Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
süre
ifadesini içeren
1181
kelime bulundu...
a'la suresi / a'lâ suresi / a'lâ sûresi
Kur'an-ı Kerim'in seksenyedinci suresi olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin seksen yedinci sûresi.
a'raf suresi / a'râf sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 7. suresidir. Mekke-i Mükerremede nâzil olmuştur. Suret-ül Mikat, Suret-ül Misak, Elif lâm mim sâd gibi isimleri de vardır.
Kur'ân-ı kerîmin yedinci sûresi.
a'yan-ı sabite / a'yan-ı sâbite / a'yân-ı sabite
Tas: İlm-i İlâhide eşyanın ezelden beri sâbit olan sûret ve hakikatları. Mevcudat-ı ilmiye.
Allah'ın ilminde varlıkların değişmez suretleri, öz mahiyetleri.
abese
(Abs. den) Çehresini çattı, sureti kerih oldu (meâlinde).
abese suresi / abese sûresi
Kur'an-ı Kerim'de sekseninci surenin ismi olup, Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur. Saliha Suresi, Sefere Suresi de denilir.
Kur'ân-ı kerîmin sekseninci sûresi. Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Kırk iki âyet-i kerîmedir. Birinci âyet-i kerîmede yüzçevirdi, iltifat etmedi mânâsına olan Abese lafzı sûreye isim olmuştur. Sûrede, Kur'ân-ı kerîmin Allahü teâlâ tarafından bir mev'ize (nasihat, öğüt) olduğu bildirilmekte,
abidane
Kul olarak, ibâdet edene yakışır surette.
(Farsça)
acemane / acemâne
Acemlere yakışır suret. Yabancı gibi.
(Farsça)
acibe / acîbe
Alışılmış surette olmayan. Çok hârika. Acib ve garip, hayret verici, şaşılacak şey.
aculane / aculâne
Acele edene yakışır suretde.
acz yolu
Çok güçsüz olduğunu ve her an Allah'ın yardımına muhtaç olduğunun bilmek suretiyle Allah'a varma yolu.
adaletkarane / adâletkârane
Adâletlice. Adalet sahibine yakışır şekilde, insaflı ve haklı surette.
(Farsça)
adeta / adetâ
Âdet olduğu üzere, her vakitki gibi, alelâde. Bayağı surette, âdi bir suretle. Düpedüz.
adilane / âdilâne
Adalet sahibi bir adama yakışır surette.
adiyat suresi / âdiyat suresi / âdiyât sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 100. suresinin ismi olup, Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin yüzüncü sûresi.
ağleb-i ömür
Ortalama ömür, hayat süresi.
ahir-i feth / âhir-i feth
Kur'ân-ı Kerimin 48. sûresi olan Fetih Sûresi'nin sonu.
ahir-i sure-i feth / âhir-i sûre-i feth
Kur'ân'ın 48. suresi olan Fetih Sûresinin sonu.
ahkaf suresi / ahkâf sûresi
Kur'an-ı Kerim'de kırkaltıncı sure olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin kırk altıncı sûresi.
ahrarane
Hürriyetçilere yakışır tarzda. Serbestçe. Hür olana yakışır surette. (İnsana karşı hürriyet, Allah'a karşı ubudiyyeti intac eder. Mün.)
(Farsça)
ahsen-i takvim / ahsen-i takvîm
En güzel kıvama koyma.
Cenab-ı Hakkın her şeyi kendisine lâyık en güzel kıvam, sıfat ve surette yaratması. İnsanın en yüksek ve câmi isti'dâd ve kabiliyetlerde ve en güzel surette yaratıldığı.
En güzel boy ve sûret. Bedenen ve rûhen en güzel olan.
ahsen-ül kasas
İbret verici vakıaların en güzel şekilde nakledilişi. Kıssaların en güzeli.
Sure-i Yusuf (A.S.).
ahsenü'l-kasas
Kıssaların, hikâyelerin en güzeli.
Yusuf Sûresi.
ahzab / ahzâb / احزاب
Kütleler.
(Arapça)
Partiler.
(Arapça)
Ahzâb sûresi.
(Arapça)
ahzab suresi / ahzâb sûresi
Kur'ân-ı Kerimde otuzüçüncü surenin adı olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin otuz üçüncü sûresi.
aidat
(Tekili: Aide) Gelirler, kazançlar.
Resim, vergi. İrad. Belirli sürelerde bir derneğe ödenmesi taahhüd edilen para.
akabe
(Çoğulu: Akabât) Bâdire. Sarp ve çıkılması müşkül yokuş.
Tehlikeli geçit. Dar ve iki tarafı pusu yeri olan boğaz.
Muhatara, tehlike.
Hastalığın veya başka bir halin en tehlikeli ve korkulur süresi.
Kızıldenizin kuzey ucunda, Süveyş'in doğu tarafında bulunan da
akılane / âkılâne
Akıllı kimseye yakışır surette, akıl ve idrakle.
(Farsça)
aks-i misal / aks-i misâl / عَكْسِ مِثَالْ
Sûretin yansıması.
al-i abbas / âl-i abbas
Emevilerden sonra 749 senesinden 1258 senesine kadar süren Abbasi hükümdar ailesi.
al-i imran / âl-i imrân
Kur'ân-ı Kerîm'in 3. sûresi.
al-i imran suresi / âl-i imran suresi / âl-i imrân sûresi
Kur'an-ı Kerimin üçüncü suresinin ismi olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur. Bu sureye Eman, Kenz, Ma'niyye, Mücadele, İstiğfar Suresi ve Tayyibe de denilir.
Kur'ân-ı kerîmin üçüncü sûresi.
alak suresi / alak sûresi / alâk sûresi
Kur'an-ı Kerim'in doksanaltıncı suresinin adıdır. İkra' Suresi de denilir. Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin doksan altıncı sûresi.
Kur'ân-ı Kerim'in 96. sûresi.
alam-ı ebediye / âlâm-ı ebediye
Sürekli acılar, sonsuza kadar sürecek elemler.
alavere
Vapurlara kömür vermek için bordaya kurulan kademeli iskele.
Tulumbanın basıp emme suretiyle işlemesi.
Herc ü merc. Karışıklık, kargaşalık.
Bir şeyin elden ele verilerek veya atılarak aktarılması.
ale-l-ıtlak
Umumiyetle. Mutlaka. Bir suretle kayıtlı olmayarak. Mingayri tahsis.
aleddevam / على الدوام
Devamlı, sürekli.
Sürekli.
(Arapça)
alelistimrar / alelistimrâr / على الاستمرار
Sürekli, aralıksız.
(Arapça)
alem-i bakiye / âlem-i bâkiye
Sürekli ve kalıcı dünya.
alem-i misal / âlem-i misâl / عَالَمِ مِثَالْ
Varlıkların kendilerinin değil de sûretlerinin, görünüşlerinin bulunduğu âlem.
Her şeyin suretlerinin bulunduğu âlem.
alem-i suver / âlem-i suver
Sûretler âlemi, görüntüler dünyası.
alettahkik
(Ale-t-tahkik) Hakikat üzere, kat'i surette. Besbelli.
alimane / âlimâne
Alimlere yakışır surette. Bilenlere yakışır şekilde.
(Farsça)
Âlimlere yakışır surette.
alize
Tropikal bölge denizlerinde sürekli olarak esen rüzgârın adı.
(Fransızca)
ameli / amelî
(Ameliyye) Amele mensup ve müteallik olan. Fiil olarak. İşlemek suretiyle. Pratik. Tecrübeli.
amin-i daimi / âmin-i daimî
Sürekli tekrarlanan "Allahım kabul eyle!" duası.
amiyane / âmiyane
Âdice. Bayağıca. Cahillere yakışır surette.
(Farsça)
amme cüz'ü
Amme Sûresiyle başlayan Kur'ân-ı Kerim'in son cüz'ü.
amuden
Dik olarak, dikine. Dik surette.
an be an
Her an, sürekli.
an'ane
Âdet, örf.
Ağızdan nakledilen söz, haber.
Ist: Bir haberin veya bir hadis-i şerifin "an filân, an filan" diye râvileri bildirilmek suretiyle olan nakil.
Silsile.
Müezzin ezân okurken "teganni" ederse; ona da "An'ane" denir.
an-ı vahid / ân-ı vâhid
Bir an, pek kısa bir süre.
ankebut / ankebût
Örümcek; Kur'ân'da 29. Sûre.
ankebut suresi / ankebût sûresi
Kur'an-ı Kerimin yirmidokuzuncu suresidir. Mekkidir. (Allahtan başkasına güvenenlerin, dünyayı avlamak için kurdukları teşkilâtını bir örümcek ağına benzeten, örümcek meseli zikrolunan bir suredir.)
Kur'ân-ı kerîmin yirmi dokuzuncu sûresi.
arazi-i mevkufe / arâzi-i mevkufe
Vakfedilmiş yerler. Bir hayır işine devamlı surette tahsis edilmiş yerler.
arazi-i muhtekere / arâzi-i muhtekere
Kiracısı tarafından üzerine bina yapılmak veya ağaç dikilmek üzere senelik bir ücret karşılığında kiraya verilen arazi. (Kiracı, kira bedelini her sene arâzi sahibine vererek o arâziyi devamlı sûrette elinde bulundurur.)
arifane / ârifane / ârifâne / عَارِفَانَه
Arife yakışır surette. Bilene yakışır şekilde. İrfan sahibi olarak.
(Türkçe)
Allahı tanıyana yakışacak sûrette.
arz-ı belde ta'yini
Ast: Herhangi bir bölgede kutup yıldızı veya diğer yıldızlarla astronomik hesaplar yapmak suretiyle o yerin arzını tayin etmek.
aş / âş / آش
Muharrem ayında pişirilen aşure.
(Farsça)
Yemek, taam.
(Farsça)
Yemek.
(Farsça)
Aşûre.
(Farsça)
asafane / asafâne
Bir vezire yakışır surette ve hâlde.
(Farsça)
ashab-ı ress / ashâb-ı ress
Kur'anda bahsi geçen bir kavim adıdır. Kimler oldukları kati bir şekilde tesbit edilemiyor. Râvilerin ekserisi, peygamberlerine isyan eden ve onu öldürüp kuyuya atan, bundan dolayı da Cenab-ı Hakkın helâk ettiği bir kavim olduğu hakkında ittifak etmektedir. (Furkan Suresi, 38 inci Ayet)
asib-resan
Zarar veren, musibete atan, belâya düşüren, felâkete sevkeden.
(Farsça)
asr suresi / asr sûresi
Kur'ân-ı kerîmin yüz üçüncü sûresi.
asr-ı evvel
İlk asır.
Ist: Fey-i zevâle ilâveten, herşeyin gölgesi kendisinin bir misli daha uzadığı zamandan başlayıp, iki misli uzayıncaya kadar süren ikindi vaktidir. (Fey-i zevâl; güneş tam ortada iken, gölgenin uzunluğudur.)
aşura / âşûrâ / عاشورا
Aşûre.
(Arapça)
avam-perestane
Avam kimselere yakışır şekilde.
(Farsça)
Şiddetli halk taraftarı olan birine yakışır sûrette.
(Farsça)
ayatü'n-nur / âyâtü'n-nur
Nur âyetleri; Cenâb-ı Hakkın Nûr isminin tecellileri ve mü'minlerin durumlarından bahseden Nur Sûresinin 35, 36, 37 ve 38. âyetleri.
ayet / âyet
Alâmet, işâret, mûcize, ibret.
Kur'ân-ı kerîmdeki sûreleri meydana getiren cümle veya cümleciklerden her biri. Çoğulu âyâttır.
Allahü teâlânın varlığını, birliğini ve kudretini gösteren alâmet, ibret, işâret.
Mûcize.
ayet-el kürsi / âyet-el kürsî
Kur'ân-ı kerîmde Bekara sûresinin, fazîletiyle bilinen 255. âyet-i kerîmesi.
ayet-i feth / âyet-i feth
Fetih Sûresinin âyetleri
ayet-i hasbiye / âyet-i hasbiye
"Allah bize yeter; O ne güzel Vekîl'dir" mânâsındaki "Hasbünallâhü ve ni'me'l-Vekîl" âyet-i kerimesi; Âl-i İmrân Sûresinin 173. âyeti.
ayet-i hasbiye-i nuriye / âyet-i hasbiye-i nuriye
"Allah bize yeter; O ne güzel vekildir" anlamında Âl-i İmrân Sûresinin 173. âyeti.
ayet-i müdayene / âyet-i müdâyene
Kur'an-ı Kerim'de (Sure-i Bakara, 281. âyet) borçlu ve alacaklı hakkındaki âyet. (Bu âyet vasatî olarak bir sahife uzunluğundadır.)
ayet-i nur / âyet-i nur
Nur âyeti; Nur Sûresinin 35. âyeti.
ayet-i nuriye / âyet-i nuriye
Kur'ân-ı Kerim'in 24. sûresi olan Nur Sûresinin 35. âyeti.
ayet-i zulümat / âyet-i zulümat
Dalâlet ve inkâr karanlıklarında bulunan kâfirlerin durumunu açıklayan Nur Sûresinin 39. ve 40. âyetleri.
ayetü'l-kürsi / âyetü'l-kürsî
Allah'ın varlığından ve bir kısım mühim sıfatlarından bahseden Bakara Sûresinin 255. âyeti.
ayetü'n-nur / âyetü'n-nur / âyetü'n-nûr
Nur Sûresinin 35. âyeti.
Nur âyeti, Nur Sûresinin 35. âyeti.
ba-anki
Şu sûretle ki, o şartla ki.
bagiyane
Allah'a isyan edenlere ve âsilere yakışır surette.
(Farsça)
Zâlimlere yakışır şekilde.
(Farsça)
bahadırane
Yiğitçesine, kahramana yakışır surette.
(Farsça)
bakara
Sığır, inek.
Kur'ân-ı Kerim'in ikinci sûresi: Bu sûrede yahudilere bir inek kurban etmeleri emredilip bu konuda geniş bilgi verildiğinden, sûre bu adı almıştır.
bakara suresi / bakara sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 2. Sûresi olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur. (Bu sûre, Mûsâ Aleyhisselâm'ın risâleti ile o milletin seciyelerine girmiş olan bakarperestlik mefküresini kesip öldürdüğünü, bir bakarın zebhi ile anlatır ve şu cüz'i hadise ile beşerin dünyevî menfaatlarına en çok vesile olan ş
baki / bâkî
Sürekli, kalıcı.
baki kalma / bâki kalma
Sürekli var olma.
baki-i layezal / bâkî-i lâyezâl
Hiçbir zaman yok olmayan, varlığı kalıcı ve sürekli olan Allah.
baki-i sermedi / bâkî-i sermedî
Varlığı sonsuz ve sürekli olan Allah.
bakiyane / bâkiyâne
Bâki olana yakışır surette. Ebediyyete yakışır şekilde. Sonsuzca.
(Farsça)
bari / bâri
Varlıklara biçim verip şekillendiren ve onları mükemmel bir surette yaratan Allah.
bari' teala ve tekaddes / bâri' teâlâ ve tekaddes
Varlıklara biçim verip şekillendiren, onları mükemmel bir surette yaratan, yüce ve her türlü eksiklikten uzak Allah.
basit kesir
Sûreti (payı), mahrecinden (paydasından) küçük kesir. 2/5 gibi.
başmuharrir
Başyazar, bir süreli yayında başmakaleleri, başyazıları yazan yazar.
baştina
Osmanlı İmparatorluğu zamanında Balkanların bazı yerlerinde devlet arazisinden tapu ve miras suretiyle geçen tarla.
bedih-ül butlan
Bâtıl olduğu âşikar surette belli. Bâtıl, haksız bir hüküm veya görüş olduğu herkesçe bilinen.
beka
Devamlılık, sürekli ve devamlı olma.
bekà
Devamlılık, süreklilik.
beka müddeti
Kalma müddeti, süresi.
bekà-i ilahi / bekà-i ilâhî
Allah'ın varlığının sürekli ve kalıcı olması.
beka-i vücud / bekâ-i vücud
Varlık özelliğinin sürekli olması.
bekara (bakara) suresi / bekara (bakara) sûresi
Kur'ân-ı kerîmin ikinci ve en uzun sûresi.
beled suresi / beled sûresi
(El-beled) Kur'an-ı Kerim'de 90. sure olup Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin doksanıncı sûresi.
belkıs
Süleyman (A.S.) zamanında, Yemen'de Sebe şehrinde hükümet süren Himyerîlerden bir melikedir.
Süleymân aleyhisselâm zamânında Yemen'de Sebe' şehrinde hüküm süren Himyerîlerden bir kadın sultan.
berae suresi / berâe sûresi
Kur'ân-ı kerîmin dokuzuncu sûresi. Tevbe sûresi de denir.
berdevam / berdevâm / بردوام
Sürekli, devam eden.
(Farsça - Arapça)
berze-gav
Tarla sürecek öküz, çift öküzü.
(Farsça)
besatin-i daime / besâtîn-i daime
Daimi ve sürekli bahçeler.
beyan-ı zaruret
Huk: Zaruri beyandır. Susmak suretiyle ifade edilen mâna, beyan-ı zaruret kabilindendir.
beyyine
Delil, şahit.
Kur'ân'ın 97. sûresi.
beyyine suresi / beyyine sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 98. suresi olup "Kayyime, Münfekkin, Beriyye, Lemyekün" Sûresi gibi isimlerle de söylenir.
Kur'ân-ı kerîmin doksan sekizinci sûresi.
biat-ı rıdvan
Kur'an-ı Kerim'in 48. Sûresi olan Fetih Sûresinde zikri geçen, Hz. Peygamber'e (A.S.M.) bağlılıklarını bildiren sahabelerin biatlarıdır. 1400 veya daha fazla olduğu bildirilir. Bu cemaata Ashab-ı Rıdvan da denir. (R.A.)
bil'istihkak
Hak etmek suretiyle.
bilamühlet / bilâmühlet / بلامهلت
Zaman tanımadan, süre vermeden.
(Arapça)
bilistihkak
Hak etmek sûretiyle.
bilmüşahede
Görmek suretiyle, görerek.
bir guna / bir gûna
Hiçbir suretle. Bir suretle. Bir türlü.
bitevi / bitevî
(Biteviye) t. Sürekli, durmadan.
Bütün yekpare.
biyonik
Canlıların, yaşadıkları muhit içinde değişen şartlara uygun nasıl hareket ettiklerini inceleyerek canlıları model almak suretiyle benzer hareketleri yapabilecek makinelerin yapılması işiyle uğraşan ilim ve fen.
Bolşevik
Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça "çoğunluk" anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.
Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği’ni kuracaklardır. Lenin ve Martov yandaşları kongredeki durumlarına göre Rusça “bolshinstvo” (çoğunluk) ve “menshinstvo” (azınlık) olarak adlandırılırlar. Kongredeki delegeler sürekli olarak saf değiştirdikleri için birleşim başarısız olacak ve parti fiilen ikiye bölünecektir.
Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça "çoğunluk" anlamına gelen Bolşevik olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da Menşevik olarak adlandırılacaktır.
Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği’ni kuracaklardır. Lenin ve Martov yandaşları kongredeki durumlarına göre Rusça “bolshinstvo” (çoğunluk) ve “menshinstvo” (azınlık) olarak adlandırılırlar. Kongredeki delegeler sürekli olarak saf değiştirdikleri için birleşim başarısız olacak ve parti fiilen ikiye bölünecektir.
bostan-ı bekà
Devamlı, sürekli bahçe.
bühüt
(Tekili: Behût) İşitenleri hayrete düşürecek kadar olan iftira ve yalanlar.
bünye
Bir şeyin vücut yapısı. Vücut, beden. Fıtrat.
Şekil, tarz, sûret.
burc
Belli bir şekil ve surete benzeyen sabit yıldız kümesi.
Muayyen bir şekil ve sûrete benzeyen sâbit yıldız kümesi.
Tek hisar kule, kale çıkıntısı.
Dünyaya göre güneşin döndüğü yerin onikide bir kadarı.
burç
Belli bir şekil ve surete benzeyen sabit yıldız kümesi.
bürhan
Delil, hüccet, isbat vasıtası.
Man: Yakînî mukaddemelerden meydana gelen kıyas.
Red ve inkâr için itiraz kabul edilmeyecek surette isbat-ı hakikat eden kavi hüccet.
büruc suresi / bürûc sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 85. suresi olup Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin seksen beşinci sûresi.
büzürgane / büzürgâne
Büyük, ulu bir kimseye yakışacak sûrette.
(Farsça)
cahid
Mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cihad eden. Mücâhid olan. Din düşmanı ile elinden geldiği kadar mânen, kavlen, kalemen ve maddeten cenkeden, vuruşan. Mümkün olduğu kadar gayretle çalışan. Kur'an ve İman hakikatlarının neşrinde çalışmak suretiyle mücahede eden.
casiye suresi / câsiye suresi / câsiye sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 45. sûresi olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur. Şeriat, Dehir Suresi de denir.
Kur'ân-ı kerîmin kırk beşinci sûresi. Hâ-mîm de denir.
cebhe
Yüz, ön taraf. Harp sahası. Muharebe edilen yer.
Alın.
Bir binanın veya o cinsten bir şeyin ön tarafı.
Gökteki ayın menzillerinden birisinin ismi olup arslan suretinin cephesidir, dört yıldız arslan alnına benzetilmiştir.
Bir kavmin ve cemaatin seyyidi.
cebhe-sa / cebhe-sâ
Yüz süren.
cebin-say / cebin-sây
Alın sürücü, alın süren.
(Farsça)
cehiz
Karnından çocuk düşüren.
cehl-i basit
Bilmediğini bilmek sûretiyle olan câhillik.
cehreten
Aşikâr sûrette, aleni bir şekilde, açıktan açığa.
celb-i suret
Uzakta olan bir şeyin sûretini resmini yanına getirmek.
celil-i layezal / celîl-i lâyezâl
Varlığı sürekli, haşmet ve yüceliği sonsuz olan Allah.
cem'an
Bir yere toplamak suretiyle, toplanmış olarak.
cem'iyyet
(Cemiyet) Topluluk, birlik. Hey'et.
Bir yere cem' olma.
Mânevi birlik teşkil eden cemaat.
Huk: Kazanç paylaşmaktan başka bir maksadla, ikiden ziyade şahsın ilim ve mâlumâtlarını ve faaliyetlerini devamlı bir şekilde birleştirmek suretiyle bir esas nizamnameye müstenid
cemal-i sermedi / cemâl-i sermedî
Sürekli devam eden güzellik.
cemil-i lemyezel / cemîl-i lemyezel
Varlığı sürekli, güzelliği sonsuz olan Allah.
cemmal
Deveci, deve süren, deve sürücüsü.
cenab-ı hallak-ı alem / cenâb-ı hallâk-ı âlem
Âlemin yaratıcısı olan, çokça ve sürekli olarak yaratan Allah.
cennet
Allah'a (C.C.) inanan ve O'na ibadet ve itaat edenlerin, iman ve İslâmiyyet'e ihlâs ve sadâkatle hizmet edenlerin, Kur'ana bir hizb-ül Kur'ân olarak mücâhidâne bir sûrette hizmetkâr olan mücâhidlerin, cihâd-ı diniyye erlerinin âhirette fazl-i İlâhi ile gidip ebediyyen içinde kalacakları mekân ve mes
cereyan / cereyân / جَرَيَانْ
Bir süreç içinde gerçekleşme.
cerre çıkma
Eski zamanda medrese talebelerinin, mübarek üç aylar olan Receb, Şaban ve Ramazanda köylere dağılıp halka, ahaliye dini nasihatlarda bulunmak, namaz kıldırmak veya müezzinlik etmek suretiyle para ve erzak toplamaları.
cevval / cevvâl
Sürekli hareket hâlinde olan.
cezmen
Kestirip atmak sûretiyle.
cilve-i hayat-ı sermedi / cilve-i hayat-ı sermedî
Sürekli ve sonsuz olan bir hayatın görüntüsü, aksi.
cinas-ı nakıs / cinas-ı nâkıs
Edb: Cinaslı kelimelerin birinde veya birkaç harfin ziyade olması suretiyle yapılan cinas. (dem, âdem gibi.)
cinn suresi / cinn sûresi
Kur'ân-ı Kerim'in 72. sûresi olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
cum'a suresi / cum'a sûresi / cum'â sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 62. ve Medine-i Münevvere'de nâzil olan sûresi.
Kur'ân-ı kerîmin altmış ikinci sûresi.
cuşacuş
Çok coşkun, taşkın. Pek coşkun ve taşkın bir sûrette.
(Farsça)
dağvari
Dağ gibi, dağ cesametinde. Dağ büyüklüğünde. Dağa benzer surette.
(Farsça)
daim / dâim / دائم
Devam eden, süren.
Sürekli.
Sürekli, devamlı.
(Arapça)
daima
Devamlı, sürekli.
(Devam. dan) Her vakit, bir düziye, daimî suretde.
daimane / dâimâne
Sürekli olarak.
daime
Sürekli; fertlerde her zaman gerçekleşiyor olma.
daimi / daimî / dâimî / دائمى
(Devam. dan) Sürekli, devamlı.
Devamlı, sürekli.
Devamlı, sürekli.
Sürekli, devamlı.
(Arapça)
daimi huzur / dâimî huzur
Sürekli olarak Allah'ın huzurunda bulunduğunun bilincinde olma.
daimü't-tecelli / dâimü't-tecellî
Tecellîsi daimî, sürekli olan.
dar-ül karar / dâr-ül karar
Kararlı surette kalınan, kıyametten sonraki yer. Cennet. Dâr-ül Beka.
dehr suresi / dehr sûresi
Kur'ân-ı Kerim'in 76. suresi olup Sure-i İnsan, Ebrar, Emşac, Hel Etâ Suresi de denir.
Kur'ân-ı kerîmin yetmiş altıncı sûresi. İnsan sûresi ve Hel'etâ da denir.
delalet-i zatiye / delalet-i zâtiye
Kendi zatı ile, bizzat kendisini eserleri ile göstermek suretiyle olan delâlet, şahidlik.
dervişane / dervişâne
Dervişe yakışır halde, saflık ve kalenderlikle. Müstağni ve fakir bir surette.
(Farsça)
desisekarane / desisekârâne
Hilekârcasına. Desise ve hile edene yakışır surette.
(Farsça)
devam / devâm / دوام
Bir halde bulunma, sürekli olma, daimîlik.
Bir işe veya bir memuriyete gidip gelme.
Sebat.
Süreklilik.
(Arapça)
Kalıcılık.
(Arapça)
Devam.
(Arapça)
deveran-ı dünya / deverân-ı dünya
Dünyanın sürekli dönmesiyle meydana gelen büyük gelişmeler.
devr
Bir şeyi elden ele aktarma. Vefât eden bir müslümanın sağlığında kılamadığı namaz, tutamadığı oruç ve veremediği zekât gibi borçlardan kurtulması için birkaç fakirin kendilerine ölünün vasî veya velîsi tarafından verilen fidyeyi alıp, gönül rızâsıyla tekrar geri vermek sûretiyle yapılan muâmele.
devre
(Çoğulu: Devrât) Dönüş dönme, dönem.
Birkaç yıldan meydana gelen zaman süresi.
Elektrik devresi. Üzerinden elektrik akımı geçmekte olan bir iletken yolun tamamı.
dime
(Çoğulu: Diyem) Gündüz veya gecenin üçte biri miktarı ile tam gün kadar sürebilen, gürleme ve yıldırımı, olmayan yağmur.
duha
Kuşluk vakti.
Güneş.
Vuzuh ve beyan.
Kur'ân-ı Kerim'in 93. Suresinin adı. Vedduhâ da denir.
duha suresi / duhâ sûresi
Kur'ân-ı kerîmin doksan üçüncü sûresi.
duhan
Duman. Tütün.
Kur'an-ı Kerim'in 44. suresinin adı.
Mc: Gaflet ve dalâlet dumanı ki, hakikatların görünmesine mâni olur. Arap lisanında galib olan şerre, duhan tesmiye ederler.
Kıtlık ve kuraklık.
duhan suresi / duhân sûresi
Kur'ân-ı kerîmin kırk dördüncü sûresi.
düma
(Tekili: Dümye) Suretler. Küçük putçuklar.
dümye
(Çoğulu: Dümâ) Oyun.
Ağaçtan yapılmış nakışlı suret. Sanem.
ebced
Arabça Eski Sâmi alfabesindeki harf sırasının sayı değerine göre tertiplenmesinden meydana gelen birinci kelime. Bu tertip İbrâni ve Süryâni Alfabesindeki harfleri içine alır. İbâredeki kelimelerin sırası ve harflerin rakam değerleri şu suretle gösterilmektedir (Ebced), (Hevvez), (Hutti), (Kelemen),
ecel-i kaza / ecel-i kazâ
Tehlikeye uğramak suretiyle gelen ecel.
edibane / edibâne
Edibe yakışır, terbiyeli bir surette. Edebiyatçı gibi.
(Farsça)
efgen
(Figen) Düşüren, yere atan, yıkan, yere atıcı, düşürücü, yıkıcı.
(Farsça)
ehl-i veber ve badiye / ehl-i veber ve bâdiye
Çölde sürekli hareket halinde yaşayan insanlar.
ehl-i veber ve badiyet / ehl-i veber ve bâdiyet
Çölde sürekli hareket halinde yaşayan insanlar.
ehl-i zikir
Allah'ı sürekli olarak zikredenler, ananlar.
ehl-i zikir ve münacat / ehl-i zikir ve münâcât
Sürekli olarak Allah'ı zikredip ananlar ve Allah'a yalvarıp zikredenler.
el-bakara suresi / el-bakara sûresi
Kur'ân-ı Kerimin 2. suresi.
el-fatiha
Kur'ân-ı Kerim'in birinci suresinin adı olup bu sureyi okumaya işâret için söylenir.
elfatiha / elfâtiha
Fatiha sûresi.
emaneten
Emanet yoluyla, emanet olarak.
Bir resmî daire tarafından bizzat, ihale şeklinde ve iltizam suretiyle olmayarak.
emirane
Emredene yakışır bir surette. Emir gibi.
(Farsça)
emr
Buyruk; emredenin, emrolunandan bir işin yapılmasını istemesi veya bu sûretle yapılması istenen şey.
İş.
en'am / en'âm
Deve, sığır, koyun gibi hayvanlar.
Kur'ân-ı Kerimin altıncı Suresinin adı ve bir kısım Kur'ân âyetlerinden ve Surelerinden müteşekkil dua kitabı.
Bazı Kur'an âyetlerinin veya sûrelerinin bir araya getirilmesiyle ortaya çıkarılan dua kitabı.
en'am suresi / en'âm sûresi
Kur'ân-ı kerîmin altıncı sûresi.
enbiya / enbiyâ
Nebiler, peygamberler.
Kur'ân-ı Kerimin 21. sûresi.
enbiya suresi / enbiyâ sûresi
Kur'ân-ı Kerim'in 21.suresi olup Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin yirmi birinci sûresi.
enfal / enfâl
Kur'ân-ı Kerimin 8. sûresi.
"Nefel"in çoğulu. Harpte düşmandan alınan mallar, ganimetler. Kur'ân-ı Kerim'in 8. Sûresi.
enfal suresi / enfâl sûresi
Kur'ân-ı Kerim'in 8. suresidir.
Kur'ân-ı kerîmin sekizinci sûresi.
enlem
(Arz dairesi) t. Yer yüzünde herhangi bir noktanın ekvatora olan uzaklığının açı cinsinden değeri. Dünyanın büyüklüğü X. yy. başlarında Sincar sahrasında ve Kûfe civarında bir meridyenin uzunluğunu ölçmek suretiyle bulan Musa Oğulları nâmıyla tanınan Muhammed, Ahmed ve Hasan isimlerindeki üç kardeş
eris
Çiftçi, çift süren, ekinci.
errahim
En merhametli, büyük nimetler veren, verdiği nimetleri iyi kullananları daha büyük ve ebedi nimetler vermek suretiyle mükâfatlandıran Allah (C.C.)
esbab-ı feshiyye
Huk: Bir i'lâmın istinaf suretiyle bozulmasını icabettiren sebepler.
esbran
At süren, süvâri, at koşturan.
(Farsça)
eshab-ı kehf / eshâb-ı kehf
Mağara arkadaşları; Îsâ aleyhisselâmdan sonra din düşmanları her tarafı kapladığı bir zamanda, dinlerini korumak için her şeylerini terk edip, hicret eden ve Efsûs (Tarsus)'daki mağarada bulunan yedi kişi ile Kıtmîr adındaki köpekleri. Kur'ân-ı kerîm de Kehf sûresinde kıssaları uzun bildirilmektedir
esma-i mütecelliye-i ilahiye / esmâ-i mütecelliye-i ilâhiye
Allah'ın sürekli tecellî edici isimleri.
esnam
(Tekili: Sanem) Putlar. Tapılan heykeller. Suretler. Sanemler.
eşya-yı seyyale / eşya-yı seyyâle
Akıp giden ve sürekli değişen şeyler.
evail-i sure / evâil-i sûre
Sûre başları.
evrad-ı kudsiye-i şah-ı nakşibendi / evrâd-ı kudsiye-i şah-ı nakşibendî
Şah-ı Nakşibendî'nin sürekli olarak okuduğu kutsal virdler, zikirler.
evrad-ı muntazama
Düzenli ve sürekli tekrarlanan zikirler.
evrek
Çocukların ağaca ip takmak suretiyle yaptıkları salıncak.
(Farsça)
evsat-ı mufassal / evsât-ı mufassal
Kur'ân-ı Kerimin 86. suresi olan Tarık Suresinden 98. sure olan Beyyine Suresinin sonuna kadar olan surelerdir.
eynessera-min-es-süreyya
(İmkânsızlık bildiren bir tâbirdir ki) Yer nerede, Süreyyâ nerede?.. Süreyyâ ile yer bir olur mu? (meâlindedir ve birbirlerine zıt ve uzak olan şeyler için söylenir.)
eynesseraminessüreyya / eynesserâminessüreyya
Yer nerede, Süreyya nerede?
fa'alane / fa'alâne
Hiç durmazcasına çalışarak. Daima çalışır surette.
(Farsça)
faaliyet-i daime
Sürekli faaliyet, iş.
fahimane / fahimâne
İtibar ve nüfuz sahibi kimseye yakışır şekilde, fahim olana yakışacak surette.
(Farsça)
fakirane / fakirâne / فَق۪يرَانَه
Fakir bir kimseye yakışacak surette. Fakircesine.
(Farsça)
Fakir bir sûrette.
fal
Atılan boncuk ve baklaya, koyunun kürek kemiğine ve benzerlerine bakmak sûretiyle gaybdan, gelecekten haber verme işi.
falih
İsteğine kavuşan. Kurtulan. Felâh bulan.
Toprak süren. Çiftçi.
fatiha / fâtiha / fâtihâ
Bir şeyin başlangıcı, ibtidası.
Mübaşeret. Başlamak.
Karar vermek.
Bir duânın sonunda veya duâya başlarken Fâtiha Suresini okumayı hatırlatan ifade.
Kur'an-ı Kerim'in birinci suresi.
Başlangıç, birinci sûre.
Kur'ân-ı Kerimin 1. sûresi.
fatiha suresi / fâtiha sûresi
Kur'ân-ı kerîmin birinci sûresi.
fatiha-ı şerife / fâtiha-ı şerife
Kur'ân'ın ilk sûresi olan Fatiha Sûresi.
fatiha-i şerife / fâtiha-i şerife
Kur'ân-ı Kerimin ilk sûresi olan Fâtiha Sûresi.
fatımi / fatımî
(Fâtımiyye) Hz. Fatıma Sülâlesinden olmak iddiasında bulunan, önce kuzey Afrika, sonra Mısırda hükümet süren sülâleye mensub meliklerin takındıkları isimdir. (Mi: 910-1171) İsmâiliye nâmında bâtıl fırkadandırlar. Salâhaddin-i Eyyubî, ordusu ile, Fâtımîlerin hâkimiyetine son verdi.
fatımiler / fâtımîler
Aslen mecûsî olan Meymûn el-Kaddah'ın neslinden gelen Ubeydullah bin Sa'îd'in etrâfında toplanan, kendilerinin hazret-i Fâtıma'nın neslinden geldiklerini iddiâ eden; Mısır, Kuzey Afrika, Filistin ve Sûriye'de 910-1171 seneleri arasında hüküm süren, Eshâb-ı kirâm düşmanlığını yaymaya çalışan hânedân
fatır suresi / fâtır suresi / fâtır sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 35. suresi. Melâike Suresi de denir. Mekkîdir.
Kur'ân-ı kerîmin otuz beşinci sûresi. Melâike sûresi de denilmektedir.
fazu'
Çocukları korkutmak için yapılan çok korkunç suret.
fecr suresi / fecr sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 89. suresi.
Kur'ân-ı kerîmin seksen dokuzuncu sûresi.
fedakarane / fedakârane
Canını ve herşeyini feda eder derecesinde. Her türlü eziyet ve zahmetlere göğüs gererek, dâvası uğruna sebat edene yakışacak surette.
(Farsça)
felak suresi / felak sûresi
Kur'an-ı Kerim'de 113. suredir. Nâs Suresiyle beraber ikisine Muavvezeyn; İhlâs suresi ile beraber olursa üçüne Muavvezât adı verilir.
Kur'ân-ı kerîmin yüz on üçüncü sûresi.
ferman-ferma
Hüküm süren, emir veren, emir buyuran, hüküm fermâ.
fersa
Mahveden, yoran, aşındıran manasına kelimelere bitişir. Meselâ: Tahammül-fersa : Tahammül bırakmayan. Tâkat-fersa : Tâkatsız düşüren, tâkat bırakmayan.
(Farsça)
ferzendane / ferzendâne
Evlâd gibi. Evlâda yakışır surette.
festival
Çeşitli sebeplerle yapılan ve birkaç gün süren şenlik.
(Fransızca)
feth
Açma, başlama.
Zaptetme. Ele geçirme. Zafer. Nusret.
Faydalı şeyleri elde etmek için yolları açmak. Muğlak şeyleri açmak. Bu iki suretle olur. Biri, basâr ile idrâk olunur. Gam ve kederi gidermek gibi. İkinci de: İki nevi olup birincisi; dünya işlerinde olur. Sürur vermekle g
feth-i mübin
Açık ve parlak zafer. Hakkı, bâtılın tahakkümünden kurtaran veya birbirine zıd olan hak ile batılın karışıklığını ayırarak hakkı galip kılan feth ve zafer Bu zafer, harp ile olabileceği gibi harpsiz de olur. (Hakikatın ve ilmin galebesi gibi.)Fetih suresinin birinci âyetinde geçen "Feth-i mübin"in i
feth-i suver / فَتْحِ صُوَرْ
Allah'ın Fettâh isminin tecellisiyle her canlıda suretlerin açılması, yaratılması.
Suretlerin meydana çıkışı. Her mahlûkun Allah'ın ilim, irade ve kudretiyle en münasib şekilde suretlerinin açılışı.
Sûretleri açma.
fetih suresi / fetih sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 48. suresi.
Kur'ân-ı kerîmin kırk sekizinci sûresi.
fettah / fettâh
Herşeyi lâyık olduğu şekil ve suretlerde açan, fetihler ve açılımlar müyesser eden Allah.
fettah-ı allam / fettâh-ı allâm
Herşeyi en ince ayrıntılarına varıncaya kadar bilen ve her şeye ayrı ayrı sûretler veren; Allah.
fettahiyet / fettâhiyet
Fethedicilik; Allah'ın her şeye lâyık bir şekil ve suret verme sıfatı.
fettahiyyet
Fethedicilik. Her şeye lâyık bir şekil açmak ve suret vermek sıfatı.
fevkalade / fevkalâde
Âdetin fevkinde. Ayrıca, hususi surette. Bilinenlerin üstünde. Müstesna ve yüksek bir surette.
fezaa
Yolda ve tarlada yapılan ve höyük denilen suret.
fil suresi / fîl sûresi
Kur'an-ı Kerim'de 105. sure olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin yüz beşinci sûresi.
fitne
Ayrılık, karışıklık, kargaşa; insanı hak ve hakîkatten saptıracak şey. İnsanları sıkıntıya, belâya düşüren, müslümanların zararına sebeb olan iş. Düşmanlığa sebeb olan şey.
frenk sakalı
Eskiden frenkleri taklid suretiyle bırakılan sakal hakkında kullanılan bir tabirdi. Çeneye gelen kısım uzunca bırakılıp, yukarı tarafları kısa kesilen veya traş edilen sakal demektir.
furkan
Hak ile bâtılı birbirinden ayıran. İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı farkedip ayıran.
Kur'an-ı Kerim.
Kur'an-ı Kerim'in 25. suresinin ismi.
furkan suresi / furkân sûresi
Kur'ân-ı kerîmin yirmi beşinci sûresi.
fussilet suresi / fussilet sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 41. suresidir. Mekkî'dir. Secde, Sure-i Akvat ve Mesabih Suresi de denir.
Kur'ân-ı kerîmin kırk birinci sûresi. Secde sûresi ve Hâ mîm de denir.
gaiyye
Bir şeyin sebeb ve neticesini ileri süren felsefe mesleği.
Maksad ve gayeye âit. Son ile alâkalı. Gaye, maksad ve neticeye mensup ve müteallik. (Fr.: Finalizm)
galibane
Muzaffer ve galib olana yakışacak şekil ve surette.
(Farsça)
galuta
(Çoğulu: Gulutât) Kişiyi zora düşüren meseleler.
garanik olayı
(Bak: Necm Sûresi)
gaşiye
Perde, kıyamet, bir sûre.
gaşiye suresi / gâşiye sûresi
Kur'an-ı Kerim'de 88. suredir. Mekkîdir.
Kur'ân-ı kerîmin seksen sekizinci sûresi.
gayr-ı memnun
Devamlı. Kesiksiz.
Minnetsiz, sürekli.
germ-ran
Atı çok süren, hızlı at süren.
(Farsça)
götürü satış
Alış-verişte bir malı tartı veya ölçü ile olmayarak toptan pazarlık sûretiyle almak veya satmak; kabala.
guşenişin / gûşenişîn / گوشه نشين
Köşesine çekilen, inziva hayatı süren.
(Farsça)
hac
Kur'ân-ı Kerimin 22. sûresi.
hac suresi / hac sûresi
Kur'ân-ı kerîmin yirmi ikinci sûresi.
hacc suresi
Kur'an-ı Kerim'in 22. suresidir.
hacc-ül haremeyn / hâcc-ül haremeyn
Usulüne uygun surette, Mekke-i Mükerreme'yi ve Medine-i Münevvere'yi ziyaret eden.
hacren
Malını kullanmaktan menetmek suretiyle.
hadi / hadî
Birinci.
Mazluma yardım eden.
Deveyi şarkı söyleyerek süren.
hadid suresi / hadîd sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 57. suresi.
Kur'ân-ı kerîmin elli yedinci sûresi.
hadis-i cibril / hadîs-i cibrîl
Peygamber efendimiz Eshâbı (arkadaşları) ile otururlarken, Cebrâil aleyhisselâmın insan sûretinde gelip; İslâm'ı, îmânı ve ihsânı sorduğunda Resûlullah efendimizin verdiği cevabları bildiren hadîs-i şerîf.
hadise-i müthişe / hâdise-i müthişe
İnsanı hayrete ve dehşete düşüren olay.
hadsen
Sezgiyle, zihnin hızlı intikali sûretiyle.
hafud
Karnındaki yavrusunu âzası belirmeden düşüren deve.
hainane
Hâincesine, hâin bir kişiye yakışır şekil ve surette.
hakayık-ı seb'a
Yedi hakikat. Fatiha suresinin yedi âyeti. İmanın altı şartı ve İslâmiyet ile yedi olan mühim hakikatlar. Kur'an-ı Kerim'in yedi vechile hârika olması gibi hakikatlar.
hakikat-şinasane / hakikat-şinasâne
Gerçeği, hakikatı tanıyana yakışacak surette.
(Farsça)
hakim-i ezeli / hâkim-i ezelî
Varlığının başlangıcı olmayıp sürekli var olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah.
hakimane / hakîmane
Hikmetli olarak. Hakîm olana yakışır surette.
(Farsça)
hakk-ul yakin / hakk-ul yakîn
(Hakk-al yakîn) Mârifet mertebesinin en yükseği. En yakînî bir surette hakikatı müşahede edip yaşamak hali. Ateşin yakıcı olduğunu bütün hislerimizle yakından duyup yaşadığımız gibi.
hakka suresi / hâkka suresi / hâkka sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 69. suresi olup Mekkîdir.
Kur'ân-ı kerîmin altmış dokuzuncu sûresi.
hakkalyakin / hakkalyakîn
Bizzat yaşamak suretiyle, kesin bilgiye ulaşma.
hal / hâl
Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet.
Cezbe.
Dert, keder, elem.
Mecâl. Kuvvet.
Gr: Fâili, mef'ulü veya her ikisinin durumunu bildiren sözdür. Halin sâhibine zi-l hâl denir.Meselâ : Reeytuhu mâşiyen: (Onu yürürken gördüm) cümlesinde Mâşiyen (yürürken
halat
(Tekili: Hâlet) Haller. Suretler. Keyfiyetler.
hald
Devamlılık. Süreklilik. Dâimi. Bâki.
halet / hâlet
Hal, suret, keyfiyet.
Suret. Hâl. Keyfiyet.
halimane / halîmâne
Yumuşak surette. Yumuşak huylulara yakışır bir tarzda.
(Farsça)
halisane / hâlisane
Hâlise yakışır bir surette. Hâlis kimselere mahsus bir niyet ve fiil ile.
(Farsça)
halk-ı cedid
Ba'sü bade-l mevt, yeniden yaratılış. Yeniden yeniye tekrâren yaratılma. Ana karnındaki çocuğun, insan suretine inkılâb ettiği devre.
hallak / hallâk
Çokça ve sürekli olarak yaratan Allah.
hallak-ı azim / hallâk-ı azîm
Çoklukla ve sürekli olarak yaratan büyük, yüce Allah.
hallak-ı baki / hallâk-ı bâkî
Hiçbir zaman yok olmayan, varlığı kalıcı ve devamlı olan, her şeyi sürekli olarak çokça yaratan Allah.
hallak-ı kerim / hallâk-ı kerîm
Sonsuz cömertlik ve ikram sahibi olan; çokça ve sürekli olarak yaratan Allah.
hallak-ı lemyezel / hallâk-ı lemyezel
Varlığı asla son bulmayan ve herşeyi sürekli olarak çokça yaratan Allah.
hallakıyet-i daime / hallâkıyet-i daime
Sürekli yaratıcılık.
hamiyet-mendane / hamiyet-mendâne
Hamiyetlicesine. Hamiyetli olan bir kimseye yakışacak şekil ve surette.
(Farsça)
handa hand
Devamlı gülme, sürekli olarak gülme.
(Farsça)
Devamlı gülen, sürekli gülen.
(Farsça)
hankan
Boğmak suretiyle, boğarak.
haramilik
Tar: Akıncı kumandanının iştirak etmediği ufak kuvvetler tarafından düşman memleketlerine yapılan akınlar. Bu akınlara yüz ve daha fazla akıncı iştirak ederdi. Akıncı kuvvetleri yüzden az olduğu takdirde "çete" ismini alırlardı. Büyük akınlarda olduğu gibi haramilik suretiyle yapılan akınlarda da al
harben
Savaşarak, harbederek, döğüşerek. Muharebe etmek suretiyle.
harekat-ı muttaride / harekât-ı muttaride
Sürekli ve düzenli hareketler.
hareket-i muttaride
Sürekli ve düzenli hareket.
harhar
Devamlı arzu, sürekli istek.
(Farsça)
Gönül üzüntüsü, iç sıkıntısı.
(Farsça)
Devamlı kaşıntı.
(Farsça)
harifane
Esnafça. Herkes kendi masrafını, hissesine düşeni vermek suretiyle, ortaklıkla yapılan.
(Farsça)
harisun aleyküm / harîsun aleyküm
Tevbe Suresi'nin bir âyetinde geçen bu ifade, birinci derecede Peygamberimiz (A.S.M.) hakkında olup ümmetini ve bütün insanları doğru yola irşadda yılmadan, büyük bir sebat ve azim ve gayretle devam etmesine işaret edilerek böylece tavsif edilmiştir.
hasifane / hasîfane
Aklı başında ve olgun olan bir adama yakışacak suretde.
haslet-i hamra / haslet-i hamrâ
Hamiyet, gayret veya mahcubiyetten gelen ve yüz kızarması suretinde görünen güzel haslet.
hasmen
Bir mes'eleyi kesin bir karar ile halledip bitirmek suretiyle.
haşr
Toplama.
Ölüleri diriltip mahşere çıkarma.
Kur'ân'-ın 59. sûresi.
haşr suresi / haşr sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 59. suresi olup Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin elli dokuzuncu sûresi.
hasret-fiken
Hasret düşüren, hasret döken.
(Farsça)
hasret-keşane
Hasret çekene yakışır surette. Özleyenler gibi.
(Farsça)
hassasane
Hassas ve duygulu olana yakışacak şekil ve surette.
(Farsça)
hasudane
Kıskançlıkla, hasetçilikle, hasud olan kimseye benzer surette.
(Farsça)
hatemane
Hâtem'e yakışacak şekil ve surette. Cömertçesine.
(Farsça)
hatemkari / hatemkârî
Bir sathın "yüzeyin" üzerine süs şekilleri oyarak meydana getirilen boşlukları, o satha benzeyen başka bir madde veya mâdenle doldurmak suretiyle yapılan tezyinât.
hati / hatî
Şaşırtan, yanıltan, hatâya düşüren.
hatm
Kur'ân-ı kerîmi başından (Fâtiha sûresinden başlıyarak) sonuna (Nâs sûresine) kadar okumak.
havaleten
Havale suretiyle, havale olarak.
havz
(Çoğulu: Hıyâz) Hususi suretle yapılan su havuzu.
hayat-ı daime
Sürekli hayat.
hayat-ı maneviye ve bakiye / hayat-ı mâneviye ve bâkiye
Mânevî ve kalıcı ve sürekli olan hayat.
hayat-ı sermediye
Devamlı, sürekli hayat.
hayret-bahşa / hayret-bahşâ
Hayret veren, şaşkınlık veren, hayrete düşüren.
(Farsça)
hayret-efza
Hayrete düşüren.
hayy-ı baki / hayy-ı bâkî
Sürekli var olan ve sonsuz hayat sahibi olan Allah.
hazıkane
Mâhirâne, mâhir ve usta olan bir kimseye yakışacak şekil ve surette.
heft-dane
Aşure adı verilen bir cins tatlıyı yapmakta kullanılan yedi çeşit tahıl.
hergiz
Aslâ, kat'iyyen. Hiçbir suretle.
(Farsça)
hetlan
Sürekli yağan hafif yağmur.
hevl
Korku. Korku verici.
Ürkmek. Dehşet. Yılgınlık. İhtilâl-ı dimağ (beyindeki bozukluk) sebebi ile bâzı hayâli suretler tevehhüm ederek ondan korkmak.
hey'et
Şekil, suret.
Görünüş.
Durum.
Şekil. Suret. Görünüş.
Birlik teşkil eden şahısların mecmuu.
Gök ve yıldız ilmi. Astronomi.
Duruş, vaziyet, keyfiyet. Tabiat ve cibilliyet. Bir şeyin cibilli vaziyeti.
hey'et-i asliye
Aslındaki şekil ve suret.
hıçkırık
t. Fazla yemekten ve asabi sebeplerden diyaframın kasılması ve akciğerlerdeki havanın şiddetli ve gürültülü bir şekilde dışarı atılması.
Boğaz tıkanacak surette ve derinden iç çekerek ağlama.
hicr
Kur'ân-ı Kerimin 15. sûresi.
hicr suresi / hicr sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 15. suresidir.
Kur'ân-ı kerîmin on beşinci sûresi.
hıdivane / hıdîvâne
Bir vezire veya Mısır hıdîvine yakışır şekil ve surette.
(Farsça)
hile-i şer'iye
Müşkül bir mes'eleyi, şer'i esaslar üzeri, hazakatla hall ve izah etmek ve şer'an muahaze ve mes'uliyeti mucib olmayacak surette te'vilini bulmaktır. Bu tabir kanuna, yani şeriata karşı irtikâb edilen, hile, oyun, aldatma veya şer'î bir hükmü bertaraf etmek mânasına olmayıp, ancak karışık bir durumu
hile-i şer'iyye / hîle-i şer'iyye
Şer'î (dînî) çâre. Müslümanların, İslâmiyet'e uymaları ve haram işlememeleri için ihtiyatlı yol aramaları. Herhangi bir hususta İslâmiyete uymağa mani bir durum bulununca o şeyi yapabilmek için kolay olan bir çâre aramak veya bu sûretle bulunan çıkış yolu.
hilye
Güzel sıfatlar. Süs. Zinet. Cevher. Güzel yüz.
Kılıcın sapındaki veya kınındaki zinet.
Suret. Hey'et. Görünüş.
hilye-i nebeviye
Peygamberimizin (a.s.m.) sûret ve görünüşü.
hitamuhu miskün
Onun mühürü (sonu) misktir, meâlinde Mutaffifîn Suresi'nin 26. âyetinden bir kısımdır. Onda Cennet nimetlerinden bahsedildiği gibi, bu kelâm tatbikatta sözün, sohbetin sonunu hoş ve güzel sözle bitirmeğe denilir.
hitl
Yorgun deve.
Yağmurun aralıksız olarak yağması.
Sürekli olarak gözyaşı akmak.
hiyerarşi
Mevkilerin, salâhiyeterin ve rütbelerin önem sırası.
(Fransızca)
Sıra gözetilerek yapılan herhangi bir tasnif.
(Fransızca)
Huk: Aynı teşkilâta bağlı kişiler arasında yukarıdan aşağıya bir kontrol imkânı veren ve bu suretle astı üste bağlayan alâka.
(Fransızca)
hizb-ül kur'an
Kur'an Cemaatı. Kur'an'a ciddi ve samimi olarak bağlanıp, ona hizmet için mücahidane bir surette çalışan ve fenâlıklardan korunan müslümanların topluluğu ve cereyanı.
Kur'an'ın bir cüz'ünün dörtte biri.
Zikir ve dua için Kur'an'dan alınmış bir kısım âyetler.
hizmet
Birinin işini görme. Bir kimsenin hesabına veya menfaatına iş görme, bu suretle yapılan iş, vazife. Memuriyet.
Bir insan, hayvan veya nebatın muhtaç olduğu işler ve takayyüdat.
hoca-vari / hoca-vâri
Hocaya benzer surette.
hüccet-i zahriye
Kenarında sebebi yazılı bulunan hükmün tasdikli suretini ihtiva eden hüccet.
hucurat suresi / hucurât sûresi
Kur'an-ı Kerim'de 49. suredir. Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin kırk dokuzuncu sûresi.
hud / hûd
Kur'ân-ı Kerimin 11. sûresi.
hud suresi / hûd sûresi
Kur'an-ı Kerim'de 11. sure olup Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin on birinci sûresi. Mekke-i mükerremede indi. Yüz yirmi üç âyet-i kerîmedir.
hüküm-ferma
Hüküm süren, hâkimiyetinde olan.
hükümdarane
Hükümdar gibi, hükümdara yakışır bir surette.
hükümferma / hükümfermâ
Hükümrân, hüküm süren, hâkimiyetle idare eden.
Hükümrân, hüküm süren. Hâkimiyetle idâre eden.
(Farsça)
Hüküm süren.
Hüküm süren.
hükümferma olan
Hüküm süren.
hükümran / حكمران / hükümrân / حُكُمْرَانْ
Hâkim, hükümdar. Hüküm ve saltanat süren. Hükümfermâ.
Hüküm süren, hakim olan.
(Arapça - Farsça)
Hükümran olmak:
Hakim olmak.
(Arapça - Farsça)
Hüküm süren.
hulud / hulûd
Ölmezlik, süreklilik, devamlılık.
Yevm-i hulûd:
Kıyamet günü.
hulul etmek / hulûl etmek
Girmek, yer etmek; bir cismin başka bir cisme girmesi, iki şeyin birleşmesi. Allahü teâlânın kula girmesi sûretiyle onun ilâhlaştığını kabûl edenlerin bozuk ve yanlış görüşü.
hümeze suresi / hümeze sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 104. suresi olup Mekkîdir.
Kur'ân-ı kerîmin yüz dördüncü sûresi.
humve
şiddet.
Suret.
huruf-ı mukattaa / hurûf-ı mukattaa
Kur'ân-ı kerîmde bâzı sûre başlarında bulunan ve mânâsı açık olmayan ikisi üçü bir arada veya tek başına yazılı harfler. Elif lâm mîm, Yâsîn, Elîf lâm râ... gibi.
huruf-i mukattaa
Bazı surelerin başında bulunan ve ayrı ayrı okunan harfler.
huruf-u mukattaa / hurûf-u mukattaa
Bazı sûre başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre niteliğinde olan harfler (Yâ sin, Elif lâm mim, Ha mim vb.).
Bazı sûrelerin başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre özelliğini taşıyan Arapça hece harfleri.
huruf-ul mukattaa
Gr: Kur'an-ı Kerim'de sure başlarında bulunan, kesik kesik, ikisi üçü birleşik veya tek başına yazılı hafler. Elif Lâm Mim, Yâ Sin, Elif Lâm Râ... gibi. Bunlar İlahî birer şifre olup, mânalarını anlayanlar Resul-ü Ekrem (A.S.M.) ve O'nun vârisleridir.
hurufumukattaa / hurûfumukattaa
Sûre başlarındaki şifreli harfler.
hütul
Sürekli yağmur yağma.
hütun
Sürekli yağmur yağma.
huzur-u daimi / huzur-u dâimî
Sürekli olarak Allah'ın huzurunda bulunduğunun bilinci içinde olma.
i'caz-ı azime / i'câz-ı azîme
Azîm, büyük mu'cize; başkalarını acze düşürecek derecede olağanüstü olma.
i'cazdarane / i'câzdârâne
Mu'cize suretinde.
i'cazkar / i'cazkâr
Mu'cizeli olmak. Başkalarını acze düşürecek derecede olmak.
(Farsça)
i'tibar-ı suret
Surete itibar etme, görünüşe değer verme.
ianeten
İane suretiyle, yardım olmak üzere.
ibhamvari / ibhamvarî
Belli etmeyerek, âşikâr surette tanıtmıyarak, gizli bir şekilde, mübhem olarak.
(Farsça)
ibkà
Bâkîleştirme, sürekli ve kalıcı hale getirme.
ibka / ibkâ
Sürekli ve kalıcı hale getirme.
Sürekli kılma, bakileştirme.
ibkà etmek
Sürekli ve kalıcı hâle getirmek.
ibkaen
İbka suretiyle.
ibn-i mes'ud
Ebu Abdurrahman Abdullah Bin Mes'ud da denir. (R.A.)şeref-i İslâm ile müşerref olanların altıncısıdır. Bütün gazvelere iştirak etmiştir. Dâimî surette huzur-u Risalette bulunduğundan Kur'an-ı Kerim'i herkesten iyi öğrendiği gibi, pekçok hadis de işitmiş ve ezberlemişti. Kur'an-ı Kerim'i en evvel Mek
ibrahim suresi / ibrâhim sûresi
Kur'ân-ı kerîmin on dördüncü sûresi.
ibrahim-vari
İbrâhim (A.S.) gibi. Fani, gelip geçici şeylere kalbini bağlamamak sureti ile.
(Farsça)
ibtila / ibtilâ
İmtihan. Allahü teâlânın, kulunu, çeşitli sıkıntılar vermek sûretiyle imtihan etmesi, denemesi.
Bir şeye düşkünlük. Mübtelâ olmak.
iç oğlanı
Saray hizmetine alınıp devletin çeşitli makamlarına namzed olarak yetiştirilen gençler. İç oğlanı, Yıldırım Bayezid zamanında yeni teşekküle başlayan saray hizmetlerinde bulunmak üzere yeniçerilik için toplanan devşirmelerden ayrılmak suretiyle meydana getirilmiş ve bu usûl sonradan yapılan kanunla
(Türkçe)
icaz-ı mutneb / îcâz-ı mutneb
Az sözle çok mânâlar ifade etme; bir kelime veya sözün çağrıştırdığı bütün mânâları, açıklama yapmamak sûretiyle kastetme.
icma-ı manevi / icmâ-ı mânevî
Mânevi olarak görüş birliğine varma; uzmanların aynı konuyu faklı tarzlarda belirtmeleriyle veya susmak sûretiyle onu tasdik etmeleriyle görüş birliğine varmaları.
idaneten
Borç olarak, ödünç olarak, idane suretiyle.
iddet
Bekleme süresi. İslâm hukukunda kocasından boşanan bir kadının 100 gün, kocası ölen bir kadının 130 gün bekleme müddeti. Bu müddet geçmeden başkasıyla evlenemez.
Kocası ölen kadının bekleme süresi.
iğfal
Gaflete düşürerek kandırma, aldatma.
iğfal eden
Gaflete düşürerek kandıran, aldatan.
iglak
Karıştırmak. Kapamak. Muğlak yapmak. Anlaşılmaz hâle koymak.
Zorla iş yaptırmak.
