LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te rete ifadesini içeren 200 kelime bulundu...

a'mal-i ahiret / a'mâl-i âhiret

  • Âhirete ait işler.

a'mal-i uhreviye / a'mâl-i uhreviye

  • Âhirete ait ameller, işler, fiiller.
  • Ahirete ait iş, hareket ve ibadetler.

ahiret / âhiret

  • İnsanın ölümü ile başlayan ebedî (sonsuz) hayat. Âhirete îmân, inanılması lâzım olan altı esastan beşincisidir.
  • Bu dünyadan sonra gideceğimiz ebedi âlem. Âhiret, kıyamet koptuktan sonra, bütün varlıkların ve insanların devamlı kalacakları yerdir. Orada ölüm yoktur, hayat sonsuzdur; dinin emirlerine bağlı olanlar için cennet; dine bağlı olmıyanlar için de cehennem vardır. Âhirete inanmayan insan müslüman olama

ahlak ilmi / ahlâk ilmi

  • Kötü huylardan uzaklaşıp, güzel huylar edinme yollarını öğreten ilim.

ahlakıyyat / ahlâkıyyât

  • Ahlâk ilmi ve düsturlarını ve bunların vasıflarını ve tatbiklerini inceleyen, öğreten ilim.
  • Ahlâk ve terbiye ile alâkalı ders ve bahisler.

akl-ı mead / akl-ı meâd

  • Ebedî rahata kavuşmak, Cennet'te ebedî kalmak ve Cehennem azâbından kurtulmak için hâlini ıslâh etmeyi, düzeltmeyi düşünen, uzak görüşlü, dünyâya değil, âhirete değer veren akıl.

alem-i uhrevi / âlem-i uhrevî / عَالَمِ اُخْرَوِي

  • Âhirete âit âlemler.

alem-i uhreviye / âlem-i uhrevîye / عَالَمِ اُخْرَوِيَه

  • Âhirete âit âlemler.

amal-i uhreviye / âmâl-i uhreviye

  • Ahirete ait emeller, ümitler ve istekler.

amalika

  • Çok eskiden Sina yarımadasında yaşadıkları sanılan ve gariplikleriyle şöhrete erişen bir kavim.

amel-i uhrevi / amel-i uhrevî / عَمَلِ اُخْرَوِي

  • Âhirete yönelik gerçekleştirilen iş, hizmet.
  • Âhirete ait amel.
  • Ahirete ait iş, ibâdet.

amil / âmil

  • İş yapan.
  • İslâmiyet'in emirlerini yapıp, yasaklarından sakınan.
  • Herhangi bir bölgenin zekât, harac, öşr ve ganîmetlerinin tahsîli (toplanması) için, halîfe, sultan, melik veya emir tarafından vazîfelendirilen ve yerine göre dînin emirlerini öğreten me'mur.

amuz / âmûz / آموز

  • Öğrenen. (Farsça)
  • Öğreten. (Farsça)

amuzende

  • Talebe, öğrenci. (Farsça)
  • Muallim, öğretmen. Öğreten. (Farsça)

avamil

  • (Tekili: Amil) Sebepler.
  • Ayaklar.
  • Valiler. Hâkimler.
  • Gr: Arabçada kelime sonlarının okunuşuna te'sir eden hususları öğreten ilim ve ona dâir kitab.
  • Birgivi Hazretlerinin "Nahiv" ilmine dâir olan kitabının ismi.

aziz-i cebbar / azîz-i cebbâr

  • Dilediği herşeyi yapabilecek kudrete sahip olan, herşeyi ve herkesi ister istemez kudretine boyun eğdiren, izzet ve yücelik sahibi Allah.

bed-amuz / bed-âmuz

  • Kötülük, fenalık öğrenmiş. (Farsça)
  • Fenalık, kötülük öğreten. (Farsça)

bedel-i ferag

  • Huk: Arazi-i emiriye ve icareteynli vakıf gayr-i menkullerinin tasarruf haklarının devredilmesi karşılığı alınan bedeldir.

bedi' ilmi / bedî' ilmi

  • Lafz (söz) ve mânâ ile ilgili bâzı san'atlar ile sözün süslenmesini öğreten ilim.

belagat / belâgat

  • Sözün düzgün, kusursuz ve yerinde söylenmesi.
  • Sözün düzgün, kusursuz ve yerinde söylenmesini öğreten edebî ilmin adı.
  • Hitâbettiği kimselere göre uygun, tam yerinde, düzgün ve hakikatlı güzel söz söyleme san'atı. Muktezâ-yı hâle mutâbık söz söylemek.
  • Belâgat, hem düzgün, hem yerinde söz söylemeyi öğreten ilmin de adı olur. Ve maani, beyan, bedi' diye üç kısma ayrılır. Bu gün Edebiyat denilen bilgiye,
  • Sözün güzel ve yerinde söylenmesi, bunu öğreten ilim.

beyan

  • İzah. Açıklama. Anlatma. Açık söyleme.
  • Öğretme.
  • Fesahat ve belâgat.
  • Edb: Belâgat ilminin hakikat, mecaz, kinâye, teşbih, istiâre gibi bahislerini öğreten kısmı.
  • Söz olsun, iş olsun; vukû' bulan şeyden murad ne olduğunu o şey ile alâkası ve münâsebeti bulunan b

beyan ilmi / beyân ilmi

  • Düzgün ve yerinde söz söyleme yolunu öğreten belâgat ilminin teşbîh (benzetme), mecâz, kinâye gibi konularını anlatan ilim.

bühüt

  • (Tekili: Behût) İşitenleri hayrete düşürecek kadar olan iftira ve yalanlar.

burc

  • Belli bir şekil ve surete benzeyen sabit yıldız kümesi.
  • Muayyen bir şekil ve sûrete benzeyen sâbit yıldız kümesi.
  • Tek hisar kule, kale çıkıntısı.
  • Dünyaya göre güneşin döndüğü yerin onikide bir kadarı.

burç

  • Belli bir şekil ve surete benzeyen sabit yıldız kümesi.

cebbar / cebbâr

  • Dilediği herşeyi yapabilecek kudrete sahip olan, herşeyi ve herkesi ister istemez kudretine boyun eğdiren, kudret ve azamet sahibi Allah.

dehri / dehrî

  • Allahü teâlâya ve âhirete inanmayıp, dehr (zaman) sonsuzdur ve dünyânın başlangıcı ve sonu yoktur, böyle gelmiş böyle gider diyen dinsiz, ateist.

dehriye

  • Devre ait. Zamana dair ve müteallik.
  • Âlemin ezelî ve ebedîliğini iddia edip âhirete inanmıyan münkir ve imansız bir fırka.

ders-i belagat / ders-i belâgat

  • Belâgat dersi; sözün düzgün, kusursuz olarak hâlin ve makamın icabına göre söylenmesini öğreten ders.

ebu-t-turab

  • Hz. Alinin (R.A.) bir lâkabı. (Bu isim Hz. Ali Radiyallahu anh, toprak üzerine oturduğu veya yattığından dolayı tevâzuuna işareten Peygamber Efendimiz (A.S.M.) tarafından verilmiştir.)

ecel

  • Her mahlukun ve canlının Allah tarafından takdir edilen ölüm vakti. Âhirete göç etmek.
  • İleride olacağı şüphesiz olan.
  • Allah'ın takdir ettiği ömür.

ecr

  • (Çoğulu: Ücur) Bir iş, bir hizmet mukabilinde verilen şey.
  • Ahirete aid mükâfat, hayır ceza.
  • Ücret, mukabil, karşılık. Sevab.
  • Tıb: Kırılan bir uzvun sarılması.

edeb-amuz

  • Edeb öğreten.

ef'al-i uhreviye / ef'âl-i uhreviye

  • Âhirete ait işler.

ehl-i dünya / اَهْلِ دُنْيَا

  • Dünyayı âhirete tercîh edenler.

ehl-i gaflet

  • Âhirete, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan kimseler.

ehl-i gaflet ve dalalet / ehl-i gaflet ve dalâlet

  • Âhirete ve Allah'ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız ve hak yoldan sapmış kimseler.

ehl-i medrese

  • Medresede ilim öğrenen ve öğretenler.

ehl-i mektep

  • Okulda ilim öğrenen ve öğretenler.

emval-i uhrevi / emvâl-i uhrevî

  • Âhirete ait mallar.

emval-i uhreviye / emvâl-i uhreviye

  • Âhirete ait mallar; sevaplar.

entimem

  • yun. Man: Mantıkta kısaltılmış kıyas şekli. Öncül veya had denilen ve bilinen kaziyelerden biri söylenmeden sonuca varmak. Örnek: (Orucu bozdu, o halde 61 gün keffareten oruç tutması gerekir.) Burada hadlerden biri (Orucu bozan, 61 gün keffareten oruç tutar), kaziyesi biliniyor kabul edilerek söylen

faide-i uhreviye

  • Ahirete ait faydalar.

fazilet-i uhreviye

  • Âhirete ait fazilet, üstünlük.

fehhad

  • Parsa av öğreten.

fenn-i kıraat

  • Okuma bilgisi. Okumanın çeşitli usûllerini öğreten ilim dalı.

fenn-i kitabet

  • Çeşitli yazı usûl ve şekillerini öğreten ilim.

fenn-i meani / fenn-i meânî

  • Güzel söz söylemeyi ve güzel yazmayı öğreten, edebiyatın bir şubesi.

feraiz / ferâiz

  • Bir kimse vefât edince, bıraktığı malın kimlere verileceğini ve nasıl dağıtılacağını öğreten ilim, mîrâs hukûku.
  • Farzlar. Farîzanın çokluk şekli.

fevaid-i uhreviye / fevâid-i uhreviye

  • Âhirete ait faydalar, sevaplar.

fıkıh usulü / fıkıh usûlü

  • Fıkıh bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nâsıl çıkarıldığını öğreten ilim.

gaflet

  • Umursamazlık; âhirete, Allah'ın emir ve yasaklarına duyarsız kalma hali.

gaşiye

  • Perde. Örtü.
  • Kıyamet.
  • Dilenci ve cerrar.
  • Ziyârete gelen dostlar gurubu.

gaybi / gaybî

  • Hazırda olmayan. Görünmeyenlere âit. Hazır olmayanlara âit. Başka âlemdekilere âit. Âhirete âit. Gayba âit ve müteallik.

gıyas

  • Medetkâr. Yardımcı. Nusrete yetişen.
  • Meded. Yardım.

gülhane hatt-ı hümayunu

  • Tar: Gülhanede okunan hatt-ı hümayun münasebetiyle meydana gelmiş bir tabirdir. Osmanlı İmparatorluğu'nun bir zamanlar dünyayı titreten kuvvet ve kudreti, çeşitli sebep ve te'sirlerle büyük bir zaafa uğramış ve en nihâyet devlet, bir vilâyet hükmünde olan Mısır'ın idaresini ele geçiren Mehmed Ali Pa

hadise-i müthişe / hâdise-i müthişe

  • İnsanı hayrete ve dehşete düşüren olay.

hadise-i uhra / hadise-i uhrâ

  • Âhirete ait hadise.

hakaik-i uhreviye

  • Uhrevî, âhirete ait hakikatler, gerçekler.

hamasi / hamasî

  • Hamâsetle alâkalı. Fıtrî cesarete âit ve müteallik.

hasir / hâsir

  • Hasarete uğrayan. Zarara, ziyana uğrayan.

hasret-zede

  • (Çoğulu: Hasret-zedegân) Hasrete düşmüş, hasrete uğramış. (Farsça)

hasur

  • Mânevi mücahededen dolayı kadınlara yaklaşmaya rağbet etmeyen.
  • Sır saklayan. Keder ve üzüntüden gönlü daralan, tasadan içi sıkılan.
  • Çok bahil kimse. (Halkla yer ve içer, birşey vermez)
  • Oğlu ve kızı olmayan.
  • Avrete cimâ edemeyen.
  • İhlili dar olan deve.

hayat-ı maneviye ve uhreviye / hayat-ı mâneviye ve uhreviye

  • Mânevî ve âhirete ait olan hayat.

hayret-bahşa / hayret-bahşâ

  • Hayret veren, şaşkınlık veren, hayrete düşüren. (Farsça)

hayret-efza

  • Hayrete düşüren.

hayret-zede

  • Hayrete düşmüş ve şaşırmış olan. (Farsça)

hiccet-ül veda' / hiccet-ül vedâ'

  • Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın dâr-ı âhirete teşrifinden bir sene evvelki son vedâlaşma haccı.

hicri / hicrî

  • Hicrete ait ve müteallik.

hidemat-ı uhreviye / hidemât-ı uhreviye

  • Âhirete yönelik hizmetler, görevler.

hidroelektrik santralı

  • Su gücünü kullanarak elektrik üreten fabrika veya merkez.

hikmet-amuz

  • Hikmetli. (Farsça)
  • Hikmet öğreten. (Farsça)

hıred-amuz / hıred-âmuz

  • Öğreten, öğretici, muallim.

hırs-ı şöhret

  • Şöhret hırsı, şöhrete düşkünlük.

hoca

  • İlim öğreten kimse.

hüsn-i hatime / hüsn-i hâtime

  • Son nefeste, rûhunu îmân ile teslim etme, îmân ile âhirete gitme.

hüsn-ü hatime / hüsn-ü hâtime

  • Neticeyi iyi bir halde bitirme.
  • İman ile âhirete gitmek. Kelime-i şehadet söyleyerek ölmek.

i'cab

  • Şaşırtmak. Hayran etmek. Hayrete düşürmek.
  • Hodpesendlik. Kendini beğenmişlik.

i'dadiye

  • Hazırlığa ait. Hazırlığa mahsus.
  • Orta tahsili veren okullar. Vaktiyle rüşdiyeden sonra gidilip yüksek mekteblere girebilmek için lâzım gelen bilgileri öğreten okul. Sultaniyelerden aşağı olan mekteb.

i'rab

  • Düzgün konuşmak ve hakikatı açıklamak.
  • Gr: Kelime ve fiillerin sonunda bulunan harf veya harekelerin değişmesi ve bu değişikliği ve sebeblerini öğreten ilim.

i'tibar-ı suret

  • Surete itibar etme, görünüşe değer verme.

iade-i ziyaret / iâde-i ziyâret

  • Ziyarete gelenin ziyaretine gitmek.
  • İâde-i ziyâret etmek: Ziyarete karşılık vermek.

ibretamiz / ibretâmiz

  • (İbret-âmiz) İbret öğreten. Ders verici hâdise. (Farsça)
  • İbret öğreten.

icabi / icabî

  • Müsbet. İcaba âit, icaba dair.
  • Lâzım, gerekli, zarurete müteallik.

igare

  • Yağma etmek, hücum etmek.
  • Teşvik etmek. Gayrete getirmek. Acele etmek.

ihtikar / ihtikâr

  • Hor ve hakir görmek. Hakarete katlanmak.
  • Haksız kazanç, aşırı kâr, vurgunculuk.
  • Hakarete katlanmak.

illiyyun

  • (Tekili: İlliyyîn) (Aliyyu) Cennetin en yüksek tabakası. Ahirete giden tam kâmil mü'minlerin yeri. Hafaza meleklerinin divanları ismidir ki, salihlerin amelleri oraya yükseltilir. Ahirette yüksek dereceye, dergâh-ı rızâya en yakın olan derecedir.

ilm-i ahlak / ilm-i ahlâk

  • İyi huylar edinme ve kötü huylardan sakınma yollarını öğreten ilim.

ilm-i bedi' / ilm-i bedî'

  • Lafz (söz) ve mânâ ile ilgili bâzı san'atlar yaparak sözün süslenmesini öğreten ilim.

ilm-i belagat / ilm-i belâgat / ilm-i belâgât

  • Edb: Güzel söz söyleme veya yazmayı öğreten ilim. Edebiyatın bir şubesi.
  • Düzgün ve yerinde söz söyleme yolunu öğreten ilim.

ilm-i feraiz / ilm-i ferâiz

  • Vefât eden kimsenin bıraktığı malın kimlere verileceğini ve nasıl taksim edileceğini öğreten ilim.

ilm-i kelam / ilm-i kelâm

  • Kelime-i şehâdeti ve buna bağlı olan îmânın altı temel bilgisini öğreten ilim.

ilm-i nahiv ve beyan

  • Dilbilgisi ve belâğatın hakikat, mecaz, kinâye, teşbih ve istiâre gibi konularını öğreten ilim dalı.

ilm-i usul / ilm-i usûl / عِلْمِ اُصُولْ

  • Delillerden hüküm nasıl çıkarıldığını öğreten ilim. (Usul-ü fıkıh, Usul-ü şeri'at veya hikmet-i teşriiye de denir.)
  • Delillerden hüküm çıkarmayı öğreten ilim.

ilm-i usul-i fıkıh / ilm-i usûl-i fıkıh

  • Fıkıh bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.

ilm-i usul-i kelam / ilm-i usûl-i kelâm

  • Kelâm ilminin, îmân bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.

imam-ı gazali / imam-ı gazalî

  • Ahirete irtihâli Hi: 505 dir. "Hüccet-ül İslâm İmam-ı Muhammed Gazalî" diye anılır. O zamanın felsefesinin bâtıl akidelerini red ve cerh ederek Kur'anın eşsizliğini ve hakkaniyet ve mu'cizeliğini isbat etmiş pek çok eserler vermiştir. (K.S.)

iman-ı ahiret / iman-ı âhiret

  • Âhirete iman.

iman-ı bi'l-ahiret / iman-ı bi'l-âhiret

  • Âhirete iman.

iman-ı bil'ahiret / iman-ı bil'âhiret / îmân-ı bil'âhiret / ا۪يمَانِ بِالْاٰخِرَتْ

  • Âhirete iman.
  • Âhirete inanma.

iman-ı bil-ahiret / iman-ı bil-âhiret

  • Âhirete, öldükten sonra dirileceğine, haşir ve neşre, Cennet ve Cehennem'e inanmak.

imanün bi'l-ahiret / îmânün bi'l-âhiret

  • Âhirete iman.

insan-ı gafil

  • Âhirete, Allah'ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan insan.

iştirak-i a'mal-i uhrevi / iştirâk-i a'mâl-i uhrevî

  • Âhirete âit işlerde mânen ortak olma.

iştirak-i a'mal-i uhreviye / iştirâk-i a'mâl-i uhreviye / اِشْتِرَاكِ اَعْمَالِ اُخْرَوِيَه

  • Âhirete âit işlerde mânen ortak olma.
  • Âhirete âit amellerde ortak olma.

istizare

  • Ziyaretine gelinmesini isteme veya ziyarete gelmesi istenilme.

katib-i umumi / kâtib-i umumî

  • Genel sekreter.

kavaid

  • (Tekili: Kaide) Kaideler. Hareket porgaramları. Dil öğreten bir kitaptaki kaideler. Arab lisanındaki kaidelerin dercedildiği gramer kitabı.

kayyum-i alem / kayyûm-i âlem

  • Kayyûmiyyet makâmında bulunan velî zât. İnsanların âhirete âit derece ve seâdetleri bu mertebedeki velîlerin imdâdına verildiğinden kayyûm denilmiştir.

kazib

  • Karada ve denizde ticarete hırslı olan kimse.

kötü din adamı

  • İlmini dünyâ kazancına, mala, mevkîye kavuşmaya vâsıta eden, ilmi ile amel etmeyen, insanları ibâdete ve âhirete yönelmeye teşvik etmeyen din adamı.

kudsi hikmet / kudsî hikmet

  • Maddî manevî herşeyin kutsal gaye ve faydalarını öğreten ilim.

kutu'

  • Zelil olmak. Hakarete uğramak.

lazım-ı beyyin / lâzım-ı beyyin

  • Bir mesele hakkında hiçbir delil ve işarete ihtiyaç olmadan, o şeyle beraber düşünülmesi zaruri olan diğer bir şey (insan denilince ilim kabiliyetinin akla gelmesi gibi).

leccac

  • İnatçılık. Muannidlik.
  • İnatçı, inad edip ayak direten. Muannid.

lemeat-ı i'caziye

  • İ'caza dair lem'alar. İ'caz, insanları âciz bırakma, hayrete düşürme parıltıları.

lerzebahş

  • Titreme veren, titreten. (Farsça)

lerzeresan

  • Titreme veren, titreten. (Farsça)

ma'rifetullah

  • Masnuat-ı İlâhiyeyi ve Kur'âni hakikatleri tefekkür ve tahsil ile veya lütf-i İlâhi ile kalbi inkişâf ve basirete sâhib olmak. Esmâ-i İlâhiyyeyi tanımak. İlâhi hakikatlara vukufiyet. Her işte Allah rızâsına en uygun hareket tarzını bilip amel etmek.

macin / mâcin

  • (Çoğulu: Micân) Her dileğini yapan kimse.
  • Hile yolunu öğreten.
  • Hileyi, hile yolunu öğreten.

mahşer-i acaib / mahşer-i acâib

  • Herkesi hayrete sevkeden toplanma. Veya toplanma yeri.
  • Hayret edilecek harika şeylerin bulunduğu yer.

makam-ı uhrevi / makam-ı uhrevî

  • Âhirete ait makam.

malaya'ni / mâlâya'nî

  • Dünyâ ve âhirete faydası olmayan iş, boş söz, lüzumsuz şey.

mantık

  • (İntak. dan) Konuşturan, söyleten.
  • Doğru muhakeme ve doğru düşünceyi öğreten ilim. Akıl kaidesi.
  • Akıl, nutuk, söz.
  • Konuşma, düşünce, söz.
  • Doğru muhâkeme ve doğru düşünmeyi öğreten ilim.

medar-ı gayret

  • Gayrete getiren sebep, vesile.

medar-ı ibret ve hayret

  • Hayret ve ibrete sebep.

meeka

  • Ağlamaktan ârız olan hıçkırık.
  • Gayretlenmek, gayrete gelmek.

mehasin-i uhreviye / mehâsin-i uhreviye

  • Âhirete ait güzellikler.

mekteb-i imani / mekteb-i imanî

  • İman ilimlerini öğreten mektep.

mektubat-ı rabbani / mektûbât-ı rabbânî

  • Büyük âlim ve velî İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî hazretlerinin îmân, îtikâd ve tasavvuf bilgilerini öğreten mektublarından meydana gelen pek kıymetli kitab.

memat

  • Ölüm. Ahirete göç etmek.

memsuh

  • Suratı, daha çirkin şekle sokulmuş. Biçimsiz ve çirkin surete girmiş olan.
  • Biçimsiz ve çirkin surete girmiş.

menfaat-i uhreviye

  • Âhirete ait yararlar.

mensucat-ı gaybiye ve uhreviye

  • Gayba ve âhirete ait dokumalar.

mensur

  • (Nasr. dan) Yardım görmüş.
  • Muzaffer. Zafer bulmuş.
  • Cenab-ı Hak tarafından her işinde nusrete mazhar olduğundan Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın bir ismi de Mensur'dur.

meşagil-i uhreviye

  • Ahirete ait çalışmalar. Din için yapılan çalışmalar.

meslek-i uhreviye ve diniye

  • Âhirete ve dine ait gidilen yol, usûl.

mevt

  • Ölüm. Âhirete göç. Dünyadan gitmek.
  • Mevt, mü'minler için dünya vazifelerinden ve imtihanından bir paydostur.

minnet-i uhrevi / minnet-i uhrevî

  • Âhirete ait iyilik, lütuf.

mu'cib

  • (Aceb. den) Taaccübe, hayrete düşüren. Şaşkınlık veren.

mü'min

  • Allah'a ve emirlerine, kanunlarına iman eden. İnanan. Allah'a, âhirete, kitablarına, meleklerine, peygamberlerine ve kadere iman edip itaat eden kimse.
  • Emniyete kavuşan.
  • Korkulardan emniyet veren (Allah C.C.)

muallim

  • Ta'lim eden, öğreten, ilim öğreten.
  • Öğreten, talim eden, öğretmen.

muallim-i ahlak-ı aliye / muallim-i ahlâk-ı âliye

  • Yüksek ahlâkı öğreten, ders veren.

muallime

  • Hanım hoca. Öğreten ve tâlim eden kadın veya kız.

muallimin / muallimîn

  • Muallimler. Hocalar, ta'lim edenler, öğretenler.

mucib / mûcib

  • Hayrete düşüren.

mucib-i istikrah

  • Nefrete, sevmemeye sebeb olan.

muhakkar

  • Hakir görülen. Hakarete uğramış.

mükellib

  • Yırtıcı hayvanları ava alıştıran, avcılık tâlim edip öğreten.

mülhid

  • Dinden çıkan, dinsiz, kâfir, imânsız. Haşir ve âhirete inanmayan.

müşarata / müşârata

  • Şartlaşma, sözleşme. Nefs muhâsebesinin (nefsi hesâba çekmenin) ilk basamağı olup, Allahü teâlânın beğendiği işleri yapma, beğenmediklerinden sakınma ve âhirete hazırlanma husûsunda nefsle sözleşme.

müsavaa

  • Saatle verilecek ücret.
  • Saatle ücrete tutmak.

müşevvik

  • İsteğini arttıran. Gayrete getiren, şevk veren, teşvik eden.

mütefekkir

  • Düşünen, fikir üreten.

mütehayyir

  • Hayrete düşen.

mütenekkir

  • Bilinmeyecek, tanınmayacak surete giren. Kıyafet değiştiren.

nafız

  • Çok titreten. Sıtma.

nafiz

  • Çok fazla titreten sıtma.

nebiyyü-t tevbe

  • Resül-i Ekremin (A.S.M.) bir ismi. (Ümmetinin tevbelerinin kabul edileceğine işâreten bu isim verilmiştir.)

netice-i uhreviye

  • Âhirete ait netice.

rabıta

  • Rabteden, bağlayan, bitiştiren.
  • Münasebet, alâka, bağlılık, yakınlık. İki şeyi birbirine bağlayan tertip.
  • Nefsini dünyadan men edip âhirete, Allah'a (C.C.) bağlanmak.
  • Tertip, sıra, düzen, usûl.

raus

  • İhtiyarlıktan dolayı başını titreten kişi.

remzen

  • İşareten.

remzi / remzî

  • İşarete ait, işaretle alâkalı.

revak-ı uhreviye / revâk-ı uhreviye

  • Âhirete açılan yer, mezar.
  • Cennet bahçesi. Âhiretin mukaddemesi.
  • Âhirete bakan revak, kemer.

salib

  • Titreten.
  • Hareketli.

samite-i meyyite

  • Ses çıkarmayan ölü.
  • Hareketsiz.
  • Haksızlıklar karşısında gayrete gelmeyen, ölü gibi sükût eden.

şayan-ı gıbta ve hayret / şâyân-ı gıbta ve hayret

  • Gıpta ve hayrete lâyık.

şayan-ı hayret / şâyân-ı hayret / شَايَانِ حَيْرَتْ

  • Hayrete değer, hayret verici.
  • Hayrete değer.

semerat-ı uhreviye / semerât-ı uhreviye

  • Âhirete ait meyveler.

sevk-i kudreti / sevk-i kudretî

  • Güç ve kudrete dayalı yönlendirme.

sıla / صله

  • Yakınlarını ziyarete gitme özlemi. (Arapça)

sinema-i uhreviye

  • Âhirete ait sinema.

şirket-i maneviye-i uhreviye / şirket-i mâneviye-i uhreviye

  • Âhirete dönük manevî şirket, ortaklık.

suretperest / sûretperest

  • Görünüşe, surete çok kıymet veren. Esasa kıymet vermeyen. (Farsça)
  • Resimleri çok seven ve meftun olan. (Farsça)
  • Sûrete pek düşkün olan.

suretperestlik

  • Surete tapmak, görünüşe çok değer vermek, fotoğrafa tapmak.

suri / surî / sûrî

  • Surete ait, görünüşe ait ve müteallik. Hakiki, ciddi ve samimi olmayan. Zâhirî.
  • Surete ait, görünüşe ait. gerçek dışı, ciddi ve samimi olmayan.
  • Sûrete ait, görünüşte.

ta'cib

  • Hayrete düşürme, şaşırtma.

tabakat-ı muhaddisin / tabakât-ı muhaddisîn

  • Resûlullah efendimizin işleri, sözleri ve hâllerini öğreten hadîs ilmi ile uğraşan İslâm âlimlerinin dereceleri.
  • Hadîs âlimlerini derecelerine göre sıralayıp, hayatlarını ve eserlerini anlatan kitaplar.

tahayyürat / tahayyürât

  • (Tekili: Tahayyür) Hayrete düşüp şaşakalmalar. Hayran olmalar.

talim eden / tâlim eden

  • Öğreten.

tasyir

  • Bir surete koyma. Bir şekle vardırma.

tecvid

  • Kur'ân-ı Kerim'i okuma kaidelerini (kurallarını) öğreten bilim.

tecvid ilmi

  • Harflerin mahreç ve sıfatlarına uymak suretiyle, Kur'an-ı Kerim'i hatasız okumayı öğreten bir ilimdir.

tefkih

  • Hayrete düşürme.
  • Hoşlandırma.
  • Yemiş yedirme.

temessül / تَمَثُّلْ

  • Benzeşmek. Cisimlenmek.
  • Bir şeyin bir yerde suret ve mahiyetinin aksetmesi. Bir şekil ve surete girmek.
  • Bir kıssa veya atasözü söylemek.
  • Benzer şekil ve sûrete girme, sûretlenme.

ticari / ticarî

  • (Ticariyye) Ticaretle ilgili, ticarete ait.

u'cube-i hilkat

  • Yaratılıştan insanlara hayret verici olan. Şaşılacak, hayrete düşülecek hilkat garibesi.

uhrevi / uhrevî / اخروي / اُخْرَو۪ي

  • Âhirete ait.
  • Âhirete dair, âhiretle alâkalı. Öteki dünyaya ait.
  • Ahirete dair.
  • Âhirete âit.

ülü'l-emr

  • Emir sâhibleri. Devlet başkanı ve onun vazîfe verdiği kimseler veya İslâmiyet'in emir ve yasaklarını insanlara öğreten ve anlatan âlimler.

umur-u diniye ve uhreviye / umûr-u diniye ve uhreviye

  • Dine ve âhirete ait işler.

umur-u uhreviye / umûr-u uhreviye

  • Âhirete ait işler.
  • Âhirete ait işler.

usul-i fıkıh / usûl-i fıkıh

  • Fıkıh (ibâdet ve amel) bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.

usul-i kelam / usûl-i kelâm

  • Îmân bilgilerinin âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i şerîflerden nasıl çıkarıldığını öğreten ilim.

vazife-i baki / vazife-i bâki

  • Sonsuzluğa, âhirete ait vazife.

vazife-i bakiye / vazife-i bâkiye

  • Sonsuzluğa, âhirete ait vazife.

vazife-i diniye-i uhreviye

  • Âhirete ait din vazifesi.

vazife-i uhreviye

  • Âhirete ait görev.

vefat

  • Ölüm. Ahirete göçme.

zenadık

  • (Tekili: Zındık) Zındıklar. Allah'a ve âhirete inanmayan dinsizler. İçten inanmayıp zâhiren mümin görünen münafıklar.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın