Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
sade
ifadesini içeren
174
kelime bulundu...
a'ver
Tek gözlü. Bir gözü kör. Yek-çeşm. (Âhirzamanda gelecek Süfyan adındaki bir zâlimden "Aver" diye rivayetlerde bahsedilmesi, sadece dünyayı görecek bir gözü olduğu ve âhireti görecek imân gözünün olmadığından kinayedir.)
akl-ı dünyevi / عَقْلِ دُنْيَوِي
Sadece dünyayı gören akıl.
akliyyat
Müşahedeye ve tecrübeye girmeyen ve sadece akıl ile düşünülen şeyler ve hususlar. Nazarî meseleler.
alem-i emir / âlem-i emir
Sâdece bir emr-i İlâhî ile işlerin hemen olduğu âlem. Yaradılışa ait kanunlar âlemi.
arazi-i emiriyye-i mevkufe / arâzi-i emiriyye-i mevkufe
Huk: Sadece hazine menfaatleri veya tasarruf hakları veyahut ikisi de bir hayır cemiyetine ayırılan miri arazi.
asabiyyeten
Asabi olarak. Sâde kendi milliyetini, soyunu sevmekle.
avra
Şaşı. Kör kadın. Tek gözlü.
Mc: Kör fikir.
Çirkin ve kabih söz.
Sâdece dünyayı düşünüp âhireti unutan.
baht
Öz. Hâlis. Saf. Sade.
basit / basît / بسيط
Sade, düz, bölünmez.
Sade.
(Arapça)
Kolay.
(Arapça)
belyad
Nakışsız, sade kostüm.
(Farsça)
besatet / besâtet
Basitlik. Düzgünlük. Sadelik. Düzlük.
Dilde düzgünlük.
Basitlik, sâdelik.
Basitlik, sadelik, yalınlık.
bezirgan / bezirgân
Mesleğini sadece kazanç için kullanan kimse, tüccar.
bije
Safi, halis, katıksız, sade, sırf.
(Farsça)
Hususiyle.
(Farsça)
bir gözü kör deha
Kur'ân'ın gösterdiği gerçekleri görmeyen ve sadece dünyevî maksatları gözeten zekâvet, dâhîlik.
cahiliyyet
Cahilliğe âit.
İslâmiyet'ten önceki câhiliye devrine âit. Cahiliyet sadece İslâmiyet öncesine ait değildir. Bu gün "tabiatçılık, maddecilik" gibi çeşitli adlarla eski puta tapıcılık daha da yobazlaşarak devam ediyor. Allah'ı inkâr ederken tabiatı ve maddeyi onun yerine koyarak kendil
dava-yı mücerret / dâvâ-yı mücerret
Delilsiz iddia, sadece bir iddia.
dürr-i yetim
Sadef içinde tek olan inci.
(Farsça)
Mc: Hz. Peygamber Muhammed (A.S.M.)
(Farsça)
ehl-i tekke
Tekkeye giden ve oradaki zikirleri yapan kişiler; Osmanlı döneminde, sadece tasavvuf ve tarikat eğitimi verilen tekkelerde mânevî ilim tahsil edenler.
ehl-i tevhid
Cenab-ı Hakk'ın birliğini bilip inanan ve sadece bir Allah'a bağlanıp ibadet eden kimse.
ehl-i zahir / ehl-i zâhir
Âyet ve hadislerin sadece lâfızlarına, şeklî mânâlarına göre tefsir yapıp hüküm veren âlimler.
elbaki hüve'l-baki / elbâki hüve'l-bâki
Bâkî olan sadece Odur.
elhikmetü lillah / elhikmetü lillâh
Gerçek bilgi ve hikmet sadece Allah'ındır.
enaniyet
(Enâniyyet) Benlik. Kendine güvenmek, gurur. Hodbinlik. Sadece kendine taraftarlık. Her yaptığı işi kendinden bilmek.
esdaf / esdâf
Sadefler, inci kabukları.
Midye ve isridye gibi deniz mahluklarının şeffaf, parlak kabukları.
Sadefler, inci kabukları.
esdaf-ı ayat / esdâf-ı âyât
Ayetlerin sadefleri; inci kabuğu gibi değerli olan mahfazaları.
eshab-ı tercih / eshâb-ı tercîh
Hanefî mezhebinde, fıkıh âlimlerinin beşinci tabakası. Bunlar, ictihâd gücüne sâhib olmayan, sâdece bağlı oldukları mezhebdeki müctehidlerin ictihadları (verdikleri hükümleri) arasından delili kuvvetli olan ictihâdı seçen âlimlerdir.
esna-i tesadüm
Ask: Çarpışma anı, müsademe zamanı, vuruşma esnası.
felillahi'l-hamdü ve'l-minnetü / felillâhi'l-hamdü ve'l-minnetü
"Hamd ve minnet sadece Allah'a aittir".
fena fillah / fenâ fillâh
Allah'ta fâni olmak, bütün benliğini Allah'a verme ve sadece Onu düşünme.
ferdiyet
Cenâb-ı Hakk'ın birliği. Vahdetle bütün kâinata birden tasarruf eden Allah'ın (C.C.) sıfatı.Ferdiyet mânası insanlara isnad edilirse: Sadece bir olup, benzeri dünyada bulunmayan kimsenin sıfatı olur. Sadece Kur'andan ders alarak irşadda bulunabilen büyük velilik. Hiçbir şahsı merci yapmadan doğrudan
fikr-i infiradi / fikr-i infiradî
Tek başına olma fikri, bireysel düşünce, sadece kendini düşünme.
Tek başına olmak fikri, istişâresiz iş yapmak. Bir şeyi sâde kendine mal etmek fikri, hodgâmlık.
fisebilillah / fîsebîlillâh
Sadece Allah için.
Allah yolunda. Bir işin karşılıksız, sâdece Allahü teâlânın rızâsı için yapıldığını ifâde eden bir tâbir.
gayr-ı mütevekkil
Tevekkül etmeyen, sadece sebeplere takılıp neticeyi Allah'tan beklemeyen.
güşade-dest
(Çoğulu: Güşadedestân) Civanmert, cömert, eli açık.
(Farsça)
güşade-destan / güşade-destân
(Tekili: Güşadedest) Cömertler, civanmertler, eli açıklar.
(Farsça)
hacfe
(Çoğulu: Hucuf) Sade demirden olan kalkan.
hakiki ihlas / hakikî ihlâs
Gerçek ihlâs, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet.
halisen lillah / hâlisen lillâh
Samimi bir şekilde, sadece Allah rızası için.
halisen livechillah / hâlisen livechillâh
Sadece Allah için.
hasr-ı fikir
Fikir ve düşünceyi sadece birşeye yöneltme.
hasr-ı hayat
Hayatını sadece bir şeye vermek, bütün çalışmalarını yalnız bir şeye yöneltmek.
hasr-ı muhabbet
Sevgiyi yöneltme, sadece onu sevme.
hasr-ı nazar
Dikkati sadece bir yere yöneltme.
Sadece bir şeye bakıp dikkat etmek.
Yalnız bir mevzu veya meslek üzerinde çalışıp onda mütehassıs ve muvaffak olmaya çalışmak.
hasreden
Sadece belli şeylere odaklanan.
hasretme
Özgü kılma, sadece bir şeye mahsus kılma.
hasretmek
Kısaltmak. Sadece bir şeye mahsus kılmak. Bir şey için vakfetmek.
hassa-i münhasıra / hâssa-i münhasıra
Bir şeyde bulunan ve sadece ona mahsus olan özellik.
hevaperest
Sadece gayr-ı meşru lezzet ve hevesinin peşinde. Cenab-ı Hakk'ı, dinin emirlerini unutmuş, nefsine şiddetle muhabbet eden. Nefsine tapınır derecede Haktan gafil.
(Farsça)
hodfikirlik
Sadece kendi düşüncesini beğenme; düşüncelerinde bencil davranma.
hüve'l-hakk
Sadece o haktır, doğrudur.
hüve'l-hakku
Sadece o haktır.
hüve'l-hasen
Sadece o güzeldir.
hüve-l ahsen
Sadece ve yalnız en güzel O'dur.
hüve-l hakku
Hak sadece O'dur.
hüve-l hasen
Sadece, yalnız o güzeldir.
ihlas / ihlâs
İbadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.
ihlas-ı etem / ihlâs-ı etem
En mükemmel bir ihlâs, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.
ihlas-ı etemm / ihlâs-ı etemm
Mükemmel bir ihlas, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.
ihlas-ı hakiki / ihlâs-ı hakikî
İbadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; gerçek samimiyet.
ihlas-ı kalb / ihlâs-ı kalb
Sadece Allah'ın rızasını gözeten kalb samimiyeti.
ihlas-ı tamm / ihlâs-ı tâmm
Tam bir ihlâs, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.
ihlas-ı tamme / ihlâs-ı tâmme
Tam bir ihlâs, samimiyet; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözetme.
ihlaslı / ihlâslı
İbadet ve davranışlarında sadece Allah'ın rızasını gözeten.
ihtisar
İcmâl etmek. Sözün kısaltılması. Kısaltmak.
Mat: Sadeleştirme, basitleştirme. Hesapta bir tenasübü en küçük haddine indirme.
ilahiyat
Hikmet ilminin dinden ve sadece Cenab-ı Hak'tan bahseden kısmı. Filozoflarca fikir olarak ileri sürülen dine dâir nazariyeler, düşünceler.
ilahiyyun
İlâhiyatçılar.
Fls: Sadece Allah'ın varlığından bahseden filozoflar. Sadece akıllarına güvenerek Cenab-ı Hak'tan bahseden bir kısım filozoflar.
imame / imâme
Eskiden müslümanların başlarına sardığı, bugün ise, sadece din görevlilerinin namaz kıldırırken ve dînî vazîfeleri yerine getirirken giydikleri başlık üzerine sarılan sarık.
Tesbîhin ucundaki uzun tâne.
inhisar
Bir şeyin sadece bir kişiye verilmesi, tekel.
inhisar zihniyeti
Tekelcilik anlayışı (Din sadece bizim tekelimizdedir, her yönüyle bize aittir anlayışı).
inziva / inzivâ
Bir köşeye çekilmek. Haramlardan ve günâhlardan korunmak, nefsini terbiye etmek ve sâdece Allahü teâlâyı anmak ve âhireti düşünmek için bir yerde yalnız kalma.
isbatiyecilik
Bu felsefe nazariyesine göre, isbat yolu ile yakîn, şüphesiz bilginin elde edilebilmesi, tecrübelerle müşahadelerle ve vakıalara istinaden mümkün olacağı iddia edilir. İsbat şeklini ve sahasını daraltıp sadece maddiyata münhasır kılan bu anlayış yalnız maddiyata ait mes'eleler için doğrudur.
ismen
Sadece isimle, gerçekten olmayan.
ittifakıyet-i avra / ittifakıyet-i avrâ
Tek gözü kör olan ittifak, beraberlik; arkasında hükmeden İlâhî kudret görülmediği için sadece maddî güce sahip olduğu sanılan birlik ve beraberlik.
kanaat / kanâat
Yeme, içme ve barınacak yer husûsunda bileğin emeği, alın teri ile kazanılana râzı olmak, başkasının kazancına göz dikmemek. Kanâat, çalışmayıp, sâdece eline geçeni kullanmak, tembel oturup, başka bir şey aramamak değildir. Aksine hırslı hareketlerden kaçınıp, gönül huzûru ile yaşamaktır.
kanunda inhisar-ı kuvvet
Gücü sadece kanunlara münhasır kılmak, güç ve kuvvetin sadece kanunların eline verilmesi.
karz-ı hasen
Sadece Allah rızâsı için verilen ödünç. Faizsiz verilen borç.
kerrubiyyun
(Mukarrebûn) Sadece ibadetle meşgul olan melekler. Allah'a en yakın olan melekler. Büyük melekler. Kerubiyyun yalnız hamele-i arştır diyenler olduğu gibi, Kerrubiyyun diyenler de olmuştur. Aslı Kerubiyun'dur.
kuvvet-i ihlas / kuvvet-i ihlâs
İbadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetmeyle elde edilen kuvvet.
lafzullah
Allah lâfzı. (Bu kelime Kur'ân-ı Kerimde 2806 defa zikredilmiştir. Bu lâfız bütün "sıfat-ı kemâliyeyi" tazammun eden bir sadeftir.)
lahn
Güzel ve kaideli ses.
Nağme.
Kaideye uymayan yanlış okuyuş.
Usulüne uygun okumak.
Sadece muhatabın anlıyacağı şekilde remizle söz söylemek.
Meyl.
Fehmeylemek.
Lisan.
Lügat. Fetva. Mânâ. Mefhum.
mabud-u ezeli / mâbûd-u ezelî
Varlığının başlangıcı olmayan ve sadece kendisine ibadet edilmesi gereken Allah.
maddiyunluk
Maddiyunların mesleği. Maddecilik. Hiçbir müsbet delile dayanmıyan ve sadece maddeye istinad eden ve ruhâniyatı ve mâneviyatı inkâr edenlerin bâtıl akideleri.
mahz / محض
Safi ve hâlis. Katıksız. Sırf. Hâs. Hulus ile muhabbet.
Tâ kendisi.
Sadece.
Su katılmamış hâlis süt.
Sadelik.
Sırf, sade, tam.
(Arapça)
mahz-ı emir
Sadece ve yalnız emir.
mahza / mahzâ
Ancak. Yalnız. Tek.
Sâde. Hâlis. Katıksız. Tam.
Sade.
mahzan / mahzân
Ancak. Yalnız. Sadece. Tek.
Sadece.
mana-yı ismi / mânâ-yı ismî
İsme dair mânâ. Bir şeyin sadece kendisini bilip tanımak. Bir şey başka şeyleri tanıttığı, bildirdiği veya sevdirdiği için olan mânâya da mânâ-yı harfî denir. Bir ağacı gölgesinden, zahirî görünüşünden, bize verdiği meyvesinden dolayı alâka gösterir ve seversek mânâ-yı ismî ile seviyoruz demektir. A
materyalist
Maddeci, sadece maddeye inanan îmansız.
mehmed
Muhammed isminin Türkçede meşhur olmuş değişik şeklidir. Resul-i Ekrem Efendimize verilen ve sadece ona lâyık bulunan Muhammed (A.S.M.) ismine hürmeten bu değişiklik âdet olmuştur.
menfaatperest
Yaptığı işin sadece faydasını düşünen. Sadece nefsine ait kârları, faydaları düşünerek çalışan. Allah rızasını esas gaye yapmayan kimse.
(Farsça)
menfaatperestlik
Sadece çıkarını düşünme.
merid / merîd
Katı, yoğun. Güçlü, kuvvetli kimse.
Süt içinde ıslatılıp yumuşatılan hurma.
Baş kaldıran. Sadece fesadlık çıkaran. İnatçı. Şerli. Haddini aşmakta, azgınlıkta ve günahkârlıkta çok ileri gitmiş olan.
mesağ
İzin, ruhsat, cevaz, müsade.
mesaid
(Tekili: Mesâdet) Saâdet ve mutluluğa sebep olan hâl ve ahlâklar.
meşaiyyun / meşâiyyun
Sadece akla güvenen Aristo geleneğini izleyen felsefeciler.
meşiet-i hassa
Sadece Allah'a ait olan dileme.
mesih-üd deccal
Deccal'a da bu isim verilmesinin bir sırrı şudur ki: Bir gözü silik, yani kör ve ayıplı olmasındandır. Sadece bu dünyayı görüp, âhireti görecek gözünün kör olmasındandır.
meşşaiyyun
Meşşâiler. Derslerini gezerek veren, peygamberlere uymayarak yalnız akıl ve fikir ile hakikatı bulmaya çalışan ehl-i dalâlet. Dinsizlik yolunu açanlar, sadece akla itimad eden ve vahye tâbi olmayan imânsızlar.
minallahi't-tevfik / minallahi't-tevfîk
Tevfik, başarı sadece Allah'tandır.
mü'sade
(İsad. dan ism-i mef'uldür) "Asadet-ül bab" denir ki; kapıyı kapadım, sımsıkı kilitledim demektir. Üzerlerine ateşin yakılıp fırın gibi kapısının kapanması ateşin şiddetini icab edeceğinden, Cehennemde azabların şiddet ve ebediyetinden kinayedir.
mücerred
Maddî varlıklardan ayrı olarak sadece zihinde düşünülen kavram, soyut
muhlis
Samimi, ihlâslı; ibadet ve davranışlarda sadece Allah'ın rızasını gözeten.
İhlaslı, samimi, işini sadece Allah için yapan.
mukallid
Amelde, yapılacak işlerle ilgili konularda müctehid denilen derin âlime tâbi olan, uyan kimse.
İnanılacak şeylerin delillerini araştırmadan, anlamadan, sâdece anasından babasından duyarak îmân eden.
Fıkıh âlimlerinin yedinci derecesinde bulunan âlim.
münharif
(Harf. den) İnhiraf eden, yoldan çıkmış. Eğilmiş, çarpık. Usulünden çıkmış, sağlam olmayan.
Tecviddeki mânâsı için "İnhirâf"a bakınız.
Geo: Dört kenarlı, fakat hiçbir kenarı birbirine müsâvi ve müvâzi (eşit ve paralel) olmayan şekil. Sadece iki kenarı birbirine müvâzi (parale
münhasıran / منحصرا
Hususi olarak, sadece, yalnız olarak, özellikle.
Sadece, sâde.
Bir işe veya bir şeye âit olarak.
Sırf, sadece.
(Arapça)
müsadefe
(Bak: MÜSADEFET)
musademat
Çarpışmalar. Vuruşmalar. Müsademeler.
müsademat
(Tekili: Müsademe) Vuruşmalar, birbirine çarpmalar. Müsademeler.
müsademe
(Çoğulu: Müsademat) Vuruşma, birbirine çarpma.
Silâhlı çarpışma.
müsadere / مصادره
Mal varlığına el koyma.
(Arapça)
Müsadere edilmek:
Mal varlığına el konulmak.
(Arapça)
Müsadere etmek:
Mal varlığına el koymak.
(Arapça)
mütekellimivahde
Sadece kendi adına konuşan.
nakıl / nâkıl
Nakleden, birinden duyduğunu veya okuduğu şeyi bildiren. İctihâd derecesine varamayıp, sâdece müctehid (Kur'ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkarabilecek dereceye ulaşmış olan) âlimlerin verdikleri fetvâları (dînî suâllere verdikleri cevâb ları) nakleden âlim.
nazar-ı maddi / nazar-ı maddî
Olayları ve varlıkları sadece dış görünüşüne göre değerlendirme.
nefsi nefsi / nefsî nefsî
"Nefsim, nefsim" mânâsına gelen ve sadece kendini düşünmeyi ifade eden bir söz.
nev'i şahsına münhasır
Sadece şahsına benzer çeşit, başka benzeri olmayan. Eşi bulunmaz olan.
nur-u mahz-ı kur'an / nur-u mahz-ı kur'ân
Sadece Kur'ân nuru, ışığı.
ona münhasır
Sadece Ona ait, Ona özel.
peşmin
(Peşmine) Yünden yapılmış. Yapağıdan yapılma.
(Farsça)
Sâde ve süssüz elbise.
(Farsça)
pozitivizm
Gerçeğe erişmek için sadece deneye güvenen sapık felsefe.
raik / râik
Hâlis, sâfi, sâde, katışıksız.
Safi, sade.
Sade.
rind
Kalender. Aldırışsız, dünya işlerini hoş gören.
(Farsça)
Laübali meşreb feylesof.
(Farsça)
Bâtını irfan ile müzeyyen olduğu halde zâhiri sâde görünen hakîm. Dış görünüşü laübali olduğu halde, aslında kâmil olan kimse.
(Farsça)
ruhban / ruhbân
Evlenmeden bekâr yaşamayı tercih eden, dünyâdan yüz çevirip, insanlardan uzak yaşayan kimseler, râhibler. Hıristiyanlıkta sâdece ibâdetle meşgûl olan din adamları sınıfına verilen ad. Hıristiyan din adamları evlenmedikleri ve insanlardan uzak yaşadık ları için bu ad verilmiştir.
sade / sâde / ساده
Basit.
(Farsça)
Yalın.
(Farsça)
Süssüz.
(Farsça)
Sadece.
(Farsça)
sadefçe
Küçük sadef.
(Farsça)
sadegi / sadegî
Sâdelik, süssüzlük, düzlük.
(Farsça)
sadegi-i ifade / sadegî-i ifade
İfade sadeliği.
sadegi-i libas / sadegî-i libas
Giyim sadeliği.
saderu
(Çoğulu: Sâderuyân) Yüzünde tüy bitmemiş genç delikanlı.
(Farsça)
sazec
(Çoğulu: Sevâzic) Sâde, basit.
seb'iyye
Bozuk fırkalardan biri olan İsmâiliyye fırkasının diğer bir adı. Bu fırka, şerîat (din) sâhibi peygamberlerin sâdece yedi tâne ve yedincisinin Mehdî olduğunu, ayrıca her asırda yedi imâmın bulunduğunu iddiâ ettikleri için bu isimle anılmışlardır.
seciye-i avra
Bir gözü kör olan seciye; olaylara sadece şahsî çıkar açısından veya sadece dünyevî açıdan bakan seciye, huy.
seciye-i uvera / seciye-i uverâ
Tek gözlülerin -yâni sadece bu dünyayı düşünenlerin, âhireti görmeyenlerin- seciyesi.
sedacet
Sâdelik.
sedacet-i kelam / sedacet-i kelâm
Söz sadeliği.
sedef
(Bak: Sadef)
sehl
Kolay.
Toprağı yumuşak düz yer.
Sâde.
sekkaki / sekkakî
(Hi: 555-626) Harzem'li olup edebiyat ve kelâm ilminde çok kıymetli ve mühim bir İslâm âlimidir. "Miftâh-ül Ulûm" isminde sarf ve nahivden ve aruz kafiyesinden bahseden eseri vardır. Sadeddin-i Taftazanî bu kitabı şerhetmiştir.
şerhu'l-makàsıd
Büyük kelâm âlimi Sadettin Taftazanî'nin meşhur eseri.
sevazic
(Tekili: Sâzec) Sâde ve basit şeyler.
sıfat-ı ayniye
Sadece zâta mahsus olan sıfat. Zatî sıfat. Lafza-i Celalin sadece Cenab-ı Vâcib-ül Vücud olan Rabbimize mahsus olması gibi.
sırf / صرف
Sadece, yalnızca.
Sâfi ve hâlis şey. Karışık olmayan.
Sadece, yalnız.
(Arapça)
sırr-ı ihlas / sırr-ı ihlâs
Samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme sırrı.
sırr-ı ihlas-ı hakiki / sırr-ı ihlâs-ı hakikî
Gerçek ihlâs sırrı; ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme esprisi, mânevî gücü.
suduf
(Bak: SADEF)
taabbüdi / taabbüdî
İbadete ait olup emrolunduğu için yapılan. Sebeb ve illeti sadece emir olan, aklın muhakemesine bağlı olmayan. İbâdete âit ve müteallik.
tahsis-i taabbüd
İbadeti ve kulluğu sadece Allah için yapma.
tarik-i vahdaniyet / tarik-i vahdâniyet
Bütün varlıkların sadece Allah tarafından yaratıldığını kabul etme yolu.
tarsis
(Rasas. dan) Kurşunla perçinleme, kurşunlaştırma, sağlamlaştırma.
Kadının sadece gözleri görünecek şekilde örtünmesi.
tasavvur-u şahsi / tasavvur-u şahsî
Kendi şahsî tasavvuru, düşüncesi, sadece kendini düşünme.
tecelli-i zat / tecellî-i zât
İsim ve sıfatlar araya girmeden sâdece zât-ı ilâhînin tecellî etmesi.
temayül-ü infirad
Tek başına hareket etme, sadece kendisini düşünerek hareket etme eğilimi.
tenkid
Bir kimse veya şeyin iyi veya kötü taraflarını bulup meydana çıkarmak.Tenkid yapıcı veya yıkıcı olabilir. Tenkitten maksat, doğrunun ve yanlışın iyi niyetle ortaya konulması, hakikate ulaştıracak yolun ve imkânların gösterilmesidir. Sadece yanlışı söylemek, doğruyu göstermemek yıkıcı bir tenkiddir.
tercih ehli / tercîh ehli
Hanefî mezhebinde, dînî hükümleri bildiren fıkıh âlimlerinin beşinci tabakasında bulunan ve ictihâd (Kur'ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîflerden dînî hüküm çıkarma) gücüne sâhib olmayan, sâdece bağlı oldukları mezhebin kavillerinden (sözlerinden) ve hüküml erinden sahîh ve evlâ (en iyi) olanı seçen mukall
tesadüm / tesâdüm
Müsademe, şiddetli çarpışma, savaşmak.
tevehhüm-i ebediyet
Ebedî yaşayacağını zannedip Allah'ın emirlerinden ve âhiret için hazırlanmaktan gaflet etmek. Hiç ölmeyecekmiş gibi evhâm ile sâdece bu dünyayı ve dünya menfaatlerini düşünmek.
tevhid-i halık / tevhid-i hâlık
Sadece bir Yaratıcının olduğuna, başka yaratıcıların olmadığına inanma.
tevhid-i kıble
Sadece bir yere müteveccih olmak. Bir kıbleden başka kıble kabul etmemek.
Mc: Sadece bir üstad kabul etmek.
tevhid-i rububiyet
Rab olarak sadece bir olan Allah'ı kabul etme ve kâinatın idare ve tedbiri hususunda hiçbirşeyi Ona ortak koşmama.
tevhid-i uluhiyet / tevhid-i ulûhiyet
İlâh olarak sadece bir olan Allah'ı kabul etme ve ibadetleri takdim hususunda hiçbirşeyi Ona ortak koşmama.
ulema-yı ehl-i zahir / ulemâ-yı ehl-i zâhir / عُلَمَايِ اَهْلِ ظَاهِرْ
Kur'an ve hadislerin sadece zahirî manalarıyla hükmeden âlimler.
üslub-u mücerred / üslûb-u mücerred
(Sade üslub) Bu üslupta tabiîlik, akıcılık, selâset, kısalık, mânâ ve maksada kifayet sıfatları vardır. Bu üslup, âlet ilimlerinde, ders kitablarında, konuşmalarda ve beşerî muamelelerde kullanılır.
Sade, basit üslûp.
üslub-u mücerret / üslûb-u mücerret
Sade, basit üslûp (Bu üslûpta tabiîlik, akıcılık, kısalık, mânâ ve maksada yetecek kadar izah nitelikleri vardır. Ders kitaplarında, günlük hayatta ve konuşmalarda genellikle bu üslûp kullanılır).
ve minallahi't-tevfik
Muvaffakiyet sadece Allah'tandır.
ve minellahi't-tevfik / ve minellahi't-tevfîk
Başarmak sadece Allah'tandır.
vesaid
(Tekili: Visâde) Yastıklar, şilteler, döşekler.
vücud-u ilmi / vücûd-u ilmî
İlmî varlık; sadece bilgi olarak var olan.
vücud-u zihni / vücud-u zihnî
Zihinsel varlık; bir şeyin sadece zihinde tasavvur edilen varlığı.
vüsüd
(Tekili: Visâde) Yastıklar.
yek-çeşm deha / yek-çeşm dehâ
Tek gözlü olağanüstü zekâ ve akıl; Kur'ân'ın gösterdiği gerçekleri görmeyen ve sadece dünyevî maksatları gözeten zekâvet ve akıl.
yekçeşm
Tek gözlü.
Âhir zamanda gelecek olan Deccal'ın bir ismi. "Sadece dünya hayatını şiddetle isteyip âhireti unutan ve inkâr eden" meâlinde mecazen söylenilmiştir.
Güneş.
zahir hamiyetperverlik / zâhir hamiyetperverlik
Sözde hamiyetperverlik; sadece sözde kalan vatan ve milleti koruma sevigisi.
zahirbin / zâhirbîn / ظاهربين
Sadece görünüşe bakan.
(Arapça - Farsça)
zahiri ulema / zâhirî ulema
Âyet ve hadislerin maksatlarına ulaşamayan ve sadece dış mânâlarına bağlı kalan âlimler.
zahirperest / zâhirperest / ظاهرپرست
Sadece dış görünüşe bakan.
(Arapça - Farsça)
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
ram olmak
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
şulb
mintar
tevekkeltu alallah
lugat
Pâyân
kur'an-ı azimüşşan
bizatihi
şahane
ekseriyyet_i mutlaka
زاده
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
sade
Şuu
Saydi
Medenilik
İstima
tefrîk
dogum günü
yari
Babanin kiz kardeşi
sabr-ı cemil