REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BAŞLAR --> REKLAM ENGELLEMEYİ GERİ ALMA KODU BURADA BİTER -->

LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te riyet ifadesini içeren 219 kelime bulundu...

misak / mîsâk

  • “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır Ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” Gazi Mustafa Kemal Atatürk
  • “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır Ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” Gazi Mustafa Kemal Atatürk
  • Söz verme, sözleşme, andlaşma.
  • Allahü teâlânın, Âdem aleyhisselâma ve bütün zürriyetine (ondan gelecek insanlara); "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye hitâb buyurması, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye cevab vermeleri.
  • Yemîn ile kuvvetlendirilen söz verme.

aba

  • Ekseriyetle yünden yapılmış, bol giyimli bir libas, elbise.

acente

  • (Acenta) ing. Bir vapur şirketinin her iskeledeki memuru.
  • Bir şirket veya idarenin diğer memleketteki vekili.
  • Memur veya vekilin memuriyeti ve idarehanesi.

ağleb

  • Daha galib, ekseriyet, çok defa.

ağleben

  • Ekseriyetle, genellikle.

ağlebi / ağlebî

  • Ekseriyetle ilgili.

ahd ü misak / ahd ü mîsâk

  • Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar bütün zürriyetini (neslini) zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye buyurduğunda onların; "Evet, sen Rabbimizsin!" diye söz vermeleri.

ahlaf

  • Halefler. Sonra gelenler. Zürriyetler. Evvelkilerin yerine geçenler. Nesil. Evlâdın evlâdları. Nesl-i âti.

ahrar / ahrâr

  • (Tekili: Hür) Hürler. Esir veya köle olmayan kimseler.
  • Silsilesinde esir veya köle bulunmayanlar.
  • Hürriyetçiler.
  • Hürriyetçiler (II. Meşrûtiyet devrinde bir partinin ismi).
  • Hürriyetçiler.

ahrarane

  • Hürriyetçilere yakışır tarzda. Serbestçe. Hür olana yakışır surette. (İnsana karşı hürriyet, Allah'a karşı ubudiyyeti intac eder. Mün.) (Farsça)

ahrarlar

  • Hürriyetçiler, Demokrat Parti mensupları.

ahyus

  • Ekseriyetle su kenarında biten bir ot.

akalliyet

  • (Ekalliyet) Azlık. Azınlık.
  • Bir ülkede hâkim unsurların haricinde olan ve ekseriyet teşkil edemiyen insanlar.

akriba

  • Akraba, aralarında soy veya sihriyetçe yakınlık olanlar.

alelekser

  • Çoğunlukla, ekseriyetle.

ariye

  • (Ariyet) Geri verilmek üzere alınan, iğreti. Bir kimsenin geri almak üzere, karşılıksız olarak başkasının faydalanmasına terk ettiği mal. Kullanılmak üzere alınan emanet mal.

aşiret-i galib

  • Galip gelen aşiret.
  • Aşiretin ekseriyeti, çokluğu.

asr-ı hürriyet

  • Hürriyet asrı.

avam

  • Halktan ilmi irfanı kıt olan kimse. Okuyup yazması az olan. Fakirler sınıfından.
  • Tas : Hakikata tam erememiş, tevhidin derin hakikatlarından haberi olmayan.
  • Halkın ekseriyeti.

azad / âzâd

  • Serbest bırakma, hürriyetine kavuşturma.

azad etmek / âzâd etmek

  • Serbest bırakmak, hürriyetine kavuşturmak, kölelikten kurtarmak.
  • Serbest bırakmak, hürriyetine kavuşturmak.

azadi / azadî

  • Serbestlik. Hürriyet.
  • şükür.

azatlık

  • Hürriyet, özgürlük.

balotaj

  • Bir seçimde herhangi bir adayın, oyların ekseriyetini alamaması hali. (Fransızca)

bedr muharebesi

  • Bedir, Mekke-i Mükerreme ile Medine-i Münevvere arasında bir yer olup; Hz. Peygamber Efendimizin hicretinin ikinci senesi orada Kureyşîlere karşı kazandıkları muzafferiyetle meşhurdur. Bedir, bir ovanın kenarında olup Mescid-ül Gamame isminde bir câmi ve Bedir muharebesinde şehid olan sahabelerden 1

bidayet-i hürriyet

  • Hürriyet'in başlangıcı; Meşrutiyet'in ilk yılları.

burjuvazi

  • Burjuvaların meydana getirdiği içtimaî (sosyal) sınıf. Avrupa'da burjuvazi, ticaret ve sanayi ile zenginleşti. Soylular sınıfı ile mücadele ederek Fransız İhtilali ile iktidara geldi. İhtilalde işçilerin, köylülerin, fakir halk tabakalarının desteğini sağladı. Onlara eşitlik, hürriyet, adalet vaad e (Fransızca)

çar naçar

  • İster istemez, mecburiyetle. (Farsça)

çar-naçar / çar-nâçâr

  • İster istemez, mecburiyetle.

cemahir / cemâhir / cemâhîr / جماهير

  • (Tekili: Cumhur) Cumhuriyetler.
  • Cumhuriyetler.
  • Cumhuriyetler. (Arapça)

cemahir-i müttefika

  • Birbiriyle anlaşmış, ittifak etmiş devletler. Müttefik cumhuriyetler.
  • Birleşmiş cumhuriyetler.

cemahir-i müttefika-i islamiye / cemâhir-i müttefika-i islâmiye

  • Birleşik İslâm Cumhuriyetleri.

cemahir-i müttehide

  • Birleşmiş devletler. Müttehid cumhuriyetler.

cemiyet-i ahrar / cemiyet-i ahrâr

  • Hürriyetçiler cemiyeti, cemaati.

cemm-i gafir

  • Büyük cemâat, insan kalabalığı. Ekseriyet.
  • Muhâfızlar.

cemmigafir

  • Ekseriyet, çoğunluk.

çengi

  • Zil ve kaşık vurarak oynayan dansöz ve rakkase ki, ekseriyetle çingene kızlarındandır.

cum'a

  • Toplanma.
  • Perşembeden sonraki gün. Müslümanların kudsî tâtil günü olup, o güne mahsus namazla mükelleftirler. Memur ve işçilerin cuma namazı vakti serbest bırakılmamaları din hürriyetine aykırıdır. Yahudiler ve hristiyanlar haftalık dinî törenleri için cumartesi ve pazar günü serbest

cumhur

  • Halk topluluğu. Hey'et, takım. Aynı kararı veya hükmü kabul edenler.
  • Âlimlerin çoğu, ekseriyeti.
  • Seçimle idare edilen devlet.
  • Bir yere toplanmış kum, toprak.

cumhur reisi

  • Cumhuriyetle idâre olunan memleketlerde Devlet Reisi.

cumhuri / cumhurî / cumhûrî / جمهوری

  • Cumhuriyetle ilgili.
  • Cumhuriyetle ilgili. (Arapça)

cumhuriyet

  • Devlet reisi, millet veya Millet Meclisleri tarafından seçilen hükümet şekli. Demokraside temsili hükûmet şekli. Halkın hür olarak seçtiği temsilciler (Millet vekilleri ve senatörler) aracılığı ile egemenliğini, (hâkimiyetini) kullanmasına dayanan hükûmet şekli. Cumhuriyetin birbirinden farklı üç ta

cumhuriyet-perver

  • Cumhuriyetçi, cumhurcu. (Farsça)

cumhuriyetperver

  • Cumhuriyeti seven.
  • Cumhuriyetçi, cumhuriyet yanlısı.

cumhuriyetperverlik

  • Cumhuriyetçilik.

cumhuriyyet / cumhûriyyet / جمهوریت

  • Cumhuriyet. (Arapça)

cünüb

  • Cenabetlik. Şer'an yıkanıp temizlenmeye mecburiyet hâli.
  • Irak, uzak, baid.

cüziihtiyar

  • Az bir seçme hürriyeti.

devam

  • Bir halde bulunma, sürekli olma, daimîlik.
  • Bir işe veya bir memuriyete gidip gelme.
  • Sebat.

devr-i cumhuriyet

  • Cumhuriyet devri, dönemi.

devr-i sabık

  • Önceki dönem; Cumhuriyet Halk Partisi idaresi ve iktidar dönemi.

didar-ı hürriyet

  • Hürriyetin güzel yüzü.

efradın zerrat-ı hürriyatı / efrâdın zerrât-ı hürriyâtı

  • Bireylerin bütün zerrelerinin hürriyetleri, bireylerin bütün varlıklarıyla hür ve özgür olmaları.

ehl-i hürriyet

  • Hürriyet yanlıları, Meşrutiyet sistemini savunanlar.

eimme-i selase / eimme-i selâse

  • Üç imâm. Fıkıh kitablarında ekseriyetle İmâm-ı A'zam, İmâm-ı Şâfi'i, İmâm-ı Malik için söylenir. Hanefi Mezhebine dâir mes'elelerin bahsolduğu kitablarda "Eimme-i Selâse"den maksad; İmâm-ı A'zam ile iki talebesi olan İmâm-ı Muhammed ve İmâm-ı Ebu Yusuf'dur.

ekalliyet

  • (Akalliyet) Bir hükümetin tebaiyyeti altında yaşayan, yabancı din ve milliyete mensub olup, ekseriyeti teşkil etmeyen halk. Azlık. Azınlık.

ekseri

  • Çoğu zaman, çok defa, ekseriyetle. (Farsça)

ekseriya

  • (Ekseriyya) Pek çok zaman, en ziyade, sık sık, ekseriyet üzere, alel-ekser.
  • Ekseriyetle, çoğunlukla.

ekseriyet-i mutlaka

  • Yarımın bir fazlasıyla elde edilen ekseriyet, mutlak ekseriyet. (Farsça)

ekseriyet-i sülüsan

  • Ekseriyet kazanacak tarafın en az mevcudun sülüsânı (üçte ikisi) miktarında olması şartıyla olan ekseriyet.

elest günü

  • Allahü teâlânın, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar gelecek olan zürriyetini (çocuklarını) zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp onlara; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim" diye hitâb buyurup, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye cevâb ve rdikleri gün, zaman.

elhükmü-li-l ekser

  • Çokluğa, ekseriyete göre karar verilir. Hüküm ekseriyete göredir.

emperyalizm

  • Bir devletin, sınırlarını genişletme politikası. Sınırları genişletmekteki gaye, başka memleketlerin zenginlik kaynaklarını ele geçirme ve insanlarını kendi hesaplarına çalıştırmaktır. Bu maksat için çok defa silâhlı harp, hem masraflı, hem de hürriyet fikriyle bağdaşmadığından zamanımızda daha sins (Fransızca)

ensal

  • (Tekili: Nesl) Nesiller. Soylar. Zürriyetler. Sülâleler.

fikr-i hürriyet

  • Hürriyet, özgürlük fikri.

galiba

  • Tahminen. Çok zaman. Her halde. Galiben, ekseriyetle.

hacegan-ı divan-ı hümayun / hâcegân-ı divan-ı hümayun

  • Eskiden devlet dairelerindeki yazı işlerinin başında ve bir takım mühim memuriyetlerde bulunanlar hakkında kullanılan bir tâbirdi. İkinci Mahmud zamanında yenilikler yapılıp memuriyete mahsus rütbeler ihdas olunurken hâcegânlık da rütbe sayılmış ve bunlara ait nişanla, resmi günlerde giyecekleri elb

halal / halâl

  • Yasak edilmiş olmayan, yâhut yasak edilmiş ise de, İslâmiyet'in özr, mâni ve mecbûriyet saydığı sebeblerden birisi ile yasaklığı kaldırılmış olan şeyler.

halkçılar

  • Cumhuriyet Halk Partisi mensupları.

havva / havvâ

  • İlk insan ve ilk peygamebr olan Hz. Âdem'in (a.s.) eşi, beşeriyetin anası ve ilk kadındır.

hazine-i hürriyet

  • Hürriyetler, özgürlükler hazinesi.

heftan

  • Zırhın altına giyilen pamuklu elbise.
  • Üstten giyilen kürk biçiminde süslü elbise. Kaftan. (Eskiden ekseriyetle taltif için, büyük kimseler tarafından liyâkat sahiplerine giydirilir veya üstlerine atılırdı.)

hiss-i hürriyet

  • Hürriyet hissi, özgürlük duygusu.

hizmet

  • Birinin işini görme. Bir kimsenin hesabına veya menfaatına iş görme, bu suretle yapılan iş, vazife. Memuriyet.
  • Bir insan, hayvan veya nebatın muhtaç olduğu işler ve takayyüdat.

hudavendigar / hudavendigâr

  • Hükümdar, âmir, efendi, sahib. (Farsça)
  • Osmanlı padişahlarından 1. Murad Han Gazi'nin (1362 - 1389) lâkabıdır ve bu sebeple, şehzadeliğinde valilik yaptığı Bursa vilâyetine de Cumhuriyete kadar bu nam verilmişti. (Farsça)

hudud-u hürriyet

  • Hürriyetin sınırı.

hukuk-u hürriyet

  • Hürriyet hakları.

hukuk-u medeni / hukuk-u medenî

  • Umumi mânada: Temel hak ve hürriyetler ve medeni haklar. Avrupaî mânada ise: Lâik hukuk sistemi, medeni hukuk.

hukuk-u medeniyet

  • Medenî hukuk, medenî hak ve hürriyetler.

hükumet-i cumhuriye / hükûmet-i cumhuriye

  • Cumhuriyet hükûmeti.
  • Cumhuriyet hükûmeti.

hükümet-i cumhuriye

  • Cumhuriyet hükümeti.

hunnes-künnes

  • Hunnes, Hânis'in; Künnes de Kânis'in çoğuludur. Kânis, süpüren mânasınadır. Umumiyetle, akıp akıp yuvalarına giden veya aynı yollarında gidip gelen yıldızlar demektir. Bazılarınca gündüz gaib, gece zâhir olan yıldızlara denir. Ekseriyetle yedi seyyar yıldızlara denmiştir. (Zuhal, Müşteri, Merih, Züh

hurremi / hurremî

  • Mesruriyet, sevinç, sürurlu ve sevinçli olma. (Farsça)

hürriyet-i adilane / hürriyet-i âdilâne

  • Adaletli hürriyet.

hürriyet-i diniye

  • Din hürriyeti. Herhangi bir kimsenin mensub olduğu dinin emirlerini ve icablarını yapmakta asayişe ve başkasının haklarına dokunmamak şartiyle serbest olması.

hürriyet-i efkar / hürriyet-i efkâr

  • Fikirlerin hürriyeti, özgür düşünce.

hürriyet-i fikr

  • Fikir hürriyeti, özgürlüğü.

hürriyet-i ilmiye

  • İlimde serbestlik, bilim hürriyeti.

hürriyet-i kalem

  • Yazı yazma hürriyeti.

hürriyet-i kelam / hürriyet-i kelâm

  • İfade hürriyeti.

hürriyet-i müstakbele

  • Gelecekteki hürriyet, özgürlük.

hürriyet-i mutlak

  • Sınırsız hürriyet.

hürriyet-i mutlaka

  • Kayıtsız serbestiyet, sınırsız hürriyet.

hürriyet-i şahsiye

  • Şahsî hürriyet; kişisel özgürlük.

hürriyet-i şer'i / hürriyet-i şer'î

  • İslâmiyetin uygun gördüğü hürriyet, İslâm'ın hürriyet anlayışı.

hürriyet-i tamme / hürriyet-i tâmme

  • Tam bir hürriyet, serbestlik.

hürriyet-i vicdan

  • Vicdan hürriyeti; kişinin, başkasına zarar vermemek şartıyla, inancını özgürce yaşayabilmesi.

hürriyet-şiken

  • Hürriyet kısıtlayıcı.
  • Hürriyeti bozan, hürriyeti kıran.

hürriyetin başında

  • 1908'de Hürriyetin ilân edildiği zamanın ilk döneminde.

hürriyetperver

  • Hürriyetçi.
  • Hürriyetsever.

hürriyetperverlik

  • Hürriyetçilik.

hürriyetşiken

  • Hürriyet kırıcı.

i'lamat-ı şer'iye mümeyyizi

  • Şeyh-ül İslâm kapısındaki fetvahanenin üç kaleminden biri olan "İlâmat Odası"nın başındaki memurun ünvanı idi. Kadılar tarafından verilen ilâmları tetkik vazifesiyle mükellef olduğu için, bu memuriyete, ulemadan tanınmış olanlar tâyin edilirdi.

icabi / icabî

  • Zorunluluk, mecburiyet.

idarehane

  • Yazıhane, müdüriyet.

iki mekteb-i musibetin şehadetnamesi

  • Meşrutiyet ve hürriyet dönemlerine ait musibet sınavının diploması.

ikrah-ı nakıs / ikrah-ı nâkıs

  • Huk: Dayak ve hapis gibi keder ve elemi gerektiren şeylerden meydana gelen mecburiyet.

ilan-ı hürriyet / ilân-ı hürriyet

  • Hürriyetin ilânı.

ilcaat / ilcâât

  • Mecburiyetler, zorlamalar.

ilcaat-ı zaman

  • Zamanın getirdiği mecburiyetler, çaresiz durumda bırakmalar.
  • Zamanın zorlamaları ve mecburiyetleri. Yaşanılan zaman içinde meydana gelmiş bazı sebeplerin neticesi olarak karşılanan mecburiyetler.

illet-i ıztırari / illet-i ıztırarî

  • Mecburiyetten dolayı sebep gösterilen.

imameyn

  • İki İmam.
  • Fık: Ekseriyetle Hanefî kitaplarında "İmameyn" dendiği zaman "İmam-ı Ebu Yusuf ile İmam-ı Muhammed" anlaşılır. Bazan da İmam-ı A'zam ile İmam-ı Şâfiî Hz.lerine söylenir.

inkılab-ı mes'ud / inkılâb-ı mes'ûd

  • Mutluluk ve huzur veren değişim, Hürriyet inkılâbı.

insaniye

  • İnsanlar, insan cinsi, beşeriyet.

iptida-yı hürriyet

  • Hürriyetin başlangıcı; II.Meşrutiyetin ilânıyla başlayan dönem.

ırk

  • Nesil. Zürriyet. Sülâle.
  • Soy. Kök. Damar.

ıs

  • (Iss) t. Bayındırlık, mâmuriyet. Şenlik.
  • Ses.
  • Sâhib. Mâlik.
  • Efendi.

işgüç

  • Meşguliyet, vazife, memuriyet. (Türkçe)

ıshar

  • (Sıhriyyet. den) Akrabalık, yakınlık, kurbiyet, sıhriyet. Damat olma. Damat edinme.
  • Ulaşmak.
  • Erimek.

ısparta müddeiumumisi / ısparta müddeiumumîsi

  • Isparta Cumhuriyet Savcısı.

isti'fa

  • Affını, azlini, bağışlanmasını istemek.
  • Kendisinin memuriyetten affını taleb etmek.

istiare

  • Ariyet istemek. Ödünç almak. Birinden iğreti bir şey almak.
  • Edb: Bir kelimenin mânasını muvakkaten başka mânada kullanmak; veya herhangi bir varlığa, ya da mefhuma asıl adını değil de, benzediği başka bir varlığın adını verme san'atına istiare denir.Cesur ve kuvvetli bir insana "arsl

istifa

  • Memuriyetten azlini istemek.

istirdad-ı hürriyet

  • Hürriyeti geri alma, getirme.

ıtak

  • Hürriyet.
  • Kuvvet.
  • şiddet.

ıter

  • (Tekili: Itret) Nesiller, akrabalar, zürriyetler, aynı soydan gelenler.

ıtk-ı müneccez

  • Bir şarta muallak veya bir zamana muzaf olmaksızın derhal vuku bulan ıtkdır. Bir kimsenin memluküne hitaben "seni azad ettim." demesi gibi ki, onunla köle derhal hürriyetine kavuşur.

ıtret

  • Zürriyet. Nesil. Ehl-i beyt.
  • Gerdanlık.
  • Güzel kokulu şey.

ittihad-ı islam / ittihad-ı islâm

  • İslâm birliği. İttihad-ı İslâmın varlığı ve devamı için: 1-İslâm milliyetini esas alıp, menfi unsuriyet fikrini bırakmak. 2-İslâm dünyasındaki dini cemaatler, gayede ve dinî esaslarda ittifak edip teferruat meseleleri medar-ı niza etmemek. 3-İslâm devletleri arasında meşveret-i şer'iyeyi yapmak.Bunl

ıztırar

  • Zorunluluk, mecburiyet.
  • Çâresiz olmak. Mecburiyet. İhtiyaç.

ıztırari / ıztırarî / ıztırârî

  • Çaresizlik içinde oluş. Mecburiyet.
  • Mecburiyet altında olan.

ıztırariyat

  • (Tekili: Iztırarî) Mecburi olarak yapılan şeyler, mecburiyetler.

jiyan

  • Kızgın, kükremiş, hışımlı. (Bu tabir, ekseriyetle arslanlar hakkında kullanılır.) (Farsça)

kalubela / kâlûbelâ

  • Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâmı yaratınca, kıyâmete kadar bütün zürriyetini zerreler hâlinde onun belinden çıkarıp; "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye buyurup, onların da; "Evet, sen Rabbimizsin" diye verdikleri cevâbı ifâde eden söz.

kefaet

  • Denklik. Denk olmak. Beraberlik. Bir şeye yeterlik. Küfüv oluş.
  • Fık: Evlenen erkeğin, alacağı kadına neseb, diyanet, hürriyet ve mal hususlarında müsâvi ve daha üstün olması hususu. (Bunun en mühimmi de diyânet noktasındadır.)

keffaret

  • (Masdar gibi kullanılıyorsa da "keffâr" mübalâğa isminin müennesi olup, asıl mânası: örtücü ve imhâ edici demektir.) Bir mecburiyet altında veya yanlışlıkla işlenmiş günahı affettirmek ümidiyle şeriata uygun olarak verilen sadaka veya tutulan oruç.
  • Günahtan arınma.

kelimullah

  • "Cenab-ı Hakk'ın hitab eylediği zat" (meâlindedir). Hazret-i Musa'nın (A.S.) bir ünvanıdır. Çünkü O, Tur-u Sina'da Cenab-ı Hakk'ın kelâmını, hitabını duymak mazhariyetine erişmiştir.
  • Resul-i Ekrem (A.S.M.) mi'rac-ı şerifinde Cenab-ı Hak ile tekellüme mazhar olduğundan bir ismi de Kel

köle

  • Bütün tarihî devirlerde başka milletlerden, yabancılardan zorla kaçırılıp hürriyetten mahrum hale getirilerek hizmette kullanılan erkek. (Türkçe)

kolordu

  • Ekseriyetle üç tümen ve diğer tamamlayıcı birliklerden kurulan askeri birlik. (Türkçe)

kur'an

  • Allah (C.C.) tarafından Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâma Cebrâil Aleyhisselâm vâsıtası ile (yâni vahiyle) gönderilen ve beşeriyetin bütün saadet düsturlarını hâvi en mukaddes ve en son kitâb-ı semâvidir. Din ve dünyanın nizâmını en iyi şekilde bildirir, kâinatın neden ve niçin yaratıldığ

kut'ül amare / kut-ül amare / كوتول امار

  • Kut'ül Amare ne demektir?

    Yeni kurulan Osmanlı 6. Ordusu'nun Komutanlığı'na atanarak 5 Aralık'ta Bağdat'a varan Mareşal Colmar Freiherr von der Goltz Paşa'nın emriyle Irak ve Havalisi Komutanı Miralay (Albay) 'Sakallı' Nurettin Bey'in birlikleri 27 Aralık'ta Kut'u kuşattı. İngilizler Kut'u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçti ancak, 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi'nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede 9. Kolordu Komutanı Miralay 'Sakallı' Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa'nın kendisinden bir yaş küçük olan amcası Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi.

    İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi'nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi'nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler mart başında tekrar taarruza geçti. 8 Mart 1916'da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu'ya hücum ettilerse de 3.500 asker kaybederek geri çekildiler. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi.

    Kut'ül Amare zaferinin önemi

    Kût (kef ile) veya 1939’dan evvelki ismiyle Kûtülamâre, Irak’ta Dicle kenarında 375 bin nüfuslu bir şehir. Herkes onu, I. Cihan Harbinde İngilizlerle Türkler arasında cereyan eden muharebelerden tanır. Irak cephesindeki bu muharebeler, Çanakkale ile beraber Cihan Harbi’nde Türk tarafının yüz akı sayılır. Her ikisinde de güçlü düşmana karşı emsalsiz bir muvaffakiyet elde edilmiştir.

    28 Nisan 1916’da General Townshend (1861-1924) kumandasındaki 13 bin kişilik İngiliz ve Hind askerlerinden müteşekkil tümenin bakiyesi, 143 günlük bir muhasaradan sonra Türklere teslim oldu. 7 ay evvel parlak bir şekilde başlayan Irak seferi, Basra’nın fethiyle ümit vermişti. Gereken destek verilmeden, tecrübeli asker Townshend’den Bağdad’a hücum etmesi istendi.

    Bağdad Fatihi olmayı umarken, 888 km. yürüdükten sonra 25 Kasım 1915’de Bağdad’a 2 gün mesafede Selmanpak’da miralay Nureddin Bey kumandasındaki Türk ordusuna yenilip müstahkem kalesi bulunan Kût’a geri çekildi. 2-3 hafta sonra takviye geleceğini umuyordu. Büyük bir hata yaparak, şehirdeki 6000 Arabı dışarı çıkarmadı. Hem bunları beslemek zorunda kaldı; hem de bunlar Türklere casusluk yaptı.

    Kût'a tramvayla asker sevkiyatı

    İş uzayınca, 6. ordu kumandanı Mareşal Goltz, Nureddin Bey’in yerine Enver Paşa’nın 2 yaş küçük amcası Halil Paşa’yı tayin etti. Kût’u kurtarmak için Aligarbi’de tahkimat yapan General Aylmer üzerine yürüdü. Aylmer önce nisbî üstünlük kazandıysa da, taarruzu 9 Mart’ta Kût’un 10 km yakınında Ali İhsan Bey tarafından püskürtüldü.

    Zamanla Kût’ta kıtlık baş gösterdi. Hergün vasati 8 İngiliz ve 28 Hindli ölüyordu. Hindliler, at eti yemeği reddediyordu. Hindistan’daki din adamlarından bunun için cevaz alındı. İngilizler şehri kurtarmak için büyük bir taarruza daha geçtiler. 22 Nisan’da bu da püskürtüldü. Kurtarma ümidi kırıldı. Goltz Paşa tifüsten öldü, Halil Paşa yerine geçti. Townshend, serbestçe Hindistan’a gitmesine izin verilmesi mukabilinde 1 milyon sterlin teklif etti. Reddedilince, cephaneliği yok ederek 281 subay ve 13 bin askerle teslim oldu. Kendisine hürmetkâr davranıldı. Adı ‘Lüks Esir’e çıktı. İstanbul’a gönderildi. Sonradan kendisine sahip çıkmayan memleketine küskün olarak ömrünü tamamladı.

    Böylece Kûtülamâre’de 3 muharebe olmuştur. İngilizlerin kaybı, esirlerle beraber 40 bin; Türklerinki 24 bindir. Amerikan istiklâl harbinde bile 7000 esir veren İngiltere, bu hezimete çok içerledi. Az zaman sonra Bağdad’ı, ardından da Musul’u ele geçirip, kayıpları telafi ettiler. Kût zaferi, bunu bir sene geciktirmekten öte işe yaramadı.

    Bu harbin kahramanlarından biri Halil Paşa, Enver Paşa’nın amcası olduğu için; diğer ikisi Nureddin ve Ali İhsan Paşalar ise cumhuriyet devrinde iktidar ile ters düştüğü için yakın tarih hafızasından ustaca silindi. 12 Eylül darbesinden sonra Ankara’da yaptırılan devlet mezarlığına da gömülmeyen yalnız bunlardır.

    Binlerce insanın kaybedildiği savaş iyi bir şey değil. Bir savaşın yıldönümünün kutlanması ne kadar doğru, bu bir yana, Türk-İslâm tarihinde dönüm noktası olan çığır açmış nice hâdise ve zafer varken, önce Çanakkale, ardından da bir Kûtülamâre efsanesi inşa edilmesi dikkate değer. Kahramanları, yeni rejime muhalif olduğu için, Kûtülamâre yıllarca pek hatırlanmadı. Gerçi her ikisi de sonu ağır mağlubiyetle biten bir maçın, başındaki iki güzel gol gibidir; skora tesiri yoktur. Hüküm neticeye göre verilir sözü meşhurdur. Buna şaşılmaz, biz bir lokal harbden onlarca bayram, yüzlerce kurtuluş günü çıkarmış bir milletiz.

    Neden böyle? Çünki bu ikisi, İttihatçıların yegâne zaferidir. Modernizmin tasavvur inşası böyle oluyor. Dini, hatta mezhebi kendi inşa edip, insanlara doğrusu budur dediği gibi; tarihi de kendisi tayin eder. Zihinlerde inşa edilen Yeni Osmanlı da, 1908 sonrasına aittir. İttihatçıların felâket yıllarını, gençlere ‘Osmanlı’ olarak sunar. Bu devrin okumuş yazmış takımı, itikadına bakılmadan, münevver, din âlimi olarak lanse eder. Böylece öncesi kolayca unutulur, unutturulur.

    Müşir İbrahim Edhem Paşa’nın oğlu Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932), sert bir askerdi. Irak’ta paşa oldu. Temmuz 1920’de Ankara’ya katıldı. Fakat karakterini bilen M. Kemal Paşa, kendisine aktif vazife vermek istemedi. Merkez kumandanı iken Samsun’daki Rumları iç mıntıkalara sürgün ettiği esnada çocuk, ihtiyar, kadın demeden katliâma uğramasına göz yumdu. Bu, milletlerarası mesele oldu. Yunanlılar, bu sebeple Samsun’u bombaladı. Nureddin Paşa azledildi; M. Kemal sayesinde muhakemeden kurtuldu. Sonradan Kürtlerin de iç kısımlara göçürülmesini müdafaa edecektir. Batı cephesinde, kendisinden kıdemsiz İsmet Bey’in maiyetinde vazife kabul etti. İzmir’e girdi. Bazı kaynaklarda İzmir’i ateşe verdiği yazar. I. ordu kumandanı olarak bulunduğu İzmit’te, Sultan Vahîdeddin’in maarif ve dahiliye vekili gazeteci Ali Kemal Bey’i, sivil giydirdiği askerlere linç ettirdi; padişaha da aynısını yapacağını söyledi. Ayağına ip takılarak yerlerde sürüklenen cesed, Lozan’a giden İsmet Paşa’nın göreceği şekilde yol kenarına kurulan bir darağacına asılarak teşhir edildi. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bir fedainin vursa kahraman olacağı bir insanı, vuruşma veya mahkeme kararı olmaksızın öldürmeyi cinayet olarak vasıflandırıp kınadı. M. Kemal’e gazi ve müşirlik unvanı verilmesine içerleyen Nureddin Paşa iyice muhalefet kanadına geçti. 1924’de Bursa’dan müstakil milletvekili seçildi. Asker olduğu gerekçesiyle seçim iptal edildi. İstifa edip, tekrar seçildi. Anayasa ve insan haklarına aykırılık cihetinden şapka kanununa muhalefet etti. Bu sebeple antikemalist kesimler tarafından kahraman olarak alkışlanır. Nutuk’ta da kendisine sayfalarca ağır ithamlarda bulunulur, ‘zaferin şerefine en az iştirake hakkı olanlardan biri’ diye anılır.

    Halil Kut (1882-1957), Enver Paşa’yı İttihatçıların arasına sokan adamdır. Sultan Hamid’i tevkife memur idi. Askerî tecrübesi çete takibinden ibaretken Libya’da bulundu. Yeğeni harbiye nazırı olunca, İran içine harekâta memur edildi. Irak’taki muvaffakiyeti üzerine paşa oldu. Bakü’yü işgal etti. İttihatçı olduğu için tutuklanacakken, kaçıp Ankara hareketine katıldı. Rusya ile Ankara arasında aracılık yaptı. Sonra kendisinden şüphelenilince, Almanya’ya kaçtı. Zaferden sonra memlekete dönüp köşesine çekildi. Politikaya karışmadı.

    Ali İhsan Sâbis (1882-1957), Sultan Hamid’i tahttan indiren Hareket Ordusu zâbitlerindendi. Çanakkale, Kafkasya’da bulundu. Irak’ta paşalığa terfi etti. İttihatçı olduğu için Malta’ya sürüldü. Kaçıp Ankara hareketine katıldı. I. batı cephesi kumandanı oldu. Cephe kumandanı İsmet Bey ile anlaşmadı; azledilip tekaüde sevkolundu. M. Kemal’e muhalif oldu. Nazileri öven yazılar yazdı. 1947’de devlet adamlarına yazdığı imzasız mektuplar sebebiyle 15 seneye mahkûm oldu. 1954’te DP’den milletvekili seçildi. Hatıraları, Nutuk’un antitezi gibidir.

laik cumhuriyet / lâik cumhuriyet

  • Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrıldığı, her türlü inanç sahibine karşı tarafsız olarak din ve vicdan hürriyetinin sağlandığı cumhuriyet.

lazım-ı beyyin / lâzım-ı beyyin

  • Bu tabirin masdariyet şekli "Lüzum-u beyyin" olup ikisi aynı mânaya gelir. Herhangi bir şey hatıra gelince hiç bir delil ve emareye ihtiyaç olmadan o şeyle beraber düşünülmesi zaruri olan diğer bir şey. Meselâ: İnsan denildiği zaman, kabiliyet-i ilim ve san'at akla gelmesi gibi...

liberal

  • Ferdî hürriyet lehinde, hürriyete elverişli. Ferdî teşebbüs ve hürriyet haklarını korumak için en iyi vasıta, devletin salâhiyyetlerini mümkün olduğu kadar tahdid etmek fikri. Rusya'daki dinsiz sosyalistliğin zıddı. (Fransızca)
  • Kişi hürriyetine önem veren.

lisan-ı ıztırar

  • Çaresizlik ve mecburiyet dili.

lisan-ı ıztırari / lisan-ı ıztırarî

  • Çaresizlik ve mecburiyet dili.

maden-i saadet ve hürriyet

  • Mutluluk ve hürriyet madeni, kaynağı.

mahkum / mahkûm

  • Aleyhinde hüküm verilmiş olan. Dâvayı kaybedip cezalanan.
  • Birisinin hükmü altında bulunan.
  • Zorunda ve mecburiyetinde olma. Katlanma.

makam / makâm

  • Durulan, durulacak yer.
  • Memuriyet, memurluk yeri.
  • Yüksek dereceli me'mûriyet, me'mûrluk yeri, mevkî, mansıb.
  • Tasavvuf yolunda bulunan kimsenin bu yolda ilerlerken kazandığı mânevî derecelerden her biri.

mana-yı dindar cumhuriyeti / mânâ-yı dindar cumhuriyeti

  • Dindar Cumhuriyetin özü, gerçek anlamı.

mansıb / منصب

  • (Nasb. dan) Devlet hizmeti.
  • Memuriyet.
  • Bünyad. Merci'.
  • Devlet memuriyetindeki makam. (Arapça)

mansub

  • Nasbolunmuş, me'muriyete konulmuş.
  • Konulmuş, dikilmiş.
  • Gr: Sonu fetha (üstün) kılınmış kelime. Meftuh olan.

mansubin / mansubîn

  • (Tekili: Mansub) Memuriyette bulunanlar. Hizmette olanlar.

mazhariyet-i azime / mazhariyet-i azîme

  • Büyük mazhariyet, nailiyet.

mazhariyet-i ulya / mazhariyet-i ulyâ

  • Yüce mazhariyet, yüksek şeref.

me'sur

  • Esir edilmiş.
  • Hürriyeti alınmış olan.

mecburi / mecburî

  • Zor altında, ister istemez, yapma mecburiyetinde.

mecma-ül ezdad / mecma-ül ezdâd

  • Zıtların toplandığı yer.
  • Mutlak hürriyet.

memnuniyyet

  • Mesrur oluş. Şâdlık. Mesruriyet.

müdebber

  • Âzâd olması yâni serbest bırakılıp, hürriyetine kavuşması, efendisinin vefâtına (ölümüne) bağlı kılınan köle. Böyle olan kadına müdebbere denir.

müdekkik

  • Dikkatle araştıran. İnceden inceye tetkik eden. En ufak gizli şeyleri bilmeğe, görmeğe çalışan. (Konuşurken ekseriyetle müdakkik denir.)

müennes

  • Dişi. Müzekkerin mukabili.
  • Gr: Hakiki, itibarî veya söylenişi cihetiyle "dişi" olan kelime.Müennes-i hakikî : Müzekker kelimenin sonuna bir "e-a" ilâve ederek yapılan kelime. Meselâ: (Kâtib: ): Erkek yazıcı. (Kâtibe: ): Kadın yazıcı.Sonu "e" ile biten kelimeler ekseriyetle müennestir

muhsan

  • Fık: Akıl. Büluğ. İslâmiyet. Hürriyet. Nikâh-ı sahih ile teehhül vasıflarını câmi olan kimse.

mülzim

  • İlzam eden, susturucu.
  • Lüzumlu gören. Gerektiren.
  • Verilen hükmün mutlak yerine getirilmesindeki mecburiyet.

münhallat / münhallât

  • (Tekili: Münhall) Açıklıklar. Açık bulunan memuriyetler.

musibet-i amme / musibet-i âmme

  • Umuma ve cemiyetin ekseriyetine gelen belâ.

müstair

  • (Ariyet. den) Ödünç alan.

müstear

  • (Ariyet. den) Kendi malı olmayan, iğreti alınmış, emâneten alınmış olan.
  • Kendini belli etmemek için kullanılan takma bir isim.

müstebid

  • Başlı başına, müstakil olan. Emri altındakilere söz ve hürriyet hakkı tanımayan, istibdat yapan. Despot.

müzekkir

  • Andıran, hatıra getiren, yâd ettiren, zikrettiren, hatırda tutturan.
  • Zikreden, ibâdet eden.
  • Resul-i Ekrem (A.S.M.) mü'minleri ve bütün beşeriyeti tehlikeli şeylerden halâs edip iki cihan saadetine nâil olma yolunu tâlim ettiğinden, Kur'an-ı Kerim'de müzekkir diye isimlendiril

nafıa / nâfıa / نافعه

  • Bayındırlık işleri. (Arapça)
  • Nâfıa müdüriyeti: Bayındırlık müdürlüğü. (Arapça)
  • Nâfıa nâzırı: Bayındırlık bakanı. (Arapça)
  • Nâfıa nezareti: Bayındırlık bakanlığı. (Arapça)
  • Nâfıa vekâleti: (Arapça)

nafile / nâfile / نَافِلَه

  • Fık: Farz ve vâcibden gayrı mecburiyet olmadığı hâlde yapılan ibadet. Fazladan yapılan iş.
  • Menfaatli olmayan. Ziyâdeden olan.
  • Torun.
  • Ganimet malı. Bahşiş. Atiyye.
  • Mecburiyet altında olmayarak yapılan ibadet.

naib-ül am / naib-ül âm

  • Cumhuriyet müddei-i umumisi. Cumhuriyet savcısı.

nesil

  • Soy, sop, zürriyet.

nesl

  • Soy, sop. Zürriyet, döl, kuşak.
  • Halk.
  • Çocuk hâsıl etmek.
  • Kıl yolmak.
  • Mumsuz, süzme bal.

nevcah

  • Bir makama veya memuriyete yeni geçmiş olan. (Farsça)
  • Tahta yeni oturmuş (padişah). (Farsça)

neyyir-i hürriyet

  • Hürriyetin ışığı, aydınlığı.

nisab-ı ekseriyet

  • Ekseriyet derecesi. Çoğunluk derecesi.

Payidar / pây-dâr /

  • “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır Ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet pây-dâr kalacaktır”

    Gazi Mustafa Kemal Atatürk


payidar / pâyidâr

  • İyice yerleşmiş, sağlam, sürekli.

    “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır Ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır”
    Gazi Mustafa Kemal Atatürk


piyade

  • Narin yapılı bir çeşit kayık adıdır. Eskiden ekseriyetle İstanbul ve civarında kullanılan bu kayıklar, pek makbul gezinti vasıtası idi.
  • Ask: Orduda tüfekle teçhiz edilmiş olan ve muharip sınıfların asli unsuru bulunan efrada da bu ad verilir. Yaya askeri.
  • Yaya.

re'y-i am / re'y-i âm

  • Umumun re'yi, ekseriyetin fikri. Umumun görüşü.

resül

  • Peygamber. Yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile bir ümmete veya bütün beşeriyete Allah tarafından Peygamber olarak gönderilmiş olan zât. Mürsel de denir. Yeni bir kitap ve şeriatla gelmeyip kendinden evvelki Resülün getirdiği kitap ve şeriatı devam ettirirse, ona Nebi denir.
  • Haberci

rikk

  • Kulluk, ubudiyet.
  • Ist: Esir olmuş, hürriyetini kaybetmiş olan ehl-i harb.
  • Yufka, yumuşak nesne.

rütbe

  • Basamak, derece.
  • Memuriyet derecesi.
  • Sıra. Mertebe, menzile.
  • Efkârın sonu.
  • Merdiven ayağı.

sada-yı hürriyet ve adalet / sadâ-yı hürriyet ve adalet

  • Hürriyet ve adaletin sesi.

şadi

  • Sevinçlilik, memnunluk, mesruriyet, gönül ferahlığı. (Farsça)

şadüman

  • (şâd-mân) Mesruriyet, sevinçlilik. (Farsça)
  • Mesrur, bahtiyar. (Farsça)

şahadetname-i hürriyet / şahadetnâme-i hürriyet

  • Hürriyet diploması; özgürlüğü hak etme belgesi.

salih

  • Büyük peygamberlerden olup Hicaz ile Şam arasında oturmuş olan Semud kavmine gönderilmişti. Semud kavmi Âd kavminden sonra Arap yarımadasında kuvvet ve ma'muriyet bulup küfür ve dalâlete meyl ile putlara ibadet ediyorlardı. Salih (A.S.) kendilerini hak dine davet etmiş ise de, inanmayıp kendisinden

serdab

  • Yer altında olan serin ve soğuk oda, bodrum. Böyle yerler ekseriyetle sıcak bölgelerde, gündüzleri sıcaktan korunmak için yapılırdı. Anadolu'nun bazı yerlerinde buna "zir-i zemin" denilir. (Farsça)
  • Tar: Padişah saraylarında, sağ ve sol taraflarında birer oda bulunan üç köşeli sofalara verilen (Farsça)

sevad-ı a'zam

  • Büyük şehir.
  • Mekke-i Mükerreme.
  • İnsanların ekseriyeti. (Maişetçe neden bu kadar muktesit yaşıyorsun? diyenlere cevaben: Ben sevad-ı azama tâbi olmak isterim, sevad-ı azam ise; bu kadar tedarik edebilir. Ben ekalliyet-i müsrifeye tâbi olmak istemem, demişlerdir.) (Tarihçe-i Ha

sevadıazam / sevâdıâzam

  • İnsanların ekseriyeti, büyük çoğunluk.

sevda-yı hürriyet / sevdâ-yı hürriyet

  • Hürriyet sevdası, özgürlük aşkı.

siyaset

  • Memleket idare etme san'atı. Devlet idare tarzı.
  • Dünya ve âhirette necatlarına sebeb olacak bir yola, insanları irşad ile beşeriyetin salâhına çalışmak.
  • Diplomatlık. Politika.
  • Seyislik, at idare işleriyle uğraşma.

sosyalizm

  • İktisadî teşebbüsleri ve teşekkülleri devlete vermek isteyen görüş. İştirakiyecilik. Güya, herkese müsavi mal verme esasını idare sisteminde yerleştirmeyi ve mal birliğini iddia eden ve insan fıtratına zıt olarak hürriyetleri daraltıcı ve din aleyhdarı bir sistem. Serserilere, zenginlerin mallarını (Fransızca)

sübrut

  • (Çoğulu: Sebâriyet) Az.
  • Otsuz ve susuz yer.
  • Fakir adam.

sulb

  • Sert, katı. Taş gibi olan.
  • Omurga kemiği.
  • Sülâle, zürriyet.
  • Katı, taş gibi olan, sülâle, zürriyet, bel.

sultan-ı hürriyet

  • Hürriyet sultanı.

tahdid-i hürriyet

  • Hürriyetin sınırlanması.

tahrir

  • Yazmak. Yazılmak. Kaydetmek.
  • Hürriyete kavuşturmak.

tarih-i hayat-ı hürriyet

  • Hürriyet hayatının tarihi, tarihi geçmişi.

teberru'

  • Bağış. Bir malın karşılıksız olarak verilmesi. Mecburiyet olmadığı hâlde birisine bir malı vermek. Hayırlı işlerde yardım ve ihsanda bulunmak.

telkin

  • (Çoğulu: Telkinât) Zihinde yer ettirmek. Fikir aşılamak. Zihinde yer etmiş düşünce.
  • Yeni müslüman olana İslâm esaslarını anlatmak.
  • Ölü gömüldükten sonra imam tarafından söylenen söz. (Telkini fenden almış,Medeniyetten taklid,Hürriyet tenkid vermiş,Gururdan dalâlet çıkmış.) (L

temmuz

  • İkinci Meşrutiyet'in (Hürriyet) ilân edildiği tarih olan 23 Temmuz 1908 (Rumî 10 Temmuz 1324).

tesis-i hürriyet

  • Hürriyetin kurulması.

teşkilat-ı esasiye / teşkilât-ı esasiye

  • Anayasa. Kanun-u esasî. Devletin temel kuruluş şeklini tayin eden ve teşrinin yani meclisin, hükümetin ve mahkemelerin salâhiyetleri nasıl kullanılacağını; vatandaşların umumi hak ve hürriyetlerini gösteren temel kanunlardır.

ukama'

  • (Tekili: Akîm) Kısırlar. Zürriyeti olmayanlar.

vazife-i memure-i maneviye / vazife-i memure-i mâneviye

  • Mânevî memuriyet görevi.

vech-i ihtisas

  • Özel mazhariyetin sebebi.

veşy

  • Elbiseyi güzel nakışlamak, süslemek.
  • Nesil ve zürriyet.
  • Çoğalma.
  • Geceleyin devamlı tefekkür ve mütalâa etmek.
  • Bir çeşit elbise.

vicdan hürriyeti

  • (Bak: Hürriyet-i vicdan)

zarurat / zarûrât / ضرورات

  • Zorunluluklar, mecburiyetler.
  • Sıkıntılar, mecburiyetler. (Arapça)

zaruret / zarûret

  • Çaresizlik, yoksulluk, mecburiyet.

zaruret-i kat'iye

  • Kesin zorunluluk ve mecburiyet.

zaruri / zarûrî

  • Mecburiyetle, ister istemez.

zaruriyet / zarûrîyet

  • Mecburiyet, zorda kalma.

zerari / zerarî

  • (Tekili: Zürriyet) Zürriyetler, kuşaklar, nesiller.

zerrat-ı hürriyat / zerrât-ı hürriyât

  • Hürriyetlerinin, özgürlüklerinin zerreleri.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın