LUGGAT
OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK

{ lügât . lügat . لغت }

Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları 
ve detaylı açıklamaları ile birlikte.

Arama yapmak istediğiniz kelimeyi girip
karşılığını bulmak istediğiniz "OSMANLICA ARA" ya da "TÜRKÇE ARA" butonlarına tıklayın.
Türkçe - Osmanlıca Sözlük'te renme ifadesini içeren 133 kelime bulundu...

akl-ı matbu'

  • Yaradılıştan olup, her çocukta olan akıl. Öğrenmeden var olan fıtrî akıl. Bu akıl mümeyyiz olmayıp kabil-i hitap değildir.

amuziş

  • Öğrenme. (Farsça)
  • Öğretme, tedrisat. (Farsça)

asga

  • Öğrenmeğe çok hevesli.
  • Çarpık suratlı.

aşk-ı imani ve ilmi / aşk-ı imanî ve ilmî

  • İmandan ve ilimden gelen öğrenme aşkı.

ayfe

  • Hayret.
  • Tereddüt.
  • İğrenmek.

azig

  • Nefret, kin, garaz. (Farsça)
  • İğrenme, tiksinme. (Farsça)

bias

  • Deprenmek, ıztırab.

büjhan

  • Gıpta etme, imrenme. (Farsça)

cemal / cemâl

  • Güzellik.
  • Allahü teâlânın lütuf ve rızâ sıfatı.
  • Zât, yüz.
  • Çirkinliği gidermek, vakar sâhibi olmak ve şükr etmek için nîmeti göstermek. Çirkinliğe, başkalarının iğrenmelerine, hakâret etmelerine sebeb olacak şeyleri yapmamak, bunları gidermek.

cuş

  • Coşmak, kaynamak. Taşmak. Deprenmek. (Farsça)

dagz

  • Yutmak.
  • Defetmek.
  • İğrenmek.
  • Cimâ etmek.

dekdeke

  • Yerin deprenmesi.
  • Sancıma.
  • Def etme, kovma.

deldel

  • (Deldâl) Deprenmek.

derketmek

  • Bir şeyin en esasını, dibini öğrenmek, iyice anlamak.

ders

  • Tenbih, tâlimat, vazife. Bir şeyi öğrenmek için muallim veya o işi iyi bilen birisinden azar azar alınan vazife.
  • Akıl.

etnoloji

  • yun. Kavimleri, ayrı dil ve ırktan toplumların hayat ve özelliklerini inceleyen ilim. Önce hristiyan misyonerleri dinlerini yaymak için kavimlerin özelliklerini öğrenme ihtiyacını duymuşlar ve onların zayıf damarlarından faydalanmayı düşünmüşlerdir. 19.yy.dan itibaren ilmî gaye ile araştırmalar yapı

fenn-i teşrih

  • tıb: Bir cesedin, canlı vücudunun iç yapısını öğrenme bilgisi. (Anatomi)

gıbta / غبطه / غِبْطَه

  • İmrenme. Aynı iyi hâli isteme. Şiddetle başkasının güzel bir halinin kendisinde de olmasını arzu etme.
  • İmrenmek. Kişinin, başkasında bulunan iyi bir şeyin ondan gitmesini istemeyip, benzerinin kendisinde de bulunmasını istemesi.
  • İmrenme.
  • İmrenme. (Arapça)
  • İmrenme.

gıpta

  • İmrenme.

hafak

  • Muzdarib olmak, acı çekmek.
  • Deprenmek.

hashase

  • Kandırmak.
  • Koparmak.
  • Çok fazla deprenmek.

hatariş

  • Deprenmek.

hece vezni

  • Türklerin eskiden kullandıkları nazım âhengi ölçüsüdür ki, buna "parmak hesabı" da denir. Parmak hesabı, Türk edebiyatının başlangıcından XI. yy. a, yani Türklerin aruz veznini öğrenmelerine kadar Türk nazmının yegâne âhengi idi. Aruz vezni kabul edilmekle beraber, hece vezni terkedilmeyerek yine ha

heziz / hezîz

  • Deprenmek.

hidemat-ı imaniye

  • İmâni hizmetler. (Kur'an-ı Kerim'i ve mânâsını öğrenmeğe vesile olmak; imâni şüphelerin giderilmesine çalışmak; İslâmiyetin, hak din olduğunu isbat etmek veya isbâta vesile olmak gibi.) Görülen hizmetler. Eşyanın ve mahlukatın lisan-ı hâl ile esmâ-i İlâhiyeye ait yaptıkları tesbih ve ibadetleri.

hisse-i taallüm

  • Öğrenme payı.

i'tilam

  • Öğrenme, bilme.

iba' / îba'

  • Tiksindirmek, iğrenme.

ibtihas

  • Bir şeyin doğruluğunu öğrenmek için soruşturma, tetkik etme.

ictiva'

  • İğrenme, tiksinme.

iddia

  • Tez, direnme.

ihtizaz

  • Hafif titremek. Deprenmek.
  • Şevk ile meyil ve hareket. Harekete geçme.
  • Sallanma, sıçrayıp oynama.

ikrah / ikrâh / اكراه

  • İğrenmek. Tiksinmek. Bir işi istemiyerek yapmak.
  • Birine zorla iş yaptırmak veya muamele yapmak.
  • Tiksinme, iğrenme. (Arapça)
  • İkrâh etmek: Tiksinmek, iğrenmek. (Arapça)

ilhahat

  • (Tekili: İlhah) Direnmeler, zorlamalar.

iman-ı taklidi / îmân-ı taklîdî

  • Bir hocadan veya kitaptan okuyup öğrenmeden ana, babasından ve etrâfından görüp işittiği gibi inanmak.

inad / inâd

  • Direnmek, muhâlefette (karşı çıkmakta) ısrar etmek. Kendini büyük görüp, hakkı, doğruyu kabul etmeme.

irtiad

  • (Ra'd ve Ri'd. den) Iztırablı ve sıkıntılı olmak.
  • Deprenme. Titreme.

irtias

  • Silkinme, sıçrama, deprenme.

ısrar

  • Bir fikir veya meşru dâvadan dönmemek. Direnmek, sebat etmek. Hayırlı bir hâl üzere sadakatla kalmayı istemek.

isti'sab

  • İğrenme, tiksinme.

istifade

  • Faydalanmak. Faydalanmağa çalışmak.
  • Anlayıp öğrenmek.
  • Tahsil etmek.

istifta

  • Fetva istemek. Şeriata ait bir mes'ele hakkında salâhiyetli zatlardan hakikati öğrenmek.

istikrah / istikrâh / استكراه

  • İğrenme, tiksinme. (Arapça)
  • İstikrâh etmek: İğrenmek, tiksinmek. (Arapça)

istimzac

  • Uyuşmak. Beraber karışmak.
  • Birisinin mizacını, huyunu öğrenmeğe çalışmak.
  • Yoklamak. Fikrini, re'yini sormak.

istıtla'

  • (Çoğulu: İstıtlâât) (Tulu'. dan) Anlamağa ve bilmeğe çalışma. Öğrenmeğe gayret etme.

istizmar

  • (Zamir. den) Düşüncelerini öğrenme, fikrini yoklama. Maksad ve niyetini anlamağa çalışma.

ıttıla'

  • (Tulu. dan) Haberli olmak. Öğrenmek. Haberi, malumatı bulunma.
  • Yukarıdan aşağı bakmak.

ıttılaat

  • (Tekili: Ittılâ') Bilmeler, ıttılâlar, öğrenmeler, haberli olmalar.

ıyaf

  • Gönül dönmek.
  • Mütereddit olmak, kararsızlık, tereddüt etmek.
  • Tiksinmek, iğrenmek.

kabes

  • Ateş parçası.
  • Ateş şulesi.
  • Öğretmek.
  • Öğrenmek.

kerahet / kerâhet / كراهت / كَرَاهَتْ

  • İğrenme, iğrençlik, mekruh oluş. İslâmiyetçe iyi sayılmayan şey.
  • İstenmiyerek, zorla.
  • Fık: Şer'an yapılmaması sevablı ve hayırlı olan bir şeyin terk edilmeyip yapılması.
  • İğrenme, istemeyerek zor altında yapma.
  • Şeriatin yasaklamadığı fakat harama yakın olma ihtimali olan ve çekinilmesi gereken husus.
  • İğrenme, tiksinme, istememe. Harama yakın olma veya yapılmaması iyi olma. Dinde terk edilmesi iyi olan bir şeyin terk edilmeyip yapılması. Kerâhet, tahrîmiyye ve tenzîhiyye olmak üzere iki kısımdır.
  • İğrenme tiksinme. (Arapça)
  • İğrenme, çirkin bulma.

kerh

  • İğrenme, hoşlanmayıp tiksinme.
  • Zorlama.
  • Bir şey sonradan nâ-hoş ve kerih olmak.
  • İğrenme, tiksinme, istemeyerek zor altında yapma.

kesb-i vukuf

  • Vukuf kazanmak, öğrenmek.

keşf

  • Açma, meydana çıkarma, gizli bir şeyi bulma, bir sırrı öğrenme.
  • Allah tarafından ermişlere ilham edilen gizliyi bilme yetisi.

kesis

  • Titremek. Deprenmek.
  • Eğrilik.

kulkul

  • Şen, çevik, atik.
  • Bir şeyin deprenmesiyle çıkan ses.
  • Büyük, derin deniz.
  • Hızlı giden at.

lazlaza

  • Yılanın deprenmesi.

levs

  • Pislik, murdarlık. Kir.
  • Zor. Kuvvet.
  • Tam olmayan, zayıf beyyine.
  • Bir şeyi ağızda öte beri gevelemek.
  • Deprenmek.
  • Bulaştırmak ve karıştırmak. Bulaşıklık.
  • Cerâhet, yara.

mekir

  • (Mekr) Hile. Aldatma. Oyun. Düzen. (Birisinin kötü veya iyi hâllerini öğrenmek veya kötülüğe sevketmek ya da gayesinden alıkoymak için yapılır.)

menas

  • Sığınacak yer. Melce'. Penah.
  • Deprenmek.
  • Fevt.

merak

  • Bir şeyi öğrenmek istemek. Çok şiddetli arzu. Heves. Düşkünlük.
  • Dalgınlık. Kara sevdâ.
  • Kuruntu, telâş. İç sıkıntısı. İç darlığı.
  • Öğrenme isteği.

meşk eden

  • Öğrenen, öğrenmek için çalışan.

meyd

  • Deprenmek. Sallanmak.
  • Ziyaret etmek.
  • Hareket etmek.
  • Kırağı çalmak.
  • Meyletmek.
  • Neşv ü nemâ bulmak.
  • Başı dönüp midesi bulanmak.

meyl-i marifet / meyl-i mârifet

  • Öğrenme ve bilme eğilimi.

müfti-yi macin / müftî-yi mâcin

  • Din bilgilerini fıkıh kitablarından öğrenmeyip, kendi düşüncelerini din bilgisi olarak söyleyen, müslümanları mezhebsiz yapan câhil din adamı.

mükabere / mükâbere

  • Münakaşada ağız kalabalığı ile karşısındakini yenmeye çalışma, yanlışta direnme, büyüklenme.

mukavemet / مقاومت

  • Dayanma, direnme.
  • Karşı koyma, direnme. (Arapça)
  • Mukavemet etmek: Karşı koymak, direnmek. (Arapça)

mukavemet etme

  • Direnme, karşı koyma.

mütecessis

  • Meraklı, gizli şeyleri öğrenmeğe çalışan.
  • Casusluk eden, yoklayıp haber eriştiren.
  • Araştıran, gizli şeyleri öğrenmeye çalışan.

mütecessisane / mütecessisâne

  • Gizli şeyleri öğrenmeğe çalışarak. Merakla. Mütecessis bir tarzda. (Farsça)

mütecessisin / mütecessisîn

  • (Tekili: Mütecessis) Meraklılar. Tecessüs edenler. Gizli şeyleri öğrenmeğe çalışanlar.

mütemerrin

  • Öğrenmek için çalışan, alışmak gayesiyle egsersiz yapan.

na'naa

  • Irak etmek, uzaklaştırmak.
  • Hızlı konuşmak, tez tez söylemek.
  • Katı deprenmek.
  • Yemeğe nane koymak.

nevs

  • Asılmış olan bir şeyin hareket etmesi, sallanması. Hareket etme. Deprenme.

sabr

  • Acıya ve zorluğa katlanmak.
  • Bir musibet ve belâya uğrayanın telâş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması.
  • Muharebede şecaat gösterme.
  • Bir kimseyi bir şeyden alıkoymak.
  • Öğrendiği bir şeyi başkasının da öğrenmesi için tâkat getirmek.

safk

  • Sesi işitilen vuruş.
  • Sarfetmek.
  • Reddetmek.
  • Kanatlarını hareket ettirmek. Deprenmek.
  • Kullanmak.

saz

  • Kamış. (Farsça)
  • Bir çalgı âleti. (Farsça)
  • Takım, silâh, edevat. (Farsça)
  • Ustalık. (Farsça)
  • At takımı. (Farsça)
  • Düzen, tertip, sıra. (Farsça)
  • Öğrenme. (Farsça)
  • Kuvvet, kudret. (Farsça)
  • Menfaat. (Farsça)
  • Benzer, misil, eş. (Farsça)
  • Hile. (Farsça)

sermeşk

  • Talebenin öğrenmesi için yazılan örnek yazı. (Farsça)

seyyah-ı talip

  • Öğrenmek için seyahat eden.

silsile-i ilmiye

  • İlim öğrenme dereceleri, basamakları.

ta'lim / ta'lîm / تعليم

  • Öğretme. (Arapça)
  • Öğrenme. (Arapça)
  • Meşk. (Arapça)
  • İdman, egzersiz. (Arapça)

ta'limgah / ta'limgâh

  • Tâlim ve öğrenme yeri.

ta'limhane

  • Öğrenme yeri. Ta'lim yeri. (Farsça)

taallüm / تَعَلُّمْ

  • (İlim. den) İlim edinme. Öğrenme. Ders okuyarak öğrenme.
  • Öğrenme.
  • İlim öğrenme.
  • Öğrenme.

taallüm etme

  • Öğrenme.

taannüd

  • İnat etme, ayak direme, direnme.
  • İnat etme, direnme.

tahalhul

  • Deprenmek, harekete gelmek.
  • Aşağı etmek.

tahaşhuş

  • Deprenmek, harekete geçmek.

tahazhuz

  • Suyun deprenmesi, hareket etmesi.

tahkikat

  • Araştırmalar. Hakikati ve doğruyu inceleyip öğrenmek için yapılan taharriyat.

tahsil

  • Hâsıl etmek.
  • İlim edinmek. İlim öğrenmek veya öğretmek için çalışmak.
  • Vergi toplamak.
  • Aşikâre eylemek.

tahsil-i hak

  • Hakkı, doğruyu öğrenme.

tahsil-i ilim

  • İlim tahsil etme, öğrenme.

tahsil-i irfan / tahsîl-i irfan

  • Tasavvuf bilgilerini elde etme, öğrenme. Edeler dâimâ tahsîl-i irfân Olalar her biri, bir kâmil insan.
  • İlim ve tecrübe netîcesinde bilgi edinme.

taka'ku'

  • Deprenmek, hareket etmek.
  • Ötmek.

takalkul

  • Deprenmek, hareket etmek.

talimhane / tâlimhâne

  • Öğrenme evi.

tasa'su'

  • Deprenmek, hareket etmek.
  • Perakende olmak, dağılmak.

tearrüf

  • Araştırarak öğrenme.
  • Bir şeyi araştırarak öğrenme.

tecelcül

  • Deprenmek, harekete geçmek.

tecellüd

  • Kendini cesaretli ve kahraman gösterme; sertlik, direnme.

tecessüs

  • İnsanların gizli hallerini, ayb ve kusûrunu merâk edip, iç yüzünü araştırıp öğrenmeye çalışmak.

tedekdük

  • Taşlıkta ve kum arasında olmak.
  • Dağ, yerinden ayrılıp pâre pâre olmak.
  • Zelzele olup yerin deprenmesi.

tederdür

  • Katı deprenmek.
  • Gamdan ve korkudan dolayı kendinden geçmek.

tederrüs

  • (Çoğulu: Tederrüsât) Ders alma, okuyup öğrenme.

tederrüsat / tederrüsât

  • (Tekili: Tederrüs) Ders almalar. Okuyup öğrenmeler.

tefennün

  • Fen öğrenme.
  • Fen öğrenme. Birçok şeyler bilme, çeşitli şekilde gösterme.
  • Fen öğrenmek.
  • Çok şeyler bilmek.
  • Türlü türlü olmak.
  • Bir fende maharet sahibi olmak.

teheyyüc

  • Heyecanlanma. Coşma. Deprenme. Harekete gelme.

tehezzüz

  • Hafif titreme, deprenme, ihtizâz.

tekalkul

  • Deprenme, hareketlenme, sarsılma.

tekerrüh

  • (Kerh. den) İğrenme, kerih görme.

telcie

  • İkrah etmek, iğrenmek, tiksinmek, kerih görmek.

temerrüd / تمرد

  • İnad, direnme.
  • Yapılması gereken bir şeyi yapmakta kasten geciktirme.
  • Direnme.
  • Dikbaşlılık, direniş. (Arapça)
  • Temerrüd etmek: Direnmek, dikbaşlılık etmek. (Arapça)

teneffür / تنفر

  • Çekinme. Kaçınma. Nefret etme. İğrenme.
  • Nefret etme, iğrenme. (Arapça)
  • Teneffür etmek: Nefret etmek, iğrenmek. (Arapça)

teneşşüd

  • Bir haberi veya bir şeyi öğrenmek için insanların farkına varamıyacağı şekilde nezâketle soruşturma.

tera'ru'

  • Deprenmek.
  • Büyümek.
  • Çocuğun hareket etmesi.

terbiye

  • Allah'ın emirlerine itaat ederek ruhen ve cismen yükselmeye ve yükseltmeye çalışmak. Kemale ermeğe, nizam ve emirleri dinlemeğe çalışmak. Allah rızası yolunda gitmeyi öğrenmek.

terbiyegah / terbiyegâh

  • Terbiye yeri. Öğrenme ve yetişme yeri. (Farsça)

tereccüf

  • Deprenmek, hareket etmek.

teremmu'

  • Deprenmek.

teşahus

  • Deprenmek. Muhtelif etmek, çeşitli yapmak.

tesebbüt

  • (Sebat. dan) Sebat gösterme, dayanma, sabretme, direnme.
  • Bir nesneye yapışmak. Tevakkuf.

tetebbu'

  • Araştırıp tetkik etme. Derinliğine inceleyip tanıma, öğrenme. Öğrenmek için okuma.

tetebbuat / tetebbuât

  • Araştırıp incelemeler. Arayıp öğrenmeler.

tevehhüc

  • Deprenmek, hareket etmek.

tezelzül

  • Sarsıntı.
  • Sarsılma, deprenme.

ulum-i ibtidaiyye / ulûm-i ibtidâiyye

  • Âlet ilimleri; ana ilimleri öğrenmek için yardımcı olan sarf, nahiv, belâgat, mantık vs. gibi ilimler.

ulum-i islamiyye / ulûm-i islâmiyye

  • İslâm bilgileri, din bilgileri, müslümanların öğrenmesi lâzım olan bilgiler.

ümmi / ümmî

  • Anasından doğduğu gibi kalıp, okuyup yazma öğrenmeyen kimse.

vazife-i fıtriye-i ilmiye

  • Yaratılıştan gelen ilim öğrenme görevi.

vücum

  • Tiksinme, iğrenme.
  • Darılma, küsüp susma.
  • Göğüse vurma.
  • Kederli olma.

vukuf

  • Bir şeyi etraflıca bilme, öğrenme.

ze'r

  • Kerih görmek. İğrenmek. Nefret etmek.

 

Bağış Yapmak İçin Tıklayın