Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
söyle
ifadesini içeren
972
kelime bulundu...
bain talak / bâin talak
Boşamada kullanılan sözleri söyler söylemez, evliliği sona erdiren boşama.
ab-ı hayat
Kan. Ebedî hayata sebep olan hayat suyu (diye tâbir edilen) bu kelime, edebiyatta : "çok güzel ifâde, lâtif söz, parlaklık, letâfet" mânalarında geçer.
Tas : Aşk-ı hakiki, aşk-ı ilâhi, ilm-i ledün, mârifetullah'tan kinayedir. Âb-ı Hızır, âb-ı hayvan, âb-ı beka gibi isimlerle de söyle
abide
Uzun müddet dillerde destan olup kalan beliye ve dâhiye.
Bir milletin târihinde büyük bir değeri hâiz olan vak'a.
Fesahat ve belâgatı dolayısıyle benzeri söylenemeyen şiir.
Tarihte yüksek ve hâkim bir mevkide olan vak'aları veya büyükleri yaşatmak için yapılan bina.
abr
Rüya tabir etmek. Düş yormak.
Yaş akıtmak. Sudan veya başka yerden geçmek.
Söylemeden bir şeyi düşünmek.
acizane / âcizâne
Âciz olarak. Beceriksizce. Tevâzu ile. (Alçak gönüllülük ifâdesi için söylenir) "Allah'a karşı kusurlarını bilen bir mü'min âcizâne ancak Allah'tan rahmet diler."
(Farsça)
adgas / adgâs
(Tekili: Dags) Desteler, demetler.
Karışık rüyalar.
Karışık söylentiler.
adye
Koğuculuk, dedikoduculuk.
Yalan söylemek.
Sövmek.
afk
Akılsız olmak. Sözünü tam söylememek.
aft
Pelteklikten sözü zorlukla söylemek. Kekemelik.
ağıt
Mersiye. Ölen kimse için söylenen ve onu öven ve üzüntüyü anlatan şiir. Ölen için ağlama. (Müslümanlıkta ölenin arkasından aşırı ağlayıp dövünme iyi değildir.)
agtem
Sözü tutkunarak söyleyen. Kekeme.
ahann
Sözü burun içinden söyleyen. Burnundan konuşan.
ahkam-ı zımniye / ahkâm-ı zımniye
Açıkça söylenmeyip dolayısıyla anlatılan hükümler, esaslar.
ahkar
En hakir, pek âciz ve değersiz. (Daha çok tevazu makamında söylenir.)
aks-i sada / aks-i sadâ
Sesin bir yere çarpıp geri gelmesi. Yankı. Çok evvelden söylenen bir hakikatın sonradan tekrar edilmesi.
al-i beyt / âl-i beyt
Hz. Peygamberin (A.S.M.) sülâle-i tahiresinden yetişenler ve sünnet-i seniyyesinin menbaı ve muhafızı ve bihakkın sünnete ittibâ ve onu idâme ettirenler. Al-i Resul, Al-i Nebi, Al-i Muhammed ve Ehl-i Beyt gibi tâbirlerle de söylenir.
ala-rivayetin / alâ-rivayetin
Rivayet edildiği üzere. Söylenenlere bakılırsa.
aler-re'si-vel-ayn
Baş ve göz üstüne. (Gelen misafire karşı veya bir işi deruhte edeceğine karşı hürmet ve memnuniyetle kabul ettiğini ifâde için söylenir.)
aleyhimürrıdvan / aleyhimürrıdvân
Allahü teâlânın rızâsı onların üzerine olsun veya Allahü teâlâ onlardan râzı olsun mânâsına duâ ve hürmet ifâdesi. İkiden fazla Eshâb-ı kirâmın ismi anıldığında, işitildiğinde ve yazıldığında söylenir ve yazılır. Bir kişi için aleyhirrıdvân, iki kişi için aleyhimerrıdvân denir.
aleyhissalatü ves-selam / aleyhissalâtü ves-selâm
Peygamberler bilhassa Peygamber efendimizin ism-i şerîfi söylenince, yazılınca ve işitilince söylenen ve yazılan salât ve selâm (hayr duâlar) onun üzerine olsun mânâsına duâ ve tâzim (saygı) ifâdesi. İki kişi için aleyhimesselâm daha fazla için aleyh imüssalâtü ves selâm denir.
aleyhissalatü vesselam
Salât ve Selâm onun üzerine olsun, meâlinde Peygamberimiz Hazret-i Muhammed'in (A.S.M.) ismini duyunca söylenmesi sünnet olan bir duâdır.
aliyy-ül murtaza
Esedullah, Aliyy-ibni Ebi Talib, Ebutturâb, İmâm-ı Ali isimleri ile de anılır.Hz. Resul-i Ekrem'in (A.S.M.) amcası Ebu Tâlib'in oğlu olup Hicretten yirmiüç yıl önce doğmuş ve Bi'setin ikinci günü daha on yaşında iken imân etmiş, hiç putlara tapmamıştır. Bunun için mübârek ismi söylendiğinde, Kerrema
amede-gu / âmede-gû
Hazırcevap. Düşünmeden hemen güzel söz söyleyen kimse.
(Farsça)
amin / âmin
Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul eyle! (meâlinde olup, duânın sonunda söylenir). İncil'de iki yerde geçer. Tevrat'ta da geçer. İbranice ve Süryanicede de vardır. Hakikat, çok doğru, tamam mânâsındadır.
Kabûl et mânâsına, duâ sonunda söylenen söz.
amr ibn-ül-as
Sahabe olup kumandanlıklarda ve valilikte bulunmuştur. Çok zeki ve belâgatlı bir zât olduğu söylenir. Vefatı (Hi: 43) tür.
amut
Bir kimsenin peşinden ayıbını söylemek.
an'aneli sened
Hadis nakledenlerin veya bir haberi söyleyenlerin bu haberi kimden kime söylendiğini belli eden "An filan, an filan" diyerek şahısların isimleriyle beraber rivâyet ve nakledilen kuvvetli ve şüphe götürmeyen sened.
anha minha
Şundan bundan, şöyle böyle ederek, şu bu, öteberi.
anka-meşrebane
Anka meşrebi halinde, kanaat sahibi. Eski edebiyatta kanaat sahiplerine kinaye olarak söylenir.
arnavut
(Rumca ve Arnavutçadan) Balkan yarımadasının batı tarafında oturan bir kavimdir. Osmanlı devrinde, Kosova, İşkodra, Manastır, Yanya vilâyetleridir. Şimdi müstakil bir devlet olup, Türkçede Arnavutluk şeklinde söylenir.
arz etme
Söyleme, ifade etme.
arz eylemek
Söylemek, ifade etmek.
arz-ı tahsin-i eser / arz-ı tahsîn-i eser
Eseri beğendiğini arz etme, söyleme.
aşen
Her nesnenin aslı ve kökü.
Sözü kendi kanaatine göre söylemek.
ashab-ı kehf / ashâb-ı kehf
Kur'ân-ı Mu'ciz-ül Beyan'da bahsi geçen ve devirlerinin zâlim padişahından gizlenerek ve onun şerrine âlet olmaktan çekinerek, beraberce bir mağaraya saklanıp, Rabb-ı Rahimlerine (C.C.) sığınan, dindar ve makbul büyük zâtlar. İsimleri rivâvette şöyle sıralanır: Yemlihâ, Mekselinâ, Mislinâ, Mernüş, D
ateş-zeban / ateş-zebân
Ateş dilli. Çok dokunaklı söz veya şiir söyleyen.
(Farsça)
att
Sözü tekrar tekrar söylemek.
azze ve celle
Aziz ve Celâl olsun, oldu... (meâlinde, Cenab-ı Hakkın isminden sonra hürmet maksadı ile söylenir.)
azze vecelle
Allahü teâlânın ismi söyleyince, işitince ve yazınca "O, Azîz ve Celîldir (yücedir)" mânâsına söylenilen ve yazılan saygı ifâdesi.
babilik / bâbîlik
On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında İran'da el-Bâb Ali Muhammed isminde bir acem tarafından ortaya çıkarılan bozuk yol. Kendisinin Mehdî olduğunu iddiâ eden, beklenen imâma açılan bir bâb (kapı) olduğunu söyleyen Ali Muhammed'e el-Bab, onun yoluna da Bâbîlik denildi. Daha sonra Behâîlik adıyla de
badire
Birdenbire meydana gelen hâl. Felâket. Musibet.
Kabahat.
Birden, zahmetsizce söylenen söz.
Kılıcın, namlunun veya her çeşit nebatın ucu.
Zor geçit.
bahs
Kazmak.
Ayırmak.
Saçmak.
Birşey hakkında etrafiyle söz söyleyip hakikatı araştırma. Konuşulan şey.
Teftiş.
Söz münazarası, muaraza, mübahese.
Bir mevzû hakkında tafsilât, açıklama.
İddialaşma.
bakbak
Çok söyleyici. Çok konuşan.
bast-ı mukaddemat
Asıl maksada girmeden önce bir şeyler söyleme.
Asıl konuya girmeden önce giriş cümlelerini söyleme.
batalet
Avarelik. İşsizlik.
Boş şeyler söylemek.
Bahadırlık. Cesurluk. Cesâret.
bedahet
Açıklık. Zâhir delil. Belli, açık, aşikâr.
Birdenbire, hazırlıksız söz söyleme.
Atın yürümesi.
Her şeyin evveli, öncesi.
bedel
(Çoğulu: Bedelât) Elde ve ayakta olan zahmet ve ağrı.
Karşılık. Bir şeyin yerine verilen ve yerini tutan şey. İvaz.
Başkasının adına hacca giden.
Gr: Söz esnâsında bir şeyi sıfatı veya vasfı ile beraber söylersek ve fakat kasdımız o şeyin vasfı veya sıfatı değil de zâ
bedihe
Birdenbire ve düşünmeden söylenilen güzel söz. Hazırcevaplık.
Başlangıç.
bedihe-gu / bedihe-gû
Güzel ve hoş söz söyleyen. Tatlı söz söylemeye alışık olan kimse.
(Farsça)
beht
Yalan söylemek.
Ansızın bir şeyi almak.
Tenbellik galebe etmek.
Şaşkınlık. Hayranlık.
behtere
Yalan söyleme.
bel'am
Terbiyesiz, açgözlü, obur.
Hz. Musa (A.S.) hakkında, yalan ve fena söyleyerek Beni-İsrail'i kandıran Bel'am bin Baura adında birinin adı.
bela
Evet.
Farsçada "Belî" diye söylenir.
belagat / belâgat
Sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi.
Sözün düzgün, kusursuz ve yerinde söylenmesi.
Sözün düzgün, kusursuz ve yerinde söylenmesini öğreten edebî ilmin adı.
Hitâbettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı güzel söz söyleme san'atı. Muktezâ-yı hâle mutâbık söz söylemek.
Belâgat, hem düzgün, hem yerinde söz söylemeyi öğreten ilmin de adı olur. Ve maani, beyan, bedi' diye üç kısma ayrılır. Bu gün Edebiyat denilen bilgiye,
Sözün güzel ve yerinde söylenmesi, bunu öğreten ilim.
belağat / belâğat
Sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi.
belagat / belâgat / بلاغت / بَلَاغَتْ
Kusursuz söz söyleme
(Arapça)
Hâle uygun söz söyleme.
belagat ü fesahat
Tam yerinde açık ve güzel söz söyleme.
belağat-i ayet / belâğat-i âyet
Âyetin belâğati; düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söz söyleme.
belağat-i harikulade / belâğat-i harikulâde
Olağanüstü söyleyiş güzelliği.
belagat-ı irşadiye / belâgat-ı irşadiye
Doğru yolu göstermek için sözün muhataba ve amaca uygun olarak söylenmesi.
belagat-i nazmiye / belâgat-i nazmiye
Dizilişe ait belâgat; şiirin düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi.
beliğ / belîğ / بَل۪يغْ
Açık, düzgün söz söyleyen.
Güzel, sanatlı söz. Belâ-gatli.
Düzgün ve adamına göre söylenmiş söz.
Hâle uygun söz söyleyen.
beliğane / belîğâne
Sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi.
bengere
Çocukları uyutmak için, çocuğu uyutan kişi tarafından söylenen ninni.
(Farsça)
beraet / berâet
Temize çıkarmak. Bir şahsın, hakkında iddia edilen suçtan uzak olduğunun veyâ işlediği söylenilen suçun gerçekte suç olmadığının anlaşılması.
Kurtuluş vesîkası.
berbere
Kızgınlık ânında söylenip çağırmak bağırmak.
beşk
Yalan söylemek.
İşleri yaramaz olmak.
Deve, sür'atle gitmek.
Elbise dikmek.
beyan
İzah. Açıklama. Anlatma. Açık söyleme.
Öğretme.
Fesahat ve belâgat.
Edb: Belâgat ilminin hakikat, mecaz, kinâye, teşbih, istiâre gibi bahislerini öğreten kısmı.
Söz olsun, iş olsun; vukû' bulan şeyden murad ne olduğunu o şey ile alâkası ve münâsebeti bulunan b
beyan ilmi / beyân ilmi
Düzgün ve yerinde söz söyleme yolunu öğreten belâgat ilminin teşbîh (benzetme), mecâz, kinâye gibi konularını anlatan ilim.
beyan-ı efkar / beyan-ı efkâr
Fikirleri beyan etme, fikirleri söyleme.
beyhan
Sır saklamıyan, aklında ve kalbinde olanları söyleyen kimse. Boşboğaz.
beyyine suresi / beyyine sûresi
Kur'an-ı Kerim'in 98. suresi olup "Kayyime, Münfekkin, Beriyye, Lemyekün" Sûresi gibi isimlerle de söylenir.
bezirgan
(Bâzâr-gân) Tacir, tüccar, alışveriş eden esnaf. Efendi ve ağa yerine Yahudiler için söylenen ünvandır.
(Farsça)
bezle
Lâtife, hoşa giden kibar ve nâzik söz. Şaka tarzında söylenen söz.
(Farsça)
Ahenk ile okunan şiir.
(Farsça)
bikr-i fikir
İlk olarak söylenen fikir.
(Farsça)
bikr-i fikr
Hiç söylenmemiş, yeni fikir.
bikr-i mazmun
İlk def'a söylenmiş mazmun.
billahi
Allah'a, Allah'tan.
(Yemin) maksadı ile söylenir.
birsam
(Hallüsinasyon) Akıl hastalarının, gerçekten var olmayan bir şeyi varmış gibi yanlış idrak etmeleri halidir. Meselâ karınlarında veya başlarının içinde yılan bulunduğunu söylemeleri yahut bir canavarın ağzını açıp kendilerine baktığını söylemeleri birsam hâlini gösterir.
boşboğaz
Yerli yersiz mutlaka bir şey söylemeden içi rahat etmiyen. Saklanması gereken şeyleri söyleyiveren, sır saklamayan.
(Türkçe)
bostan-ı huda / bostan-ı hudâ
Huda'nın, Allah'ın bostanı meâlinde olup, İlâhî güzellikleri ve tecelli-i İlâhînin aksettiği yer mânâsında kullanılır. "Vahidiyet mertebesi" diye de söylenmiştir.
(Farsça)
bülega / bülegâ
Adamına göre güzel söz söyleyenler.
cadu-suhen
Sihirlercesine söz söyleyen.
(Farsça)
camiü'l-kelim / câmiü'l-kelim
Vecize, kısa olmasına rağmen çok mânâları içine alan söz söyleyen.
cehir
(Cehr. den) (Çoğulu: Cüherâ) Yüksek sesle, bağırarak ve açık olarak söylenen.
Güzel, dikkate değer.
cehr
Açıktan söyleme, açık olarak okuma.
Görünmek, zâhir olmak.
Açıktan ve yüksek sesle olan söylemek veya okumak.
Tecvid'de: Harf hareke ile okunduğu zaman, mahreçte aralık kalmıyarak nefesin akmayıp, küllisi veya ekserisi hapsolmuş bir şekilde sesin çıkmasına denir.
Açıktan söyleme.
cehri / cehrî
Açıktan, alenî olarak, yüksek sesle söylemek, okumak.
celle
"Celil oldu, celil olsun" meâlinde ve Celle Celâluhu diye, Allah İsm-i Celali işitildiği veya anıldığı anda, tâzim makamında söylenir.
"Yüce ve aziz oldu" mânâsında söylenir.
celle celalüh / celle celâlüh
"O yücedir" mânâsına Allahü teâlânın ismi-i şerîfi söylenince, yazılınca ve işitilince, söylenilen ta'zîm (hürmet, saygı) ifâdesi.
cemal
Yüz güzelliği. Fertteki güzellik.
Cenâb-ı Hakk'ın lütuf ve ihsânı ile tecellisi.
Hak ile söylenen doğru söz.
Hüsün.
cemceme
Sözü gizli söyleme, harfleri tâne tâne söyleyip açık beyan edememe.
cemre
(Çoğulu: Cimâr) Şiddetli karanlık.
Ateşli kömür parçası, kor.
İlkbaharda suya, yere, havaya düştüğü söylenen sıcaklık.
Hacıların Mina Vâdisinde şeytan taşlamaları.
cemş
Saçı yolmak veya traş etmek.
Gizli ses.
Parmaklarının uçları ile çekmek.
Gazel söylemek.
Oynaşmak.
cenab
Büyüklük ifade etmek için, hürmet maksadı ile söylenir. Cenab-ı Hak, Cenab-ı Resül-i Kibriya (A.S.M.)... gibi.
cencene
Sözü burun içinden söylemek, genizden konuşmak.
cennetmekan / cennetmekân
"Yeri cennet olası, makamı cennet olan" meâlinde olup, vefat eden makbul ve sâlih kimselere hürmeten söylenir.
cesaret-i medeniye
Her türlü baskılara karşı çekinmeden hakikatı söylemek. Müsbet harekette korkmamak. Haklı olduğu bir mes'elede korku göstermemek. İçtimai münasebetlerde girişkenlik.
ceşm
Meşakkatli iş buyurmak, zor bir iş söylemek.
cevab-ı hakguyane / cevab-ı hakgûyâne
Hakkı söyleyen cevaplar.
cevab-ı red
Red cevâbı verip kabul etmemek. Reddetmek. Kabul etmemek yolunda söylenen söz.
cezalet
Rekâketsiz ifade.
Güzellik.
Müdebbirlik, akıllılık.
Azim, büyük.
Edb: Kelimeler, ince veya sert söylenişlerine göre; elfâz-ı cezle veya elfâz-ı rakika diye ikiye ayrılır. Elfâz-ı cezle: Söylenişte tatlılığı bulunan veya heybet, ululuk, çarpışma, korkutma, yıld
cihar
(Cehr. den) Sesle, sadâ ile ve alenen söyleme ve okuma.
çille
Farsça (40) rakamını gösteren (Çihille) kelimesinin telaffuzunda aldığı şekildir. Daha çok (Çile) şeklinde söylenir.
cism-i natık / cism-i nâtık
Söz söyleyen cisim. Konuşan cisim. İnsan.
cühera
(Tekili: Câhir) Yüksek sesle açık olarak söylenenler.
cühud
Bilerek inkâr etmek. Bildiği hâlde yanlış söylemek.
Peygamberimiz Resul-i Ekremi (A.S.M.) bildikleri ve mukaddes kitablarında O'nun evsâfını okudukları hâlde inkâr eden Yahudiler. (Türkçedeki "cıfıt" kelimesi bundan gelir.)
Bir kimseyi bahil bulmak.
cülusiyye
Taht'a çıkan hükümdarlar veya padişâhlar için yazılmış yazı veya söylenmiş şiir.
Hükümdarın tahta çıktığı ilk gün verdiği bahşiş.
da'da'
"Güzel dur" mânasına gelir ve düşecek ve dayanacak yerde söylenir.
da'vet
Çağırma. Ziyafet. Duâ.
Bir fikri kabul ettirmek için deliller söylemek.
dahs
Sözünü fesâhatle açık bir şekilde söylemek.
daim
Devam eden. (Daimî, daima, daimen şeklinde de söylenir.)
dall-i bi-l fehva / dâll-i bi-l fehvâ
(Dâllibilfehvâ) Fık: Söylenen sözün veya ifâdelerin hülâsasından çıkan mânaya göre delil ve işaret olmak.
dall-i bi-l işare
(Dâllibilişâre) Sözdeki mânanın işâretine göre delil olmak. Üç nevi delâletten biri ile sevkedildiği mânanın gayrisine yâni; söylenince maksud-u asli olmayan bir mânaya delâlet eden lâfızdır. Meselâ: "Cenab-ı Hak bey'i helâl, ribâyı haram kılmıştır." ibâresi, bey', yani alış-veriş ile ribâ (fâiz) ar
darb-ı mesel
Misâl olarak söylenen meşhur söz. Bir hâdiseye binaen söylenen hikmetli söz. Ata sözü.
decl
Örtmek.
Devenin katranlanması.
Karıştırmak, yalan söylemek. Hakkı bâtıl; bâtılı hak diye göstermek. Anarşi çıkarmak.
Bâtılı hak gösteren.
Mübâlâgalı fâili; Deccaldır.
dedikodu
Bir müslümanın veya zımmînin (İslâm devletinin idâresi altında bulunan müslüman olmayan vatandaşın) ayıbını, onu kötülemek için arkasından söylemek.
dendene
Mırıltı, homurdanma. Ağır ağır, dudak kıpırtısıyla, yavaş yavaş söylenen söz.
(Farsça)
dermeyan edilen
İleri sürülen, anlatılan, söylenen.
dermeyan etmek
Anlatmak, söylemek, iddia ve defi'de bulunmak. Beyân. İleri sürmek.
ders-i belagat / ders-i belâgat
Belâgat dersi; sözün düzgün, kusursuz olarak hâlin ve makamın icabına göre söylenmesini öğreten ders.
destur
İzin, müsaade. Şerlilerden kurtulmak için söylenen söz.
(Farsça)
Allah'ın inayeti.
(Farsça)
dikte
Başkası tarafından yazılmak üzere söyleyip yazdırma.
(Fransızca)
Karşı koymayacak olan birisine, aşırı arzu ve isteklerini bildirip kabul ettirme.
(Fransızca)
dürer-bar / dürer-bâr
İnciler yağdıran.
Mc: Çok kıymetli ve güzel sözler söyleyen.
dürr-efşan
İnci serpen. Söylediği sözler inci olan ağız.
(Farsça)
düstur-u belagat / düstûr-u belâgat / دُسْتُورُ بَلَاغَتْ
Hâle uygun söz söyleme kaidesi.
ebhem
Söz söylemeye muktedir olmayan. Konuşmaya iktidarı bulunmayan adam.
ebkar / ebkâr
(Tekili: Bikr) Bekârlar.
Mc: Evvelce kimsenin söylemediği sözler.
ebkar-ı efkar / ebkâr-ı efkâr
Evvelce söylenmemiş olan fikirler.
eblağ
Yerinde adamına göre güzel söz söylemenin en üstünü.
ebled
Ebleh, ahmak, bön. Söylenilen şeylere aklı hemen taalluk etmeyen kimse.
Açık kaşlı.
Şişman gövdeli kişi.
edebi / edebî
Edebe dâir. Güzel söylenmiş yazı. Edebiyata âit. Ehl-i edebe, terbiyeli, ahlâklı ve edebli olanlara dâir ve edebe mensup ve müteallik.
edebiyat
Düşünce, duygu veya herhangi bir hakikatı veya herhangi bir fikri yazı veya sözle, manzum veya nesir halinde güzel şekilde ifâde san'atı. Bu san'atla uğraşan ilim kolu.
Edebiyata âit yazıları toplayan kitap.Edebiyatın sözlük anlamından biri de edebe, yani terbiyeye uygun söz söylemek
edib / edîb
Edebiyatçı. Güzel ve san'atlı söz söyleyen veya yazan.
Edebli, terbiyeli.
Güzel hasletleri kendinde toplayan, haddini bilen.
Düzgün, güzel ve pürüzsüz söz söyleyen ve yazan, edebiyatçı.
edvar-ı seb'a
Yedi devreler. Dünyanın yaradılışından beri geçirdiği devreler ki, nazariye olarak söylenir.
efk
(Ufuk) Yalan söyleme.
Kaçmak. Bir işten sapmak.
efsane-guy
Masal söyleyen, efsane anlatan.
efvek
Yalancı, yalan söyleyen.
egann
Sözü burnu içinden söyleyen, burnundan konuşan.
Otlu dere.
ehadis-i nebeviye / ehâdîs-i nebeviye
Hz. Peygamber tarafından söylenen sözler.
ehl-i islam / ehl-i islâm
Müslümanlar. Peygamber efendimizin bildirdiklerinin hepsini beğenen, kalbiyle inanıp, diliyle söyleyen müslüman.
ehl-i sahih
Söyledikleri doğru ve güvenilir olanlar.
ehl-i şiir ve hitabet
Şiir ve düzgün söz söyleme san'atıyla uğraşanlar.
ehl-i vahdetü'ş-şuhud
Görünen herşeyin Allah'ın varlığını gösterdiğini söyleyen kimseler.
ehlen ve sehlen
Hoş geldiniz, safâ geldiniz (meâlinde söylenir.)
eimme-i erbaa
Dört imâm. Müslümanların en büyük ve yüksek âlimleri ve müctehidlerinden hak mezheb müessisleri olan ve ehl-i imâna rehberlik eden büyük imâmlar. İsimleri şöyle sıralanabilir: İmâm A'zam Ebu Hanife, İmâm-ı Şâfii, İmâm-ı Mâlik, İmâm-ı Ahmed ibn-i Hanbel. (R.A.)
eimme-i selase / eimme-i selâse
Üç imâm. Fıkıh kitablarında ekseriyetle İmâm-ı A'zam, İmâm-ı Şâfi'i, İmâm-ı Malik için söylenir. Hanefi Mezhebine dâir mes'elelerin bahsolduğu kitablarda "Eimme-i Selâse"den maksad; İmâm-ı A'zam ile iki talebesi olan İmâm-ı Muhammed ve İmâm-ı Ebu Yusuf'dur.
ekulü kema kale / ekulü kemâ kâle
Onun söylediği gibi söylerim (meâlinde.)
ekzef
(Kazf. den) Çok iftira eden. Başkası hakkında çok aleyhde yalan söyleyen.
el-fatiha
Kur'ân-ı Kerim'in birinci suresinin adı olup bu sureyi okumaya işâret için söylenir.
elfaz-ı küfr / elfâz-ı küfr
Söylendiği zaman, îmânı gideren, müslümanlıktan çıkmaya sebeb olan sözler.
elkab
(Tekili: Lakab) Lakablar, namlar. Rütbe ve makam sahiblerinin derecelerine göre söylenen ve çok zaman hürmet ifâde eden isimler.
elveda
Allah'a emânet olun. Allah'a ısmarladık (yerine söylenen bir ta'birdir).
emma ba'd / emmâ ba'd
Bundan sonra, asıl meseleye gelince mânâsında; söz başı, besmele, hamdele ve duadan sonra söylenen söz, fasl-ı hitâb (söze başlama).
emma-ba'dü / emmâ-ba'dü
"Bundan sonra" manasına olup bir başlangıç hitabından sonra söylenir. Buna fasl-ı hitab denir.
ene'l-hak
Hallâc-ı Mansûr tarafından "Ben yokum, Hak teâlâ vardır." mânâsında söylendiği hâlde, görünüşte; "Ben Hak'kım" manasına alınan söz.
ene'l-hakk
"Ben hakkım" anlamına gelen ve ilk defa Hallac-ı Mansûr tarafından söylenen söz.
entimem
yun. Man: Mantıkta kısaltılmış kıyas şekli. Öncül veya had denilen ve bilinen kaziyelerden biri söylenmeden sonuca varmak. Örnek: (Orucu bozdu, o halde 61 gün keffareten oruç tutması gerekir.) Burada hadlerden biri (Orucu bozan, 61 gün keffareten oruç tutar), kaziyesi biliniyor kabul edilerek söylen
erbab-ı belagat / erbab-ı belâgat
Belagatçılar; sözü düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söyleme san'atını bilenler.
eşdak
Doğru konuşan. Yalan söylemeyen. Sâdık.
Büyük ağızlı.
estağfirullah
Cenâb-ı Hak'tan kusurumun örtülmesini dilerim. Allah (C.C.) kusurumu efvetsin (mealinde, kusurunu anlayan bir müslümanın duâsı. Hürmet veya ikramlara karşı tevâzu maksadı ile de söylenmektedir.)
ev-kema kal
Söylediği gibi. Söylendiği gibi.
Hadis-i Şerifi lâfzı ile aynen nakletmekte bir hata olmuşsa, mes'uliyetten kurtulmak için bu kelâm söylenir. "Bu naklettiğim hadisin metninde yanlışım varsa Peygamber (A.S.M.) aslında nasıl söylemiş ise aynen onu kastediyorum" demektir.
evkemakal / evkemakâl / evkemâkal
Veya söylediği gibi….
Söylendiği gibi.
eyne
Nere? Nerede? Nereye? (mânasına sual için söylenir ve zarf-ı mekândır).
Zaman. An.
Yorgunluk (mânâsında da kullanılmıştır.)
eyne's-sera mine's-süreyya / eyne's-serâ mine's-süreyyâ
"Yer nerede, Ülker takım yıldızı nerede?" (birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenir).
eynessera-min-es-süreyya
(İmkânsızlık bildiren bir tâbirdir ki) Yer nerede, Süreyyâ nerede?.. Süreyyâ ile yer bir olur mu? (meâlindedir ve birbirlerine zıt ve uzak olan şeyler için söylenir.)
ezlak
Aleyhte söz söyleyen adam.
Keskin olan şey.
fahriye
Bir kimsenin kendini medih için söylediği söz veya şiir. Fahre mensub ve müteallik olan.
fakirhane / fakirhâne
Mütevazilikle söz söyleyen kişinin evi.
farz-ı ayn
Herkesin yapmaya mecbur olduğu farz. Namaz kılmak, yalan söylememek, imân etmek, oruç tutmak gibi.
fasahat / fasâhat
Doğru ve düzgün söyleyiş. Açık ve güzel ifadeli konuşma.
Güzel ve açık konuşma, uzdillilik, iyi söz söyleme kabiliyeti.
fasih / fasîh
Fasahat sâhibi. Hatasız olarak söyleyen. Açık ve güzel konuşan.
fasl-ı hitab / fasl-ı hitâb
Kolay, açık ve anlaşılır söz söyleme.
fe'fe'
Bir söz söylerken, dile "fe" harfi gelip, her kelimenin başına "fe" getirerek söylemek.
fe-sübhanallah
Allah (C.C.) ne güzel yaratmış; Allah Sübhândır, bütün noksanlıklardan münezzehtir; Her şey kendine tesbih eder (anlamında olup hayret ve taaccübü ifâde için söylenir.)
fecfac
Çok söyleyen.
fecr
Tan yerinin ağarması. Şafak. Sabah vakti, güneş doğmadan evvel şarkta hâsıl olan kızıllık.
Bir şeyi genişçe ikiye ayırmak.
Günah işlemek. Fücur ve fısk işlemek. Yalan söylemek.
Tekzib eylemek.
İsyan ve muhalefet eylemek.
Haktan sapmak. Meyletmek.
<
fehimtü ve sadakte
Anladım ve doğru söyledin.
fen'
Malın çok olması.
Misk kokusunun etrafa yayılması.
Bir kimsenin iyiliğini ve ihsanını söyleyip methetmek.
fenn-i belagat / fenn-i belâgat / فَنِّ بَلَاغَتْ
Hâle uygun söz söyleme ilmi.
fenn-i meani / fenn-i meânî
Güzel söz söylemeyi ve güzel yazmayı öğreten, edebiyatın bir şubesi.
fesahat / fesâhat
Düzgün ve güzel söz söyleme.
feya acaba / feyâ acaba
Hayret ve taaccüb ifadesi için söylenir; hayret verici.
feyalilaceb
(Fe-yâ lil'aceb) Hayret ve taaccüb ifâdesi için söylenir.
fihi nazar / fîhi nazar
Şüphe edilen bir mes'ele hakkında söylenir. "Ona bir bakmak, tetkik etmek lâzımdır" demektir.
firaş-ı sahih
Fık: Nikâh ve mülk-i yemine müstenid bulunan istifraş. Mülk-i yemin, bir kimsenin temellükünde bulunan cariye demektir. Binaenaleyh bu iki şarta dayanan istifraştan, meydana gelecek çocuk, varis addolunur. Ancak, cariyeyi istifraşta husule gelen çocuğun kendisinden olduğunu müstefrişin söylemesi lâz
fırışka
Bütün yelkenleri camadana vurmaksızın kullanabilmeğe münasib olan rüzgâr hakkında söylenilen bir tabirdir. Bu rüzgârın, saniyedeki sür'ati 5-12 metredir.
firudest
Birkaç hânendenin hep bir ağızdan usûlüne uygun olarak söyledikleri nağme.
(Farsça)
fisal
(Tekili: Fasıl) Ayrılmış olanlar.
Yavrunun sütten kesilmesi.
Kısa duvar.
İnsanların lehinde veya aleyhinde söz söyleyerek para toplıyan.
Ana sütünden kesilmiş hayvan yavrusu (Füslan, fislan şeklinde de olur.)
fusaha
(Tekili: Fasih) Fasih kimseler. Güzel ve usule uygun konuşabilenler. Güzel söz söyleme kabiliyetinde olanlar.
fütüvvet
Cömertlik. Başkasını, kendisine tercih etmek. Başkalarının işlerini düzeltmeye çalışmak ve faydasına koşmak. Fütüvvetin başka değişik târifleri de yapılmıştır. Bunlardan bâzıları şöyledir: Kendi nefsinde başkasının üzerine bir meziyet, üstünlük görme mek. Hatâlarını îtirâf edenleri affetmek, hiç kim
fuzuli / fuzulî
Fazladan olup boşu boşuna söylenen söz. İşe yaramayan. Boşu boşuna.
Boşboğaz. Ahmak. Vazifesinden hariç lüzumsuz şeye teşebbüs eden.
Haksız olarak fiile çıkarılan iş.
Fık: Şer'î izin olmadığı halde diğer bir kimsenin hakkında tasarruf eden kimse.
Büyük bir şâi
galat-gu / galat-gû
Yalan yanlış söyleyen.
(Farsça)
gamgama
Haykırma. Muharebe edenlerin bağırtısı.
Kalb dinlendiğinde işitilen ses.
Sözü, belirsiz söylemek.
Kalbin bulunduğu yer.
gamus yemini / gamûs yemîni
Geçmişteki bir hâdise için, bile bile yalan söyleyerek, yemîn etmek.
gevher-nisar
Cevher serpen.
(Farsça)
Mc: Düzgün konuşan, güzel söz söyleyen.
(Farsça)
gibet / gîbet
Bir kimsenin, yüzüne karşı söylendiği zaman hoşlanmayacağı, kalbinin kırılacağı bir sözünü, hâlini veya hareketini, arkasından, bulunmadığı yerde söylemek, hareketiyle göstermek veya îmâ etmek. Dedi-kodu.
gına
Zenginlik. Yeterlik.
Tok gözlülük.
Mülâki olmak. Bir kimseye dostluğunda devamlı olmak.
Bıkma, usanç.
Şarkı söylemek. Teganni etmek.
gıybet
Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek.
Orada bulunmayan biri hakkında onun hoşuna gitmeyecek şeyler söyleyip ileri geri konuşma.
Kaybolma.
Aleyhinde bulunma, arkasından söyleme, çekiştirme dedikodu yapma.
güft
Dedi, söyledi.
(Farsça)
Söz, kelâm.
(Farsça)
güfte
Her hangi bir makama göre bestelenen manzume.
Farsça "söylemek" demek olan "güften" mastarından gelen bu tabirin mânası, söylenmiş söz demektir.
gülbank
Toplulukça söylenen dua ve tekbir.
(Gülbang) Bir cemaat tarafından birlikte söylenen duâ, ilâhi, tekbir.
(Farsça)
gunne
Genizden söylemek, sesi burnundan çıkarır gibi okumak. Burundan gelen ses. (Tecvidde harfin vasıflarındandır)
güriz
Kaçma.
(Farsça)
Kaçan.
(Farsça)
Edb: Kasidelerde mevzuya girmeden evvel söylenen beyit.
(Farsça)
guy
Söyleyen, konuşan, söyleyici.
(Farsça)
Kelâm, söz. Acemlere mahsus bir cins oyun topu.
(Farsça)
Baykuş.
(Farsça)
"Diyen, söyleyen" mânâlarına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Rast-gu(y) : Doğru söyleyen. Suhan-gu(y) : Söz söyleyen, konuşan.
güya
Sanki. Ke-ennehu. Söyle. Tut. Farzet.
(Farsça)
Söyleyen.
(Farsça)
güyan
Söyleyen.
(Farsça)
güyem
Söylerim (mânâsına fiil).
(Farsça)
güyende
Söyleyici. Söyleyen. Kail olan.
(Farsça)
guyi / guyî
Söyleyiş, söyleme.
(Farsça)
güzide-suhen / güzîde-suhen
Beğenilmiş söz söyleyen, seçkin sözler konuşan.
(Farsça)
habz
Ekmek pişirmek.
Ekmek vermek.
Sözü birbiri ardınca söyleyip yürümek.
Devenin ayağını yere vurması.
hadb
Vurmak, darb etmek.
Deriyi etiyle ayırmak.
Isırmak.
Yalan söylemek.
Uzunluk.
hadd-i kazf
İffetli, temiz olan erkek veya kadına zinâ isnâd etmek (zinâ ettiğini söylemek) sebebiyle verilen cezâ.
hadi / hadî
Birinci.
Mazluma yardım eden.
Deveyi şarkı söyleyerek süren.
hadis / hadîs
Her söylenişinde yeni haber gibi dinlenmeğe lâyık. Peygamberimizin (A.S.M.) sözü, emri ve hareketi. Sünnet-i Nebeviyye. Hadisten bahseden ilim.
hadis-i amm / hadîs-i âmm
Herkes için söylenmiş hadîs-i şerîfler.
hadis-i has / hadîs-i hâs
Bir kimse için söylenmiş hadîs-i şerîfler.
hadis-i kavi / hadîs-i kavî
Resûlullah efendimizin, söyledikten sonra, peşinden bir âyet-i kerîme okuduğu hadîs-i şerîfler.
hadis-i kudsi / hadîs-i kudsî
Peygamber Efendimiz (a.s.m.), Cenâb-ı Haktan "Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur" diyerek rivayet ettiği (naklettiği) Kur'ân-ı Kerîm dışındaki sözler.
hadis-i maktu' / hadîs-i maktû'
Söyleyenleri (râvîleri), Tâbiîn-i kirâmakadar bilinip, Tâbiîn'den rivâyet olunan hadîs-i şerîfler.
hadis-i mensuh / hadîs-i mensûh
Peygamber efendimiz tarafından ilk zamanda söylenip, sonra değiştirilen hadîsler.
hadis-i mevzu' / hadîs-i mevzu'
Başkası tarafından söylendiği hâlde Peygamberimize (A.S.M.) isnad edilen hadis. Muan'an veya senedlerle tesbit edilmemiş hadistir. Manası yanlış demek değildir.
hadis-i mürsel / hadîs-i mürsel
Sahâbe-i kirâmın ismi söylenmeyip, Tâbiîn'den (Sahâbeyi görenlerden) birinin, doğruca Resûl-i ekrem buyurdu ki dediği hadîs-i şerîfler.
hadis-i müstefiz / hadîs-i müstefîz
Söyleyenleri üçten çok olan hadîs-i şerîfler.
hadis-i nasih / hadîs-i nâsih
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin, son zamanlarında söyleyip, önceki hükümleri değiştiren hadîs-i şerîfleri.
hafaza melekleri
Koruyucu melekler, her insanın hayır (iyi) ve şer (kötü) işlerini yazan; ikisi gece, ikisi gündüz gelen ve kötülüklerden ve cinlerden koruyan melekler. Bunlara Kirâmen kâtibîn melekleri diyenler olduğu gibi, onlardan başka olduğunu söyleyenler de olm uştur.
hafi / hafî
Gizli, kapalı.
Usûl-i fıkıh ilminde, mânâsı açık olduğu hâlde söyleyenin maksadını ifâde etme husûsunda kapalı, gizli söz.
Tasavvufta âlem-i kebîrdeki beş latîfeden biri.
haft
Sâkin olmak.
Sözü gizli söylemek.
hafz
Aşırı olmama hali.
Refah ve ferahlık. Huzur ve rahat.
Yavaş yavaş mülayim yürüyüş, itidal. Alçak.
Kelimenin son harfini esre, yâni "i" diye okumak.
Sözü boğaz içinden söylemek.
hak-gu / hak-gû
Doğru ve hak söyleyen.
(Farsça)
hakikat / hakîkat
Bir şeyin aslı, mahiyeti.
Gerçek, doğru.
Sadakat kadirbilirlik. Sözlük anlamıyla söylenen söz.
hallac-ı mansur
Asıl adı Hüseyin olan bu zat, tasavvuf mesleğinde meşhurdur. Manevi istiğrak hallerinde hissettiklerini, şeriata zâhiren zıd düşen ifadelerle söylediği için, Hicri 306 senesinde idam edilmiştir.
halt / خَلْطْ
Karıştırmak. Münasebetsiz söz söylemek. Bir şeyi bir şeye karıştırmak. Hatâ etmek.
Karıştırma.
Uygunsuz söz söyleme.
Karıştırma, uygunsuz söz söyleme.
hamhama
Hımhımlık, sözü genizden söyleyerek konuşma.
hamr
Ekşi. Şarap. İçki olup sarhoşluk veren şey.
Birine bâde içirmek.
Bir hususu söylemeyip setreylemek. Ketmeylemek.
hanende / hânende
Okuyan, şarkı söyleyen.
(Farsça)
hanende-gan / hânende-gân
(Tekili: Hânende) Hânendeler, şarkı söyleyenler, şarkıcılar.
(Farsça)
hanhana
Sözü burun içinden söylemek. Hımhımlık.
hanifen müslimen / hanîfen müslimen
Allah'ı bir olarak tanıyan dosdoğru bir Müslüman (Kur'ân-ı Kerimde Hz. İbrahim için söylenen bir ibare).
harf-endaz
Söz atan; dokunaklı, haysiyete ilişen söz söyleyen.
hars
Tahmin etmek.
Yalan söylemek.
Acıkmak.
haşa / hâşâ
Aslâ. Kat'iyyen. Öyle değil. Allah korusun... (mânasına söylenir.)
hasbıhal
Söyleşi, sohbet.
hasir / hasîr
Bir şey söyler veya okurken dili tutulan kimse. Kekeme insan.
Hasır.
haşvi / haşvî
Mânâsız sözler söyleyen, saçma sapan konuşan.
Haşve benziyen.
hatib / hatîb
Hitâbeden. Söz söyleyen. Cemaate, topluluğa karşı güzel söz söyleyen kimse.
Câmi'de müslümanlara dini nasihatlar ve güzel sözlerle hitâbeden vazifeli zat.
Mânalı ve fâideli, güzel söz söyleyen. Güzel, düzgün konuşan.
hatib-i beliğ
İnsanlara son derece derin ve hikmetli sözler söyleyen hatip.
hatibane
Hatibcesine. Güzel ve akıcı söz söyleyenlere yakışırcasına. Nutuk atarcasına.
(Farsça)
hatun-u kıyamet / hâtun-u kıyamet
Hz. Peygamberimizin (A.S.M.) kızı Hz. Fatıma'ya mecaz yoluyla söylenen bir tabirdir.
hay
Çiğneyen mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Şeker-hâ : Şeker çiğneyen.
(Farsça)
Mc: Tatlı sözlü, güzel ve dokunmaz sözler söyleyen.
(Farsça)
hayf
(Hayfâ) Emansızlık. Haksızlık. Zulüm. Cevr. (Vah vah, yazık, eyvah, yazıklar olsun meâlinde söylenir.)
hayide-gu / hayide-gû
Değersiz sözler söyleyen kimse.
(Farsça)
Değersiz şiirler yazan kimse.
(Farsça)
hayyakallah / hayyâkallah
Allah seni yaşatsın. Allah ömrünü uzun etsin, meâlinde ve dua makamında söylenen bir tâbirdir.
hayyeales-salah-hayyealel-felah / hayyeales-salâh-hayyealel-felâh
Ezân ve ikâmet okunurken söylenen "Haydin namaza" ve "Haydin kurtuluşa" mânâsına mü'minleri kurtuluşa, seâdete sebeb olan namaza çağıran iki mübârek söz.
hazık-ı mütedeyyin / hâzık-ı mütedeyyin
Dindar ve iyi mütehassıs. (Dindar ve iyi mütehassıs doktor için söylenir).
heca
(Hece) Dilin ve ağzın bir hareketi ile çıkan bir veya birkaç harf. Harflerin sesi. Harflerin seslendirilmesi.
Elif-bâ sırasına göre dizili harfler. Bir sözü harfleri ile söylemek.
Şekil. Kıyâfet.
Yemek.
Sükut etmek, susmak.
heccav
Çok hicveden. Hiciv söyleyen.
hece
(Hecâ) Bir defada söylenebilen, bir veya birkaç harfden meydana gelen sözcük.
Harfleri birer birer söyleyerek okuma.
hecv
(Hicv) Medh ü senânın zıddı. Kötüleme. Birisi hakkında kötülemek için söylenen söz veya manzume.
heft
Hafiflik sebebiyle uçup dağılmak.
Hafif mizaçlı olup, her dile geleni söylemek.
Vurmak.
helc
İtimat etmeyecek söz söylemek.
helesaya çıkmak
Eskiden ramazanlarda iftardan sonra para toplamak için çocuklar tarafından teşkil edilen çalgılı heyetlere katılanlar tarafından nakarat makamında söylenen bir tabirdir. Dilenciliğin kibarcalarından sayılır.
helümme cerra
(Helümme cerren) "Var kıyas eyle... Çek beri getir." gibi kinâye için söylenen bir tabirdir.
hem-dest-i vifak
Bir fikir ve mes'elede anlaşarak elele vermek, hep birden aynı sözü söylemek.
hengame-gir / hengâme-gir
Meddah, oyuncu. Hikâye söyleyici, hokkabaz.
(Farsça)
Diş macunu, leke tozu gibi şeyler satan çığırtkanlar.
(Farsça)
Kavgacı, gürültücü.
(Farsça)
hert
Dokunaklı söyleme, iğneleyici bir şekilde konuşma.
Yırtma.
Dürtme.
herze-lay
Herze söyleyen, saçmalayan.
herzegu / herzegû
Saçma sapan konuşan. Lüzumsuz ve mânasız söz söyleyen.
(Farsça)
Saçma sapan konuşan, lüzumsuz ve mânâsız sözler söyleyen.
herzehayi / herzehayî
Mânâsız konuşma, saçmasapan söyleme.
(Farsça)
herzekar / herzekâr
Saçma sapan konuşan, mânasız sözler söyleyen.
(Farsça)
heyamola
Eskiden ramazanlarda para toplamak gayesiyle mahalle çocukları tarafından teşkil edilen bir nevi dilenci alaylarında söylenen bir tâbirdir.
Eskiden gemiciler gemi demirini çekerken veyahut bir amele inşaatta ağır bir şey kaldırırken yahut da şahmerdanı yukarı çekerken kuvvetbirliğini
heyhat
Teneffür ve tehassür ifâde eder; "sakın, savul, yazıklar olsun, uzak ol" mânalarına geldiği gibi, daha ziyade; Eyvah, yazık, ne yazık, ne kadar uzak... gibi mânalar için söylenir.
hezec
Gök gürültüsü.
Güzel sesle şarkı söylemek.
hezl-gu / hezl-gû
Şakacı. Lâtifeci, mizahlı söz söyleyen.
hid'
Koyunlar ürküp dağıldıklarında, onları durdurmak için söylenen bir kelimedir.
hıffet
Hafiflik; kolaylık; Arapça'da kural olarak teleffuzu dile ağır gelen lâfızların kurallar çerçevesinde düzenlenerek kolaylık sağlama; Meselâ, kàle fiilinin aslı 'kavele' dir. Ancak söylemesi dile ağır geldiği için 'vav' harfi 'elif'e çevrilerek kàle denmiştir.
hıfz-ül lisan
Dili, günah ve lüzumsuz olan sözlerden korumak. Kötü ve fena sözlerden dilini muhafaza etmek. (İhtiyaçtan fazla söz söylememek mendubdur.)
hikaye-perdaz / hikâye-perdâz
Hikâye anlatan, hikâye ve roman söyleyen.
(Farsça)
hina / hîna
Şarkı söyleme.
(Farsça)
hina-ger / hinâ-ger
Şarkıcı, şarkı söyleyen.
(Farsça)
hınzır
(Çoğulu: Hanâzır) Domuz. (Beğenilmeyen birisine hakaret için mecazen söylenir.)
Pis ve katı kalbli kimse.
hıtab
Sözü âşikâre ve yüzüne söylemek.
Seninle gayrin arasında olan kelâm.
hitab / hitâb
Söz söyleme. Topluluğa veya birisine karşı konuşma.
Bir veya daha fazla kimselere söz söyleme, nutuk.
Söyleme, buyurma.
hitab-ı am / hitab-ı âm
Umuma hitap, bir topluluğa söyleme.
hitaben
Birinin yüzüne söyleyerek, ona hitab ederek. Tevcih-i kelâm eyleyerek. Birine doğru hitab ederek.
hitabet
Düzgün ve güzel söz söyleme san'atı.
Cemaate, topluluğa veya birisine karşı söz söylemek. Güzel ve faideli söz konuşmakla halka dinletmek. Güzel söz söyleme san'atı. Hutbe okuma. Nutuk irâdetmek.
Man: Makbul ve zannî mukaddemelerden terekküb eden kıyas.
hitabiyyat
Hitabolunarak söylenen sözler.
hoşamed gu / hoşâmed gû
Hoş geldin, diye söyleyen.
(Farsça)
hoşbeş
Selâmsabah, hatır sorma, birbirine rastlayan iki ahbab arasında söylenilen ilk sözler.
hubb-u lafz / hubb-u lâfz
Lâfız sevgisi; kelimenin söyleyiş şekline meftun olmak.
hud
(Tekili: Hâid) Büyüklük.
Çok hürmet.
Bir Peygamber ismi. Rıfk, sükun ve vakar ile muttasıf olduğu için bu Peygambere Hud ismi verilmiştir. (A.S.) Yahudilere de bu isim söylenilmiştir. Nuh tufanından sonra Yemen diyarında Hadremud civarında Ahkaf denilen yerde Ad Kavmine gönde
hüma kuşu / hümâ kuşu
Devlet kuşu. (Hikâyede: Gölgesi kimin başına düşerse o padişah olurmuş, derler. Hümâyun da buradan gelmiştir. Tayr-ı hümâyun, tâlih kuşu, uğur kuşu gibi isimlerle söylenir.)
hümeze
(Hemz. den) Dürtüştürücü, kırıcı, ısırıcı, sıkıcı.
El ve kaş işâretleri ile ayıplama.
Bir kişinin ardından ayıplarını söyleyen. Gammaz.
hunne
Sözü burun içinden söylemek.
hunya / hunyâ
Şarkı söyleme.
(Farsça)
hunyager / hunyâger
Şarkı söyleyen, şarkıcı.
(Farsça)
hurz
Oranlamak, yâni tahminle bir şeyin miktarını söylemek.
hüsn-ü hatime / hüsn-ü hâtime
Neticeyi iyi bir halde bitirme.
İman ile âhirete gitmek. Kelime-i şehadet söyleyerek ölmek.
hutbe
İlâhi emir ve nehiyleri cemaate beyan ve ihtar etmek. Cuma veya bayram namazlarında müslümanlara hatibin İlâhi ve şer'i emirleri hatırlatan sözleri. (Hatib, bu hutbeyi söylemeye Halife veya İslâm Devlet Reisinden vazife ve salâhiyet almıştır.)
i'cam
Harflere, yazıya nokta koymak.
İsteğini açıklıkla bildiremeyip, maksadı belirsiz, muğlak söylemek.
i'caz
Âciz bırakmak. Acze düşürmek, şaşırtmak.
Edb: Mu'cize derecesinde düzgün ve icazlı söz söylemek. Benzerini yapmada herkesi acze düşürmek. Güzel söz söylemekte insanların muktedir olmadıkları derece.
Mu'cizelik olan şey.
i'caz-ı belağat / i'câz-ı belâğat
Güzel söz söylemedeki mu'cizelik.
i'tiraf
(İtiraf) Kabahatini saklamamak. Suçunu söylemeği kabul etmek. Gizleyip söylemek istemediği şeyi açıklamak.
i'tiraf-ı cürm
Maznunun yaptığı suçu söylemesi, itiraf etmesi.
i'tiraf-ı kusur
Kusurunu söyleme, itiraf etme.
i'tiraziye
İtiraza, kabul etmediğine dair yazı.
Edb: Cümlenin esasından olmayıp yalnız bir husus hakkında söylenen ibare.
ibare-senc
Düzgün konuşan, akıcı söz söyleyen.
(Farsça)
ibda'
Cenab-ı Hakkın âletsiz, maddesiz, zamansız, mekânsız yaratması ve icâdı.
Misli gelmemiş bir eser meydana koymak, icâd, ("İbda', ihdâs, ihtirâ, icâd, sun', halk, tekvin" kelimeleri birbirine yakın mânâdadırlar.)
Edb: Geçmişte benzeri olmayan şiiri söylemek.
ibn-i vakt
Zamanın uyarına giden, vaktin icaplarına göre hareket eden kişi. Zamane adamı.
Mizaç ve tabiata göre söz söyleyen kimse.
ibtişak
Haysiyet ve nâmusa dokunma.
Yalan söyleme.
ibza'
Kötü söyleme, fena söyleme.
icab / îcâb
Lâzım. Gerekli. Lüzum. Sebeb olmak.
Ist: Akitlerde ilk söylenen söz. Bir mal sahibinin müşteriye karşı, "Bu malımı sana şu kadar paraya sattım" demesidir. Müşterinin de kabul etmesine dair olan sözüne "kabul" denir. Şer'i ıstılahta buna "icâb ve kabul" denir.
İhtiyaç.
Teklif, bir sözleşme için alıcı veya satıcı tarafından ilk söylenen söz.
icare-i münecceze
Bir şeyi akd-i icare ânından itibaren kiraya vermektir. Akd zamanında kiranın başlangıcı söylenmezse kira, bir icare-yi müneccezeye haml olunur.
icaz / icâz / îcâz / ایجاز / ا۪يجَازْ
(İycâz) Edb: Az söyle çok şey anlatmak. Sözü muhtasar söylemek. Çok mânaya gelen kısa cümlenin hâli. Mâruf ve müteârif olan cümleden kısa bir cümle ile maksadı ifâde san'atı.Böyle sözlere mucez, veciz veya vecize denilir.
Sözü kısa söyleme.
Az sözle çok mânâ anlatma.
Veciz anlatma, özlü söyleme.
(Arapça)
Az söyle çok şey anlatma.
icmali iman / icmalî iman
İman esaslarını kısaca bilmek. Allah'a ve Peygamberine imân ettiğini söylemek ve tasdik etmek.
iddia
Bir şeyin müsbet veya menfiliğini ısrarla söylemek. İleri sürülen fikir. Dâva etmek. Israr etmek. İnat etmek. Haklı veya haksız bir dâvaya kalkışmak.
iddiaen
İddia ederek. Doğru olduğunu söyleyerek.
ifade / ifâde / افاده
Anlatmak. Söylemek.
Fayda vermek, fayda tutmak.
Söylem, anlatım, dile getirme.
(Arapça)
İfâde edilmek:
Anlatılmak, belirtilmek, dile getirilmek.
(Arapça)
İfâde etmek:
Anlatmak, belirtmek, dile getirmek.
(Arapça)
ifade-i şifahiyye
Ağızdan söyleyerek, şifahî olarak ifade ederek.
ifasa
Yumuşak söylemek.
Aşikâre söylemek. Açık açık konuşmak.
ifhaş
(Fuhş. dan) Kötü ve fena söyleme.
ifrad
Tek olarak söylemek.
Ayırmak.
Göndermek. Yollamak.
ifsah
Fesahatla konuşmak. Açık ve düzgün söz söylemek.
iftihariyyat
İftihar yoluyla söylenen sözler.
iftilat
Ansızın bir işe girişme.
Hatıra gelivererek şiir veya söz söyleme.
iftinan
Türlü türlü ve birbirini tutmayan düzensiz söz söyleme.
Fitneye düşmek.
Âşık olmak.
iftiraş
İzine uyma.
Namusa dokunur söz söyleme.
Yayılma.
Cima.
Döşemek.
igfaliyyat
Yanıltıp aldatmak için söylenen sözler.
iglak
Karıştırmak. Kapamak. Muğlak yapmak. Anlaşılmaz hâle koymak.
Zorla iş yaptırmak.
Edb: Sözü karışık ve anlaşılmaz surette söyleme.
iglaz
(Galiz. den) Kaba ve fenâ söyleme.
iglazat
(Tekili: İglaz) Kaba ve galiz söyleme.
igrad
Yüksek ve güzel sesle şarkı söyleme.
igrakiyyat
Aşırı büyültmelerle ve mübâlâğalarla söylenen sözler.
ihale
Bir işi birisinin üzerine bırakmak. Bir hâlden diğer hâle dönmek.
Artırma veya eksiltmeye çıkarılan bir işi en münâsib bulunan bir istekliye vermek.
Zayıf addetmek.
Muhal söz söylemek.
ihfa
Saklamak. Gizlemek. Ketmetmek. Gizlenilmek.
Tecvidde: Harflerden birisini söylerken gizli ve zayıf söylemek.
ihlaf / ihlâf
Sözden dönme, yalan söyleme.
ıhna'
İfsad etmek, bozmak.
Yaramaz söz söylemek.
ihtital
Gizli söylenen sözü dinleme. Kulak kabartma.
iknaiyyat
İknâ etmek veya râzı etmek için söylenilen sözler.
ikrar / ikrâr / اِقْرَارْ
Açıktan söylemek. Kabul ve tasdik etmek. Hakkı itiraf etmek. Karar vermek. Mukarrer kılmak.
Fık: Bir kimseye diğerinin kendisinde olan hakkını haber vermek.
Îmânını açıkça, dil ile söylemek.
Bir kimsenin kendisiyle alâkalı olup, başkasına âit bulunan bir şeyi haber vermesi, îtirâf etmesi.
Söyleme, dile getirme.
Dil ile söyleme.
iksar-ı kelam / iksar-ı kelâm
Çok söyleme, sözü uzatma, gevezelik etme.
iksir
Çok te'sirli, her derde devâ sayılan mevhum cisim. Bir şeyin olmasına veya hastanın iyileşmesine sebeb olan ehemmiyetli madde.
Tıb: Oldukça şekerli ve kolayca alınabilen bir ilâç.
Eski kimyada: (Bazılarının söylediğine göre) kıymetsiz madenleri ve sair şeyleri altuna tebdile
iktidab
Bir şeyi kendisi için kesmek.
Henüz öğretilmemiş deveye binmek.
İrticâlen söz söylemek.
Edb: Şâir, kasidesinden teşbihi keserek maksadına, yani medhettiğinin medhine geçmek.
iktina'
Künyelenme.
Anlaşılmayacak şekilde söyleme.
Gizlenme, saklanma.
iktirah
(Çoğulu: İktirahat) (Karh. dan) Evvelden hazırlamadan düzgün bir şekilde ve içe doğduğu gibi (şiir veya nutuk) söyleme.
iktisas
Birinin izinden, ardından gitmek.
Kısas istemek. İntikam almak.
Kıssa.
Hikâyeyi veya bir haberi doğruca söylemek.
ıkval
Bir kimsenin söylemediği bir sözü, söyledi diye iddia etmek.
ikval
Bir kimsenin, söylemediği halde bir sözü söyledi diye iddia etme.
ıkvaliyyat / ıkvâliyyât
Söylenmediği hâlde söylendi diye iddiâ edilen sözler. Lüzumsuz iddialar.
ila / îlâ
Kocanın karısına dört ay veya daha çok zaman veya zaman söylemeyerek "Sana yaklaşmayacağım" diye yemîn etmesi.
ilahi / ilahî
Cenâb-ı Hak ile alâkalı, Allah'a dâir. Cenab-ı Hakk'a aid ve müteallik.
Ey Allahım, ey İlâhım! (meâlinde duâ içinde söylenir).
Edb: Tasavvufî şairler tarafından dinî ve İlâhî fikirleri havi olmak üzere yazılmış olan ve makamla okunan şiirler.
ilan-ı iflas / ilân-ı iflâs
Tüccarın işinde güçsüzlüğünü yani iflâs ettiğini resmî olarak söyleyip açığa vurması.
ilas
Kinâyeli ve iğneleyici sözler söyleme.
ileyhim
Onlara. (Erkek olan çok kişi için söylenir.)
ileyhima
Onlara. (Erkek olan iki kişi için söylenir)
ileyhinne
Onlara. (Kadın olan çok kişi için söylenir.)
ill
Keskinlik veya parlaklık mânasından alınmış olup; feryat, yemin, ahid ve karâbet mânalarına gelir. İbrânice "il", ilâh demek olduğu da söylenmiştir.
ilm-i belagat / ilm-i belâgat / ilm-i belâgât
Edb: Güzel söz söyleme veya yazmayı öğreten ilim. Edebiyatın bir şubesi.
Düzgün ve yerinde söz söyleme yolunu öğreten ilim.
ilmiye rütbeleri
İlmiye denilen ulema sınıfına mahsus rütbeler. Rütbeler, aşağıdan üste doğru şöyle idi: Müderrislik, kibar-ı müderrisîn, mahreç mevleviyeti, bilâd-ı hamse mevleviyeti, Haremeyn-iş şerifeyn mevleviyeti, İstanbul kadılığı, Anadolu ve Rumeli kazaskerliği.
ilzamiyat
Bir kimseyi ilzam edip susturmak için söylenen sözler.
imameyn
İki İmam.
Fık: Ekseriyetle Hanefî kitaplarında "İmameyn" dendiği zaman "İmam-ı Ebu Yusuf ile İmam-ı Muhammed" anlaşılır. Bazan da İmam-ı A'zam ile İmam-ı Şâfiî Hz.lerine söylenir.
iman / îmân
İnanmak. "Allahü teâlâdan başka mâbud, ilâh olmadığına, Muhammed aleyhisselâmın O'nun kulu ve Resûlü olduğuna" ve O'nun Allahü teâlâdan getirdiklerine kalb ile inanıp dil ile söylemek.
iman-ı makbul / îmân-ı makbûl
Mü'minlerin (Peygamber efendimizin söylediklerinin hepsini beğenip kalben kabûl edenlerin) îmânı.
iman-ı merdud / îmân-ı merdûd
Münâfıkların (dilleri ile inandıklarını söyleyip kalben inanmayanların) yalnız dil ile söyledikleri îmân.
imtisal
Nümune kabul etme.
Uymak. Ayrılmamak üzere inkıyad etme.
Mesel ve kıssa söyleme.
Bir şeyin suretine girme.
Muvafakat ve mutabakat etme.
Katili kısas etme.
indelbüleğa
Adamına göre güzel söz söyleyenler yanında.
indiyyat
(Tekili: İndî) Birinin kendince uydurduğu şeyler. Bir kimsenin kendi görüş ve inanışına göre söylediği sözleri.
inkar / inkâr
Bilmeme, tanımama. Yaptığını ve söylediğini gizleme.
Yapmadım deme ve ayak direme.
Reddetme.
inni / innî
Şüphesizlik ve kat'iyyet ifade eden "inne" ile mütekellim zamirinin birleşmesidir. Türkçede karşılığını "muhakkak ben" diye söyleyebiliriz.
inşaallah / inşâallah
Her zaman Allahü teâlânın adını anmağa alışmak ve Allahü teâlâ dilerse olur mânâsına bütün işlerini Allahü teâlânın dilemesine havâle etmek için söylenen söz.
insak
(Nesak. dan) Düzenli yazı yazma.
Kâfiyeli, secili ve akıcı bir tarzda söz söyleme.
insan
(Bu kelimenin aslı, lugat âlimlerince "ins" den geldiği söylenir. Kamusta da kûfiun'a göre "Nisyan" kelimesinden geldiği zikredilmektedir.)Akıl, şuur ve imân ile diğer canlılardan ayrı, Cenab-ı Hakk'ın en mükerrem yarattığı mahluku olup, Rabbanî ni'metleri unutkanlığı dolayısıyla insan denil
insihal
Düzgün söz söyleme.
Kabuğu soyulma.
intak
Edb: Söylemeğe kabiliyeti olmayanı söyletmek. Onun nâmına konuşmak. Nutka getirmek, söyletilmek. Dile getirmek.
Nutka getirmek, söyleme yeteneği olmayanı söyletmek.
intak-ı bi-l hak
Hakk'ın söyletmesi. Cenab-ı Hakk'ın konuşturması. İnayet-i Hak ile hakikatı olduğu gibi dile getirmek.
intak-ı bilhak / intâk-ı bilhak / اِنْطَاقِ بِالْحَقْ
Hakkın söyletmesi, Allah'ın konuşturması.
Allahın doğruyu söyletmesi.
irab / îrâb
Düzgün söz söyleme.
ırabet
Yaramaz sözler söylemek, fuhşiyyat.
irad / îrâd / ایراد
Varid kılmak. Getirmek. Söylemek.
Gelir. Kazanç. Bir mal veya mülkün getirdiği kazanç.
Söyleme, dile getirme.
Getirme, söyleme.
(Arapça)
Gelir, kazanç.
(Arapça)
Suâl îrad edilmek:
Soru yöneltmek.
(Arapça)
irad-ı kelam / irad-ı kelâm
Söz irad etme, söz söyleme.
irad-ı nutk
Nutuk iradetme. Nutuk söyleme.
irha-i lisan
Ağzına geleni söyleme.
irtical
Hazır cevaplılık. Düşünmeden ve birdenbire açıkça güzel söz veya şiir söylemek.
irticalen / irticâlen / ارتجالا
Hazırlıksız söyleme.
Düşünmeden söyleyerek.
(Arapça)
irticaliyyat
Düşünmeden, içinden doğarak söylenen sözler.
irtikak
Söz gücü olan kimsenin, söz söylemekten âciz kalması.
ısga'
Söylenilen bir sözü dinleyip kabul etme ve yapma.
Söylenilen bir sözü kulak verip dinleme.
Meyl etmek.
Eksiltmek.
ishab
Çok söylemek.
Türlü şeylerden renk değiştirmek.
Bir şeye fazla tama' etmek.
Kuyu kazıp suyu bulamamak.
Zehirlenme veya hastalıktan dolayı renk değişmesi.
Kuzu, anasını emmek.
Duvarı başı boş salıvermek.
ismat
Susturma, sükut ettirme.
Men'etmek.
Tecvidde : Harfi söylerken lisana ağır geldiğinden, kendilerinden yalnız aslı rübâî olanlar ile, hümasi olanların terkibi men' edilmişti. İsmât sıfatının harfleri; izlâk sıfatının harfleri olan on altı harf ile harf-i meddin maadası olan on
isnad / isnâd
Dayandırma, sened gösterme.
Söylediği sözü bir başkasına dayandırmak, bir şeyi, birisi için yaptı demek.
Hadîs ilminde hadîs-i şerîf metninin sırasıyla kimler tarafından nakledile geldiğini bildirme.
israf-ı kelam / israf-ı kelâm
Gereksiz söz söyleme.
istiaze / istiâze
"Eûzü billâhi mineşşeyta-nirracîm" sözünü söyleyerek Allah'a sığınma, eûzü çekme.
isticvab
Cevab istemek. Sorguya çekmek.
Mahkemede şahidlerin ifadelerini almak. Söyletmek.
istidradi / istidrâdî
Başka konu anlatılırken arada söylenen söz.
istifham
Sual sorup anlamak. Anlamak için sormak.
Edb: Cevap istemek için değil, daha çok dikkati çekmek, hisleri kuvvetlerdirmek maksadıyla soru şeklinde söylemek san'atıdır. Şefkat, sevgi, hayret, kin ve nefret gibi duyguların te'siri altında vuku bulur.
istigşaş
Nasihat edip öğüt veren ve doğru söyleyen kimseyi düşman sanmak.
istihdam
Bir hizmette kullanmak, hizmete almak, hizmet ettirmek.
Edb: Bir çok mânâsı olan bir kelimenin her mânâsına muvâfık kelime söylemek. Meselâ: "Avcınızın attığı da, sözleri de saçma idi" cümlesinde olduğu gibi.
istihlal
Yeni ay'ı gözleyip görmek. Hilâlin görünmesi.
Kılıcın kınından sıyrılıp görünmesi.
Edb: Bir ifadede birbirine benzer, seci'li ve kâfiyeli sözlerin söylenmesi.
Çocuğun doğar doğmaz hemen ağlamağa başlaması.
İyi ve hayırlı bir başlangıca delâlet etmek.
istiktab
Söyleyip yazdırma. Dikte ettirme.
Yazısını kontrol etmek için bir kimseye bir kaç satır yazı yazdırma.
istinad
Dayanma. Güvenme.
Sened veya delil söylemek, göstermek.
istinhac
Bir kimsenin dediğine uyma. Söylediğini yapma. Yoluna gitme.
istintak
Söyletmek.
Huk: Sorguya çekmek. Maznundan işlediği fiile dâir ifade almak.
istitrad
Edb: Bir söz söylerken o fıkra içinde başka bir bahis nakletmek.
istitradiyat
(Tekili: İstitrad) İstitrad şeklinde söylenen sözler.
istizah
Belirsiz ve mübhem bir şey hakkında açık söylenmesini istemek. İzah istemek.
Gensoru. Bir mes'ele hakkında mebuslar tarafından başbakana veya bakanlardan birine açılan ve sonunda soruşturma yapılması istenilen sual.
itale-i lisan / itale-i lisân / itâle-i lisân
Dil uzatma, kötü şeyler söyleme.
Dil uzatma, kötü şeyler söyleme, sövüp sayma.
itiraf / îtiraf / itirâf / اعتراف
Kabahatını saklamamak, suçunu söylemeyi kabul etmek, açıklamak.
Saklamayıp söyleme.
Sakladığı şeyi söyleme.
(Arapça)
Hakkın verme.
(Arapça)
ıtlak / ıtlâk
Salıverme.
Boşama.
Soyutlama, söyleme, kullanma.
ıtlak-ı lisan
Ağzına geleni söylemek. Çok serbest ve kolay konuşmak.
ıtri / ıtrî
Itra mensub, ıtır gibi kokan.
Müzik ilminde bir üstaddır. Asıl adı Mustafa'dır. Bayramlarda okunan tekbirin ilâhi ve kuvvetli bestesi onundur. Bestelere âid Segâh, Ayin-i Şerif gibi 25 eseri olduğu söylenir. Osmanlı padişahı IV. Mehmed'in nedimlik ve esirler kethüdalığında bulunmuştu
izah
Açıklamak. Bir şeyi anlaşılır hâlde söylemek veya yazmak.
izdicar
Nasihatı dinleyip kabul etme. Söylenen sözü dinleyip tutma.
izhaf
Yalan söyleme.
Hıyanet etme, verdiği sözünü tutmama.
Hayrette bırakma, şaşırtma.
izhar-ı hacet / izhar-ı hâcet
İhtiyacını söyleme.
jajhayan
Saçma sapan söz söyleyenler. Mânâsız ve boş konuşanlar.
(Farsça)
jajhayi / jajhayî
Mânâsız söyleyicilik.
(Farsça)
kaddesallahü teala esrarehümül'aziz / kaddesallâhü teâlâ esrârehümül'azîz
Daha çok tasavvuf büyüklerinin, evliyâ zâtların isimleri anılınca ve yazılınca söylenen veya yazılan Allahü teâlâ onların kıymetli sırlarını temiz, mübârek eylesin mânâsına duâ ve saygı ifâdesi. Bir kişi için Kaddesallahü sırrehü; iki kişi için Kadde sallahü sırrehümâ denir.
kade
Gr: Yardımcı fiillerdendir. Cümlede ifade edilen hükmün yaklaştığını bildirmek için söylenir. Mübtedâ ile haberin başına gelerek, birincisini isim adı ile merfu' kılar, haberini de mansub eder. Bu gibi fiillerin haberi muzâri olur.
kadh
Zemmetme, çekiştirme. Bir kimsenin ayıb ve kusurlarını söyleyerek gıybet etme.
Men'etmek, engel olmak.
Çakmak taşını çakmak.
Bir kimsenin işine halel vermek.
kadih
(Kadh. dan) Bir kimse hakkında kötü söz söyleyen. Zemmedici, çekiştirici, kötüleyici.
kadr suresi
Kur'an-ı Kerim'de 97. sure olup İnna Enzelna diye de söylenir.
kahin / kâhin
Karışık ve tahmini sözlerle gaibden haber verdiği söylenen kimse. Haberci. Falcı.
Âlim.
kail / kâil / قائل
Söyleyen. Anlatan. Nakleden. Söz sahibi. İnanmış.
Boyun eğmiş. Rıza göstermiş, razı olmuş.
Söyleyen.
Söyleyen, diyen.
Razı olmuş, boyun eğmiş.
Söyleyen.
(Arapça)
Razı olan.
(Arapça)
Kâil olmak:
Razı olmak.
(Arapça)
kale
(A, uzun okunur) Dedi. O söyledi.
Söz söylemek.
kalen
(A, uzun okunur) Söylemek suretiyle. Söyleyerek.
kalender
İbâdetlerin görünmesine önem vermeyen, herkese tatlı söyleyerek kalb kazanmağa çalışan, farzları yapmaya dikkat eden ve dünyâya düşkün olmayan kimse.
kali / kalî
Dedikoducu, gıybet eden, çekiştirici.
Söylemekle. Söylenmiş. Söz olarak. Söze dair ve müteallik.
kalkale
Üzerinde durulduğunda hafifçe tekrar söylenen harfler.
kalu / kalû
(A, uzun okunur) Dediler. Onlar söylediler (meâlinde fiil).
kani / kâni
(Kinaye. den) Dokunaklı ve iğneli söz söyleyen. Kinayeli konuşan.
karr
Durma.
Karar verme.
Su dökmek.
Kulağına söylemek.
Mahfe.
karra
Bir kimsenin kulağına söylemek.
Soğuk su dökmek.
karz
Borç, ödünç. Kesmek, kat'etmek.
şiir söylemek.
kasem
Yemîn. Bir işi yapmak veya yapmamak için Allahü teâlânın ismini söyleyerek söz verme.
katt
Kuru yonca.
Koğuculuk etmek, yalan söylemek, dedikodu yapmak.
Zeytin yağını fesliğen ile kokutmak.
kavlen
Söyleyerek. Söz ile. Anlaşarak.
kaz'
Kesmek.
Kahretmek.
Çiğnemek.
Fuhşiyat söylemek. Sövmek.
kazib / kâzib
Yalancı. Yalan söyleyen.
kaziye-i makbule
Kabule mazhar olmuş hüküm ve iddia. İtimad edilir zâtların söyledikleri ve bu itimada binâen kabul edilen kaziyye.
kaziye-i mutlaka
Man: Hiçbir ihtimâl gösterilmeyip, bir şeyin şöyle olduğuna veya olmadığına açıktan açığa hükmolunan kaziyye'dir.
keffaret-i yemin / keffâret-i yemîn
Bir işi yapmak veya yapmamak husûsunda Allahü teâlânın ismini söyleyerek yemîn eden kimsenin yemînini bozunca cezâ olarak yapması gerekli olan şey.
kehribar
Cevher saçan.
Güzel sözler söyleyen.
kelam / kelâm
Söz, söyleyiş, nutuk.
Dil, lehçe.
Kelâm ilmi, İslâmî inanç meselelerinden bahseden ilim.
Allahü teâlânın subûtî sıfatlarından. Cenâb-ı Hakk'ın, âlet, harf ve sese ihtiyaçtan münezzeh (uzak) olarak söylemesi.
Îmân ve îtikâd bilgilerini delîlleri ile anlatan ilim.
kelam-ı lafzi / kelâm-ı lafzî
Kelâm-ı nefsîyi anlatan ve insanın kulağına gelen ve söyleyenin ağzından çıkan harfler topluluğu.
kelim / kelîm
Kendine söz söylenilen, kendine hitab olunan.
Hz. Musa'nın (A.S.) bir ünvanı.
Söz söyleyen, konuşan. İkinci şahıs.
Yaralı kimse.
Kendisine söz söylenen.
kelime-i menhute
Aslı iki kelime olan bir tâbirin bir kelime ile söylenişi: "El Hamdüllilâh" yerine "Hamdele" söylenmesi gibi. "Bismillâh" yerine "Besmele" denmesi gibi.
kelime-i mi'raciye
Mi'racta söylenen söz.
kelime-i şehadet / kelime-i şehâdet
"Eşhedü en lâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh" mübârek sözü. Mânâsı şöyledir: "Görmüş gibi bilir ve inanırım ki, Allahü teâlâdan başka, varlığı lâzım olan, ibâdet ve itâat olunmağa hakkı olan, hiç ilâh, hiçbir kimse yoktur. Görmüş gibi bilir, inanırım ki, Muhammed sallalla
kelime-i tevhid / kelime-i tevhîd
"Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah" sözü. Mânâsı şöyledir: Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur. Muhammed aleyhisselâm O'nun resûlüdür, peygamberidir. Kelime-i tevhîde; Kelime-i ihlâs, Kelime-i takvâ, Kelime-i tayyibe, Da'vet-ül-hak, Urvet-ül-vüs kâ, Kelime-i semeret-ül-Cennet de denir.
kemal sıfatları / kemâl sıfatları
Allahü teâlânın zâtında ve işlerinde hiçbir kusûr, karışıklık, değişiklik ve noksanlık olmadığını gösteren hayât (diri olmak), ilim (bilmek), sem' (işitmek), basar (görmek), kudret (gücü yetmek), irâde (istemek), kelâm (söylemek) ve tekvîn (yaratmak) sıfatları. Bunlara Subûtî, Hakîkî ve Kâmil sıfatl
kemgu / kemgû
Az konuşan. Az söyleyen.
(Farsça)
kemsuhan
Az konuşan. Az söyleyen.
(Farsça)
kemzeban
Az konuşan kimse. Az söyleyen kişi.
(Farsça)
kerremallahu vechehu
"Allah yüzünü ak etsin" anlamında Hz. Ali için söylenen bir ifade.
kerremallahü vechehü
"Allah yüzünü şerefli, şerefini yüksek kılsın" anlamında Hz. Ali için söylenen bir ifade.
kerremallahu-vechehu
Allah vechini mükerrem kılsın, meâlinde dua olup Hz. Ali (R.A.) hiç putlara secde ve ibadet etmediği ve çocukluktan beri Allah'a secde ettiğinden, onun ismi anıldığında hürmeten söylenir.
keskese
Söylerken sin'i kef'e tebdil edip sin yerine kef okumak.
Çabuk kesmek.
ketm
Saklamak. Gizlemek. Sır tutmak. Söylememek.
Gizleme, sır tutma, söylememe.
ketmetmek
Söylemeyerek gizlemek, üstünü örtmek.
ketumane
Ketum olup ağzı sıkı olan, herşeyi söylemiyen kimseye yakışır surette.
(Farsça)
keyt
(Keyte) şöyle, şöylece, kezâ.
kezub
Çok yalancı, aldatıcı. Daima yalan söyleyen.
kezzab
Yalancı. Çok yalan söyleyen.
Çok yalancı, çok yalan söyleyen.
kibrit-i ahmer
Kırmızı kibrit.
Cisimleri altun hâline koyacak derecede te'sirli olduğu söylenen şey. İksir.
Tas: Mürşid. Kıymeti çok yüksek olan.
kitab-ı belağat / kitab-ı belâğat
Maksada ve hâle uygun söz söyleme kitabı.
kıyam-ı binefsihi / kıyam-ı binefsihî
(Kıyâm-ı bizâtihî) : Fık: Varlığı, durması kendi zâtı ile olmak mânasında bir sıfat-ı İlâhîdir. Şöyle ki: Hak Teâlâ'nın ezelî ve ebedî olan varlığı kendi zâtı ile kaimdir. Kendi varlığı, kendi hüviyetinin, kendi mukaddes zâtının muktezasıdır. Aslâ başkasının değildir. Bunun için, Allah Teâlâ'ya "Vâc
kıyle
"Denildi, söylendi" anlamına gelen bu kelime, bir mesele hakkındaki farklı rivayetleri fade eder.
kizb
Yalan. Yalan söyleme. (Sıdkın zıddı)
kodaman
İleri gelen. Servet veya mevki sahibi kimseler hakkında alay yollu söylenir.
kuddise sirruh
Daha çok Allahü teâlânın sevdiği kullar olan evliyâdan birinin ismi anılınca veya yazılınca, onun sırrı (içi) temiz ve mübârek olsun mânâsına söylenen veya yazılan duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için "Kuddise Sirruhümâ" ikiden çok için "Kuddi se sirruhüm" denir.
küfr
Allah'a inanmama ve ona ortak koşma.
Dinsizlik, imansızlık, kâfirlik.
Nankörlük.
Kaba, ayıp söz söyleme, sövme.
küfr-i hükmi / küfr-i hükmî
İslâmiyet'in îmânsızlık alâmeti dediği sözleri söylemek ve işleri yapmak.
küfr-i nifaki / küfr-i nifâkî
Diliyle îmân ettiğini söyleyip, kalbiyle inkâr etmek. İnanmamak
küfürbaz
Küfür sözü söyleyen. Ahlâksız. Küfrü âdet edinmiş olan.
(Farsça)
kul
De, söyle, bildir (meâlinde emirdir). Türkçede "Kul", emir dinleyen hizmetkâr, Allah'ın mahlûku, Allah'a itaat ve ibadet eden veya köle mânasındadır.
kundak sokmak
Mc: Ara bozacak bir söz söylemek veya böyle bir harekette bulunmak.
Yangın çıkarmak.
kur'an-ı kerim / kur'ân-ı kerîm
Allahü teâlânın Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla Muhammed aleyhisselâma yirmi üç senede Arabça olarak indirdiği, bize kadar ilk nâzil olduğu şekilde tevâtürle, yalan söylemeleri mümkün olmayan üstün vasıflı insanların bildirmeleri ile gelen ve mushaf larda yazılı olup, okunması ile ibâdet edilen, hi
kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار
Kut'ül Amare ne demektir?
Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.
İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.
Kut'ül Amare zaferinin önemi
Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.
28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.
Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.
Kût'a tramvayla asker sevkiyatı
İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.
Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.
Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.
Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.
Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.
Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.
Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.
Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.
Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.
labe
Yalvarma, yaltaklanma, dalkavukluk etme. Acz gösterme.
(Farsça)
Bu yolda söylenen söz.
(Farsça)
lafz-ı murad
Mânâsı için olmayıp lafzı için söylenen kelime, söz.
lafz-ı zahir / lafz-ı zâhir
İbaresi işitilmekle ancak bilinen, yâni söyleyenin maksadı düşünülmeye muhtaç olmadan derhal mânâsı anlaşılan sözdür. Bunun zıddına hafi denir.
lafz-perdazane
Çeşitli ve çok söyleyerek.
(Farsça)
lafzan
Lafız itibariyle. Söz olarak. Söyleyerek. Yazılı olmıyarak.
lafzi / lafzî
Lafza ait ve müteallik.
Gr: Kelimenin söylenişine ve yapısına aid, onlarla alâkalı.
lafziye / lâfziye
Kelimenin söylenişine ve yapısına ait.
lagm
İnanmayacak söz söylemek.
Bulaşmak.
lahavle / lâhavle
(Lâhavle ve lâkuvvete illâ billâhil-aliyyil azim" cümlesinin kısaltılmışı ki, "Kuvvet ve kudret ancak Cenab-ı Allah'tadır." meâlinde olup bir belâ ve tehlike esnasında veya sabrın tükendiğini açıklamak için söylenir.
lahn
Güzel ve kaideli ses.
Nağme.
Kaideye uymayan yanlış okuyuş.
Usulüne uygun okumak.
Sadece muhatabın anlıyacağı şekilde remizle söz söylemek.
Meyl.
Fehmeylemek.
Lisan.
Lügat. Fetva. Mânâ. Mefhum.
lahva
Abes, bâtıl sözleri çok söyleyen, boş konuşan kadın. (Müz: Elhâ)
lal / lâl
Dilsiz. Söz söyleyemiyen.
(Farsça)
lay
Söyleyen, söyleyici.
(Farsça)
lebbeyk
Hac, umre veya her ikisini yapmak üzere niyyet ederken yâni ihrâma girerken başlayıp, Mina'da Cemre-i akabede (büyük cemrede) şeytan taşlanırken atılan ilk taşla söylemesi son bulan mübârek sözler: Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk innelhamde venni'mete leke vel-mülke
lebbeyk-zen
Lebbeyk diye söyleyen. Emre hâzır olan. Râzı olan.
(Farsça)
lebgüşa
Dudağı açık. Söyleyen, konuşan.
(Farsça)
lebküşa
Dudağı açık. Konuşan, söyleyen.
(Farsça)
leff ü neşr
Edb: Bir yazı veya şiirde söz simetrisi yapma san'atıdır. Önce iki veya daha fazla kelimeyi sıralamak, sonra da onlarla alâkalı şeyleri söylemek. İki çeşidi vardır;1- Leff ü Neşr-i Müretteb (Düzenli leff ü neşir) : Birinci cümlede sıralanan kelimelerle ikinci cümlede söylenen kelimelerin aynı sırayı
levm
Çekiştirmek. Birisinin yüzüne karşı kötü söz söylemek. Zemmetmek. Paylamak. Başa kakmak.
Çekiştirme, kötü söyleme, kınama.
leyg
İyi huylu olmak.
Sözü açık ve fasih söyleyememek.
li-kailihi / li-kailihî
Söz söyleyenin.
lihaz
Düşünme, mülâhaza etme.
Riâyet etme, uyma. Söylenen sözü kabul edip yerine getirme.
lisan-ı belagat / lisân-ı belâgat
Düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söz söyleme dili, üslûbu.
lisan-ı gayb
Gaybın haberlerini bildiren dil. Ahiret ahvalini veya bizce bilinmeyen gayb hükmündeki haberleri söyleyen. "Kur'an-ı Kerim"
lisan-ı hakimane / lisân-ı hakîmâne
Son derece hikmetli sözler söyleyen dil.
lisan-ı sadık / lisan-ı sâdık
Doğru söyleyen lisan.
lisanen
Konuşarak. Dil ile. Söz söyleyerek.
lisanü'l-hak
Hak ve hakikati söyleyen dil.
lul
(Luli) Utanmaz, hayasız ve namussuz kadın.
(Farsça)
Nâzik ve zarif.
(Farsça)
Şarkı söyleyip oynayan fahişe kadın.
(Farsça)
lüsga
Söylerken rı'yı gayn'a veya lâm'a; ve sin'i te'ye kalbetmek.
ma'zeret
Elde olmadan suç, kabahat işleme.
Mücbir sebeblerini söyleyerek yardım dileme. Özür dileme.
ma-i mevsule / mâ-i mevsule
Buna ism-i mevsul de denir. Kendinden sonra gelecek küçük cümleyi daha önce geçen cümleye bağlar. (Ketebtu mâ kultü: Söylediğimi yazdım, ne söyledimse yazdım) cümlesinde olduğu gibi.
ma-i mukayyed / mâ-i mukayyed
Çiçek, üzüm, kavun-karpuz suyu gibi cinsi ve sıfatı birlikte söylenen sular.
ma-i mutlak / mâ-i mutlak
Yaratıldıkları hâl üzere olan yâni ismi yanında başka kelime söylenmeyen, yalnız su denilen sular.
maarız
(Tekili: Muarraz) Bir sözü söyleyip başka bir şey murad etme ve cem' olmak, toplamak itibariyle ma'razlar, ta'rizler, adem-i tasrihler, sarahatsizlikler.
maaz-allah / maâz-allah
"Allahü teâlâya sığınırım" mânâsına, tehlikeli, zararlı ve istenmeyen durumlardan korunmak için söylenen bir söz.
maglata
Mugalata. Boş ve mânasız söz. Zihin yanıltmak için söylenen saçma sapan söz.
maglata-i şeytaniye
İnsanları aldatmak ve yoldan çıkarmak için söylenen karıştırıcı sözler. Şeytanın insan kalbine vesvese vermesi.
mahkum-u aleyh / mahkûm-u aleyh
Bizzat kendisi üzerine hüküm binâ edilen (yani bu kaideyi şöyle açıklayabiliriz.
mahlasname
Şiir söylemeye yeni başlayan bir şâire, usta şâir tarafından mahlas verildiğine dair yazılan manzume.
mahrem
Gizli olan, herkese söylenmeyen, gizli sır.
Dînen evlenilmesi ebedî haram (yasak) olan, soy, süt veya evlenme sebebiyle nikâhı haram olan kimse.
Gizli, herkese söylenmeyen.
mahrem-i esrar
Gizli sırlara vakıf olan çok yakın kimse. Gizli sır söyleyen kimse.
mahz-ı belagat / mahz-ı belâgat
Her yönüyle belâgatlı olan, tam yerinde ve tam şartlara uygun söz söylemek.
mahzuf
Silinmiş; var olup da söylenmemiş lafız.
makal
Söz. Lâkırdı. Kavl. Söyleyiş.
makale
Söylenen söz. Söyleme. Söyleyiş. Kelâm. Nutuk.
Bir bahsin kaleme alınışı.
makam-ı ibrahim
Kâbe'de bulunan ve Hz. İbrahim'in ayak izi olduğu söylenen taş.
makame
(Çoğulu: Makamât) Meclis.
Topluluk, cemaat, cemiyet, kalabalık.
Nutuk tarzında söylenen sözler.
makmaka
Sözü boğazı içinden söylemek.
makul
(Kavl. den) Denilmiş, söylenilmiş.
Söylenilen söz.
mantık
(İntak. dan) Konuşturan, söyleten.
Doğru muhakeme ve doğru düşünceyi öğreten ilim. Akıl kaidesi.
Akıl, nutuk, söz.
mantuk
Söylenmiş, denilmiş, söz, kelam, nutuk, mefhum.
maşaallah / mâşâallah
Beğenilen şeyler görüldüğünde söylenilen; "Bu, Allahü teâlânın dilediği ve ihsân ettiği şeydir" mânâsına mübârek bir söz.
masadak
Bir sözü veya hükmü tasdik eden husus. "Söylendiği gibi, denildiği şekilde, doğru, sâdık, olduğu gibi, muvâfıktır, mutâbıktır, tıpkısı" gibi mânâlara gelir. Mânânın fertlerine de mâsadak denilebilir.
masruf-u leh
Hakkında söz söylenilen kişi.
mazz
Gönlün gamdan ve tasadan yanması.
İkrar etmek, kabul etmek, açıktan söylemek.
meclis-i tehlil
"Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur" mânâsındaki "lâ ilâhe illallah" sözünü söyleyen meclis.
medh
Övme, iyi taraflarını anlatma; bir kimse hakkında iyi şeyler söyleme.
Birisinin iyiliğini, iyi vasıflarını söylemek. Övmek.
mef'ul-ü sarih
Doğrudan doğruya mef'ul demektir. Bir harf-i cerle ifâde olunmaz. "Nuri dalı kırdı" cümlesinde "dal" mef'ul-ü sarihtir. "Nuri daldan düştü" dersek, bunu arapça ifâde için (min) harf-i cerri ile söyleyebiliriz. İşte böyle harf-i cerle söylenen mef'ullere, "mef'ul-ü gayr-i sarih" denir. Bunlar mef'uld
mehr-i misl
Mehir söylenmeden veya mehir vermemek şartı ile yapılan bir nikahtan sonra, kadının, baba tarafından akrabâsının kadınlarına bakılarak bunlara verilen mehir kadar verilmesi kararlaştırılan altın, gümüş, mal veya herhangi bir menfeat.
melfuz / melfûz
(Lâfız. dan) Telâffuz olunmuş, okunmuş olan. Söylenmiş.
Ağızdan çıkan söz, hece, kelime veya harf.
Söylenmiş, dile getirilmiş olan.
Söylenmiş.
men'ut
Medhedilmiş. İyiliği, güzelliği söylenilmiş olan.
merci'
Merkez. Kaynak. Baş vurulacak yer. Müracaat edilecek yer. Dönülecek yer. Sığınılacak yer.
Söylenen sözün kendine fayda verdiği kimse.
merdud-üş şehadet / merdud-üş şehâdet
Şahitlikleri kabul edilmiyenler.
Fâsık, yani devamlı günah işleyenler, yalan söyleyenler, müslümanları aldatan kimseler merdud-üş şehâdettir.
merhaba
Şâdlık, neşeli oluş.
Genişlik, vüs'at.
Müslümanlar arasında bir nevi selâmlaşma kelimesi olup, "rahat olunuz, serbest olun, hoş geldiniz" mânasında söylenir.
Nazımda medholunan kimseye hitâb olarak kullanılır.
merhum
(Rahm. den) Kendine rahmet edilmiş.
Rahmete kavuşmuş. Dünyanın sıkıcı ahvâlinden kurtulup rahmet-i İlâhiyeye kavuşmuş olan. Dünya imtihanından kurtulup, vazifesini bitirmiş, paydosa kavuşmuş olan. (Vefat etmiş müslüman hakkında söylenir.)
merkum
(Rakam. dan) Yazılmış. Adı geçmiş. Rakamla söylenmiş. Sayılmış.
Basit ve âdi insan.
mervi / mervî
Rivayet olunan, birinden işiterek söylenen.
merviyat
(Tekili: Mervi) Rivayet olunmuş şeyler. Kulaktan kulağa söylenerek gelmiş olan sözler.
mesih / mesîh
Olumlu mânâda isa aleyhisselâm için söylenen bir tabir.
meskut
Söylenmemiş. Sükut edilmiş. Hakkında bir şey söylenmemiş.
mesrud
(Serd. den) Söylenmiş, bilidirilmiş, mezkur. Serdolunmuş.
mesrudat
(Tekili: Mesrud) Söylenenler. Bildirilmiş olan şeyler.
mesuk-u lehü'l-kelam / mesûk-u lehü'l-kelâm
Sözün söyleniş gayesi.
mesuk-u lehu-l-kelam / mesuk-u lehu-l-kelâm
Kelâmın söyleniş gayesi, garazı ve maksadı.
mesuk-u lehülkelam / mesûk-u lehülkelâm
Kelâmın söyleniş gayesi, maksadı.
mesuk-un leh
Bir mânaya sevk olan, mânaya göre söylenen söz. Asıl mevzu (siyaka doğru) ve maksad için söylenen söz.
mevlana / mevlânâ
"Efendimiz, mevlâmız" mânâsında olan bu kelime, hürmeten büyük kimselere söylenmiştir. Hazret mânâsında da kullanılır.
"Efendimiz" mânâsına bir büyüğe karşı söylenen hürmet ve saygı ifâdesi.
Evliyânın büyüklerinden Celâleddîn Rûmî'nin ve Hâlid-i Bağdâdî'nin ve bâzı büyüklerin lakabı.
mevsuk-ul kelim
Sözlerine inanılır. Söylediği şeylere itimad edip güvenilir.
meyn
(Çoğulu: Müyun) Yalan. Yalan söyleme.
meyş
Halt etmek, karıştırmak.
Koyun sütünü keçi sütüne karıştırmak.
Yünü kıla karıştırmak.
Sözün birazını söyleyip, bir kısmını söylememe.
meyyit-i müteharrik
Hareket halindeki ölü.
Mc: Sağ olup, gayret sahibi olmayanlara söylenir.
mez'
Haberin bazısını söyleyip bazısını gizlemek.
mezbur
Adı geçen, yukarıda söylenen.
miksir
Çok söyleyici, çok konuşan.
mira'
(Riya. dan) Riya etme, riyakârlık yapma.
Başkasının sözüne itiraz edip mücâdele etme.
İçindekinin aksini söyleme.
mu'cizegu / mu'cizegû / معجزه گو
Mucizeler anlatan.
(Arapça - Farsça)
Mucize gibi söyleyen.
(Arapça - Farsça)
mu'cizeguy
Mu'cize gibi söz söyleyen.
(Farsça)
mü'min
Allahü teâlânın Esmâ-ül-hüsnâsından (ism-i şerîflerinden). Her türlü emân ve emniyet (güven) veren.
Îmân eden, Resûl-i ekremin bildirdiklerinin hepsini kalbi ile kabûl edip, dili ile söyleyen.
mu'teref
Gizlenmeyip söylenmiş. İtiraf olunmuş.
mu'terif
İtiraf eden. Kendi noksan ve kabahatlerini kabul edip anlatan ve söyleyen.
mübahe
Yalan söylemek.
mübahele / mübâhele
Lânetleşme. Dar anlamda hazret-i Îsâ'nın ilâh ve Allahü teâlânın oğlu olduğunu söylemekte ısrâr eden ve bu inanışlarının yanlış olduğunu kabûl etmeyen hıristiyanlara, Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem); "... Gelin oğullarımızı, oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, bizleri ve
mübarekat / mübarekât
Bütün tebrike sebeb olacak ve mâşâallah dediren ve bârekâllah söyleten bütün hâletler ve san'atlar. Mübarekiyet ifade eden bolluk ve İlâhî lütuflar.
mübdi'
Nümune ve benzeri yokken bir şeyi yeni olarak keşfeden. Benzeri görülmemiş bir iş veya eser ortaya koyan.
Edb: Kimsenin söylemediği yeni bir şiir veya nesir söyleyen.
mübeyyez
(Mübeyyeze) Meydana çıkarılmış, açıklanmış açıkça söylenmiş. Bildiren, açıklıyan.
mübezzir
Müsrif, Sefih. Hesabsız sarfiyat yapan. Harcayan.
Çok söz söyleyen. Sırrı ifşâ eden.
mübtedi'
Bid'at sâhibi. Dinde değişiklik meydana getiren, dinde olmayan bir şeyi varmış gibi gösteren, dinde eksiklik ve fazlalık olduğunu söyleyerek değişiklik yapan. Ehl-i bid'at.
müennes
Dişi. Müzekkerin mukabili.
Gr: Hakiki, itibarî veya söylenişi cihetiyle "dişi" olan kelime.Müennes-i hakikî : Müzekker kelimenin sonuna bir "e-a" ilâve ederek yapılan kelime. Meselâ: (Kâtib: ): Erkek yazıcı. (Kâtibe: ): Kadın yazıcı.Sonu "e" ile biten kelimeler ekseriyetle müennestir
Dişi.
Hakiki itibarıyla ve söyleniş itibarıyla dişi olan kelime.
müfessir
Tefsir eden, izah eden. Anlayabildiği mânayı söyleyen ve yazan.
Kur'an-ı Kerim'i tefsir edebilmek salahiyetini hâiz olan, âlim, fâzıl ve kuvve-i kudsiye sahibi zât.
müfhiş
Kötü söz söyleyen.
müfti-yi macin / müftî-yi mâcin
Din bilgilerini fıkıh kitablarından öğrenmeyip, kendi düşüncelerini din bilgisi olarak söyleyen, müslümanları mezhebsiz yapan câhil din adamı.
mugalata / mugâlata
(Galat. dan) Karşısındakini yanıltmak için söz söylemek. Doğruya benzer yanlış sözler. Safsata. Hatalı ve yanlış söz. Demagoji.
Man: Vehimlerden terekküb eden kıyastır.
Yanıltmak için, yanıltacak yolda söz söyleme, demogoji.
Yanıltıcı için söz söyleme.
Safsata, demagoji; aldatmak maksadıyla yanıltıcı sözler söyleme.
Hatâlı ve yanlış söz, karşısındakini yanıltmak için söz söylemek veya bu sûretle söylenen söz.
mugtab
Gıybet söyleyici, gıybet eden.
mühacene
Kabahat, noksanlık, nâkıslık.
Asılsızlık.
Ayıplı söz söylemek.
İlmi zâyi olmak.
muhadese
(Hadis. den) Konuşma. Birbirine hikâye söyleme.
muhafete
Söyleme, yavaş okuma.
muhakat
Müşabehet eylemek. Bir kimseyi taklid etmek.
Birbirine hikâye söylemek.
muhatab / muhâtab
Söyleyeni dinleyen. Kendisine hitab edilen.
Gr: İkinci şahıs.
Kendisine söz söylenilen.
muhataba
Birbirine söz söyleme, hitabetme.
Mc: Çekişme.
muhatabane / muhâtabâne
Kendisine söz söylenilen kimse gibi.
muhatabin / muhâtabîn
Kendisine söz söylenenler.
muhazane
Çocuklara şaşırtıp sevindirecek şeyler söylemek.
muhbir-i sadık / muhbir-i sâdık
Hep doğru söyleyici, doğru haber verici mânâsına Muhammed aleyhisselâm.
mühelhil
Lâtif ve nâzik söz söyleyen.
Bir şeyi lâtif ve zarif bir şekilde yapan.
muhrenbık
Başını eğip tınmayan, sükut eden, susan ve fırsat bulduğu gibi fevri söyleyen kimse.
mükaleme / mükâleme
Karşılıklı konuşma. Anlaşma. Müzakere. Muhavere. Söyleşme.
mükaleme-i ezeliye / mükâleme-i ezeliye
Ezeli konuşma, söyleşme.
mukamik
Sözü boğazı içinden söyleyen.
mukayyed su
Cinsi ve sıfatı birlikte söylenen ve herhangi bir şeyle kayıtlanmış sular.
mükazebe / mükâzebe
(Kizb. den) Karşılıklı olarak yalan söyleme.
mukterih
Bir şeye kasd eden, araştıran.
Yeniden meydana çıkaran.
Düşünmeden, aklına geldiği gibi söyleyen, iktirah eden.
mukzı'
Fuhşiyat söyleyen, ahlâksızca şeyler konuşan.
mülemma'
(Lem'. den) Parlak. Revnekdar.
Bulaşmış, sıvanmış.
Karışık dilde söylenmiş manzume.
Renk renk olan.
mülemmaat
(Tekili: Mülemma') Bir kısmı Türkçe, bir kısmı Farsça veya Arapça söylenmiş olan manzumeler.
mümalata / mümâlata
Bir şâir bir mısra, başka bir şâir de diğer bir mısra söylemek üzere karşılıklı şiir söylemek.
Karşılıklı şiir söyleme.
münafık
İki yüzlü, araya nifak sokan. Fitnekâr.
Ahdini bozan, yalan söyleyen, hıyanet eden.
Görünüşte müslüman olup hakikatte kâfir ve düşman olan.
münagat
Çocukları sevindirecek ve güldürecek söz söylemek.
münakaza
İki sözün mânasının birbirine zıd olması.
Bir sözü evvelce söylediği kelâma zıd ve muhâlif söylemek.
münaşede
(Neşide. den) Karşılıklı neşide söyleme.
münekkid
Tenkid edici. Kötüyü iyiyi ayıran ve onları söyleyen, kusurları söyleyen.
münhafıza
Harf söylenirken alt damaktan dilin ayrılması hâli.
Aşağılanmış olan.
müntabıka
Söylenirken dilin üst damağa kapanması. Bu hâlde ağızdan çıkan harfler; sad, dad, tı, zı.
münzirat / münzirât
Haber verip kötülüğünü söyleyerek korkutanlar.
murabaha / murâbaha
Satın alınan bir malı, alış fiyatını söyleyerek ve üzerine kâr koyarak başkasına rızâsı ile satmak.
müreccim
Sözü tam söyleyip yerli yerince edâ ve beyân eden.
mürsel hadis / mürsel hadîs
Sahâbe-i kirâmın (Resûlullah efendimizin sohbetinde yetişen mübârek insanların) ismi söylenmeyip, Tâbiîn'den (Sahâbe-i kirâmı görüp, sohbetinde yetişen kimselerden) birinin, doğruca, Resûl-i ekrem buyurdu ki, diyerek bildirdiği hadîs-i şerîfler.
mürtecel
Düşünülmeden hemen söylenmiş söz veya şiir.
Kelimenin lügat mânası ile ıstılah mânası arasında münasebet bulunmayan kısmına mürtecel; münasebet bulunan kısmına da menkul denir.
Fık: Konuşulandan başkasına bir alâka bulunmaksızın sarih bir ihtimal ile kullanılan lâfızdır. Mese
mürtecilen
Hemen şiir veya söz söyleyerek. Düşünmeden cevap vererek. Hazırcevaplıkla.
müşaare
(Şiir. den) Karşılıklı olarak birbirine şiir söylemek. Şiir yarışı.
müsademe-i efkar / müsademe-i efkâr
Fikirlerin çarpışması, muhtelif fikirlerin birbirine karşı söylenişi.
musahebe
Sohbet, söyleşi.
müşakelet
Şekilde bir olma ve uygunluk, benzeyiş.
Cinsiyet birliği.
Edb: Birinin söylediği bir sözü diğerinin az çok evvelki mânaya zıd olarak kullanması.
müşarün ileyh
Kendine işaret edilen, ismi evvelce söylenmiş olan, sözü edilen.
müşarün-ileyh
Kendine işaret edilen. İsmi evvelce söylenmiş olan.
müşarünileyh
Kendine işaret edilen, ismi evvelce söylenmiş olan, sözü edilen.
müsebbihan
Tesbih edenler. Bütün noksan sıfatlardan, her çeşit kusurdan Cenab-ı Hakkın uzak, temiz ve pâk olduğunu ikrar edenler, söyleyenler.
(Farsça)
müsheb
Çok konuşan. Çok söyleyici.
müşide
Çağıran. Yüksek sesle şarkı söyleyen.
müsnid
Söyleyene isnad edilen söz.
Zaman, dehr.
müstağni / müstağnî
Başkasına muhtâç olmayan.
Sâhib olduğu şeyle kanâat edip, insanlardan bir şey beklemiyen. İhtiyâcını başkalarına söylemiyen.
müstektib
Dikte eden, söyleyip yazdıran.
müşterik
Kendi kendine söylenen kimse.
müstetbeat
Edb: Söze, kelâma tâbi olan mânalar. Sözdeki telvihat ve telmihat. Söz söylerken arasında işaretle anlatmalar.
mutaraha
Birbirine söz söyleme.
müteahhirin / müteahhirîn
Son zamanlarda gelenler ve yetişenler. (Büyük allâmeler hakkında söylenir.)
mütecahir
Yüksek sesle söyleyen.
Gizlemeyen. Aşikâre yapan. Açıktan günah işleyen.
mütecevvizane
Mecazlı konuşarak, mecazlı söz söyleyerek.
(Farsça)
Caiz olmayan şeyi caiz görürcesine.
(Farsça)
mütecevvizin / mütecevvizîn
(Tekili: Mütecevviz) Mecazlı konuşanlar. Mecazlı söz söyleyenler.
Caiz olmayan şeyleri caiz görenler.
mütefevvih
Dil uzatan.
Söyleyen, ağzına alan.
mütegazzil
Gazel yazan.
Gazel söyleyen, gazel okuyan. Gazelhân.
mütehallil
Araya sokulan, araya giren.
Bozulan.
Bir kelimeden nice mânâlar kasdedip söyleyen kimse.
mütehatıb
Birbirine hitab eden, söyleşen.
mütehezzicane / mütehezzicâne
Makamla şarkı söylercesine.
(Farsça)
mütekavvil
(Çoğulu: Mütekavvilîn) (Kavl. den) Yalan uydurup söyleyen.
mütekavvilin / mütekavvilîn
(Tekili: Mütekavvil) (Kavl. den) Mecbur olmadığı halde kendiliğinden yalan söyleyenler.
mütekayhık
Diline ne gelirse söyleyen. Ağzına geleni konuşan.
mütekellim
Söyleyen, konuşan, nutuk söyleyen.
Gr: Söyleyen, birinci şahıs.
Söyleyici mânâsına Allahü teâlânın isimlerinden.
Kelâm âlimi.
Söyleyen, konuşan.
mütekellimane
Konuşarak, söz söylercesine.
mütelaffız
(Lafz. dan) Telaffuz eden, bir kelâmı ağzından çıkaran, söyleyen.
mütenafir
Birbirinden nefret eden, ürken. Birbirini görmek istemeyen.
Edb: Yanyana gelişleri ile söylemede zorluk çıkaran kelime veya harf.
mütenaggım
Nağme eden, âvâzlanan, şarkı söyleyen.
mütenakız
Birbirine uymayan, birbirine zıt olan, birbirini bozup nakzeden, birbirini bozup nakzeder olan. İkinci söylediği sözü, birinci söylediği söze zıt olup uymayan.
müteremrim
(Çoğulu: Müteremrimîn) Bir şey söyleyecekmiş gibi harekette bulunduğu halde söylemeyip susan.
müterennim
(Renim. den) Terennüm eden, güzel sesle şarkı söyleyen. Güzel güzel konuşan.
Şarkı söyleyen.
müterennimane / müterennimâne
Güzel sesle şarkı söyler gibi.
(Farsça)
mütezahhir
(Zahr. dan) Bir kimse tarafından yardım edilen, yardım gören.
Karısına, nikâhı bozacak bir söz söyleyen.
muvakkat nikah / muvakkat nikâh
Geçici nikâh. Bir adamın, yüz sene de olsa, belli bir zaman sonra hanımını boşamağı söyleyerek, bütün şartlarına uygun yapılan ve harâm olan nikâh.
muvarede
(Çoğulu: Muvâredât) (Vürud. dan) Girip gelme.
İki şâirin, birbirlerinden habersiz olarak, tesâdüfen aynı beyitleri söylemeleri.
müyun
Yalanlar, uydurmalar. Yalan söylemeler.
na'ce
(Çoğulu: Niâc-Na'cât) Dişi koyun.
Dişi sülün.
Kadına da istiare ile söylenir.
na'naa
Irak etmek, uzaklaştırmak.
Hızlı konuşmak, tez tez söylemek.
Katı deprenmek.
Yemeğe nane koymak.
na't-ı şerif / na't-ı şerîf
Peygamberleri ve din büyüklerini öven şiirler. Daha çok Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâm için söylenir.
nadire-perdaz / nadire-perdâz
Güzel söz söyleyen.
(Farsça)
nagam-kar / nagam-kâr
Nağmeler söyleyen, ezgici.
(Farsça)
nagam-perver
(Çoğulu: Nagamperverân) Türkü söyleyen, nağmeci. Nağme seven.
(Farsça)
nağme-ger
Türkü söyleyen, öten.
(Farsça)
nağme-han / nağme-hân
Türkü söyleyen, şarkı söyleyen.
(Farsça)
nağme-hani / nağme-hânî
Türkü söyleyicilik, nağme söyleyicilik.
(Farsça)
nağme-hiz
Nağme uyandıran. Türkü, şarkı söyleyen.
(Farsça)
nağme-keş
Türkü söyleyen, şarkı söyleyen.
(Farsça)
nağme-perdaz
Türkü söyleyen, şarkı söyleyen.
(Farsça)
nağme-saz
Ahenkle söyleyen, terennüm eden.
(Farsça)
nağme-sera
Türkü okuyan, şarkı söyleyen.
(Farsça)
nağme-zen
Türkü söyleyen, şarkı söyleyen.
(Farsça)
nahh
Davar sürmek.
İplik.
Zeyli denilen döşek.
Güç seyr.
Deve çökertmek için söylenen söz.
nahu / nâhu
(Kürdçe) Öyle ise şöyle ki, işte.
Öyle ise, şöyle ki, işte.
nakli / naklî
Nakliye ile, taşıma ile ilgili.
Akla değil de nakle dayanan, yani söylenen hakikat.
naşid
(Neşide. den) Şiir söyleyen, şiir okuyan, şiir yazan.
nass
Kat'ilik, kesinlik, açıklık. Te'vile ihtimali olmayan söz veya delil.
Kur'ân-ı Kerim veya Hadis-i Şerifde bir iş ve mes'ele hakkında olan açıklık ve bu şekilde açık olan kelâm ve âyet. Akide.
Bir haberi kimden aldığını söyleyerek, en nihayet o haberi ilk söyleyene kadar nakle
natakte
Söyledin. (mânasına karşısındakine hitabdır)
Söyledin.
natık / nâtık
Konuşan. Söz eden, söyleyen, beyan eden. İdrak eden. Bildiren. Fikir ederek düşünen.
Altın ve gümüş gibi olan mal.
Konuşan, söz eden, söyleyen, beyan eden. bildiren.
natıka
(Nutk. dan) Düşünüp söylemek hassası. Fesahat ve belâgatta söyleme kuvveti. Talâkat-ı lisan, güzel konuşabilme kabiliyeti.
natıka-i cemiyet
Cemiyetin nâtıkası, yâni: Söz söyleme kudreti.
natıkaperdaz
Düzgün ve te'sirli söz söyleyen.
(Farsça)
natıkıyet
Konuşma ve söz söyleme özelliği.
natıkıyyet
Konuşmaklık, söz söylemeklik.
natnata
Çok söylemek, çok konuşmak.
Çekmek.
nazm / نظم
Dizme.
(Arapça)
Düzenleme, tertip etme.
(Arapça)
Vezinli ve kafiyeli söz söyleme.
(Arapça)
nebiyy-i sadık / nebiyy-i sâdık
Doğru söyleyen nebî; Hz. Muhammed (a.s.m.).
nebiyyü-r rahmet
Bütün âlemler için Rahmete vesile olduğundan peygamber Efendimiz için söylenmiş bir isimdir.
nebs
Söylemek.
neciyya
(Münâcât. dan) Gizli yalvararak, gizli söyleyerek.
nefy-i mülk
Bir malın başkasına ait olduğunu söyleme.
nehva
Bir şey kasdetmek. Bir şey söylemeği istemek.
Bir şey yapmağa evvelden hazırlanmak.
nekre-gu / nekre-gû
Tuhaf hikâyeler fıkralar anlatan. Gülünç sözler söyleyen.
(Farsça)
nemat-ı takrir
Söyleme tarzı.
nemmam / nemmâm
Söz taşıyan, koğuculuk yapan. Duyulması istenmeyen bir sözü başkalarına götürüp söyleyen.
nevruziye
Nevruz gününe âit olan. Hususan o gün için yazılan, söylenen manzume.
nezir
(Nezr. den) Bir iş için korkulacak bir şey söyleyip gözdağı vermek. İlerdeki hesap için korkutmak. ("Beşir" in zıddıdır)
Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâmın bir vasfı olup Allaha (C.C.) inanıp itaat etmeyenlere cehennemden haber verdiği için "Nezir" denmiştir.
nimet-i ifade
İfade etme, söyleyebilme nimeti.
nimsüfte
Yarım olarak söylenmiş, tam denmemiş.
(Farsça)
nisbeten
Nisbetle, kıyaslanarak. Öncekine göre. Bir dereceye kadar. Şöyle böyle.
nizar
Korkutup, uygunsuz şeylerden vazgeçirmek için söylenilen söz.
nüktedar / nüktedâr
Nükteli söz söyleyen. Nükteli konuşan.
(Farsça)
nüktegu
Nükteli konuşan, nükteli söz söyleyen.
(Farsça)
nükteguyi / nükteguyî
Nükteli konuşma. Nükteli söz söyleme.
(Farsça)
nükteperdaz
(Çoğulu: Nükteperdâzân) Nükteli söz söyleyen, nükteli konuşan.
(Farsça)
nusayri / nusayrî
Eshâb-ı kirâma (Peygamber efendimizin arkadaşlarına) iftirâ eden şîanın kollarından. On birinci imâm olan Hasen bin Ali Askerî'nin adamlarından olduğunu söyleyen İbn-i Nusayr adındaki bozuk inanışlı kimseye uyanlar.
nutk / نطق
(Nutuk) Söyleyiş, söyleme kabiliyeti, konuşma, hitabet.
Dervişlerce büyüklerin manzum sözleri.
Nutuk, söylev.
(Arapça)
Konuşma.
(Arapça)
nutuk
Nutk.
Söz.
Söyleyiş, söyleme yetkisi.
palade
Kötü söyleyen, ayıp arayan.
(Farsça)
palavra
(İspanyolca) Mübalâğalı söz, yalan söylenen söz.
perdesera / perdeserâ
Şarkı söyleyen, şarkıcı.
(Farsça)
Saz çalan, çalgıcı.
(Farsça)
Küçük çadır.
(Farsça)
perdeseray / perdeserây
Küçük çadır.
(Farsça)
Şarkı söyleyen, şarkıcı, hânende. Çalgıcı, saz çalan.
(Farsça)
perdeşinas / perdeşinâs
Şarkı söyleyen, şarkıcı.
(Farsça)
pot kırmak
Farkında olmıyarak karşısındakine dokunacak söz söylemek.
radıyallahü anh
Daha çok Eshâb-ı kirâmdan birinin ismi anıldığı veya yazıldığı zaman söylenen ve yazılan "Allahü teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için Radıyallahü anhümâ, ikiden fazlası için Radıyallahü anhüm denir.
radıyallahü teala anha / radıyallahü teâlâ anhâ
Hanım sahâbîlerden birinin ismi anılınca veya yazılınca söylenen "Allahü teâlâ ondan râzı olsun" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki hanım sahâbî için (Radıyallahü teâlâ anhümâ" ve ikiden çok için "Radıyallahü anhünne" denir.
rahimehullah
Daha çok Eshâb-ı kirâmdan başka İslâm büyüklerinden birisinin ismi anıldığı veya yazıldığında, söylenen ve yazılan, Allahü teâlâ ona rahmet eylesin mânâsına, duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için rahimehumallah daha çok kimse için, rahimehumullah denir.
rahmetullahi aleyh
Daha çok Eshâb-ı kirâmdan (Peygamber efendimizin arkadaşlarından) başka din büyüklerinden birinin ismi anıldığı veya yazıldığında, söylenen veya yazılan "Allahü teâlâ ona rahmet eylesin" mânâsına duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. İki kişi için rahmetulla hi aleyhimâ, daha çok kimse için rahmetullahi ale
rahmetullahi-aleyh / rahmetullâhi-aleyh
"Allah'ın (C.C.) rahmeti onun üzerine olsun" meâlinde vefat etmiş müslümanlar için söylenen duâ.
rahve
Harf cezimli söylenirken sesin akması hali.
Harf cezimli olarak söylenirken sesin akması hâli.
rakamzede
Yazılan, söylenen. Yazılmış.
(Farsça)
ravi
Rivayet eden. İnsanlara haberleri nakleden.
Hadis nakleden.
Söyleyen, anlatan.
re'y
Görme, görüş.
Fikir, bir iş hakkında söylenen söz, oy.
Görüş, görmek, rey. Hüküm ve itikad. Kıyas etmek. Bir iş hakkında söylenen söz, fikir.
refes
(Rüfâs) Kinayesi icab eden şeyi açık söylemek.
Kinâye olarak.
Cimâ, nikâh.
Fuhşiyyât.
refs
Edeb hârici söz söyleme.
Kadınlara lâf atma.
remiz
Kapalı söyleyiş, işaretle anlatma.
remz
İşaret. İşaretle anlatmak.
Güç anlaşılır.
Gizli ve kapalı söyleme.
renim
Türkü söylemek.
rıdvanullahi teala aleyhim ecmain / rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn
Daha çok Eshâb-ı kirâmın isimleri anılınca söylenen; "Allahü teâlânın rızâsı onlar üzerine olsun" mânâsına, duâ, hürmet ve saygı ifâdesi. Bir kişi için rıdvânullahi teâlâ aleyh, iki kişi için rıdvânullahi teâlâ aleyhimâ denir.
rihve
(Ruhve) Rehâvetli, gevşek.
Tecvidde: Harf sükun ile söylenirken sesin akması hâli.
rivayat / rivâyât / روایات
Rivayetler, söylentiler.
(Arapça)
rivayet / rivâyet / روایت
Nakletme, hikaye etme.
(Arapça)
Söylenti.
(Arapça)
rivayetkerde
Söylenilen. Rivayet edilen.
(Farsça)
riyakar / riyakâr
Riya eden. Adam kandırmak için yalan söyleyen. Sahte iş yapan. İki yüzlü.
rücu'
Geri dönme, vazgeçme, cayma. Sözünden dönme.
Edb: Bir fikri daha kuvvetli anlatmak için söylenilen sözden caymış gibi görünmek.
ruşen / rûşen / روشن
Aydınlık.
(Farsça)
Açık, aşikar.
(Farsça)
Rûşen kılmak:
Açıklamak, söylemek.
(Farsça)
sabık-ul beyan / sâbık-ul beyân
Yukarıda söylenillmiş, zikri geçmiş.
saci'
Seci'li ve kafiyeli söz söyleyen, konuşan.
Kasdedici, kasdeden.
sada'
Kasd ve teveccüh eyleme.
Bir şeyi âşikâre söylemek.
Mevkiine tevcih ve isabet ettirmek.
Kat'etmek.
İzhar ve beyan etmek.
Yarık ve çatlak. Bir şeyi ikiye yarmak.
sadakte
"Doğru söyledin, sâdıksın" mânasına karşısındakine söylenilen söz.
Doğru söyledin.
sadakte ve bilhakkı natakte
"Doğru söyledin ve hakkı konuştun".
sadık-ul kelam / sadık-ul kelâm
Doğru söyleyen. Doğru konuşan. Sözü doğru.
şahadet getirmek
Kelime-i Şehadete inanıp onu söylemek. Bir Allah'tan başka ilâh olmadığına; Muhammed Aleyhissalâtü vesselâm'ın, Allah'ın Resulü olduğuna inanarak söylemek.
şahid-i adil / şahid-i âdil
Adaletli ve doğruları söyleyen şahit.
şahşah
Sözü doğru olan, yalan söylemeyen.
Gayretli, bahadır kimse.
şair-i sahir / şâir-i sâhir
Büyüleyici söz söyleyen şair.
saksaka
Sığırcık kuşunun ötmesi.
Çok söylemek, çok konuşmak.
Serçenin terslemesi.
salat / salât
Allahü teâlâdan rahmet, meleklerden istiğfâr, mü'minlerden duâ.
İslâm'ın beş esâsından (temelinden) birisi olan namaz.
Peygamber efendimizin ism-i şerîfleri anıldığında, işitildiğinde veya yazıldığında söylenen ve yazılan "sallallahü aleyhi ve sellem". sözü ve benzerleri. Çoğ
salat u selam / salât u selâm
Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem ism-i şerîfleri anılınca, işitilince veya yazılınca söylenen veya yazılan hayır duâlardan ibâret olan sözler yâni sallallahü aleyhi ve sellem, Allahümme salli ve sellim alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed, Essalâtü ves-selâmü aleyk
salib
Bir şeyin vücudunu veya vukuunu inkâr eden.
Kapıp götüren, zorla alan.
Alan.
Bir şeyin vücudunun olmadığını veya meydana gelmediğini söyleyip isbat eden.
salif-üz zikr
Bildirilen, zikri geçen, mezkûr. Yukarıda ismi geçen. Yukarıda, daha evvel söylenen.
salla
(Salli) Duâ olsun, şânı yücelsin meâlinde söylenir.
sallallahü aleyhi ve sellem
Peygamber efendimizin ism-i şerîfi anıldığı, işitildiği ve yazıldığında söylenen ve yazılan, Allahü teâlâdan, O'nun dünyâda ve âhirette her türlü iyiliğe ve üstünlüğe kavuşmasını istemekten ibâret olan hayır duâ, hürmet, saygı ve bağlılık ifâdesi. Bu na salât u selâm da denir.
sallallahü teala aleyh / sallallâhü teâlâ aleyh
"Allah (C.C.) onun şanını yüceltsin; duasını, isteklerini kabul etsin; her isteğini versin" meâlinde Peygamberimiz (A.S.M.) hakkında söylenilen duadır.
sanatüttedelli / sanâtüttedelli
Muhatabın söyleneni anlayabilmesi için onun seviyesine inme mânâsında belagat ilminde bir sanat türü.
sarre
Kapı, kalem ve semer cızıldaması.
Çağırıp söylemek.
Sayha, yüksek ses.
şatahat / şatâhat
Mânevi sarhoşluk.
Kendinden geçer bir hâle gelmek ve böyle istiğrak hâlinde iken söylenen müvazenesiz sözler.
Mânevî sarhoşluk ve cezbe halindeyken şeriata aykırı söz söyleme.
Mânevî sarhoşluk hâlindeyken söylenen dengesiz sözler.
şayia / şâyia / شایعه
(Şuyu'. dan) Yayılmış haber, mütevatir. Söylenti.
Yayılmış haber, yaygın olan söylenti.
Söylenti, yayılma, duyulma.
Söylenti.
(Arapça)
sebeb-i vürud / sebeb-i vürûd
Hadîs-i şerîflerin buyurulma, söylenme sebebi.
sebr ve taksim
Mantıkta bir isbatlama tarzı ve usulüdür. Bu iki kelime beraber kullanıldığı gibi, "delil-i taksim, delil-i münkasım" gibi tâbirlerle de söylenir. Bu isbatlamada bir şeyin aslında bulunan vasıflar, illet olmaktan birer birer ibtal edildikten sonra, tam illet olmaya elverişli olan tesbit edilir. (Lât
şedid
Sert, sıkı, şiddetli.
Musibet, belâ.
Tecvidde: Rahve harflerinin zıddı olan, sükûn ile harf söylendiğinde sesin akmaması hali.
sehb
Sahra, çöl. Düz yer.
Çok söylemek, çok konuşmak.
sehl-i mümteni'
Edb: "Hem kolay, hem güç" mânasına bir tâbirdir. Yazılışı veya söylenişi kolay göründüğü hâlde taklidine kalkışınca, taklidi imkânsız eser demektir.
sehlimümteni
Yazılması veya söylenmesi kolay görünen, ama denendiğinde zor olduğu anlaşılan eser.
selaik
(Tekili: Selika) Güzel söz söyleme ve yazma kabiliyetleri.
selamün aleyküm / selâmün aleyküm
İki müslüman karşılaşınca veya ayrılırken birinin diğerine; "Ben müslümanım. Benden sana zarar gelmez, selâmettesin. Dünyâda ve âhirette selâmette ol, sıhhat ve âfiyet üzerinize olsun." mânâsına söylenen söz.
selata
Kahır, galebe, hiddet.
Kötü konuşan, gönül inciten, kalb kıran.
Merhametsiz olmak.
Acı söz söylemek.
selefiye
İtikadca Ehl-i Sünnet Mezhebi üzerinde olan Sahabe ve Tâbiîn'in gittikleri yol. Ve bu yolda giden fakihler, muhaddisler ve bu mezhebden olanlar.
Cenab-ı Hakk'ın varlığında ve diğer hususlarda Kur'an-ı Kerim aşikâr ne söylemiş ise aynen kabul edenler. Bunlara "Eseriyye" de denir.
selika
Güzel söz söyleme ve yazma istidadı.
selk
Bir yerden haber getirmek.
Yumurtayı rafadan pişirmek. Bir kimseyi başı üstüne bırakmak.
Katı ve sert söylemek.
Çağırmak.
semer
Geceleyin kıssa söylemek, hikâye anlatmak.
semi' / semî'
İşitilecek şeyleri ne kadar gizli olsa da işiten, hamd ve senâda bulunanların, hamdini işitip mükâfat veren, kullarının duâlarını işiten ve icâbet eden, münâfık ve yalancıların kalbden söyledikleri sözleri işiten mânâsında Allahü teâlânın Esma-i hüsn âsından (güzel isimlerinden).
semi'allahü limen hamideh
"Allahü teâlâ, hamd ve senâ eden kimsenin hamd, şükür ve senâsını (övgüsünü) işitir" mânâsına rükûdan kalkarken (doğrulurken) söylenen söz (tesbih).
şems-i ezeli / şems-i ezelî
Vâcib-ül-vücud ve ebediyyen var olan, her şeyi nurlandıran Allah (C.C.) hakkında teşbihen söylenen bir tabirdir.
sencide
Ölçülmüş, tartılmış, değerli.
(Farsça)
Tam yerinde söylenmiş söz.
(Farsça)
seng-endaz
Taş atan. Dokunaklı söz söyleyen.
(Farsça)
sera
"Şarkı söyleyen" mânasına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Nağme-serâ : Şarkı söyleyen, nağme söyleyen.
(Farsça)
seradan süreyya'ya kadar / serâdan süreyya'ya kadar
Yerden Ülker yıldızına kadar (Birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenir).
seradan süreyyaya / serâdan süreyyaya
Yerden Ülker yıldızına kadar; birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenen bir ifadedir.
seradan süreyyaya kadar / serâdan süreyyaya kadar
Yerden Ülker yıldızına kadar (Birbirine zıt ve uzak şeyler için söylenir).
serd / سَرْدْ
Söyleme.
Sözü muttasıl ve güzel bir eda ile söylemek.
Halkaları birbirine geçirmek.
Delmek.
Dikmek.
Vurmak.
Sözü peş peşe ve güzel bir edâ ile söyleme.
Söz söyleme.
serrişte / سَرْ رِشْتَه
İp ucu, söyleyip durma.
Söyleyip durma, bahane.
sersar
Çok sözlü, çok konuşan. Herze ve hezeyan söyleyen.
Büyük bir nehrin adı.
şetm
Sövme, kötü söz söyleme.
seyda
Efendi, hoca, şeyh, seyyid mânasına talebelerin hocalarına karşı söylediği bir hürmet lâfzıdır.
şia / şîa
Taraftar, yardımcılar. Hazret-i Ali'yi sevdiklerini söyleyip, diğer Eshâb-ı kirâmın (Peygamber efendimizin arkadaşlarının) kıymetini bilmeyen ve onları kötüleyen kimselerin mensûb olduğu bozuk fırka.
sıddik / sıddîk
Pek doğru, hiçbir zaman yalan söylemeyen, işinde ve sözünde doğru olan.
Hazret-i Ebû Bekr'in lakabı.
sıddikiyet / sıddîkiyet
Sadâkat ve doğrulukta en ileri oluş. Çok sâdık olma hâli. Velilik mertebesinin nihâyeti. Peygamberlik mertebesinin bidâyeti olan makam.
Aşere-i Mübeşşere'nin birincisi ve ilk halife olan Hz. Ebubekir'in (R.A.) nâmı ve sıfatıdır.
Çok doğru olup, hiç yalan söylememek.
şifahiyat / şifahiyât
Ağızdan söylenilen, şifahî olan, sözlü ifadeler.
sıfat terkibi
Sıfat tamlaması. Meselâ: "Kâmil insan" kelimeleri bir sıfat terkibidir. Burada Türkçe ifâdeye göre "kâmil insan" terkibinden birinci kelime sıfat (belirten), ikinci kelime ise mevsuf (belirtilen) dir. Farsça kâideye göre "insan-ı kâmil" diye söylenir.
sihr
(Sihir) Büyü, gözbağıcılık, büyücülük, hilekârlık.
Aldatmak.
Haktan uzaklaşmak. Bâtıl şeyi hak diye göstermek.
Lâtif ve dakik olan şey. Büyü kadar te'siri olan şey.
Şiir ve güzel söz söyleme gibi, insanı meftun eden hüner.
şikayet / şikâyet
Yakınma, derdini söyleme.
sırr
Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey.
Müşâhedetullah'ın mahalli bulunan kalbdeki lâtife.
İnsanın aklının ermediği şey. Allah'ın hikmeti. (Sırrını kimseye fâş etme sırrın fâş olur.Sen kendi sırrını saklayamazsanEl sana nasıl sırdâş olur.)
şive / şîve
Söyleyiş. Tarz. Ağız. Üslub.
Eda. Naz.
Söyleyiş, tarz, üslûp.
Söyleyiş, naz.
siyak-ı kelam / siyak-ı kelâm
Sözün gidişatı; sözün söyleniş şekli, ifade tarzı.
sübhanallah
Cenab-ı Hakk'ın mahlukatı ve eserleri karşısında duyulan hayret ve taaccübü ifade etmek için söylenir. Cenab-ı Hakkın zâtında, sıfâtında ve ef'alinde bütün kusurlardan münezzehiyetini ifade eder.
sübhane rabbiyel a'la / sübhâne rabbiyel a'lâ
"Yüce olan Rabbimi tesbih ve tenzih ederim" mânâsına secdede söylenen tesbih.
sübhane rabbiyel-azim / sübhâne rabbiyel-azîm
"Büyük olan Rabbimi tesbih ve tenzih ederim" mânâsına rükû'da söylenen tesbih.
sühan-ara / sühan-ârâ
Düzgün ve güzel söz söyleyen.
(Farsça)
sühan-dan / sühan-dân
Güzel söz söyleyen.
(Farsça)
sühan-gu / sühan-gû
Söz söyleyen, söz söyleyici.
(Farsça)
sühan-güzar
Güzel konuşan, güzel söz söyleyen.
(Farsça)
sühan-perdaz
Güzel ve düzgün söz söyleyen.
(Farsça)
sühan-pira
Süslü konuşan, süslü söz söyleyen.
(Farsça)
sühan-ran / sühan-rân
Güzel söyleyen, güzel konuşan.
(Farsça)
suhansera
(Çoğulu: Suhanserâyân) Ahenkli söz söyleyen.
(Farsça)
sünuh
(Çoğulu: Sünuhat) Çok düşünmeden akla ve kalbe gelen mânâ.
Zuhur etmek. Vaki olmak.
Sözü kinâye ve târiz ile söylemek.
Kolay olmak.
Birini güçlüğe düşürmek.
ta'dad / ta'dâd
Sayı saymak. Sayıp dökmek. Birer birer söylemek. Sıralamak.
Sayma.
Birer birer söyleme, sayıp dökme.
ta'n
Hoş görmemek, kötülemek.
Birisinin ayıp ve kusurlarını söylemek.
Küfretmek.
Muhalifin iddialarını çürütmek.
ta'riz
Dokunaklı söz söylemek. Kapalıca yapılan sitem. Kinâye ile söylemek.
Dokunaklı söz söylemek, kapalıca yapılan sitem, kinaye ile söylemek.
ta'yib
Ayıplamak. Kötülüğünü söylemek.
ta'ziye
Yeni ölen birisinin yakınlarının acısını paylaşır söz söylemek, teselli etmek. Baş sağlığı dilemek. "Allah sabr-ı cemil ihsan etsin" diye söylemek.
tabahece
Etli ve yumurtalı kalye. (Bazı yerde kaygana diye söylenir.)
tabi'iyyeciler / tabî'iyyeciler
Canlılarda ve cansızlardaki, akıllara hayret veren intizâmı (düzeni) ve incelikleri görerek, bir yaratanın varlığını söylemekle berâber; öldükten sonra tekrar dirilmeği, âhireti, Cennet'i ve Cehennem'i inkâr edenler (red edip, kabûl etmeyen, inanmaya nlar).
tabiat fikri
Materyalist düşünce; tabiat için söylenen, "insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç" düşüncesi.
tafdil
Bir şeyi üstün kılmak. Birisini ötekisinden mühim görmek.
Gr: Bir şeyi "en üstün, daha üstün daha çok, en iyi, daha iyi" gibi mânâ ifâde etmesi için mukayese ve üstünlük gösteren ismini söylemek ki, buna "ism-i tafdil" denir. Ef'al () vezninde; efdal (daha faziletli), ekber; (en büyü
tafdiliyye / tafdîliyye
Şîanın kollarından biri. Hazret-i Ali'yi sevdiklerini söyleyip, diğer Eshâb-ı kirâmı kötüleyen bozuk fırka.
taganni / tagannî / تغنى
(Gınâ. dan) Muhtaç olmamak.
Kâfi bulmak.
Zengin olmak.
Şarkı söylemek. Bir ibareyi makamla okumak.
Bir şâirin birisini medih veya hicvetmesi.
Zenginlik.
(Arapça)
Makamına göre şarkı söyleme.
(Arapça)
Tagannî etmek:
Şarkı söylemek.
(Arapça)
tağannüm
Şarkı vs. söylemek.
taglik
(Çoğulu: Taglikat) (Galak. dan) Kapama, kapanılma.
Kilitleme.
Edb: Muğlak ve kapalı söz söyleme.
tagliz
(Gılzet. den) Kabalaştırma. Kaba ve galiz yapma.
Kaba söyleme.
Pahalanma.
tagmiz
Göz yummak.
Sözü müşkil söylemek.
tağrir / tağrîr
Yalan söyleyerek aldatma.
tahacu
Hicvedişmek. Mesel söyleşmek.
tahdis / tahdîs
(Hudus. dan) Söylemek. Anlatmak. Rivayet etmek.
Şükür ve teşekkür ile bildirmek. Görülen iyiliği herkese söylemek.
Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın sözünü tekrarlamak.
Şükürle söyleme.
Söylemek, rivayet etmek. Görülen iyiliği herkese söylemek.
tahdisinimet / tahdîsinîmet
Şükür için kendine verilen nimeti söyleme.
tahlisen
Hülâsa ederek. Özünü söyleyerek.
tahmik
(Humk. dan) Ahmak demek, ahmak olduğunu söylemek.
tahmin
(Hamn. dan) Aşağı yukarı bir fikir söylemek. İhtimallere dayanan düşünce. Zayıf delil ile hüküm ve kıyas etmek.
tahrime
Namaza başlanırken söylenen tekbir.
Hacıların ihrama bürünmeleri.
Namaza başlanırken söylenen tekbir. Hacıların ihrama bürünmeleri.
takavül
Birbiriyle söyleşmek.
takavvül
Haber vermek.
Yalan söylemek.
takbih
Çirkin görmek. Beğenmemek.
Kabahatli bulmak.
Kötü gördüğünü bildiren söz söylemek.
takdis
Büyük hürmet göstermek. Mukaddes bilmek.
Cenab-ı Hakk'ın kusursuz, pâk ve her hususta noksansız olduğunu bildirmek, söylemek ve Allah'a (C.C.) şükretmek.
taklis
Def çalıp nağme söylemek.
takrib
Yaklaştırma. Aşağı yukarı ve tahmin ile kat'i olmayan şey söyleme. Tahmin.
Yolunu bulma.
takrir-i kelam / takrir-i kelâm
Söylemek. İfadede bulunmak.
takriri sünnet / takrirî sünnet
Hazret-i Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'ın, sahabelerinden birinin söylediğini veyahut işlediğini gördüğü halde, onu menetmiyerek sükût buyurmaları.
takriz
(Karz. dan) Ödünç vermek.
Bir şeyi veya bir eseri beğendiğini söylemek. Beğendiğini bildiren yazı yazmak. Bir eserin takdir ve tahsin edildiğini bildiren yazı yazmak.
Birşeyi veya bir eseri beğendiğini söyleme ve bu gayeyle yazılan yazı.
taktaka
(Tıktıka) Taşlardan çıkan ses.
Hayvanların ayak sesleri veya bunları anlatmak için söylenen kelime.
takvil
(Çoğulu: Takvilât) İftira. Yalan söyleşmek.
Haber vermek.
talak-ı bain / talâk-ı bâin
Boşanmada kullanılan sözleri söyler söylemez evliliği sona erdiren boşama. Zevceye yaklaşmadan önce veya yaklaştıktan sonra beynûneti yâni ayrılığı ifâde eden kinâyî yâni açık olmayan bir söz ile yapılan veya sarîh yâni açık bir söz ile yapılıp da aç ıkça veyâ işâretle üç adedine bağlı bulunan veya
talak-ı selase / talâk-ı selâse
Bir sözü üç kere veya daha fazla sayı söyleyerek, erkeğin zevcesini (hanımını) boşaması. Bu durum bir anda olduğu gibi, ayrı ayrı zamanda da olabilir.
talik
Güleryüzlü adam. Mütebessim kimse.
Düzgün söz söyleyen kimse.
tallahi
Anlamı kuvvetlendirme için vallahi ve billahiden sonra söylenen yemin sözü.
taratun
Fârisî dilince söyleşmek. Farsça konuşmak.
tarik-i belagat / tarik-i belâgat
Belâgat yolu, maksada ve hâle uygun düzgün ve güzel söz söyleme yöntemi.
tariz / târiz
Dokundurma, iğneleme; sözde bir yönü göstererek başka bir yönü kastetme sanatı, meselâ; insanlara zarar veren kimseye "İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır." diyerek o kimsenin hayırlı biri olmadığını söylemek gibi.
tarizen / târizen
Sözle dokundurarak, dokunaklı söz söyleyerek.
tartib-i lisan
Güzel bir söz söyleyerek dili mânen tatlılaştırma.
tasrif
İstediği şekilde idare etmek. Maslahatta tasarrufa izin vererek mutasarrıf kılmak.
Bir şeyi bozup değiştirerek türlü şekillere koymak, evirip çevirmek.
Gr: Bir kelimenin veya fiilin çeşitli zamanlara göre sıra ile söylenişi. Sarf kaidesi üzere kelimenin şeklini başka kelimele
tavsif
Vasıflarını söylemek. Bir şeyin iç yüzünü, ne ve nasıl bir şey olduğunu anlatmak. Vasıflandırmak.
Bilgi, ilim.
Niteleme, özelliklerini söyleme.
tavtie
Anlatılacak maksadı destekleyecek tarzda önceden bazı sözler söyleme.
tayy-ı zaman
Zamanı ortadan kaldırmak. Çok uzun bir zamanı pek kısa olarak görmek ve yaşamak. Meselâ: Kur'an-ı Kerimde beyan edilen "Ashab-ı Kehf" mağarada 309 sene kaldıkları halde, kendileri yarım gün veya bir gün kadar kaldıklarını söylemişlerdir.
te'bin
Ölmüş bir kimsenin iyiliklerini hatırlayıp söyleme.
Bir kimseyi yüzüne karşı ayıplama.
te'fik
(Çoğulu: Te'fikât) Yalan söyleme.
Yalan ve iftirâ etme.
te'hil
Misafire "hoş geldiniz" demek olan ehlen ve sehlen cümlesini söylemek.
Ehliyetli kılmak.
Ürkekliğini gidermek. Alıştırmak.
Lâyık ve müstehak görmek.
te'kid-i manevi / te'kid-i manevî
Söylenişi başka, manası müşterek olan.
te'sim
Günah işledin demek. Bir kimsenin günahkâr olduğunu söylemek.
te'tee
Söylerken dilini, "tâ" lâfzına döndürmek.
teala
"Nâmı büyük" meâlinde olup. Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) kudsiyet ve büyüklüğü için hürmeten söylenir.
tebarekallah / tebarekâllah
"Cenab-ı Hakk'ın (C.C.) ne bereketli, ne hayırlı işleri var, ne kadar bereketli!" diyerek hayret taaccübü. Allah'ın (C.C. ) yaptığı eserlerinden dolayı hayranlık hislerini ifade maksadıyla, Allah (C.C.) hakkında söylenen ve aynı zamanda dua için okunan bir kelâm.
tebareke ve teala / tebâreke ve teâlâ
Allahü teâlânın ism-i şerîfi anıldığında ve yazıldığında, söylenen ve yazılan, "Yüce ve noksan sıfatlardan münezzeh (uzak, temiz)" mânâsına ta'zîm ve hürmet ifâdesi.
tebkiye
(Bükâ. dan) Dokunaklı sözler söyleyip ağlatma.
tebrik
Bir kimseyi eriştiği bir iyilikten dolayı "Bârekellâh" diye sevincini bildirmek. Mübarekliğini, Cenab-ı Hakk'ın onu muvaffak kıldığını söyleyerek ta'ziz etmek.
tecdid-i iman / tecdîd-i îmân
Bilerek veya bilmeyerek küfrü gerektiren (îmânı gideren) bir sözü söylemek veya bir işi yapmak yâhut böyle bir şeyi yapmış olma ihtimâli üzerine, Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah sözünü; mânâsını bilerek ve inanarak söyleyip, îmânını yenileme, tâzeleme.
tecemcüm
Sözünü söylemekte güçsüz olmak. Konuşamamak.
tecevvüz
(Çoğulu: Tecevvüzât) (Cevaz. dan) Sözü mecaz olarak söyleme.
Caiz olmayanı caiz görme. Cevaz verip yapılmasını uygun görme.
tecnis
İki şeyi birbirine benzer şekle sokma.
Edb: Cinas yapma. İki mânalı söz söyleme.
teemmüli / teemmülî
Düşünerek söylenen veya yazılan. Teemmüle ait ve müteallik.
tefahhuş
Fuhşa düşmek, fâhişe olmak. Ahlâksız olmak.
Çirkin sözler söylemek.
tefahuş
Birbirine çirkin sözler söylemek.
tefasuh
Fasahatle söyleme.
tefennün-i fi-l ibare / tefennün-i fi-l ibâre
Bir defa söylenilmiş olan bir sözü ikinci defa söylemek icabederse, o aynı kelimeyi tekrarlamamak için başka kelime veya sözle aynı mânâyı ifade etme san'atı.
tefevvüh
(Çoğulu: Tefevvühât) (Fevh. den) Söyleme, ağza alma.
Dil uzatma. Münâsebetsiz söz söyleme.
tegamgum
Sözü düz söylememek.
teganni / tegannî
Şarkı söyleme, bir metni müzik eserini andırır biçimde okuma.
Şarkı söyleme.
teganni eden / tegannî eden
Şarkı söyleyen.
tegazzül / تغزل
(Çoğulu: Tegazzülât) (Gazel. den) Gazel tarzında şiir yazma.
Gazel söyleme.
Gazel söyleme.
(Arapça)
tehafüt
Sözü gizlice söyleşmek.
tehdir
Hastalıklı devenin bağırması.
Sözü boğaz içinden söylemek.
tehezzüc
Nağmeli ses çıkarma. Terâne-perdâzlık etme, makamla şarkı söyleme.
tehlil / tehlîl
"Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur" mânâsındaki "lâ ilâhe illallah" sözünü söylemek.
"Lâ ilâhe illallah (Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur)" sözünü söylemek.
tehtehe
Ağır söylemek, sert konuşmak.
tehzic
(Çoğulu: Tehzicât) Makamla şarkı söyleme.
tekabbel
"Kabul etsin" mânasında söylenir.
tekavvül
Kendisinde olmayanı söylemeğe çalışma. Yalan söyleme.
tekazüb / tekâzüb
(Kizb. den) Birbirini aldatma. Birbirine yalan söyleme.
tekellüm
(Çoğulu: Tekellümât) Konuşmak. Söylemek.
teklim
Söyletmek.
Yaralamak, mecruh etmek.
tekrir
Tekrar etme, bir daha yapma, söyleme, tekrarlama.
Edb: Sözün tesirini kuvvetlendirmek için bir sözü bile bile tekrar etme san'atı.
Tecvidde: Harf okunduğu zaman dilin sürçmesine denir. Râ harfine âid olan bir sıfattır. Buna mükerrir harfi de denir.
tekzib
Yalanlamak. Bir işe inanmayıp inkâr etmek. Yalan olduğunu söylemek.
telaffuz / telâffuz / تَلَفُّظْ
Söyleyiş, söyleniş.
Ağızdan çıkan lâfız.
Söyleyiş.
Söyleyiş, diksiyon.
Söyleyiş.
telbiye
"Lebbeyk, Allâhümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerîke leke lebbeyk. İnnel hamde ven-ni'mete vel-mülke lâ şerîke leke" sözlerini söylemek.
teleclüc
Söylerken şaşırarak ağzında lâkırdıyı karıştırarak söylemek.
Kımıldatmak. Hareket etmek.