birşeye aktarılan madde.
Çeşitli tehlikeli hastalıkların önünü almak için aşılanan madde.
Yabani veya cinsi âdi bir ağaca, cinsine yakın diğer iyi bir ağaçtan vurulan kalem veya yaprak aşısı.
azf
Zâhidlik. Nefsini bir şeyden döndürmek.
beyan
İzah. Açıklama. Anlatma. Açık söyleme.
Öğretme.
Fesahat ve belâgat.
Edb: Belâgat ilminin hakikat, mecaz, kinâye, teşbih, istiâre gibi bahislerini öğreten kısmı.
Söz olsun, iş olsun; vukû' bulan şeyden murad ne olduğunu o şey ile alâkası ve münâsebeti bulunan b
biiznillahi teala / biiznillâhi teâlâ
Herşeyden yüce olan Allah'ın izniyle.
cilve-i ehadiyet / جِلْوَۀِ اَحَدِيَتْ
Allah'ın birliğinin her bir şeyde görünmesi.
Allahın isimlerinin ve birliğinin, her bir şeyde, o şeyi de benzersiz kılarak görünmesi.
dem vurmak
Bir şeyden gelişigüzel bahsetmek.
(Türkçe)
dergah-ı vahid-i ehad / dergâh-ı vâhid-i ehad
Bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah'ın huzuru.
devir / دَوِرْ
İki şeyden herbirinin valığının diğerine dayanması.
ehadiyet / اَحَدِيَتْ
Allahın isimlerinin ve birliğinin, herbir şeyde, o şeyi de benzersiz kılarak görünmesi.
ehadiyet-i ilahiye / ehadiyet-i ilâhiye
Cenâb-ı Allah'ın herbir şeyde birliğinin görünmesi.
ehadiyyet
Birlik. Allah'ın her bir şeyde kendilerine ait sıfatı. Her şeyde birliğinin tecellisi.
(Ahadiyet) Allah'ın (C.C.) her bir şeyde kendine âit birlik tecellisi.
etka
(Taki. den) Allah korkusu ile günahtan çok fazla çekinen. Haram veya helâl olduğunu iyice bilmediği şüpheli şeyleri yapmayan. Günah işlemeyen. Her şeyde Cenab-ı Hakk'ın rızasını gaye ve maksad edinen.
evham
Olmayan bir şeyi olur zannı ile meraklanma. Üzüntü. Vehimler. Kuruntular. Zarar ihtimâli çok az olan bir şeyden meraklanma ve üzülme.
evvel / اَوَّلْ
Herşeyden önce var olan ve yaratıkların önceki hâllerine de hükmeden Allah.
Başlangıcı olmayan ve her şeyden önce var olan (Allah).
evvel-be-evvel
Herşeyden önce, ilk, evvelâ.
evvel-emirde
İşin başlangıcında, herşeyden önce.
evvela
İlkönce, birinci olarak, herşeyden önce.
evvelemirde
İşin başında, her şeyden önce.
(Arapça - Türkçe)
fasid / fâsid
Bozguncu.
Doğru olmayan. Bozuk. Müfsid.
Yanlış olan.
Fık: Aslen sahih olup, vasfen sahih olmayan. Yani, kendi nefsinde meşru' iken gayr-i meşru' bir şeye yakınlığı sebebiyle meşru'iyyetten çıkan şeydir. İbadet hususunda fâsid ile bâtıl aynı şeydir. Meçhul bir şeyi sat
fazl
Âlimlere yakışır olgunluk.
İmân, cömertlik, ihsan, kerem, ilim, ma'rifet, üstünlük, hüner, tefâvüt, inayet.
Artmak.
Artık, (bunun zıddı naks'tır). Bir şeyden bakiye kalmak.
galat-ı tahakkümi / galat-ı tahakkümî
Bir kelimenin gerek lâfzı ve gerekse mânası itibariyle herkesin kullandığı gibi kullanılmaması.Bu, başlıca üş şeyden olur:1- Nazımda vezne uydurmak için bir kelimenin telâffuzunu değiştirmek, hecesini uzatmak ve kısaltmak yahut harfini gizlemek.2- Çeşitli mânâları olan bir kelimeyi meşhur olmayan bi
habir / habîr
Her şeyden haberi olan Allah.
habir-i basir / habîr-i basîr
Kendisine hiçbir şey gizli kalmayacak şekilde bilen, herşeyden haberdar olan ve her şeyi gören Allah.
hacc
Kasdetmek. Muârazada delil ve bürhan ile galip olmak.
Bir yere çok tereddütle varıp gelme.
Şâyan-ı tâzim bir şeye teveccüh.
Bir şeyden feragat etmek.
Fık: İslâmın şartlarından ve hâli vakti müsait olan her müslümana farz olan, Mekke-i Mükerreme'deki Kâbe-i Şer
hak-sever
Adaletle hareket eden, doğru bildiği şeyden ayrılmayan, dürüst.
hali / hâlî
Bir şeyden uzak, boş, ıssız.
halk-ı ezdad
Birbirine zıd halleri bir şeyde yaratmak. Meselâ: Bir zerrede hem def edici hem de cezb edici (çekici) kuvvetin bulunmasını yaratmak.
hasr-ı fikir
Bir şeye bütün fikrini vermek ve başka şeyle meşgul olmamak tarzı ve düsturu ile o şeyde veya meslekte mütehassıs ve muvaffak olmaya çalışmak. Bütün fikri çalışmayı bir şey üzerinde toplamak.
hass / hâss
(Çoğulu: Havass) Hususi. Hâlis. Kıymetli ve ileri gelen mühim yakınların topluluğu.
Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan. Umumi olmayıp mahsus olan.
Tam ayar olan, yabancı maddelerle karışık olmayan ve içinde bozuk bulunmayan. Tek, münferid.
Saf.
Tar: Osman
hassa
(Çoğulu: Havass) İnsanın kendisine tahsis ettiği şey. Bir şeyde bulunup başkasında bulunmayan şey. Bir şeye mahsus kuvvet. Te'sir. Menfaat.
Adet ve alâmet. Ekâbir, kavmin ileri geleni.
hassa-i lazime-i zaruriye / hassa-i lâzime-i zaruriye
Bir şeyde bulunması mutlaka gerekli olan özellik, nitelik.
hassa-i münhasıra / hâssa-i münhasıra
Bir şeyde bulunan ve sadece ona mahsus olan özellik.
hazer
Çekinme. Zarar verebilecek şeyden kaçınma. Korunma.
hazul
Kimsesiz. Yardımsız olarak her şeyden mahrum sürünmek.
hıyar-ı ayb
Bir şeyde mevcud olan bir kusurun akitten sonra meydana çıkmasından dolayı âkitlerden biri için sabit olan muhayyerliktir.
hubb-ı dünya / hubb-ı dünyâ
Dünyâ sevgisi. Ölümden sonra işe yaramayacak olan şeylere düşkün olmak. Dünyâ; haramlar, mekruhlar ve Allahü teâlâyı unutturan her şeydir.
humak
Kabarcık gibi bir şeydir ve insana ârız olur.
hüve'l-ahir / hüve'l-âhir
O Âhirdir; her şeyin sonunu ezelî ilmiyle belirleyen ve sonu gelen varlıkların neslini tohum ve çekirdeklerle tanzim eden ve her şeyden sonra yalnız Kendisi bâkî kalan Allah'tır.
hüve'z-zahir / hüve'z-zâhir
O Zâhirdir; her şeyin dış yüzlerini çeşitli cihaz ve ürünlerle donatıp ve ince nakışlarla süsleyerek mükemmel ve güzel yaratan ve her şeyde varlık ve birliğinin işaretleri açıkça görünen, Allah'tır.
i'tidal
Bir şeyde veya halde ifrat veya tefrite düşmemek. Vasat derece olmak.
Yumuşaklık. Uygunluk.
Gündüz ve gecenin birbirine denk, eşit olması.
Miktar ve keyfiyyet hususunda iki hâlet arasında mutavassıt olmak.
i'tilal
(İllet. den) Hasta olma.
Hastalanma.
Bahane etme.
Her şeyden vazgeçip tek bir şeyle meşgul olma.
ibaret
Meydana gelmiş, toplanmış. Bir şeyden teşekkül etmiş. Bir şeyin aynı. Bir şeyin içindekini ve aslını beyan. Bir halden bir hale tecavüz eylemek.
Rüya tabir etmek.
ibret / عِبْرَتْ
Bir şeyden ders alma.
ictihaf
Bir şeyden çok şey almak.
Üç parmakla yemek.
idman
Alıştırmak. Bir şeyde meleke kazanmak için tekrar tekrar hareket yapmak.
Beden terbiyesi. Jimnastik.
ifrat ve tefrit
Bir şeyde aşırı seviyede ileri veya geri durma.
ihcam
Bir şeyden korkarak vaz geçme, dönme. cayma. Men olunma.
ilah
Kendine ibadet edilen, Allah (C.C.) Her şeyden çok sevilen, tâzim ve tesbih edilen Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri.
im'an
Fazla dikkat ve ihtimam. Bir şeyde çok ileri gitmek.
Bir adamın hakkını ikrar eylemek.
Pek uzağa koşmak ve bir hususta hakkı mütecaviz olmak üzere, mübalâğa ve içtihad etmek.
imsak / imsâk
Kendini tutmak. Bir şeyden el çekme.
Oruca başlama zamanı.
Hapsetmek.
Şer'an müftirat denen şeylerden (orucu bozan şeylerden) nefsi hakikaten veya hükmen men' etmek.
Yemez içmez adamın hâli. Cimrilik, hasislik, pintilik.
Oruca başlama zamanı.
Kendini tutmak, bir şeyden el çekmek.
in'ikas
Aksetme, tersine çevrilme.
Işık veya sesin bir şeye çarpıp geri gelmesi.
Aynada parlak şeyde eşyanın temessülü.
inaf
Bir kimseyi, bir şeyden vazgeçirmeğe çalışmak.
infitam
Kesilme.
Sütten kesilme.
Menedilen bir şeyden uzaklaşma.
ismi ahir / ismi âhir
Allah'ın her şeyin sonunu ezelî ilmiyle belirleyen ve her şeyden sonra yalnız Kendisi bâkî olduğunu ifade eden ismi.
istidad-ı isyan ve tehevvür
Maddî veya mânevî hiçbir şeyden korkmama ve isyan etme yeteneği.
istidlal / istidlâl
Bir delile dayanarak bir şeyden netice çıkarmak. Delil getirerek anlamak.
istinfad
Bir şeyden bıkkınlık gelme, usanma.
Bir şeyi tüketme, harcama.
istisar
Bir şeyden fazla miktarda alma, çoğaltmağa çalışma.
kadiriyet-i mutlaka / kadîriyet-i mutlaka
Allah'ın gücünün sınırsız olarak her şeyde görünmesi.
kanun-u külli / kanun-u küllî
Herşeyde geçerli kanun.
keffaret-i yemin
Yaptığı bir yemine sadık kalmayıp bozan bir müslümana lâzım gelen keffâret demektir ki: Muktedir ise, müslim veya gayr-i müslim bir köle veya câriye azad etmekten; muktedir değil ise, on fakiri akşamlı sabahlı doyurmaktan veya on fakire birer parça libas giydirmekten; bu üç şeyden birine muktedir ol
kerr
Çekilerek yeniden hücum etmek.
Birşeyden vazgeçtikten sonra tekrar ona, o işe yönelmek.
Devlet.
Gemi halatı.
Hurma ağacına çıkmakta kullanılan urgan.
kesret-i suhulet
Herşeyde kolaylığın bulunması.
kısmet
Nasîb. Allahü teâlânın ezelde (sonsuz öncelerde) herkes için dilediği şey.
Birkaç kimsenin bir şeydeki hisse-i şâyialarını (ayrılmamış hisselerini) kile, terâzî, arşın gibi bir ölçü âleti ile tâyin ve tahsis etme, belli etme, ayırma.
kıssadan hisse almak
Anlatılan bir şeyden ders çıkarmak.
kıyas
Benzetmek, karşılaştırmak, mukâyese. İki şeyi birbiri ile karşılaştırmak. Benzeterek hüküm ve muhâkeme etmek.
Man: Doğru kabul edilen iki hükümden bir üçüncü hükmü çıkarmak.
Fık: İki belli şeyden birinin mahsus olan hükmünü, yâni, bu hükmün mislini, aralarındaki müttehid ille
kıyas-ı hafi-yi hadsiye / kıyas-ı hafî-yi hadsiye
Zihnin birşey hakkında, sezgi ve âni kavramayla yaptığı gizli kıyas. Meselâ "Eğer Ayın ışığı Güneşten gelmeseydi, durumu değiştikçe ışık yapısı değişmezdi" şeklinde zihne doğan gizli bir kıyasla aklın "O halde Ay ışığını Güneşten alır" şeklinde hükmetmesi.
kudret-i vahid-i ehad / kudret-i vâhid-i ehad
Bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah'ın güç ve iktidarı.
küsbe
Bir parça süt ve hurma.
Taamdan veya başka şeyden az iken çoğalıp toplanan nesne.
kuşe-i ferag
İnsanın, herşeyden feragat edip çekildiği köşe.
lasiyyema
Bâhusus. Hususan. Buna gelince. Herşeyden ziyade. Ençok.
lazım / lâzım
Lüzumlu, gerekli.
Bir şeyden aslâ ayrılmayan. Bir işte beraber bulunmasına ve vücuduna ihtiyaç olan şey.
Gr: Müteaddi olmayan.
Birbirinden ayrılması mümkün olmayan iki şeyden birinci derecede geleni; meselâ Güneş lâzımdır, gündüz melzumdur. Kur'ân lâzımdır, onun açıklaması olan tefsir melzumdur.
lazım-ı eamm / lâzım-ı eamm
Birbirinden ayrılmayan iki şeyden ayrılmaya engel olana lâzım denir (matbaa ve kitap gibi; matbaa lâzımdır).
lazıme-i zaruriye-i naşie-i zatiye / lâzıme-i zâruriye-i nâşie-i zâtiye
Bizzat kendi zâtında var olan ve zâtından başka hiçbirşeyden kaynaklanmamış olan, bizzat kendisinde zorunlu olarak bulunan ve ondan ayrılması düşünülemeyen şey; meselâ "Sıcaklık, ateşin bizzat kendisinden kaynaklanan ayrılmaz zorunlu bir özelliğidir." denilebilir.
ledün
İnd kelimesi gibi, zaman ve mekân zarfıdır.Hel-i istifhâmiye mânasına geldiği de vaki'dir. Kamus Müellifine göre ledün ile leda, aynı şeydir. Başkaları ise tefrik etmişlerdir. Demişlerdir ki: Ledün kelimesi zaman ve mekânın evvel ve ibtidasından muteberdir. Onun için ekseri harf-i cer olan "min" kel
leh
Bir kimseden veya birşeyden yana olma, yandaşlık.
lehef
Kaybolan bir şeyden dolayı müteessir olup üzülme.
letb
Gitmek.
Devretmek.
Bir şeyden ayrılmayıp, ona bağlanmak.
li-aynihi / li-aynihî
Kendisi ile bir. Aynı ile.
Allah tarafından emrolunan bir şeydeki güzellik, ya li-aynihi bir hüsündür veya li-gayrihi bir hüsündür. Ya kendi zatındaki bir güzellikten dolayı hasendir veya başkasında sabit bir güzellikten dolayı bir hasendir. Meselâ: Biz iman ile me'muruz. İmandaki hü
lüzum
Lâzım olmak. Bir şey bir şeyden aslâ ayrı olmayıp onunla sâbit ve dâim olmak. Gereklilik.
ma'kusen mütenasib
Mat: Tersine olan müvâzene. Yâni, birbirine nisbet edilen iki şeyden, biri çoğaldığı oranda diğerinin eksilmesi veya birinin azaldığı nisbetinde diğerinin çoğalması. Ters orantılı.
ma'na
(Mânâ) İç, içyüz. Bir sözden veya birşeyden anlaşılan. Lâfzın delâlet ettiği şey.
Rüya, düş.
Dilemek, irade.
maazım
(Tekili: Mu'zam) Bir şeyde en büyük kısımlar.
mahbub-u baki / mahbub-u bâkî / mahbûb-u bâkî
Varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve herşeyden daha sevgili olan Allah.
Varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve herşeyden daha sevgili olan Allah.
mal-i mütekavvim
Huk: İki mânada kullanılır: Birisi, intifâı mübah olan şeydir. Diğeri, mâl-i mührez demektir. Meselâ, denizde iken balık gayr-i mütekavvim olup, tutmak ile ihraz olundukta, mâl-i mütekavvim olur. İntifâı mübah olmayan mal veya elde edilmemiş olan mal gayr-ı mütekavvimdir. Şirâ ile intifa' mübah oldu
maşaallah / mâşâallah
Beğenilen şeyler görüldüğünde söylenilen; "Bu, Allahü teâlânın dilediği ve ihsân ettiği şeydir" mânâsına mübârek bir söz.
masiva / mâsiva
Bir şeyden başka olanların hepsi.
Dünya ile ilgili olan şeyler.
Allah'tan başka her şey.
mebsuten mütenasib
Birbirlerine nisbetli olan iki şeyden birinin artmasıyla, diğerinin de aynı nisbetle artması; veya eksilmesiyle diğerinin de eksilmesidir. Doğru orantılı.
medar-ı istihracat / medâr-ı istihracat
Bir şeyden bir mânâ çıkarma sebebi, kaynağı.
melzum
Birbirinden ayrılmayan iki şeyden ikinci derecede birisi geleni, ayrılmaya engel olunanı; meselâ, oğul melzumdur, babası lâzımdır (mevlûd-vâlid). Tefsir melzumdur, Kur'ân ise lâzımdır.
melzum-u ehass
Birbirinden ayrılmayan iki şeyden ayrılmaya engel olunan şeye melzum denir (matbaa ve kitap gibi; kitap melzumdur).
mesih
Bir şey üzerined eli yürütmek, bir şeyden ondaki eseri gidermek demektir.
İsa Aleyhisselâm'ın bir ismidir. Elini sürdüğü, meshettiği hastaların iyileşmesinden kinâye olarak "İsa Mesih" denmiştir.
meyelan-ı fıtriye / meyelân-ı fıtriye
Bir şeyde yaradılıştan var olan meyiller, eğilimler.
min-ma
(Mimmâ okunur) Şey, nesne. O şeyden.
muaraza
Bir şeyden yan verip sapmak.
Biri ile yarışmak.
Birbirine karşı gelmek. Sözle karşılıklı mücadele. Söz mücadelesi.
muarız
Bir şeyden yan çizen. Muâraza eden. Karşı gelen.
müfad
İfade edilen mânâ, bir şeyden çıkan mânâ.
müfareze
Bir şeyden kesilip ayrılma.
mülazım / mülâzım
Birşeyden ayrılmama, aralıksız devam etme.
münbais
Bir sebepten ileri gelen, bir şeyden ileri gelmiş.
münfail
İnfiâl eden. Te'sir ile harekete geçen.
Muztarib, kederli ve muğber olan. Bir şeyden canı sıkılan. Alınmış, gücenmiş.
munfasi / munfasî
Bir şeyden ayrılıp kurtarılmış olan.
murabba'
Dört köşeli şekil.
Dörde çıkarılmış. Dörtlü. Dört şeyden olmuş.
Geo: Kare.
mürekkeb / مُرَكَّبْ
Birkaç şeyden oluşturulan.
müsabaka
Karşılıklı yarışma. Hangisinin ileride olduğunu anlamak için yapılan tecrübe, imtihan. Bir şeyde derece anlama için iki veya daha çok şahıslar arasında bazı şartlarla yapılan tecrübe.
müsemma-i vahid-i ehad / müsemmâ-i vâhid-i ehad
Zât ve sıfatlarıyla bir olan ve birliği her bir şeyde tecelli eden şeklinde isimlendirilen Cenâb-ı Hak.
müstafzıl
Bir şeyden arta kalan.
müstehab
Sevilmiş şey. Yapılması sevaplı olan.
Fık: Peygamber efendimizin (A.S.M.) bazen yapıp bazen terkeylediği şeydir. Farz ve vacibin dışındaki sevaplı iş, sevap olduğu bilinen iş. Nafile, mendub, fazilet, tatavvu, edeb namları da verilir.
mutasarrıf-ı kadir / mutasarrıf-ı kadîr
Herşeyde istediği gibi tasarruf eden ve herşeye gücü yeten Allah.
mutasarrıf-ı zişan / mutasarrıf-ı zîşân
Şan ve şeref sahibi ve herşeyde istediği gibi tasarruf eden Allah.
müte'al / müte'âl
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Düşünülebilen, akla gelen, hayâl edilebilen her şeyden başka bunlardan pâk, temiz ve yüce olan.
mütearri
(Uryet. den) Bir şeyden alâkasını kesen.
Soyunan, taarri eden, çıplak.
mütekebbir
Allahü teâlânın ism-i şerîflerinden. Yaratılanların sıfatlarından uzak, vehim ve aklın anlamasından yüksek, azamet ve kibriyâ (büyüklük) sıfatıyla her şeyden ayrılmış olup, her şeyden yüce ve yüksek olan.
Kibirlenen, kendisini başkalarından üstün gören, kendini beğenen.
mütenebbih
Uyanmış, tenbih ile uyarılmış olan. Bir şeyden ders alıp aklını başına toplayan.
müterevvih
Bir şeyden koku alan. Kokulanan.
mutlak zuhur / mutlak zuhûr
Bir kayda bağlı olmayan zuhûr, akis. Bir şeyin bir başka şeyde görünmesi meselâ insanın aynada, Hakk'ın, velînin kalb aynasında tecellî etmesi böyledir.
naşie-i zatiye / nâşie-i zâtiye
Bizzat zâtından çıkan ve zâtından başka hiçbir şeyden kaynaklanmamış olan.
necaset-i hafife
Hanefî mezhebine göre pis olduğuna dair şer'î bir delil mevcud olan şeydir. Diğer bir tabire göre murdar olmadığı rivayet edilen şeydir. (Eti yenen hayvanların bevilleri gibi.) Bedenin veya elbisenin dörtte birinden az miktarı namaza mani olmaz.
neşiş
Kaynayan şeyden çıkan ses.
nimet-i istifade
Bir şeyden yararlanabilme nimeti.
nüfaz
Ağaçtan veya başka birşeyden silkmekten ve hareket ettirmekten dolayı düşen nesne.
nur-u ehadiyet / nûr-u ehadiyet
Allah'ın herşeyde görülen kendine ait birlik tecellisi, nuru.
nüsha
(Çoğulu: Nüsah) Yazılı şey. Yazılı bir şeyden çıkarılan suret.
Muska, duâlı kâğıt.
Gazete ve dergilerde (sayı).
örf
İnsanlar arasında güzel görülmüş, red ve inkâr edilmeyip mükerreren yapılagelmiş olan şeydir. Bu kelime; ihsan, ma'ruf, cud, sehâ, bezl ve atâ olunan, atiyye, tanımak, bilmek, biliş, ikrar eylemek, arka arkaya tetebbu ve tevâli etmek, Allah (C.C.) tarafından ulülemre ve Sultana tevdi' olunan
rabb-i ala / rabb-i âlâ
Herşeyden yüce olan Rab.
rağm
(Ragm) Bir şeyden hoşlanmayıp kerih görmek. Bir işi birisine zor ile tutturmak. Züll ve hakaret. Kahretmek.
ruhsat
(Çoğulu: Ruhas-Ruhsat) İzin, müsaade.
Genişlik.
Kolaylık.
Fık: Kulların özürlerine mebni, kendilerine bir suhulet ve müsaade olmak üzere, ikinci derecede meşru' kılınan şeydir. Sefer halinde Ramazan-ı Şerif orucunun tutulmaması gibi. Vuku' bulan ikraha mebni, birisini
sabr
Acıya ve zorluğa katlanmak.
Bir musibet ve belâya uğrayanın telâş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması.
Muharebede şecaat gösterme.
Bir kimseyi bir şeyden alıkoymak.
Öğrendiği bir şeyi başkasının da öğrenmesi için tâkat getirmek.
sadd
Yüz çevirmek, men eylemek, bir şeyden birini vazgeçirmek.
Fikir, niyet, kasd.
Yakınlık, civar.
Konuşulan husus.
sair
Seyreden, harekette olan.
Bir şeyden geri kalan.
Maadâ. Geçen, dolaşan.
Yolcu. Seyyar.
Başkası, diğeri.
sani-i vahid-i ehad / sâni-i vâhid-i ehad
Her şeyi san'atla yaratan, birliği herşeyi kaplayan ve herbir şeyde görünen Allah.
sarf-ı nazar
Bir şeyden vazgeçme, cayma.
Nazar-ı itibare almama.
Bir şeyden vazgeçme, cayma.
sari kanun / sâri kanun
Her şeye geçen, yayılan, her şeyde bulunan; yerçekimi kanunu gibi.
şaziyye
(Çoğulu: Şezâyâ) Kavis, yay.
Ağaç kıymığı gibi, bir şeyden kopmuş parça.
Kırılan kemikten meydana gelen parçalar.
İncik kemiği.
şeyyad
(Şeyd. den) Riyâkâr. Yüze gülen.
Sıvacı.
sikke-i ehadiyet / سِكَّۀِ اَحَدِيَتْ
Allahın isimlerinin ve birliğinin, her bir şeyde, o şeyi de benzersiz kılarak görünmesi mührü.
sikke-i vahid-i ehad / sikke-i vâhid-i ehad
Bir olan ve birliği herbir şeyde görülen Allah'ı gösteren mühür.
sırr-ı ehadiyet / سِرِّ اَحَدِيَتْ
Allahın isimlerinin ve birliğinin, herbir şeyde, o şeyi de benzersiz kılarak görünmesi sırrı.
şurut
(Tekili: Şart) Şartlar. Bir şeyde bulunması lâzım gelen esaslar, temeller.
ta'bir
(Tâbir) İfade, anlatma. Söz. Mânası olan söz. Deyim.
Terim.
Rüya yorma. (Ubur. dan) Herhangi bir şeyden ve hâdiseden, başka bir hak ve faydalı mânaya geçmek, intikal etmek ve ibretlendirmek ve ders almak.
tahyir
(Hayır. dan) İki şeyden birisini seçme durumunda bırakma. İstediğini seçmesini teklif etme.
takdim
(Kıdem. den) Arzetmek. Sunmak.
Küçük bir kimseyi yaş, amel, mevki ve takva itibariyle büyük bir kimse ile tanıştırmak.
Öne geçirmek, bir şeyi başka bir şeyden önde tutmak.
Bir büyüğün önüne geçip bir şey vermek.
tasarruf etme
Bir şeyde değişiklik yapma vs. gibi dilediği gibi hareket etme.
te'sir
Bir şeyde eser ve nişane bırakma.
Vasıfları ve halleri değiştirme.
İşleme, dokuma, iz bırakma.
İçe işleme.
Kederlenme.
tecelli-i sırr-ı ehadiyet / tecellî-i sırr-ı ehadiyet / تَجَلِّئِ سِرِّاَحَدِيَتْ
Allahın isimlerinin ve birliğinin, her bir şeyde, o şeyi de benzersiz kılarak görünmesinin sırrı.
tecerrüd
Soyunma, çıplak olma.
Evli olmama.
Tas: Mâsivadan alâkasını kesip, Allah'a müteveccih olup, ibadet ü taatla meşgul olma.
İman ve İslâmiyete mücahidane ve fedakârane bir tarzda hizmetle iştigal etme.
Herşeyden boş olma.
tecrid-i mutlak
Tam bir yalnızlık, her şeyden soyutlanma.
tedbir
Bir şeyi te'min edecek veya def' edecek yol.
Cenab-ı Hakk'ın Hakîm ismine uygun hareket, riayet.
Bir şeyde muvaffakiyet için lâzım gelen hazırlık.
teebbüh
Kibirlenme, böbürlenme, gururlanma.
Alicenaplık ve göztokluğu ile bir şeyden vazgeçme.
tehevvür
Korkusuzlukla düşünmeden hareket etmek. Sonunu düşünmeden birden bire karar vermek.
Kuvve-i gadabiyenin ifrat mertebesi; maddi mânevi hiçbir şeyden korkmamak hâleti.
tekbir-i ekber
En büyük tekbir; Allah'ın herşeyden büyük olduğunu ifade eden büyük tekbir cümlesi.
temehhuz
Bir şeyden hülâsa olarak çıkmak. (Sütten yağ çıkması gibi)
tercih bila müreccih / tercih bilâ müreccih
Hiç bir üstünlük sebebi yok iken birbirine eşit iki şeyden birisini diğerine üstün tutmak.
terekküb / تَرَكُّبْ
Birkaç şeyden meydana gelme.
terevvuh
Bir şeyden koku alma.
Mütegayyer olmak, rengi ve tadı değişmek.
tesbih
Allahü teâlâyı, O'na yakışmayan her şeyden ve mahlûkların (yaratılmışların) alâmetlerinden ve yok olmaktan tenzîh ve takdîs etmek, yâni uzak tutmak mânâsına "Sübhânallah" sözü ve benzerleri.
Namaz kılmak.
Namazdan sonra, Sübhânallah, Elhamdülillah ve Allahü ekber cümleleri sö
tevaggul
Bir işe girme, bir şeyde derinleşme.
teveccüh-ü ehadiyet / تَوَجُّهُ اَحَدِيَتْ
Allahın isimlerinin ve birliğinin, her bir şeyde, o şeyi de benzersiz kılıp görünerek yönelmesi.
tevhid
Birleme. Bir Allah'tan başka İlâh olmadığına inanma. Lâ ilahe illallah sözünü tekrarlama. Her yerde ve her şeyde Allah'tan başkasının te'sir hâkimiyeti olmadığını anlamak, bilmek ve bilerek yaşamak.
Edb: Allah'ın varlığına ve birliğine dair yazılan manzume.
turra-i ehadiyet / طُرَّۀِ اَحَدِيَتْ
Allah'ın birliğini herbir şeyde ayrı ayrı gösteren mühür.
Allahın isimlerinin ve birliğinin, her bir şeyde, o şeyi de benzersiz kılarak görünmesi mührü.
ücret
Bir iş, hizmet, bir şeyden faydalanma veya satılan bir şey karşılığında verilen para veya mal, karşılık.
vahdet-ül vücud
(Vahdet-üş şuhud) Her yerde ve herşeyde kalbini yalnız Allah ile meşgul etme hali ve yaşayışıdır.
vahid-i ehad / vâhid-i ehad
Birliği herşeyi kapladığı gibi herbir şeyde de ayrı ayrı tecellîleri görülen Allah.
yevm-i ahir / yevm-i âhir
Âhiret günü. Îmân edilmesi lâzım olan altı şeyden beşincisi. Arkasından gece gelmeyen gün. Bu zamânın başlangıcı insanın öldüğü gündür.
zat-ı ehad-i samed / zât-ı ehad-i samed
Herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve birliği herbir şeyde görünen Allah.
zat-ı hakimane / zât-ı hâkimâne
Her şeyde bir gaye ve maksadı düşünerek hikmetle davranan şahsiyet, kişilik.
zat-ı vahid-i ehad / zât-ı vâhid-i ehad
Birliği her şeyi kapladığı gibi her bir şeyde de tecellîleri görülen Zât; Allah.
zevc
Çift. İki şeyden meydana gelen.
Sınıf, cins, nev'.
Karı ve kocanın herbiri.
Koca, eş.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
ram olmak
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
menafı-i
nush
devr-i alem
na-kabul
dud
kaside-i mübareke
Mulazım
menut
ikaz
bi-dad
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
Kabiliyet
seyd
SEVGİLİ
his yanılması
kılıç
sinmek
git
Afv
uymama
Anlasa