Edb: Sözü karışık ve anlaşılmaz surette söyleme.
ihaleten
İhale ederek, ihale suretiyle.
ihaşe
Avı, tuzağa düşürebilmek için sürüp götürme.
ihlas / ihlâs
Samimiyet, doğruluk, riyasızlık. Kur'ân-ı Kerim'in 112. Sûresi.
ihlas suresi / ihlâs sûresi
Kur'an-ı Kerim'de şirkin ve küfrün envâını reddedip, tevhidi ilân eden 112. Sure. Bu sureye: Esas, Tevhid, Tefrid, Tecrid, Necat, Velâyet, Marifet, Samed, Muavvize, Mazhar, Berâe, Nur, İman suresi de denilmektedir. Maâni, Müzekkire gibi isimleri de vardır.
Kur'ân-ı kerîmin yüz on ikinci sûresi. Tevhîd, Tefrîd, Tecrîd, Necâd, Vilâyet ve Mârifet sûresi de denilmiştir.
ihlas-ı şerif / ihlâs-ı şerîf
İhlâs Sûresi; Kur'ân'ın 112. sûresi.
ihlas-perverane
Temiz yürekli, ihlas sahibi bir kimseye yakışacak surette.
(Farsça)
ihrakan
Yakmak suretiyle.
ihram / ihrâm
Mîkât denilen mahalde (yerde) hacca veya umreye niyet ederek, peştemal gibi dikişsiz iki parça örtüyü giymek ve telbiye getirmek sûretiyle, daha önce mubah (serbest) olan bâzı şeyleri kendine haram kılmak yâni bunları yapmaktan sakınmak. İhrâmlı kims eye muhrim denir. İhrâm elbisesinin belden aşağı
ihraz
Nail olmak. Erişmek.
Kazanmak. Kesbetmek.
Birisini güzel bir surette korumak.
ihsanen
İhsan suretiyle. Bağışlayarak, lütuf ve iyilik ederek.
ihtikar / ihtikâr
Vurgunculuk; fazladan kazanç sağlamak amacıyla, hayat için zarurî olan ihtiyaç maddelerini satın alıp fiyatı artsın diye bir süre saklama.
ihtikaren / ihtikâren
İhtikâr suretiyle, vurgunculukla.
ihtilaken
İhtilak suretiyle, yalan uydurarak.
ihtisaren
İhtisar suretiyle, muhtasar olarak, kısaltarak, tafsilâtsız, kısaca.
ikan
İyi ve yakînen bilmek.
Sağlam bir iş.
Yakin hasıl etmek ve edilmek suretiyle bilmek.
ikdamat
(Tekili: İkdam) İlerlemeler. Sürekli çalışmalar.
ikra / oku / اقرأ
Arapça'da "oku" anlamına gelir. Alak suresinin ilk ayeti "ikra bismirabbikellezi alak" (oku, yaradan Rabbinin adıyla oku)
ikramen
İkram olarak. Ağırlama suretiyle. Hürmet, tazim ve saygı için.
iktibas
Bir söz veya yazıyı olduğu gibi veya kısaltarak almak. Birisinden ilmen istifade etmek. İstifade suretiyle almak, alınmak.
Söz arasında Kur'an-ı Kerimden veya Hadis-i Şeriftden veya başka makbul eserlerden bir cümlenin kâmilen veya kısmen az tasarruf ile veya tasarrufsuz alınması.
iktibasen
İktibas suretiyle. Faydalanma yoluyla alarak. Parça alarak.
iktitab
Yazılmış olan bir şeyin kopyasını çıkarma, suretini alma.
ila ahir-i sure / ilâ âhir-i sûre
Sûrenin sonuna kadar.
ila-maşaallah / ilâ-mâşaallah
Allah'ın dilediği, müsaade ettiği sürece.
illa / illâ
(İstisnâ edatıdır) Maadâ, olmadığı suretle, alel-husus, mutlaka, illâ, meğer, aksi hâlde, ne olursa olsun, bâhusus, ancak (gibi mânalara gelir).
ilm
Bir şeyi hakkıyla bilmek, anlamak. Cehlin zıddı.
Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından. Her şeyi bilmesi.
Bir şeyin sûretinin, görünüşünün zihinde şekillenmesi, bilme, bilgi.
ilm-i huduri / ilm-i hudûrî
Bir şeyi, zihinde onun sûreti (görüntüsü) meydana gelmeksizin bilmek.
ilm-i husuli / ilm-i husûlî
Bir şeyi onun sûreti, görüntüsü zihinde bulunduğu müddetçe bilmek. O şeyin zihindeki sûreti yok olunca, o şey unutulur. Bundan dolayı ilm-i husûlî devamlı değildir.
iltizamen
İltizam yoluyla, iltizam suretiyle.
ilyasin / ilyasîn
İlyas demektir. Bazı kıraetlerde "âl yasin" okunduğundan, her iki kıraete de mutabık olmak için imlâsı, "el yasin" suretinde yazılır.Yasin, İlyas Aleyhisselâm'ın babası olmakla Âl-i Yasin, yine İlyas demek olur. Yasin bir de Resul-i Ekrem'in isimlerinden olduğuna göre, bazıları Âl-i Yasin'den murad;
iman-ı kamil / îmân-ı kâmil
Olgun îmân. Mü'minlerin ibâdet ederek Allahü teâlânın emirlerini yapıp, haramlardan kaçınmak sûretiyle, parlayan, kuvvetli ve olgun îmânı. En üstün derecedeki îmân.
iman-ı tahkiki / iman-ı tahkikî
İmana aid bütün mes'eleleri yakînî surette tedkik ile bilmek ve yaşamak ve tahkikî iman derslerini veren ve taklidî imanı tahkike tebdil eden eserleri sadakatla okumak neticesinde hâsıl olan sağlam, sarsılmaz iman. (Mü'minin kalbi tasdik nuru ile o derece münevver olmasıdır ki, o nur bütün letaif-i
imtisal
Nümune kabul etme.
Uymak. Ayrılmamak üzere inkıyad etme.
Mesel ve kıssa söyleme.
Bir şeyin suretine girme.
Muvafakat ve mutabakat etme.
Katili kısas etme.
imtizackar / imtizackâr
Uyuşarak, anlaşarak, karışarak. Kaynaşmağa müsait surette.
(Farsça)
inabe / inâbe
Bir büyüğe, evliyâ bir zâta intisab etmek, bağlanmak sûretiyle yapılan tövbe.
inabe yolu / inâbe yolu
Müridlik. Sâlikin (tasavvuf yolunda) nefsin isteklerini yapmamak ve istemediklerini yapmak sûretiyle ve çeşitli sıkıntılara katlanarak Allahü teâlâya kavuşma yolu.
inayet-i sermediye / inâyet-i sermediye
Allah'ın sürekli olan nizamı, devamlı olan düzeni.
inayetkarane / inayetkârâne
İnayet edene yakışır surette. Yardım ve iyilikte bulunan kimseye yakışacak şekilde.
(Farsça)
infitar suresi / infitar sûresi
Kur'ân-ı kerîmin seksen ikinci sûresi.
inkılab ale-l a'kıb / inkılâb ale-l a'kıb
Ökçeler üzerine dönmek demektir ki, asker yürüyüşünde olduğu gibi, tam sağdan veya soldan geri dönmektir. İki ökçeyi birden yerinde çevirmek suretiyle inkılâb ale-l a'kıb, ayakları çaprazlaştırdığından yürümeyi imkânsız bırakır. Kur'an'da bu tâbir ya harbde firardan kinaye veya dinde irtidaddan meca
inkılab-ı zaman / inkılâb-ı zaman
Zamanın değişimi; yönetimdeki değişim süreci.
inkıta-i hilafet / inkıta-i hilâfet
Halifelik kurumunun bir süre kesintiye uğraması.
inkıyaden
İnkıyad suretiyle. Teslim olarak. İtaat ederek, boyun eğerek.
inna lillah ve inna ileyhi raci'un / innâ lillah ve innâ ileyhi râci'ûn
Belâ ve musîbet gelince veya kötü bir haber duyunca okunan, Bekara sûresinin; "Biz Allahü teâlânın kullarıyız (vefât ettikten sonra diriltilip yine) O'na döneceğiz" meâlindeki yüz elli altıncı âyet-i kerîmesi.
insan suresi / insan sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 76. Suresi olup "Dehr, Ebrar, Emşac, Hel-etâ Suresi" de denir.
Kur'ân-ı kerîmin yetmiş altıncı sûresi.
inşikak suresi / inşikâk sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 84. Suresi olup İnşakkat suresi de denir. Mekkî'dir.
Kur'ân-ı kerîmin seksen dördüncü sûresi.
inşirah suresi / inşirâh sûresi
Kur'an-ı Kerimin 94. Suresidir.
Kur'ân-ı kerîmin doksan dördüncü sûresi.
intiha-i terakkiyat-ı hayat-ı ahmediye
Hz. Peygamberin (a.s.m.) hayatı süresince katettiği mânevî mertebelere yükselme ve ilerlemesinin en son noktası.
intihab
Kapışmak. Yağma suretiyle mal almak.
intikalen
İntikal suretiyle.
intizam-ı muttarid
Sürekli düzenlilik.
irade-i seniyye
Padişahın, bir işin yapılması veya yapılmaması hakkında verdiği emir. İrade eskiden şifahî, yani ağızdan emir vermek, yahut kendi el yazısı ile yazmak suretiyle verilirdi. Sonradan iradeler mabeyn baş kâtibinin imzasını taşıyan yazılı kâğıtla bildirilmeğe başlamıştır.
Çok yüksek ve m
irkaben / irkâben
Bindirerek, irkâb suretiyle.
irşad-ı gaybi / irşad-ı gaybî
Gaybî irşad; gelecekteki hâdiselere işaret etmek suretiyle rehberlik yapma.
işaret
Bir şeyi bir vasıta ile (el, göz, kaş veya parmakla) göstererek bildirmek.
Nişan, alâmet, belli bir iz.
Ist: Doğrudan doğruya olmadan, hatırlatma suretiyle verilen emir.
ism-i a'zam
En büyük isim. Allahü teâlânın bütün sıfatlarını kendinde toplayan ism-i şerîfi. Hadîs-i şerîfte İsm-i A'zamın Bekara ve Âl-i İmrân sûrelerinde olduğu bildirilmiştir. Bâzı âlimler, İsm-i A'zamın "Allahu lâ ilâhe illâ huvel hayy-ul-kayyûm" bâzıları "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimî
isra suresi / isrâ suresi / isrâ sûresi
Kur'an-ı Kerim'de 17. Suredir. Mekkidir.
Kur'ân-ı kerîmin on yedinci sûresi.
işrab
(Şürb. den) İçirme veya içirilme.
Bir maksadı açıktan değil de, dolayısıyla gösterme. Kapalı surette anlatma.
istibdadkarane / istibdadkârane
İstibdad idaresi gibi. Kendi kendine, kanunları ve kimseyi tanımadan idare eder surette.
(Farsça)
istibra / istibrâ
Temizlenme.
Erkeklerin küçük abdesti yaptıktan sonra yürüyerek, öksürerek veya sol tarafa yatarak, idrar yolunda damlalar bırakmaması. Kadınlar istibrâ yapmaz.
Nikâhla alınacak dul bir câriyenin hâmile olup olmadığını bilmek ve şüpheye yer vermemek için bir temizlik müddeti geçip tekr
istidlalen
İstidlal suretiyle, delil ile.
istiğlalen
Gayrimenkulü rehine koymak suretiyle.
istihfafkar / istihfafkâr
Ehemmiyet vermeyerek. Küçümsemek suretiyle. Tahfif ve tahkir ederek.
(Farsça)
istihzar
Huzura gelme, hazır etme, huzura dâvet etme.
Hazırlama, bir şeyi hatıra getirme.
Konferans verecek olan hatiplerin okumak ve araştırmak suretiyle evvelce hazırlanması.
istikra / istikrâ
Birey veya olayları tek tek inceleyerek onlardaki ortak vasıfları tesbit etmek sûretiyle çıkartılan genel sonuç; tümevarım, endüksiyon; yani peygamberleri tek tek araştırıp "peygamberliğin sebebi olan küllî esaslar"ı tespit etmek bir istikra işlemidir. İşte bu esaslar Peygamber Efendimizde en mükemm
istilam
Öpmek veya el sürmek. Selâm vermeyi isteme.
Kâbeyi tavaf esnasında Hacer-ül Esvede el sürmek, el süremese el işareti ile öper gibi yapmak, okşamak.
istimhal / istimhâl / استمهال
Ek süre isteme.
(Arapça)
istimrar / istimrâr / استمرار / اِسْتِمْرَارْ
Devam etme, süreklilik.
Süreklilik.
(Arapça)
Sürekli olma.
istinsah / istinsâh
Nüshasını çıkarma, bir sûretini çıkarma, kopye etme.
istirca' / istircâ'
Belâ ve musîbet zamânında veya kötü bir haber duyunca "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ûn (Muhakkak ki Allahü teâlânın kullarıyız, vefât ettikten sonra diriltilme ve neşr ile yine O'na döneceğiz) (Bekara sûresi: 156) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuya rak Allahü teâlâya sığınmak.
istişfaen
Derdine derman aramak gayesiyle. Şifa istemek suretiyle.
istitraden
Edb: Bir bahis anlatırken, söz gelimi, başka bir mes'eleyi de anlatıvermek suretiyle.
ıtk ala mal / ıtk alâ mal
Bir köle veya cariyenin kitabet suretiyle olmaksızın cins ve miktarı malum bir mal veya muayyen bir hizmet mukabilinde azad edilmesidir. Buna "Itk alâ cu'l" da denir.
ıtk-ı muallak
Bir şarta talik suretiyle vuku bulan ıtkdır. Bir kimsenin kölesine "şu işi yaparsan hürsün" demesi gibi ki, köle o işi yapınca azad olur.
itminankarane / itminankârane
İtminan göstermek suretiyle.
(Farsça)
ittisafkarane / ittisafkârane
Vasıfları belli olur surette. Bir hal takınarak.
(Farsça)
izafeten
İsnad etmek suretiyle, isnad ederek, ona bağlıyarak.
izafi / izafî
İzafetle alâkalı, izafete dâir. Ona bağlamak suretiyle. Alâkalı göstererek.
izn-i bari / izn-i bâri
Varlıklara biçim verip şekillendiren ve onları mükemmel bir surette yaratan Allah'ın izni.
kabul-i adem
Kalben ademi kabul etmektir. Hakkı inkâr etmek, hatalı bir hüküm ve itikattır. Hak mesleği kabul etmeyip indi ve şahsi görüşünü ileri sürerek başka bir yolda gitmektir, bir iltizamdır. İmânın zıddına şahsi görüşüne tâbi olmak, bâtılı kabul etmektir.
kaburga
Göğüs kemiklerinin beheri. Göğüs kemiklerinin bel kemiğine bağlanmak suretiyle meydana getirdikleri şeklin bütünü.
Gemi, sandal, kayık gibi deniz nakil vasıtalarının hayvan kaburgasına benzeyen ve omurga üzerine kaldırılan eğri ağaçları.
kadim-i baki / kadîm-i bâkî
Varlığının başlangıcı olmayan ve sürekli hayat sahibi Allah.
kadr (kadir) suresi / kadr (kadir) sûresi
Kur'ân-ı kerîmin doksan yedinci sûresi.
kadr suresi
Kur'an-ı Kerim'de 97. sure olup İnna Enzelna diye de söylenir.
kaf suresi / kâf sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 50. suresidir. Bâsikat ismi de verilir. Mekkîdir.
Kur'ân-ı kerîmin ellinci sûresi.
kafirun suresi / kâfirûn suresi / kâfirûn sûresi
Kur'an-ı Kerim'de 109. sure olup El-Kâfirûn da denilir.
Kur'ân-ı kerîmin yüz dokuzuncu sûresi.
kahilane / kâhilane
Tembelce, tembelcesine, tembel olana yakışır surette.
(Farsça)
kaid
(A, uzun okunur) Süren. Sevkeden.
Koyunların önünden giden ve "Küsem" denilen koyun.
Yedeğine alıp çeken. Çavuş. Serasker, kumandan.
Sıradağ.
Geniş ark.
kalem suresi / kalem sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 68. suresinin ismidir. Mekkîdir.
Kur'ân-ı kerîmin altmış sekizinci sûresi. Nûn sûresi de denir.
kalen
(A, uzun okunur) Söylemek suretiyle. Söyleyerek.
kalenderane / kalenderâne
Kalenderce. Kalender olan bir kimseye yakışır surette.
(Farsça)
kalıb
(Ka, uzun okunur) Hususi bir biçim, bir şekil alması istenen bazı şeylerin konmasına mahsus araç. (Buz kalıbı, çizme kalıbı gibi)
Hususi surette dökülmesi istenen şeylere mahsus zarf.
Beden, vücut, gövde.
Şekil ve suret nümunesi, örnek.
Bir kalıba dökülmüş vey
kalkale
Bir şeyi titretmek.
Tecvidde: Okurken harflerin üzerinde birden durarak harfi, mahrecinden çıkar çıkmaz kesmek suretiyle bu harfleri tekrar okumak. Kalkale ile okunan harfler şunlardır: Kaf, tı, ba, cim, dal. (Hakk kelimesinde okunduğu gibi)
kamer suresi / kamer sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 54. Suresinin ismi olup İktarabet Suresi de denir. Mekkîdir.
Kur'ân-ı kerîmin elli dördüncü sûresi.
karabet-i nesebiyye
Aynı soydan gelmek suretiyle olan asli hısım ve akrabalık.
karia / kâria
Pek şiddetli rüzgâr,
Ansızın gelen büyük belâ.
Kıyamet.
Belâdan kurtulmak üzere okunan "el-Kariâtü" sûresi.
karia suresi / kâria sûresi
Kur'an-ı Kerim' in 101. Suresidir ve Mekkîdir.
Kur'ân-ı kerîmin yüz birinci sûresi.
karin
Yakın. Hısım. Akraba.
Arkadaş. Yaşı aynı olan arkadaş. Refik. Komşu.
Bir şeyi elde eden, nâil olan.
Pâdişahın daimi surette yakınında bulunan. Mâbeynci.
kasas suresi / kasas sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 28. Suresidir. Mekkîdir. (Kısas da denir.)
Kur'ân-ı kerîmin yirmi sekizinci sûresi.
katran
(Katıran) Siyah, sert kokulu, süretle yanan, hararetli, keskin ve suda erimeyen bir madde.
kavmiyetçilik
İslâmiyetin âyet-i kerime ve hadis-i şerifle men'ettiği, soy sop üstünlüğü ileri sürerek, kendi kavminden olmayanlardan ayrılmak ve onları hakir görmek.
kayd-i hayat
Yaşadığı sürece, ölene dek.
kayyum-u sermedi / kayyûm-u sermedî
Varlığı sürekli olan ve herşeyi her an ayakta tutan Allah.
kaziye-i zaruriyye
Man: Tasdikat-ı akliyyeden olmakla zıddı mümkün olamıyacak surette kat'i olan bir nevi kaziyyedir.
kecbin
Şaşı.
(Farsça)
Eğri gören.
(Farsça)
Yanlış ve ters düşüren.
(Farsça)
kefalet-i nakdiye
Bir hususu te'min için depozite yatırmak suretiyle kefil olma.
kefaleten
Kefil olarak. Kefillik suretiyle.
kehf
Kur'ân-ı Kerimin 18. sûresi.
kehf suresi / kehf sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 18. suresidir. Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin on sekizinci sûresi.
kehhal
Gözlere sürme süren.
Göz doktoru.
kelime-i zikriye
Sürekli anılan ve tekrar edilen cümle.
kemal-i sermedi / kemâl-i sermedî
Sürekli devam eden mükemmellik.
kemal-i sermediyet / kemâl-i sermediyet
Tam ve kusursuz süreklilik.
kenz suresi
Fâtiha Suresi.
keramet-i ilmiye
İktisab suretiyle olmayıp, vehbi yani Cenab-ı Hakk'ın atiyyesi olarak geniş bir ilme mazhariyyetten hâsıl olan ilmi keramet.
İlim tahsili ile çok büyük ilim sâhibi olan bir allâmeden çok daha yüksek vâsi' ve hârikulâde bir ilme mazhar bulunan, hem ilmî dehâsı ve fart-ı zekâsı tecrübe
kerimane
Kerim olana mahsus hâlde. Lutfederek. Kerime hâs bir suretde.
(Farsça)
kesane
İnsan gibi. İnsana yakışır şekil ve surette.
(Farsça)
keşişane / keşişâne
Keşişe yakışır yolda. Papaza uygun şekil ve surette.
(Farsça)
ketumane
Ketum olup ağzı sıkı olan, herşeyi söylemiyen kimseye yakışır surette.
(Farsça)
kevser
Allahü teâlânın Kevser sûresinde Peygamber efendimize verdiğini bildirdiği büyük ihsân. Âhirette Cennet'te Peygamber efendimize âit meşhûr nehir veyâ kıyâmet (hesâb) günü Cehennem üzerindeki Sırat köprüsü geçilmeden önce Peygamber efendimizin ve ümme tinin başına geldikleri meşhûr havuz.
kevser suresi / kevser sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 108. Suresi.
Kur'ân-ı kerîmin yüz sekizinci sûresi.
kibarane
Büyük adamlara, nâzik ve görgülü kimselere yakışır şekil ve surette.
(Farsça)
kimya-yı saadet
Rezaletlerden sakınıp nefsi tehzib ve tezkiye ve faziletleri kazanmak sureti ile nefsi tahliye etmek, süslemek, tezyin etmek.
İmâm-ı Gazalinin bir eserinin ismi.
kinayeten
Hem gerçek, hem de mecâzi mânâya gelebilecek bir sözü mecaz yönüyle kullanmak suretiyle, maksadını kapalı bir şekilde, dolaylı anlatarak.
kıraat-ı fatiha
Fatiha Sûresinin okunması.
kıraet / kırâet
Okuma, ibare sökme, düzgün ve sürekli okuma. Kur'ân okuma.
kıraeten
Okuyarak, okumak suretiyle.
kiraren
Tekrar tekrar, çok sefer, tekrar suretiyle.
kısar-ı mufassal
Kur'an-ı Kerim'de 99. sure olan Zilzal suresinden 114. olan Nas suresine kadar olan surelerdir.
kıyafet
Bir şeyin dış görünüşü, zâhiri.
Bir kimsenin giydiklerinin bütünü.
Heyet, şekil, suret.
Feraset.
Bir kimsenin ardınca olmak.
kıyame suresi / kıyâme sûresi
Kur'ân-ı kerîmin yetmiş beşinci sûresi.
kıyamet suresi
Kur'an-ı Kerim'in 75. Suresi olup "Lâ Uksimu" Suresi de denir. Mekkidir.
kıyamet-i mükerrere-i nev'iye / kıyâmet-i mükerrere-i nev'iye
Her bir varlık türünde sürekli olarak tekrarlanan ve kıyameti andıran var olma ve yok olma hadiseleri.
kıyas-ı hadsi-i hafi / kıyas-ı hadsî-i hafî
Gizli olan hükmün illetine (sebebine) güçlü bir sezgi ile (zihnin hemen intikali olan hads ile) ulaşmak sûretiyle yapılan kıyas; yani peygamberlik sebebi olan bütün peygamberlerdeki esasların Peygamber Efendimizdeki (a.s.m.) esaslar ile kıyaslanmasıdır ki, zihin bu esasların Peygamber Efendimizde da
komisyon
Meclis şubesi. Hususi surette teşkil olunan meclis.
(Fransızca)
Ticarette vasıtalık etme, dellâllık ücreti.
(Fransızca)
kulakıl
İhlâs ve Muavvezeteyn sureleri.
kunut duası / kunût duâsı
İtâat etme, ibâdet. Hanefî mezhebinde, vitir namazının üçüncü rek'atinde zamm-ı sûre okunduktan sonra; Şafiî mezhebinde, sabah namazının farzının ikinci rek'atinde rükûdan kalktıktan sonra ve Ramazân-ı şerîf ayının yarısından sonra vitir namazının üç üncü rek'atinde rükûdan kalktıktan sonra okunan d
kur'an'ın i'cazı / kur'ân'ın i'câzı
Kur'ân'ın mu'cizeliği, bir benzerini yapma konusunda başkalarını acze düşürecek derecede olağanüstü olması.
kur'an-ı azim-i hakim / kur'ân-ı azîm-i hakîm
Her âyet ve sûresinde sayısız hikmet, mu'cize ve faydalar bulunan yüce, büyük Kur'ân.
kur'an-ı hakim / kur'ân-ı hakîm
Hikmetli Kur'ân; her âyet ve sûresinde sayısız hikmetler bulunan Kur'ân.
kur'an-ı hakim ve kerim / kur'ân-ı hakîm ve kerîm
Her âyet ve sûresinde sayısız hikmet, mu'cize ve faydalar bulunan Kur'ân.
kur'an-ı hakimin nuru / kur'ân-ı hakîmin nuru
Her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve mu'cizeler bulunan Kur'ân'ın nuru, aydınlığı.
kurb-i velayet / kurb-i velâyet
Velâyet, evliyâlık yoluna âit yakınlık. Allahü teâlâdan gelen feyz ve bereketlere, arada vâsıta bulunmak sûretiyle kavuşma.
kureyş suresi / kureyş sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 106. Suresidir. Liilâfi Suresi de denir. Mekkîdir.
Kur'ân-ı kerîmin yüz altıncı sûresi.
kutniye
Aşure tatlısı.
kuvve-i musavvire
Cenâb-ı Hakkın izni ve kanunu ile maddiyatın şekil ve suretini alma kabiliyeti
küvviret suresi
Kur'an-ı Kerim'de 81. Suredir. İzeşşemsü Küvviret veya Tekvir Suresi de denir. Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
la ilahe illallah zikri / lâ ilâhe illâllah zikri
"Allah'tan başka ilâh yoktur" mânâsına gelen kelime-i tevhidin sürekli olarak tekrarlanması.
lafz-ı müşterek
Huk: Birçok müsemması bulunan lafızdır ki, hangi mânâ kasdolunduğu taayyün etmediği surette mânasız addolunur, onunla amel olunmaz.
layenkatı / lâyenkatı / لاینقطع
Kesintisiz, sürekli.
(Arapça)
leheb suresi
Kur'an-ı Kerim'in 111. suresi olup "Tebbet, Mesed" Suresi de denir. Mekkîdir.
leş
Kendiliğinden ölen veya Besmelesiz kesilen veya kesilmeyip de başka sûretle öldürülen veya Ehl-i kitâb olmayan kâfir ve mürtedlerin kestikleri yenmesi haram hayvanlar. Ölmüş hayvan.
levh
Görünen ibretli manzara.
Üzerinde yazı veya şekil çizilebilir düzlük.
Seyredilen yerin çizili sureti.
Ayet, hadis veya büyüklerin ders verici sözleri. Yazılı şey.
Şimşek çakmak.
Susamak.
Zâhir olmak.
Çalıp almak.
levvame / levvâme
Sürekli kendini kötüleyen nefis.
leyl suresi / leyl sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 92. Suresinin ismidir.
Kur'ân- kerîmin doksan ikinci sûresi.
lian
Lânetleşmek. İki kişinin birbirini lânetlemesi.
Fık: Zevc ile zevcenin hâkim huzurunda şer'i usulüne uygun olarak dörder defa şahitlikte bulunduktan sonra, nefislerine lânet ve gadab okumak suretiyle olan yeminleri. Buna: Mülâene, telâun, iltiân da denir.
liin / liîn
Bostanlarda dikilen ve höyük denilen suret.
lokman suresi / lokman sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 31. Suresi olup Mekke-i Mükerreme'de nazil olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin otuz birinci sûresi.
Kur'ân-ı Kerimin 31. sûresi.
ma'nevi huzur / ma'nevî huzûr
Allahü teâlâyı anarak emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınmak sûretiyle kalbde meydana gelen rahatlık.
ma'un suresi / mâ'ûn sûresi
Kur'ân-ı kerîmin yüz yedinci sûresi.
maal-memnuniyye
Memnun olmak suretiyle. İsteyerek. Gönül rızası ile. Memnuniyetle.
mabadı var / mâbadı var
Devam edecek, sürecek, arkası var.
(Arapça - Türkçe)
maderane / mâderane
Annece. Anaya yakışır surette.
(Farsça)
maglubane
Mağlub olana yakışır surette. Yenilmiş bir kimseye uygun şekilde.
(Farsça)
mahall-i suver
Sûret ve fotoğrafların çekilip depolandığı yer.
mahbub-u layezali / mahbub-u lâyezâlî
Sürekli var olan, asla yok olmayan, sonsuz sevgili, Allah.
mahbub-u sermedi / mahbub-u sermedî
Varlığı sürekli olan sevgili, Allah.
mahkum-u mutlak / mahkûm-u mutlak
Mutlak sûretle hüküm altında bulunan, başkasının hüküm ve iradesiyle her yönden sınırlı olan.
mahlukat-ı seyyare / mahlûkat-ı seyyâre
Sürekli hareket eden varlıklar.
mahrurane / mahrurâne
Ateşli ateşli. Hararetli bir surette.
(Farsça)
mahya
Ramazanlarda, kandillerde veya bayramlarda çifte minâreli olan camilerde iki minare arasına gerilen ipe asılmak suretiyle ışıklarla yazılan yazı veya yapılan resim.
Dam çatısında iki eğik sathın birleştiği çizgi ve buradaki aralığı kapatmak için kullanılan uzunca, oluk biçiminde kire
maide
Yemek sofrası. Üzerinde nimetler bulunan sofra. Ziyafet.
Kur'an'ın 5. Suresinin adıdır ve Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.
Yemek yenilen sofra, yemek, ziyafet.
Kur'ân-ı Kerim'in
sûresi.
maide suresi / mâide sûresi
Kur'ân-ı kerîmin beşinci sûresi.
makasir
(Tekili: Maksure) Bir hânedeki en mahrem taraflar. Bir evin en mahrem tarafları.
Câmilerde etrâfı parmaklıklarla çevrili yüksek yer.
mal
"Süren, sürülen, sarılan, takılan" anlamlarıyla terkibler yapılmada kullanılır. (Meselâ: Pâymal: Ayak altında çiğnenen)
(Farsça)
manevi tevatür / mânevî tevatür
Yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan bir topluluğun bir hadis-i şerifi mânâ yönünden aktarması veya aktarılırken susmak suretiyle doğruluğunu tasdik etmesi.
mantıki kıraet / mantıkî kırâet
Acele etmeyerek fakat imlâ kaidelerine dikkat ederek, yâni virgüllerde biraz, noktalı virgüllerde biraz daha durmak, teâcüb ve istifhamları anlatmak, muhaverelerde konuşanların sözlerini ayırmak suretiyle okumaktır.
maslahatkarane / maslahatkârâne
Maslahata, işe ve maksada uygun surette.
(Farsça)
masluben
Asılarak, asılmış olduğu hâlde. Asılma suretiyle.
maşuk-u layezali / mâşuk-u lâyezâlî
Varlıklar tarafından çokça sevilen ve sürekli var olan Allah.
matiyye-ran / matiyye-rân
Bindiği hayvanı yola süren.
maun suresi / mâun suresi
Kur'an-ı Kerim'in 107. Suresidir. "Eraeyte Suresi" de denir.
maye-i bekà / mâye-i bekà
Bekà mayası; bekàyı ve süreklilği sağlayan maya.
mazlumane
Zulüm görmüşe yaraşır surette.
Sessizce. Sessizlikle.
mazrufen
Zarf içinde olarak. Zarflı surette.
mearic suresi / meâric sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 70. Suresi olup Seele veya Mevaki Suresi de denir ve Mekkîdir.
Kur'ân-ı kerîmin yetmişinci sûresi.
mecmu-u sure / mecmu-u sûre
Sûrenin tamamı.
mecnunane
Delice, divanece. Mecnunlara ve delilere yakışır surette.
(Farsça)
mededcuyane
Medet isteyene, yardım arayana yakışacak surette.
(Farsça)
medeni / medenî
Faziletli, terbiyeli, kibâr.
Medineli. Şehirli.
Kur'an-ı Kerimin Medine şehrinde nâzil olan âyet ve sureleri.
Şehirli.
Medine'li.
Terbiyeli, kibar, nazik,
Medine'de nazil olan sûre veya âyet.
Topluluk hâlinde yardımlaşarak yaşayan, kibâr, nâzik, terbiyeli, görgülü kimse.
Medîne'de nâzil olan âyet-i kerîmeler ve sûreler.
medid
Devamlı. Çok uzun süren.
Uzatılmış. Çekilmiş.
medine sureleri / medine sûreleri
Medine'de inen sûreler.
mehal
Süre, mühlet, vâde.
Korku yeri.
mehdi-misal
Mehdiye benzer surette. Mehdi gibi hidayete vesile olan.
mehl / مهل
Süre tanıma.
(Arapça)
mekki / mekkî
Mekke'den olan. Mekke'ye dâir ve mensub.
Mekke'de nâzil olan âyet veya sure.
Mekke ile ilgili, Mekkeli, Mekke'de nazil olmuş âyetler veya sûreler.
mekki sureler / mekkî sûreler
İçerisindeki âyet-i kerîmelerin çoğunun Mekkî (hicretten önce inmiş) yâhut, baş kısmı Mekkî âyet-i kerîmeler olan sûreler.
mekkiye sureler / mekkiye sûreler
Mekke'de inen sûreler.
mekkiye sureleri / mekkiye sûreleri
Mekke'de inen sûreler.
mekr
Bir kimseye, hiç beklemediği, ummadığı yerden hîle yapmak, tuzak kurmak sûretiyle zarar vermeye çalışmak.
İstidrâc yâni Allahü teâlânın bir kimseye bir müddete kadar devamlı olarak hakkında hayırlı olmayan nîmetler verip, onun da bunu Allahü teâlânın bir lütfu ve ihsânı, tuttuğu yolu
mel'anetkarane / mel'anetkârane
Lânete müstehak surette.
(Farsça)
memsuh
Suratı, daha çirkin şekle sokulmuş. Biçimsiz ve çirkin surete girmiş olan.
Biçimsiz ve çirkin surete girmiş.
menazır-ı sermediye / menâzır-ı sermediye
Devamlı, sürekli manzaralar.
menfi
Sürgün edilmiş, sürgün.
Bir şeyin tersini ileri süren.
Olumsuz.
mensucat / mensucât
Bez veya kumaş gibi dokumak suretiyle yapılan tezgâh veya fabrika mahsulü mallar.
merdane
Erkekçesine. Merdcesine. Er'e yakışır surette.
(Farsça)
Matbaada baskı, baskı makinelerinde ve ofset makinelerinde ise plâteye değerek mürekkeb vermek; ve toprağı bastırmak gibi çeşitli işlerde kullanılan silindir.
(Farsça)
Yufka açmağa yarıyan oklava.
(Farsça)
Erkek ayakkabısı.
(Farsça)
merhametperverane
Acıma ve şefkat ile, esirgeyip acımak suretiyle.
(Farsça)
merhemsay / merhemsây
Merhem süren. Çare ve deva bulan.
(Farsça)
merkez
(Rekz. den) Bir şeyin ortası. Vasat. Yol. Durum, vaziyet. Hal, suret.
Şubeleri bulunan bir teşkilâtın idâre olunduğu ve emir veren yeri, makamı. Bir şeyin en işlek yeri. Teşkilât olan yerin en yüksek makamı.
Geo: Dairenin orta noktası. Çaplarının kesim noktası.
meryem
Kur'ân-ı Kerimin 19. sûresi.
meryem suresi / meryem sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 19. Suresidir.
Kur'ân-ı kerîmin on dokuzuncu sûresi.
mes'al
Boğazda öksürecek yer.
mesh
Bir şeyin suretini çirkin ve kötü hale çevirmek.
Hayvanı kovarak koşturup onu sıkıştırmakla yormak, bitâb hale getirmek.
meşhur hadis veya hadis-i meşhur
Asr-ı evvelde, Ahâdi hadis kabilinden iken ikinci asırda iştihar edip, kizb üzerine ittifakları aklen tecviz olunmayan bir cemaat tarafından rivâyet olunan hadis. İlm-i yakin derecesinde karib bir surette kalbe itmi'nan verir.
mestane
Sarhoşcasına. Sarhoş bir kimseye yakışır surette.
metin / metîn
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden). Kudretli, kâmil (kusursuz, noksansız) olan, hiçbir sûrette za'fiyet, âcizlik, güçsüzlük meydana gelmeyen.
Hadîs-i şerîfi rivâyet eden (nakleden) râvîlerin (zâtların) sıra ile isimleri demek olan sened kısmından sonra gelen hadî
metn
Sağlam ve sert yer.
Yüksek yer.
Her nesnenin yüzü, üstü, arka ve ortası.
"Vurmak ve seyr" mânâsına mastar.
Bir yazının tamamı. Yazının aslı veya sureti.
mev'iza
Mev'ize. Öğüt. Nasihat.
Bir cemaate veya kimseye kalbini yumuşatacak ve iyiliğe sevkedecek surette hakikatları ders vermek.
mevcud-u lemyezel
Varlığı zevâl bulmayan, sürekli var olan Allah.
mevcudat-ı dehhaşe-i seyyale-i mütemevvice
Dalgalar hâlinde sürekli akıp gitmekte olan pek korkunç varlıklar.
mevkute
Süreli yayın.
mevt-i esved
Boğazı sıkılmak veya suya atılmak suretiyle husule gelen ölüm.
meysurat
(Tekili: Meysur ve Meysure) Kolaylatılmış şeyler. Asan edilmiş şeyler.
meyte
Ölmüş veya besmelesiz kesilen yâhut kesilmeyip başka sûretle öldürülen hayvan.
mezamir / mezâmir
Zebur kitabının sureleri.
Düdükler.
Zebur kitabının süreleri.
mezcen
Karıştırmakla. Katma suretiyle.
mezmur
Terennümle okunan kaside, ilâhi ve münâcat.
Hz. Dâvuda (A.S.) inen "Zebur"un Surelerinden herbiri.
minessera ilessüreyya
(Mines serâ il-es süreyyâ) Yerden göğe kadar.
minnetdarane
Minnetli olarak. Minnet eder surette.
(Farsça)
minval
Tarz, yol, suret, şekil, usül.
mirazza
Harmanı sürecek döven.
misal / misâl / مِثَالْ
Suretten ibaret (âlem).
misal-i latif / misal-i lâtif
Güzel ve hoş bir örnek, suret, şekil.
misali / misâlî / مِثَال۪ي
Sûretten ibaret.
mizmar
Düdük, kaval.
Mukaddes Zebur Kitabının her bir suresi.
Hançere, nefes borusu.
mu'avvizeteyn / mu'âvvizeteyn
Felak ve Nâs sûrelerinin ikisine berâber verilen isim.
mu'cib
(Aceb. den) Taaccübe, hayrete düşüren. Şaşkınlık veren.
mu'ciz
İnsanı âciz bırakan iş. Aynısını yapmakta başkalarını acze düşüren, kudretsiz kılan, kimsenin yapamıyacağı yolda olan.
mu'cizekarane / mu'cizekârâne
Mu'cize suretinde.
mu'izz / mu'îzz
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Kullarından bâzılarını, maddî ve mânevî mülk ve saltanat vermek sûretiyle, azîz (üstün) kılan.
mü'min suresi / mü'min sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 40. Suresidir. Gafir, Tavl Suresi de denir.
Kur'ân-ı kerîmin kırkıncı sûresi. Gâfir sûresi de denir.
mü'minun suresi / mü'minûn suresi / mü'minûn sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 20. suresidir. Mekke-i Mükerreme'de nâzil olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin yirmi üçüncü sûresi.
mu'terizane / mu'terizâne
İtiraz eder şekilde. Muteriz suretinde.
(Farsça)
muallil
Ta'lil eden. Sonradan bir sebeb ve bahane ileri süren.
Eyyam-ı acuzdan bir gün.
muammer
Ömür süren. Çok yaşamış. Uzun ömürlü, bahtlı.
muavaza / muâvaza
İki tarafın da ivaz vererek, anlaşarak yaptığı akit. Sayışma. Bir şeyi diğer bir şeye bedel, ivaz olarak vermek. Aslı olmadığı halde menfaat celbi için hususi bir surette müzakere ile yapılan hileli iş. Yapmacık.
muavvezetan / muavvezetân
(Muavvezeteyn) Kur'ân-ı Kerim'in son iki suresi. (Dâima okunacak gâyet lüzumlu dersleri verdiği ve her çeşit şerli işlerden Allah'a sığınmayı tavsiye ve emrettiği için bu isim verilmiştir.)
muavvizeteyn
Kur'ân'ın 113. ve 114. sûreleri olan Felak ve Nâs sûreleri.
muazzir
(Özür. den) Ta'zir eden, sahte özür süren.
mübarek geceler / mübârek geceler
İslâm dîninin kıymet verdiği geceler. Kadir, Arefe, Fıtr ve Kurban bayramı ile Mevlid, Berât, Mi'râc, Regâib, Muharrem, Aşûre geceleri.
mubtıl
İptal eden, bozup yanlışa düşüren, batıl ve boş şey ortaya çıkaran.
mücadele suresi / mücâdele sûresi
Kur'ân-ı kerîmin elli sekizinci sûresi.
mücadile suresi
Kur'an-ı Kerim'in 58. Suresi olup Kad-semi' ve Sure-i Zıhâr da denilmiştir.
mücahidane
Mücahid bir kimseye yakışır suret ve şekilde.
(Farsça)
müceddidane
Müceddide yakışır surette. Yenilik yapana yakışır şekilde.
(Farsça)
mucib / mûcib
Hayrete düşüren.
muciddane / muciddâne
Büyük bir çalışkanlıkla. Gayret sahibi bir kimseye yakışır suret ve şekilde.
(Farsça)
müdafaa
Bir hücuma ve zarar veren bir harekete karşı durmak. Def'etmek. Savmak.
Düşman hücumunu men'etmek.
Mahkemede: İddiacının dâvasını def' edecek bir surette bir iddia dermeyân etmek, beyânatta bulunmak.
müdafaaten
Müdafaa ve korunma suretiyle.
müdam
Devam eden. Sürekli. Dâim ve bâki olan.
Mübtelâ olan. (Her nefeste Allah adın de müdamAllah adı ile olur her iş temamSüleyman Çelebi)
müdara
Dost gibi görünme. Yüze gülme.
Başkalarının fikirlerine uyarcasına hareket etmek.
Sulh ve salâh üzere bulunmak. (Meşru bir surette ve iyi bir netice için yapılan müdârâ memduhtur. Fena bir netice için ise, kötüdür; İslâmlığa yakışmaz, İslâm onu men'eder.)
müdayene ayeti / müdâyene âyeti
Borçlu ve alacaklı hakkındaki âyet; Bakara Sûresinin 281. âyeti.
müddessir suresi / müddessir sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 74. Suresi olup, Mekkîdir.
Kur'ân-ı kerîmin yetmiş dördüncü sûresi.
müddet / مدت
Süre.
Süre, zaman.
Süre.
(Arapça)
müddet zarfında
Süre içinde.
müddet-i haps
Hapis süresi.
müddet-i hayat
Hayat süresi.
müddet-i hilafet / müddet-i hilâfet
Halifelik süresi.
müddet-i hilafet-i islamiye / müddet-i hilâfet-i islâmiye
İslâm halifeliği süresi.
müddet-i ikamet
Kalış süresi.
müddet-i mesai / müddet-i mesâi
Mesâi, çalışma süresi.
müddet-i muvakkata / مدت موقته
Geçici süre.
müddet-i ömür
Ömür süresi.
müddet-i saltanat
Saltanat süresi.
müddet-i taharri / müddet-i taharrî
Araştırma süresi.
müddet-i tahsiliye / مدت تحصيليه
Öğrenim süresi.
mudıll
Dalâlete düşüren, doğru yoldan çıkarıp, eğri yola saptıran mânâsına, Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından, güzel isimlerinden.
müebbeden
Dâimî olarak. Ebedî surette.
müeccelen
Te'cil edilmek suretiyle. Müddeti sonraya bırakılarak.
müfe'at
Yılan suretinde olan alâmet.
müfesser
Tefsir edilmiş. izah ve beyan edilmiş. Mânası izah suretiyle bildirilmiş. Açıklanmış.
Beyan-ı tefsir veya takrir edilmiş olması sebebiyle manası "nass" dan daha vâzıh olan sözdür.
Mücmel olmayan söz.
müfettin
(Fitne. den) Meftun ve hayran eden. Şaşkın bir hâle getiren.
Fitneye düşüren.
müfsid
İfsad eden, fenalaştıran. Bozan.
Başlanmış ibadeti bozan.
Nifak koyan, fesad ilka eden. (Hiç bir müfsid, ben müfsidim demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut, bâtılı hak görür. Evet kimse demez "ayranım ekşidir." Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz tic
müfsidane / müfsidâne
İfsad etmek suretiyle. Nifak meydana getirmekle. Fesadlıkla. Ara bozuculukla.
(Farsça)
mugalata / mugâlata
Hatâlı ve yanlış söz, karşısındakini yanıltmak için söz söylemek veya bu sûretle söylenen söz.
muhakkikane
Gerçeği ve hakikatı araştıran bir kimseye yakışır surette. Muhakkik olan bir insana yakışacak şekilde.
(Farsça)
muhalled
(Huld. dan) Ebedî. Dâimî. Bâki. Sürekli olarak kalan.
Sürekli.
Sürekli.
muhalledin / muhalledîn
(Tekili: Muhalled) Sürekli ve dâimî olarak kalan şeyler.
muhalledun / muhalledûn
Bâki ve dâimî olanlar.
Dâimî surette Cennet'te kalacak olanlar.
muhallid
(Huld. den) Ebedîleştiren. Devamlı, sürekli ve ebedî kılan.
muhammed suresi / muhammed sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 47. Suresi olup Kıtal Suresi de denir. Medine-i Münevvere'de nâzil olmuştur.
Kur'ân-ı kerîmin kırk yedinci sûresi.
muhavvifane / muhavvifâne
Dehşetlice. Korkutucu bir vaziyette. Korkutmak suretiyle.
(Farsça)
muhibbane
Severek. Dostça. Dosta yakışır surette.
(Farsça)
muhıkkane
Haklı olarak. Haklı olmak suretiyle. İhkak-ı hak etmek suretiyle.
(Farsça)
mühlet / مهلت
Tanınmış süre.
(Arapça)
Mühlet vermek:
Süre tanımak.
(Arapça)
muhrec
(Huruc. dan) Dışarı çıkarılmış, ihrâc olunmuş.
Bir şeyin sureti çıkarılmış.
mukabele-i bilhuruf
Söz ile konuşmak ve hakikatı müdafaa etmek suretiyle karşı çıkıp mukabele etmek.
mukabele-i bissüyuf
Silâha, kılınca sarılmak suretiyle karşı koymak.
mukattaa
Sûre başlarında bulunan şifreli harf.
mukattaat
Sûrelerinin başlarında bulunan şifreli harfler.
Bazı sûrelerin başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre özelliğini taşıyan kesik harfler.
mukattaat-ı huruf / mukattaât-ı huruf / mukattaât-ı hurûf
Bazı sûrelerin başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre özelliğini taşıyan kesik harfler.
Kur'ân'da sûrelerin başında zikredilen tek harfler (Elif, lam, mim gibi).
mükedderane / mükedderâne
Mükedder olan bir kimseye yakışır surette.
(Farsça)
müktesebat
Elde edilmiş olanlar. Kazanılmış olanlar. Çalışmak suretiyle kazanılmış olanlar.
mülhidane / mülhidâne
Dinsizce, imansızca. Mülhid olan bir kimseye yakışır şekil ve surette.
(Farsça)
mülk şirketi
İki veya daha çok kimsenin, mîrâs veya hediye sûreti ile veya parasını belirli oranda verip satın alarak, bir mala berâber sâhib olmaları; yâhut mallarını ayrılmayacak şekilde karıştırıp ortak olmaları.
mülk suresi / mülk sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 67. suresidir. Tebâreke, Münciye, Mücâdele, Mânia, Vakiye, Mennea Suresi gibi isimleri de vardır. Mekkîdir.
Kur'ân-ı kerîmin altmış yedinci sûresi.
mülukane / mülûkâne
Padişahlara yakışır bir surette.
(Farsça)
mümaşatkar / mümaşatkâr
Dost geçinerek, kusurlara göz yumarak, müdara suretiyle.
(Farsça)
mümaselet
Benzeyiş, müşabih olmak. şekilce, suretçe birbirine benzeyiş.
mümted
Uzayan. Sürekli, devamlı. Uzanmış, çekilmiş, imtidâd etmiş.
mümtehine suresi / mümtehine sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 60. Suresidir. İmtihan veya Meveddet Suresi de denilir.
Kur'ân-ı kerîmin altmışıncı sûresi.
münafıkun suresi
Kur'an-ı Kerim'in 63. Suresidir. Medenîdir.
münafikun suresi / münâfikûn sûresi
Kur'ân-ı kerîmin altmış üçüncü sûresi.
müncezibane / müncezibâne
Çekilerek, çekilircesine, cezbedilerek.
(Farsça)
Kendini kaptırmak suretiyle.
(Farsça)
münkati'
Kesilen, kesik arkası gelmeyen, son bulan, süreksiz.
münşiyane
İyi kâtiplere yakışır surette.
(Farsça)
muntazaman
İntizamlı ve düzgün olarak. Muntazam bir tarzda.
Devamlı ve sürekli olarak. Dâima.
müraiyane / müraiyâne
İki yüzlülüğe yakışır surette, münafıkçasına.
(Farsça)
mürselat / mürselât
Gönderilen şeyler.
Melekler.
Kur'anın 77. suresidir. Urf Suresi de denir. Mekkîdir.
mürselat suresi / mürselât sûresi
Kur'ân-ı kerîmin yetmiş yedinci sûresi.
mürtecilane / mürtecilâne
Düşünmeden hemen şiir veya söz söyliyene yakışır surette.
(Farsça)
müsaberet
Sürekli olarak uğraşma.
Bir şey yapmağa hemen girişme.
musannıf
Herşeyi istediği surette ve mükemmel bir şekilde sınıflandıran, düzenleyen Allah.
müsavat ve muvazenet-i etvar / müsâvat ve muvazenet-i etvar
Tavır ve davranışlarda sürekli denge ve aynı seviyede olma.
musavvir / مُصَوِّرْ
Tasvir eden. Şekil ve suret çizen. Her şeye güzel şekil ve suretler veren Allah (C.C.)
Herşeye kendine lâyık güzel şekil ve suretler veren Allah.
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). En güzel sûrette şekil veren.
Sûret veren, biçimlendiren, Allah.
Herşeye layık sûret veren (Allah).
Sûret veren.
musavvire
Sûretlenen, biçimlenen.
Tasvir edilmiş. Suretlenmiş. Şekli çizilmiş.
Kuvve-i hayâliye.
musavviriyet-i ilahiye / musavviriyet-i ilâhiye
Allah'ın her şeye kendine lâyık güzel şekil ve suretler vermesi.
müşebbihe
Fls: İnsan biçiminde ilâh tasavvur edip suretlendiren bâtıl bir inanış. (Antropomorfizm) Mücessime de denir.
müsenna
Kat kat olan.
İkili. İki bölümden meydana gelmiş olan. İki kat olan, iki noktalı olan, iki defa nâzil olan Sure-i Fâtiha. Gr: İki şahsa veya iki şeye delâlet eden kelime.
müşevvikane
Şevk vermek suretiyle, teşvik ederek, sevdirerek.
(Farsça)
müşfikane
Şefkatle, merhametle. Müşfik olana lâyık surette.
(Farsça)
müşirane
Müşire yakışır surette. Mareşala has bir tavırla.
(Farsça)
muskıt
(Çoğulu: Muskıtât) (Sukut. dan) Düşüren, ıskat eden.
müskitane / müskitâne
Sustururcasına. Susturma suretiyle.
(Farsça)
muskıtat
(Tekili: Muskıt) (Sukut. dan) Düşürenler, ıskat edenler.
müstagniyane
Müstağni olanlara yakışır surette.
(Farsça)
müstahsinane / müstahsinâne
Beğenerek, beğenmek suretiyle, beğenircesine.
(Farsça)
müstedam
(Devam. dan) Sürekli, devamlı. Sürüp giden.
Devâmı istenilen.
müstedim / müstedîm
(Devam. dan) Devamlı, daimî, sürekli.
Devamını isteyen, istidame eden.
müstemir
Devamlı, sürekli.
müstemirr
(Mürur. dan) Devam eden, sürekli, arasız.
Sağlam, muhkem, kavi, metin.
müstemirrane / müstemirrâne
Devamlı olarak, aralıksız surette.
(Farsça)
müstemirren
Sürekli, devamlı olarak.
müsterşidane / müsterşidâne
Doğru yolun gösterilmesini isteyene yakışır surette.
(Farsça)
mut'a
Geçici kazanç.
Şiilere mahsus süresi belirlenmiş nikah.
mutaffifin suresi / mutaffifîn sûresi
Kur'ân-ı kerîmin seksen üçüncü sûresi.
mutasaddırane
Baş köşeye kurulana yakışacak surette.
(Farsça)
mutasallibane
Salâbetli gibi, kuvvet sâhibi olana yakışır surette.
(Farsça)
mutasavvir
Tasavvur eden, zihinde suret veren.
mutasavvire
Sûretlendiren.
mutatavil
Uzanan, uzun olan.
Uzatmak suretiyle yükselen.
müteaccibane / müteaccibâne
Şaşakalma suretiyle. Taaccüb eder şekilde.
(Farsça)
müteannitane / müteannitâne
Yanlış arayana, yanlışlıklar çıkarmaya uğraşana yakışır surette.
(Farsça)
müteazzibane / müteazzibâne
Bekâr kalana evlenmeyene yakışır surette.
(Farsça)
müteeddibane / müteeddibâne
Edeblenerek, utanç duyarak, haya ederek. Terbiyeli ve edebli bir kimseye yakışır surette.
(Farsça)
müteemmilane / müteemmilâne
Derin düşünene yakışır surette. Düşünceli olarak.
(Farsça)
Dalgın şekilde.
(Farsça)
mütefekkirane / mütefekkirâne
Derin ve dikkatli düşünerek, mütefekkire yakışır surette.
(Farsça)
mütefenninane / mütefenninâne
Mütefennin olan kimseye yakışır surette.
(Farsça)
mütegallibane / mütegallibâne
Zorbacasına, zâlimlere yakışır surette.
(Farsça)
mütehabbisane / mütehabbisâne
Bir yere kapanıp kendini hapsedene yakışır surette.
(Farsça)
mütehakkimane / mütehakkimâne
Mütehakkim bir surette. Tahakkümle, zorbalıkla.
(Farsça)
mütehavvil
Değişken, sürekli değişen.
mütehevvirane / mütehevvirâne
Birdenbire saldırarak.
(Farsça)
Kızgınlıkla. Hiddetlice. Birden öfkelenir surette.
(Farsça)
mütehezzizane / mütehezzizâne
Titreyerek, titremek suretiyle.
(Farsça)
mütekellimane / mütekellimâne
Konuşur gibi, konuşmak suretiyle.
(Farsça)
mütelemmiz
(Çoğulu: Mütelemmizîn) Talebelik etmek suretiyle öğrenen. Telemmüz eden.
mütelezzizane / mütelezzizâne
Lezzet alarak, lezzet almak suretiyle.
(Farsça)
mütemadi / mütemâdi / متمادی / mütemâdî / مُتَمَاد۪ي
Devamlı, kesiksiz, sürekli, daima.
Devamlı, sürekli.
Sürekli.
(Arapça)
Sürekli olan.
mütemadiyen / mütemâdiyen / متمادیا / مُتَمَادِيًا
Devamlı surette.
Devamlı, sürekli.
Sürekli olarak.
Sürekli olarak.
(Arapça)
Sürekli olarak.
mütemessih
Bir şeye sürünen.
Mesheden, sıvazlayan. Bir şeye el süren.
mütemessil
Benzeyen, sûretlenen.
Bir şeye benzeyen, bir şeyin suretine giren, cisimlenip görülen.
Kıssa, hikâye anlatan.
mutemidane / mutemidâne
Bağlanarak, güvenerek. İtimâd etmek sureti ile.
(Farsça)
mütena'imane / mütena'imâne
Nimetler içinde nazdar bir şekilde büyümek, yetişmek suretiyle. Varlık içinde, ferahlık ve nimet içinde olarak.
(Farsça)
mütenaciyane / mütenaciyâne
Fısıldaşanlar gibi, fısıldaşana yakışır surette.
mütenekkir
Bilinmeyecek, tanınmayacak surete giren. Kıyafet değiştiren.
müteşebbisane / müteşebbisâne
Bir işe girişerek, teşebbüs suretiyle.
(Farsça)
müteşecciane / müteşecciâne
Yiğit gibi, yürekli olana benzer surette.
(Farsça)
müteşekkirane / müteşekkirâne
Şükrederek, şükür etmek suretiyle.
(Farsça)
müteselliyane
Avunarak, teselli bulmak suretiyle.
(Farsça)
müteşevvikane
Çok istekli olan bir kimseye yakışır şekil ve surette. Şevkli bir tarzda.
(Farsça)
mütevaliyen / متواليا
Sürekli olarak.
(Arapça)
mütevasık
Birbirine güvenip itimad etmek suretiyle anlaşan.
mütevatir-i bilmana / mütevâtir-i bilmâna
Mânevî tevatür; yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan bir topluluğun bir haberi, olayı veya hadis-i şerifi mânâ yönünden aktarması veya aktarılırken susmak sûretiyle doğruluğunu tasdik etmesi.
mütevatiren
Mütevatir olarak, tevatürle naklolunmak suretiyle.
mütevaziane / mütevaziâne
Tevazu ile. Mütevazi kimseye yakışır surette.
(Farsça)
mütezellilane / mütezellilâne
Zelil olarak, alçaklara yakışır surette, alçakçasına. Kendi hiçliğini bilir surette, kusur ve aczini anlamakla.
(Farsça)
muttasıl / متصل
Bitişik, aralıksız, sürekli.
Sürekli, durmadan.
(Arapça)
muvahhidane / muvahhidâne
Muvahhide yakışır surette.
(Farsça)
müverrih
Tarihçi, tarih yazan.
Ebced hesabiyle tarih düşüren kimse.
Tarihçi, tarih yazan.
Ebced hesabına göre tarih düşüren şair.
muzafferane
Muzaffer olan bir kimseye yakışır surette.
(Farsça)
muzahrefiyet
Sahtecilik; süsleyip cilalamak sûretiyle aslı gibi, doğal gibi göstermeye çalışmak.
müzca
Sürücü, süren.
Kâmil olmayan kişi. Olgunlaşmamış insan.
muzill
Zelil kılan. Zillete düşüren.
Adileştiren.
müzill
İndiren, alçaltan, zillete düşüren, Allah.
müzmin / مزمن
Kronik, süreğen.
(Arapça)
müzzemmil suresi / müzzemmil sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 73. suresi olup Mekkîdir.
Kur'ân-ı kerîmin yetmiş üçüncü sûresi.
na-paydar
Süreksiz, geçici. Sebatsız, kararsız, durmaz.
(Farsça)
nafe-riz
Koku saçan.
(Farsça)
Göbek düşüren.
(Farsça)
nahl
Kur'ân-ı Kerimin 16. sûresi.
nahl suresi / nahl sûresi
Kur'an-ı Kerim'de 16. Suredir. Mekkîdir.
Kur'ân-ı kerîmin on altıncı sûresi.
naht
Ağacı yontmak suretiyle kabartma şekiller yapma san'atı.
Yontma, oyma.
naklen
Nakil yoluyla. Anlatmak veya hikâye etmek suretiyle.
nakş-ı dil-firib
Gönül aldatıcı suret.
namazgah / namazgâh
Namaz kılınan yer. İbadetgâh. Eskiden şehir dışında, kırda ve sed üzerinde mihrab konulmak suretiyle namaz kılınmak için yapılan yere verilen addır.
Bir kasabanın bütün halkını bir arada bulunduran geniş sahaya da bu ad verilirdi. Bayramlarda ve fevkalâde günlerde kasaba ve civar köy
nas suresi / nâs sûresi
Kur'an-ı Kerim'de 114. Sure.
Kur'ân-ı kerîmin yüz on dördüncü ve son sûresi.
nasiyesa / nasiyesâ
Alnını yere süren.
(Farsça)
nasr suresi / nasr sûresi
Kur'an-ı Kerim'deki 110. Sure. İza-câe veya Tevdi' Suresi de denir.
Kur'ân-ı kerîmin yüz onuncu sûresi.
naziat suresi / nâziât sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 79. Suresidir. Sâhire ve Tâmme Suresi de denir.
Kur'ân-ı kerîmin yetmiş dokuzuncu sûresi.
nazımane / nazımâne
Nazım olana yakışır surette.
(Farsça)
nebe' suresi / nebe' sûresi
Kur'an-ı Kerim'de 78. Suredir. Amme Suresi de denir.
Kur'ân-ı kerîmin yetmiş sekizinci sûresi.
nebve
Uzaklaşmak.
Ok hedefe varamamak.
Bir yerin havasının mizaca uygun olmaması.
Kılıncın vurulan şeye saplanmayıp geri sıçraması.
Pek çirkin ve kötü suretten gözün kaçması.
necm suresi / necm sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 53. Suresidir. Vennecmi Suresi de denir. Mekkîdir.
Kur'ân-ı kerîmin elli üçüncü sûresi.
nefuz
Çocuk düşüren