REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te sal kelimesini içeren 129 kelime bulundu...

a'mal-i saliha / a'mâl-i sâliha / اَعْمَالِ صَالِحَه

  • Sâlih ameller.

adem-i salahiyet / adem-i salâhiyet

  • Salâhiyetsizlik, yetkisizlik.

ahlat / ahlât / اخلاط

  • Salgılar. (Arapça)

aleyhissalatü vesselam

  • Salât ve Selâm onun üzerine olsun, meâlinde Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) ismini duyunca söylenmesi sünnet olan bir duâdır.

aleyhissalatüvesselam / aleyhissalâtüvesselâm

  • Salât ve selâm onun üzerine olsun.

alügde

  • Saldırıcı, şiddetle saldıran. (Farsça)

averdide

  • Saldırılmış, hücum edilmiş. (Farsça)

azad / âzâd

  • Salıverme, hür etme.

banuc / banûc

  • Salıncak. (Farsça)

beri / berî

  • Sâlim, kurtulmuş, temiz arınmış.
  • Salim, kurtulmuş, temiz, pak.

biblo

  • Salonlarda, masaların ve rafların üzerine süs için konan vazo gibi küçük eşya. (Fransızca)

bid-i mecnun / bîd-i mecnûn / بيد مجنون

  • Salkımsöğüt.

büzak

  • Salye, tükrük.

celab

  • Salkım küpe. (Farsça)

cemaat-i salihin / cemaat-i salihîn

  • Salih insanlar oluşturduğu topluluk.

cilve-i saltanat

  • Saltanatın görüntüsü.

cünbide

  • Sallanmış, kımıldanmış, hareket etmiş. (Farsça)

daire-i saltanat

  • Saltanat dairesi, egemenlik alanı.

dar-üs saltanat / dâr-üs saltanat

  • Saltanat yeri. İstanbul.

dellal-ı saltanat / dellâl-ı saltanat

  • Saltanatın ilancısı.

devair-i saltanat / devâir-i saltanat

  • Saltanat daireleri.

ehliyet

  • Salâhiyet, elverişlilik. Kişinin borçlandırma ve borçlanmaya elverişli olması. Akıllı olmak, iyiyi kötüden ayırabilmek.

eshab-ı hicr / eshâb-ı hicr

  • Salih Peygamberin gönderildiği kavim.

esnaf-ı salihin / esnaf-ı salihîn

  • Salih kulların oluşturduğu sınıflar.

fetva-yı mahz / fetvâ-yı mahz

  • Salt fetvâ, içinde farklı öğe bulunmayan mutlak fetvâ.

feyd

  • Sallanmak.

garetgir / garetgîr

  • Saldırgan, çapulcu.

gerdune-i iclal

  • Saltanat arabası.

guded / غدد

  • Salgı bezleri. (Arapça)

hacim

  • Saldıran. Hücum eden.

hamelat / hamelât / حملات

  • Saldırılar, hamleler. (Arapça)

hanedan-ı saltanat / hânedân-ı saltanat

  • Saltanat soyu.

haşmet-i saltanat / حَشْمَتِ سَلْطَنَتْ

  • Saltanatın haşmeti, ihtişamı.
  • Saltanatın büyüklüğü.

haşna'

  • Saliha kadın.

hayu

  • Salya, tükrük. (Farsça)

hazhaza

  • Sallama, el ile harekete getirme.

hebbihi / hebbihî

  • Sallana sallana yürüyen kişi.

hebh

  • Sallanmak.

hıram

  • Sallanma, salına salına naz ve edâ ile yürüme. (Farsça)

hiram

  • Salınarak eda ve naz ile yürüme. (Farsça)

hıraman

  • Salınarak naz ve edâ yaparak yürüyen. (Farsça)

hücum / hücûm / هجوم

  • Saldırı.
  • Saldırı.
  • Saldırı, akın. (Arapça)

hücum eden

  • Saldıran.

hücumat / hücumât

  • Saldırılar.

ika / îkâ

  • Salma, meydana getirme.

inşimar

  • Sallana sallana yürüme.

irşad-ı mahz

  • Salt irşad ve tebliğ.

irsal-i lihye

  • Salak bırakma.

ıtna'

  • Sâlim olmak, sağlam ve sıhhatli olmak.

jardiniyer

  • Salonlara süs için konulan ve içine çiçek ekilmek üzere bir sandığı bulunan bir mobilya. (Fransızca)

kanun-u saltanat

  • Saltanat, hükümranlık kânunu.

kavkaa

  • Salyangoz, midye gibi hayvanların sert kabuğu.

kelb-i akur

  • Salar, azgın, ısırıcı köpek.

kemal-i saltanat / kemâl-i saltanat

  • Saltanatın mükemmelliği, kusursuzluğu.

lafz-ı salavat / lâfz-ı salâvat

  • Salâvat kelimesi; Peygamberimize rahmet ve esenlik dileme sözü.

leftiye

  • Şalgam.

leylak

  • Salkım şeklinde mor ve beyaz renkli çiçekleri olan bir nebat adı.

luab / luâb / لعاب

  • Salya. (Arapça)

lüab-alud / lüab-âlud

  • Salya, tükrük karışık.

makarr-ı saltanat / مَقَرِّ سَلْطَنَتْ

  • Saltanat merkezi. Hükümetin idare edildiği baş şehir.
  • Saltanat, otorite ve hâkimiyet merkezi.
  • Saltanat karargâhı.

mana-yı saltanat / mânâ-yı saltanat

  • Saltanat makamının ifade ettiği mânâ, görev.

maraz-ı müstevli / maraz-ı müstevlî

  • Salgın hastalık.

maslub

  • Salbolmuş, asılmış. Asılarak idam edilmiş.

mehasin-i saltanat / mehâsin-i saltanat

  • Saltanatın güzellikleri.

mel'ub

  • Salyalı ağız.

merkez-i saltanat

  • Saltanatın merkezi.

mesdul

  • Salıverilmiş, serbest bırakılmış.

meysan

  • Sallana sallana yürümek.

mirhat

  • Salıverilmiş, bırakılmış perde.

müddet-i saltanat

  • Saltanat süresi.

muhacim

  • Saldıran.

münsedil

  • Salıverilmiş. Gevşetilip sarkıtılmış olan.

musallat eden

  • Saldırtan, sataştıran.

mutasallibane

  • Salâbetli gibi, kuvvet sâhibi olana yakışır surette. (Farsça)

mutayta

  • Sallana sallana kibirlenerek yürüme. İzzetli ve kibirli yürüme.

mütecaviz / mütecâviz

  • Saldıran, haddini aşan.

mütehacim / mütehâcim

  • Saldıran.

naka-i salih / nâka-i sâlih

  • Salih Peygamber'in (A.S.) bir mu'cizesi olarak kayadan çıkan devesi.

pa-came / pâ-câme

  • Şalvar, don, çakşır. Pijama. (Farsça)

rabia / râbia

  • Sâlisenin altmışta biri.

rik

  • Salya. Ağız suyu.

ruval

  • Salya.

rüval

  • Salya, ağız suyu.

sahleb / ثعلب

  • Sâlep. (Arapça)

şal / şâl / شال

  • Şal. (Farsça)

salah / salâh

  • Sâlih olmak, iyilik, dürüstlük; iyi huylarla süslenme, dînine bağlı olma.

salah-üd din

  • Salâhattin şeklinde yaygın olan bu kelime, "dine bağlı" mânasına gelir.

salahat

  • Sâlihlik, günahsız ve temiz oluş, dindarlıkta çok ileri olmak hâli.

salavat / صلوات

  • Salâtlar.

salihdar-ı emanet / sâlihdâr-ı emanet

  • Sâlih (a.s.).

salihun / salihûn

  • Salih kimseler, günahkâr olmayanlar, salihler.

sanayi-i garibe-i sultaniye

  • Saltanata, devlete ait antika sanatlar.

savl

  • Saldırma, atılma. Saldırış, atılış.

savlet / صَوْلَتْ

  • Saldırma. Ani ve şiddetli atılış.
  • Saldırma, saldırı.
  • Saldırma.

savletli

  • Saldıran.

seabib

  • Salya.

şelgam / شلغم

  • Şalgam. (Farsça)

şelvar

  • Şalvar. (Farsça)

semud / semûd

  • Salih (a.s.).
  • Sâlih aleyhisselâmın kavmi.

semud kavmi / semûd kavmi

  • Sâlih aleyhisselâmın peygamber olarak gönderildiği ve îmân etmedikleri için büyük bir sayha (korkunç gürültü) ile helâk olan kavim.

şerik-i saltanat

  • Saltanata ortak.

serir-i saltanat / serîr-i saltanat

  • Saltanat tahtı; sultanlık makamı.

serv-i hıraman / serv-i hırâmân / سرو خرامان

  • Salınarak yürüyen sevgili.

şerval

  • Şalvar. (Farsça)

sülasa / sülâsâ / ثلثا

  • Salı. (Arapça)

sülasa'

  • Salı.

suleha / sulehâ

  • Sâlihler, iyi hâlliler.
  • Sâlihler, günâh işlememeye gayret edenler.

süleha

  • Sâlihler, iyi hâlliler.

suleha / sulehâ / صلحا / صُلَحَا

  • Salih kişiler, iyi amelli kullar. (Arapça)
  • Sâlihler.

taarruz / تَعَرُّضْ

  • Saldırma, sataşma.
  • Saldırma.

taarruz eden

  • Saldıran.

talah

  • Salih olmayan. Bozuk.

taun / tâun

  • Salgın ve ölümcül hastalık.

tebeddül-ü saltanat

  • Saltanatın değişmesi.

tecavüz / tecâvüz

  • Saldırma, sataşma.

tecavüz eden

  • Saldıran.

tecavüz etmek

  • Saldırmak, sataşmak.

tecelli-i ef'al / tecellî-i ef'âl

  • Sâlikin, yâni tasavvuf yolcusunun, kulların fiillerini Allahü teâlânın fiilinin zılleri (görüntüleri) olarak görmesi ve bu fiillerin varlığının O'nun fiili ile olduğunu bilmesi. Âlem-i Emrin ilk adımında olan tecellîler.

tehacüm

  • Saldırma.

tehacümat / tehacümât

  • Saldırmalar.

terhis edilmek

  • Salıverilmek, görevi bitince işine son verilmek.

unkud

  • Salkım.

ürcuce

  • Salıncak.

ürcuha

  • Salıncak.

vahdet-i saltanat / وَحْدَتِ سَلْطَنَتْ

  • Saltanatın tek bir zâta ait olması.
  • Saltanatın birliği.

vahdet-i vücud / vahdet-i vücûd

  • Sâlikin (tasavvuf yolunda bulunan kimsenin) muhabbetle zikir yapması esnâsında, Allahü teâlâdan başka her şeyi unutup, yalnız O'nu bilmesi hâli.

vahidiyet-i saltanat / vâhidiyet-i saltanat

  • Saltanatın tek bir zâta ait olması.

vasıta-i saltanat

  • Saltanat vasıtası, aracı.

veba

  • Salgın bir hastalık. Taun.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın