REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te saña ifadesini içeren 291 kelime bulundu...

abülhayat-ı marifet / âbülhayat-ı marifet

  • Hayat suyu gibi, kan gibi insana lâzım olan Allah'ı tanıtıcı bilgi.

açkıcı

  • Cilâ ve perdah veren sanatkâr.

ademi / âdemî

  • İnsanlardan olan, insana âit, insana dair ve müteallik.

ademiyyet / âdemiyyet

  • İnsanlık. Namuslu bir insana yakışır hâl ve tavır.

ahrarane

  • Hürriyetçilere yakışır tarzda. Serbestçe. Hür olana yakışır surette. (İnsana karşı hürriyet, Allah'a karşı ubudiyyeti intac eder. Mün.) (Farsça)

akl-ı selim

  • (Hiss-i selim) İyiyi kötüyü farkedip, insana hak ve hakikatı, iman ve İslâmiyeti tâkib ettiren akıl ve düşünüş. Normal ve müsbet düşünce.

akrebiyyet

  • Daha yakın oluş.
  • Cenab-ı Hakkın insana olan yakınlığı.

alak suresi

  • Kur'an-ı Kerim'in doksanaltıncı suresinin adıdır. İkra' Suresi de denilir. Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.

ale-l-insan

  • İnsan hakkında. İnsana dâir. İnsan üzerine.

alem-i rahmet / âlem-i rahmet

  • Allah'ın sonsuz rahmetin yaşanacağı âlem.

alem-i sagir / âlem-i sagîr

  • Yaratılmışların hepsinden kendisinde bir nümûne bulunduğu için insana verilen ad.

alet / âlet

  • Bir iş veya sanatta kullanılan vasıta.

aleyke

  • Senin üzerine, sana.

amelehu

  • "Tarafından yapıldı." mânâsına gelir ve bir sanat eserinde san'atkârın imzasından önce yazılır.

antika

  • Kıymetli sanat eseri.

asar-ı san'at / âsâr-ı san'at

  • Sanat eserleri.

avarız-ı semaviye

  • Delilik, küçüklük, bunaklık, ölüm gibi kesbî ve ihtiyarî olmaksızın insana ârız olan şeyler.

basım

  • (Uydurma bir kelimedir) Matbaacılık. Tab'etme sanatı.

basine

  • Ekincilerin sabanı.
  • Sanat ehlinin âletleri.
  • Kaba çuval.

bedayi' / bedâyi'

  • İcat edilmiş güzel şeyler. Sanat eserleri.

bedia

  • Yaratma.
  • Estetik değeri yüksek, sanat eseri, eşine az rastlanan güzel.

bedii / bediî

  • Güzel, beğenilen, sanatlı söz.

belagat / بلاغت

  • İyi konuşma, sözle inandırma yeteneği ve sanatı, uzdillik.
  • Güzel söz öyleme sanatı.

beliğ

  • Açık, düzgün söz söyleyen.
  • Güzel, sanatlı söz. Belâ-gatli.

beşeri / beşerî

  • İnsanî, insana has olan.
  • İnsana ve insanın fıtrî hallerine mensub ve müteallik. İnsanla ilgili.

beyan / beyân

  • Anlatma, açıklama sanatı.

Bolşevik

  • Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça "çoğunluk" anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.

    Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği’ni kuracaklardır. Lenin ve Martov yandaşları kongredeki durumlarına göre Rusça “bolshinstvo” (çoğunluk) ve “menshinstvo” (azınlık) olarak adlandırılırlar. Kongredeki delegeler sürekli olarak saf değiştirdikleri için birleşim başarısız olacak ve parti fiilen ikiye bölünecektir.
  • Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça "çoğunluk" anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.

    Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği’ni kuracaklardır. Lenin ve Martov yandaşları kongredeki durumlarına göre Rusça “bolshinstvo” (çoğunluk) ve “menshinstvo” (azınlık) olarak adlandırılırlar. Kongredeki delegeler sürekli olarak saf değiştirdikleri için birleşim başarısız olacak ve parti fiilen ikiye bölünecektir.

bolşevik / بُولْشَوِيكْ

  • Çoğunluktan yana anlamına gelen Rusça kelime, 1903 yılında düzenlenen Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin İkinci Kongresi'nde Vladimir Lenin ve Julius Martov arasında yeni kurulmakta olan partinin üyelik tanımı üzerine başlayan görüş ayrılığı sonucu yaşanan ayrışmadaki taraflardan Lenin yanlısı grup.

bolşeviklik

  • Bolşevik, çoğunluktan yana anlamına gelen Rusça kelime, 1903 yılında düzenlenen Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin İkinci Kongresi'nde Vladimir Lenin ve Julius Martov arasında yeni kurulmakta olan partinin üyelik tanımı üzerine başlayan görüş ayrılığı sonucu yaşanan ayrışmadaki taraflardan Lenin yanlısı grup. Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça çoğunluk anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.

    Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği'ni kuracaklardır.


burjuvazi

  • Burjuvaların meydana getirdiği içtimaî (sosyal) sınıf. Avrupa'da burjuvazi, ticaret ve sanayi ile zenginleşti. Soylular sınıfı ile mücadele ederek Fransız İhtilali ile iktidara geldi. İhtilalde işçilerin, köylülerin, fakir halk tabakalarının desteğini sağladı. Onlara eşitlik, hürriyet, adalet vaad e (Fransızca)

cahil

  • Tecrübesiz. Bilgisiz. Genç. Toy.
  • Allah'ı unutmuş olan. Gafil. (Dünya ve kâinatta Allah'ın bunca eserleri sergilenip dururken bunların sanatkârını ve yaratıcısını tanımamak cahilliğin en akılsızcasıdır.)

camger

  • Cam yapan sanatkâr, camcı ustası. (Farsça)

can-sitan

  • Can çıkarıcı, ruh alıcı. İnsana bela olan. Güzel. (Farsça)

cehennem-i cismani / cehennem-i cismanî

  • Cismen, bedenen yaşanacak olan cehennem azabı.

cemaat-i çilingiran-ı hassa / cemaat-i çilingirân-ı hâssa

  • Tar: Saraydaki çilingirlik işlerini yapmakla muvazzaf sanatkârlar zümresi.

cemaat-i hademe-i ehl-i hiref

  • Tar: Saray işlerini yapmakla vazifelendirilmiş sanatkârlar zümresi.

cemaat-ı mücellidan-ı hassa / cemaat-ı mücellidân-ı hâssa

  • Tar: Saraydaki kitabları ciltlemekle vazifeli sanatkârlar.

cemal-i masnuat / cemâl-i masnuat

  • Allah'ın yaratıklarındaki sanatkârane, mükemmel, kusursuz güzellikler.

cennet-i kur'aniye / cennet-i kur'âniye

  • Kur'ânî cennet; bu tabirle, insana dünya ve âhiret saadetini bahşeden Kur'ân'î hakikatler ve esaslar kastediliyor.

cinn

  • Bir cins ateşten yaratılmış olup, dünyanın insandan sonra en mühim sekenesidir. Akıl ve şuur sâhibi olup pekçok şer ve isyan yapabildikleri gibi "Peygamberlerin ve semâvî kitabların irşadlarıyla" insana yetişememekle beraber terakki edip yüksek kemâlatlara çıkabilen mahluktur. İnsanlar gibi

coğrafya

  • Yeryüzünün şimdiki hâlini çeşitli cihetlerden inceleyen ilim. Bölümlerinden olan Fizikî Coğrafyada: Karalarla denizlerin durumları ve iklimleri;İktisadî Coğrafyada: Toprak mahsulleri, sanayi ve ticaret işleri;Siyasî Coğrafyada: Irk, dil, millet hususiyetleri ve devlet sınırları anlatılır.Bunlardan b

cüz'i irade / cüz'î irade

  • Allah tarafından insana verilen çok az irade serbestliği.

cüz-i irade

  • İradeden bir cüz. Allah tarafından insana verilen irade.

dahilek / dahîlek

  • Yalvarırım, sana sığınırım, sana güvenirim (meâlinde.)
  • Sana sığınırım.

dahilek ya dellale'l-kur'an / dahîlek yâ dellâle'l-kur'ân

  • "Sana tâbi oldum ey Kur'ân hakikatlerinin dellalı olan Üstad".

dahiye-i harp / dâhiye-i harp

  • Harp sanatında dehâ olan.

damar-ı insani / damar-ı insânî

  • İnsana ait duygular.

dekaik-i san'at

  • Sanatın incelikleri.

dekoratör

  • Dekor ve dekorasyon yapan sanatkâr. (Fransızca)

delal

  • Cilve, naz, işve. İnsana güzel ve sevimli görünecek hâl, durum.

devletçilik

  • Halk işlerinin, hususan büyük sanayi ve ziraatin devlet vasıtası ile işletmesi usulü. Cemiyetin umuma âid olan işleri ve bu işler için lâzım gelen teşkilât, müessese ve sâirelerini devlet eliyle yapılmasını kabul eden idâre sistemi.
  • Halkın hususi teşebbüslerini veya büyük müesseseler

ebced hesabı / ebced hesâbı

  • Her harfi bir rakamı gösteren arabî harflerle yazılı sekiz kelimeden meydana gelen bir hesab sistemi. Hâdiselerin zamânının tesbiti ve hatırda daha kolay kalması için rakamları harf olan târih düşürme sanatı.

ebru / ebrû

  • Kaş, dalga dalga kırmızı yanak, bir süsleme sanatı.

ecir devri / ecîr devri

  • Sanayi Devrimiyle gelen işçilik dönemi.

edebiyat

  • Güzel ve etkili biçimde konuşma ve yazma sanatı.

endüstri

  • Sanayi, imalât, sanatlar. Hammaddeyi mâmul eşya hâline getirme. Bu da ikiye ayrılır. 1- Küçük sanayi: Ev ve atölyelerde basit âlet ve makinelerle eşya imalâtıdır. 2- Büyük sanayi: Su buharı, akaryakıt, elektrik, atom enerjisi gibi büyük çapta enerji kaynaklarından faydalanılarak fabrikalarda seri hâ (Fransızca)

enis

  • (Üns. den) Dost, arkadaş, ünsiyet edilmiş olan. Alışılmış, kendisi ile ülfet edilmiş olan. Sevgili.
  • Sulu ve ağaçlı yerlerde bulunan ve sesi gayet hoş bir kuş. Çeşitli nağmelerde öter, kâh deve gibi kükrer ve at gibi kişner; insana alışır.
  • Yaban horozu.

enva-ı masnuat / envâ-ı masnûat

  • Sanat eseri varlık türleri.

esbabperest / esbâbperest

  • Sebepleri yaratıcı sanan.

esma-i fatır / esmâ-i fâtır

  • Herşeyi yoktan ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah'ın isimleri.

esselamü aleyke ya eyyühe'l-üstad / esselâmü aleyke yâ eyyühe'l-üstad

  • Sana selâm olsun, ey üstad.

esselamü aleyke ya üstad! / esselâmü aleyke yâ üstad!

  • Sana selâm olsun, ey üstad!.

fabrika

  • Sanayi mâmüllerinin büyük ölçüde imal edildiği yer.

fatır / fâtır

  • Benzeri bulunmayan şeyi harika üstün sanatıyla yaratan Allah.

fatır-ı bimisal / fâtır-ı bîmisal

  • Benzersiz şeyleri hârika ve üstün sanatıyla yaratan Allah.

fatır-ı hakim-i zülcemal / fâtır-ı hakîm-i zülcemâl

  • Sonsuz güzellik sahibi, herşeyi hikmetle ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah.

fatır-ı kerim / fâtır-ı kerîm

  • Sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan ve herşeyi hârika, eşsiz sanatıyla yaratan Allah.

fatır-ı kerim-i zülcemal / fâtır-ı kerîm-i zülcemâl

  • Sonsuz güzellik, lütuf ve cömertlik sahibi ve herşeyi hârika üstün sanatıyla yaratan Allah.

fatır-ı rahim / fâtır-ı rahîm

  • Rahmeti herşeyi kuşatan ve benzersiz şeyleri üstün sanatıyla yaratan Allah.

fatır-ı zülcelal / fâtır-ı zülcelâl

  • Sonsuz haşmet sahibi olan ve herşeyi benzersiz üstün sanatıyla yaratan Allah.

felaket-i mazi / felâket-i mazi

  • Geçmişte yaşanan felâket.

fen ve san'at-ı beşeriye

  • İnsanlara ait bilim ve sanat.

fenn-i harb

  • Savaş sanatı.

fenn-i harp

  • Harp ilmi, harp sanatı, savaş tekniği.

fenn-i kitabet

  • Yazma, hat sanatı.

fihriste-i san'at-ı rabbaniye / fihriste-i san'at-ı rabbâniye

  • Herşeyin Rabbi olan Allah'ın sanatlı bir şekilde yarattığı varlıkların özeti ve listesi.

fünun / fünûn

  • Nev'iler, çeşitler, sınıflar, tabakalar.
  • Hünerler, sanatlar, ilimler, fenler.

galeri

  • Sanat eserlerinin sergi yeri.

garaib-i san'at

  • Sanatın gariplikleri, hârikalıkları.

garur

  • Dünyada insana gurur veren herhangi bir şey.
  • Aldatıcı.
  • Allahı unutturan.

gasben ank

  • Sana rağmen.

gayr-ı insani / gayr-ı insanî

  • İnsana ait olmayan, insana yakışmayan şeyler.

hadd

  • Hudut. Çizgi. Sınır.
  • Cürüm.
  • Salahiyyet.
  • Şeriatça verilen ceza.
  • Derece. Son derece. Münteha.
  • İnsana ârız olan şiddet ve titizlik.
  • Def etme. Men etmek.
  • Keskin. Sivri.
  • Sert. Gergin.
  • Man: Üç tasavvurdan ibaret olan kıyas.

hadise-i ruhiye / hâdise-i ruhiye

  • Ruhen yaşanan hâdise.

hafız / hâfız

  • Alçaltıcı.
  • İnsana haddini bildiren.
  • Rahatta olan.

hakikat-i akrebiyet-i ilahiye / hakikat-i akrebiyet-i ilâhiye

  • Cenâb-ı Hakkın insana yakın oluşunun hakikati.

havarık-ı san'at / havârık-ı san'at

  • Sanat harikaları.

havas ve hissiyat-ı insaniye / havâs ve hissiyât-ı insâniye / حَوَاسْ وَحِسِّيَاتِ اِنْسَانِيَه

  • İnsana ait his ve duygular.

hayat-ı berzahiye

  • Öldükten sonra kıyamete kadar yaşanan kabir hayatı.

hayat-ı insani / hayat-ı insanî

  • İnsana ait hayat.

hayat-ı ruhaniye

  • Ruhânî hayat, ruhen yaşanan hayat.

hayyat

  • Terzi. Dikiş diken sanatkâr.

hebenneka

  • Ahmaklığı darb-ı mesel olmuş bir kimsedir.
  • Mc: Zeki ve becerikli olmadığı halde kendini öyle sanan.

hevamm

  • Böcekler, haşereler. Pire, tahta kurusu, bit, örümcek, yılan gibi, kışın gizlenip yazın meydana çıkan, insan ve hayvanın vücudundan beslenerek yaşayan, insana zararı dokunan (parazit yaşayan) küçük canlılır.

hikmet-i bedayi'

  • Güzel sanat bilgisi. Güzel san'at sevme (estetik). (Farsça)

hilafet-i arziye / hilâfet-i arziye

  • Yeryüzü halifeliği; yeryüzünde Allah'ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde, insana verilen görev.

hilafet-i ru-yi zemin / hilâfet-i rû-yi zemin

  • Yeryüzünde Allah'ın izni dairesinde ve Onun adına icraatta bulunma şeklinde insana verilen görev.

hindi / hindî

  • Hind'e ait.
  • Hind ahalisinden olan, Hindli.
  • Bugün konuşulan Hind dillerinin en yaygın ve tanınmış olanı.
  • Güzel sanatlarda kullanılan ve Hind'de yapıldığı için de bu ismi alan bir kağıt cinsi.

hirfet

  • Sanat, meslek.

hıyatat-ı kamile-i muhita-i san'at / hıyâtât-ı kâmile-i muhita-i san'at

  • Sanatın bütün mükemmelliklerini kapsayan kusursuz terzilik.

horasani / horasanî

  • Horasana ait. Horasanlı. (Farsça)
  • Sarıktan daha büyük görünen hoca kavuğu. (Farsça)

hüddam

  • İnsana hizmette bulunan cin.

hüllas

  • İnsana ârız olan gevşeklik.

huluskar / huluskâr

  • Bir insana karşı samimi muhabbeti olan. (Farsça)
  • Dalkavuk. Menfaati için sevgi ve iyi muamele gösteren. (Farsça)

humak

  • Kabarcık gibi bir şeydir ve insana ârız olur.

hümanizm

  • Lât. Edb: İslâmiyete mugayir ve aykırı eski Yunan ve Lâtin edebiyatı ve felsefesi taraftarlığı hareketi.
  • Fls: İnsan menfaatını hayatta değer ölçüsü kabul eden ve dine tâbi olmayan, insana aşırı hâkimiyet tanımak isteyen ve maddeperest, dinsiz, imansız bir cereyan, bir fikir ve bâtıl

hüner / هنر

  • Sanat, ustalık, beceri. (Farsça)

hüsn-ü masnuiyet

  • Sanatındaki güzellik.

iade

  • Geri vermek. Eski haline getirme.
  • Mukabilini yapma. Karşılığını yapma.
  • Avdet ettirmek.
  • Edb: Bir mısraın veya beytin son kelimesini, kendisinden sonra gelen mısra veya beytin ilk kelimesi olarak kullanma sanatı.

ibda-i san'at / ibdâ-i san'at

  • Benzersiz güzellikte sanat eseri meydana getirme.

icab

  • Lâzım. Gerekli. Lüzum. Sebeb olmak.
  • Ist: Akitlerde ilk söylenen söz. Bir mal sahibinin müşteriye karşı, "Bu malımı sana şu kadar paraya sattım" demesidir. Müşterinin de kabul etmesine dair olan sözüne "kabul" denir. Şer'i ıstılahta buna "icâb ve kabul" denir.

iddet

  • Bekleme süresi. İslâm hukukunda kocasından boşanan bir kadının 100 gün, kocası ölen bir kadının 130 gün bekleme müddeti. Bu müddet geçmeden başkasıyla evlenemez.

iddet-i haml

  • Fık: Çocuk doğurmakla biten iddet. Kocası ölen veya boşanan gebe kadının, çocuğun doğmasını beklemesi demektir.

iğneli fıçı

  • Mc: Eziyetli ve usandırıcı iş. İnsana eziyet veren ve rahatsız eden yer.

ihtimal

  • (Haml. den) Mümkün olma, belki. Olması mümkün görünmek.
  • Kabul eylemek.
  • Yükselip götürmek.
  • İhsana mukabil şükretmek.
  • Kızma ve hiddetlenmekten dolayı yüzünün rengi değişmek.

ihtiyar-ı cüz'i / ihtiyar-ı cüz'î

  • Cüz'î irade, insana ait sınırlı seçme ve dileme özgürlüğü.

ila / îlâ

  • Kocanın karısına dört ay veya daha çok zaman veya zaman söylemeyerek "Sana yaklaşmayacağım" diye yemîn etmesi.

ilm-i nafi' / ilm-i nâfi'

  • İnsana aczini, kusurunu, Rabbinin büyüklüğünü bildiren, kalbde Allah korkusunu ve mahluklara karşı tevâzû, alçak gönüllülüğü artıran, kul haklarına ehemmiyet vermeyi temin eden sonsuz seâdeti (mutluluğu) ve Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya vesîle olan ilim.

indeke

  • Senin yanında. Sana göre.

insani / insanî

  • İnsana ait.
  • İnsana ait, insanla alâkalı.

insaniyet

  • İnsanlık, vicdanlılık. İnsana yakışır hâl ve durum.

insi / insî

  • İnsana âit ve müteallik. İnsan cinsinden.

inzivagah / inzivagâh

  • İnziva yeri, yalnız başına bir yere çekilip dünya işleriyle uğraşmaksızın yaşanan yer.

irsad

  • Gözetlemek.
  • Hâzır ve âmâde eylemek.
  • Mükâfat vermek.
  • Edb: Secili ve kâfiyeli bir cümlede ses uyumundaki ana sesi önce tanıtıp, ondan sonra gelecek kelimeyi tanıtma sanatıdır. Meselâ:Elemin Kays'a kıyas etme din-i mahzunun, Yok idi aklı ne derdi var idi Mecnunun. (Baki)

ismat

  • Susturma, sükut ettirme.
  • Men'etmek.
  • Tecvidde : Harfi söylerken lisana ağır geldiğinden, kendilerinden yalnız aslı rübâî olanlar ile, hümasi olanların terkibi men' edilmişti. İsmât sıfatının harfleri; izlâk sıfatının harfleri olan on altı harf ile harf-i meddin maadası olan on

ispirtizma

  • Cinlerle konuşup da ruhlarla konuştuklarını sananların fikri.

istiare

  • Ariyet istemek. Ödünç almak. Birinden iğreti bir şey almak.
  • Edb: Bir kelimenin mânasını muvakkaten başka mânada kullanmak; veya herhangi bir varlığa, ya da mefhuma asıl adını değil de, benzediği başka bir varlığın adını verme san'atına istiare denir.Cesur ve kuvvetli bir insana "arsl

iştikak

  • Türemek. Bir kökten ayrılan kelimelerin asılları ve birbirleri ile olan münâsebetleri, meydana gelişleri.
  • Çatallaşmak. Yarılmış bir şeyin bir şıkkını almak.
  • Edb: Aynı kökten türemiş olan birkaç kelimeyi bir araya getirme sanatı. Misaller:(Edipler edepli olmalı, hem de edeb-i

kainatın sanii / kâinatın sânii

  • Kâinatı, evreni ve içindeki herşeyi sanatla yaratan Allah.

kavs-ı mevhume / kavs-ı mevhûme

  • Vehmedilen, varsayılan yay; sanal yay.

keham

  • Yaşlı, ihtiyar. (Kesmez kılıca "seyf-i kihâm"; peltek lisana "lisan-ı kihâm"; ağır yürüyüşlü ata "feres-i kihâm" derler.)

kemalat-ı insaniye / kemâlât-ı insaniye

  • İnsana ait mükemmel ve benzersiz özellikler.

kesane

  • İnsan gibi. İnsana yakışır şekil ve surette. (Farsça)

kıyas-ı mukassim

  • Man: İki şıkkı bulunan ve her iki şıkkın neticesi aynı olan kıyas. (Sultan Mehmed Fatihin, babasına gönderdiği şu haber buna güzel bir numunedir. "Padişan sen isen ordunun başına geç; yok padişah ben isem, sana emrediyorum ordunun başına geç.")

klasik / klâsik

  • Zamanın değerini yitirmeyen, sanatta kuralcı, alışılmış.

lebbeyk

  • Buyurunuz. Emredersiniz.
  • Benim muhabbet ve incizâbım dâim sanadır, başkasına değildir, sıdk ve ubudiyyetim dâim sanadır (gibi mânâlar ifâde eder.)

lek

  • Sana, senin için, senin hakkında.

ma-i mevsufe / mâ-i mevsufe

  • Şey mânasında nekre olup bir sıfattan evvel kullanılır. (Nazartu ilâ mâ mu'cebin leke: Sana hoş gelen şeye baktım) cümlesindeki gibi...Bazan da sıfatsız olur. (Ni'me-mâ: Ne güzeldir) (Meselen-mâ: Bir misâl olarak) kelimelerinde gördüğümüz gibi.

macera-yı hayatiye

  • Hayat hikâyesi, yaşanan olaylar.

mahiyet-i insaniye / mâhiyet-i insaniye

  • İnsana ait temel özellik, insanın içyapısı.

mahşer-i masnuat

  • Sanat eseri varlıkların toplandığı yer.

maklub

  • (Kalb. den) Altı üstüne çevrilmiş, kalbolunmuş. Ters döndürülmüş. Başka şekle sokulmuş.
  • Harfleri tersinden okunduğu zaman yine aynı olan kelime veya cümle. (Anastas mum satsana cümlesi gibi)

marifet-i sani / mârifet-i sâni

  • Herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah'ı tanıma ve bilme.

masnu / masnû / مصنوع

  • Sanatla yapılmış eser.
  • Yapma, yapay. (Arapça)
  • Sanatlı. (Arapça)

masnu' / مصنوع

  • Sanatlı yapılan.

masnuat / masnûât

  • Sanatlı yapılmış eserler.

masnuat-ı cemile / masnûât-ı cemile

  • Güzel sanat eseri varlıklar.

masnuat-ı faniye / masnuat-ı fâniye

  • Gelip geçici olan sanat eseri varlıklar.

masnuat-ı ilahiye / masnuât-ı ilâhiye

  • Allah'ın sanatla yarattığı varlıklar.

masnuat-ı sayfiye / masnuât-ı sayfiye

  • Yaz mevsiminde ortaya çıkan sanat eseri varlıklar.

masnuiyet / masnûiyet

  • Sanat eseri olma hâli.

mavera / mâverâ

  • Yaşanan alemin ötesi, öte.

mekarih / mekârih

  • (Tekili: Mekrehe) İnsana tiksinti veren şeyler.
  • Sıkıntılar, dertler.

mihanikiyyet

  • yun. (Mihanik. den) Makine sanayiini ihate eden fen ve ilimler. Makine gibi cansız şeyler.
  • Cansız ve duygusuz fakat ahenkli hareket ve hareket kabiliyeti.

mücevherat dükkanı / mücevherat dükkânı

  • İçerisinde kıymetli taşların, sanat eserlerinin satıldığı dükkân.

mucizat-ı san'at / mucizât-ı san'at / mûcizât-ı san'at

  • Sanat mucizeleri.
  • Sanat mucizeleri.

muhakkikane

  • Gerçeği ve hakikatı araştıran bir kimseye yakışır surette. Muhakkik olan bir insana yakışacak şekilde. (Farsça)

muhallil

  • (Hall. den) Eriten. Analiz yapan, tahlil eden.
  • Fık: Üç talakla boşanan ve iddetini bitiren bir kadınla evlenen erkek. (Karıyı boşayan birinci kocaya: Muhallelün leh denir.)
  • Tıb: Şişlere, iltihablara yarıyan ilaç.

muhammin

  • Tahmin eden, sanan, karar veren, değer biçen kimse. Eksper.

muhit-i zaman ve mekan / muhit-i zaman ve mekân

  • Zaman ve yer bakımından yaşanan çevre, ortam.

muhsan

  • Evli veya dul olan iffetli müslüman erkek. Evli olan iffetli kadına muhsana denir.

muhsanat

  • (Tekili: Muhsana) Muhsan olan kadınlar.

muhteli'

  • Kocasından boşanan kadın. İhtilâ eden kadın.

muhterif

  • (Hiref. den) Sanatkârlar. İş sâhibleri.

mukadderat-ı beşer / mukadderât-ı beşer / مُقَدَّرَاتِ بَشَرْ

  • İnsana (kaderde) takdîr olunanlar.

mukadderat-ı islam / mukadderat-ı islâm

  • İslâm ve Müslümanların içinde bulundukları durum; yaşanan hâdiseler.

mukaddes / مُقَدَّسْ

  • Kudsanan, takdîs edilen.

mürcie

  • "Günâh işlemek insana zarar vermez. Âsî (isyân eden), fâsık (açıktan günâh işleyen) azâb görmeyecektir" diyerek, Ehl-i sünnetten (Peygamber efendimizin ve Eshâbının yolunda olanlardan) ayrılan bozuk fırka.

müsahelekar / müsahelekâr

  • Kolaylık gösteren. (Farsça)
  • Kolay sanan. (Farsça)

musanna

  • Sanatlı.

musanna'

  • Sonradan yapılmış. Sanatla ve düzgün yapılmış olan. Sanatkârane yapılmış olan. Usta elinden çıkmış olan.
  • Uydurulmuş, yapmacık.

müşebbihe

  • Allahı insana benzeten sapık görüş.

müstebdi'

  • Eşi emsâli benzeri pek az bulunur sanan.

müteannitane / müteannitâne

  • Yanlış arayana, yanlışlıklar çıkarmaya uğraşana yakışır surette. (Farsça)

mütefennin

  • Bilgili, sanatkâr, fen ilimlerine sahip.

mütekallid

  • Kuşanan. Kılıç takan, takınan. Kılıç kuşanmış.
  • Bir işi üzerine alan. Bir vazifeyi deruhte eden.
  • Kılıç kuşanan, takınan; bir vazifeyi üzerine alan, yüklenen.

mütenaciyane / mütenaciyâne

  • Fısıldaşanlar gibi, fısıldaşana yakışır surette.

mütercem

  • (Terceme. den) Tercüme olunmuş. Bir lisandan başka bir lisana çevrilmiş.

mütercimin / mütercimîn

  • (Tekili: Mütercim) Tercüme edenler. Bir lisandan başka bir lisana çevirenler.

müteşabihat / müteşâbihât

  • Edebî sanatlarla ifade edilmesi sebebiyle mânâsı kapalı olan sözler, âyet ve hadîsler.

mütesellih

  • (Çoğulu: Mütesellihîn) Silâhlanan, silâh kuşanan.

mütesellihin / mütesellihîn

  • (Tekili: Mütesellih) Silâhlananlar, silâh kuşanan kişiler.

muvaneset

  • (Üns. den) Birbirine alışıp berâber yaşama. Ünsiyet peydâ etme.
  • İnsana alışma, insandan kaçmayış.

muvanis

  • (Üns. den) İnsana alışık, insandan kaçmayan.
  • Ünsiyet peydâ eden, birbirine alışıp birlikte yaşıyan.

müzeyyin

  • Herşeyi eşsiz sanatıyla süsleyen, güzelleştiren Allah.

nakır

  • Nişana isabet eden ok.

nakkar

  • Müzik, çalgı.
  • Gagalıyan.
  • Ağaç, taş ve madeni eşyayı oyarak ve çukurlaştırıp kabartarak ona mücessem şekiller veren sanatkârlar.

nakkaş-ı hakim / nakkaş-ı hakîm

  • Varlıkları sanatlı nakışlarla donatan ve her şeyi hikmetle, yerli yerinde yaratan Allah.

natih

  • (Nâtıh) : (Çoğulu: Nevâtıh) Sana karşı gelen hayvan.
  • Şiddetli emir.

neberd-pişe

  • Harb etmeyi sanat edinmiş kimse. Savaşçı. (Farsça)

nefretbahş

  • İnsana nefret veren, iğrendiren, tiksindiren. (Farsça)

neft

  • Neft yağı. Çam gibi bazı ağaçlardan çıkarılan, tutuşabilen bir yağdır ve boyacılıkta vesair sanayide kullanılır.

neşşabe

  • Ok yapıcılık, ok yapma sanatı.

nı'me

  • (Çoğulu: Niam) Mal.
  • Sanat.

nokta-i istinad

  • Dayanma ve güvenme noktası. Kâinatta cereyan eden ve insana dehşet verip âciz bırakan hâdiseler karşısında insanın çok kuvvetli bir yere dayanmaya ve güvenmeye olan fıtri ihtiyacı.

nüfus-u emmare / nüfus-u emmâre

  • İnsana daima kötülüğü emreden, yasak zevk ve isteklere teşvik eden nefisler.

nukuş-u masnuat / nukûş-u masnûât

  • Sanatlı olarak yaratılan varlıklardaki nakışlar.

nukuş-u san'at

  • Sanatlı nakışlar.

palamar

  • Büyük gemileri karaya bağlamak yahut demir gomneye bedel lengere rabtetmek için kullanılan halat.
  • Büyük halat.
  • Vaktiyle muharebelerde silâh olarak kullanılan ve yük kaldırmak için kullanılan sırıklar. (Sanat Ansiklopedisi)

peri

  • Cisimleri çok lâtif ve görünmez olan hoş mahluk. (Farsça)
  • İnsana muhabbet eden, muvahhid ve müslim lâtif mahluk. (Farsça)
  • Mc: Güzel insan. Güzel kimse. (Farsça)

pir / pîr

  • Reis; herhangi bir meslek veya sanatın kurucusu, başlatıcısı.

pişe / pîşe / پيشه

  • Meslek. (Farsça)
  • Sanat. (Farsça)
  • Huy. (Farsça)

pişekar / pişekâr / pîşekâr / پيشه كار

  • Sanatkâr, oyuncu. (Farsça)
  • Sanatçı. (Farsça)
  • Meslek sahibi. (Farsça)
  • Ortaoyununda oyunu başlatan sanatçı. (Farsça)

pişever

  • Sanat ehli, işçi. (Farsça)

ra

  • İsim veya zamirin sonuna ilâve edilirse, Türkçedeki i, im, in, a, e eklerinin yerine kullanılır. Meselâ:Hâne: Ev. Hâne-râ: Evi, evin, eve.Tû: Sen. Tû-râ: Seni, senin, sana. (Farsça)

rabbena lekel hamd / rabbenâ lekel hamd

  • "Ey Rabbimiz sana hamd olsun" mânâsına namazda rükûdan doğrulunca okunması sünnet olan söz.

rimahat

  • Mızrakçılık sanatı.

ruda'

  • Hastalığın insana yine dönmesi.
  • Gövde ve beden ağrısının her birisi.

ruunet

  • İnsana ağır gelecek hâllerde bulunma.
  • Sünepelik, bönlük.

saadet-saray-ı ebediye / saadet-sarây-ı ebediye

  • Sonsuz mutluluk sarayı; hiç bitmeyecek şekilde mutluluğun yaşanacağı Cennet hayatı.

sadakat / sadâkat

  • Dostluk; bir kimseye Allahü teâlâ için kalbden bağlılık; doğruluk. İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrâh, Doğruların yardımcısıdır hazret-i Allah.

saltanat-ı rububiyet / saltanat-ı rubûbiyet

  • Allah'ın varlıkları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması; rablık sanatı.

san'at-ı acip

  • İnsanı hayrette bırakıp hayranlık veren sanat.

san'at-ı hat

  • Hat, yazı sanatı.

san'atkarane / san'atkârane

  • San'atlı olarak, özenip meharetle yapılmak suretiyle, sanatkâra yakışır şekilde. (Farsça)

san'atkarlık / san'atkârlık

  • Sanatçılık.

sanai'

  • (Tekili: Sania) Tertibli, uydurma işler. Tuzaklar.
  • Sanayi.

sanaten / sanâten

  • Sanatça.

sanatkar / sanatkâr / sanâtkâr

  • Sanatçı, usta.
  • Sanatçı.

sanatkarane / sanâtkârâne

  • Sanatlıca.

sanatperver / sanâtperver

  • Sanatsever.

sanatperverane / sanâtperverâne

  • Sanatseverce.

sanatüttedelli / sanâtüttedelli

  • Muhatabın söyleneni anlayabilmesi için onun seviyesine inme mânâsında belagat ilminde bir sanat türü.

sanavi / sanâvî

  • Sanatlı.

sanayi / sanâyî / sanâyi / صنایع

  • Sanatlar.
  • Sanatlar. (Arapça)

sanayi-i garibe-i sultaniye

  • Saltanata, devlete ait antika sanatlar.

sanayi-i kesire / sanayi-i kesîre

  • Pek çok sanayi, pek çeşitli sanayi.

sanayi-i nefise / sanayi-i nefîse / sanâyi-i nefîse / صنایع نفيسه

  • Güzel san'atlar, ileri sanayi.
  • Güzel sanatlar.

sanayi-i umumiye

  • Genel sanayi, endüstri.

sandal

  • (Çoğulu: Sanâdil) Büyük başlı deve.
  • Güzel kokulu bir ağaç.

sanduk

  • (Çoğulu: Sanadik) Sandık.

sanevber

  • (Bak: Sanavber)

sani / sâni

  • Herşeyi sanatlı yaratan Allah.

sani' / sâni' / صانع

  • (Sun'. dan) Sanatkârca yapan. Yaratan. San'at eseri olarak meydana getiren. İşleyen, yapan. (Allah)
  • Sanatkârca yapan, yaratan, sanat eseri olarak meydana getiren. (Allah)
  • Sanatkar.

sani-i adl / sâni-i adl

  • Herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan ve sonsuz adâlet sahibi olan Allah.

sani-i basir / sâni-i basîr

  • Herşeyi gören ve sanatla yaratan Allah.

sani-i kadir-i zülcelal / sâni-i kadîr-i zülcelâl

  • Sonsuz haşmet ve azamet sahibi, herşeye gücü yeten, herşeyi sanatla yaratan Allah.

sani-i kainat / sâni-i kâinat

  • Kâinatı ve herşeyi mükemmel bir sanatla yaratan Allah.

sani-i mevcudat / sâni-i mevcudat

  • Bütün varlıkları sanatlı bir şekilde yaratan Allah.

sani-i muhteşem / sâni-i muhteşem

  • İhtişam sahibi ve herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah.

sani-i musavvir / sâni-i musavvir

  • Herşeyi istediği surette, mükemmel ve sanatlı bir şekilde yapan Allah.

sani-i zülkemal / sâni-i zülkemâl

  • Sonsuz kemâl sahibi ve herşeyi sanatla yaratan Allah.

sanii / sânii

  • Herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah.

saniiyet

  • Sanilik, sanatlı yapıcılık.

sayfiye

  • Yazlık. Gezinecek ve yazın yaşanacak yer.

sec' / سجع

  • Seci sanatı. Düzyazıda kafiyelendirme sanatı. (Arapça)

şehristan-ı ebedü'l-abad / şehristan-ı ebedü'l-âbâd

  • Sonsuz olarak yaşanacak olan ülke; Cennet.

seki

  • Direğin altında konulan taş ayak, kürsü taşı, kapıların yanlarında ve bahçelerde havuzların etrafında yapılan sed ve peyke, odaların zeminden yüksekçe olarak bir kısmına yapılan döşeme yerlerinde kullanılır bir tabirdir.
  • Atın ayağındaki beyaz nişana da bu ad verilir.

selamün aleyküm / selâmün aleyküm

  • İki müslüman karşılaşınca veya ayrılırken birinin diğerine; "Ben müslümanım. Benden sana zarar gelmez, selâmettesin. Dünyâda ve âhirette selâmette ol, sıhhat ve âfiyet üzerinize olsun." mânâsına söylenen söz.

sengtraş

  • Taş yontucu, taş yontan sanatkâr. (Farsça)

şeref

  • Yükseklik, büyüklük, yüksek mertebe. İnsanlar arasında geçerli ve makbûl olma. Cenâb-ı Hakk'a itâat ve yüksek hizmeti ile çok ihsâna mazhâr olma, iftihâr.

sersam

  • İnsana sersemlik veren bir hastalık. (Farsça)
  • Sersem. (Farsça)

şibh-i beşer

  • İnsana benzeyen şempanze, goril gibi hayvanlar.

sikke-i san'at

  • Sanat damgası.

silah-ı insani / silâh-ı insanî

  • İnsana ait silah.

sına'i / sınâ'î / صناعى

  • Sanatla ilgili. (Arapça)
  • Sanayi ile ilgili. (Arapça)

sınaat / sınâât / صناعات / sınâat / صناعت

  • (Çoğulu: Sanâyi') San'at, mahâret, ustalık.
  • Sanatlar. (Arapça)
  • Sanat. (Arapça)
  • Sanayi. (Arapça)

sınaat-ı edebi / sınâât-ı edebî / صناعات ادبى

  • Edebî sanatlar.

sınai / sınaî

  • (Sınâiyye) San'atla ve sanayi ile alâkalı.
  • İnsan yapısı.

sınaiyyat

  • (Tekili: Sınâi) Sanatla ilgili olan şeyler.
  • İnsan yapısı şeyler.

sındid

  • (Çoğulu: Sanâdid) Baş, başkan, reis, ileri gelen.

sırr

  • Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey.
  • Müşâhedetullah'ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife.
  • İnsanın aklının ermediği şey. Allah'ın hikmeti. (Sırrını kimseye fâş etme sırrın fâş olur.Sen kendi sırrını saklayamazsanEl sana nasıl sırdâş olur.)

sırr-ı insani / sırr-ı insanî / سِرِّ اِنْسَان۪ي

  • İnsana âid sır.

siyafet

  • Kılıççılık sanatı.

siyaset

  • Politika, insanları idare etme sanatı.

su'-i fehm / sû'-i fehm

  • Kötü anlayış. Her zarar, insana, kendi nefsinden gelir, Yüz karası, âdeme (insana) sû'-i fehminden gelir.

şuhud-u kevniye

  • Kâinatta görünüp yaşanan şeyler, gözlemler.

sunbur

  • (Çoğulu: Sanâbir) Demirden veya kalaydan olan ibriğin emziği.
  • Havuzun çevresine yapılan lüle ve oluk.

tabiiyyun

  • Allahın kanunu ve sanatı olan tabiatı ilâh sananlar.

takat-ı beşer / tâkat-ı beşer

  • Beşer gücü ve kuvveti. İnsana mahsus kuvvet.

tariz / târiz

  • Dokundurma, iğneleme; sözde bir yönü göstererek başka bir yönü kastetme sanatı, meselâ; insanlara zarar veren kimseye "İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır." diyerek o kimsenin hayırlı biri olmadığını söylemek gibi.

tefadi

  • Bir kimseye "Sana ben feda olayım" demek.
  • Feda etmek.

tekemmülat-ı insaniye / tekemmülât-ı insaniye

  • İnsana ait mükemmellikler, ilerlemeler.

terakkiyat-ı sanayi / terakkiyât-ı sanayi

  • Sanayi dallarında meydana gelen gelişme ve ilerlemeler—uçak sanayii, gemi sanayii gibi.

teşhiye

  • "Gönlün ne isterse sana vereyim" demek.

tesmit

  • Aksıran kimselere: "Yerhamükâllah: Allah sana merhamet etsin" demek.

teşmit / teşmît

  • Aksıran kimseye: "Yerhamükâllah: Allah sana merhamet etsin" deme.
  • Aksırdığı zaman Elhamdülillah diyen kimseye "Yerhamükellah: Allahü teâlâ sana merhâmet etsin" demek.

tezhib

  • (Zeheb. den) (Çoğulu: Tezhibât) Yaldızlama işi, yaldızlama sanatı.
  • Süsleme.
  • Altın sürme.
  • Dişlere altın dolgu yapma, çürümüş dişleri altınla doldurma.

tıbak

  • Uyum, uygunluk. İki zıt olayın ortak özelliğini ifade sanatı.

tigbend / tîgbend

  • Kılıç kuşanan, kılıç bağlayan. (Farsça)

tu-ra

  • Seni, sana, senin. (Farsça)

tuba le-ke

  • Ne mutlu sana, devlet ve saadet sana. Tuba sana.

udi / ûdî / عودی

  • Ud sanatçısı. (Arapça)

umra

  • Bir kimsenin mülkünü bir kimseye "Ömrüm oldukça veya senin ömrün oldukça sana i'tâ ettim, ölsen yine benim olsun" demesi.

üstad

  • İlimde ve sanatta üstün olan kimse, büyük muallim.

utaş

  • İnsana ârız olan bir hastalıktır ve hasta insanın yüreği yanar, suyu içer, yine kanmaz.

vavik

  • Okun nişana dokunmayıp yanına düşmesi hâli.

yerhamükallah

  • Aksırıp, Elhamdülillah diyene, yanında bulunan kimsenin; "Allahü teâlâ sana merhamet etsin" mânâsına söylediği mübârek bir söz, teşmit.

yoga

  • Bâtıl Hind felsefe sistemi. Bunlar tam bir dalgınlık ve hareketsizlik ile ve çile çekmekle gayelerine ulaşacaklarını sanarlar.

zann / zânn

  • Sanan, zanneden.
  • Zanneden. Sanan. Zannedici.

zenne / زنه

  • Kadın kısmı.
  • Eskiden orta oyununda kadın rolü yapan erkek sanatkârlar hakkında kullanılan bir tâbirdi. Eskiden kadınlar, oyunda rol alamadıkları için erkekler kadın kıyâfetine girer ve oyunda kadın rolü yaparlardı.
  • Kadın rolünü üstlenen erkek sanatçı. (Farsça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın