Menu
İletişim
LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK
{ lügât . lügat . لغت }
Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.
Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "
OSMANLICA ARA
" ya da "
TÜRKÇE ARA
" butonlarına tıklayın.
İfadenin içinde geçtiği kelimeleri de göster.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük
'te
rete
ifadesini içeren
200
kelime bulundu...
a'mal-i ahiret / a'mâl-i âhiret
Âhirete ait işler.
a'mal-i uhreviye / a'mâl-i uhreviye
Âhirete ait ameller, işler, fiiller.
Ahirete ait iş, hareket ve ibadetler.
ahiret / âhiret
İnsanın ölümü ile başlayan ebedî (sonsuz) hayat. Âhirete îmân, inanılması lâzım olan altı esastan beşincisidir.
Bu dünyadan sonra gideceğimiz ebedi âlem. Âhiret, kıyamet koptuktan sonra, bütün varlıkların ve insanların devamlı kalacakları yerdir. Orada ölüm yoktur, hayat sonsuzdur; dinin emirlerine bağlı olanlar için cennet; dine bağlı olmıyanlar için de cehennem vardır. Âhirete inanmayan insan müslüman olama
ahlak ilmi / ahlâk ilmi
Kötü huylardan uzaklaşıp, güzel huylar edinme yollarını öğreten ilim.
ahlakıyyat / ahlâkıyyât
Ahlâk ilmi ve düsturlarını ve bunların vasıflarını ve tatbiklerini inceleyen, öğreten ilim.
Ahlâk ve terbiye ile alâkalı ders ve bahisler.
akl-ı mead / akl-ı meâd
Ebedî rahata kavuşmak, Cennet'te ebedî kalmak ve Cehennem azâbından kurtulmak için hâlini ıslâh etmeyi, düzeltmeyi düşünen, uzak görüşlü, dünyâya değil, âhirete değer veren akıl.
alem-i uhrevi / âlem-i uhrevî / عَالَمِ اُخْرَوِي
Âhirete âit âlemler.
alem-i uhreviye / âlem-i uhrevîye / عَالَمِ اُخْرَوِيَه
Âhirete âit âlemler.
amal-i uhreviye / âmâl-i uhreviye
Ahirete ait emeller, ümitler ve istekler.
amalika
Çok eskiden Sina yarımadasında yaşadıkları sanılan ve gariplikleriyle şöhrete erişen bir kavim.
amel-i uhrevi / amel-i uhrevî / عَمَلِ اُخْرَوِي
Âhirete yönelik gerçekleştirilen iş, hizmet.
Âhirete ait amel.
Ahirete ait iş, ibâdet.
amil / âmil
İş yapan.
İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından sakınan.
Herhangi bir bölgenin zekât, harac, öşr ve ganîmetlerinin tahsîli (toplanması) için, halîfe, sultan, melik veya emir tarafından vazîfelendirilen ve yerine göre dînin emirlerini öğreten me'mur.
amuz / âmûz / آموز
Öğrenen.
(Farsça)
Öğreten.
(Farsça)
amuzende
Talebe, öğrenci.
(Farsça)
Muallim, öğretmen. Öğreten.
(Farsça)
avamil
(Tekili: Amil) Sebepler.
Ayaklar.
Valiler. Hâkimler.
Gr: Arabçada kelime sonlarının okunuşuna te'sir eden hususları öğreten ilim ve ona dâir kitab.
Birgivi Hazretlerinin "Nahiv" ilmine dâir olan kitabının ismi.
aziz-i cebbar / azîz-i cebbâr
Dilediği herşeyi yapabilecek kudrete sahip olan, herşeyi ve herkesi ister istemez kudretine boyun eğdiren, izzet ve yücelik sahibi Allah.
bed-amuz / bed-âmuz
Kötülük, fenalık öğrenmiş.
(Farsça)
Fenalık, kötülük öğreten.
(Farsça)
bedel-i ferag
Huk: Arazi-i emiriye ve icareteynli vakıf gayr-i menkullerinin tasarruf haklarının devredilmesi karşılığı alınan bedeldir.
bedi' ilmi / bedî' ilmi
Lafz (söz) ve mânâ ile ilgili bâzı san'atlar ile sözün süslenmesini öğreten ilim.
belagat / belâgat
Sözün düzgün, kusursuz ve yerinde söylenmesi.
Sözün düzgün, kusursuz ve yerinde söylenmesini öğreten edebî ilmin adı.
Hitâbettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı güzel söz söyleme san'atı. Muktezâ-yı hâle mutâbık söz söylemek.
Belâgat, hem düzgün, hem yerinde söz söylemeyi öğreten ilmin de adı olur. Ve maani, beyan, bedi' diye üç kısma ayrılır. Bu gün Edebiyat denilen bilgiye,
Sözün güzel ve yerinde söylenmesi, bunu öğreten ilim.
beyan
İzah. Açıklama. Anlatma. Açık söyleme.
Öğretme.
Fesahat ve belâgat.
Edb: Belâgat ilminin hakikat, mecaz, kinâye, teşbih, istiâre gibi bahislerini öğreten kısmı.
Söz olsun, iş olsun; vukû' bulan şeyden murad ne olduğunu o şey ile alâkası ve münâsebeti bulunan b
beyan ilmi / beyân ilmi
Düzgün ve yerinde söz söyleme yolunu öğreten belâgat ilminin teşbîh (benzetme), mecâz, kinâye gibi konularını anlatan ilim.
bühüt
(Tekili: Behût) İşitenleri hayrete düşürecek kadar olan iftira ve yalanlar.
burc
Belli bir şekil ve surete benzeyen sabit yıldız kümesi.
Muayyen bir şekil ve sûrete benzeyen sâbit yıldız kümesi.
Tek hisar kule, kale çıkıntısı.
Dünyaya göre güneşin döndüğü yerin onikide bir kadarı.
burç
Belli bir şekil ve surete benzeyen sabit yıldız kümesi.
cebbar / cebbâr
Dilediği herşeyi yapabilecek kudrete sahip olan, herşeyi ve herkesi ister istemez kudretine boyun eğdiren, kudret ve azamet sahibi Allah.
dehri / dehrî
Allahü teâlâya ve âhirete inanmayıp, dehr (zaman) sonsuzdur ve dünyânın başlangıcı ve sonu yoktur, böyle gelmiş böyle gider diyen dinsiz, ateist.
dehriye
Devre ait. Zamana dair ve müteallik.
Âlemin ezelî ve ebedîliğini iddia edip âhirete inanmıyan münkir ve imansız bir fırka.
ders-i belagat / ders-i belâgat
Belâgat dersi; sözün düzgün, kusursuz olarak hâlin ve makamın icabına göre söylenmesini öğreten ders.
ebu-t-turab
Hz. Alinin (R.A.) bir lâkabı. (Bu isim Hz. Ali Radiyallahu anh, toprak üzerine oturduğu veya yattığından dolayı tevâzuuna işareten Peygamber Efendimiz (A.S.M.) tarafından verilmiştir.)
ecel
Her mahlukun ve canlının Allah tarafından takdir edilen ölüm vakti. Âhirete göç etmek.
İleride olacağı şüphesiz olan.
Allah'ın takdir ettiği ömür.
ecr
(Çoğulu: Ücur) Bir iş, bir hizmet mukabilinde verilen şey.
Ahirete aid mükâfat, hayır ceza.
Ücret, mukabil, karşılık. Sevab.
Tıb: Kırılan bir uzvun sarılması.
edeb-amuz
Edeb öğreten.
ef'al-i uhreviye / ef'âl-i uhreviye
Âhirete ait işler.
ehl-i dünya / اَهْلِ دُنْيَا
Dünyayı âhirete tercîh edenler.
ehl-i gaflet
Âhirete, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan kimseler.
ehl-i gaflet ve dalalet / ehl-i gaflet ve dalâlet
Âhirete ve Allah'ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız ve hak yoldan sapmış kimseler.
ehl-i medrese
Medresede ilim öğrenen ve öğretenler.
ehl-i mektep
Okulda ilim öğrenen ve öğretenler.
emval-i uhrevi / emvâl-i uhrevî
Âhirete ait mallar.
emval-i uhreviye / emvâl-i uhreviye
Âhirete ait mallar; sevaplar.
entimem
yun. Man: Mantıkta kısaltılmış kıyas şekli. Öncül veya had denilen ve bilinen kaziyelerden biri söylenmeden sonuca varmak. Örnek: (Orucu bozdu, o halde 61 gün keffareten oruç tutması gerekir.) Burada hadlerden biri (Orucu bozan, 61 gün keffareten oruç tutar), kaziyesi biliniyor kabul edilerek söylen
faide-i uhreviye
Ahirete ait faydalar.
fazilet-i uhreviye
Âhirete ait fazilet, üstünlük.
fehhad
Parsa av öğreten.
fenn-i kıraat
Okuma bilgisi. Okumanın çeşitli usûllerini öğreten ilim dalı.
fenn-i kitabet
Çeşitli yazı usûl ve şekillerini öğreten ilim.
fenn-i meani / fenn-i meânî
Güzel söz söylemeyi ve güzel yazmayı öğreten, edebiyatın bir şubesi.
feraiz / ferâiz
Bir kimse vefât edince, bıraktığı malın kimlere verileceğini ve nasıl dağıtılacağını öğreten ilim, mîrâs hukûku.
Farzlar. Farîzanın çokluk şekli.
fevaid-i uhreviye / fevâid-i uhreviye
Âhirete ait faydalar, sevaplar.
fıkıh usulü / fıkıh usûlü
Fıkıh bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nâsıl çıkarıldığını öğreten ilim.
gaflet
Umursamazlık; âhirete, Allah'ın emir ve yasaklarına duyarsız kalma hali.
gaşiye
Perde. Örtü.
Kıyamet.
Dilenci ve cerrar.
Ziyârete gelen dostlar gurubu.
gaybi / gaybî
Hazırda olmayan. Görünmeyenlere âit. Hazır olmayanlara âit. Başka âlemdekilere âit. Âhirete âit. Gayba âit ve müteallik.
gıyas
Medetkâr. Yardımcı. Nusrete yetişen.
Meded. Yardım.
gülhane hatt-ı hümayunu
Tar: Gülhanede okunan hatt-ı hümayun münasebetiyle meydana gelmiş bir tabirdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun bir zamanlar dünyayı titreten kuvvet ve kudreti, çeşitli sebep ve te'sirlerle büyük bir zaafa uğramış ve en nihâyet devlet, bir vilâyet hükmünde olan Mısır'ın idaresini ele geçiren Mehmed Ali Pa
hadise-i müthişe / hâdise-i müthişe
İnsanı hayrete ve dehşete düşüren olay.
hadise-i uhra / hadise-i uhrâ
Âhirete ait hadise.
hakaik-i uhreviye
Uhrevî, âhirete ait hakikatler, gerçekler.
hamasi / hamasî
Hamâsetle alâkalı. Fıtrî cesarete âit ve müteallik.
hasir / hâsir
Hasarete uğrayan. Zarara, ziyana uğrayan.
hasret-zede
(Çoğulu: Hasret-zedegân) Hasrete düşmüş, hasrete uğramış.
(Farsça)
hasur
Mânevi mücahededen dolayı kadınlara yaklaşmaya rağbet etmeyen.
Sır saklayan. Keder ve üzüntüden gönlü daralan, tasadan içi sıkılan.
Çok bahil kimse. (Halkla yer ve içer, birşey vermez)
Oğlu ve kızı olmayan.
Avrete cimâ edemeyen.
İhlili dar olan deve.
hayat-ı maneviye ve uhreviye / hayat-ı mâneviye ve uhreviye
Mânevî ve âhirete ait olan hayat.
hayret-bahşa / hayret-bahşâ
Hayret veren, şaşkınlık veren, hayrete düşüren.
(Farsça)
hayret-efza
Hayrete düşüren.
hayret-zede
Hayrete düşmüş ve şaşırmış olan.
(Farsça)
hiccet-ül veda' / hiccet-ül vedâ'
Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın dâr-ı âhirete teşrifinden bir sene evvelki son vedâlaşma haccı.
hicri / hicrî
Hicrete ait ve müteallik.
hidemat-ı uhreviye / hidemât-ı uhreviye
Âhirete yönelik hizmetler, görevler.
hidroelektrik santralı
Su gücünü kullanarak elektrik üreten fabrika veya merkez.
hikmet-amuz
Hikmetli.
(Farsça)
Hikmet öğreten.
(Farsça)
hıred-amuz / hıred-âmuz
Öğreten, öğretici, muallim.
hırs-ı şöhret
Şöhret hırsı, şöhrete düşkünlük.
hoca
İlim öğreten kimse.
hüsn-i hatime / hüsn-i hâtime
Son nefeste, rûhunu îmân ile teslim etme, îmân ile âhirete gitme.
hüsn-ü hatime / hüsn-ü hâtime
Neticeyi iyi bir halde bitirme.
İman ile âhirete gitmek. Kelime-i şehadet söyleyerek ölmek.
i'cab
Şaşırtmak. Hayran etmek. Hayrete düşürmek.
Hodpesendlik. Kendini beğenmişlik.
i'dadiye
Hazırlığa ait. Hazırlığa mahsus.
Orta tahsili veren okullar. Vaktiyle rüşdiyeden sonra gidilip yüksek mekteblere girebilmek için lâzım gelen bilgileri öğreten okul. Sultaniyelerden aşağı olan mekteb.
i'rab
Düzgün konuşmak ve hakikatı açıklamak.
Gr: Kelime ve fiillerin sonunda bulunan harf veya harekelerin değişmesi ve bu değişikliği ve sebeblerini öğreten ilim.
i'tibar-ı suret
Surete itibar etme, görünüşe değer verme.
iade-i ziyaret / iâde-i ziyâret
Ziyarete gelenin ziyaretine gitmek.
İâde-i ziyâret etmek:
Ziyarete karşılık vermek.
ibretamiz / ibretâmiz
(İbret-âmiz) İbret öğreten. Ders verici hâdise.
(Farsça)
İbret öğreten.
icabi / icabî
Müsbet. İcaba âit, icaba dair.
Lâzım, gerekli, zarurete müteallik.
igare
Yağma etmek, hücum etmek.
Teşvik etmek. Gayrete getirmek. Acele etmek.
ihtikar / ihtikâr
Hor ve hakir görmek. Hakarete katlanmak.
Haksız kazanç, aşırı kâr, vurgunculuk.
Hakarete katlanmak.
illiyyun
(Tekili: İlliyyîn) (Aliyyu) Cennetin en yüksek tabakası. Ahirete giden tam kâmil mü'minlerin yeri. Hafaza meleklerinin divanları ismidir ki, salihlerin amelleri oraya yükseltilir. Ahirette yüksek dereceye, dergâh-ı rızâya en yakın olan derecedir.
ilm-i ahlak / ilm-i ahlâk
İyi huylar edinme ve kötü huylardan sakınma yollarını öğreten ilim.
ilm-i bedi' / ilm-i bedî'
Lafz (söz) ve mânâ ile ilgili bâzı san'atlar yaparak sözün süslenmesini öğreten ilim.
ilm-i belagat / ilm-i belâgat / ilm-i belâgât
Edb: Güzel söz söyleme veya yazmayı öğreten ilim. Edebiyatın bir şubesi.
Düzgün ve yerinde söz söyleme yolunu öğreten ilim.
ilm-i feraiz / ilm-i ferâiz
Vefât eden kimsenin bıraktığı malın kimlere verileceğini ve nasıl taksim edileceğini öğreten ilim.
ilm-i kelam / ilm-i kelâm
Kelime-i şehâdeti ve buna bağlı olan îmânın altı temel bilgisini öğreten ilim.
ilm-i nahiv ve beyan
Dilbilgisi ve belâğatın hakikat, mecaz, kinâye, teşbih ve istiâre gibi konularını öğreten ilim dalı.
ilm-i usul / ilm-i usûl / عِلْمِ اُصُولْ
Delillerden hüküm nasıl çıkarıldığını öğreten ilim. (Usul-ü fıkıh, Usul-ü şeri'at veya hikmet-i teşriiye de denir.)
Delillerden hüküm çıkarmayı öğreten ilim.
ilm-i usul-i fıkıh / ilm-i usûl-i fıkıh
Fıkıh bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.
ilm-i usul-i kelam / ilm-i usûl-i kelâm
Kelâm ilminin, îmân bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.
imam-ı gazali / imam-ı gazalî
Ahirete irtihâli Hi: 505 dir. "Hüccet-ül İslâm İmam-ı Muhammed Gazalî" diye anılır. O zamanın felsefesinin bâtıl akidelerini red ve cerh ederek Kur'anın eşsizliğini ve hakkaniyet ve mu'cizeliğini isbat etmiş pek çok eserler vermiştir. (K.S.)
iman-ı ahiret / iman-ı âhiret
Âhirete iman.
iman-ı bi'l-ahiret / iman-ı bi'l-âhiret
Âhirete iman.
iman-ı bil'ahiret / iman-ı bil'âhiret / îmân-ı bil'âhiret / ا۪يمَانِ بِالْاٰخِرَتْ
Âhirete iman.
Âhirete inanma.
iman-ı bil-ahiret / iman-ı bil-âhiret
Âhirete, öldükten sonra dirileceğine, haşir ve neşre, Cennet ve Cehennem'e inanmak.
imanün bi'l-ahiret / îmânün bi'l-âhiret
Âhirete iman.
insan-ı gafil
Âhirete, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan insan.
iştirak-i a'mal-i uhrevi / iştirâk-i a'mâl-i uhrevî
Âhirete âit işlerde mânen ortak olma.
iştirak-i a'mal-i uhreviye / iştirâk-i a'mâl-i uhreviye / اِشْتِرَاكِ اَعْمَالِ اُخْرَوِيَه
Âhirete âit işlerde mânen ortak olma.
Âhirete âit amellerde ortak olma.
istizare
Ziyaretine gelinmesini isteme veya ziyarete gelmesi istenilme.
katib-i umumi / kâtib-i umumî
Genel sekreter.
kavaid
(Tekili: Kaide) Kaideler. Hareket porgaramları. Dil öğreten bir kitaptaki kaideler. Arab lisanındaki kaidelerin dercedildiği gramer kitabı.
kayyum-i alem / kayyûm-i âlem
Kayyûmiyyet makâmında bulunan velî zât. İnsanların âhirete âit derece ve seâdetleri bu mertebedeki velîlerin imdâdına verildiğinden kayyûm denilmiştir.
kazib
Karada ve denizde ticarete hırslı olan kimse.
kötü din adamı
İlmini dünyâ kazancına, mala, mevkîye kavuşmaya vâsıta eden, ilmi ile amel etmeyen, insanları ibâdete ve âhirete yönelmeye teşvik etmeyen din adamı.
kudsi hikmet / kudsî hikmet
Maddî manevî herşeyin kutsal gaye ve faydalarını öğreten ilim.
kutu'
Zelil olmak. Hakarete uğramak.
lazım-ı beyyin / lâzım-ı beyyin
Bir mesele hakkında hiçbir delil ve işarete ihtiyaç olmadan, o şeyle beraber düşünülmesi zaruri olan diğer bir şey (insan denilince ilim kabiliyetinin akla gelmesi gibi).
leccac
İnatçılık. Muannidlik.
İnatçı, inad edip ayak direten. Muannid.
lemeat-ı i'caziye
İ'caza dair lem'alar. İ'caz, insanları âciz bırakma, hayrete düşürme parıltıları.
lerzebahş
Titreme veren, titreten.
(Farsça)
lerzeresan
Titreme veren, titreten.
(Farsça)
ma'rifetullah
Masnuat-ı İlâhiyeyi ve Kur'âni hakikatleri tefekkür ve tahsil ile veya lütf-i İlâhi ile kalbi inkişâf ve basirete sâhib olmak. Esmâ-i İlâhiyyeyi tanımak. İlâhi hakikatlara vukufiyet. Her işte Allah rızâsına en uygun hareket tarzını bilip amel etmek.
macin / mâcin
(Çoğulu: Micân) Her dileğini yapan kimse.
Hile yolunu öğreten.
Hileyi, hile yolunu öğreten.
mahşer-i acaib / mahşer-i acâib
Herkesi hayrete sevkeden toplanma. Veya toplanma yeri.
Hayret edilecek harika şeylerin bulunduğu yer.
makam-ı uhrevi / makam-ı uhrevî
Âhirete ait makam.
malaya'ni / mâlâya'nî
Dünyâ ve âhirete faydası olmayan iş, boş söz, lüzumsuz şey.
mantık
(İntak. dan) Konuşturan, söyleten.
Doğru muhakeme ve doğru düşünceyi öğreten ilim. Akıl kaidesi.
Akıl, nutuk, söz.
Konuşma, düşünce, söz.
Doğru muhâkeme ve doğru düşünmeyi öğreten ilim.
medar-ı gayret
Gayrete getiren sebep, vesile.
medar-ı ibret ve hayret
Hayret ve ibrete sebep.
meeka
Ağlamaktan ârız olan hıçkırık.
Gayretlenmek, gayrete gelmek.
mehasin-i uhreviye / mehâsin-i uhreviye
Âhirete ait güzellikler.
mekteb-i imani / mekteb-i imanî
İman ilimlerini öğreten mektep.
mektubat-ı rabbani / mektûbât-ı rabbânî
Büyük âlim ve velî İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî hazretlerinin îmân, îtikâd ve tasavvuf bilgilerini öğreten mektublarından meydana gelen pek kıymetli kitab.
memat
Ölüm. Ahirete göç etmek.
memsuh
Suratı, daha çirkin şekle sokulmuş. Biçimsiz ve çirkin surete girmiş olan.
Biçimsiz ve çirkin surete girmiş.
menfaat-i uhreviye
Âhirete ait yararlar.
mensucat-ı gaybiye ve uhreviye
Gayba ve âhirete ait dokumalar.
mensur
(Nasr. dan) Yardım görmüş.
Muzaffer. Zafer bulmuş.
Cenab-ı Hak tarafından her işinde nusrete mazhar olduğundan Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bir ismi de Mensur'dur.
meşagil-i uhreviye
Ahirete ait çalışmalar. Din için yapılan çalışmalar.
meslek-i uhreviye ve diniye
Âhirete ve dine ait gidilen yol, usûl.
mevt
Ölüm. Âhirete göç. Dünyadan gitmek.
Mevt, mü'minler için dünya vazifelerinden ve imtihanından bir paydostur.
minnet-i uhrevi / minnet-i uhrevî
Âhirete ait iyilik, lütuf.
mu'cib
(Aceb. den) Taaccübe, hayrete düşüren. Şaşkınlık veren.
mü'min
Allah'a ve emirlerine, kanunlarına iman eden. İnanan. Allah'a, âhirete, kitablarına, meleklerine, peygamberlerine ve kadere iman edip itaat eden kimse.
Emniyete kavuşan.
Korkulardan emniyet veren (Allah C.C.)
muallim
Ta'lim eden, öğreten, ilim öğreten.
Öğreten, talim eden, öğretmen.
muallim-i ahlak-ı aliye / muallim-i ahlâk-ı âliye
Yüksek ahlâkı öğreten, ders veren.
muallime
Hanım hoca. Öğreten ve tâlim eden kadın veya kız.
muallimin / muallimîn
Muallimler. Hocalar, ta'lim edenler, öğretenler.
mucib / mûcib
Hayrete düşüren.
mucib-i istikrah
Nefrete, sevmemeye sebeb olan.
muhakkar
Hakir görülen. Hakarete uğramış.
mükellib
Yırtıcı hayvanları ava alıştıran, avcılık tâlim edip öğreten.
mülhid
Dinden çıkan, dinsiz, kâfir, imânsız. Haşir ve âhirete inanmayan.
müşarata / müşârata
Şartlaşma, sözleşme. Nefs muhâsebesinin (nefsi hesâba çekmenin) ilk basamağı olup, Allahü teâlânın beğendiği işleri yapma, beğenmediklerinden sakınma ve âhirete hazırlanma husûsunda nefsle sözleşme.
müsavaa
Saatle verilecek ücret.
Saatle ücrete tutmak.
müşevvik
İsteğini arttıran. Gayrete getiren, şevk veren, teşvik eden.
mütefekkir
Düşünen, fikir üreten.
mütehayyir
Hayrete düşen.
mütenekkir
Bilinmeyecek, tanınmayacak surete giren. Kıyafet değiştiren.
nafız
Çok titreten. Sıtma.
nafiz
Çok fazla titreten sıtma.
nebiyyü-t tevbe
Resül-i Ekremin (A.S.M.) bir ismi. (Ümmetinin tevbelerinin kabul edileceğine işâreten bu isim verilmiştir.)
netice-i uhreviye
Âhirete ait netice.
rabıta
Rabteden, bağlayan, bitiştiren.
Münasebet, alâka, bağlılık, yakınlık. İki şeyi birbirine bağlayan tertip.
Nefsini dünyadan men edip âhirete, Allah'a (C.C.) bağlanmak.
Tertip, sıra, düzen, usûl.
raus
İhtiyarlıktan dolayı başını titreten kişi.
remzen
İşareten.
remzi / remzî
İşarete ait, işaretle alâkalı.
revak-ı uhreviye / revâk-ı uhreviye
Âhirete açılan yer, mezar.
Cennet bahçesi. Âhiretin mukaddemesi.
Âhirete bakan revak, kemer.
salib
Titreten.
Hareketli.
samite-i meyyite
Ses çıkarmayan ölü.
Hareketsiz.
Haksızlıklar karşısında gayrete gelmeyen, ölü gibi sükût eden.
şayan-ı gıbta ve hayret / şâyân-ı gıbta ve hayret
Gıpta ve hayrete lâyık.
şayan-ı hayret / şâyân-ı hayret / شَايَانِ حَيْرَتْ
Hayrete değer, hayret verici.
Hayrete değer.
semerat-ı uhreviye / semerât-ı uhreviye
Âhirete ait meyveler.
sevk-i kudreti / sevk-i kudretî
Güç ve kudrete dayalı yönlendirme.
sıla / صله
Yakınlarını ziyarete gitme özlemi.
(Arapça)
sinema-i uhreviye
Âhirete ait sinema.
şirket-i maneviye-i uhreviye / şirket-i mâneviye-i uhreviye
Âhirete dönük manevî şirket, ortaklık.
suretperest / sûretperest
Görünüşe, surete çok kıymet veren. Esasa kıymet vermeyen.
(Farsça)
Resimleri çok seven ve meftun olan.
(Farsça)
Sûrete pek düşkün olan.
suretperestlik
Surete tapmak, görünüşe çok değer vermek, fotoğrafa tapmak.
suri / surî / sûrî
Surete ait, görünüşe ait ve müteallik. Hakiki, ciddi ve samimi olmayan. Zâhirî.
Surete ait, görünüşe ait. gerçek dışı, ciddi ve samimi olmayan.
Sûrete ait, görünüşte.
ta'cib
Hayrete düşürme, şaşırtma.
tabakat-ı muhaddisin / tabakât-ı muhaddisîn
Resûlullah efendimizin işleri, sözleri ve hâllerini öğreten hadîs ilmi ile uğraşan İslâm âlimlerinin dereceleri.
Hadîs âlimlerini derecelerine göre sıralayıp, hayatlarını ve eserlerini anlatan kitaplar.
tahayyürat / tahayyürât
(Tekili: Tahayyür) Hayrete düşüp şaşakalmalar. Hayran olmalar.
talim eden / tâlim eden
Öğreten.
tasyir
Bir surete koyma. Bir şekle vardırma.
tecvid
Kur'ân-ı Kerim'i okuma kaidelerini (kurallarını) öğreten bilim.
tecvid ilmi
Harflerin mahreç ve sıfatlarına uymak suretiyle, Kur'an-ı Kerim'i hatasız okumayı öğreten bir ilimdir.
tefkih
Hayrete düşürme.
Hoşlandırma.
Yemiş yedirme.
temessül / تَمَثُّلْ
Benzeşmek. Cisimlenmek.
Bir şeyin bir yerde suret ve mahiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve surete girmek.
Bir kıssa veya atasözü söylemek.
Benzer şekil ve sûrete girme, sûretlenme.
ticari / ticarî
(Ticariyye) Ticaretle ilgili, ticarete ait.
u'cube-i hilkat
Yaratılıştan insanlara hayret verici olan. Şaşılacak, hayrete düşülecek hilkat garibesi.
uhrevi / uhrevî / اخروي / اُخْرَو۪ي
Âhirete ait.
Âhirete dair, âhiretle alâkalı. Öteki dünyaya ait.
Ahirete dair.
Âhirete âit.
ülü'l-emr
Emir sâhibleri. Devlet başkanı ve onun vazîfe verdiği kimseler veya İslâmiyet'in emir ve yasaklarını insanlara öğreten ve anlatan âlimler.
umur-u diniye ve uhreviye / umûr-u diniye ve uhreviye
Dine ve âhirete ait işler.
umur-u uhreviye / umûr-u uhreviye
Âhirete ait işler.
Âhirete ait işler.
usul-i fıkıh / usûl-i fıkıh
Fıkıh (ibâdet ve amel) bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.
usul-i kelam / usûl-i kelâm
Îmân bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.
vazife-i baki / vazife-i bâki
Sonsuzluğa, âhirete ait vazife.
vazife-i bakiye / vazife-i bâkiye
Sonsuzluğa, âhirete ait vazife.
vazife-i diniye-i uhreviye
Âhirete ait din vazifesi.
vazife-i uhreviye
Âhirete ait görev.
vefat
Ölüm. Ahirete göçme.
zenadık
(Tekili: Zındık) Zındıklar. Allah'a ve âhirete inanmayan dinsizler. İçten inanmayıp zâhiren mümin görünen münafıklar.
En Çok Aranan Osmanlıca Kelimeler
kut'ül amare
ruhban
münib
lev
şegaf
tercüman-ı beliğ
inantab
terceme
tercüme
Emzik
En Son Aranan Osmanlıca Kelimeler
rıza-yı ilahi
hicab-ı haciz
Mukavemet
Hacerü'l-Esved
Haçın
vasl
kâmîl
Buruç
ihtiyat
Hütaf
En Son Aranan Türkçe Kelimeler
rete
Zal
Harbiye nezaret
Anne
tan
haşre
BAŞKAN
Istida
Mayalanma
Hılaşı