REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te sakl ifadesini içeren 476 kelime bulundu...

a'mal-i saliha / a'mâl-i sâliha

  • Dinin emir ve yasaklarına uygun iyi iş ve davranışlar.

adude

  • Yumuşaklık. Tazelik.

ahkam / ahkâm

  • Hükümler. Allahü teâlânın emirleri ve yasakları. Hükm'ün çokluk şeklidir.

ahkam-ı fıkhiyye / ahkâm-ı fıkhiyye

  • Fıkıh ile ilgili hükümler. Bedenle yapılması ve sakınılması lazım gelen şeyler, emirler ve yasaklar.

ahkam-ı şer'iyye / ahkâm-ı şer'iyye

  • İslâm dîninde bir işin yapılması veya yapılmaması gerektiğini bildiren hükümler. Emirler ve yasaklar. Bunlara Ahkâm-ı ilâhiyye, Ahkâm-ı İslâmiyye ve Ahkâm-ı Kur'âniyye de denir.

aksab

  • (Tekili: Kusb) Kalın bağırsaklar.

alenen

  • Açıkça, saklanmadan.

alim-i hafiz / alîm-i hafîz

  • Sonsuz ilmiyle herşeyi hakkıyla bilen ve herşeyi koruyup saklayan ve yarattıklarını esirgeyip gözeten Allah.

amil / âmil

  • İş yapan.
  • İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından sakınan.
  • Herhangi bir bölgenin zekât, harac, öşr ve ganîmetlerinin tahsîli (toplanması) için, halîfe, sultan, melik veya emir tarafından vazîfelendirilen ve yerine göre dînin emirlerini öğreten me'mur.

anber

  • Güzel koku. Adabalığı ve kaşalot denilen büyük balıkların barsaklarında teşekkül eden güzel kokulu madde.
  • Derisinden kalkan yapılan bir balık.

ardiyye

  • Ticaret eşyasının saklandığı yer.
  • Böyle bir yerde saklanan eşya için ödenen ücret.

arec

  • Topallık, aksaklık.

arıza / ârıza

  • Aksama, aksaklık, engebe.

arşiv

  • Eski ve tarihçe kıymetli olan resmi kayıt ve kâğıtların saklandığı yer. (Fransızca)
  • Bir mevzu hakkında toplanmış muhtelif vesikaların hepsi. (Fransızca)
  • Kıymetli belgelerin saklandığı yer.

ashab-ı kehf / ashâb-ı kehf

  • Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyan'da bahsi geçen ve devirlerinin zâlim padişahından gizlenerek ve onun şerrine âlet olmaktan çekinerek, beraberce bir mağaraya saklanıp, Rabb-ı Rahimlerine (C.C.) sığınan, dindar ve makbul büyük zâtlar. İsimleri rivâvette şöyle sıralanır: Yemlihâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mernüş, D

asi / âsî

  • İsyân eden, emre karşı gelen, itâatsizlik eden.
  • Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymayan, günâhkâr.
  • Hükûmete, devlete baş kaldıran. Bâgî.

avarız / avârız

  • Arızalar, aksaklıklar, noksanlıklar.

bahal

  • Malını kimseye vermeyip saklamak.

bar-hane

  • Yük yeri, yüklük. (Farsça)
  • Yolcu eşyası indirilecek ve saklanacak yer. (Farsça)

başeng

  • Tohumluk olmak için saklanan sarı, iri hıyar, salatalık. (Farsça)
  • Asma üzerindeki üzüm salkımı. (Farsça)

bayram

  • İslâm dîninin bildirdiği ve müslümanların neşelenip sevindikleri Fıtr (Ramazan) ve Kurban bayramı.
  • Cumâ günü.
  • Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınarak, günâh işlemeden, haram lokma yemeden geçirilen günler.
  • Müslümanın rûhunu teslim (vefât) edeceği zama

beyhan

  • Sır saklamıyan, aklında ve kalbinde olanları söyleyen kimse. Boşboğaz.

blok

  • Birbirine bitişik yapılar. (Fransızca)
  • Büyük ve ağır yığın. (Fransızca)
  • Resim kağıtları saklanan karton kap. (Fransızca)

boşboğaz

  • Yerli yersiz mutlaka bir şey söylemeden içi rahat etmiyen. Saklanması gereken şeyleri söyleyiveren, sır saklamayan. (Türkçe)

bumbar

  • Koyun ve benzeri gibi hayvanların kalın bağırsağı. (Farsça)
  • İçine kıyma, pirinç vs. doldurulmuş bağırsakla yapılan bir cins yemek. (Farsça)

butun / butûn / بطون

  • Karınlar. (Arapça)
  • Kuşaklar, nesiller. (Arapça)

bütun / bütûn / بطون

  • Karınlar. (Arapça)
  • Kuşaklar, nesiller. (Arapça)

cebrail aleyhisselam / cebrâil aleyhisselâm

  • Dört büyük melekten biri. Peygamberlere vahy getirmek, onlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmekle vazîfeli melek. Buna Cibrîl, Rûh-ul-emîn, Rûh-ul-kuds, Nâmûs-ı ekber de denir.

cenin

  • (Cenne. den) Ana karnındaki harekete başlıyan çocuk.
  • Gizli ve mestur, saklı olan şey.

çerbi / çerbî

  • Tatlılık, yumuşaklık. (Farsça)

daire-i şeriat

  • Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin bulunduğu daire.

daire-i takva / daire-i takvâ

  • Takvâ dairesi; Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma dünyası.

darende

  • Saklayan, tutan. (Farsça)
  • Ulaştıran, vâsıl eden, kavuşturan, getiren. (Farsça)

define

  • Para veya altın gibi eskiden saklanmış şeylerin bulunduğu yer.
  • Kıymetli eşya. Kıymeti ve değeri yüksek olan şeyler veya kimse.

dels

  • Karanlık, zulmet.
  • Bir şeyi saklamak, gizlemek.
  • Sonbaharda yapraklanan bir ot çeşiti.

derviş / dervîş

  • Allahü teâlâdan başka şeyleri kalbinden çıkarıp bütün âzâsıyla İslâm dîninin emir ve yasaklarına uyan, dünyâ malına gönül bağlamayan kimse.

din

  • Allahü teâlânın insanları dünyâ ve âhirette râhat, huzûr ve seâdete (mutluluğa) kavuşturmak için peygamberleri vâsıtasıyla bildirdiği yol, emirler ve yasaklar.

din ehli

  • Dindarlar; dinin emir ve yasaklarına uyanlar.

disiplin

  • Uyulması lâzım gelen kaide ve yasaklar. (Fransızca)
  • Nizam ve intizam te'mini için zihnî, ahlâkî, ruhî, cismanî tâlim ve terbiye. (Fransızca)

diyanet ve şeriat-ı islamiye / diyanet ve şeriat-ı islâmiye

  • Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi; İslâmiyet.

ef'al-i mükellefin / ef'âl-i mükellefîn

  • İslâm dîninde mükelleflerin (dînî vazîfeleri yerine getirmekle yükümlü, sorumlu kimselerin) yapmaları ve sakınmaları lâzım olan emirler ve yasaklar. Ahkâm-ı İslâmiyye (fıkıh bilgileri), din bilgileri.

ehl-i gaflet

  • Âhirete, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan kimseler.

ehl-i gaflet ve dalalet / ehl-i gaflet ve dalâlet

  • Âhirete ve Allah'ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız ve hak yoldan sapmış kimseler.

ehl-i iman ve takva / ehl-i iman ve takvâ

  • Allah'a inanıp Onun emir ve yasaklarına titizlikle uyan kimseler.

ehl-i iman ve'l-kur'an / ehl-i iman ve'l-kur'ân

  • Allah'a ve Kur'ân'a inanıp emir ve yasaklarına titizlikle uyan kimseler.

ehl-i inad

  • İnat edenler; Allah'ın emir ve yasaklarına boğun eğmeme konusunda inat edenler.

ehl-i takva / ehl-i takvâ

  • Takvâ sahipleri; Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan kimseler.

ehl-i takva ve salahat / ehl-i takvâ ve salâhat

  • Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan ve dindarlıkta çok ileri olan kimseler.

ektem

  • Çok sır saklayan, esrar gizleyen kimse.
  • Büyük karınlı ve şişman olan adam.

el-iyazü-billah

  • Allah'a sığınır, Allah'a iltica ederiz. Allah korusun, Allah saklasın (meâlinde duâ).

em'a / em'â / امعا

  • (Tekili: Miâ) Bağırsaklar.
  • Bağırsaklar. (Arapça)

em'a-i galiza / em'â-i galiza

  • Kalın bağırsaklar.

em'a-i rakika / em'â-i rakika

  • İnce bağırsaklar.

emir ve nehy

  • Allah'ın emir ve yasakları.

emir ve nehy-i ilahi / emir ve nehy-i ilâhî

  • Allah'ın emretmesi ve yasaklaması.

emir ve nehy-i kur'ani / emir ve nehy-i kur'ânî

  • Kur'ân'ın emrettiği ve yasakladığı şeyler.

enbar

  • (Tekili: Nibr) Anbarlar, nibrler. İçinde çeşitli mallar saklanan kapalı mahfaza, oda.

ensal / ensâl / انسال

  • Nesiller, kuşaklar.
  • Nesiller, kuşaklar. (Arapça)

enva-ı salihin / envâ-ı salihîn

  • Dinin emir ve yasaklarını eksiksiz olarak yerine getirenler.

esaret / esâret / اسارت

  • Esirlik, tutsaklık.
  • Esirlik, tutsaklık.
  • Tutsaklık. (Arapça)

esdaf

  • Sedefler, inci kabukları; sedef gibi içinde hakikat incilerini saklayan Kur'ân ifadeleri.

esiran / esîrân / اسيران

  • Tutsaklar. (Arapça - Farsça)

esrar-ı hafiyye

  • Gizli ve saklı sırlar.

ev'iye

  • (Tekili: Viâ) Mahfazalar, kaplar, gizlemeye veya saklamaya yarayan şeyler.
  • Damarlar.

evamir u nevahi / evâmir u nevâhî

  • Emirler ve yasaklar.

evamir ve nevahi-i şer'iye / evâmir ve nevâhî-i şer'iye

  • İslâmın emir ve yasakları; Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklar.

fasık-ı gafil / fâsık-ı gafil

  • Âhiretten ve Allah'ın emir ve yasaklarından habersiz davranan günahkâr kimse.

fetk

  • Şak etme. Ayırma. Yarma. Yarılma.
  • Tıb: Dikilmiş bir şeyi söküp ayırmak.
  • Kasık yarığı, kasık zarının yarılması ile barsakların torba içine dolmasından ibaret sakatlık. Fıtık hastalığı.
  • Şafak sökmesi. Fecir ağarması.
  • Parçalanıp birbirine düşmüş cemaat.

fidye

  • Bir şeyin yerine geçmek üzere verilen bedel.
  • Çok yaşlı ve hasta olan kimsenin tutamadığı oruç, ölüm hastalığına yakalananın kılamadığı namaz, vefât etmiş kimsenin namaz ve oruç borçları için ve hacda, ihramlının hastalık özründen dolayı ihramın bâzı yasaklarını işlemesine karşılık vermesi ge

firc

  • Sır saklamayan kişi.

fısk

  • Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymama, isyân, günâh.

fuhşiyat / fuhşiyât

  • Çok çirkin, aşağılık, helâl olmayan işler; Dinen yasaklanan ve haram sayılan davranışlar.

füyuz

  • (Tekili: Feyz) Feyizler. İnâyetler. Keremler.
  • Suyun çoğalıp taşması.
  • İnsanın içindeki gizli şeyleri saklamayıp izhar etmesi.
  • Bir haberin fâş ve şayi' olması.

gafil / gâfil

  • Gaflette olan. Allahü teâlâyı, emir ve yasaklarını unutan kimse.
  • Duyarsız, umursamaz.
  • Allah'ın emir ve yasaklarından habersiz davranan.

gaflet

  • Umursamazlık; âhirete, Allah'ın emir ve yasaklarına duyarsız kalma hali.
  • Nefsin arzularına uyarak, Allahü teâlâyı, emir ve yasaklarını unutma hâli.

gaflet-i mutlaka

  • Tam anlamıyla âhiretten, Allah'ın emir ve yasaklarından habersiz davranma hâli.

gafletli

  • Allah'ın emir ve yasaklarına duyarsız davranan.

gamn

  • Yumuşaklık.

hab'

  • Gizli, saklı, hafi.
  • Gizlemek, örtmek, setretmek.

habhabe

  • Yumuşaklık, rahavet.
  • Muzdarip olmak, acı çekmek.

hacr-ı tahrim / hacr-ı tahrîm

  • Haramı yasaklamak.

hafa

  • Gizlilik. Gizli olmak. Saklılık.

hafi / hafî

  • Gizli. Açıkta olmayan. Saklı.
  • Fık: Sigasından dolayı değil, bir ârızadan dolayı mânası kapalı kalan lafız.
  • Gizli, saklı.

hafiye

  • Saklı ve gizli şeyleri araştıran.
  • Casus.
  • Polis.

hafiyyat-ı umur / hafiyyat-ı umûr

  • İşlerin saklı tarafları, gizli kısımları.

hafiyyen

  • Gizlice, saklı olarak, gizliden. Aşikâr olmıyarak.

hafiyyeten

  • Gizlice, gizli ve saklı olarak.

hafiz / hafîz

  • Her şeyi koruyan ve saklayan Allah.

hafiz-i alim / hafîz-i alîm

  • Herşeyi koruyup saklayan, ilmi herşeyi kuşatan sonsuz ilim sahibi Allah.

hafız-ı hakiki / hâfız-ı hakikî

  • Asıl olarak herşeyi koruyup saklayan ve yarattıklarını esirgeyip gözeten Allah.

hafiz-i hakim / hafîz-i hakîm

  • Herşeyi hikmetle yapan ve koruyup saklayan Allah.

hafız-ı kütüb / hâfız-ı kütüb

  • Kitabları hıfzeden, saklayan. Kütüphane me'muru, kütüphaneci.

hafıza / hâfıza

  • Hıfz etme (ezberleme) ve hatırda tutma kuvveti. His organları ile duyulmayan fakat duyulanlardan çıkarılan mânâları saklayan mânevî duygu merkezlerinden biri.

hafizallah

  • Allah korusun. Allah muhafaza etsin, Allah saklasın (anlamındadır).

hafizane / hafîzâne

  • Koruyup gözeten, saklayan.

hafiziyet-i rabbaniye / hâfiziyet-i rabbâniye

  • Her bir varlığı terbiye ve idare eden Allah'ın her şeyi koruyup saklaması.

hakim-i hafiz / hâkim-i hafîz

  • Herşeye hükmeden ve herşeyi saklayıp koruyan Allah.

halal / halâl

  • Yasak edilmiş olmayan, yâhut yasak edilmiş ise de, İslâmiyet'in özr, mâni ve mecbûriyet saydığı sebeblerden birisi ile yasaklığı kaldırılmış olan şeyler.

ham'

  • Eğrilik, aksaklık.

hamas

  • Verem.
  • Yumuşaklıkla ve kolaylıkla bir şeyi çıkarmak.

haram

  • Allah ve resulü tarafından kesin olarak yasaklanmış şey.

haram lokma / harâm lokma

  • Helâl olmayan ve dînen yenmesi yasaklanan yiyecek.

haramiyet / harâmiyet

  • Haramlık, yasaklık.

hariz / harîz

  • Mahfuz, hıfzolunmuş, saklanılmış.

haşa-i batın / haşâ-i batın

  • Bağırsaklar.

hasıraltı etmek

  • Ist: Unutmak, saklamak, gizlemek, terviç etmemek manasında kulanılan bir tâbirdir. Hasır, eskiden halı ve kilim yerinde kullanıldığı ve onun altında kalan şeyler unutulup gittiği için bu tâbir meydana gelmiştir.

hasna / hasnâ

  • Çok fazlasıyla kendini haramdan saklayan kadın. Çok iffetli, çok nâmuslu kadın.

hasur

  • Mânevi mücahededen dolayı kadınlara yaklaşmaya rağbet etmeyen.
  • Sır saklayan. Keder ve üzüntüden gönlü daralan, tasadan içi sıkılan.
  • Çok bahil kimse. (Halkla yer ve içer, birşey vermez)
  • Oğlu ve kızı olmayan.
  • Avrete cimâ edemeyen.
  • İhlili dar olan deve.

hatıra

  • Hatıra gelen. Hatırda kalan şey.
  • Bir kimseyi veya bir hâdiseyi hatırlatması için yazılan veya saklanan veya birisine verilen şey.

hazaze

  • Tıb: Bulaşıcı, müzmin bir cilt hastalığı olup sonradan bağırsaklara geçerse öldürücü olur.

hazen

  • (Çoğulu: Hızân) Etin kokması.
  • Toplamak, cem'edip yığmak.
  • Gizlemek, saklamak.

hazer ve ibaha / hazer ve ibâha

  • Yasaklar ve mübahlar. Fıkıh kitablarında dînen yasaklanan ve izin verilen şeyleri anlatan bölüm. Bâzı fıkıh kitaplarında bu bölüm kerâhiyye ve istihsân adıyla anılır.

hazine / hazîne

  • Define.
  • Kıymetli şeyleri saklayacak sağlam yer.
  • Hazine, devlet malının saklandığı yer.
  • Altın, para ve mücevher gibi kıymetli şeylerin saklandığı yer.

hazine kethudası

  • Tar: Yavuz Sultan Selim Han zamanında kurulan hazine kethudâlığı, saraya girip çıkan demirbaş eşyanın korunup saklanmasıyla mes'ul idi. Bu müessesenin başında bulunan memura da hazine kethudâsı denilirdi.

hels

  • Çok hayır.
  • Gizlemek, saklamak.

hevade

  • Yavaşlık.
  • Yumuşaklık.
  • Kavmin içinde salah ve muvâfakata sebep olması mümkün olan kimse.

hicab-ı gaflet

  • Gaflet perdesi; Allah'a inanmayı, emir ve yasaklarına uymayı engelleyen şeyler; mâneviyatı görmeme ve düşünmeme hâli.

hidayet / hidâyet

  • Doğru yolu gösterme, doğru, Allahü teâlânın râzı olduğu yolda bulunma.
  • Cenâb-ı Hakk'ın insanın kalbinden her sıkıntı ve darlığı çıkarıp, yerine rahatlık, genişlik verip, kendi emir ve yasaklarına uymada tam bir kolaylık ihsân etmesi ve kulun rızâsını kendi kazâ ve kaderine tâbi eylem

hıfz

  • Saklama. Koruma. Siyanet. Muhafaza.
  • Ezber etmek. Hatırda tutmak. Kur'an'ı ezberde tutmak.
  • Koruma, ezberleme, saklama.
  • Devâm etmek, yerine getirmek, gözetmek.
  • Ezberlemek.
  • Saklama, koruma, ezberleme.
  • Saklama, koruma, ezber.

hıfz-ı ziynet

  • Süsün korunması, saklanması.

hikmet-i teşri

  • Kanun yapma hikmeti. Allah'ın emir ve yasaklarında gözetilen Rabbanî incelikler.

hilm / حلم

  • Doğuştan olan huy yumuşaklığı. Şiddete tahammül. Nefsini heyecandan korumak.
  • Vakar. Sükûn.
  • Yumuşaklık, insanın tabiatında olan yumuşaklık duygusu.
  • Yumuşaklık, kızmama.
  • Yumuşaklık. (Arapça)

hilm ü haya / hilm ü hayâ

  • Yumuşaklık ve utanma duygusu.

hilmiyyet

  • Yumuşaklık, yavaşlık, yumuşak huyluluk.

hınaf

  • Devenin yulardan burnunu çözmesi.
  • Deve bileğinde olan yumuşaklık.

hırka-i saadet dairesi

  • İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda "mukaddes emanetlerin" bulunduğu yer. Burada yüzyıllardan beri, başta Peygamberimiz Hz.Muhammed'in (A.S.M.) hırkaları olmak üzere İslâmî nitelikte birçok mukaddes eşya saklanmaktadır. Bu eşya Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim tarafından, Mısır'ın fethinden (1517) son

hırs

  • Saklamak.

hırz

  • Koruma, saklama.

hırz-ı bigayrihi / hırz-ı bigayrihî

  • Aslında eşya saklamaya mahsus olmayan, izin almadan girilebilen ve konacak malların yanında muhafızı olan yer. (Yol, mescid, meydan gibi)

hırz-ı binefsihi / hırz-ı binefsihî

  • İçerisinde mal ve eşya saklamak için yapılmış, hazırlanmış ve içine izinsiz girilemiyen ev, dükkân, çadır, depo vs. gibi mahaller. (Kasa, sandık, dolap, çuval da bu hükümdedir.)

hizane

  • (Hizânet) Hazine, kıymetli mücevheratın saklandığı yer.
  • Hazinedarlık.
  • Mc: Kalb, gönül, hatır.

hufye

  • Saklanma, gizlenme.
  • Etrafı herhangi bir şeyle ihata edilen şey.

hükre

  • Cem'olmak, toplanmak, birikmek.
  • Yiyecek maddelerini, pahalanacak diye saklamak.
  • Azlığından bir yerde toplanan su.

humal

  • Aksaklık.

hurmet

  • Haramlık, yasaklık.

hurmet-i şedide

  • Şiddetli yasaklama.

hürriyet

  • Hürlük, serbestlik.
  • Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyup, herkesin hakkını gözetmek.
  • Maddî ve mânevî her türlü şeyin sevgisinden gönlünü kurtararak yalnız Allahü teâlâya kul olmak.

huşeçin / hûşeçîn

  • Başak toplayan; harman sonunda tarlada kalan başakları toplayan.

hüsn-ü ta'lil

  • Edb: Herhangi bir hâdisenin hakiki sebebini saklayarak, güzel ve hayalî bir sebep göstermeye hüsn-ü ta'lil denir. Bu gösterilen sebep hakiki olmamalı, fakat güzel olmalıdır.Bağ-ı âlemde yüzün menendi bir gül isteyüp.Cüst ü cu idüp gezer gülzarı bülbül şah şah. (Fatih Sultan Mehmed)Bülbülün, gül bahç

i'tidal

  • Bir şeyde veya halde ifrat veya tefrite düşmemek. Vasat derece olmak.
  • Yumuşaklık. Uygunluk.
  • Gündüz ve gecenin birbirine denk, eşit olması.
  • Miktar ve keyfiyyet hususunda iki hâlet arasında mutavassıt olmak.

i'tiraf

  • (İtiraf) Kabahatini saklamamak. Suçunu söylemeği kabul etmek. Gizleyip söylemek istemediği şeyi açıklamak.

ia'

  • Bir nesneyi kab içine koyup saklamak.

ibadet / ibâdet

  • Kulluk, kulluk vazîfelerini İslâmiyetin bildirdiği şekilde yerine getirmek. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymak.

ibadetullah

  • Allah'a ibadet etme, Ona kullukta bulunma; emirlerini yerine getirip, yasaklarından kaçınma.

icab / îcâb

  • Zorunlu kılma; bir fiilin yapılmasını isteme ve onun terk edilmesini yasaklama.

iddihar

  • Biriktirmek, toplamak, yığmak.
  • Kıtlık zamanında yüksek fiatla satmak üzere zahire toplayıp saklama.

ifraz hazinesi

  • Tar: Kullanılmayan kıymetli eşyanın saklandığı yer. Bu gibi kıymetli şeylerden ikinci dereceden olanların muhafaza olunduğu yere de "Bodrum Hazinesi" denilirdi.

ihba'

  • Örtmek, saklamak, gizlemek.
  • Ateşi basıp söndürmek.

ihbak

  • Boyun eğme, inkıyâd, yumuşaklıkla söz dinleme.

ihfa / ihfâ / اخفا

  • Saklamak. Gizlemek. Ketmetmek. Gizlenilmek.
  • Tecvidde: Harflerden birisini söylerken gizli ve zayıf söylemek.
  • Saklamak, gizlemek.
  • Gizleme, saklama.
  • Gizleme, saklama. (Arapça)

ihmal / ihmâl / اهمال

  • Boşlama, savsaklama.
  • Önemsememe, savsaklatma. (Arapça)

ıhmar

  • Gizli etmek, saklamak.

ihtiba'

  • (Habâ. dan) İyice saklayıp gizleme.

ihticab

  • Örtünme. Saklanma. Gizlenme. Perdelenme.
  • Doğumun belirli zamanından fazla uzaması.

ihtifa

  • Gizlenme. Saklanma.

ihtikar / ihtikâr / اِحْتِكَارْ

  • Bir şeyi kıymetlensin diye saklamak.
  • Ist: İnsanların veya ehlî hayvanların yiyeceklerine âit şeylerin satış kıymetleri yükselsin diye kırk gün kadar saklamak. Böyle yapan kimseye muhtekir denir.
  • Vurgunculuk, bozgunculuk.
  • Vurgunculuk; fazladan kazanç sağlamak amacıyla, hayat için zarurî olan ihtiyaç maddelerini satın alıp fiyatı artsın diye bir süre saklama.
  • Malı kıymetlensin diye saklama.
  • Pahalı satmak üzere mal saklama, vurgunculuk.

ihtisab / ihtisâb

  • Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyulmasının, ilim ve ehliyet sâhibi bir devlet me'muru olan muhtesib tarafından sağlanması, emr-i ma'rûf nehy-i münkerin yâni iyiliği emretmek kötülükten sakındırmak vazîfesinin el ile yapılması vazîfesi.

ikman

  • Gizleme, saklama, örtme.

iknan

  • Örtme, saklama, gizleme.

iktam

  • (Ketm. den) Gizleme, saklama.

iktiman

  • Gizlenme, saklanma.

iktina'

  • Künyelenme.
  • Anlaşılmayacak şekilde söyleme.
  • Gizlenme, saklanma.

iktinan

  • Saklanma, gizlenme.

iktitam

  • (Ketm. den) Ketmetme, gizleme, saklama.
  • Sararma.

ilm-i fıkıh

  • Dînimizin emir ve yasaklarını bildiren ilim.

iltisaki / iltisakî

  • İltisakla alâkalı.
  • Yapışan, birleşen. Kavuşan, bitişen.

iman-ı istidlali / îmân-ı istidlâlî

  • İslâm dîninin îmân ve ibâdet bilgilerini, emir ve yasakları bir âlimden veya kitaptan okuyup, öğrenerek, bilerek inanmak.

inhifa

  • Gizlenip saklanma.

inkitam

  • Gizli tutulma, saklı tutulma.

insan-ı gafil

  • Âhirete, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan insan.

insan-ı kamil / insan-ı kâmil

  • Kemâle ermiş, olgun insan. İslâmiyet'in emrettiği bütün emirleri yapan, yasaklardan sakınan, Peygamber efendimizin güzel ahlâkıyla ahlâklanan, hareketleri ve sözleri hep Allahü teâlânın ilhâmı ile olan üstün insan.

insidad-ı em'a / insidad-ı em'â

  • Tıb: Bağırsakların birbirine dolanması neticesinde tıkanması.

irşad / irşâd

  • Yol gösterme, rehberlik etme. İnsanları, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına ve Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesine uymaya, her zaman Allahü teâlâyı anmaya, O'nu unutmamaya, kalbde O'ndan başkasının sevgisine yer vermemeye çağırmak, Allahü te âlânın râzı olduğu yolu göstermek.

ishal

  • Mülâyim ve düz bir yere varmak.
  • Tıb: Barsakların iltihabından soğuk algınlığından hâsıl olan sürgün, iç sürme.

islam / islâm

  • Boyun bükerek teslim olmak. Allahü teâlânın Muhammed aleyhisselâm vâsıtasıyla bildirdiği emirler ve yasakları.

islamiyyet / islâmiyyet

  • Allahü teâlânın Cebrâil ismindeki melek vâsıtası ile, sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma gönderdiği, insanların dünyâda ve âhirette râhat ve mes'ûd olmalarını sağlayan usûl ve kâideler, emirler ve yasaklar.

israr

  • (Sırr. dan) Sır saklamak, gizlemek. Gizlenmesi lâzım bir şeyi gizlemek.

ıstıhab

  • Saklama, gizleme.
  • Dostluk kurma.
  • Konuşma, musâhabe etme.

istihfa'

  • Gizlenme, saklanma.

istiknan

  • Gizlenme, saklanma.

istiktam

  • Gizlemeğe çalışma. Saklamak için uğraşma.

itiraf / îtiraf / itirâf / اعتراف

  • Kabahatını saklamamak, suçunu söylemeyi kabul etmek, açıklamak.
  • Saklamayıp söyleme.
  • Sakladığı şeyi söyleme. (Arapça)
  • Hakkın verme. (Arapça)

ızmar

  • (İzmâr) Kalbde gizlemek, saklamak. Belli etmemek.

izmar / izmâr

  • Gizleme, saklama.

ızmar-ı gayz

  • Kin saklama.

ka'm

  • (Çoğulu: Kiâm) Devenin ağzını bağladıkları şey.
  • İçinde silah saklanan kap.
  • Bağlamak.
  • Öpmek.

kalb-i salih

  • Dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden insanın kalbi.

kalib aleyhisselam / kâlib aleyhisselâm

  • İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Yâkûb aleyhisselâmın on iki oğlundan Şem'ûn'un neslindendir. Babasının ismi Yuknâ'dır. Kendisine Yûşâ aleyhisselâmdan sonra peygamberlik verildi. Mûsâ aleyhisselâma bildirilen dînin emir ve yasaklarını ins anlara tebliğ etti (bildirdi).

kamin / kâmin

  • Saklı. Gizli. Belirsiz. Pusuda duran.

kaminun / kâminun

  • (Tekili: Kâmin) Saklı ve gizli olanlar.

kanun

  • (Çoğulu: Kavânin) Herkesin uyması için devletin teşri kuvveti tarafından konulan her türlü meşru nizam, kaide, emir, nehiy ve yasaklar.
  • Kaziye-i külliye. Kâinatta Allah'ın koyduğu değişmez nizam.

kanun-ı ilahi / kânûn-ı ilâhî

  • Allahü teâlânın kullarının dünyâ ve âhirette huzûr ve seâdete (mutluluğa) kavuşmaları için Peygamberleri (aleyhimüsselâm) vâsıtasıyla insanlara bildirdiği emirleri ve yasakları, İslâmiyet.
  • Allahü teâlânın kâinâtta (varlık âleminde) koyduğu nizâm, düzen.

kasvet

  • Katılık, sertlik, kalbden hayır (iyilik) ve yumuşaklığın çıkması.

katı-ı tarik-ı ilahi / kâtı-ı tarîk-ı ilâhî

  • İnsanların Allahü teâlânın emirlerine ve yasaklarına uymalarına ve rızâsına kavuşmasına mâni olan, hidâyet ve saâdetlerini engelleyen, saptırıcı, yol kesici.

katim / kâtim

  • (Ketm. den) Ketmeden, saklıyan, tutan. Sır saklayan.

katim-i esrar / kâtim-i esrar

  • Sır saklıyan.

kazel

  • Çok fazla aksaklık. (Müe: Kazlân)

kelani / kelânî

  • (Kilâet. den) Sakladı ve beni muhafaza etti veya eder, (meâlinde).

kemin

  • (Çoğulu: Kemâin) Pusuya saklanmış adam.
  • Pusu.
  • Belirsiz. Gizli yer.

kenz

  • Define, hazine. Yer altında saklı kalmış kıymetli eşya, para veya altın gibi şeyler.

kerahet

  • İğrenme, istemeyerek zor altında yapma.
  • Şeriatin yasaklamadığı fakat harama yakın olma ihtimali olan ve çekinilmesi gereken husus.

kesh

  • Aksaklık.

ketm / كتم

  • Saklamak. Gizlemek. Sır tutmak. Söylememek.
  • Gizleme, saklama. (Arapça)

ketm-i esrar / ketm-i esrâr

  • Sırları saklama.

ketm-i nüfus

  • Kendini göstermeme. Saklama.

ketum / ketûm / كتوم

  • Sır saklayan. Herkese her şeyi konuşmayıp sırrını belli etmiyen.
  • Her şeyi gizleyen.
  • Sır saklayabilen.
  • Sır saklayan, ağzı sıkı. (Arapça)

kıdn

  • Havan.
  • Kadının mahfe içinde kendisi için koyup sakladığı giyim eşyası.

kila' / kilâ'

  • Saklamak, korumak.

kımatr

  • Eşya veya kitab saklanan yer. Kitaplık.

kınve

  • Koyunu döl için saklamak.

kitman / kitmân / كتمان

  • Sır saklama, kimseye sır açmama hali, sır tutarlık.
  • Sır saklama. Kimseye sır açmama hâli.
  • Sır saklama, ketumluk. (Arapça)
  • Kitmân etmek: Saklamak. (Arapça)

koy

  • Küçük körfez. Karanın içine girmiş, rüzgârdan saklı deniz parçası. Deniz koyuna benzer, çevresi mahfuz yer. Köşe, bucak.

küçük günah

  • Fitne çıkarmak, adam öldürmek, zinâ etmek gibi büyük günahlara göre daha küçük sayılan günahlar, yasaklar, mekrûhlar.

künun

  • Birşeyi gizleme, saklı tutma.

kunyan

  • Kişinin nefsi için saklayıp elden çıkarmadığı mal.

kunye

  • Kişinin nefsi için saklayıp elden çıkarmadığı mal.

kurb

  • Yakınlık. Yakında oluş. Yakın olmak. Yakınlık kazanmak. (Zamanda, mekânda, nisbette, hatvede ve kuvvette kullanılır.)
  • Tıb: Böğür. Karnın yumuşaklığına kadar olan yer.

kuvve-i lamise / kuvve-i lâmise

  • Dokunma ve hissetme duygusu. Sertliği ve yumuşaklığı anlama duygusu.

leca'

  • Sığınmak.
  • Saklanmak, gizlenmek.
  • Zaruret.

lengi / lengî

  • Aksaklık, topallık. (Farsça)

letafet / letâfet / لطافت

  • Hoşluk, lâtiflik.
  • Cisimden alâkayı kesip bir nevi nurâniyet kesbetmek.
  • Güzellik, nezaket, yumuşaklık, hafiflik.
  • Hoşluk, yumuşaklık, tatlılık.
  • Hoşluk, güzellik, incelik, yumuşaklık.
  • Hoşluk. (Arapça)
  • Yumuşaklık. (Arapça)
  • Güzellik. (Arapça)

leviyye

  • Bir kimse için ayrılıp saklanan yiyecek.

levt

  • Gizlemek, saklamak.
  • Sorduklarını değil de başkasını haber vermek.

lezzet-i gayr-ı meşrua

  • Dinen helâl olmayan, yasaklanmış lezzet.

likat

  • Tarlada kalan başakları toplama.
  • Hizada olma.

lin / lîn

  • Yumuşaklık ve mülayim olmak.
  • Tecvidde: Bu sıfata sahib olan vav, ye harfleridir.

linet / lînet

  • (Liynet) Mülâyimlik, yumuşaklık.

litaf

  • (Tekili: Latif) Yumuşaklıklar.

liyan

  • (Mülâyene) Mülayemetle, yumuşaklıkla muamele etmek.

lüdane

  • Yumuşaklık.

lüdune

  • Yumuşaklık.

lütf u kerem

  • Kerem ve iyilik; iyilik ve yumuşaklıkla muamele; cömertlik, merhamet ve ihsan.

ma'kal

  • (Çoğulu: Meâkıl) Sığınacak ve saklanacak yer.
  • Kale.

ma'nevi huzur / ma'nevî huzûr

  • Allahü teâlâyı anarak emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınmak sûretiyle kalbde meydana gelen rahatlık.

maazallah

  • Allah korusun, Allah saklasın.

maharim

  • Mahremler, yasaklar, gizliler.

mahba

  • (Çoğulu: Mehâbi) Elbise saklayacak mevzi. Kiler.

mahbun

  • Kıtlık için saklanan şey.
  • Edb: İkinci harfi düşürülmüş vezin.

mahfi / mahfî

  • Gizli, saklı.
  • Gizli, saklı.

mahfiyyen

  • Gizlice. Gizli ve saklı olarak.

mahfuz / محفوظ

  • (Hıfz. dan) Hıfzolunmuş, saklanılmış.
  • Ezberlenmiş. Hafızaya alınmış.
  • Korunup gözetilmiş.
  • Gizlenmiş, saklanmış.
  • Saklanmış, korunmuş.
  • Ezberlenmiş.
  • Levhi mahfuz: Allah tarafından takdir edilenlerin ezelde yazılı bulunduğu levha.
  • Korunmuş, saklanmış. (Arapça)

mahremane

  • Gizli ve saklı olarak. Mahrem bir tarzda. (Farsça)

mahremiyet

  • Mahremlik, gizlilik, yasaklık.

mahzun

  • Hazinede saklanan şey.

mahzurat

  • Yasaklar. Mâniler. Haram şeyler.

mahzure

  • (Çoğulu: Mahzurât) Şer'an yasaklanmış olan şey. Men ve haram edilmiş şey.

makam-ı zem ve zecir

  • Kötüleme ve yasaklama makamı.

makv

  • Cilâ yapmak.
  • Yıkamak.
  • Saklamak.

mal / mâl

  • İnsanın arzuladığı, ihtiyâç, yâni lâzım olunca, kullanmak için saklanabilen ayn, yâni madde, cisim.

maşaallah / mâşâallah

  • Allah'ın istediği gibi.
  • Allah korusun, Allah saklasın (meâlinde duâdır.)
  • Allah dilemiş ve ne güzel yapmış ve Allah nazardan saklasın gibi anlamlara gelen ve beğeniyi ifade etmek için kullanılan bir söz.

masan

  • Eşya saklanacak yer.

masarin / masarîn

  • Bağırsaklar.

masun / masûn / مصون

  • Korunan, saklanan.
  • Korunmuş, saklanmış. (Arapça)
  • Masûn kalmak: Korunmak, zarar gelmemek. (Arapça)

matamir / matamîr

  • (Tekili: Matmure) Mezarlar, kabirler.
  • Bazı şeyleri saklamak için kullanılan toprakaltı yerler.

matmure

  • Toprak altında bazı şeyleri saklamağa mahsus yer.
  • Kabir, mezar.

mayu'ref

  • Bilinmez.
  • Minder altında saklanan şey.

medsus

  • Gömülerek saklanmış olan. Gizli bulunan.
  • İçine desise karışmış şey.

mekmun

  • Gizli. Saklı.

meknun / meknûn

  • Örtülü, gizli. Saklı.
  • Dizilmiş. Dizili. Manzum.
  • Gizli, saklı.

mektum / mektûm

  • Gizli. Saklı. Gizli kalmış.
  • Hükümetten gizli tutulan.
  • Gizli, saklı.
  • Gizli, saklı.

melaset

  • Yumuşaklık. (Zıddı: Huşunet)

melk

  • Dalkavukluk.
  • Yumuşaklık yapmak.
  • Mahvetmek.
  • Yıkamak.
  • Emmek.
  • Vurmak.

melyene

  • Yumuşaklık.

memkure

  • Sirkeli ve sarmısaklı balık.

memnu / memnû

  • Yasaklanmış.
  • Men edilmiş, yasaklanmış.

memnu' / memnû' / مَمْنُوعْ

  • Yasaklanmış.
  • Yasaklı.
  • Yasaklanmış.

memnuiyet / memnûiyet

  • Yasaklanmış olmak, men edilmek.

memnuiyyet

  • Yasaklık. Haram veya yasak oluş.

men

  • Yasaklama.
  • Yasaklama.

men edilme

  • Yasaklanma, engellenme.

men edilmek

  • Yasaklanmak.

men etme

  • Engelleme, yasaklama.

men etmek

  • Yasaklamak, engellemek.

men' / منع / مَنْعْ

  • Yasaklama.
  • Yasaklamak.
  • Engel olma, alıkoyma. (Arapça)
  • Engel olunma, alıkonulma. (Arapça)
  • Yasaklama. (Arapça)
  • Yasaklanma. (Arapça)
  • Men' edilmek: Yasaklanmak. (Arapça)
  • Men' etmek: (Arapça)
  • Engel olmak, alıkoymak. (Arapça)
  • Yasaklamak. (Arapça)
    • (Arapça)
    • Yasaklama.

    men'etme

    • Yasaklama.

    menahi / menâhî

    • Yasaklananlar.

    menhi / menhî / منهى

    • Yapılması şer'an yasaklanmış, haram olmuş.
    • Menhiyyat: Şeriatin yasak ettiği şeyler.
    • Nehyedilen, yasaklanan şey.
    • Yasaklanan.
    • Yasaklanmış. (Arapça)

    menhiyat / menhiyât / منهيات

    • Yasaklananlar.
    • Dinen yasak edilmiş, yasaklanan şeyler.
    • Yasaklar. (Arapça)

    menhiyat-ı şer'iye / menhiyât-ı şer'iye

    • İslamiyetin yapılmasını yasakladığı şeyler.

    menuat

    • Men'etmeler. Yasaklar.

    meranet

    • Yumuşaklık.
    • Bir mâdenin çekiç vasıtası ile dövüldüğünde yayılması vasfı.

    meşrube

    • İçine yiyecek veya elbise koyup sakladıkları yer.

    mevasik

    • Mevsuk şeyler. Misaklar. Ahd ü peymanlar. Yeminler. Sözleşmeler.

    miai / miâî

    • (Miâiyye) Bağırsakla alâkalı.

    minnet

    • Yapılan bir iyiliği, verilen bir şeyi başa kakma. Minnetin bu kısmı İslâmiyet'te yasaklanmıştır.
    • Görülen iyiliğe karşı teşekkür etme.
    • Allahü teâlâya hamd ve senâ etmek, şükretmek.
    • Nîmete kendi eliyle, kendi çalışmasiyle kavuşmadığını, Allahü teâlânın lütfu ve ihsânı o

    mirtaz

    • Dinin yasaklarından sakınan kimse.

    müda'mes

    • Gizli, saklı.

    müdahmes

    • Gizli, saklı.

    müddahar

    • Toplanıp saklanmış.
    • Biriktirilmiş.

    müddahir

    • Biriktiren. Toplayıp saklayan.

    müddehir

    • Biriktirilen, toplayıp saklayan. İddihar eden.

    müdehmes

    • Gizli, saklı.

    müdellis

    • Sattığı malın kusur ve ayıbını müşteriden saklıyan.

    müfayele

    • Yüzük saklama oyunu.

    mugayyebe

    • Gizli şey. Görünmeyen ve saklı olan nesne.

    muhafaza / محافظه

    • Koruma. (Arapça)
    • Muhafaza etmek: Korumak, saklamak. (Arapça)
    • Muhafaza olunmak: Korunmak, saklanmak. (Arapça)

    muhafaza eden

    • Koruyan, saklayan.

    muhafaza etmek

    • Korumak, saklamak.

    muhafız

    • Muhafaza eden. Değiştirmeyen. Saklayan. Koruyan. Bekçi.
    • Muhafaza eden, saklayan, koruyan, bekçi.

    muhareze

    • Saklamak.

    muharremat / muharremât / محرمات

    • Yapılması dînen yasaklanmış, haram olan işler, haramlar.
    • Nikâhlanılması (evlenilmesi) dînen haram kimseler. Nikâh düşmeyenler.
    • Dinî yasaklar. (Arapça)

    muhsın

    • Kale gibi mahfuz ve sağlam olan. Kendini haramdan saklayan.

    muhtecib

    • Hicablanmış. Perdeli. Örtülü. Örtülmüş. Saklanan. Gizlenen.

    muhtefi / muhtefî

    • Gizlenen. Saklı, gizli.
    • İftira eden.

    muhtekir

    • İhtikâr yapan. Vurguncu, ihtiyaç mallarını kıymeti artsın da satayım diye saklayan. Halkın zararına çalışarak malı saklayan.
    • Kıymetlensin diye mal saklayan vurguncu.

    muhtesib

    • Eskiden İslâm devletlerinde iyiliği emredip, kötülüğü yasaklayan, engel olan ve cemiyette güzel ahlâk ve fazîletlerin korunmasına ve dînî hükümlerin uygulanmasına, çarşı ve pazarların düzenine bakmakla vazîfeli, ilim, fazîlet ve kuvvet sâhibi kimse.

    mükellef

    • Bir şeyi yapmaya ve yerine getirmeye mecbûr olan; Allahü teâlânın emir ve yasaklarından mes'ûl (sorumlu) olan; îmânı olan, âkil (akıllı) ve bâliğ (evlenme yaşına, ergenlik çağına ulaşmış) olan kimse.

    mükerrem

    • Hürmet ve tâzim edilen. İkram olunmuş. Muhterem. Kerim olan. (İnsan fıtraten mükerrem olduğundan, hakkı arıyor. Bazan batıl eline gelir, Hak zannederek koynunda saklar. Hakikatı kazarken, ihtiyarsız, dalâlet başına düşer; hakikat zannederek kafasına giydiriyor. Mek.)

    müktinn

    • Gizlenen, saklanan. Başkasınca gizlenip saklanmış olan.

    mülasık

    • (Lüsuk. dan) İltisaklı. Bitişik. Yapışık. Yanyana bulunan.

    mülayemet / mülâyemet

    • Lâtife etmek, şaka yapmak.
    • Sevinç izhar etmek.
    • Yumuşaklık. Uygunluk. Yumuşak huyluluk.
    • Bağırsakların yumuşaklığı.
    • Yumuşaklık.

    mülayenet

    • Yumuşak etmek.
    • Yumuşaklık.

    müleyyin

    • Yumuşatan, yumuşaklık veren, yumuşaklık verici.

    mümatala

    • Savsaklama, borcu uzatma.

    mündemiç olan

    • Bir şeyin içinde var olan, bulunan, saklı olan.

    münehmes

    • Örtülü, saklı, gizli.

    munkabız

    • Sıkıntılı. Mânevi sıkıntı.
    • Çekilmiş. Büzülmüş. Daralmış. Toplanmış.
    • Barsakları sıkışmış. Kazâ-i hâcet edemeyen. Kabız.

    münkerat / münkerât

    • Şeriatçe yapılması yasaklanmış şeyler.

    müntemis

    • Gizlenen, saklanan. Gizli.

    münzevi / münzevî

    • İslâmiyet'in emirlerini yapmak, yasaklarından sakınmak, kötülüklerden korunmak ve kalb huzûru ile ibâdet yapabilmek için bir köşeye çekilmiş olan kimse.

    müraat

    • Riayet, saygı göstermek.
    • Korumak, hıfzetmek, saklamak.
    • Riayet etmek.
    • Bir şeyin akibetinin ne olacağını gözetmek. Söze kulak vermek.
    • Bir kimsenin hakkına riâyet eylemek.
    • Göz ucuyla bakmak.

    mürn

    • Yumuşaklık.

    musaytır

    • Bir şeyin üzerine kaim olup, ahvâlini görüp gözetir olan kimse.
    • Musallat.
    • Galip. Yaramaz işlerden men' edip saklayan ve koruyan.

    müshil

    • (Çoğulu: Müshilât) (Sehl. den) Kolaylaştıran.
    • Bağırsakları temizleyen. İshal veren. Kazuratı kolaylıkla dışarı attıran ilâç.

    müshilat / müshilât

    • (Tekili: Müshil) İshal veren, bağırsakların temizlenmesine yardımcı olan ilâçlar.

    müslim

    • Mûteber ve güvenilir olduğu bütün İslâm âlimleri tarafından kabul edilen, Kütüb-i sitte denilen altı hadîs kitâbının ikincisi.
    • Allahü teâlânın, peygamberi Muhammed aleyhisselâm vâsıtasıyla gönderdiklerine îmân edip, O'nun emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçan kimse.

    müsliman

    • Allahü teâlânın, peygamberleri vâsıtasıyla gönderdiklerine ve Muhammed aleyhisselâma îmân edip, Allahü teâlânın emirlerini yerine getiren, yasaklarından kaçan kimse.

    müstehas

    • Toprağın altında kalıp saklanmış.

    müstekinn

    • (Kenn. den) Saklanan, gizlenen.

    müstekmin

    • (Kemn. den) Saklanan, gizlenen.

    müster'i / müster'î

    • Bir kimseden bir şeyin saklanıp muhafaza edilmesini isteyen.

    müstetir

    • (Setr. den) Örtülü, gizlenen. Gizli, saklı.
    • Gizlenen, gizli, saklanan, saklı.

    mutammer

    • Anbarda veya çukur içinde saklanan şey.

    mütereffik

    • (Çoğulu: Mütereffikîn) Sükûnetle ve yumuşaklıkla davranan.

    mütereffikin / mütereffikîn

    • (Tekili: Mütereffik) Sükûnetle, yumuşaklıkla davrananlar. Yumuşak muâmele edenler.

    mütesettir

    • Saklanıp gizlenmiş olan. Tesettür eden, gizlenen.

    mütevari

    • (Verâ. dan) Gizli, saklı. Bir şeyin arkasına veya altına çekilerek saklanan.

    mutmainne

    • İtmînân bulan, rahatlayan, huzur ve sükûna kavuşan.
    • İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınarak ve Allahü teâlâyı zikrederek itminana huzur ve sükûna kavuşan, şüphe ve tereddütlerden kurtulan nefis.

    muttaki

    • Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan kimseler.

    müttaki / müttakî

    • Takva ehli, Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan.

    müvasat

    • Yumuşaklıkla davranmak.

    muzmer

    • Gizli, saklı, örtülü. İzmar edilmiş. İçinde saklı kalmış.
    • Gizli, saklı.
    • Gizli, örtülü, saklı, dışarıya vurulmamış, içte gizli.
    • Gizli, saklı.

    muzmer-i hakaik

    • Saklı, gizli kalmış, meydana çıkarılmamış hakikatler. Hakikatlerin gizlisi.

    muzmerat

    • (Tekili: Muzmer) Örtülü, saklı, gizli, dışarı vurulmamış.

    muzmir

    • Meydana çıkarmayan. İçinde saklayan. İzmar eden. Gizli tutan.

    nak'

    • (Çoğulu: Nuk'-Enku) Su saklayacak yer.
    • Kuyu içinde olan su.
    • Deve kuşu avazı.
    • Feryâd etmek, bağırıp çağırmak.
    • Susuzluğu teskin etmek, susuzluğu gidermek.
    • Sıcak suda haşlama.
    • İlâç olarak çıkarılan su.
    • Suda ıslanma.
    • Toz.

    neciy

    • Sırdaş, sır saklayan.

    nehiy / نهى / نَهِيْ

    • Yasaklama.
    • Olumsuzluk. (Arapça)
    • Yasaklama. (Arapça)
    • Yasaklama.

    nehy / نهى

    • Yasaklama.
    • Nehiy, yasaklama.
    • Olumsuzluk. (Arapça)
    • Yasaklama. (Arapça)
    • Nehy etmek: Yasaklamak. (Arapça)

    nehy-i ilahi / nehy-i ilâhî / نَهْيِ اِلٓهِي

    • Allah'ın yasaklaması.
    • Allah'ın yasaklaması.

    nehy-i sarih

    • Açık bir şekilde yasaklama.

    nehyetmek

    • Yasaklamak.

    nermi / nermî

    • Gevşeklik, yumuşaklık. (Farsça)

    nermiyet

    • Yumuşaklık, gevşeklik.

    nesh

    • Emir ve yasaklarla ilgili şer'î (dînî) bir hükmün, ondan sonra gelen şer'î bir delîl (hüküm) ile kaldırılması, yürürlülük zamânının sona erdiğinin haber verilmesi, açıklanması. Hükmü kaldırılan delîle, nâsih; kaldırılan hükme mensûh denir.

    nevahi / nevahî / nevâhî

    • Nehiyler, yasaklar.
    • Yasaklar, yapılması yasaklanan işler.

    nevahi-i şer'iye / nevâhî-i şer'iye

    • Şeriatın nehiyleri, yasakları.

    nigahdar / nigâhdar

    • Bekçi, gözcü. (Farsça)
    • Koruyucu, muhafaza eden, saklayıcı. (Farsça)

    nigehdar / nigehdâr

    • Gözcü, bekçi. (Farsça)
    • Saklayıcı, koruyucu. (Farsça)

    nihan / nihân / نهان

    • Gizli, saklı. Bulunmayan. Mevcut olmayan. (Farsça)
    • Sır. (Farsça)
    • Gizli, saklı.
    • Gizli, saklı.
    • Gizli. (Farsça)
    • Gizlice. (Farsça)
    • Nihan olmak: Gizlenmek, saklanmak, kaybolmak. (Farsça)

    nihanhane

    • Saklanacak yer. Mağara, bodrum, mahzen. (Farsça)

    nihani / nihanî

    • Gizlilik, saklılık. (Farsça)

    nikar / nikâr

    • Tasavvuf yolunda ilerliyenlerin birbirlerine emr-i ma'rûf nehy-i anil-münker yapmaları yâni Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmeleri.

    nühüft

    • Saklı, gizli. (Farsça)

    nühüfte

    • Saklı, gizli. (Farsça)

    nühüftegi / nühüftegî

    • Gizlilik, saklılık. (Farsça)

    nüume

    • Yumuşaklık.

    nuumet

    • Yumuşaklık.

    pad

    • Saklayan, hıfzeden. (Farsça)
    • Büyük, ulu. (Farsça)
    • Bekleyen, muhafaza eden, koruyan. (Farsça)

    penam

    • Gizli, saklı. Örtülü. (Farsça)

    peygamber

    • Allahü teâlânın, emirlerini ve yasaklarını kullarına bildirmeleri için insanlar arasından seçtiği ve kendilerine mûcizeler verdiği üstün zâtlar.

    pinhan / pinhân / پنهان

    • Gizli, saklı, hafi, mahfi, mestur, müstetir. (Farsça)
    • Gizli, saklı.
    • Gizli, saklı. (Farsça)

    rahasa

    • Yumuşaklık.

    raiyye

    • (Çoğulu: Raâyâ) Saklı, mahfuz.

    raz

    • Gizli sır, saklı şey. (Farsça)
    • Mimar. (Farsça)
    • Marangozların işini tanzim eden. (Farsça)

    raz puş

    • Sır saklayan, sır gizleyen. (Farsça)

    reda'

    • Önleme, men'etme, yasaklama.

    reha'

    • Geçim bolluğu.
    • Genişlik, gevşeklik, pörsüklük, yumuşaklık.

    rehaset

    • Tazelik, yumuşaklık, incelik.
    • Ucuzluk.
    • Bir işi gevşek tutma.

    rıfk

    • Yumuşaklık, yavaşlık, tatlılık, nezaket. (Zıddı: unf)
    • Yumuşaklık, tatlılık.

    rıfki / rıfkî

    • (Rıfkıye) Yumuşaklıkla, tatlılıkla ilgili.

    rikkat

    • Acıma, incelik, yufka yüreklilik. Yumuşaklık.
    • Kalb inceliği ve yumuşaklığı.
    • Acıma, yumuşaklık, yufka yüreklilik, kalb inceliği.

    sabr

    • Emirleri yapmakta, yasaklardan sakınmakta, başa gelen belâ ve musîbetlere tahammül etme, katlanma.

    sahib-i zühd ve takva / sahib-i zühd ve takvâ

    • Zühd ve takva sahibi; her türlü nefsanî arzulara karşı koyarak kendini ibadete veren ve Allah korkusuyla dinin yasaklarından kaçınan kimse.

    salih

    • Dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, takva sahibi.

    salih amel / sâlih amel

    • Faydalı, yararlı iş; dinin emir ve yasaklarına uygun davranış.

    saliha

    • Dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah'ın sevgili kulu mü'mine kadın.

    salihin / salihîn

    • Dinin emir ve yasaklarına uygun hareket edenler, Allah'ın sevgili kulları.

    salihlik / sâlihlik

    • Dinin emir ve yasaklarına uygunluk.

    şari' / şârî'

    • Kullarının dünyâ ve âhiret seâdetine (mutluluğuna) kavuşmaları için Peygamberleri aleyhimüsselâm vâsıtasıyla emir ve yasaklarını bildiren Allahü teâlâ. Şâri-i mübîn de denir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmesi (ulaştırması) gerektiğinde, kapalı hususları açıklaması bakımında

    sefahet-i hayat

    • Hayattaki dinen yasaklanmış olan zevk ve eğlencelere düşkünlük.

    sefihane / sefîhâne

    • Dinen yasaklanmış zevk ve eğlencelere düşkün olarak.

    şekur / şekûr

    • Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kendisi için yapılan az tâate yüksek dereceler ihsân eden, sayılı günlerde yapılan ibâdete, sayısız mükâfât veren.
    • Çok şükreden, kendisine ihsân edilen nîmetlerin kıymetini bilip, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riâyetle O'

    senabil

    • Sünbüller. Başaklar.

    şer'

    • Şeriat, Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.

    şer'-i islam / şer'-i islâm

    • İslâm şeriatı, Allah tarafından bildirilen, emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.

    şer-i ahmedi / şer-i ahmedî

    • Pegamberimiz Hz. Muhammed'in getirdiği şeriat; Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.

    şeriat / şerîat

    • Din, ilâhî kanunlar, Allahın emirleri ve yasakları.
    • Peygamberlere gelen ilâhî hükümler (emirler ve yasaklar), din. İslâmiyet.

    şeriat-ı islamiye / şeriat-ı islâmiye

    • İslâm şeriatı; Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi, İslâm.

    şeriat-i islamiye / şeriat-i islâmiye

    • İslâm şeriatı; Allah tarafından bildirilen emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi, İslâm.

    şeriat-i meşhure

    • Herkesçe bilinen şeriat; Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi.

    şeyh

    • İhtiyâr.
    • Bir ilim dalında ihtisas etmiş olan.
    • Mürşîd-i kâmil; insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatan, dîni, İslâm'ı yayan ve onların mânen olgunlaşmalarını sağlayan rehber zât. Çoğul şekli meşâyıh ve şüyûhtur.

    silahhane

    • Askerî depo. Silahların saklandığı yer. (Farsça)

    sinn-i mükellefiyet

    • Dinî emir ve yasaklarla sorumlu olma yaşı.

    siper

    • Arkasına saklanılacak şey. Koruyan. (Farsça)
    • Mânia. Sığınak veya set arkası, duvar altı gibi kuytu yerler. (Farsça)
    • Okun, giderken kabzayı zedelememesi için sol elin üzerine konulan âlet. (Farsça)
    • Muharebede askerin kurşun ve gülleden korunması için toprak kazılarak açılan ve ön tarafına, çıkan (Farsça)
    • Arkasında saklanılan şey; sığınak, dayanak.

    sırr

    • Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey.
    • Müşâhedetullah'ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife.
    • İnsanın aklının ermediği şey. Allah'ın hikmeti. (Sırrını kimseye fâş etme sırrın fâş olur.Sen kendi sırrını saklayamazsanEl sana nasıl sırdâş olur.)

    sırrdaş

    • Birbirinin sırrını bilen.
    • Sır saklıyan.

    sıyan

    • Elbise saklama yeri, sandık.

    şükr

    • Verilen nîmetleri yerli yerinde kullanma. Allahü teâlâya, verdiği nîmetlerle isyân etmeme. Nîmetleri kullanırken sâhibini unutmama. Görülen iyiliğe karşı teşekkür. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyma.

    suleha / sulehâ

    • Dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden sâlih kimseler.

    sünbülat / sünbülât

    • (Tekili: Sünbül) Sünbüller, başaklar.

    sünbüllenmek

    • Filizlenmek, başaklanmak, çoğalmak.

    suples

    • Yumuşaklık, esneklik. (Fransızca)

    suretlerin tahrimi / sûretlerin tahrimi

    • Resimlerin haram kılınması, yasaklanması; haset, gurur, riya, şehvet gibi nefsanî duyguları kabartan ve İslâmiyetin sakındırdığı sonuçların doğmasına sebep olan resimlerin, fotoğrafların yasaklanması.

    suvan

    • (Çoğulu: Esvine) Kaftan ve giyecek eşya koyup saklanılan yer veya kap.

    ta'riz

    • Gizleme, saklama.
    • Sağlamlaştırma.
    • Alıp götürme.

    taarüc

    • Aksaklanmak.

    taat / tâat

    • İtaat, Allah'ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınma.

    tabakat-ül-fukaha / tabakât-ül-fukahâ

    • Fıkıh âlimlerinin tabakası. Helâl ve haramı, emir ve yasakları bildiren fıkıh ilmi ile uğraşan âlimlerin dereceleri.
    • Fıkıh âlimlerini derecelerine göre tertîb edip (sıralayıp), hayatlarını ve eserlerini anlatan kitablar.

    tabut-i sekine / tâbût-i sekîne

    • İsrâiloğullarının, içinde mukaddes emânetleri sakladıkları ve Mûsâ aleyhisselâmdan beri nakledilerek gelen altın kaplamalı sandık.

    tağut / tâğût

    • Allahü teâlânın emir ve yasaklarına karşı gelen ve ibâdetten alıkoyan şeytânî varlık ve güçler.

    tahbie

    • Gizlemek, saklamak.
    • Kadını perdeye koyup kimseye göstermemek.

    tahrim / تحریم

    • Yasaklama. (Arapça)
    • Yasaklanma. (Arapça)

    tahzin

    • Hazinede saklama.

    tahzir

    • Yasaklama, sakındırma, önleme.
    • Hazırlama.

    taki / takî

    • Kendini koruyan, saklayan.
    • Takvalı kimse. Günahtan çekinen.
    • Allah'tan korkan, emir ve yasaklarını gözeten.

    takıyye

    • İdâre, korunmak, sakınmak; iki yüzlülük; sevmediği kimse ile dost geçinmek. Bir kimsenin hakîkatte sâhib olduğu görüş ve inancını saklaması.

    takva / takvâ

    • Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma.
    • Allahü teâlâdan korkarak, haramlardan (yasaklardan, günâhlardan) sakınmak. Harama düşmemek için, şüphelilerden (haram veya helâl olduğu belli olmayan şeylerden) sakınmaya ise verâ denir. Bu bakımdan, haramlardan daha çok sakınma derecesi olan verâ da takvânın mânâsı altına girer.
    • "Vikâye"den. Allah'ın emirlerini tutup, yasaklarından kaçınmak.

    takva-yı kamile / takvâ-yı kâmile

    • Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma.

    takvacı / takvâcı

    • Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan.

    takvacılar / takvâcılar

    • Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyanlar.

    tazarru'en ve hufyeten

    • Gizlenip saklanarak.

    tebliğ / teblîğ

    • Peygamberlerin, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını, insanlara eksiksiz ve noksansız olarak bildirmeleri.

    tedaül

    • Gizlenme, sinme. Zâyi olma. Saklanma.
    • Küçülme. Büzülme.

    tehevvür

    • Çok kızmak, çok öfkelenmek, sertlik; hilmin (yumuşaklığın) zıddı. Gadabın, kızmanın aşırısı. Atılganlık.

    tekabkub

    • Bağırsaklarda gazların meydana getirdiği gurultu.

    tekatüm

    • Birbirinden sır saklama.

    temelluk

    • Yaltaklanmak.
    • Tevâzu ve yumuşaklık göstermek.
    • Dalkavukluk.

    tenkirat

    • Hoş görmeme, yasaklama.

    teref

    • İyi ve güzel yemek.
    • Yumuşaklık.
    • İnce, güzel şey.

    tereffuk

    • (Rıfk. dan) Tatlı dil ve güler yüzlülükle davranma. Yumuşaklıkla muâmele etme.

    teskil

    • (Sakl. dan) Ağırlaştırma. Ağırlığını artırma.

    teşri / teşrî

    • Kânun koyma. Allahü teâlânın ve peygamberlerinin, insan hayâtının maddî ve mânevî bütün yönlerine dâir emir ve yasaklar koyması.

    teşri' eylemek

    • Dinî emir ve yasakları bildirmek. Kanun bildirmek. Bir emrin kanun gibi tatbikini istemek.

    testir

    • Gizleme, saklama, setretme, örtme.

    tevabi'

    • (Tekili: Tabi') Maiyyet. Bir kimseye tâbi olanlar. İman ve İslâmiyet veya herhangi bir hususta birisine bağlı bulunanlar.
    • Uşaklar.
    • Bir merkeze bağlı olan yerler.
    • Gr: Evvelki kelimeye göre hareke alan kelimeler.

    ticaret eşyası / ticâret eşyâsı

    • Ticâret niyetiyle alınıp, ticâret için saklanılan eşyâ.

    timlak

    • Mülayemet etmek, yumuşaklık göstermek.
    • Tereddüt etmek, karar verememek.

    tukat

    • Nefsini haramdan ve şüpheli nesnelerden saklamak.

    turfe

    • (Çoğulu: Etrâf) Nâziklik, yumuşaklık.
    • Nimet.
    • Güzel yemek.
    • Zarif, iyi nesne.
    • Üst dudağın ortasında fazlalık olarak yumru et olması. (O kişiye "etref" derler.

    ülü'l-azm

    • Şerîat sâhibi, yeni din getiren peygamberlerden altı tânesine ve en büyüklerine verilen ad. Bunlar; Âdem, Nûh, İbrâhim, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed aleyhimüsselâmdır. Allahü teâlânın emir ve yasaklarını insanlara anlatırken çok sıkıntı çektikleri ve bu sık ıntılara sabr ettikleri için kendilerine bu isim

    ülü'l-emr

    • Emir sâhibleri. Devlet başkanı ve onun vazîfe verdiği kimseler veya İslâmiyet'in emir ve yasaklarını insanlara öğreten ve anlatan âlimler.

    üsera / üserâ / اسرا

    • Tutsaklar, esirler. (Arapça)

    vahy

    • Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını, peygamberlerine melek vâsıtasıyla veya vâsıtasız olarak bildirmesi.
    • Allah tarafından gelen emir ve yasaklar.

    vahy-i ilahi / vahy-i ilâhî

    • Allah tarafından peygamberlere bildirilen emir ve yasaklar.

    vahy-i ilahiye / vahy-i ilâhiye

    • Allah tarafından vahiyle gelen emir ve yasaklar.

    vaki / vâkî

    • (Vikaye. den) Saklayan, koruyan, vikaye eden, esirgeyen.
    • Önleyici tedbir veya ilaç.

    vedi'

    • Başkasının malını saklamaya memur kimse.

    vedia / vedîa

    • Güvenilen kimseye saklamak için verilen mal. Emânet.

    vesaif

    • (Tekili: Vasif) Hizmetçiler, uşaklar.

    vika

    • Kendi ile bir şey saklanan nesne.

    vusafa

    • (Tekili: Vasif) Hizmetçiler, uşaklar.

    yafuh

    • Bıngıldak. Yeni doğan çocukların baş kemiklerinin arasındaki yumuşaklık.

    zahire / zahîre

    • Anbarda saklanan yiyecek, hububat. Azık.
    • İlerisi için saklanan yiyecek. Azık.

    zaruret / zarûret

    • Haram olan, yasaklanan bir işin yapılmasını mübâh (dînen serbest) kılan sebeb, özür.

    zat-ı hafiz / zât-ı hafîz

    • Her şeyi koruyan ve saklayan Zât, Allah.

    zat-ı hakim-i hafiz / zât-ı hakîm-i hafîz

    • Herşeyi koruyup saklayan ve hikmetli bir şekilde yapan Zât, Allah.

    zecir / زَجِرْ

    • Yasaklama, zorlama.

    zecr

    • Yasaklama, yaptırmama.
    • Zorlama, zorla yaptırma, angarya işletme sıkma, eziyet.

    zecren

    • Sakındırma, yasaklama.

    zekeriyya aleyhisselam / zekeriyyâ aleyhisselâm

    • İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Yahyâ aleyhisselâmın babasıdır. Soyu Süleymân aleyhisselâma ulaşır. Mûsâ aleyhisselâmın dîninin emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etti. Yahûdîler tarafından şehîd edildi. Kabri Haleb'dedir.

    zemel

    • Bir yanı üzerine çöküp öbür yanını yukarıya kaldırarak koşmak.
    • Devenin ayağına ârız olan aksaklık.
    • Su tulumunun sarkması.

    zerari / zerarî

    • (Tekili: Zürriyet) Zürriyetler, kuşaklar, nesiller.

    zeval-i gaflet

    • Gafletin dağılması; Allah'ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâlinin sona ermesi.

    zıhri / zıhrî

    • (Çoğulu: Zıhârâ) Bir ihtiyaç için hazırlanıp saklanan nesne.

    zımni / zımnî

    • İçinde saklı, gizli olarak.
    • Kendiliğinden.
    • Saklı, gizli, örtülü.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın