REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te salın ifadesini içeren 37 kelime bulundu...

bahsan

  • Bozuk, soluk. (Farsça)
  • Salına salına yürüyen. (Farsça)
  • Kıyafeti bozuk, pejmürde. (Farsça)

bahteri / bahterî

  • Salına salına yürüyen, yürüyüşü güzel olan adam.
  • Mağrur, kibirli. Kendini beğenmiş.

bakar-perest

  • Öküzü mâbut yapan. Öküz ve emsalini put yapıp ona ibâdet eden sapkınlar. Ehl-i dalâlet. (Farsça)

banuc / banûc

  • Salıncak. (Farsça)

baria

  • Yakınlarından üstün vasıflı. Emsalinden üstün. Tam ve mükemmel.

bedel-i icar

  • Huk: Arazi hukukunda tasarruf hakkı mukabilinde verilen emsâline uygun peşin para.

beraat / berâat

  • Haşmet, metanet. İlim ve şecaatta, güzel vasıflarda emsâlinden üstünlük. Hüsn ve cemâlde tam olmak,emsâlinden üstün olmak.

beria

  • Akılda güzellik, zekâda ve kıyasette emsalinden üstün olan.

çam

  • Eğrilme, bükülme. (Farsça)
  • Salınma. (Farsça)

çem / چم

  • Naz ve eda ile salınarak yürüme. (Farsça)
  • Ziynetli, süslü, düzgün. (Farsça)
  • Cürüm, kabahat, suç. (Farsça)
  • Taam, yemek. (Farsça)
  • Mâna. (Farsça)
  • Kazanılmış, toplanılmış. (Farsça)
  • Salınma. (Farsça)
  • Süslü. (Farsça)

dürr-i misal / dürr-i misâl

  • Misâlin incisi. İnci misâlinde, misâlin parlağı. (Farsça)

eracih

  • (Tekili: Urcuha) Salıncaklar.

evrek

  • Çocukların ağaca ip takmak suretiyle yaptıkları salıncak. (Farsça)

fass

  • Yüzük taşı.
  • Kemiğin oynak yeri.
  • Meyve içi. Lüb.
  • Kitabın bend ve mebhası.
  • Mektup ve emsâlinin mühürünü açmak.
  • Mc: Gözbebeği.

filcümle

  • (Fi-l-cümle) Ezcümle, minelcümle. Bir hayli. Emsalinden beri.

fuhul

  • (Tekili: Fahl) Büyük âlimlerin ileri gelenleri. Emsalinden üstün olanlar.

gaze

  • Çocuk salıncağı. (Farsça)

hıram

  • Sallanma, salına salına naz ve edâ ile yürüme. (Farsça)

hiram

  • Salınarak eda ve naz ile yürüme. (Farsça)

hıraman / hırâmân / خرامان

  • Salınarak naz ve edâ yaparak yürüyen. (Farsça)
  • Salınan. (Farsça)
  • Salınarak. (Farsça)

ibad

  • Tıb: Bacaklarda diz mafsalının iç kısmındaki büyük damar.

imkan-ı örfi / imkân-ı örfî

  • Emsaline pek az rastlanan hârika bir âdet veya keramet gibi.

lenc

  • Edâ, naz ve cilve ile salınma. (Farsça)

ma-i nafiyye / mâ-i nâfiyye

  • (Ben kâmil değilim) misâlinde olduğu gibi mânayı nefyeder.

ma-i şartiye / mâ-i şartiye

  • İki muzariyi cezmeder, şart ve cezâ mânasını ifade eder. (Ne yazarsan, yazarım) misalinde olduğu gibi.

merc

  • (Merec) Katıştırmak.
  • Kararsızlık.
  • Iztırab.
  • Bozulmak.
  • Boşa gitmek.
  • Serbest bırakmak, salıvermek.
  • Hayvanların salındığı otlak.

müteşabihat-ı kur'aniye / müteşabihât-ı kur'aniye

  • Beşer lisanının, lügatını vaz etmediği, sezip düşünemediği, misalini göremediği hakikatların teşbih ve temsiller ile anlatıldığı âyet-i kerimeler.

na

  • Arabçada "Biz" mânasına gelen zamirdir. Meselâ: Kitabünâ : "Kitabımız" misalinde olduğu gibi, kelimenin veya fiilin sonuna eklenen bitişik zamirdir.

reftar

  • Gidiş, salınarak yürüyüş. (Farsça)

serv-i hıraman / serv-i hırâmân / سرو خرامان

  • Salınarak yürüyen sevgili.

sevaim

  • (Tekili: Sâime) Otlak hayvanları. Çayıra başı boş salınan hayvanlar.
  • Zekâtı icab eden koyun, keçi, sığır, deve gibi çift tırnaklı hayvanlar.

tavile

  • Birbiri ardına bağlanmış bir sıra hayvan. Hayvan katarı.
  • Tavla, ahır.
  • Çayıra salınan hayvanın ayağına bağladıkları tavla ipi.

tetabu-u izafat

  • Bir çok kelimenin birbirine muzaf ve muzafün ileyh olması. Zincirleme isim takımı. (İhtizazat-ı esvat-ı beşeriye misalinde olduğu gibi.)

ürcuce

  • Salıncak.

ürcuha

  • Salıncak.

yakin / yakîn

  • Şüphesiz, sağlam ve kat'i olarak bilmek. (Yakîn: Ma'rifet ve dirayetin ve emsalinin fevkinde olan ilmin sıfatıdır. İlm-i yakîn denir, ma'rifet-i yakîn denilmez. Ayn-el yakîn: (kelimenin merfu hali ayn-ul yakîndir.) Göz ile görür derecede veya görerek, müşahede ederek bilmek. Meselâ; uzakta bir duman

yele

  • Kuvvetle saldıran. (Farsça)
  • Otlağa salınmış hayvan sürüsü. (Farsça)
  • Koşan, koşucu, seğirten. (Farsça)
  • Bazı hayvanların ensesindeki kıllar. (Farsça)

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın